iltasyazilim
FD Üye
Şerefli Koçhisar'da doğdu Çocukluğu Sivrihisar'da geçti Medrese eğitimini istanbul'da tamamladı Edirne, Mısır, Şam ve Bursa'da Kadılık ve Müderrislik yaptı Bursa'da Üftade Hazretleri'nin müridi ve halifesiydi İstanbulda halka şeyh, sultanlara mürşid oldu Üsküdar'da vefat etti Külliyesi içinde bulunan bu türbeye defnedildi Eserleri,Sohbetleri, Şiirleri, Vaaz ve nasihatları ile padişahtan herkese yol gösterdi Devrini idrak ettiği sekiz padişahtan bilhassa Sultan III Murad ve I Ahmed'in saygısını kazandı
Yedisi Türkçe, otuz kadar eser yazdı Zengin vakıflar ve manevi miraslar bırakarak ebediyet alemine göçtü
Sevenleri için şu duası meşhurdur: Sağlığımızda bizi, vefatımızdan sonra kabrimizi ziyaret edenler ve türbemizin önünden geçtiğinde Fatiha okuyanlar bizimdir Bizi sevenler denizde boğulmasın ahir ömürlerinde fakirlik çekmesin, imanlarını kurtarmadıkça göçmesin
Cihan Pâdişâhlarına Yön Veren Eşsiz Bir Mâneviyat Sultanı
AZÎZ MAHMÛD HÜDÂYÎ HAZRETLERİ
(15411628)
Osman Nuri TOPBAŞ
Osmanlı devri İstanbul velîlerinin büyüklerindendir Asıl adı Mahmûd'dur Hüdâyîismi ve Azîzsıfatı kendisine sonradan verilmiştir Cüneydi Bağdâdî Hazretleri'nin neslinden olup, seyyiddir Bunu ilâhîlerinin birinde:
Ceddim ü pîrim sultan
Sensin yâ Resûlallâh
diyerek kendisi de ifâde eder
Koçhisar'da doğmuş, çocukluğu Sivrihisar'da geçmiştir
O, bir asra yakın ömür sürmüş ve sekiz pâdişâh devrini idrâk etmiş bir gönül sultanıdır Asrında, gerek eserleri, gerekse sohbet, irşâd, vaaz ve nasîhatleri ile ümmet için bir feyiz kaynağı olmuştur
İlim, tasavvuf ve edebiyat sahalarında parlak bir hüviyete sahip bulunan Hüdâyî Hazretleri, mâneviyat rehberleri arasında müstesnâ bir mevkii hâizdir O, kuruluş yıllarında Şeyh Edebali Hazretleri'nin yapmış olduğu kıymetli irşâd, hizmet ve faâliyeti, aynı aşk, vecd ve heyecanla yürütebilen nâdir bir mânevî şahsiyettir Allâh rızâsı istikâmetinde ihlâs, samîmiyyet ve gayret üzere hareket eden Hüdâyî Hazretleri, sahip olduğu zâhirî ve bâtınî liyâkat sebebiyle de hem pâdişâhların hem de bütün teb'anın sevdiği bir Hakk dostu olarak tebârüz etmiştir
Osmanlı'nın yükselişten yavaş yavaş duraklamaya doğru seyir takip eden bir devrinde yaşayan Hüdâyî Hazretleri, bir yandan sultanlarını âdil, gayretli ve mâneviyat bakımından zinde olmaları için büyük himmetler sarfetmiş, bir yandan da birtakım kargaşadan bunalan devlet ricâlinin ve halkın gönül yaralarını âdetâ hâzık bir hekim gibi sarmasını bilmiştir Bundan dolayı hemen herkes, onun sohbet, irşâd ve hizmet sofrasına koşarak ferahlamış; dergâhı, bir seâdet ve gönül mekânı olmuştur
Gerçekten onun devri, seâdetle felâketin birbirini takip ettiği çileli bir zamana rastlamaktadır Zîrâ siyâsî bakımdan gittikçe artan ve ictimâî bünyeyi de son derece sarsan çalkantılar, bu devirde görülmeye başlamıştır Askerdeki disiplin ve nizamın sarsılıp bozulmasının fecî bir surette II Genç Osman'ı katletme derecesine ulaştığı ve IV Murâd'ın tahtının önünde sadrazamı Hâfızlarının tahta bile bulaşmış olduğu düşünülürse, o günlerin siyâsî ahvâli daha iyi anlaşılır
İşte böyle çalkantılı bir devirde İslâm tasavvufunun tesellî edici nefhasıyla Hakk'ın ve hakîkatin sesine çağıran Hüdâyî Hazretleri, dergâhına diğerlerine nazaran çok farklı bir hüviyet kazandırmıştır Öyle ki, devlet idâresinde azl ve nefyedilen kimselerin ve cemiyette zuhûr eden anarşinin önünden kaçanların yegâne sığındıkları yer, onun dergâhı şerîfi olmuştur Nitekim Halil Paşa, Dilâver Paşa ve Ali Paşa gibi zevât, başları her dara düştükçe bu dergâha sığınmışlardır Bu yönüyle Hüdâyî Hazretleri'nin dergâhı şerîfi, kimsenin zarar ve ziyânının erişemeyeceği, günümüz tâbiriyle bir nevî dokunulmazlığı olan emîn bir mekân hüviyetine bürünmüştür Denilebilir ki, o zamanlar Osmanlı mülkünde bu mekândan başka hiçbir dergâh, bu kadar nâili hürmet ve ihtirâm değildi
Burada Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri'nin böyle bir makama hâiz oluşu ve sahip bulunduğu müstesnâ liyâkati elde edişinin nasıl tahakkuk ettiği üzerinde hâssaten ve dikkatle durmak gerekir Zîrâ onu bu kemâle ulaştıran metod, aynı yolda yürüyenlere müstesnâ bir nümûnei imtisâldir
Hüdâyî Hazretleri, talebelik yıllarında ciddî bir ilim tahsîli yanında tasavvufî bir alâka ile gönül âlemini de azçok yoğurmuştu Gayret ve çalışkanlığı sebebiyle de medresede kendisiyle husûsî bir şekilde ilgilenen hocası Nâzırzâde'nin muîdi olmuştu Sonraki yıllarda hocası Nâzırzâde ile birlikte muhtelif kadılık vazîfelerinde bulundu Son olarak da Bursa'ya tâyin edildiler Hocası başkadı, kendisi de Ferhâdiye medresesinde müderrisliğin yanında Câmii Atîk mahkemesinde kadı nâibi oldu
Onun kâmil mânâda tasavvufa sülûk edip mârifetullâha nâil olması da işte bu zamana rastlar Şöyle ki:
Her türlü ilmî liyâkat ve makamına rağmen Hüdâyî Hazretleri, o zamanlar Bursa kadılığı vazîfesini yürüten Kadı Mahmûd Efendi adında sayısız kadıdan sadece biriydi Birgün karşısına o güne kadar hiç rastlamadığı türden pek farklı bir dâvâ çıktı İki gözünden sel gibi yaşlar akıtan bir kadıncağız, kocasından şikâyetle mahkemeye mürâcaat etmişti Kendisini dinleyen Kadı Mahmûd'a şunları söyledi:
Kadı Efendi! Kocam her sene hacca gitmeye niyet eder, fakat bir türlü fakirlikten dolayı gidemez Bu sene de hacca gideceğim diye tutturdu Hattâ: Eğer bu sene hacca gidemezsem seni boşayacağım!dedi Daha sonra kurban bayramına yakın ortalıktan kayboluverdi Beş altı gün sonra da ortaya çıkıp hacca gidip geldiğini söyledi Hiç böyle birşey olur mu? Kadı Efendi! Artık bu yalancı adamdan boşanmak istiyorum!
Kadı Mahmûd Efendi, yapılan şikâyetin tahkîki için kadının kocasını çağırttı ve ona hanımının söylediklerinin doğru olup olmadığını sordu Adam cevaben:
Kadı Efendi! Hanımımın söyledikleri de doğrudur, benim söylediklerim de Bilesiniz ki ben gerçekten hacca gidip gelmiş bulunmaktayım Hattâ o mübârek beldelerde bazı Bursalı hacılarla da görüştüm ve kendilerine getirmeleri için birtakım hediyeler emânet ettimdedi
Kadı Mahmûd Efendi, şaşırdı:
Bu nasıl olur efendi?!diye sordu
Adamcağız da anlatmaya başladı:
Efendim, her sene olduğu gibi bu sene de hacca gidemeyince, büyük bir üzüntüyle Eskici Mehmed Dede'ye gittim O da, benim elimi tutarak gözümü yummamı istedi Gözümü açtığımda ise Kâbe'deydim!dedi
Böyle bir mânevî hâdiseye ilk defa şâhid olan Kadı Efendi, bunun mümkün olamayacağını söyleyerek adamın ifâdelerini kabul etmedi
Bunun üzerine hâlâ mukaddes topraklardaki rûhâniyet ve mâneviyat iklîminin taze hissiyâtı içinde olan adamcağız, saf, fakat mânidar bir cevapla haykırdı:
Kadı efendi! Allâh Teâlâ'nın düşmanı olan şeytan bir anda bütün dünyâyı dolaşıyor da, Allâh dostu olan has bir kul niçin bir anda Kâbe'ye gidemesin?dedi
Kadı Mahmûd Efendi de, bu cevabı gâyet mânidar bularak kararı Bursalı hacıların dönüşüne tehir etti Bursalı hacılar döndüğünde de yaptığı tahkîkat neticesinde mes'eleyi olduğu gibi öğrendi ve büyük bir hayret ve şaşkınlık içerisinde dâvâyı iptal etmek zorunda kaldı
Fakat, yüreğine muammalı bir kor düşmüş, zihni karmakarışık olmuştu Rûh ve irâde çağlayanı, sarhoş bir halde akmaya başladı Ne yapacağını düşünürken gönlüne damlayan bir ilhâmla derhal Eskici Mehmed Dede'ye koştu Hakîkat ve esrâr deryâsına dalabilmek için ona intisâb etmek istedi Ancak Eskici Dede:
Kadı Efendi! Nasîbiniz benden değil, zamanın mürşidi kâmili Muhammed Üftâde Hazretlerindendirdedi
Bu defa Kadı Mahmûd, aynı niyet ve sâikle Üftâde Hazretleri'nin dergâhına yöneldi Fakat hikmeti ilâhî olarak dergâha yaklaştığında atının ayakları kayalara saplandı O da, atından indi ve yürüyerek dergâha vardı Pîr'in önünde el bağlayıp onun talebesi olmak istedi
Meşhûr Bursa kadısı Mahmûd Efendi'yi şaşaalı kaftanlar içinde gören Hazreti Pîr, gelişen ahvâlden mânen haberdardı Ancak Kadı Efendi'nin niyet ve samîmiyet derecesini iyice ölçmek istercesine talebeliğe hemen kabul etmedi:
Gidin Kadı Efendi! Sizin şöhrete boğulmuş, mal ve makâm debdebesi içinde şaşaalı bir hayâtınız var Bu kapı ise, yokluk kapısıdır Zaten atınız bile buraya gelmek istemediğinden kayalara saplanmadı mı?dedi ve dergâhın kapısına doğru yürüdü
Bir yandan şeyhin mânevî câzibesi, diğer yandan da gördüğü açık kerâmetler karşısında hayret vâdîlerinde dolaşan Kadı Mahmûd Efendi, hakîkati idrak etmişti Kararı kesindi Zîrâ nefs engelini aşıp vâsılı ilâllâh olabilmesi için vakit geçirmeden artık böyle bir kapıya teslim olması zarûrî idi Hemen şeyhin arkasından koşup boyun büktü ve:
Efendim! İrâdesiz ve şaşkın bir vaziyetteyim Adetâ dipsiz bir uçuruma düşer gibiyim Ne olur bana himmet ve yardım elinizi uzatınız Bu bîçâreyi talebeniz olmakla şereflendiriniz!dedi
Bunun üzerine tebessüm eden Üftâde Hazretleri, talebelik için kadılık ve müderrisliği bırakması, elindeki bütün mal ve mülkü fakirlere dağıtması ve nefsini terbiye edebilmek için sıkı bir riyâzâta girmesi gibi üç büyük şart koştu Çünkü nefsini tanıyıp terbiye etmesi zarûriydi Kadı Mahmûd Efendi'nin can ü gönülden teslim olması ile de onu mürîdlerinin arasına dâhil eyledi1
Sonra da Kadı Mahmûd'un kalbindeki kesâfetin temizlenmesi için, yâni kadılık makamının kendisine verdiği gurur, kibir ve ucûbu imhâ etmek için sırtındaki kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer satmasını emir buyurdu Ayrıca dergâhın helâ temizleyiciliği vazîfesini yapmasını istedi
Üftâde Hazretleri'nin huzûruna tam bir teslîmiyyet ve hâlisiyyet içinde gelen Kadı Mahmûd Efendi, üstadının emirlerine can ü gönülden tâbî oldu Nefsâniyetini besleyen bütün dünyevî alâkalardan el çekti Kendisini samîmiyetle mürşidinin talimatlarına râm ederek kısa zamanda büyük mesâfeler aldı Öyle ki, O'nu sırtındaki süslü kaftanıyla ciğer satarken gören ahâlînin:
Bizim kadı efendi, delirmiş gâlibâ!
Kadılığı bırakmış ama, kaftanını bırakamamış zavallı!şeklindeki sözlerine dahî aldırmadan üstadının verdiği vazîfeleri şevkle îfâya çalıştı
Böylece yüce bir olgunluğa hızlı bir şekilde yol almaya başladı Şeyhinin gözünde ve gönlünde gittikçe kadr u kıymet sahibi oldu
Nefsindeki son varlık emâresini bertaraf etmesi ise, pek meşhurdur:
Bir gün Kadı Mahmûd, helâ temizlemekle meşgulken, dışardan kulağına kadar gelen bir nidâ duydu:
Ey âhâli! Duydukduymadık demeyin; şehrimize yeni kadı geliyor!
O an gönlünü zayıf bulan nefsi, birden büyük bir vesvese fırtınası kopardı:
Demek yerime yeni bir kadı geliyor! Âh bîçâre Mahmûd, sen böylesine şerefli bir mesleği bıraktın da, tuttun helâ temizleyiciliği yapıyorsun! Söyle bakalım, bunca yıldır ne kazandın!dedi
Nefsinin bu tehlikeli serkeşliği karşısında hemen toparlanan Kadı Mahmûd Efendi, büyük bir iç ürperişiyle hocasını hatırladı Zîrâ ona kendisine şart koşulan emirleri yerine getireceğine dâir söz vermişti Derhal tevbe ve istiğfâr ile nefsinin son derece tehlikeli vesvesesine şiddetli bir şekilde müdâhale ve mukâbele etti:
Ey Mahmûd! Sen, nefsini ayaklar altına alacağına dâir üstâdına söz vermedin miydi? Nerede şimdi sözün? Söyle bu hâlin nedir?
Ancak Kadı Mahmûd, bu hâle o kadar üzülmüştü ki, nefsinin iğfâline karşı birtakım azarlarla tavır koymak, gönlündeki pişmanlık ve teessürü teskîn etmedi Hiç düşünmeden elindeki süpürgeyi bir tarafa fırlattı ve nefsine cezâ olarak helâ taşlarını sakalıyla temizlemeye karar verdi Tam bu esnâda Üftâde Hazretleri kapıda göründü Kadı Mahmûd'a mütebessim bir çehre, yumuşak bir ses ve latîf bir edâyla, hitab etti:
Evlâdım Mahmûd! Bilirsin ki sakal mübârek bir sünneti seniyyedirdedi ve yerleri sakalıyla temizlemesine mânî oldu
Sonra şöyle buyurdu:
Evlâdım Mahmûd! Seyr u sülûk yolunda verdiğim hizmetlerin gâyesi, işte bu mertebeyi geçebilmen içindi Muvaffak kılan Allâh'a hamdolsun! Gayri bundan böyle vazîfen benim abdest suyumu hazırlayıp döküvermendir!
Kadı Mahmûd, bu vazîfeyi de kemâli gayretle îfâya çalıştı Hiç aksatmadan her sabah abdest suyunu hazırladı ve hocasına abdest aldırdı
Bir kış günüydü Kadı Mahmûd, biraz gecikerek kalkmıştı Bu sebeple hocasının suyunu ısıtmaya vakit bulamadı Büyük bir üzüntüye gark oldu ve gözlerinden yaşlar damladı Gayri irâdî bir şekilde su testisini göğsünün üzerine bastırarak Allâhlafzını söylemekten başka bir şey yapamadı O esnâda hocası kapıda göründü Kendisinden abdest suyunu getirip dökmesini istedi O da çaresiz ve irâdesiz bir şekilde bu emre baş kesti ve büyük bir endişe içinde suyu hocasının ellerine dökmeye başladı Su, mübârek ellerine değer değmez Üftâde Hazretleri, yavaşça başını kaldırdı ve talebesinin kaygılı hâline nazar ederek tebessümle:
Su biraz fazla ısınmış evlâdım!dedi
Buna pek şaşıran Kadı Mahmûd Efendi, hafif bir sesle:
Nasıl olur efendim? Suyu ısıtmamıştım ki!dedi
Üftâde Hazretleri de:
Evlâdım! Farkında değilsin; bu su, odun ateşiyle değil, gönül ateşiyle ısınmış!cevabını verdi
Zîrâ Hüdâyi Hazretleri, girdiği sıkı bir riyâzâtla nefsinin terbiyesi yolunda helâllerden istifâdeyi bile asgarîye indirmiş ve gönlünü tamamen Hakk'a râm ederek rûhunu kuvvetlendirmeye muvaffak olmuştu Neticede bu güzel hâlin bereketlerine nâil olmuş, ayrıca dirilerden çok ölülerle görüşüp konuşur bir hâle gelmişti Bir defasında dergâhın yolu üzerinde daha evvel vefât etmiş bulunan bir müezzine rastlayıp ona selâm verdikten sonra bunu üstâdına arzetti Hazreti Üftâde de:
Evlâdım! Yapmış olduğun riyâzât sayesinde ruhunu iyice kemâle erdirip kuvvetlendirmişsin Biz dahî riyâzâtımız zamanında aynı hâl içinde idikbuyurdular
Yedisi Türkçe, otuz kadar eser yazdı Zengin vakıflar ve manevi miraslar bırakarak ebediyet alemine göçtü
Sevenleri için şu duası meşhurdur: Sağlığımızda bizi, vefatımızdan sonra kabrimizi ziyaret edenler ve türbemizin önünden geçtiğinde Fatiha okuyanlar bizimdir Bizi sevenler denizde boğulmasın ahir ömürlerinde fakirlik çekmesin, imanlarını kurtarmadıkça göçmesin
Cihan Pâdişâhlarına Yön Veren Eşsiz Bir Mâneviyat Sultanı
AZÎZ MAHMÛD HÜDÂYÎ HAZRETLERİ
(15411628)
Osman Nuri TOPBAŞ
Osmanlı devri İstanbul velîlerinin büyüklerindendir Asıl adı Mahmûd'dur Hüdâyîismi ve Azîzsıfatı kendisine sonradan verilmiştir Cüneydi Bağdâdî Hazretleri'nin neslinden olup, seyyiddir Bunu ilâhîlerinin birinde:
Ceddim ü pîrim sultan
Sensin yâ Resûlallâh
diyerek kendisi de ifâde eder
Koçhisar'da doğmuş, çocukluğu Sivrihisar'da geçmiştir
O, bir asra yakın ömür sürmüş ve sekiz pâdişâh devrini idrâk etmiş bir gönül sultanıdır Asrında, gerek eserleri, gerekse sohbet, irşâd, vaaz ve nasîhatleri ile ümmet için bir feyiz kaynağı olmuştur
İlim, tasavvuf ve edebiyat sahalarında parlak bir hüviyete sahip bulunan Hüdâyî Hazretleri, mâneviyat rehberleri arasında müstesnâ bir mevkii hâizdir O, kuruluş yıllarında Şeyh Edebali Hazretleri'nin yapmış olduğu kıymetli irşâd, hizmet ve faâliyeti, aynı aşk, vecd ve heyecanla yürütebilen nâdir bir mânevî şahsiyettir Allâh rızâsı istikâmetinde ihlâs, samîmiyyet ve gayret üzere hareket eden Hüdâyî Hazretleri, sahip olduğu zâhirî ve bâtınî liyâkat sebebiyle de hem pâdişâhların hem de bütün teb'anın sevdiği bir Hakk dostu olarak tebârüz etmiştir
Osmanlı'nın yükselişten yavaş yavaş duraklamaya doğru seyir takip eden bir devrinde yaşayan Hüdâyî Hazretleri, bir yandan sultanlarını âdil, gayretli ve mâneviyat bakımından zinde olmaları için büyük himmetler sarfetmiş, bir yandan da birtakım kargaşadan bunalan devlet ricâlinin ve halkın gönül yaralarını âdetâ hâzık bir hekim gibi sarmasını bilmiştir Bundan dolayı hemen herkes, onun sohbet, irşâd ve hizmet sofrasına koşarak ferahlamış; dergâhı, bir seâdet ve gönül mekânı olmuştur
Gerçekten onun devri, seâdetle felâketin birbirini takip ettiği çileli bir zamana rastlamaktadır Zîrâ siyâsî bakımdan gittikçe artan ve ictimâî bünyeyi de son derece sarsan çalkantılar, bu devirde görülmeye başlamıştır Askerdeki disiplin ve nizamın sarsılıp bozulmasının fecî bir surette II Genç Osman'ı katletme derecesine ulaştığı ve IV Murâd'ın tahtının önünde sadrazamı Hâfızlarının tahta bile bulaşmış olduğu düşünülürse, o günlerin siyâsî ahvâli daha iyi anlaşılır
İşte böyle çalkantılı bir devirde İslâm tasavvufunun tesellî edici nefhasıyla Hakk'ın ve hakîkatin sesine çağıran Hüdâyî Hazretleri, dergâhına diğerlerine nazaran çok farklı bir hüviyet kazandırmıştır Öyle ki, devlet idâresinde azl ve nefyedilen kimselerin ve cemiyette zuhûr eden anarşinin önünden kaçanların yegâne sığındıkları yer, onun dergâhı şerîfi olmuştur Nitekim Halil Paşa, Dilâver Paşa ve Ali Paşa gibi zevât, başları her dara düştükçe bu dergâha sığınmışlardır Bu yönüyle Hüdâyî Hazretleri'nin dergâhı şerîfi, kimsenin zarar ve ziyânının erişemeyeceği, günümüz tâbiriyle bir nevî dokunulmazlığı olan emîn bir mekân hüviyetine bürünmüştür Denilebilir ki, o zamanlar Osmanlı mülkünde bu mekândan başka hiçbir dergâh, bu kadar nâili hürmet ve ihtirâm değildi
Burada Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri'nin böyle bir makama hâiz oluşu ve sahip bulunduğu müstesnâ liyâkati elde edişinin nasıl tahakkuk ettiği üzerinde hâssaten ve dikkatle durmak gerekir Zîrâ onu bu kemâle ulaştıran metod, aynı yolda yürüyenlere müstesnâ bir nümûnei imtisâldir
Hüdâyî Hazretleri, talebelik yıllarında ciddî bir ilim tahsîli yanında tasavvufî bir alâka ile gönül âlemini de azçok yoğurmuştu Gayret ve çalışkanlığı sebebiyle de medresede kendisiyle husûsî bir şekilde ilgilenen hocası Nâzırzâde'nin muîdi olmuştu Sonraki yıllarda hocası Nâzırzâde ile birlikte muhtelif kadılık vazîfelerinde bulundu Son olarak da Bursa'ya tâyin edildiler Hocası başkadı, kendisi de Ferhâdiye medresesinde müderrisliğin yanında Câmii Atîk mahkemesinde kadı nâibi oldu
Onun kâmil mânâda tasavvufa sülûk edip mârifetullâha nâil olması da işte bu zamana rastlar Şöyle ki:
Her türlü ilmî liyâkat ve makamına rağmen Hüdâyî Hazretleri, o zamanlar Bursa kadılığı vazîfesini yürüten Kadı Mahmûd Efendi adında sayısız kadıdan sadece biriydi Birgün karşısına o güne kadar hiç rastlamadığı türden pek farklı bir dâvâ çıktı İki gözünden sel gibi yaşlar akıtan bir kadıncağız, kocasından şikâyetle mahkemeye mürâcaat etmişti Kendisini dinleyen Kadı Mahmûd'a şunları söyledi:
Kadı Efendi! Kocam her sene hacca gitmeye niyet eder, fakat bir türlü fakirlikten dolayı gidemez Bu sene de hacca gideceğim diye tutturdu Hattâ: Eğer bu sene hacca gidemezsem seni boşayacağım!dedi Daha sonra kurban bayramına yakın ortalıktan kayboluverdi Beş altı gün sonra da ortaya çıkıp hacca gidip geldiğini söyledi Hiç böyle birşey olur mu? Kadı Efendi! Artık bu yalancı adamdan boşanmak istiyorum!
Kadı Mahmûd Efendi, yapılan şikâyetin tahkîki için kadının kocasını çağırttı ve ona hanımının söylediklerinin doğru olup olmadığını sordu Adam cevaben:
Kadı Efendi! Hanımımın söyledikleri de doğrudur, benim söylediklerim de Bilesiniz ki ben gerçekten hacca gidip gelmiş bulunmaktayım Hattâ o mübârek beldelerde bazı Bursalı hacılarla da görüştüm ve kendilerine getirmeleri için birtakım hediyeler emânet ettimdedi
Kadı Mahmûd Efendi, şaşırdı:
Bu nasıl olur efendi?!diye sordu
Adamcağız da anlatmaya başladı:
Efendim, her sene olduğu gibi bu sene de hacca gidemeyince, büyük bir üzüntüyle Eskici Mehmed Dede'ye gittim O da, benim elimi tutarak gözümü yummamı istedi Gözümü açtığımda ise Kâbe'deydim!dedi
Böyle bir mânevî hâdiseye ilk defa şâhid olan Kadı Efendi, bunun mümkün olamayacağını söyleyerek adamın ifâdelerini kabul etmedi
Bunun üzerine hâlâ mukaddes topraklardaki rûhâniyet ve mâneviyat iklîminin taze hissiyâtı içinde olan adamcağız, saf, fakat mânidar bir cevapla haykırdı:
Kadı efendi! Allâh Teâlâ'nın düşmanı olan şeytan bir anda bütün dünyâyı dolaşıyor da, Allâh dostu olan has bir kul niçin bir anda Kâbe'ye gidemesin?dedi
Kadı Mahmûd Efendi de, bu cevabı gâyet mânidar bularak kararı Bursalı hacıların dönüşüne tehir etti Bursalı hacılar döndüğünde de yaptığı tahkîkat neticesinde mes'eleyi olduğu gibi öğrendi ve büyük bir hayret ve şaşkınlık içerisinde dâvâyı iptal etmek zorunda kaldı
Fakat, yüreğine muammalı bir kor düşmüş, zihni karmakarışık olmuştu Rûh ve irâde çağlayanı, sarhoş bir halde akmaya başladı Ne yapacağını düşünürken gönlüne damlayan bir ilhâmla derhal Eskici Mehmed Dede'ye koştu Hakîkat ve esrâr deryâsına dalabilmek için ona intisâb etmek istedi Ancak Eskici Dede:
Kadı Efendi! Nasîbiniz benden değil, zamanın mürşidi kâmili Muhammed Üftâde Hazretlerindendirdedi
Bu defa Kadı Mahmûd, aynı niyet ve sâikle Üftâde Hazretleri'nin dergâhına yöneldi Fakat hikmeti ilâhî olarak dergâha yaklaştığında atının ayakları kayalara saplandı O da, atından indi ve yürüyerek dergâha vardı Pîr'in önünde el bağlayıp onun talebesi olmak istedi
Meşhûr Bursa kadısı Mahmûd Efendi'yi şaşaalı kaftanlar içinde gören Hazreti Pîr, gelişen ahvâlden mânen haberdardı Ancak Kadı Efendi'nin niyet ve samîmiyet derecesini iyice ölçmek istercesine talebeliğe hemen kabul etmedi:
Gidin Kadı Efendi! Sizin şöhrete boğulmuş, mal ve makâm debdebesi içinde şaşaalı bir hayâtınız var Bu kapı ise, yokluk kapısıdır Zaten atınız bile buraya gelmek istemediğinden kayalara saplanmadı mı?dedi ve dergâhın kapısına doğru yürüdü
Bir yandan şeyhin mânevî câzibesi, diğer yandan da gördüğü açık kerâmetler karşısında hayret vâdîlerinde dolaşan Kadı Mahmûd Efendi, hakîkati idrak etmişti Kararı kesindi Zîrâ nefs engelini aşıp vâsılı ilâllâh olabilmesi için vakit geçirmeden artık böyle bir kapıya teslim olması zarûrî idi Hemen şeyhin arkasından koşup boyun büktü ve:
Efendim! İrâdesiz ve şaşkın bir vaziyetteyim Adetâ dipsiz bir uçuruma düşer gibiyim Ne olur bana himmet ve yardım elinizi uzatınız Bu bîçâreyi talebeniz olmakla şereflendiriniz!dedi
Bunun üzerine tebessüm eden Üftâde Hazretleri, talebelik için kadılık ve müderrisliği bırakması, elindeki bütün mal ve mülkü fakirlere dağıtması ve nefsini terbiye edebilmek için sıkı bir riyâzâta girmesi gibi üç büyük şart koştu Çünkü nefsini tanıyıp terbiye etmesi zarûriydi Kadı Mahmûd Efendi'nin can ü gönülden teslim olması ile de onu mürîdlerinin arasına dâhil eyledi1
Sonra da Kadı Mahmûd'un kalbindeki kesâfetin temizlenmesi için, yâni kadılık makamının kendisine verdiği gurur, kibir ve ucûbu imhâ etmek için sırtındaki kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer satmasını emir buyurdu Ayrıca dergâhın helâ temizleyiciliği vazîfesini yapmasını istedi
Üftâde Hazretleri'nin huzûruna tam bir teslîmiyyet ve hâlisiyyet içinde gelen Kadı Mahmûd Efendi, üstadının emirlerine can ü gönülden tâbî oldu Nefsâniyetini besleyen bütün dünyevî alâkalardan el çekti Kendisini samîmiyetle mürşidinin talimatlarına râm ederek kısa zamanda büyük mesâfeler aldı Öyle ki, O'nu sırtındaki süslü kaftanıyla ciğer satarken gören ahâlînin:
Bizim kadı efendi, delirmiş gâlibâ!
Kadılığı bırakmış ama, kaftanını bırakamamış zavallı!şeklindeki sözlerine dahî aldırmadan üstadının verdiği vazîfeleri şevkle îfâya çalıştı
Böylece yüce bir olgunluğa hızlı bir şekilde yol almaya başladı Şeyhinin gözünde ve gönlünde gittikçe kadr u kıymet sahibi oldu
Nefsindeki son varlık emâresini bertaraf etmesi ise, pek meşhurdur:
Bir gün Kadı Mahmûd, helâ temizlemekle meşgulken, dışardan kulağına kadar gelen bir nidâ duydu:
Ey âhâli! Duydukduymadık demeyin; şehrimize yeni kadı geliyor!
O an gönlünü zayıf bulan nefsi, birden büyük bir vesvese fırtınası kopardı:
Demek yerime yeni bir kadı geliyor! Âh bîçâre Mahmûd, sen böylesine şerefli bir mesleği bıraktın da, tuttun helâ temizleyiciliği yapıyorsun! Söyle bakalım, bunca yıldır ne kazandın!dedi
Nefsinin bu tehlikeli serkeşliği karşısında hemen toparlanan Kadı Mahmûd Efendi, büyük bir iç ürperişiyle hocasını hatırladı Zîrâ ona kendisine şart koşulan emirleri yerine getireceğine dâir söz vermişti Derhal tevbe ve istiğfâr ile nefsinin son derece tehlikeli vesvesesine şiddetli bir şekilde müdâhale ve mukâbele etti:
Ey Mahmûd! Sen, nefsini ayaklar altına alacağına dâir üstâdına söz vermedin miydi? Nerede şimdi sözün? Söyle bu hâlin nedir?
Ancak Kadı Mahmûd, bu hâle o kadar üzülmüştü ki, nefsinin iğfâline karşı birtakım azarlarla tavır koymak, gönlündeki pişmanlık ve teessürü teskîn etmedi Hiç düşünmeden elindeki süpürgeyi bir tarafa fırlattı ve nefsine cezâ olarak helâ taşlarını sakalıyla temizlemeye karar verdi Tam bu esnâda Üftâde Hazretleri kapıda göründü Kadı Mahmûd'a mütebessim bir çehre, yumuşak bir ses ve latîf bir edâyla, hitab etti:
Evlâdım Mahmûd! Bilirsin ki sakal mübârek bir sünneti seniyyedirdedi ve yerleri sakalıyla temizlemesine mânî oldu
Sonra şöyle buyurdu:
Evlâdım Mahmûd! Seyr u sülûk yolunda verdiğim hizmetlerin gâyesi, işte bu mertebeyi geçebilmen içindi Muvaffak kılan Allâh'a hamdolsun! Gayri bundan böyle vazîfen benim abdest suyumu hazırlayıp döküvermendir!
Kadı Mahmûd, bu vazîfeyi de kemâli gayretle îfâya çalıştı Hiç aksatmadan her sabah abdest suyunu hazırladı ve hocasına abdest aldırdı
Bir kış günüydü Kadı Mahmûd, biraz gecikerek kalkmıştı Bu sebeple hocasının suyunu ısıtmaya vakit bulamadı Büyük bir üzüntüye gark oldu ve gözlerinden yaşlar damladı Gayri irâdî bir şekilde su testisini göğsünün üzerine bastırarak Allâhlafzını söylemekten başka bir şey yapamadı O esnâda hocası kapıda göründü Kendisinden abdest suyunu getirip dökmesini istedi O da çaresiz ve irâdesiz bir şekilde bu emre baş kesti ve büyük bir endişe içinde suyu hocasının ellerine dökmeye başladı Su, mübârek ellerine değer değmez Üftâde Hazretleri, yavaşça başını kaldırdı ve talebesinin kaygılı hâline nazar ederek tebessümle:
Su biraz fazla ısınmış evlâdım!dedi
Buna pek şaşıran Kadı Mahmûd Efendi, hafif bir sesle:
Nasıl olur efendim? Suyu ısıtmamıştım ki!dedi
Üftâde Hazretleri de:
Evlâdım! Farkında değilsin; bu su, odun ateşiyle değil, gönül ateşiyle ısınmış!cevabını verdi
Zîrâ Hüdâyi Hazretleri, girdiği sıkı bir riyâzâtla nefsinin terbiyesi yolunda helâllerden istifâdeyi bile asgarîye indirmiş ve gönlünü tamamen Hakk'a râm ederek rûhunu kuvvetlendirmeye muvaffak olmuştu Neticede bu güzel hâlin bereketlerine nâil olmuş, ayrıca dirilerden çok ölülerle görüşüp konuşur bir hâle gelmişti Bir defasında dergâhın yolu üzerinde daha evvel vefât etmiş bulunan bir müezzine rastlayıp ona selâm verdikten sonra bunu üstâdına arzetti Hazreti Üftâde de:
Evlâdım! Yapmış olduğun riyâzât sayesinde ruhunu iyice kemâle erdirip kuvvetlendirmişsin Biz dahî riyâzâtımız zamanında aynı hâl içinde idikbuyurdular