iltasyazilim
FD Üye
Cenâbı Hakk’a kulluğun tezâhürü olan bütün ibadetler, rûha verilen ayrı ayrı vitaminler mesâbesindedir Her ibadetten almamız gereken hikmetler, dersler ve ahlâkî kıymetler bulunmaktadır İbadetlerimizin makbûliyetinin alâmeti de bunlardır
İlk farz kılınan ibadet; dînin direği olan namazdır Namaz; kendini ilâhî huzurda bilme, her dâim bizimle olan Rabbimiz’le kalben buluşma, secdelerle O’na olan yakınlığı artırmadır
Namazdan sonra oruç farz kılındı Oruç, belli bir süreliğine yemeiçmeyi bırakmaktan ibaret değildir Zira oruç, mideye ilâveten bütün uzuvların, bilhassa da gözün, kulağın ve dilin haramlardan korunmasıyla kulu “takvâ hassâsiyetine erdirmeyi hedefleyen şümullü bir ibadettir Yani kula belli bir süreliğine bâzı helâlleri dahî yasaklayıp haramlardan ne kadar sakınmak gerektiğini tâlim eden bir nefis terbiyesidir Helâlleri dahî asgarîde kullanmayı telkin eden bir riyâzat hâlidir Açları ve muhtaçları hatırlatarak, merhamet, şefkat ve cömertliği geliştiren bir vicdan tekâmülüdür
Oruçtan sonra zekât farz kılındı Zekât; fakirfukarânın, dînen zengin sayılanların malındaki asgarî hakkıdır Diğer infaklarla bu asgarî miktarı da aşmaya çalışmak îcâb eder Zira kulun bu fedakârlığı, Cenâbı Hakk’a yaklaşma iştiyâkının bir göstergesidir
Cenâbı Hakk’ın zekât ve infaklardaki murâdı da; emânet olarak ihsân ettiği bütün nîmet ve imkânlardan, kulun ne kadar fedakârlıkta bulanabileceğini test etmektir Yani kulun Hakk’a tevekkül, teslîmiyet, muhabbet ve şükür duygularını imtihan etmektir
Son olarak farz kılınan hac da, diğer ibadetler gibi, ihtivâ ettiği hikmetlerin tefekküründe derinleşerek, hassas bir gönülle îfâ edilmesi gereken mühim bir ibadettir
Hac Hazırlığı
Haccı kâmil mânâda edâ edip onun hakîkatine erebilmek için, daha hac yolculuğuna çıkmadan evvel, maddîmânevî bir hazırlık safhası gereklidir Maddî hazırlığın en mühimi, borçları ve kul haklarını ödeyip helâlleşmektir Hac, hem bedenî hem de mâlî bir ibadet olduğundan, malı da infaklarla temizlemek îcâb eder
Nitekim Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Ey tüccar topluluğu! (Ne kadar dikkat etmeye çalışsanız da) muhakkak ki alışverişe yalan ve yemin bulaşır Bunun için siz de ona (ihtiyaten) sadaka karıştırınız! (Ahmed, IV, 6; Ebû Dâvûd, Büyû, 13326)
Bu hadîsi şerîfte, her ne kadar ticâret ehline hitâb edilmiş olsa da, her meslek erbâbının maîşet temininde, sehven, buna benzer kusurları olabilir Dolayısıyla, hacca gidecek mü’minlerin, oraya temiz parayla gidebilmek için, kul haklarını ödemeye ilâve olarak, ihtiyaten, infak ve sadakalarla da servetlerini temizleyip hata ve noksanlıkları için tevbe ve istiğfarda bulunmalarında fayda vardır Aksi hâlde, haccın gönül feyzine erebilmek mümkün olmaz
Hadîsi şerîfte buyrulur:
“Kim bu Beyt’i, haram kazançtan elde ettiği parayla ziyaret ederse Allâh’a itaatten çıkmış olur Böyle bir insan hacca niyet eder, ihrâma bürünerek bineğinin üzengisine ayağını basıp devesini hareket ettirdikten sonra; «Lebbeyk Allâhümme lebbeyk» derse, semâdan bir münâdî şöyle seslenir:
«Sana, ne lebbeyk ne de sa‘deyk! Çünkü senin kazancın haram, azığın haram, bineğin haramdır Hiçbir sevap almadan, günahkâr olarak dön! Hoşlanmayacağın şeyle karşılaşacağından dolayı üzül!» (Heysemî, III, 209210)
Bunun için, borç varsa ödenmeli, kul hakkı varsa helâllik alınmalı, fakirin servetteki hakkı olan zekât, hak sahiplerine teslim edilmelidir
Bu maddî hazırlıktan sonra, mânevî hazırlık safhası gelir ki, o da gönlü bu mukaddes yolculuğa hazırlamaktır
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri’nin Hicaz’a giderken yaşadığı hikmet dolu bir hâdiseyi, Mevlânâ Hazretleri şöyle nakleder:
“Bâyezîd, hac için yola çıktığı vakit, bir pîri fânî gördü ki, onda velîlerin rûhâniyeti vardı Gözleri dünyaya âmâ, kalbi ise Güneş gibi aydınlıktı Bâyezîd, o pîrin karşısına oturdu Pîr ona:
«–Ey Bâyezîd! Nereye gidiyorsun?» diye sordu Bâyezîd de:
«–Hacca gitmek niyetindeyim; iki yüz dirhem de param var…» dedi Pîr, Bâyezîd’e dedi ki:
«–Ey Bâyezîd! O dünyalığın bir kısmını Allah yolundaki muhtaçlara, gariplere, bîçârelere dağıt! Onların gönüllerine gir ve duâlarını al ki; rûhunun ufku açılsın! Böylece ilk olarak gönlüne haccettir! Ondan sonra rakik bir gönülle o nâzik hac yolculuğuna devam et!
Çünkü Kâbe, Allâh’ın hânei birridir Yani ziyareti farz ve sevâba vesîle olan bir beyttir Lâkin insan kalbi, bir sır hazinesidir
Eğer sende basîret varsa, önce gönül Kâbe’sini tavaf et! Taş ve topraktan yapılmış sandığın Kâbe’nin asıl mânâsı gönüldür
Cenâbı Hak, görünen, bilinen sûret Kâbe’sini tavâf etmeyi, kirlerinden arınmış bir kalbe sahip olasın diye sana farz kılmıştır
Şunu iyi bil ki, sen Allâh’ın nazargâhı olan bir gönlü incitir, kırarsan, Kâbe’ye yaya olarak da gitsen, kazandığın sevap, gönül kırmanın günâhını dengeleyemez
Sen varınıyoğunu, malınımülkünü ver de bir gönül yap! Kazandığın o gönül, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin!
Allâh’ın huzûruna altın dolu binlerce kese götürsen, Cenâbı Hak:
«Bize bir şey getirmek istiyorsan, kazanılmış bir gönül getir! Çünkü altıngümüş Biz’im için bir şey değildir Eğer Biz’i ve rızâmızı istiyorsan, bunun ancak bir gönül kazanmaya bağlı olduğunu unutma!» buyurur Hakk’ın nûrunun insandaki tecellîsini görmek için kalp gözün iyice açılsın!»
Bâyezîd, pîrin bu nüktelerini kavradı Büyük bir vecd içinde hac yolculuğuna devam etti
Düşünmeliyiz ki, bu fânî cihanda hepimiz ebediyet yolcusuyuz Ecel senedinin vâdesi ne zaman dolacak, meçhul O hâlde, nasıl ki hac yolculuğu için maddîmânevî hazırlık yapmak gerekiyorsa, kabir ve âhiret yolculuğu için de her an hazırlıklı olmamız elzemdir
Nazargâhı İlâhî
Tasavvufî eserlerde gönlün Kâbe’ye teşbîhine sıkça rastlanır Bu durum, mahlûkâtın en şereflisi ve kâinâtın gözbebeği olarak yaratılan insandaki kalbin, kâinât içinde Kâbe’nin mevkiine benzemesinden dolayıdır Gerçekten, her ikisi de tecellîgâhı ilâhî olmak yönünden merkezî bir durumdadır
Yeryüzündeki en mühim nazargâhı ilâhî Kâbe olduğu gibi, mâsivâdan arınıp mârifetullah tecellîlerine mazhar olmuş selîm kalpler de nazargâhı ilâhîdir Tavafta bu iki nazargâh, bir olmaktadır
Nitekim Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in, Kâbe’yi tavaf ederken şöyle buyurduğu nakledilir:
“(Ey Kâbe!) Sen ne güzelsin ve kokun da ne güzel! Sen ne yücesin ve hürmetin de ne yüce! Ama canım elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, Allah nezdinde malıyla, kanıyla mü’minin hürmeti senin hürmetinden daha büyüktür! (İbni Mâce, Fiten, 2)
Demek ki nazargâhı ilâhî olan selîm bir kalp, Kâbe gibi hürmete lâyıktır Kalplerinin takvâda seviye kazanması için Kâbe’ye gidenler, bunun ilk şartının, mü’min kardeşinin kalbini kırmamak olduğunu iyi bilmelidirler Zira bir mü’minin kalbini kırmak, Kâbe’yi yıkmak gibi ağır bir cürüm sayılmıştır
Yûnus Emre Hazretleri ne güzel söyler:
Ak sakallı pîr hoca,
Bilemez hâli nice,
Emek yimesün hacca,
Bir gönül yıkar ise…
Gönül kırmak, bu kadar ağır bir cürüm olduğu gibi, kırık bir gönlü tesellî etmek de, Kâbe’yi tavâf etmek gibi fazîletli görülmüştür
Nitekim Molla Câmî buyurur:
“Gönül al! (Çünkü gönül almak) haccı ekberdir
Bir gönül, binlerce Kâbe?den daha iyidir
Kâbe, Âzeroğlu İbrahim’in yaptığı binâdır
Gönül ise, Celîl ve Ekber olan Allâh’ın nazargâhıdır
Haccı Ekber Sevâbı
Nazargâhı ilâhî olan gönülleri arayıp bulmak, onları dertlerinden kurtarıp ferahlatmak, yeri gelir, ilâhî rahmeti o kadar celbeder ki kulun ebedî kurtuluşuna medâr olur Zira kulu Cenâbı Hakk’ın rızâsına nâil edecek vesîleler, meşhur tâbiriyle mahlûkâtın nefesleri adedince çoktur Mühim olan, her dâim Hakk’a vuslat arayışı içinde bulunabilmektir
Mevlânâ Hazretleri der ki:
“Hacca gidenler, orada Kâbe’nin sahibini arasınlar O’nu bulduktan sonra Kâbe’yi her yerde bulabilirler
Bu bakımdan, Allah ile beraberliğin gönül feyzi içinde yaşayan bir mü’min, her zaman ve mekânda haccı ekber sevabının kazanılabileceğini hatırından çıkarmaz Cenâbı Hakk’ın hangi amel hürmetine kulundan râzı olacağı belli olmadığından, karşısına çıkan hiçbir hayır fırsatını kaçırmama firâsetiyle hareket eder Bilhassa Cenâbı Hakk’ın husûsî nazarlarına mazhar olan mahzun ve mağmum gönüllere dermân olmaya çalışmanın, rızâyı ilâhîyi tahsîlin en güzel yollarından biri olduğu şuuruyla yaşar
Şu hâdise, bunun ne güzel bir misâlidir:
Tabiîn neslinden, âlim, muhaddis, ârif ve fâzıl bir zât olan Abdullah bin Mübârek, haccı îfâ ettikten sonra, Kâbei Muazzama’da yakaza hâlinde iken, semâdan iki meleğin indiğini müşâhede eder den biri diğerine:
“–Bu sene 600 bin kişi haccetti Hepsinin haccı, Şam’da Ali bin Muvaffak ismindeki bir ayakkabı tamircisinin yaptığı amel hürmetine makbul oldu Bu kişi hacca gitmeye niyet etti, lâkin gidemedi Onun yaptığı bir amel hürmetine bu kadar hüccâcın haccı kabul edildi der
Abdullah bin Mübârek Hazretleri, merak ve hayret içinde kalır Bir kervanla Şam’a gider O zâtı bulup:
“–Sen hacca gitmediğin hâlde ne amel işledin? diye sorar
Ali bin Muvaffak, Abdullah bin Mübârek gibi meşhur bir zâtı karşısında görünce önce çok şaşırır Heyecanından kendinden geçer Kendine geldiğinde şöyle anlatır:
“–30 senedir hacca gitmeyi arzu eder dururdum Bu maksatla 300 dirhem para biriktirdim Hac yolculuğuna niyet ettim Hâmile olan hanımım:
«–Komşudan et kokusu geliyor; gidip benim için bir parça et ister misin?» dedi
Komşuma gittim Durumu anlattım Komşum ağladı:
«–Yedi gün oldu ki, çocuklarım açtır Yolda ölü bir hayvan buldum Ondan bir parça et kestim Şimdi onu kaynatıp çocuklarımı avutuyorum Helâl bir gıdâ bulamazsam, mecbûren onu yedireceğim
İsterseniz size de vereyim Fakat bu kaynayan et, ölümle burun buruna geldikleri için bu çocuklara helâl, size ise haramdır» dedi
Bunu duyunca, sanki içimden bir parça koptu Binbir zorlukla biriktirdiğim bu 300 dirhemi ona verdim ve; «Yâ Rabbi, hac niyetimi kabûl et!» diye Rabbime ilticâ ettim
Bunları dinleyen Abdullah bin Mübârek Hazretleri:
“–Rabbim bana doğruyu bildirmiş! buyurur
Dolayısıyla mü’min, mahzun bir din kardeşinin hüznünü gidermekte böylesine hassas davranırsa, bu, kendisi için âdeta haccı ekber gibi büyük bir ecre vesîle olabilir
Fakat her gönlü hoşnud etmek, haccı ekber ecri kazandırmaz “Sen onları sîmâlarından tanırsın1 âyeti kerîmesinde işaret edildiği üzere, Hakk’a yakın olan kırık kalpleri, yüksek edep, hayâ ve iffetlerinden dolayı insanlara hâlini arz edemeyen mahzun yürekleri arayıp bulmak îcâb eder
Diğer taraftan, gönül almanın fazîletiyle ilgili bu ifadeleri de doğru anlamak gerekir Zira bütün bu hakîkatler, farz bir ibadet olan hac mükellefiyetini küçümsemek için değil, bilâkis onu; zâhir ve bâtın, madde ve mânâ, kalp ve beden âhengi içinde, en makbul sûrette edâ edebilmenin lüzûmunu ifade içindir Yani hiçbir mü’min; “Ben bir gönül aldım, o bana haccı ekber oldu diyerek kendini hac mükellefiyetinden muaf göremez
Hattâ, tayyi mekân ile kerâmeten hacca gittiğini söyleyen bir zâta Sâmi Efendi Hazretleri’nin, böyle bir gidişle şer’î mükellefiyetin zâil olmayacağını, zâhirî şartlarına riâyetle de hac farîzasını yerine getirmesi gerektiğini söylemiş olmaları, bu husustaki şer’î hassâsiyetin en güzel örneklerinden biridir
Unutmayalım ki tasavvuf, şerîati ikmâl içindir Tasavvufun gâyesi, şer’î hükümleri kâmilen îfâ edebilmek için gerekli olan kalbî kıvamı temin edebilmektir Bu gerçeği göz ardı ederek, zâhirî mükellefiyetleri hafife almak, gaflet körlüğüyle bâtıla dalmaktır Hangi sebeple olursa olsun, imkânı olup da haccetmekten kaçınanlar, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in şu dehşetli ihtârına muhâtap olmaktan kurtulamazlar:
“Bir kimse, yiyecek, içecek ve binecek masraflarına mâlik olup da Beytullâh’a gitmek mümkün iken haccetmezse, onun yahudî veya hristiyan olarak ölmesine hiçbir mânî yoktur! (Tirmizî, Hac, 3)
Bu nebevî îkaz, hac farîzasını ihmâlin ne büyük bir günah ve ne ağır bir vebâl olduğunu, çok açık bir sûrette ifade etmektedir
Gâye; Takvâya Erebilmek
Âyeti kerîmede buyrulur:
“Hac (ayları) bilinen aylardır İşte kim o (ay)larda haccı, (niyet ederek ve ihrâma girerek kendine) farz ederse, (artık) hacda refes (şehevî arzular), füsûk (günah davranışlar) ve cidâl (münâkaşakavga) yoktur Siz ne hayır yaparsanız Allah onu bilir Bir de (hac seferine yetecek miktarda) azıklanın Muhakkak ki azığın en hayırlısı takvâdır… (elBakara, 197)
Orucun farz kılındığını bildiren âyetin sonunda “??????????? ?????????? : umulur ki takvâya erersiniz2 buyrulduğu gibi, hacca dâir âyette de “takvâ azığı hazırlamaya dikkat çekilmiş olması, ibadetlerle kulun kazanması gereken hassâsiyeti net bir sûrette ortaya koymaktadır Yani hac da bir nevî “takvâ eğitimidir Haccı makbul şekilde îfâ edebilmenin en büyük alâmeti, hacdan sonra da takvâ üzere yaşamaktır
Haccın hikmetlerinden, vermek istediği mesajlardan ve ahlâkî değerlerden lâyıkıyla hisse alıp ömür boyu o hassâsiyetleri koruyabilmek için; bu büyük ibadetin belli başlı rükünlerinin mânâ ve mâhiyetini tefekkür etmek gerekir
İhram Hassâsiyetleri
Hac ve umrede giyilen iki parça bezden ibaret olan ihram; fânî hayatın son giysisi olan kefene bürünmenin bir temsilidir Bu yönüyle hac, mahşerde dirilişin âdeta provasını yaşatarak, “ölmeden evvel ölünüz sırrını idrâke vesîle olan bir ibadettir Ölmeden evvel ölmek; ecel gelip çattığında mecbûren terk edilecek nefsânî ihtirasları, bugün kendi irâdemizle terk edebilmemizdir Nefsin şikâyet ve îtirazlarını susturarak, Allah ve Rasûlü’ne tam bir teslîmiyetle itaat etmemizdir
Yine ihram, kulun hiçliğini tefekkür vesîlesidir Her zaman giyilen elbiseler çıkarılarak, dünyevî apoletlerin, rütbelerin, makammevkî gibi etiketlerin sıfırlanmasıdır Dolayısıyla Allah katında yegâne üstünlük sebebinin “takvâ olduğunu daha net bir sûrette idrâk etme vesîlesidir Beşerî münâsebetlerimizi; kılık kıyafetimiz, servet ve şöhretimiz, makam ve mevkîmiz üzerinden değil; insanlığımız ve ahlâkımız üzerinden belirleyip mütevâzı olmamız gerektiğinin bir telkinidir
Yine ihramlıyken, “refes, füsûk ve cidâl yasaktır
Refesten sakınma; ihramlıyken nefsâniyetin bertarâfı ve rûhânî istîdatların inkişâfı için, kişinin helâli olan âilesiyle bile münâsebetlerini tahdit etmesidir
Fısk, yani günah davranışlardan, bir müslümanın her zaman sakınması gerekir Hattâ dîn ve dünyasına fayda vermeyen boş işlerden dahî sakınıp vaktini en hayırlı meşgûliyetlerle doldurması îcâb eder
Cidâl, yani münâkaşa ve kavgadan sakınmak da ihrâmın şartlarındandır Mü’min dâimâ olgun, geçim ehli, mülâyim, affedici ve hatâ örtücü olmalıdır
Unutmamak gerekir ki ilk cidâl, şeytanın Allah Teâlâ’ya îtirazıyla başlamıştır Şeytan, nâkıs aklıyla hâşâ Allâh’ın hükmünü beğenmeme küstahlığında bulunmuş ve ilâhî emre isyan etmiştir Demek ki bir hususta Allah ve Rasûlü’nün açık bir hükmü varken, buna değil de kendi aklına îtibâr etmek, şeytanın cidâlini tatbik etmekten farksızdır Günümüzde Kur’ân hükümlerini, nâzil olduğu zaman ve mekâna münhasır şeyler olarak gören “tarihselciler de bu küstahlığın bir benzerini yapmış olmaktadırlar
Bu sebeple mü’minin vazifesi cidâl değil, Allah ve Rasûlü’nün emirlerine tam bir teslîmiyetle itaattir Bu itaat, en büyük “şeytan taşlamadır Fakat biz Allâh’a itaatten ayrılırsak, o zaman şeytan bizi taşlamaya başlar
Bu bakımdan, şeytan taşlama yalnız hacca mahsus değildir Özü itibâriyle, hayatın her safhasında devam ettirilmesi gereken bir kulluk vazifesidir
Bunların yanı sıra, ihramda Allâh’ın kullarını incitmemeye de son derece dikkat etmek gerekir Zira orada yapılan sâlih ameller gibi, işlenen kabahat ve günahların da kat kat fazlasıyla karşılık göreceği unutulmamalıdır3
Orada av hayvanı bile olsa bir cana kıymanın, hattâ canlı bir otu koparmanın dahî yasak olduğunu unutmamak gerekir Bu da, bütün mahlûkâta Hâlık’ın şefkat nazarıyla bakabilme tâlimidir
İhramlı olarak girilen mîkat sınırları içinde nasıl ki Allâh’ın koyduğu hudut ve yasaklara âzamî derecede hürmet ve riâyet gerekliyse, hacdan sonra memleketine dönen bir hacı da, artık bütün yeryüzünü âdeta bir mîkat bölgesi ve her ânını âdeta ihramlı bilerek, tam bir zararsızlık ve bütün mahlûkâta merhamet hassâsiyetiyle yaşamaya gayret etmelidir Yani hacı olmakla iş bitmez; mühim olan, son nefese kadar hacı kalabilmektir
Pakistan’ın mânevî mimarı Muhammed İkbâl, Medîne’den dönen hacılara sorar:
“–Medînei Münevvere’yi ziyaret ettiniz; uhrevî Medîne çarşısından gönlünüzü ne gibi hediyelerle doldurdunuz? Getirdiğiniz maddî hediyeler; takkeler, tesbihler, seccâdeler bir müddet sonra eskiyecek, solacak Medîne’nin solmayan, gönülleri ihyâ eden, mânevî hediyelerini getirdiniz mi?
Hediyeleriniz içinde Hazreti Ebû Bekr’in sıdk ve teslîmiyeti; Hazreti Ömer’in adâleti; Hazreti Osman’ın hayâ ve cömertliği; Hazreti Ali’nin irfan ve cihâdı var mı? Bugün binbir ıztırap içinde kıvranan İslâm dünyasına gönlünüzden bir asrı saadet heyecanı verebilecek misiniz?
Kurban Bayramı
Ramazan bayramı, nasıl ki bir “takvâ hayatının şehâdetnâmesi ise, kurban bayramı da bir “fedakârlığın şehâdetnâmesidir Hazreti İbrahim ve İsmâil aleyhisselâm’ın fedakârlığını örnek alarak Cenâbı Hakk’a yaklaşabilmeyi telkin eden bir bayramdır
Kurbandan maksat, Cenâbı Hakk’a takarrubyakınlaşmadır Zira âyeti kerîmede buyrulduğu üzere:
“(Kurbanların) ne etleri, ne de kanları Allâh’a ulaşır Allâh’a ulaşan, ancak takvânızdır… (elHac, 37)
Dolayısıyla kurban, takvâ hassâsiyetinden doğan, maldan ve candan fedakârlığın bir sembolüdür
Cenâbı Hakk’ın muazzam lûtufları da dâimâ büyük fedakârlıkların ardından gelmiştir Nitekim İbrahim aleyhisselâm tevhid mücâdelesi uğruna canından geçip Nemrud’un ateşine girmeye râzı olduğunda, Cenâbı Hak ateşi ona serin ve selâmet kıldı Oğlu İsmâil’i kurban etmeyi göze aldığında, Cenâbı Hak kıyâmete kadar gelecek îman nesline bir ibadet olarak hediye ettiği kurbanı lûtfetti Allah için kurban olmayı göze alan İsmâil aleyhisselâm’ın neslinden, Kâinâtın Fahri Ebedîsi Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz geldi
Kur’ânı Kerîm’de canları pahasına îmanlarını korumanın muhteşem misalleri olarak zikredilen Firavun’un sihirbazları, ateş dolu hendeklere atılan Ashâbı Uhdûd, kavmi tarafından taşlanarak şehîd edilen Habîbi Neccâr, hem Cenâbı Hakk’ın ebedî mükâfatlarına nâil oldular, hem de Allah için kurban olabilme hususunda bütün mü’minlere örnek teşkil etme şerefine eriştiler
Hakîkaten, onları örnek alan ashâbı kirâm, hiçbir fedakârlıktan çekinmedi “Canımmalım, her şeyim Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! dedi Gazvelere, seriyyelere şehâdet aşkıyla koştu Allah Rasûlü’nün mektuplarını kralların cellâtları önünde, sarsılmaz bir îman cesaretiyle okudu İslâm’ı tebliğ için, eviniyurdunu terk edip o zamanın şartlarında Çin’e, Semerkand’a, Kayrevan’a gitti
Fatih’in Peygamber müjdesine mazhar olan askerlerinin; “Bugün şehidlik sırası bize geldi diyerek Rum ateşleri, kızgın yağlar ve ok yağmurlarına aldırmayıp İstanbul surlarına tırmanmaları da aynı îman aşkının bir tezâhürüydü
Osmanlı’nın 3 sultânı Murad Hüdâvendigâr, Kosova’da kendilerinin iki katından daha kalabalık Haçlı ordusuyla karşılaştığında Rabbine sığınıp şöyle duâ etmişti:
“Yâ İlâhî! Bu mü’min askerleri küffâr elinde helâk eyleme! Onlara öyle bir zafer lûtfet ki, bütün müslümanlar bayram etsin! Dilersen o bayramın kurbânı da şu Murad kulun olsun!
Hakîkaten, o gün Cenâbı Hak muazzam bir zafer lûtfetti Murad Hüdâvendigâr da o zafer bayramının kurbânı oldu
İşte 6 asırdır Kosova’da ezan sesleri ve secdeler devam ediyorsa, bu, Murad Han ve îmanlı askerleri gibi, canını Hak yoluna kurbân etmekten çekinmeyen aziz şehid ve gâzilerin fedakârlıkları sâyesindedir
Şüphesiz ki, 15 Temmuz 2019’da aziz milletimizin gösterdiği büyük fedakârlık da, aynı rûhun bir başka tezâhürüydü İslâm dünyasının en mühim karakolu ve bütün mazlum müslümanların ümit ışığı olan Türkiyemiz, Cenâbı Hakk’ın nusret ve inâyetiyle büyük bir felâketin eşiğinden döndü
Bu itibarla; Allah için, mukaddesât için, dînin yaşanabileceği bir vatan için canlarını cömertçe bezleden şehid ve gâzilerimize vefâ göstermek, onlara lâyık nesiller olmak, gerektiğinde onlar gibi dînimiz ve vatanımız için hiç tereddüt etmeden fedâyı cân eylemek; hepimiz için büyük bir îman mes’ûliyeti ve vicdan borcudur
Cenâbı Hak, hac ve kurbanın mânâ ikliminde, Allah için gayret ve fedakârlıklarla müzeyyen bir ömür yaşayıp son nefesimizle ebedî bir bayram sabahına uyanabilmeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin
Âmîn!
Dipnotlar:
1 elBakara, 273
2 Bkz elBakara, 183
3 Bkz M Cemâleddîn elKâsımî, Zübdetü’lİhyâ, İst 1969, s 94
Osman Nuri TopbaşAltınoluk Dergisi
2019 – Eylül, Sayı: 367, Sayfa: 032
İlk farz kılınan ibadet; dînin direği olan namazdır Namaz; kendini ilâhî huzurda bilme, her dâim bizimle olan Rabbimiz’le kalben buluşma, secdelerle O’na olan yakınlığı artırmadır
Namazdan sonra oruç farz kılındı Oruç, belli bir süreliğine yemeiçmeyi bırakmaktan ibaret değildir Zira oruç, mideye ilâveten bütün uzuvların, bilhassa da gözün, kulağın ve dilin haramlardan korunmasıyla kulu “takvâ hassâsiyetine erdirmeyi hedefleyen şümullü bir ibadettir Yani kula belli bir süreliğine bâzı helâlleri dahî yasaklayıp haramlardan ne kadar sakınmak gerektiğini tâlim eden bir nefis terbiyesidir Helâlleri dahî asgarîde kullanmayı telkin eden bir riyâzat hâlidir Açları ve muhtaçları hatırlatarak, merhamet, şefkat ve cömertliği geliştiren bir vicdan tekâmülüdür
Oruçtan sonra zekât farz kılındı Zekât; fakirfukarânın, dînen zengin sayılanların malındaki asgarî hakkıdır Diğer infaklarla bu asgarî miktarı da aşmaya çalışmak îcâb eder Zira kulun bu fedakârlığı, Cenâbı Hakk’a yaklaşma iştiyâkının bir göstergesidir
Cenâbı Hakk’ın zekât ve infaklardaki murâdı da; emânet olarak ihsân ettiği bütün nîmet ve imkânlardan, kulun ne kadar fedakârlıkta bulanabileceğini test etmektir Yani kulun Hakk’a tevekkül, teslîmiyet, muhabbet ve şükür duygularını imtihan etmektir
Son olarak farz kılınan hac da, diğer ibadetler gibi, ihtivâ ettiği hikmetlerin tefekküründe derinleşerek, hassas bir gönülle îfâ edilmesi gereken mühim bir ibadettir
Hac Hazırlığı
Haccı kâmil mânâda edâ edip onun hakîkatine erebilmek için, daha hac yolculuğuna çıkmadan evvel, maddîmânevî bir hazırlık safhası gereklidir Maddî hazırlığın en mühimi, borçları ve kul haklarını ödeyip helâlleşmektir Hac, hem bedenî hem de mâlî bir ibadet olduğundan, malı da infaklarla temizlemek îcâb eder
Nitekim Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Ey tüccar topluluğu! (Ne kadar dikkat etmeye çalışsanız da) muhakkak ki alışverişe yalan ve yemin bulaşır Bunun için siz de ona (ihtiyaten) sadaka karıştırınız! (Ahmed, IV, 6; Ebû Dâvûd, Büyû, 13326)
Bu hadîsi şerîfte, her ne kadar ticâret ehline hitâb edilmiş olsa da, her meslek erbâbının maîşet temininde, sehven, buna benzer kusurları olabilir Dolayısıyla, hacca gidecek mü’minlerin, oraya temiz parayla gidebilmek için, kul haklarını ödemeye ilâve olarak, ihtiyaten, infak ve sadakalarla da servetlerini temizleyip hata ve noksanlıkları için tevbe ve istiğfarda bulunmalarında fayda vardır Aksi hâlde, haccın gönül feyzine erebilmek mümkün olmaz
Hadîsi şerîfte buyrulur:
“Kim bu Beyt’i, haram kazançtan elde ettiği parayla ziyaret ederse Allâh’a itaatten çıkmış olur Böyle bir insan hacca niyet eder, ihrâma bürünerek bineğinin üzengisine ayağını basıp devesini hareket ettirdikten sonra; «Lebbeyk Allâhümme lebbeyk» derse, semâdan bir münâdî şöyle seslenir:
«Sana, ne lebbeyk ne de sa‘deyk! Çünkü senin kazancın haram, azığın haram, bineğin haramdır Hiçbir sevap almadan, günahkâr olarak dön! Hoşlanmayacağın şeyle karşılaşacağından dolayı üzül!» (Heysemî, III, 209210)
Bunun için, borç varsa ödenmeli, kul hakkı varsa helâllik alınmalı, fakirin servetteki hakkı olan zekât, hak sahiplerine teslim edilmelidir
Bu maddî hazırlıktan sonra, mânevî hazırlık safhası gelir ki, o da gönlü bu mukaddes yolculuğa hazırlamaktır
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri’nin Hicaz’a giderken yaşadığı hikmet dolu bir hâdiseyi, Mevlânâ Hazretleri şöyle nakleder:
“Bâyezîd, hac için yola çıktığı vakit, bir pîri fânî gördü ki, onda velîlerin rûhâniyeti vardı Gözleri dünyaya âmâ, kalbi ise Güneş gibi aydınlıktı Bâyezîd, o pîrin karşısına oturdu Pîr ona:
«–Ey Bâyezîd! Nereye gidiyorsun?» diye sordu Bâyezîd de:
«–Hacca gitmek niyetindeyim; iki yüz dirhem de param var…» dedi Pîr, Bâyezîd’e dedi ki:
«–Ey Bâyezîd! O dünyalığın bir kısmını Allah yolundaki muhtaçlara, gariplere, bîçârelere dağıt! Onların gönüllerine gir ve duâlarını al ki; rûhunun ufku açılsın! Böylece ilk olarak gönlüne haccettir! Ondan sonra rakik bir gönülle o nâzik hac yolculuğuna devam et!
Çünkü Kâbe, Allâh’ın hânei birridir Yani ziyareti farz ve sevâba vesîle olan bir beyttir Lâkin insan kalbi, bir sır hazinesidir
Eğer sende basîret varsa, önce gönül Kâbe’sini tavaf et! Taş ve topraktan yapılmış sandığın Kâbe’nin asıl mânâsı gönüldür
Cenâbı Hak, görünen, bilinen sûret Kâbe’sini tavâf etmeyi, kirlerinden arınmış bir kalbe sahip olasın diye sana farz kılmıştır
Şunu iyi bil ki, sen Allâh’ın nazargâhı olan bir gönlü incitir, kırarsan, Kâbe’ye yaya olarak da gitsen, kazandığın sevap, gönül kırmanın günâhını dengeleyemez
Sen varınıyoğunu, malınımülkünü ver de bir gönül yap! Kazandığın o gönül, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin!
Allâh’ın huzûruna altın dolu binlerce kese götürsen, Cenâbı Hak:
«Bize bir şey getirmek istiyorsan, kazanılmış bir gönül getir! Çünkü altıngümüş Biz’im için bir şey değildir Eğer Biz’i ve rızâmızı istiyorsan, bunun ancak bir gönül kazanmaya bağlı olduğunu unutma!» buyurur Hakk’ın nûrunun insandaki tecellîsini görmek için kalp gözün iyice açılsın!»
Bâyezîd, pîrin bu nüktelerini kavradı Büyük bir vecd içinde hac yolculuğuna devam etti
Düşünmeliyiz ki, bu fânî cihanda hepimiz ebediyet yolcusuyuz Ecel senedinin vâdesi ne zaman dolacak, meçhul O hâlde, nasıl ki hac yolculuğu için maddîmânevî hazırlık yapmak gerekiyorsa, kabir ve âhiret yolculuğu için de her an hazırlıklı olmamız elzemdir
Nazargâhı İlâhî
Tasavvufî eserlerde gönlün Kâbe’ye teşbîhine sıkça rastlanır Bu durum, mahlûkâtın en şereflisi ve kâinâtın gözbebeği olarak yaratılan insandaki kalbin, kâinât içinde Kâbe’nin mevkiine benzemesinden dolayıdır Gerçekten, her ikisi de tecellîgâhı ilâhî olmak yönünden merkezî bir durumdadır
Yeryüzündeki en mühim nazargâhı ilâhî Kâbe olduğu gibi, mâsivâdan arınıp mârifetullah tecellîlerine mazhar olmuş selîm kalpler de nazargâhı ilâhîdir Tavafta bu iki nazargâh, bir olmaktadır
Nitekim Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in, Kâbe’yi tavaf ederken şöyle buyurduğu nakledilir:
“(Ey Kâbe!) Sen ne güzelsin ve kokun da ne güzel! Sen ne yücesin ve hürmetin de ne yüce! Ama canım elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, Allah nezdinde malıyla, kanıyla mü’minin hürmeti senin hürmetinden daha büyüktür! (İbni Mâce, Fiten, 2)
Demek ki nazargâhı ilâhî olan selîm bir kalp, Kâbe gibi hürmete lâyıktır Kalplerinin takvâda seviye kazanması için Kâbe’ye gidenler, bunun ilk şartının, mü’min kardeşinin kalbini kırmamak olduğunu iyi bilmelidirler Zira bir mü’minin kalbini kırmak, Kâbe’yi yıkmak gibi ağır bir cürüm sayılmıştır
Yûnus Emre Hazretleri ne güzel söyler:
Ak sakallı pîr hoca,
Bilemez hâli nice,
Emek yimesün hacca,
Bir gönül yıkar ise…
Gönül kırmak, bu kadar ağır bir cürüm olduğu gibi, kırık bir gönlü tesellî etmek de, Kâbe’yi tavâf etmek gibi fazîletli görülmüştür
Nitekim Molla Câmî buyurur:
“Gönül al! (Çünkü gönül almak) haccı ekberdir
Bir gönül, binlerce Kâbe?den daha iyidir
Kâbe, Âzeroğlu İbrahim’in yaptığı binâdır
Gönül ise, Celîl ve Ekber olan Allâh’ın nazargâhıdır
Haccı Ekber Sevâbı
Nazargâhı ilâhî olan gönülleri arayıp bulmak, onları dertlerinden kurtarıp ferahlatmak, yeri gelir, ilâhî rahmeti o kadar celbeder ki kulun ebedî kurtuluşuna medâr olur Zira kulu Cenâbı Hakk’ın rızâsına nâil edecek vesîleler, meşhur tâbiriyle mahlûkâtın nefesleri adedince çoktur Mühim olan, her dâim Hakk’a vuslat arayışı içinde bulunabilmektir
Mevlânâ Hazretleri der ki:
“Hacca gidenler, orada Kâbe’nin sahibini arasınlar O’nu bulduktan sonra Kâbe’yi her yerde bulabilirler
Bu bakımdan, Allah ile beraberliğin gönül feyzi içinde yaşayan bir mü’min, her zaman ve mekânda haccı ekber sevabının kazanılabileceğini hatırından çıkarmaz Cenâbı Hakk’ın hangi amel hürmetine kulundan râzı olacağı belli olmadığından, karşısına çıkan hiçbir hayır fırsatını kaçırmama firâsetiyle hareket eder Bilhassa Cenâbı Hakk’ın husûsî nazarlarına mazhar olan mahzun ve mağmum gönüllere dermân olmaya çalışmanın, rızâyı ilâhîyi tahsîlin en güzel yollarından biri olduğu şuuruyla yaşar
Şu hâdise, bunun ne güzel bir misâlidir:
Tabiîn neslinden, âlim, muhaddis, ârif ve fâzıl bir zât olan Abdullah bin Mübârek, haccı îfâ ettikten sonra, Kâbei Muazzama’da yakaza hâlinde iken, semâdan iki meleğin indiğini müşâhede eder den biri diğerine:
“–Bu sene 600 bin kişi haccetti Hepsinin haccı, Şam’da Ali bin Muvaffak ismindeki bir ayakkabı tamircisinin yaptığı amel hürmetine makbul oldu Bu kişi hacca gitmeye niyet etti, lâkin gidemedi Onun yaptığı bir amel hürmetine bu kadar hüccâcın haccı kabul edildi der
Abdullah bin Mübârek Hazretleri, merak ve hayret içinde kalır Bir kervanla Şam’a gider O zâtı bulup:
“–Sen hacca gitmediğin hâlde ne amel işledin? diye sorar
Ali bin Muvaffak, Abdullah bin Mübârek gibi meşhur bir zâtı karşısında görünce önce çok şaşırır Heyecanından kendinden geçer Kendine geldiğinde şöyle anlatır:
“–30 senedir hacca gitmeyi arzu eder dururdum Bu maksatla 300 dirhem para biriktirdim Hac yolculuğuna niyet ettim Hâmile olan hanımım:
«–Komşudan et kokusu geliyor; gidip benim için bir parça et ister misin?» dedi
Komşuma gittim Durumu anlattım Komşum ağladı:
«–Yedi gün oldu ki, çocuklarım açtır Yolda ölü bir hayvan buldum Ondan bir parça et kestim Şimdi onu kaynatıp çocuklarımı avutuyorum Helâl bir gıdâ bulamazsam, mecbûren onu yedireceğim
İsterseniz size de vereyim Fakat bu kaynayan et, ölümle burun buruna geldikleri için bu çocuklara helâl, size ise haramdır» dedi
Bunu duyunca, sanki içimden bir parça koptu Binbir zorlukla biriktirdiğim bu 300 dirhemi ona verdim ve; «Yâ Rabbi, hac niyetimi kabûl et!» diye Rabbime ilticâ ettim
Bunları dinleyen Abdullah bin Mübârek Hazretleri:
“–Rabbim bana doğruyu bildirmiş! buyurur
Dolayısıyla mü’min, mahzun bir din kardeşinin hüznünü gidermekte böylesine hassas davranırsa, bu, kendisi için âdeta haccı ekber gibi büyük bir ecre vesîle olabilir
Fakat her gönlü hoşnud etmek, haccı ekber ecri kazandırmaz “Sen onları sîmâlarından tanırsın1 âyeti kerîmesinde işaret edildiği üzere, Hakk’a yakın olan kırık kalpleri, yüksek edep, hayâ ve iffetlerinden dolayı insanlara hâlini arz edemeyen mahzun yürekleri arayıp bulmak îcâb eder
Diğer taraftan, gönül almanın fazîletiyle ilgili bu ifadeleri de doğru anlamak gerekir Zira bütün bu hakîkatler, farz bir ibadet olan hac mükellefiyetini küçümsemek için değil, bilâkis onu; zâhir ve bâtın, madde ve mânâ, kalp ve beden âhengi içinde, en makbul sûrette edâ edebilmenin lüzûmunu ifade içindir Yani hiçbir mü’min; “Ben bir gönül aldım, o bana haccı ekber oldu diyerek kendini hac mükellefiyetinden muaf göremez
Hattâ, tayyi mekân ile kerâmeten hacca gittiğini söyleyen bir zâta Sâmi Efendi Hazretleri’nin, böyle bir gidişle şer’î mükellefiyetin zâil olmayacağını, zâhirî şartlarına riâyetle de hac farîzasını yerine getirmesi gerektiğini söylemiş olmaları, bu husustaki şer’î hassâsiyetin en güzel örneklerinden biridir
Unutmayalım ki tasavvuf, şerîati ikmâl içindir Tasavvufun gâyesi, şer’î hükümleri kâmilen îfâ edebilmek için gerekli olan kalbî kıvamı temin edebilmektir Bu gerçeği göz ardı ederek, zâhirî mükellefiyetleri hafife almak, gaflet körlüğüyle bâtıla dalmaktır Hangi sebeple olursa olsun, imkânı olup da haccetmekten kaçınanlar, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in şu dehşetli ihtârına muhâtap olmaktan kurtulamazlar:
“Bir kimse, yiyecek, içecek ve binecek masraflarına mâlik olup da Beytullâh’a gitmek mümkün iken haccetmezse, onun yahudî veya hristiyan olarak ölmesine hiçbir mânî yoktur! (Tirmizî, Hac, 3)
Bu nebevî îkaz, hac farîzasını ihmâlin ne büyük bir günah ve ne ağır bir vebâl olduğunu, çok açık bir sûrette ifade etmektedir
Gâye; Takvâya Erebilmek
Âyeti kerîmede buyrulur:
“Hac (ayları) bilinen aylardır İşte kim o (ay)larda haccı, (niyet ederek ve ihrâma girerek kendine) farz ederse, (artık) hacda refes (şehevî arzular), füsûk (günah davranışlar) ve cidâl (münâkaşakavga) yoktur Siz ne hayır yaparsanız Allah onu bilir Bir de (hac seferine yetecek miktarda) azıklanın Muhakkak ki azığın en hayırlısı takvâdır… (elBakara, 197)
Orucun farz kılındığını bildiren âyetin sonunda “??????????? ?????????? : umulur ki takvâya erersiniz2 buyrulduğu gibi, hacca dâir âyette de “takvâ azığı hazırlamaya dikkat çekilmiş olması, ibadetlerle kulun kazanması gereken hassâsiyeti net bir sûrette ortaya koymaktadır Yani hac da bir nevî “takvâ eğitimidir Haccı makbul şekilde îfâ edebilmenin en büyük alâmeti, hacdan sonra da takvâ üzere yaşamaktır
Haccın hikmetlerinden, vermek istediği mesajlardan ve ahlâkî değerlerden lâyıkıyla hisse alıp ömür boyu o hassâsiyetleri koruyabilmek için; bu büyük ibadetin belli başlı rükünlerinin mânâ ve mâhiyetini tefekkür etmek gerekir
İhram Hassâsiyetleri
Hac ve umrede giyilen iki parça bezden ibaret olan ihram; fânî hayatın son giysisi olan kefene bürünmenin bir temsilidir Bu yönüyle hac, mahşerde dirilişin âdeta provasını yaşatarak, “ölmeden evvel ölünüz sırrını idrâke vesîle olan bir ibadettir Ölmeden evvel ölmek; ecel gelip çattığında mecbûren terk edilecek nefsânî ihtirasları, bugün kendi irâdemizle terk edebilmemizdir Nefsin şikâyet ve îtirazlarını susturarak, Allah ve Rasûlü’ne tam bir teslîmiyetle itaat etmemizdir
Yine ihram, kulun hiçliğini tefekkür vesîlesidir Her zaman giyilen elbiseler çıkarılarak, dünyevî apoletlerin, rütbelerin, makammevkî gibi etiketlerin sıfırlanmasıdır Dolayısıyla Allah katında yegâne üstünlük sebebinin “takvâ olduğunu daha net bir sûrette idrâk etme vesîlesidir Beşerî münâsebetlerimizi; kılık kıyafetimiz, servet ve şöhretimiz, makam ve mevkîmiz üzerinden değil; insanlığımız ve ahlâkımız üzerinden belirleyip mütevâzı olmamız gerektiğinin bir telkinidir
Yine ihramlıyken, “refes, füsûk ve cidâl yasaktır
Refesten sakınma; ihramlıyken nefsâniyetin bertarâfı ve rûhânî istîdatların inkişâfı için, kişinin helâli olan âilesiyle bile münâsebetlerini tahdit etmesidir
Fısk, yani günah davranışlardan, bir müslümanın her zaman sakınması gerekir Hattâ dîn ve dünyasına fayda vermeyen boş işlerden dahî sakınıp vaktini en hayırlı meşgûliyetlerle doldurması îcâb eder
Cidâl, yani münâkaşa ve kavgadan sakınmak da ihrâmın şartlarındandır Mü’min dâimâ olgun, geçim ehli, mülâyim, affedici ve hatâ örtücü olmalıdır
Unutmamak gerekir ki ilk cidâl, şeytanın Allah Teâlâ’ya îtirazıyla başlamıştır Şeytan, nâkıs aklıyla hâşâ Allâh’ın hükmünü beğenmeme küstahlığında bulunmuş ve ilâhî emre isyan etmiştir Demek ki bir hususta Allah ve Rasûlü’nün açık bir hükmü varken, buna değil de kendi aklına îtibâr etmek, şeytanın cidâlini tatbik etmekten farksızdır Günümüzde Kur’ân hükümlerini, nâzil olduğu zaman ve mekâna münhasır şeyler olarak gören “tarihselciler de bu küstahlığın bir benzerini yapmış olmaktadırlar
Bu sebeple mü’minin vazifesi cidâl değil, Allah ve Rasûlü’nün emirlerine tam bir teslîmiyetle itaattir Bu itaat, en büyük “şeytan taşlamadır Fakat biz Allâh’a itaatten ayrılırsak, o zaman şeytan bizi taşlamaya başlar
Bu bakımdan, şeytan taşlama yalnız hacca mahsus değildir Özü itibâriyle, hayatın her safhasında devam ettirilmesi gereken bir kulluk vazifesidir
Bunların yanı sıra, ihramda Allâh’ın kullarını incitmemeye de son derece dikkat etmek gerekir Zira orada yapılan sâlih ameller gibi, işlenen kabahat ve günahların da kat kat fazlasıyla karşılık göreceği unutulmamalıdır3
Orada av hayvanı bile olsa bir cana kıymanın, hattâ canlı bir otu koparmanın dahî yasak olduğunu unutmamak gerekir Bu da, bütün mahlûkâta Hâlık’ın şefkat nazarıyla bakabilme tâlimidir
İhramlı olarak girilen mîkat sınırları içinde nasıl ki Allâh’ın koyduğu hudut ve yasaklara âzamî derecede hürmet ve riâyet gerekliyse, hacdan sonra memleketine dönen bir hacı da, artık bütün yeryüzünü âdeta bir mîkat bölgesi ve her ânını âdeta ihramlı bilerek, tam bir zararsızlık ve bütün mahlûkâta merhamet hassâsiyetiyle yaşamaya gayret etmelidir Yani hacı olmakla iş bitmez; mühim olan, son nefese kadar hacı kalabilmektir
Pakistan’ın mânevî mimarı Muhammed İkbâl, Medîne’den dönen hacılara sorar:
“–Medînei Münevvere’yi ziyaret ettiniz; uhrevî Medîne çarşısından gönlünüzü ne gibi hediyelerle doldurdunuz? Getirdiğiniz maddî hediyeler; takkeler, tesbihler, seccâdeler bir müddet sonra eskiyecek, solacak Medîne’nin solmayan, gönülleri ihyâ eden, mânevî hediyelerini getirdiniz mi?
Hediyeleriniz içinde Hazreti Ebû Bekr’in sıdk ve teslîmiyeti; Hazreti Ömer’in adâleti; Hazreti Osman’ın hayâ ve cömertliği; Hazreti Ali’nin irfan ve cihâdı var mı? Bugün binbir ıztırap içinde kıvranan İslâm dünyasına gönlünüzden bir asrı saadet heyecanı verebilecek misiniz?
Kurban Bayramı
Ramazan bayramı, nasıl ki bir “takvâ hayatının şehâdetnâmesi ise, kurban bayramı da bir “fedakârlığın şehâdetnâmesidir Hazreti İbrahim ve İsmâil aleyhisselâm’ın fedakârlığını örnek alarak Cenâbı Hakk’a yaklaşabilmeyi telkin eden bir bayramdır
Kurbandan maksat, Cenâbı Hakk’a takarrubyakınlaşmadır Zira âyeti kerîmede buyrulduğu üzere:
“(Kurbanların) ne etleri, ne de kanları Allâh’a ulaşır Allâh’a ulaşan, ancak takvânızdır… (elHac, 37)
Dolayısıyla kurban, takvâ hassâsiyetinden doğan, maldan ve candan fedakârlığın bir sembolüdür
Cenâbı Hakk’ın muazzam lûtufları da dâimâ büyük fedakârlıkların ardından gelmiştir Nitekim İbrahim aleyhisselâm tevhid mücâdelesi uğruna canından geçip Nemrud’un ateşine girmeye râzı olduğunda, Cenâbı Hak ateşi ona serin ve selâmet kıldı Oğlu İsmâil’i kurban etmeyi göze aldığında, Cenâbı Hak kıyâmete kadar gelecek îman nesline bir ibadet olarak hediye ettiği kurbanı lûtfetti Allah için kurban olmayı göze alan İsmâil aleyhisselâm’ın neslinden, Kâinâtın Fahri Ebedîsi Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz geldi
Kur’ânı Kerîm’de canları pahasına îmanlarını korumanın muhteşem misalleri olarak zikredilen Firavun’un sihirbazları, ateş dolu hendeklere atılan Ashâbı Uhdûd, kavmi tarafından taşlanarak şehîd edilen Habîbi Neccâr, hem Cenâbı Hakk’ın ebedî mükâfatlarına nâil oldular, hem de Allah için kurban olabilme hususunda bütün mü’minlere örnek teşkil etme şerefine eriştiler
Hakîkaten, onları örnek alan ashâbı kirâm, hiçbir fedakârlıktan çekinmedi “Canımmalım, her şeyim Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! dedi Gazvelere, seriyyelere şehâdet aşkıyla koştu Allah Rasûlü’nün mektuplarını kralların cellâtları önünde, sarsılmaz bir îman cesaretiyle okudu İslâm’ı tebliğ için, eviniyurdunu terk edip o zamanın şartlarında Çin’e, Semerkand’a, Kayrevan’a gitti
Fatih’in Peygamber müjdesine mazhar olan askerlerinin; “Bugün şehidlik sırası bize geldi diyerek Rum ateşleri, kızgın yağlar ve ok yağmurlarına aldırmayıp İstanbul surlarına tırmanmaları da aynı îman aşkının bir tezâhürüydü
Osmanlı’nın 3 sultânı Murad Hüdâvendigâr, Kosova’da kendilerinin iki katından daha kalabalık Haçlı ordusuyla karşılaştığında Rabbine sığınıp şöyle duâ etmişti:
“Yâ İlâhî! Bu mü’min askerleri küffâr elinde helâk eyleme! Onlara öyle bir zafer lûtfet ki, bütün müslümanlar bayram etsin! Dilersen o bayramın kurbânı da şu Murad kulun olsun!
Hakîkaten, o gün Cenâbı Hak muazzam bir zafer lûtfetti Murad Hüdâvendigâr da o zafer bayramının kurbânı oldu
İşte 6 asırdır Kosova’da ezan sesleri ve secdeler devam ediyorsa, bu, Murad Han ve îmanlı askerleri gibi, canını Hak yoluna kurbân etmekten çekinmeyen aziz şehid ve gâzilerin fedakârlıkları sâyesindedir
Şüphesiz ki, 15 Temmuz 2019’da aziz milletimizin gösterdiği büyük fedakârlık da, aynı rûhun bir başka tezâhürüydü İslâm dünyasının en mühim karakolu ve bütün mazlum müslümanların ümit ışığı olan Türkiyemiz, Cenâbı Hakk’ın nusret ve inâyetiyle büyük bir felâketin eşiğinden döndü
Bu itibarla; Allah için, mukaddesât için, dînin yaşanabileceği bir vatan için canlarını cömertçe bezleden şehid ve gâzilerimize vefâ göstermek, onlara lâyık nesiller olmak, gerektiğinde onlar gibi dînimiz ve vatanımız için hiç tereddüt etmeden fedâyı cân eylemek; hepimiz için büyük bir îman mes’ûliyeti ve vicdan borcudur
Cenâbı Hak, hac ve kurbanın mânâ ikliminde, Allah için gayret ve fedakârlıklarla müzeyyen bir ömür yaşayıp son nefesimizle ebedî bir bayram sabahına uyanabilmeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin
Âmîn!
Dipnotlar:
1 elBakara, 273
2 Bkz elBakara, 183
3 Bkz M Cemâleddîn elKâsımî, Zübdetü’lİhyâ, İst 1969, s 94
Osman Nuri TopbaşAltınoluk Dergisi
2019 – Eylül, Sayı: 367, Sayfa: 032