iltasyazilim
FD Üye
Bir mü?min için Hak dostları ve sâlihlerle beraber ve hemhâl olabilmek, tâlihlerin en büyüklerindendir Hak dostlarını ve mâneviyat ehlini tanıyıp onların yakınlığına nâil olmak ve yine onların huzurlarında ve çevrelerinde bulunup onların hâl ve davranışlarındaki feyiz ve rûhâniyetten istifâde etmek, Cenâbı Hakk?ın büyük bir lûtfudur, şükrü gerektiren müstesnâ bir nîmetidir
HÂL TRANSFERİ
Na*sıl ki bir gül bah*çe*sin*de gezen in*sa*nın üze*ri*ne gül ko*ku*la*rı si*ner*se, sâlihlerin meclisinde bulunan kimselerin gönüllerine de o güzel insanlardan feyz ve rûhâniyet akseder Zira hâl sârîdir (sirâyet eder, yayılır) Bilhassa da in*sa*noğ*lu*nun “hâlle*rin*de bu özel*li*k var*dır Dolayısıyla gönüller, dâimî bir tesir alışverişi hâlindedir
Bu bakımdan sâ*lih ve sâ*dık* mü?minlerle beraberlik, nef*si terbiyede rad*yas*yon gi*bi mü*şâ*he*de*si im*kân*sız, fa*kat neticesi mutlak bir müessirdir
Âlim*ler*den Câ*fer bin Sü*ley*man rahmetullâhi aleyh, sâ*lih in*san*lar*la be*ra*ber*li*ğin ken*di*si*ne ka*zan*dır*dı*ğı gönül feyzini şöy*le anlatır:
“Kal*bim*de bir ka*tı*lık his*set*ti*ğim za*man kal*kar, he*men (tâbiînin büyük âlim ve âriflerinden olan) Mu*ham*med bin Vâ*sî’nin ya*nı*na gi*der, mec*li*si*ne ka*tı*lır, yü*zü*ne ba*kar*dım Böy*le*ce kal*bim*de*ki ka*tı*lık gi*der, içi*me ibâ*det ne*şe*si ge*lir, tem*bel*lik üze*rim*den kal*kar ve bir haf*ta boyunca bu ne*şe ile ibâ*det eder*dim
Bunun içindir ki mü?min; âlim, ârif, sâlih ve sâdık kullarla beraberliğe büyük bir ehemmiyet vermeli ve bunun, mânevî varlığının en müstesnâ gıdâlarından biri olduğunu bilmelidir Nitekim âyeti kerîmede şöyle buyrulur:
“Ey îmân eden*ler! Al*lah’tan kor*kun ve sâ*dık*lar*la be*raber olun! (etTev*be, 119)
Dik*kat edi*le*cek olur*sa Ce*nâbı Hak, bu âyeti ke*rî*me*de kul*la*rı*na; “Sâ*dık olun! bu*yur*ma*mış, tak*vâ*nın mu*hâ*fa*za*sı için; “sâ*dık*lar*la be*ra*ber ol*ma*yı em*ret*miş*tir Çün*kü sâ*dık ol*ma yo*lun*da atı*la*cak ilk adım, sâ*dık*lara mu*hab*betle yönelip onlarla beraber olmaktır Sâ*dık ol*mak ise, bu du*ru*mun en ta*biî bir ne*ti*ce*si*dir
Nitekim İslâm semâsının yıldızları olan ashâbı kirâmın pek çoğu, câhiliye döneminde fıtrata ters, yarı vahşî bir ha*yat yaşıyordu Fa*kat İslâm?la şereflendikten sonra Al*lah Ra*sû*lü r ile engin bir muhabbet iklîminde yaşadıkları beraberlik neticesinde nebevî ahlâkın kendilerine aksetmesiyle, dünyanın en fazîletli insanları hâline geldiler
Onların bu beraberlikte sergiledikleri muhabbet, samîmiyet, gayret ve fedâkârlık da dillere destandır Çünkü onlar, Allah Rasûlü?yle beraber olabilmek uğruna hazarda ve seferde hiçbir bedeli ödemekten çekinmediler
Nitekim Uhud Harbi?nde Muhâcir ve Ensar’dan bâzı sahâbîler canlarından çok sevdikleri Allah Rasûlü r Efendimiz?in etrafını sardılar; O’nun önünde şehîd olmak üzere Allâh’a söz verdiler ve:
“–Yüzüm yüzünün önünde siper, vücûdum Sen’in vücûduna fedâdır! Allâh’ın selâmı her dâim Sen’in üzerine olsun! Hiçbir zaman yanından ayrılmayız yâ Rasûlâllah! diyerek sonuna kadar savaştılar (İbni Sa’d, II, 46; Vâkıdî, I, 240)
Zâtü’rRikâ seferinde ise sahâbe altı kişi nöbetleşe bir deveye biniyor, yürümekten ayakları delinip tırnakları düşüyordu Yara bere içinde kalan ayaklarını bez parçalarıyla sarıp Allah Rasûlü?nün peşinden gidiyorlardı (Bkz Buhârî, Meğâzî, 31)
Yine hanım sahâbîler de, Rasûlullah r’i görmekte geciken ve uzun zaman O?nunla görüşemeyen evlâtlarını ciddî bir şekilde îkâz ediyor, bu husustaki ihmâle aslâ tâviz göstermiyorlardı
Velhâsıl kalbin mâsivâdan muhâfaza edilmesi ve dâimâ hayırlı telkinlere muhâtap kılınması için rûhâniyetlerinden istifâde edilebilecek peygamber vârisi âlim ve âriflerle, sâlih ve sâdıklarla ünsiyet zarû*rîdir Bu hâl, insanın belli aralıklarla âdeta mânen şarj olup tekrar enerji kazanması gibidir Gayret ehli mü?minleri görüp aşk ve şevke gelmek, fazîlet sahibi zâtların hâllerinden ibret alarak gaflet uykusun*dan uyanmak, hakîkaten büyük bir ihtiyaçtır Bu sebepledir ki mânevî terbiye yolu olan tasavvufta da, sâlihlerle beraberliğin asgarî ölçüsü olmak üzere belli aralıklarla bir araya gelmek demek olan “sohbetlere iştirâk, son derece mühim bir kâidedir
ZÂLİMLER TOPLULUĞUYLA OTURMA!
Ecdâdımız; “Def?i mefâsid, celbi menâfîden evlâdır demişlerdir Yani kötü ve zararlı şeylerin def edilmesi, iyi ve faydalı şeylerin kazanılmasından daha öncelikli ve mühimdir Dolayısıyla zâlim ve fâsık kimselerin menfî tesirlerine mâruz kalmaktan sakınmak, sâlihlerin feyiz halkasına dâhil olmaktan da önce gelen bir zarûrettir Nitekim İmam Gazâlî Hazretleri, nasihatlerinden birinde buyurur ki:
“Evlâdım! Son de*re*ce dik*kat ede*ce*ğin bir husus var*sa, o da kim*lerle dü*şüp kalk*tı*ğın*dır Şu*nu iyi bil ki, bir se*pet sağ*lam el*ma, için*de*ki bir çü*rük el*ma*yı sağ*la*ma çı*kar*ta*maz Fa*kat bir çü*rük el*ma, hep*si*ni çü*rü*tebilir Bu*nun için dâ*imâ sâ*lih*ler*le dü*şüp kalk!
Ra*sû*lul*lah r Efendimiz, sâlihlerle be*ra*ber ol*up fâsıklarla ihtilâttan sakınma*nın ehem*mi*ye*ti*ni ne gü*zel ifâ*de bu*yu*rmuştur:
“İyi ar*ka*daş*la kö*tü ar*ka*da*şın mi*sâ*li; misk ta*şı*yan*la kö*rük çe*ken in*san*lar gi*bi*dir Misk sahi*bi ya sa*na ko*ku*sun*dan ik*ram eder ve*ya sen on*dan sa*tın alır*sın
Kö*rük çe*ke*ne ge*lin*ce; o, ya se*nin el*bi*se*ni ya*kar, ya*hut da onun pis ko*ku*su sa*na si*râ*yet eder (Bu*hâ*rî, Bu*yû, 38)
Görüldüğü üzere insanın rû*hî te*mâ*yül*leri, çevresinde bu*lu*nan*la*ra istîdat*la*rı nisbe*tin*de az ve*ya çok fakat mutlakâ sirâyet eder Üstelik hâllerdeki sirâyet, si*râ*yet eden hâlin “müs*bet ve*ya “men*fî ol*ma*sı*na da bağ*lı de*ğil*dir Her hâ*lü*kâr*da in*ti*kal gerçekleşir Ye*ter ki bu yakınlıkta “mu*hab*bet ve “ün*si*yet bağ*la*rı bu*lun*sun
Yani muhabbetle yaklaşılan sâ*lih kim*se*ler*den gö*nül*le*re hu*zur ve fe*rah*lık ak*set*ti*ği gi*bi, gâ*fil ve fâsık kim*se*ler*den de sıkıntı ve kas*vet ak*se*der Zira gül, sümbül, karanfil gibi nâdide çiçeklerle bezenmiş bir bah*çe** üzerinden esen bir meltem, gittiği yerlere gönülleri mest eden hârika râyihalar götürürken; bunun aksine, kokuşmuş mezbele ve leşler üzerinden geçip gelen bir rüzgâr da o çirkin kokuları etrafa yayar; böylece nefesleri tıkayıp ruhları daraltır Dolayısıyla zâlimler, fâsıklar ve nefsânî bir hayata dalarak Allâh?ı ve âhireti unutan gâfillerle muhabbetli bir ülfet ve ünsiyet, mânevî hayatın âdeta kanseridir
Bunun içindir ki Ce*nâbı Hak, et*raf*la*rı*na dâimâ kö*tü te*sirler yayan mün*kir*lerden sakınma husûsunda şöyle buyurmaktadır:
“Âyet*le*ri*miz hak*kın*da ile*rige*ri ko*nuş*ma*ya da*lan*la*rı gör*dü*ğün*de, on*lar baş*ka bir sö*ze ge*çin*ce*ye ka*dar on*lar*dan uzak dur Eğer şey*tan sa*na unut*tu*rur*sa, ha*tır*la*dık*tan son*ra ar*tık o zâ*lim*ler top*lu*lu*ğu ile otur*ma (elEn’am, 68)
ÖLÇÜLER İNCELDİĞİNDE…
Her hususta olduğu gibi sâlihlerle beraber olup fâsıklardan sakınmak husûsunda da kalpteki hassâsiyet arttıkça ölçüler de incelir, herkesin far*k e*demediği nice tecellîle*r hissedilir Bunun bir misâli olan şu hâdise pek ibretlidir:
Sâmi Efendi Hazretleri’nin sevenlerinden Seyfi Baba, keşfi açık, hâl ehli bir zâttı Topkapı’da oturuyordu Bir gün Erenköy?e, Sâmi Efendi Haz*retleri?ni ziyârete gelmişti Ancak devlethâneye girer girmez düşüp bayıldı Onu karşılayıp üstâdın huzûruna iletecek olan kişi telâşla üzerine su döküp ayılmasını temin ettikten sonra:
“?Hemen bir doktor çağıralım! dediğinde Seyfi Baba bitkin bir hâlde müdâhale etti:
“–Hayır evlâdım! Doktor filân çağırmayın; hâlimin maddî bir hastalıkla alâkası yok! Topkapı’dan Erenköy’e gelene kadar yollarda rastladığım isyan ehli ve isyan yerlerindeki kasvet tesir etti ve bu tertemiz kapıdan girip birden içerideki rûhâniyete nâil olunca gönlüm dayanamadı Bu*ra*da*ki mâ*ne*vî ik*lî*min be*re*ke*ti ve ârif*ler sul*ta*nı Sâ*mi Efen*di’nin him*me*tiy*le bi*raz*dan hiç*bir şe*yim kal*maz de*di
Hâllerdeki sirâyet, gayri ihtiyârî beraberliklerde bile bu kadar tesirli olurken takvâ ehli bir mü?minin kendi irâde ve arzusuyla gâfillerle dü*şüp kalkması asla düşünülemez Bu hususta gösterilen hassâsiyet noksanlığı, kişiyi ebedî hüsrâna kadar sürükleyebilir Nitekim hadîsi şerîfte buyrulduğu üzere:
“Ki*şi sev*diği ile be*ra*ber*dir (Buhârî, Edeb, 96) Yani insan ki*mi se*ver ve kiminle daha çok dü*şüp kal*kar*sa kı*yâ*met*te de onun*la haş*ro*lunu*r
Şeyh Sâ*dîi Şî*râ*zî, hâl*ler*de*ki si*râ*yetin, kişinin mânevî hayatını nasıl değiştirebildiğine dâir şu misalleri verir:
“As*hâbı Kehf’in kö*pe*ği, sâ*dık*lar*la be*ra*ber ol*du*ğu için bü*yük bir şe*ref ka*zan*dı; nâ*mı Kur’ânı Ke*rîm’e ve ta*ri*he geç*ti Lût Peygamber?in ka*rı*sı ise fâ*sık*lar*la be*ra*ber ol*du*ğu için küf*re dû*çâr ol*du
Ubey*dul*lâh Ah*râr Hazretleri de bu hu*sus*ta sevenlerini şöyle îkâz etmiştir:
“Ağ*yâr ve bî*gâ*ne*ler*le be*ra*ber ol*mak, kal*be fü*tûr, rû*ha da*ğı*nık*lık ve gön*le pe*ri*şan*lık ve*rir
Ni*te*kim Bâ*ye*zîdi Bis*tâ*mî Hazretleri bir* gün, gönlün*de böy*le bir hu*zur*suz*luk his*set*ti Bir tür*lü ken*di*si*ni o hâl*den kur*ta*ra*ma*dı Mec*li*sin*de*ki*le*re:
“–He*le bir ba*kın, ara*mız*da ya*ban*cı bi*ri mi var? de*di
Araş*tır*dı*lar, kim*se*yi bu*la*ma*dı*lar Fa*kat Bâ*ye*zidi Bis*tâ*mî ıs*râr et*ti:
“–He*le iyi araş*tı*rın Asâ*la*rın ol*du*ğu ye*re de ba*kın de*di
Tek*rar araş*tır*dı*lar ve gâ*fil bi*ri*nin asâ*sı*nı bul*du*lar O asâ*yı dı*şa*rı çı*kar*dı*lar Bâye*zîdi Bis*tâ*mî’nin gö*nül hu*zû*ru da ye*ri*ne gel*di
Bu hâl, eş*yâ*ya bi*le si*râ*yet eden mânevî keyfiyetin açık bir te*zâ*hü*rü*dür Düşünmek gerekir ki fâsık ve zâlimlerin eşyâlarından bile gönül darlığı ve kasvet ârız olursa, onlarla ihtilâttan ne kadar ciddî bir sûrette sakınmak gerekir!
Hâ*sı*lı; nasıl ki gâ*fil*ler*den men*fî te*sir*ler zu*hûr edip kal*bi da*ral*tı*yor*sa, sâ*lih*ler*den de müs*bet ve fe*yiz*li te*sir*ler hâ*sıl olup gön*lü fe*rah*lat*ır Hakîkaten sâlih*lerle kurulan kal*bî irtibâtın be*re*ke*tiy*le ni*ce mâ*ne*vî ka*zanç*la*ra nâ*il oluna*bi*lir
Fakat sâlihlerle beraberlikten murâd; kalbî bir beraberliktir Zira fiilî beraberlik, her zaman mümkün olmayabilir Yahut fiilî beraberlik olsa bile kalbî beraberlik olmadığında, yine bir fayda hâsıl olmaz Bu sebeple sâlihlerle beraberlikten kasıt; gönül beraberliğidir, yani hayat ve hâdiseler karşısında sâlih ve sâdıklar gibi hissedip davranabilmektir Böyle bir beraberlik hâli varsa zâhirî beraberliklerin de faydası vardır Yine bu beraberlik hâli varsa zâhirî ayrılıkların ziyânı yoktur
Öte yandan, sâlihlerle beraberlikten umulan gönül feyzini temin edebilmenin bâzı güzel usûlleri vardır ki, bunlardan biri de “teberrüktür
TEBERRÜK COŞKUSU
Teberrük; Allah Teâlâ?ya duyulan îman muhabbetinden dolayı, O?na yakınlığı bulunan bütün varlıklardaki ilâhî tecellîlere gösterilen hürmet ve tâzim duygusunun tabiî bir neticesidir Zira bir varlığa duyulan muhabbet, o muhabbete vesîle olan veya onunla alâkası bulunan her şeye sirâyet eder Seven, sevdiğinin her şeyini sevip ona meftûn olur Teberrük de kalbî olgunlaşma yolunda başvurulan ince bir muhabbet terbiyesidir
Sâlihlerle beraberlik, insana Allâh?ı hatırlatıp onun mâneviyâtını takviye ettiği gibi, sâlihleri hatırlatan şeyler de, sâlih zâtlarla kalbî irtibâtı temin eder
Ayrıca sâlihlerin feyz ve rûhâniyetine nâ*il ol*mak için baş*vu*ru*lan usûllerden bi*ri olan teberrük, ba*zı*la*rı*nın san*dı*ğı gibi mes*ned*siz ve bid’at ka*bî*lin*den bir iş de*ğil*dir Zi*ra bu*nun Haz*reti Pey*gam*ber r’in ha*yâ*tın*da sayısız tezâhürünün olduğuna dâ*ir ha*dis ve si*yer ki*tap*la*rın*da pek çok rivâyet bulun*maktadır Hattâ ashâbı kirâm ve onları tâkip eden müslümanların, Efendimiz’in zırhı, asâsı, kılıcı, yüzüğü, saç ve sakalları, ayakkabıları, su ve yemek kapları, elbiseleri gibi eşyâlarıyla teberrük etmelerine dâir, Buhârî?de müstakil bir bâb açılmıştır
Nitekim Enes bin Mâ*lik t, Peygamber Efen*di*miz’in saç*la*rı ile te*ber*rük için as*hâbı ki*râ*mın na*sıl bir*bir*le*riy*le ya*rış*tık*la*rı*nı şöy*le nakleder:
“Ra*sû*lul*lah r Efen*di*miz’i gör*düm; ber*be*ri onu tı*raş edi*yor*du As*hâ*bı da âde*ta O?nun et*ra*fın*da per*vâ*ne ol*muş*lar*dı Bir tek saç te*li*nin da*hî ye*re düş*me*me*si*ni, mu*hak*kak bi*ri*si*nin eli*ne düş*me*si*ni is*ti*yor*lar*dı (Müs*lim, Fe*zâ*il, 75)
Ashâbı kirâmın, Fahri Kâinât Efendimiz’e âit herhangi bir şeyle teberrük gayretlerinin en gü*zel mi*sâl*le*rin*den bi*r diğeri de Hâ*lid bin Ve*lid t’ın, Haz*reti Pey*gam*ber’in saç*la*rın*dan bir*kaç mü*bâ*rek te*li sa*rı*ğın*da sak*la*ma*sı*dır
Ri*vâ*yete gö*re Vedâ Haccı’nda Peygamber Efendimiz’in alnındaki saçları kesildiğinde Hâlid bin Velid t:
“–Yâ Rasûlâllah! Alnının saçını bana ver! Bu hususta hiç kimseyi bana tercih etme! Anambabam Sana fedâ olsun! diyerek yalvardı Saçlar kendisine verilince, onları gözlerine sürdü ve sarığının ön kısmına yerleştirdi Bu mübârek saçların da bereketiyle onun savaşta karşılaşıp mağlup edemediği hiçbir topluluk olmadı Nitekim Hâlid t:
“–Ben onu hangi tarafa yönelttimse, orası fetholundu! demiştir (Vâkıdî, III, 1108; İbni Esîr, Üsdü’lGâbe, II, 111)
Ashâbı kiram da ilâhî yardıma mazhar olabilmek için, üzerlerinde taşıdıkları Peygamber Efendimiz?e âit saçlar ile teberrük ederlerdi
Esrâru’lMuhammediyye adlı eserde şöyle denilmiştir:
“Rasûlullah r’in saçı, asâsı veya kamçısı, günahkâr bir kimsenin kabrine konulsa, o âsi, konulan şeyin bereketi sâyesinde azaptan kurtulur Bu sayılanlar bir insanın evinde veya bir beldede bulunsa, orada yaşayanlar, varlığının farkında olmasalar dahî onun bereketi sayesinde onlara pek çok belâ isâbet etmez Zemzem suyu ve Zemzem suyu ile ıslatılmış kefen de, bu kabildendir (Rûhu’lBeyan, VII, 486487)
Yine Efendimiz r, Veysel Karânî Hazretleri?ne hırkasını gönderip:
“?Bunu giysin ve ümmetime duâ etsin! buyurmuştur (Müslim, Fedâilü?sSahâbe, 223225) Bu da Efendimiz r?in eşyâsıyla teberrük edilmesinin açık bir işâretidir
Nitekim Ebû Bekir t?ın kızı Esmâ c da bir gün bir cübbe çıkararak şöyle demiştir:
“Bu Allah Rasûlü r’in cübbesiydi Vefâtına kadar Âişe c?nın yanında kaldı Hazreti Âişe’nin vefatından sonra cübbeyi ben aldım Nebî r onu giyerdi Biz onu hastalar için yıkıyor ve suyu ile (teberrük ederek Allah Teâlâ’dan) şifâ taleb ediyoruz (Müslim, Libâs, 10)
Şu hâdise de, iyi veya kötü bütün mânevî keyfiyetlerin eşyâlar kadar mekânlara da sirâyet edebildiğini, bu yüzden günah ve mâsiyetlerin işlendiği ve ilâhî kahrın tecellî ettiği mekânlardan olabildiğince uzak durup sâlih amellerin îfâ edildiği ve ilâhî lûtufların tecellî ettiği mübârek ve mukaddes mekânlardan mümkün olduğunca istifâde etmek gerektiğini ne güzel ifâde eder:
Allah Rasûlü r ashâbıyla birlikte Semûd Kavmi?nin yeri olan Hicr bölgesinde konaklamışlardı Ashâb, oradaki kuyulardan ihtiyaçları için su almış ve bu sudan hamur yoğurmuşlardı Allah Rasûlü r onlara aldıkları suyu dökmelerini, yaptıkları hamurları da develere yedirmelerini ve Sâlih u’ın devesinin gelip su içtiği diğer kuyudan su almalarını emretti (Buhârî, Enbiyâ, 17; Müslim, Zühd, 40)
Yine Efendimiz r buyurur:
“Şu Uhud öyle bir dağdır ki o bizi sever, biz de onu severiz Yolunuz o tarafa düştüğünde dikenli de olsa oradaki ağaçlardan yiyiniz (Buhârî, Cihâd 71, 74, Et?ıme 28; Müslim, Hac 462, 462, 503504)
Efendimiz r böyle buyurmakla mübârek bir dağ olan Uhud’un civârındaki ağaçların meyvesinden teberrüken yenilmesine teşvikte bulunmuştur Zira sâlih amellerin işlendiği mekânlara rahmet iner, melekler orada hazır bulunur, oraları huzur ve sekînet kaplar Böyle mekânlarda duâ ve istiğfâr ile Allâh?a yönelerek oradaki bereketten istifâde edilmelidir
Nitekim sahâbei kirâm, Allah Rasûlü r Efendimiz?in her şeyiyle teberrük hâlinde yaşamışlardır O’nun içtiği sudan içmek, O’nun mübârek elinin dokunduğu şeyi başa tâc etmek, O’nun gül kokulu terini, saç ve sakalı şerîflerini saklamak ve bu aziz hâtıralarla Efendimiz?in feyz ve rûhâniyetini yanlarında hissetmek, O?na olan muhabbet ve bey?atlerini tâzelemek, hasretlerini bir nebze olsun gidermek ve O?nu sürekli îman gündemlerinde tutmak, onların gönüllerinde apayrı bir lezzet hâline gelmiştir
Bütün bu rivâyetlerden anlaşılan odur ki, Rasûlullah r’in kendisi, eşyâları ve O’na âit herhangi bir şeyle teberrük etmek; merfû bir sünnet, makbul ve meşrû bir usûldür Pek çok güzîde sahâbînin böyle yapması ve Efendimiz r’in de bunu tasdik etmesi, hattâ bazen emir, bazen de işaret buyurması, bunun apaçık bir delilidir
As*hâbı ki*râm*dan son*ra gelen se*lefi sâ*li*hîn de te*ber*rük*le il*gi*li bu ne*vî usûlleri yaşatmaya de*vam et**miş*ler*dir Nitekim selefi sâlihînin büyük hadis üstadlarından biri olan Ahmed bin Hanbel’in, Rasûlullah r’e duyduğu muhabbeti aksettiren birkaç teberrük misâlini, oğlu Abdullah şöyle anlatır:
“Babam, Rasûlullah r’in saçlarından bir tel alır, onu dudaklarının üzerine koyarak öperdi Babamı, Allah Rasûlü’nün saç telini gözünün üzerine koyarken de gördüm O, Rasûlullah r’in saç telini suya batırır ve o suyu içerdi Bu suyla (teberrüken) Allah’tan şifâ dilerdi
Bir gün babam, Rasûlullah r’in su kâsesini aldı, sonra onu bir kovanın içinde yıkadı ve ondan içti
Yine o, şifâ niyetiyle Zemzem suyundan içer, onu ellerine ve yüzüne sürerdi (Zehebî, Siyeru A‘lâmi’nNübelâ, Beyrut 19861988, XI, 212)
Yine Hak dostlarından Muînüddîn Çeştî Hazretleri?nin kabrinin örtüsünü her sene değiştirip, eskisini evliyânın büyüklerinden birine verirlerdi Yâhud da zamanın pâdişâhına verirler, o da bunu kıymetli bir mücevherat gibi, bir sandıkta teberrüken saklardı İmâmı Rabbânî Hazretleri?nin vefâtına yakın, o kabrin örtüsünü yine değiştirdiler ve eskisini Hazret?e getirip;
“?Buna en lâyık olan sizsiniz diyerek takdîm ettiler
İmâmı Rabbânî Hazretleri tam bir edeple kabûl ettiği örtüyü hizmetçilerine verip kalpten derin bir âh çekti ve;
“?Hazreti Hâce’ye bundan daha yakın bir libâs, bir örtü yoktur Bunu saklayın, bana kefen olsun buyurdu
MUHABBET ŞART!
Teberrükten istifâdenin sırrı, mübârek hâtıraların sahiplerine duyulan gerçek bir “muhabbettir Muhabbetin en büyük alâmeti ise fedâkârlık ve itaat ile istikâmet üzere yaşamaktır Böyle bir muhabbet varsa teberrükten istifâde edilir Aksi hâlde teberrük edilen eşyâ veya mekân sıradan bir varlık gibi kalır Tıpkı Yûsuf u?ın Mısır?daki gömleğinin kokusunu babası Yâkub u?ın tâ Kenan ilinden duymasına mukâbil, gömleği getiren kardeşinin, taşıdığı aziz emânetin sırrından habersiz olması gibi Hazreti Mevlânâ bu misâli şöyle îzah eder:
“Yâkub’da Yûsuf’un bir câzibesi vardı Bundan dolayı Yûsuf’un gömleğinin kokusu O’na çok uzak bir yerden dahî ulaştı Gömleği taşıyan kardeşi ise o kokuyu duymaktan mahrum idi Çünkü Yûsuf’un gömleği, kardeşinin elinde bir emânet idi Kardeşi, gömleği götürüp Hazreti Yâkub’a teslim ile mükellefti Yani o gömlek, kardeşinin elinde, köle tüccarı elinde bulunan mûtenâ bir câriye gibiydi Köle tüccarının nefsi için değildi
Velhâsıl teberrükten istifâdeye liyâkatin şartı, gerçek bir muhabbettir Arzu edilen hâl transferi, aynîleşme veya mânevî yardıma ancak bu sâyede kavuşulabilir Yok*sa böyle bir rû*hî de*rin*li*ğe bî*gâ*ne olanlar, en feyizli nîmetlerin bile bereketinden mahrum kalırlar Şu kıs*sa, bu husûsu ne güzel izah etmektedir:
Mü*rid*le*rin*den bi*ri Bâ*ye*zîdi Bistâmî Hazretleri’ne:
“?Efen*dim, kür*kü*nüz*den bir par*ça ver*se*niz de te*ber*rü*ken üze*rim*de ta*şı*sam! der Bâ*ye*zîdi Bistâmî ise ce*vâ*ben:
“–Oğ*lum, sen is*ti*kâ*met üze*re ol*ma*dık*tan son*ra Bâ*ye*zîd’in kür*kü*ne de*ğil, de*ri*si*ni yü*züp içi*ne gir*sen bi*le fay*da ver*mez! bu*yu*rur
Yani sırf şekille mânevî olgunluğa ulaşılamaz Teberrükten umulan neticenin hâsıl olabilmesi için öncelikle zarûrî olan kalbî kıvâmın kazanılması gerekir
VÂSITAYI GÂYE EDİNME!
Şunu da ifâde edelim ki teberrüğün faydası, îman muhabbetinden ötürü mübârek varlıklara gösterilen hürmet sebebiyle Cenâbı Hakk?ın yardımını, rahmetini lûtfetmesi sâyesindedir Rahmet ve bereketi lûtfeden, teberrük edilen varlığın kendisi değil, yalnızca Cenâbı Hak?tır Hak Teâlâ rahmetini tecellî ettirmediği takdirde, bereketi umulan o varlıklar bir “hiç hükmünde kalır
Dolayısıyla bu yolda ifrat ve tefrite kaçmadan îtidal üzere gidilmelidir Yani Hakk?ın emrettiği sâlih amelleri yapmadığı hâlde, sırf sâlih zâtlarla veya onların hâtıralarıyla teberrüğün kendisini kurtarmaya yeteceği şeklindeki ifrat düşüncelerin*den uzak durmak gerekir Veya teberrük edilen varlıklarda, âdeta ilâhî bir kudret vehmetmek gibi yanlışlıklara sapmamak îcâb eder
Fakat bu hususta aşırıya kaçanları bahâne ederek teberrüğü tamâmen red*detmek, bunun asrı saâdet ve selefi sâlihîn döneminde bulunmayan bir bid?at ve hattâ şirk olduğunu iddiâ etmek de apaçık bir cehâletin eseridir Mühim olan, îtidal yolunu tutmaktır Mutlak fâilin yalnızca Cenâbı Hak olduğunu, kendisiyle teberrük edilen varlıkların sadece Allâh?ın rahmet, mağfiret ve lûtfunu celbedecek vesîleler*den ibâret bulunduğunu unutmamaktır Nasıl ki, seyahat esnâsında binilen bir araç, gâye değil vâsıta ise, kendisiyle teberrük edilen varlıklar da Allâh?ın rahmetini celbetmek için başvurulan birer vesîleden ibârettir Fazilet sahibi sâlih zatlara ait olan eşyalar, Allah Teâlâ?nın o zâtlara değer vermesi sebebiyle değerlidir ve onlara bu yüzden ehemmiyet verilir Kul, murâdını, bu vesîleler hürmetine Allah?tan istemelidir
Rabbimiz, bu dünyada sâlih ve sâdık kullarıyla kalben beraber olabilme*mizi, âhirette de sevdiği kullarıyla haşrolunmayı cümlemize nasip ve müyesser eylesin Bizleri kendisine yaklaştıracak her vesîleyi lâyıkıyla değerlendirebilen, basîret, firâset ve gayret ehli kullarından kılsın Yine biz kullarını, mübârek gün ve gecelerin ve bilhassa da Ramazânı Şerîf?in feyz, bereket ve rûhâniyetin*den müstefîd olan kulları zümresine dâhil eylesin…
Âmîn!
HÂL TRANSFERİ
Na*sıl ki bir gül bah*çe*sin*de gezen in*sa*nın üze*ri*ne gül ko*ku*la*rı si*ner*se, sâlihlerin meclisinde bulunan kimselerin gönüllerine de o güzel insanlardan feyz ve rûhâniyet akseder Zira hâl sârîdir (sirâyet eder, yayılır) Bilhassa da in*sa*noğ*lu*nun “hâlle*rin*de bu özel*li*k var*dır Dolayısıyla gönüller, dâimî bir tesir alışverişi hâlindedir
Bu bakımdan sâ*lih ve sâ*dık* mü?minlerle beraberlik, nef*si terbiyede rad*yas*yon gi*bi mü*şâ*he*de*si im*kân*sız, fa*kat neticesi mutlak bir müessirdir
Âlim*ler*den Câ*fer bin Sü*ley*man rahmetullâhi aleyh, sâ*lih in*san*lar*la be*ra*ber*li*ğin ken*di*si*ne ka*zan*dır*dı*ğı gönül feyzini şöy*le anlatır:
“Kal*bim*de bir ka*tı*lık his*set*ti*ğim za*man kal*kar, he*men (tâbiînin büyük âlim ve âriflerinden olan) Mu*ham*med bin Vâ*sî’nin ya*nı*na gi*der, mec*li*si*ne ka*tı*lır, yü*zü*ne ba*kar*dım Böy*le*ce kal*bim*de*ki ka*tı*lık gi*der, içi*me ibâ*det ne*şe*si ge*lir, tem*bel*lik üze*rim*den kal*kar ve bir haf*ta boyunca bu ne*şe ile ibâ*det eder*dim
Bunun içindir ki mü?min; âlim, ârif, sâlih ve sâdık kullarla beraberliğe büyük bir ehemmiyet vermeli ve bunun, mânevî varlığının en müstesnâ gıdâlarından biri olduğunu bilmelidir Nitekim âyeti kerîmede şöyle buyrulur:
“Ey îmân eden*ler! Al*lah’tan kor*kun ve sâ*dık*lar*la be*raber olun! (etTev*be, 119)
Dik*kat edi*le*cek olur*sa Ce*nâbı Hak, bu âyeti ke*rî*me*de kul*la*rı*na; “Sâ*dık olun! bu*yur*ma*mış, tak*vâ*nın mu*hâ*fa*za*sı için; “sâ*dık*lar*la be*ra*ber ol*ma*yı em*ret*miş*tir Çün*kü sâ*dık ol*ma yo*lun*da atı*la*cak ilk adım, sâ*dık*lara mu*hab*betle yönelip onlarla beraber olmaktır Sâ*dık ol*mak ise, bu du*ru*mun en ta*biî bir ne*ti*ce*si*dir
Nitekim İslâm semâsının yıldızları olan ashâbı kirâmın pek çoğu, câhiliye döneminde fıtrata ters, yarı vahşî bir ha*yat yaşıyordu Fa*kat İslâm?la şereflendikten sonra Al*lah Ra*sû*lü r ile engin bir muhabbet iklîminde yaşadıkları beraberlik neticesinde nebevî ahlâkın kendilerine aksetmesiyle, dünyanın en fazîletli insanları hâline geldiler
Onların bu beraberlikte sergiledikleri muhabbet, samîmiyet, gayret ve fedâkârlık da dillere destandır Çünkü onlar, Allah Rasûlü?yle beraber olabilmek uğruna hazarda ve seferde hiçbir bedeli ödemekten çekinmediler
Nitekim Uhud Harbi?nde Muhâcir ve Ensar’dan bâzı sahâbîler canlarından çok sevdikleri Allah Rasûlü r Efendimiz?in etrafını sardılar; O’nun önünde şehîd olmak üzere Allâh’a söz verdiler ve:
“–Yüzüm yüzünün önünde siper, vücûdum Sen’in vücûduna fedâdır! Allâh’ın selâmı her dâim Sen’in üzerine olsun! Hiçbir zaman yanından ayrılmayız yâ Rasûlâllah! diyerek sonuna kadar savaştılar (İbni Sa’d, II, 46; Vâkıdî, I, 240)
Zâtü’rRikâ seferinde ise sahâbe altı kişi nöbetleşe bir deveye biniyor, yürümekten ayakları delinip tırnakları düşüyordu Yara bere içinde kalan ayaklarını bez parçalarıyla sarıp Allah Rasûlü?nün peşinden gidiyorlardı (Bkz Buhârî, Meğâzî, 31)
Yine hanım sahâbîler de, Rasûlullah r’i görmekte geciken ve uzun zaman O?nunla görüşemeyen evlâtlarını ciddî bir şekilde îkâz ediyor, bu husustaki ihmâle aslâ tâviz göstermiyorlardı
Velhâsıl kalbin mâsivâdan muhâfaza edilmesi ve dâimâ hayırlı telkinlere muhâtap kılınması için rûhâniyetlerinden istifâde edilebilecek peygamber vârisi âlim ve âriflerle, sâlih ve sâdıklarla ünsiyet zarû*rîdir Bu hâl, insanın belli aralıklarla âdeta mânen şarj olup tekrar enerji kazanması gibidir Gayret ehli mü?minleri görüp aşk ve şevke gelmek, fazîlet sahibi zâtların hâllerinden ibret alarak gaflet uykusun*dan uyanmak, hakîkaten büyük bir ihtiyaçtır Bu sebepledir ki mânevî terbiye yolu olan tasavvufta da, sâlihlerle beraberliğin asgarî ölçüsü olmak üzere belli aralıklarla bir araya gelmek demek olan “sohbetlere iştirâk, son derece mühim bir kâidedir
ZÂLİMLER TOPLULUĞUYLA OTURMA!
Ecdâdımız; “Def?i mefâsid, celbi menâfîden evlâdır demişlerdir Yani kötü ve zararlı şeylerin def edilmesi, iyi ve faydalı şeylerin kazanılmasından daha öncelikli ve mühimdir Dolayısıyla zâlim ve fâsık kimselerin menfî tesirlerine mâruz kalmaktan sakınmak, sâlihlerin feyiz halkasına dâhil olmaktan da önce gelen bir zarûrettir Nitekim İmam Gazâlî Hazretleri, nasihatlerinden birinde buyurur ki:
“Evlâdım! Son de*re*ce dik*kat ede*ce*ğin bir husus var*sa, o da kim*lerle dü*şüp kalk*tı*ğın*dır Şu*nu iyi bil ki, bir se*pet sağ*lam el*ma, için*de*ki bir çü*rük el*ma*yı sağ*la*ma çı*kar*ta*maz Fa*kat bir çü*rük el*ma, hep*si*ni çü*rü*tebilir Bu*nun için dâ*imâ sâ*lih*ler*le dü*şüp kalk!
Ra*sû*lul*lah r Efendimiz, sâlihlerle be*ra*ber ol*up fâsıklarla ihtilâttan sakınma*nın ehem*mi*ye*ti*ni ne gü*zel ifâ*de bu*yu*rmuştur:
“İyi ar*ka*daş*la kö*tü ar*ka*da*şın mi*sâ*li; misk ta*şı*yan*la kö*rük çe*ken in*san*lar gi*bi*dir Misk sahi*bi ya sa*na ko*ku*sun*dan ik*ram eder ve*ya sen on*dan sa*tın alır*sın
Kö*rük çe*ke*ne ge*lin*ce; o, ya se*nin el*bi*se*ni ya*kar, ya*hut da onun pis ko*ku*su sa*na si*râ*yet eder (Bu*hâ*rî, Bu*yû, 38)
Görüldüğü üzere insanın rû*hî te*mâ*yül*leri, çevresinde bu*lu*nan*la*ra istîdat*la*rı nisbe*tin*de az ve*ya çok fakat mutlakâ sirâyet eder Üstelik hâllerdeki sirâyet, si*râ*yet eden hâlin “müs*bet ve*ya “men*fî ol*ma*sı*na da bağ*lı de*ğil*dir Her hâ*lü*kâr*da in*ti*kal gerçekleşir Ye*ter ki bu yakınlıkta “mu*hab*bet ve “ün*si*yet bağ*la*rı bu*lun*sun
Yani muhabbetle yaklaşılan sâ*lih kim*se*ler*den gö*nül*le*re hu*zur ve fe*rah*lık ak*set*ti*ği gi*bi, gâ*fil ve fâsık kim*se*ler*den de sıkıntı ve kas*vet ak*se*der Zira gül, sümbül, karanfil gibi nâdide çiçeklerle bezenmiş bir bah*çe** üzerinden esen bir meltem, gittiği yerlere gönülleri mest eden hârika râyihalar götürürken; bunun aksine, kokuşmuş mezbele ve leşler üzerinden geçip gelen bir rüzgâr da o çirkin kokuları etrafa yayar; böylece nefesleri tıkayıp ruhları daraltır Dolayısıyla zâlimler, fâsıklar ve nefsânî bir hayata dalarak Allâh?ı ve âhireti unutan gâfillerle muhabbetli bir ülfet ve ünsiyet, mânevî hayatın âdeta kanseridir
Bunun içindir ki Ce*nâbı Hak, et*raf*la*rı*na dâimâ kö*tü te*sirler yayan mün*kir*lerden sakınma husûsunda şöyle buyurmaktadır:
“Âyet*le*ri*miz hak*kın*da ile*rige*ri ko*nuş*ma*ya da*lan*la*rı gör*dü*ğün*de, on*lar baş*ka bir sö*ze ge*çin*ce*ye ka*dar on*lar*dan uzak dur Eğer şey*tan sa*na unut*tu*rur*sa, ha*tır*la*dık*tan son*ra ar*tık o zâ*lim*ler top*lu*lu*ğu ile otur*ma (elEn’am, 68)
ÖLÇÜLER İNCELDİĞİNDE…
Her hususta olduğu gibi sâlihlerle beraber olup fâsıklardan sakınmak husûsunda da kalpteki hassâsiyet arttıkça ölçüler de incelir, herkesin far*k e*demediği nice tecellîle*r hissedilir Bunun bir misâli olan şu hâdise pek ibretlidir:
Sâmi Efendi Hazretleri’nin sevenlerinden Seyfi Baba, keşfi açık, hâl ehli bir zâttı Topkapı’da oturuyordu Bir gün Erenköy?e, Sâmi Efendi Haz*retleri?ni ziyârete gelmişti Ancak devlethâneye girer girmez düşüp bayıldı Onu karşılayıp üstâdın huzûruna iletecek olan kişi telâşla üzerine su döküp ayılmasını temin ettikten sonra:
“?Hemen bir doktor çağıralım! dediğinde Seyfi Baba bitkin bir hâlde müdâhale etti:
“–Hayır evlâdım! Doktor filân çağırmayın; hâlimin maddî bir hastalıkla alâkası yok! Topkapı’dan Erenköy’e gelene kadar yollarda rastladığım isyan ehli ve isyan yerlerindeki kasvet tesir etti ve bu tertemiz kapıdan girip birden içerideki rûhâniyete nâil olunca gönlüm dayanamadı Bu*ra*da*ki mâ*ne*vî ik*lî*min be*re*ke*ti ve ârif*ler sul*ta*nı Sâ*mi Efen*di’nin him*me*tiy*le bi*raz*dan hiç*bir şe*yim kal*maz de*di
Hâllerdeki sirâyet, gayri ihtiyârî beraberliklerde bile bu kadar tesirli olurken takvâ ehli bir mü?minin kendi irâde ve arzusuyla gâfillerle dü*şüp kalkması asla düşünülemez Bu hususta gösterilen hassâsiyet noksanlığı, kişiyi ebedî hüsrâna kadar sürükleyebilir Nitekim hadîsi şerîfte buyrulduğu üzere:
“Ki*şi sev*diği ile be*ra*ber*dir (Buhârî, Edeb, 96) Yani insan ki*mi se*ver ve kiminle daha çok dü*şüp kal*kar*sa kı*yâ*met*te de onun*la haş*ro*lunu*r
Şeyh Sâ*dîi Şî*râ*zî, hâl*ler*de*ki si*râ*yetin, kişinin mânevî hayatını nasıl değiştirebildiğine dâir şu misalleri verir:
“As*hâbı Kehf’in kö*pe*ği, sâ*dık*lar*la be*ra*ber ol*du*ğu için bü*yük bir şe*ref ka*zan*dı; nâ*mı Kur’ânı Ke*rîm’e ve ta*ri*he geç*ti Lût Peygamber?in ka*rı*sı ise fâ*sık*lar*la be*ra*ber ol*du*ğu için küf*re dû*çâr ol*du
Ubey*dul*lâh Ah*râr Hazretleri de bu hu*sus*ta sevenlerini şöyle îkâz etmiştir:
“Ağ*yâr ve bî*gâ*ne*ler*le be*ra*ber ol*mak, kal*be fü*tûr, rû*ha da*ğı*nık*lık ve gön*le pe*ri*şan*lık ve*rir
Ni*te*kim Bâ*ye*zîdi Bis*tâ*mî Hazretleri bir* gün, gönlün*de böy*le bir hu*zur*suz*luk his*set*ti Bir tür*lü ken*di*si*ni o hâl*den kur*ta*ra*ma*dı Mec*li*sin*de*ki*le*re:
“–He*le bir ba*kın, ara*mız*da ya*ban*cı bi*ri mi var? de*di
Araş*tır*dı*lar, kim*se*yi bu*la*ma*dı*lar Fa*kat Bâ*ye*zidi Bis*tâ*mî ıs*râr et*ti:
“–He*le iyi araş*tı*rın Asâ*la*rın ol*du*ğu ye*re de ba*kın de*di
Tek*rar araş*tır*dı*lar ve gâ*fil bi*ri*nin asâ*sı*nı bul*du*lar O asâ*yı dı*şa*rı çı*kar*dı*lar Bâye*zîdi Bis*tâ*mî’nin gö*nül hu*zû*ru da ye*ri*ne gel*di
Bu hâl, eş*yâ*ya bi*le si*râ*yet eden mânevî keyfiyetin açık bir te*zâ*hü*rü*dür Düşünmek gerekir ki fâsık ve zâlimlerin eşyâlarından bile gönül darlığı ve kasvet ârız olursa, onlarla ihtilâttan ne kadar ciddî bir sûrette sakınmak gerekir!
Hâ*sı*lı; nasıl ki gâ*fil*ler*den men*fî te*sir*ler zu*hûr edip kal*bi da*ral*tı*yor*sa, sâ*lih*ler*den de müs*bet ve fe*yiz*li te*sir*ler hâ*sıl olup gön*lü fe*rah*lat*ır Hakîkaten sâlih*lerle kurulan kal*bî irtibâtın be*re*ke*tiy*le ni*ce mâ*ne*vî ka*zanç*la*ra nâ*il oluna*bi*lir
Fakat sâlihlerle beraberlikten murâd; kalbî bir beraberliktir Zira fiilî beraberlik, her zaman mümkün olmayabilir Yahut fiilî beraberlik olsa bile kalbî beraberlik olmadığında, yine bir fayda hâsıl olmaz Bu sebeple sâlihlerle beraberlikten kasıt; gönül beraberliğidir, yani hayat ve hâdiseler karşısında sâlih ve sâdıklar gibi hissedip davranabilmektir Böyle bir beraberlik hâli varsa zâhirî beraberliklerin de faydası vardır Yine bu beraberlik hâli varsa zâhirî ayrılıkların ziyânı yoktur
Öte yandan, sâlihlerle beraberlikten umulan gönül feyzini temin edebilmenin bâzı güzel usûlleri vardır ki, bunlardan biri de “teberrüktür
TEBERRÜK COŞKUSU
Teberrük; Allah Teâlâ?ya duyulan îman muhabbetinden dolayı, O?na yakınlığı bulunan bütün varlıklardaki ilâhî tecellîlere gösterilen hürmet ve tâzim duygusunun tabiî bir neticesidir Zira bir varlığa duyulan muhabbet, o muhabbete vesîle olan veya onunla alâkası bulunan her şeye sirâyet eder Seven, sevdiğinin her şeyini sevip ona meftûn olur Teberrük de kalbî olgunlaşma yolunda başvurulan ince bir muhabbet terbiyesidir
Sâlihlerle beraberlik, insana Allâh?ı hatırlatıp onun mâneviyâtını takviye ettiği gibi, sâlihleri hatırlatan şeyler de, sâlih zâtlarla kalbî irtibâtı temin eder
Ayrıca sâlihlerin feyz ve rûhâniyetine nâ*il ol*mak için baş*vu*ru*lan usûllerden bi*ri olan teberrük, ba*zı*la*rı*nın san*dı*ğı gibi mes*ned*siz ve bid’at ka*bî*lin*den bir iş de*ğil*dir Zi*ra bu*nun Haz*reti Pey*gam*ber r’in ha*yâ*tın*da sayısız tezâhürünün olduğuna dâ*ir ha*dis ve si*yer ki*tap*la*rın*da pek çok rivâyet bulun*maktadır Hattâ ashâbı kirâm ve onları tâkip eden müslümanların, Efendimiz’in zırhı, asâsı, kılıcı, yüzüğü, saç ve sakalları, ayakkabıları, su ve yemek kapları, elbiseleri gibi eşyâlarıyla teberrük etmelerine dâir, Buhârî?de müstakil bir bâb açılmıştır
Nitekim Enes bin Mâ*lik t, Peygamber Efen*di*miz’in saç*la*rı ile te*ber*rük için as*hâbı ki*râ*mın na*sıl bir*bir*le*riy*le ya*rış*tık*la*rı*nı şöy*le nakleder:
“Ra*sû*lul*lah r Efen*di*miz’i gör*düm; ber*be*ri onu tı*raş edi*yor*du As*hâ*bı da âde*ta O?nun et*ra*fın*da per*vâ*ne ol*muş*lar*dı Bir tek saç te*li*nin da*hî ye*re düş*me*me*si*ni, mu*hak*kak bi*ri*si*nin eli*ne düş*me*si*ni is*ti*yor*lar*dı (Müs*lim, Fe*zâ*il, 75)
Ashâbı kirâmın, Fahri Kâinât Efendimiz’e âit herhangi bir şeyle teberrük gayretlerinin en gü*zel mi*sâl*le*rin*den bi*r diğeri de Hâ*lid bin Ve*lid t’ın, Haz*reti Pey*gam*ber’in saç*la*rın*dan bir*kaç mü*bâ*rek te*li sa*rı*ğın*da sak*la*ma*sı*dır
Ri*vâ*yete gö*re Vedâ Haccı’nda Peygamber Efendimiz’in alnındaki saçları kesildiğinde Hâlid bin Velid t:
“–Yâ Rasûlâllah! Alnının saçını bana ver! Bu hususta hiç kimseyi bana tercih etme! Anambabam Sana fedâ olsun! diyerek yalvardı Saçlar kendisine verilince, onları gözlerine sürdü ve sarığının ön kısmına yerleştirdi Bu mübârek saçların da bereketiyle onun savaşta karşılaşıp mağlup edemediği hiçbir topluluk olmadı Nitekim Hâlid t:
“–Ben onu hangi tarafa yönelttimse, orası fetholundu! demiştir (Vâkıdî, III, 1108; İbni Esîr, Üsdü’lGâbe, II, 111)
Ashâbı kiram da ilâhî yardıma mazhar olabilmek için, üzerlerinde taşıdıkları Peygamber Efendimiz?e âit saçlar ile teberrük ederlerdi
Esrâru’lMuhammediyye adlı eserde şöyle denilmiştir:
“Rasûlullah r’in saçı, asâsı veya kamçısı, günahkâr bir kimsenin kabrine konulsa, o âsi, konulan şeyin bereketi sâyesinde azaptan kurtulur Bu sayılanlar bir insanın evinde veya bir beldede bulunsa, orada yaşayanlar, varlığının farkında olmasalar dahî onun bereketi sayesinde onlara pek çok belâ isâbet etmez Zemzem suyu ve Zemzem suyu ile ıslatılmış kefen de, bu kabildendir (Rûhu’lBeyan, VII, 486487)
Yine Efendimiz r, Veysel Karânî Hazretleri?ne hırkasını gönderip:
“?Bunu giysin ve ümmetime duâ etsin! buyurmuştur (Müslim, Fedâilü?sSahâbe, 223225) Bu da Efendimiz r?in eşyâsıyla teberrük edilmesinin açık bir işâretidir
Nitekim Ebû Bekir t?ın kızı Esmâ c da bir gün bir cübbe çıkararak şöyle demiştir:
“Bu Allah Rasûlü r’in cübbesiydi Vefâtına kadar Âişe c?nın yanında kaldı Hazreti Âişe’nin vefatından sonra cübbeyi ben aldım Nebî r onu giyerdi Biz onu hastalar için yıkıyor ve suyu ile (teberrük ederek Allah Teâlâ’dan) şifâ taleb ediyoruz (Müslim, Libâs, 10)
Şu hâdise de, iyi veya kötü bütün mânevî keyfiyetlerin eşyâlar kadar mekânlara da sirâyet edebildiğini, bu yüzden günah ve mâsiyetlerin işlendiği ve ilâhî kahrın tecellî ettiği mekânlardan olabildiğince uzak durup sâlih amellerin îfâ edildiği ve ilâhî lûtufların tecellî ettiği mübârek ve mukaddes mekânlardan mümkün olduğunca istifâde etmek gerektiğini ne güzel ifâde eder:
Allah Rasûlü r ashâbıyla birlikte Semûd Kavmi?nin yeri olan Hicr bölgesinde konaklamışlardı Ashâb, oradaki kuyulardan ihtiyaçları için su almış ve bu sudan hamur yoğurmuşlardı Allah Rasûlü r onlara aldıkları suyu dökmelerini, yaptıkları hamurları da develere yedirmelerini ve Sâlih u’ın devesinin gelip su içtiği diğer kuyudan su almalarını emretti (Buhârî, Enbiyâ, 17; Müslim, Zühd, 40)
Yine Efendimiz r buyurur:
“Şu Uhud öyle bir dağdır ki o bizi sever, biz de onu severiz Yolunuz o tarafa düştüğünde dikenli de olsa oradaki ağaçlardan yiyiniz (Buhârî, Cihâd 71, 74, Et?ıme 28; Müslim, Hac 462, 462, 503504)
Efendimiz r böyle buyurmakla mübârek bir dağ olan Uhud’un civârındaki ağaçların meyvesinden teberrüken yenilmesine teşvikte bulunmuştur Zira sâlih amellerin işlendiği mekânlara rahmet iner, melekler orada hazır bulunur, oraları huzur ve sekînet kaplar Böyle mekânlarda duâ ve istiğfâr ile Allâh?a yönelerek oradaki bereketten istifâde edilmelidir
Nitekim sahâbei kirâm, Allah Rasûlü r Efendimiz?in her şeyiyle teberrük hâlinde yaşamışlardır O’nun içtiği sudan içmek, O’nun mübârek elinin dokunduğu şeyi başa tâc etmek, O’nun gül kokulu terini, saç ve sakalı şerîflerini saklamak ve bu aziz hâtıralarla Efendimiz?in feyz ve rûhâniyetini yanlarında hissetmek, O?na olan muhabbet ve bey?atlerini tâzelemek, hasretlerini bir nebze olsun gidermek ve O?nu sürekli îman gündemlerinde tutmak, onların gönüllerinde apayrı bir lezzet hâline gelmiştir
Bütün bu rivâyetlerden anlaşılan odur ki, Rasûlullah r’in kendisi, eşyâları ve O’na âit herhangi bir şeyle teberrük etmek; merfû bir sünnet, makbul ve meşrû bir usûldür Pek çok güzîde sahâbînin böyle yapması ve Efendimiz r’in de bunu tasdik etmesi, hattâ bazen emir, bazen de işaret buyurması, bunun apaçık bir delilidir
As*hâbı ki*râm*dan son*ra gelen se*lefi sâ*li*hîn de te*ber*rük*le il*gi*li bu ne*vî usûlleri yaşatmaya de*vam et**miş*ler*dir Nitekim selefi sâlihînin büyük hadis üstadlarından biri olan Ahmed bin Hanbel’in, Rasûlullah r’e duyduğu muhabbeti aksettiren birkaç teberrük misâlini, oğlu Abdullah şöyle anlatır:
“Babam, Rasûlullah r’in saçlarından bir tel alır, onu dudaklarının üzerine koyarak öperdi Babamı, Allah Rasûlü’nün saç telini gözünün üzerine koyarken de gördüm O, Rasûlullah r’in saç telini suya batırır ve o suyu içerdi Bu suyla (teberrüken) Allah’tan şifâ dilerdi
Bir gün babam, Rasûlullah r’in su kâsesini aldı, sonra onu bir kovanın içinde yıkadı ve ondan içti
Yine o, şifâ niyetiyle Zemzem suyundan içer, onu ellerine ve yüzüne sürerdi (Zehebî, Siyeru A‘lâmi’nNübelâ, Beyrut 19861988, XI, 212)
Yine Hak dostlarından Muînüddîn Çeştî Hazretleri?nin kabrinin örtüsünü her sene değiştirip, eskisini evliyânın büyüklerinden birine verirlerdi Yâhud da zamanın pâdişâhına verirler, o da bunu kıymetli bir mücevherat gibi, bir sandıkta teberrüken saklardı İmâmı Rabbânî Hazretleri?nin vefâtına yakın, o kabrin örtüsünü yine değiştirdiler ve eskisini Hazret?e getirip;
“?Buna en lâyık olan sizsiniz diyerek takdîm ettiler
İmâmı Rabbânî Hazretleri tam bir edeple kabûl ettiği örtüyü hizmetçilerine verip kalpten derin bir âh çekti ve;
“?Hazreti Hâce’ye bundan daha yakın bir libâs, bir örtü yoktur Bunu saklayın, bana kefen olsun buyurdu
MUHABBET ŞART!
Teberrükten istifâdenin sırrı, mübârek hâtıraların sahiplerine duyulan gerçek bir “muhabbettir Muhabbetin en büyük alâmeti ise fedâkârlık ve itaat ile istikâmet üzere yaşamaktır Böyle bir muhabbet varsa teberrükten istifâde edilir Aksi hâlde teberrük edilen eşyâ veya mekân sıradan bir varlık gibi kalır Tıpkı Yûsuf u?ın Mısır?daki gömleğinin kokusunu babası Yâkub u?ın tâ Kenan ilinden duymasına mukâbil, gömleği getiren kardeşinin, taşıdığı aziz emânetin sırrından habersiz olması gibi Hazreti Mevlânâ bu misâli şöyle îzah eder:
“Yâkub’da Yûsuf’un bir câzibesi vardı Bundan dolayı Yûsuf’un gömleğinin kokusu O’na çok uzak bir yerden dahî ulaştı Gömleği taşıyan kardeşi ise o kokuyu duymaktan mahrum idi Çünkü Yûsuf’un gömleği, kardeşinin elinde bir emânet idi Kardeşi, gömleği götürüp Hazreti Yâkub’a teslim ile mükellefti Yani o gömlek, kardeşinin elinde, köle tüccarı elinde bulunan mûtenâ bir câriye gibiydi Köle tüccarının nefsi için değildi
Velhâsıl teberrükten istifâdeye liyâkatin şartı, gerçek bir muhabbettir Arzu edilen hâl transferi, aynîleşme veya mânevî yardıma ancak bu sâyede kavuşulabilir Yok*sa böyle bir rû*hî de*rin*li*ğe bî*gâ*ne olanlar, en feyizli nîmetlerin bile bereketinden mahrum kalırlar Şu kıs*sa, bu husûsu ne güzel izah etmektedir:
Mü*rid*le*rin*den bi*ri Bâ*ye*zîdi Bistâmî Hazretleri’ne:
“?Efen*dim, kür*kü*nüz*den bir par*ça ver*se*niz de te*ber*rü*ken üze*rim*de ta*şı*sam! der Bâ*ye*zîdi Bistâmî ise ce*vâ*ben:
“–Oğ*lum, sen is*ti*kâ*met üze*re ol*ma*dık*tan son*ra Bâ*ye*zîd’in kür*kü*ne de*ğil, de*ri*si*ni yü*züp içi*ne gir*sen bi*le fay*da ver*mez! bu*yu*rur
Yani sırf şekille mânevî olgunluğa ulaşılamaz Teberrükten umulan neticenin hâsıl olabilmesi için öncelikle zarûrî olan kalbî kıvâmın kazanılması gerekir
VÂSITAYI GÂYE EDİNME!
Şunu da ifâde edelim ki teberrüğün faydası, îman muhabbetinden ötürü mübârek varlıklara gösterilen hürmet sebebiyle Cenâbı Hakk?ın yardımını, rahmetini lûtfetmesi sâyesindedir Rahmet ve bereketi lûtfeden, teberrük edilen varlığın kendisi değil, yalnızca Cenâbı Hak?tır Hak Teâlâ rahmetini tecellî ettirmediği takdirde, bereketi umulan o varlıklar bir “hiç hükmünde kalır
Dolayısıyla bu yolda ifrat ve tefrite kaçmadan îtidal üzere gidilmelidir Yani Hakk?ın emrettiği sâlih amelleri yapmadığı hâlde, sırf sâlih zâtlarla veya onların hâtıralarıyla teberrüğün kendisini kurtarmaya yeteceği şeklindeki ifrat düşüncelerin*den uzak durmak gerekir Veya teberrük edilen varlıklarda, âdeta ilâhî bir kudret vehmetmek gibi yanlışlıklara sapmamak îcâb eder
Fakat bu hususta aşırıya kaçanları bahâne ederek teberrüğü tamâmen red*detmek, bunun asrı saâdet ve selefi sâlihîn döneminde bulunmayan bir bid?at ve hattâ şirk olduğunu iddiâ etmek de apaçık bir cehâletin eseridir Mühim olan, îtidal yolunu tutmaktır Mutlak fâilin yalnızca Cenâbı Hak olduğunu, kendisiyle teberrük edilen varlıkların sadece Allâh?ın rahmet, mağfiret ve lûtfunu celbedecek vesîleler*den ibâret bulunduğunu unutmamaktır Nasıl ki, seyahat esnâsında binilen bir araç, gâye değil vâsıta ise, kendisiyle teberrük edilen varlıklar da Allâh?ın rahmetini celbetmek için başvurulan birer vesîleden ibârettir Fazilet sahibi sâlih zatlara ait olan eşyalar, Allah Teâlâ?nın o zâtlara değer vermesi sebebiyle değerlidir ve onlara bu yüzden ehemmiyet verilir Kul, murâdını, bu vesîleler hürmetine Allah?tan istemelidir
Rabbimiz, bu dünyada sâlih ve sâdık kullarıyla kalben beraber olabilme*mizi, âhirette de sevdiği kullarıyla haşrolunmayı cümlemize nasip ve müyesser eylesin Bizleri kendisine yaklaştıracak her vesîleyi lâyıkıyla değerlendirebilen, basîret, firâset ve gayret ehli kullarından kılsın Yine biz kullarını, mübârek gün ve gecelerin ve bilhassa da Ramazânı Şerîf?in feyz, bereket ve rûhâniyetin*den müstefîd olan kulları zümresine dâhil eylesin…
Âmîn!