iltasyazilim
FD Üye
Seven, sevdiğine kavuşmak için her fırsatı canına minnet bilir, her yola başvurur Sevdiğinin muhabbet ve hoşnutluğuna erebilmek için bütün imkânları değerlendirir, bu uğurda hiçbir fırsatı kaçırmak istemez
Gönlü îman muhabbetiyle dolu bir Hak âşığı da, kendisini Hakk’ın rızâsına ve yakınlığına kavuşturacak olan her vesîleye tevessül eder, yani büyük bir aşk ve şevkle sarılır Zira bunu bizzat Rabbimiz emretmektedir:
“Ey îmân eden*ler! Al*lah’tan kor*kun ve O’na yak*laş*maya ve*sî*le ara*yın! (elMâide, 35)
Şüphesiz ki en büyük ve*sî*leler; kulu yaratılış gâ*yesine ve Hakk’ın rızâsına ulaştıran vâsıtalardır Kur’ânı Kerîm, ibâdetler, sâlih ameller, esmâi hüsnâ, salevâtı şerîfe, mukaddes zaman ve mekânlar, peygamberler ve Hak dostları, bunların başında gelir Tevessül de Cenâbı Hakk’ın sevdiği bu hususları vesîle edinerek, Allâh’a bunlar hürmetine duâ etmektir Yani tevessül, Cenâbı Hakk’ın sevdikleri hürmetine O’nun rızâsını ve lûtfunu celbetme niyet ve arzusundan ibârettir
HAKK’A VUSLAT VESÎLELERİ…
Kulu Hakk’a vâsıl edecek vesîleler saymakla bitmez Rabbimiz, sonsuz rahmetinin eseri olarak biz kullarına lûtufta bulunmak için nice vesîleler ihsân etmektedir Bu vesîleler, insanlığı hak ve hakîkate sevk ederek Rabbimizin “cennet dâvetine elçilik yapmaktadır Nitekim;
– Hazreti Ömer’in îmanla şereflenmesine, kızkardeşi Fâtıma’nın evinde duyduğu Kur’ân âyetleri vesîle olmuştur
– Bişri Hafî Hazretleri’nin geçmişteki nefsânî haya*tın*dan kurtulup sırâtı müs*ta*kîme hidâyetine, yolda bulduğu bir kağıt parçası vesîle olmuştur ki, üzerinde “Allah lâfzı yazılı olduğu için onu nâdide bir mücevher gibi büyük bir nasip bilerek alıp temizlemiş ve hürmetle lâyık olduğu mûtenâ bir mevkiye kaldırmıştır
– Kadı Mahmud’un hakîkat iklîmine vâsıl olmasına, bir karıkocanın mânevî sırlarla dolu dâvâsı vesîle olmuştur Samimiyetle bu dâvânın peşine düşünce, kendisini Üftâde Hazretleri’nin kapısında bulmuş ve o kapıda, mârifetullah zirvelerine giden Hüdâyî yolunu keşfetmiştir
– Hazreti Mevlânâ’nın, gönül sultanlığına erişmesine, Şems adlı bir dervişin, aşk ve vecd âleminden bir pencere açması vesîle olmuştur
Bu gibi misalleri artırmak mümkündür Zira Hakk’a giden yollar, mahlûkâtın nefesleri adedince çoktur Mühim olan, Cenâbı Hak’tan gelen bu vesîlelerin farkına varıp onlardan lâyıkıyla istifâde edebilecek bir gönle sahip olmaktır Kulun gönlü hak ve hakîkate teşne ise, kendisini Allâh’a yaklaştıracak olan vesîleleri görmeyi Rabbimiz ona nasîb eder
Hak dostlarından Ebû’lHasan Harakânî Hazretleri şöyle buyurur:
“Bir kulun vesîle ederek Yüce Allâh’ı bulmaya çalıştığı hangi şey olursa olsun; onların en güzeli Kur’ânı Kerîm’dir Öyleyse, Yüce Allâh’ı Kur’ân yolundan aramalısınız (elHadâikü’lVerdiye, s 458)
Hakîkaten Kur’ân, bir ucu Allâh’ın kudret elinde, diğer ucu bizlere uzatılmış en sağlam iptir Bu ipi sımsıkı tutarak onu Hakk’ın yakınlığına ve ilâhî lûtuflara kavuşmaya vesîle edinmek gerekir
Duâların makbûl olması için tevessül edilebilecek hususlardan biri de salevâtı şerîfedir İs*lâ*mî an’ane*de duâ, ham*de*le ve sal*ve*ley*le baş*la*yıp yi*ne on*lar*la hitâma er*di*ri*lir Sal*ve*le, Pey*gam*ber Efendimiz r hak*kın*da Ce*nâbı Hakk’a bir duâ*dır ki, onun (sa*le*vâ*tın) red*de*dil*me*yip ka*bul edi*le*ce*ği yo*lun*da bir ka*na*at mev*cuttur Du*âla*rı*mı*zın ba*şı*nı ve so*nu*nu sa*lât ü se*lâm ile süs*le*mek de bu ger*çek*ten kay*nak*lan*mak*ta*dır Böy*le*ce ka*bû*lü mu*hak*kak olan iki du*ânın ara*sı*na ken*di du*âla*rı*mı*zı sı*kış*tır*mak, on*la*rın da kabûlü*nü sağ*la*mak dü*şün*ce*siy*le* yapılan bir tevessüldür
Du*ânın müs*te*câb ol*ma*sı*nı temin eden di*ğer bir vesîle de es*mâi ilâ*hiy*ye*dir Âyeti ke*rî*me*de buyrulur:
“En gü*zel isim*ler (es*mâi hüs*nâ) Al*lâh’a âit*tir O hâl*de bu isim*ler*le O’na duâ edin! (elA’râf, 180)
Ayrıca Peygamber Efendimiz r, Allah Teâlâ’dan yağmur dilediğin*de “İstiskâ Namazı kılmış, böylece duâsının kabûlü için nâfile namazla da tevessül etmiştir Nitekim Rabbimiz de; “Ey îmân edenler, namaz ve sabırla Allah’tan yardım isteyin! (elBakara, 153) buyurmaktadır
Sâ*lih amel*ler de hayırlara kavuşup sıkıntılardan kur*tu*lmaya bir ve*sî*le*dir Bu hususu îzah sadedinde; geç*miş üm*met*ler*den, yol*cu*lu*ğa çı*kan üç ar*ka*da*şın hâ*lini bil*di*ren bir hadîsi şerîf, hulâsaten şöyledir:
“Yol*cu*luk es*nâ*sın*da yağ*mu*ra ya*ka*la*nan üç ar*ka*daş, ge*ce*yi ge*çir*mek için bir ma*ğa*ra*ya gi*rer Der*ken dağ*dan bir ka*ya par*ça*sı dü*şer ve ma*ğa*ra*nın gi*ri*şi*ni ka*pa*tır Bu*nun üze*ri*ne on*lar:
«–Sâ*lih amel*le*ri*miz*le Al*lâh’a duâ et*mek*ten baş*ka çâ*re*miz yok*tur; bi*zi bu*ra*dan, Allah’tan baş*ka hiç kimse kur*ta*ra*maz» der*ler
On*lar*dan bi*ri*, ana ba*ba*sı*na olan ita*ati*ni ve*sî*le kı*lar Ka*ya bi*raz ye*rin*den oy*nar, fa*kat ma*ğa*ra*dan çı*kı*la*cak gi*bi de*ğil*dir
İkin*ci*si, Al*lah kor*ku*su*nu, ha*yâ ve if*fe*ti*ni ve*sî*le kı*lar Ka*ya bi*raz da*ha ara*la*nır, ama yi*ne çı*kı*la*cak gi*bi de*ğil*dir
Üçün*cü*sü de, kul hak*kı*na olan ri*âye*ti*ni ve*sî*le kı*la*rak Al*lâh’a yal*va*rır Bu*nun üze*ri*ne ka*ya, ma*ğa*ra*nın ağ*zın*dan ta*ma*men ka*yar ve dı*şa*rı çı*kar*lar (Bkz Bu*hâ*rî, Edeb, 5, En*bi*yâ, 53; Zi*kir, 100)
EN BÜYÜK VESÎLEMİZ…
Sâlih amellerle tevessül edilebildiği gibi, o amelleri tebliğ ve irşâdı vesîlesiyle öğrendiğimiz Rasûlullah r ile tevessül etmek de pek tabiî ki câiz ve hattâ elzemdir Zira O, Hak katında mahlûkatın en kıymetlisidir Allah Y, Efendimiz r’i, bütün amellerimizden de, mevcut her şeyden de daha çok sevmektedir
Beşeriyet, Rahmân’ın uç*suzbu*cak*sız af ve ke*rem ummânına, Rabbimizin, O “Var*lık Nû*runa duyduğu muhabbeti hürmetine mazhar olmuştur Nitekim ha*dîsi şe*rîfte şöyle buyrulur:
“Âdem u cen*net*ten çı*ka*rıl*ma*sı*na se*bep olan zel*le*yi iş*le*di*ğin*de, ha*tâ*sı*nı an*la*yıp; «–Yâ Rab*bî! Mu*ham*med hak*kı için Sen’den be*ni ba*ğış*la*ma*nı is*ti*yo*rum» de*di
Al*lah Te*âlâ; «–Ey Âdem! He*nüz ya*rat*ma*dı*ğım hâl*de Mu*ham*med’i sen ne*re*den bil*din?» bu*yur*du
Âdem u; «–Yâ Rab*bî! Sen be*ni ya*ra*tıp ba*na rû*hun*dan üf*le*di*ğin*de ba*şı*mı kal*dır*dım, Arş’ın sü*tun*la*rı üze*rin*de; “Lâ ilâ*he il*lâl*lâh, Mu*ham*me*dü’rRa*sû*lul*lâh cüm*le*si*nin ya*zı*lı ol*du*ğu*nu gör*düm Bil*dim ki Sen, Zât’ının is*mi*ne an*cak ya*ra*tıl*mış*la*rın en se*vim*li*si*ni izâ*fe eder*sin!» dedi
Bu*nun üze*ri*ne Allah Te*âlâ; «–Doğru söy*le*din ey Âdem! Ha*kî*ka*ten O, Ba*na gö*re mah*lû*kâ*tın en se*vim*li*si*dir O’nun hak*kı için Ba*na duâ et (Mâ*demki duâ et*tin), Ben de se*ni ba*ğış*la*dım Şâ*yet Mu*ham*med ol*ma*say*dı se*ni ya*rat*maz*dım!» bu*yur*du (Hâ*kim, Müs*ted*rek, II, 672)
İşte Efendimiz r’in Hak katındaki kıymeti o kadar yücedir ki, yaratılışın başlangıcı O’nun nûruyla olmuştur Hâlıkı Mutlak, Cenâbı Hak’tır; fakat yaratılışın sâikı, Hazreti Muhammed r’dir O olmasaydı, âlemler ıssız çöllere dönerdi Nerede bir güzellik varsa, O’ndan bir akis taşır, çünkü O’nun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır
Bunun içindir ki, O henüz dünyayı şereflendirmeden evvel, pek çok peygamber bile, duâlarında O’nu vesîle kılarak Allâh’a yönelmiştir İnsanlığın atası Âdem u, Rasûlullah r Efendimiz’i duâsına vesîle kıldı; ilâhî affa nâil oldu O yüce Rasûl, İbrahim u’ın sulbüne intikâl eyledi; ateş ona serin ve selâmet oldu O yüce inci, İsmail u’ın sedefine girince, bıçak onun boynunu kesmedi, nâmına göklerden kurbanlık koç indirildi
Velhâsıl, peygamberler dahî O’nun hürmetine ilâhî rahmetten istifâ*de etmişlerdir Hattâ Hazreti Mûsâ u, O’na tâbî olmanın bereketine erebilmek için O’nun ümmetinden olmayı dilemiştir1
Şu hâdise, ashâbın Efendimiz r ile tevessüllerine tipik bir misâldir:
Bir âmâ, Ra*sû*lul*lah r’e ge*le*rek gözündeki hastalıktan şikâyet etti Efen*di*miz r; sabretmesinin daha hayırlı olacağını tavsiye etti Âmâ ise:
“–Yâ Ra*sû*lâllah! Be*ni elim*den tu*tup gö*tü*re*cek kim*sem yok Bu hâl ba*na çok me*şak*kat ve*ri*yor Lüt*fen göz*le*ri*min açıl*ma*sı için duâ edi*niz! diye ısrar edince Efen*di*miz r şöy*le bu*yur*du:
“–Git ab*dest al, son*ra iki rekât na*maz kıl, ar*dın*dan da şöy*le duâ et:
«Al*lâh’ım! Rah*met Pey*gam*be*ri olan Ne*bîn Mu*ham*med’le (O’nun hür*me*ti*ne) Sen’in Zât’ın*dan di*li*yor ve Sa*na yö*ne*li*yo*rum Yâ Mu*ham*med! İh*ti*yacı*mın ve*ril*me*si için Sen’inle Rab*bi*me yö*ne*li*yo*rum! Al*lâh’ım! O’nu ba*na şefaatçı kıl!» (Tir*mi*zî, De*avât, 118; Ah*med bin Han*bel, Müs*ned, IV 138)
Hâ*kim’in ri*vâ*ye*tin*de, ay*rı*ca âmâ*nın gö*zü gö*rür bir hâl*de aya*ğa kalk*tı*ğı da ilâve edilmiştir (Bkz Hâ*kim, Müs*ted*rek, I, 707708)
Hâfız İbni Kesîr, Yemâme Savaşı’nda müslümanların parolasının:
“Yâ Muhammedâh: Ey Muhammed, bize yardım eyle! olduğunu söyler Hâlid bin Velid t, Yemâme savaşında düşmanı mübârezeye çağırdıktan sonra yüksek sesle müslümanların parolasını söyleyerek; “Yâ Muhammedâh! diye nidâ etmiştir Ayrıca o gün mübâreze için karşısına kim çıktıysa hepsine gâlip gelmiştir (Taberî, Târih, II, 513; İbni Kesîr, elBidâye, VI, 324)
Tabiî ki bu ifâdeden kastedilen; “Allâh’ım! Sana Sevgili Rasûlün Muhammed r vesîlesiyle yöneliyoruz, O’nun hürmetine bize nusret ve zafer lûtfeyle! niyâzıdır Târihte bunun pek çok misâli vardır Nitekim Çanakkale harbinde Binbaşı Lütfü Bey, pek müşkül bir vaziyetle karşılaşınca; “Yetiş yâ Muhammed! Kitabın elden gidiyor! diye feryâd etmiş ve Allâh’ın yardımıyla o bâdireden kurtulmuşlardır Bunun gibi nice tecellîler yaşanmıştır Nitekim Çanakkale Harbi’ndeki İngiliz kumandanı târihçi Hamilton da, bu hakîkati şöyle îtirâf etmiştir:
“Bizi Türkler’in maddî gücü değil, mânevî gücü mağlûb etmiştir Çünkü onların atacak barutu bile kalmamıştı Fakat biz, gökten inen güçleri müşâhede ettik!
KIRIK KALPLER HÜRMETİNE…
Hadîsi şerîfte buyrulur:
“İçinizde saçıbaşı dağınık, eski elbiseler içinde, garip görünümlü ve insanların îtibâr etmediği nice kimseler vardır ki, Allâh’a yemin etseler, Allah onların yeminlerini boşa çıkarmaz… Berâ bin Mâlik de onlardandır (Tirmizî, Menâkıb, 543854)
Yani böyle kimseler, Cenâbı Hakk’a karşı “naz ehlidirler Allah’tan bir şeyin vukû bulmasını ısrarla niyaz ve ümîd ederek bunu insanlara yeminle söyleseler, Allah Teâlâ onların yüzünü kara çıkarmaz
Nitekim Enes bin Mâlik’in kardeşi olan Berâ t’ın dünyaya ait bir dikili taşı bile yoktu Ölmeyecek miktarda bir azıkla yaşıyor, fakat fakirliği sabır ve tevekkülle karşılıyordu Berâ t, Hazreti Ömer zamanındaki harplerden birine katılmıştı Müslümanlar sayıca çok az olup zor durumda kalmışlardı Ordu kumandanı, Berâ t’tan müslümanların zaferi için yemin etmesini ısrarla taleb etti Bunun üzerine Hazreti Berâ:
“Ey Rabbim, onlara karşı zafer ihsân etmen ve beni Nebiyyi Ekrem Efendimiz’e kavuşturman için Sana yemin ediyorum! dedi
Hakîkaten ertesi gün zafer nasîb oldu ve Hazreti Berâ da şevkle arzuladığı şehâdet şerbetini içti (Hâkim, III, 3315274)
Ra*sû*lul*lah r Efen*di*miz bi*le, Al*lah’tan za*fer ve yar*dım ta*leb eder*ken mu*hâ*cir*le*rin fa*kir*le*ri ve*sî*le*siy*le ni*yaz*da bu*lu*nur2 ve şöy*le bu*yu*rur*du:
“Ba*na za*yıf*la*rı ça*ğı*rı*nız Çün*kü siz, an*cak za*yıf*la*rı*nız(ın duâ ve be*re*ke*ti) ile rı*zık*lan*dı*rı*lır ve yar*dım edi*lir*si*niz (Ebû Dâ*vud, Ci*hâd, 70)
Kı*rık ve mah*zun kalple*ri ve*sî*le edi*ne*rek rı*zâyı ilâ*hî*ye vâ*sıl ola*bil*mek sa*de*din*de Mâ*lik bin Di*nar’ın şu ri*vâ*ye*ti de ol*duk*ça mâ*ni*dar*dır:
“Mû*sâ u Ce*nâbı Hakk’a bir il*ti*câ*sın*da:
«–Yâ Rabbi! Se*n’i ne*re*de ara*ya*yım!» de*di
Al*lah Te*âlâ bu*yur*du ki:
«–Be*n’i, kal*bi kı*rık*la*rın ya*nın*da ara!» (Ebû Nu*aym, Hil*ye, II, 364)
SÂLİH KULLARLA TEVESSÜL…
Allâh’ın sâlih kulları, rahmet ve bereket vesîlesidirler İnsanları Allâh’a itaate dâvet eder, ümmetin selâmeti için duâ ederler Allah Teâlâ da dilerse bu sevdiği kulları hürmetine muhtemel tehlikeleri def eder, rahmet ve nusretini lûtfeder
Müfessir Bursevî; “…Allâh’a yaklaşmaya vesîle arayın… (elMâide, 35) âyeti hakkında der ki:
“Bu âyet, açık bir şekilde vesîle aramayı emretmektedir Bu, mutlaka gereklidir Allâh’a vuslat ancak onunla gerçekleşir Vesîleden maksat, hakîkat âlimleri ve mürşidi kâmillerdir (Bursevî, Rûhu’lBeyan, c IV, s 543)
Talebesine ders veren sâlih bir âlim, onun yetişmesi için bir vesîledir Mür*şid*i kâmiller de, âlimlerin zâ*hi*rî ilimlerde yap*tı*ğı reh*ber*li*ğe ben*zer bir va*zî*fe*yi, mâ*ne*vi*yat yol*la*rın*da îfâ eder*ler
Âlim*ler ve sâ*lih*le*rin, ku*lu Rab*bi*nin yo*lu*na tev*cîh et*me*le*ri, ruh*ban*lık mâ*hi*ye*tin*de bir fa*âli*yet de*ğil*dir O, bir ir*şad ve ikaz*dır Yü*rü*ne*cek yol*lar*da yol*cu*la*ra reh*ber*lik et*mek*ten ibâ*ret*tir Bu*na mu*kâ*bil hris*ti*yan*lık*ta ruh*ban*lık var*dır On*la*ra gö*re ruh*ban, Al*lah ile kul ara*sın*da za*rû*rî bir va*sı*ta du*ru*mun*da*dır İs*lâm ise bu*nu red*de*der Yani Al*lah ile kul ara*sın*da bir üçün*cü şa*hıs ta*sav*vur olu*na*maz Kul, Rab*bi*ne şah*sen ve doğ*ru*dan her an ilticâ edebilir Mü’min, yalnız Allâh’a ibâdet edip yalnız O’ndan yardım diler Nitekim âyeti kerîmede buyrulur:
???????? ???????? ?? ???????? ???????????
“(Rabbimiz!) Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnız Sen’den medet umarız (elFâtiha, 5)
Öte yandan, insanın en büyük ihtiyacı, dünya imtihanlarından selâmetle geçerek Hakk’a vâsıl olabilmektir Bu hususta insanların elinden tutup yol gösteren Hak dostları da Allâh’ın lûtfettiği vesîleler cümlesin*dendir Zira onların hem halk ile hem de Hak ile aynı anda münâsebetleri vardır Bu sebeple, halkı Hakk’a ulaştıran bir köprü hizmeti görürler
Önceleri bir hristiyan iken, Hazreti Mev*lâ*nâ ve Mes*ne*vî’si vesî*lesiy*le hi*dâ*yete eren rahmetli Farsça hocam Ya*man De*de’ye:
“–Siz, niçin Mev*lânâ ve Mes*nevî’sinden bu kadar çok bah*se*diyorsu*nuz? di*ye sorulduğunda:
“–Evlâdım, benim elimden Mevlânâ tuttu O beni Hazreti Peygamber’in kapısına götürerek hidâyetime vesîle oldu Beni ateşten kurtaran birisini bu kadar anmam az bile! derdi
TEVESSÜL ŞİRK DEĞİLDİR…
Allah Teâlâ, insanların birbirinden yardım istemesine izin vermiş ve biri kendisinden yardım istediğinde ona icâbet edip yardım edilmesini emretmiştir
Sahâbei kiram da, Rasûlullah r’den yardım ister, şefaat taleb eder, fakirlik, hastalık, borç gibi hâllerini arz eder, sıkıntıya düştüklerinde O’na koşarlardı Pek çok rivâyette nakledildiğine göre, bir kuraklık hâli zuhûr edince insanlar Allah Rasûlü’ne gelir, O’ndan Cenâbı Hakk’a duâ ederek yağmur taleb etmesini isterlerdi
Ashâbı kirâm, böyle yaparken şunu çok iyi biliyorlardı ki; Rasûlul*lah r, hayırlara ulaşmakta sadece bir vâsıta ve sebeptir Hakikî fâil, kâdiri mutlak, yalnız Cenâbı Hak’tır Fakat Rabbimizin, Habîbi’ne olan muhabbeti hürmetine, O’nun duâlarını daha çok kabul edeceğini umduklarından, bu yola tevessül ediyorlardı Sahâbe efendilerimiz, neyin “şirk neyin “tevhîd olduğunu da elbette bizden çok daha iyi bilen kimselerdi
Eğer bir mü’min, Allâh’ın vesîle edinilmesini emrettiği bir şeyi vesîle ediniyorsa, bu, o kişinin, vesîleyi emreden Allâh’a itaat için böyle yaptığını gösterir; hâşâ Allah’tan başkasını Rab tanıdığını değil!
Üstelik bir şeyi vesîle edinen kişi, Allah Teâlâ’nın o şeyi ya da kişiyi sevdiğine inandığı için onu vesîle edinmektedir Tevessül eden kişi, vesîle edindiği şeyleri, Allah Teâlâ gibi bizzat menfaat veya zarar verebilecek bir mevkîde görürse, bu o zaman şirk olur Tevessül eden kişi, kendisiyle te*vessül edilen zâtın, sadece Allâh’ın izniyle bir hayra sebep olabileceğini, bir kötülüğü de, ancak O’nun dilemesiyle defedebileceğini bilmelidir
Ce*nâbı Hak, bir şe*yin olmasını mu*râd et*ti*ği za*man ona “???? yani “Ol! der ve o iş ger*çek*le*şir Bu*na rağ*men Al*lah Te*âlâ ilâ*hî mu*râ*dı muk*te*zâ*sın*ca bâ*zı hâ*di*se*le*rin ta*sar*ru*fu*nu bir*ta*kım kul*la*rı*na tev*dî ey*le*miş*tir Tıp*kı dört bü*yük me*lek*te ol*du*ğu gi*bi:
Ceb*râ*il u, vah*yi pey*gam*ber*le*re bil*dir*mek*le; Mi*kâ*il u, ta*bi*at hâ*di*se*le*ri*ni sevk ve idâ*re et*mek*le; Az*râ*il u, ruhları kabzetmekle; İs*râ*fil u ise, Sûr’a üfle*mek*le va*zî*fe*len*di*ril*miştir
Ce*nâbı Hak, el*bet*te ki bu va*zî*fe*le*ri o me*lek*le*re ge*rek ol*mak*sı*zın da ger*çek*leş*ti*re*bi*lir Fa*kat Al*lah Te*âlâ, ilâ*hî irâ*de*siy*le on*la*ra böy*le bir va*zî*fe ve sa*lâ*hi*yet ver*miş*tir O gü*cü on*la*ra ve*ren Al*lah Te*âlâ’dır Bunun gibi, ehlullah da bâzen Cenâbı Hakk’ın murâdına âlet ve mâkes olurlar Kudreti ilâhî onlar vâsıtasıyla zuhûra gelir
Meselâ şifâ Allah’tandır Fakat Cenâbı Hak, doktoru, ilâcı vs şifâya vesîle kılmıştır Dolayısıyla şifâyı bu vesîlelere tevessül ile aramak gerekir Kulların şifâ için doktora mürâcaatı şirk sayılamaz Zira her mü’min bilir ki, şifâyı veren Allah’tır, doktor bir vâsıtadan ibârettir
Bununla birlikte bâ*zı kim*se*le*rin, sâ*lih*le*rin gı*yâbında ve*ya ka*bir*le*ri*ni zi*yâ*ret es*nâ*sın*da; “Ey fi*lân zât! Ba*na şi*fâ ver! Be*nim şu ih*ti*ya*cı*mı gi*der! gi*bi söz*ler*le doğ*ru*dan doğ*ru*ya ken*di*le*rin*den ta*lep*te bu*lun*ma*la*rı, son de*re*ce yan*lıştır ve şir*ke kapı aralar Şüp*he*siz bu tür ifâdeler için bir*ta*kım te’*vil*ler ya*pı*la*bi*lir*se de, gâ*yet has*sas olan tev*hîd akî*de*si*nin özü*nü ze*de*le*ye*n bu gibi câ*hi*lâ*ne söz ve tavırlardan şid*det*le sa*kı*nmak gerekir Zira tevhîd akîdesinin ortaklığa tahammülü yoktur İbadet ve sâlih amellere Allah’tan başkasını ortak etmek olan “riyâ bile “gizli şirk sayılıp şiddetle men edilirken, açık bir şirk tehlikesi arz eden bu tür davranışlardan kat’iyyetle sakınmak îcâb eder
Velhâsıl te*ves*sül, me*râ*mı*nı Ce*nâbı Hakk’ın sev*dik*le*ri hür*me*ti*ne O’na arz ede*rek du*âya mak*bû*li*yet ka*zan*dır*ma gay*re*ti*nden ibârettir Yok*sa Hak Te*âlâ’nın sâ*lih kul*la*rı*na kud*siy*yet at*fet*mek de*ğil*dir
Şunu aslâ unutmamak gerekir ki, peygamberler ve onların bildirdikleri dışında hiç kimsenin son nefeste îmanla gidebilme teminâtı yoktur Mü’min, bu endişe sebebiyle hayatını her nefes Kitap ve Sünneti yaşama gayreti içinde geçirmeli ve Yûsuf u’ın;
?????????? ????????? ?? ??????????? ???????????????
“…(Ey Rabbim!) Beni müslüman olarak vefat ettir ve beni sâlihler arasına kat! (Yûsuf, 101) niyâzını gönlünden ve dilinden düşürmemelidir Levhi Mahfûz’a bakıp onu okuyacak makâma erdikten sonra bile nefsine mağlûb olup ebedî hüsrâna uğrayan Bel’am bin Bâûrâ’nın3 hâlini hiçbir zaman unutmamalıdır Yani kul, hangi makamda olursa olsun, kendi âkıbetini bile tayinden âcizdir; dâimâ Rabbinin lûtfuna muhtaçtır
Rabbimizin bize lûtufta bulunmak için halkettiği sayısız vesîlelerden biri de, ilâhî af, rahmet ve mağfiretin âdeta tuğyân ettiği Ramazan ve bayram günleridir Bu vesîlelere ihlâs ve samîmiyetle tevessül etmek ve bu büyük fırsatları zâyî etmekten sakınmak, îman firâsetinin en tabiî bir gereğidir Zira bu nîmetleri ziyan etmek, O nîmetleri lûtfeden Rabbimize karşı bir nankörlüktür Bunun içindir ki Efendimiz r:
“…Cibrîl u bana göründü ve; «Ramazan’a erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi Ben de «Âmîn!» dedim buyurmuştur (Hâkim, IV, 1707256; Tirmizî, Deavât, 1003545)
İlâhî bir gufran vesîlesi olan bu mübârek ayı gaflete düşmeden geçirmek için bütün gayretimizi gösterelim ki, hüsrâna uğrayanlardan olmayalım
Yâ Rabbî! İbadetlerimizi, ameli sâlihlerimizi, hizmet ve gayret*lerimizi bütün kusurlarımızla birlikte kabûl buyur! Bütün bunları, rahmet ve mağfiretine vesîle eyle! Habîbi Ekrem r Efendimiz’in yüzü suyu hürmetine bizleri affeyle! Bizleri, sevdiğin kullarınla birlikte yaşat, sâlihlerle birlikte haşreyle!
Âmîn!
Dipnotlar: 1 Bkz Taberî, Câmiu’lBeyân an Te’vîli Âyi’lKur’ân, Beyrut 1995, IX, 8788 2 Bkz Bu*hâ*rî, Ci*hâd, 76; Ta*be*râ*nî, Mû*ce*mu’lKe*bîr, I, 292 3 Bkz, elA‘râf, 176
Gönlü îman muhabbetiyle dolu bir Hak âşığı da, kendisini Hakk’ın rızâsına ve yakınlığına kavuşturacak olan her vesîleye tevessül eder, yani büyük bir aşk ve şevkle sarılır Zira bunu bizzat Rabbimiz emretmektedir:
“Ey îmân eden*ler! Al*lah’tan kor*kun ve O’na yak*laş*maya ve*sî*le ara*yın! (elMâide, 35)
Şüphesiz ki en büyük ve*sî*leler; kulu yaratılış gâ*yesine ve Hakk’ın rızâsına ulaştıran vâsıtalardır Kur’ânı Kerîm, ibâdetler, sâlih ameller, esmâi hüsnâ, salevâtı şerîfe, mukaddes zaman ve mekânlar, peygamberler ve Hak dostları, bunların başında gelir Tevessül de Cenâbı Hakk’ın sevdiği bu hususları vesîle edinerek, Allâh’a bunlar hürmetine duâ etmektir Yani tevessül, Cenâbı Hakk’ın sevdikleri hürmetine O’nun rızâsını ve lûtfunu celbetme niyet ve arzusundan ibârettir
HAKK’A VUSLAT VESÎLELERİ…
Kulu Hakk’a vâsıl edecek vesîleler saymakla bitmez Rabbimiz, sonsuz rahmetinin eseri olarak biz kullarına lûtufta bulunmak için nice vesîleler ihsân etmektedir Bu vesîleler, insanlığı hak ve hakîkate sevk ederek Rabbimizin “cennet dâvetine elçilik yapmaktadır Nitekim;
– Hazreti Ömer’in îmanla şereflenmesine, kızkardeşi Fâtıma’nın evinde duyduğu Kur’ân âyetleri vesîle olmuştur
– Bişri Hafî Hazretleri’nin geçmişteki nefsânî haya*tın*dan kurtulup sırâtı müs*ta*kîme hidâyetine, yolda bulduğu bir kağıt parçası vesîle olmuştur ki, üzerinde “Allah lâfzı yazılı olduğu için onu nâdide bir mücevher gibi büyük bir nasip bilerek alıp temizlemiş ve hürmetle lâyık olduğu mûtenâ bir mevkiye kaldırmıştır
– Kadı Mahmud’un hakîkat iklîmine vâsıl olmasına, bir karıkocanın mânevî sırlarla dolu dâvâsı vesîle olmuştur Samimiyetle bu dâvânın peşine düşünce, kendisini Üftâde Hazretleri’nin kapısında bulmuş ve o kapıda, mârifetullah zirvelerine giden Hüdâyî yolunu keşfetmiştir
– Hazreti Mevlânâ’nın, gönül sultanlığına erişmesine, Şems adlı bir dervişin, aşk ve vecd âleminden bir pencere açması vesîle olmuştur
Bu gibi misalleri artırmak mümkündür Zira Hakk’a giden yollar, mahlûkâtın nefesleri adedince çoktur Mühim olan, Cenâbı Hak’tan gelen bu vesîlelerin farkına varıp onlardan lâyıkıyla istifâde edebilecek bir gönle sahip olmaktır Kulun gönlü hak ve hakîkate teşne ise, kendisini Allâh’a yaklaştıracak olan vesîleleri görmeyi Rabbimiz ona nasîb eder
Hak dostlarından Ebû’lHasan Harakânî Hazretleri şöyle buyurur:
“Bir kulun vesîle ederek Yüce Allâh’ı bulmaya çalıştığı hangi şey olursa olsun; onların en güzeli Kur’ânı Kerîm’dir Öyleyse, Yüce Allâh’ı Kur’ân yolundan aramalısınız (elHadâikü’lVerdiye, s 458)
Hakîkaten Kur’ân, bir ucu Allâh’ın kudret elinde, diğer ucu bizlere uzatılmış en sağlam iptir Bu ipi sımsıkı tutarak onu Hakk’ın yakınlığına ve ilâhî lûtuflara kavuşmaya vesîle edinmek gerekir
Duâların makbûl olması için tevessül edilebilecek hususlardan biri de salevâtı şerîfedir İs*lâ*mî an’ane*de duâ, ham*de*le ve sal*ve*ley*le baş*la*yıp yi*ne on*lar*la hitâma er*di*ri*lir Sal*ve*le, Pey*gam*ber Efendimiz r hak*kın*da Ce*nâbı Hakk’a bir duâ*dır ki, onun (sa*le*vâ*tın) red*de*dil*me*yip ka*bul edi*le*ce*ği yo*lun*da bir ka*na*at mev*cuttur Du*âla*rı*mı*zın ba*şı*nı ve so*nu*nu sa*lât ü se*lâm ile süs*le*mek de bu ger*çek*ten kay*nak*lan*mak*ta*dır Böy*le*ce ka*bû*lü mu*hak*kak olan iki du*ânın ara*sı*na ken*di du*âla*rı*mı*zı sı*kış*tır*mak, on*la*rın da kabûlü*nü sağ*la*mak dü*şün*ce*siy*le* yapılan bir tevessüldür
Du*ânın müs*te*câb ol*ma*sı*nı temin eden di*ğer bir vesîle de es*mâi ilâ*hiy*ye*dir Âyeti ke*rî*me*de buyrulur:
“En gü*zel isim*ler (es*mâi hüs*nâ) Al*lâh’a âit*tir O hâl*de bu isim*ler*le O’na duâ edin! (elA’râf, 180)
Ayrıca Peygamber Efendimiz r, Allah Teâlâ’dan yağmur dilediğin*de “İstiskâ Namazı kılmış, böylece duâsının kabûlü için nâfile namazla da tevessül etmiştir Nitekim Rabbimiz de; “Ey îmân edenler, namaz ve sabırla Allah’tan yardım isteyin! (elBakara, 153) buyurmaktadır
Sâ*lih amel*ler de hayırlara kavuşup sıkıntılardan kur*tu*lmaya bir ve*sî*le*dir Bu hususu îzah sadedinde; geç*miş üm*met*ler*den, yol*cu*lu*ğa çı*kan üç ar*ka*da*şın hâ*lini bil*di*ren bir hadîsi şerîf, hulâsaten şöyledir:
“Yol*cu*luk es*nâ*sın*da yağ*mu*ra ya*ka*la*nan üç ar*ka*daş, ge*ce*yi ge*çir*mek için bir ma*ğa*ra*ya gi*rer Der*ken dağ*dan bir ka*ya par*ça*sı dü*şer ve ma*ğa*ra*nın gi*ri*şi*ni ka*pa*tır Bu*nun üze*ri*ne on*lar:
«–Sâ*lih amel*le*ri*miz*le Al*lâh’a duâ et*mek*ten baş*ka çâ*re*miz yok*tur; bi*zi bu*ra*dan, Allah’tan baş*ka hiç kimse kur*ta*ra*maz» der*ler
On*lar*dan bi*ri*, ana ba*ba*sı*na olan ita*ati*ni ve*sî*le kı*lar Ka*ya bi*raz ye*rin*den oy*nar, fa*kat ma*ğa*ra*dan çı*kı*la*cak gi*bi de*ğil*dir
İkin*ci*si, Al*lah kor*ku*su*nu, ha*yâ ve if*fe*ti*ni ve*sî*le kı*lar Ka*ya bi*raz da*ha ara*la*nır, ama yi*ne çı*kı*la*cak gi*bi de*ğil*dir
Üçün*cü*sü de, kul hak*kı*na olan ri*âye*ti*ni ve*sî*le kı*la*rak Al*lâh’a yal*va*rır Bu*nun üze*ri*ne ka*ya, ma*ğa*ra*nın ağ*zın*dan ta*ma*men ka*yar ve dı*şa*rı çı*kar*lar (Bkz Bu*hâ*rî, Edeb, 5, En*bi*yâ, 53; Zi*kir, 100)
EN BÜYÜK VESÎLEMİZ…
Sâlih amellerle tevessül edilebildiği gibi, o amelleri tebliğ ve irşâdı vesîlesiyle öğrendiğimiz Rasûlullah r ile tevessül etmek de pek tabiî ki câiz ve hattâ elzemdir Zira O, Hak katında mahlûkatın en kıymetlisidir Allah Y, Efendimiz r’i, bütün amellerimizden de, mevcut her şeyden de daha çok sevmektedir
Beşeriyet, Rahmân’ın uç*suzbu*cak*sız af ve ke*rem ummânına, Rabbimizin, O “Var*lık Nû*runa duyduğu muhabbeti hürmetine mazhar olmuştur Nitekim ha*dîsi şe*rîfte şöyle buyrulur:
“Âdem u cen*net*ten çı*ka*rıl*ma*sı*na se*bep olan zel*le*yi iş*le*di*ğin*de, ha*tâ*sı*nı an*la*yıp; «–Yâ Rab*bî! Mu*ham*med hak*kı için Sen’den be*ni ba*ğış*la*ma*nı is*ti*yo*rum» de*di
Al*lah Te*âlâ; «–Ey Âdem! He*nüz ya*rat*ma*dı*ğım hâl*de Mu*ham*med’i sen ne*re*den bil*din?» bu*yur*du
Âdem u; «–Yâ Rab*bî! Sen be*ni ya*ra*tıp ba*na rû*hun*dan üf*le*di*ğin*de ba*şı*mı kal*dır*dım, Arş’ın sü*tun*la*rı üze*rin*de; “Lâ ilâ*he il*lâl*lâh, Mu*ham*me*dü’rRa*sû*lul*lâh cüm*le*si*nin ya*zı*lı ol*du*ğu*nu gör*düm Bil*dim ki Sen, Zât’ının is*mi*ne an*cak ya*ra*tıl*mış*la*rın en se*vim*li*si*ni izâ*fe eder*sin!» dedi
Bu*nun üze*ri*ne Allah Te*âlâ; «–Doğru söy*le*din ey Âdem! Ha*kî*ka*ten O, Ba*na gö*re mah*lû*kâ*tın en se*vim*li*si*dir O’nun hak*kı için Ba*na duâ et (Mâ*demki duâ et*tin), Ben de se*ni ba*ğış*la*dım Şâ*yet Mu*ham*med ol*ma*say*dı se*ni ya*rat*maz*dım!» bu*yur*du (Hâ*kim, Müs*ted*rek, II, 672)
İşte Efendimiz r’in Hak katındaki kıymeti o kadar yücedir ki, yaratılışın başlangıcı O’nun nûruyla olmuştur Hâlıkı Mutlak, Cenâbı Hak’tır; fakat yaratılışın sâikı, Hazreti Muhammed r’dir O olmasaydı, âlemler ıssız çöllere dönerdi Nerede bir güzellik varsa, O’ndan bir akis taşır, çünkü O’nun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır
Bunun içindir ki, O henüz dünyayı şereflendirmeden evvel, pek çok peygamber bile, duâlarında O’nu vesîle kılarak Allâh’a yönelmiştir İnsanlığın atası Âdem u, Rasûlullah r Efendimiz’i duâsına vesîle kıldı; ilâhî affa nâil oldu O yüce Rasûl, İbrahim u’ın sulbüne intikâl eyledi; ateş ona serin ve selâmet oldu O yüce inci, İsmail u’ın sedefine girince, bıçak onun boynunu kesmedi, nâmına göklerden kurbanlık koç indirildi
Velhâsıl, peygamberler dahî O’nun hürmetine ilâhî rahmetten istifâ*de etmişlerdir Hattâ Hazreti Mûsâ u, O’na tâbî olmanın bereketine erebilmek için O’nun ümmetinden olmayı dilemiştir1
Şu hâdise, ashâbın Efendimiz r ile tevessüllerine tipik bir misâldir:
Bir âmâ, Ra*sû*lul*lah r’e ge*le*rek gözündeki hastalıktan şikâyet etti Efen*di*miz r; sabretmesinin daha hayırlı olacağını tavsiye etti Âmâ ise:
“–Yâ Ra*sû*lâllah! Be*ni elim*den tu*tup gö*tü*re*cek kim*sem yok Bu hâl ba*na çok me*şak*kat ve*ri*yor Lüt*fen göz*le*ri*min açıl*ma*sı için duâ edi*niz! diye ısrar edince Efen*di*miz r şöy*le bu*yur*du:
“–Git ab*dest al, son*ra iki rekât na*maz kıl, ar*dın*dan da şöy*le duâ et:
«Al*lâh’ım! Rah*met Pey*gam*be*ri olan Ne*bîn Mu*ham*med’le (O’nun hür*me*ti*ne) Sen’in Zât’ın*dan di*li*yor ve Sa*na yö*ne*li*yo*rum Yâ Mu*ham*med! İh*ti*yacı*mın ve*ril*me*si için Sen’inle Rab*bi*me yö*ne*li*yo*rum! Al*lâh’ım! O’nu ba*na şefaatçı kıl!» (Tir*mi*zî, De*avât, 118; Ah*med bin Han*bel, Müs*ned, IV 138)
Hâ*kim’in ri*vâ*ye*tin*de, ay*rı*ca âmâ*nın gö*zü gö*rür bir hâl*de aya*ğa kalk*tı*ğı da ilâve edilmiştir (Bkz Hâ*kim, Müs*ted*rek, I, 707708)
Hâfız İbni Kesîr, Yemâme Savaşı’nda müslümanların parolasının:
“Yâ Muhammedâh: Ey Muhammed, bize yardım eyle! olduğunu söyler Hâlid bin Velid t, Yemâme savaşında düşmanı mübârezeye çağırdıktan sonra yüksek sesle müslümanların parolasını söyleyerek; “Yâ Muhammedâh! diye nidâ etmiştir Ayrıca o gün mübâreze için karşısına kim çıktıysa hepsine gâlip gelmiştir (Taberî, Târih, II, 513; İbni Kesîr, elBidâye, VI, 324)
Tabiî ki bu ifâdeden kastedilen; “Allâh’ım! Sana Sevgili Rasûlün Muhammed r vesîlesiyle yöneliyoruz, O’nun hürmetine bize nusret ve zafer lûtfeyle! niyâzıdır Târihte bunun pek çok misâli vardır Nitekim Çanakkale harbinde Binbaşı Lütfü Bey, pek müşkül bir vaziyetle karşılaşınca; “Yetiş yâ Muhammed! Kitabın elden gidiyor! diye feryâd etmiş ve Allâh’ın yardımıyla o bâdireden kurtulmuşlardır Bunun gibi nice tecellîler yaşanmıştır Nitekim Çanakkale Harbi’ndeki İngiliz kumandanı târihçi Hamilton da, bu hakîkati şöyle îtirâf etmiştir:
“Bizi Türkler’in maddî gücü değil, mânevî gücü mağlûb etmiştir Çünkü onların atacak barutu bile kalmamıştı Fakat biz, gökten inen güçleri müşâhede ettik!
KIRIK KALPLER HÜRMETİNE…
Hadîsi şerîfte buyrulur:
“İçinizde saçıbaşı dağınık, eski elbiseler içinde, garip görünümlü ve insanların îtibâr etmediği nice kimseler vardır ki, Allâh’a yemin etseler, Allah onların yeminlerini boşa çıkarmaz… Berâ bin Mâlik de onlardandır (Tirmizî, Menâkıb, 543854)
Yani böyle kimseler, Cenâbı Hakk’a karşı “naz ehlidirler Allah’tan bir şeyin vukû bulmasını ısrarla niyaz ve ümîd ederek bunu insanlara yeminle söyleseler, Allah Teâlâ onların yüzünü kara çıkarmaz
Nitekim Enes bin Mâlik’in kardeşi olan Berâ t’ın dünyaya ait bir dikili taşı bile yoktu Ölmeyecek miktarda bir azıkla yaşıyor, fakat fakirliği sabır ve tevekkülle karşılıyordu Berâ t, Hazreti Ömer zamanındaki harplerden birine katılmıştı Müslümanlar sayıca çok az olup zor durumda kalmışlardı Ordu kumandanı, Berâ t’tan müslümanların zaferi için yemin etmesini ısrarla taleb etti Bunun üzerine Hazreti Berâ:
“Ey Rabbim, onlara karşı zafer ihsân etmen ve beni Nebiyyi Ekrem Efendimiz’e kavuşturman için Sana yemin ediyorum! dedi
Hakîkaten ertesi gün zafer nasîb oldu ve Hazreti Berâ da şevkle arzuladığı şehâdet şerbetini içti (Hâkim, III, 3315274)
Ra*sû*lul*lah r Efen*di*miz bi*le, Al*lah’tan za*fer ve yar*dım ta*leb eder*ken mu*hâ*cir*le*rin fa*kir*le*ri ve*sî*le*siy*le ni*yaz*da bu*lu*nur2 ve şöy*le bu*yu*rur*du:
“Ba*na za*yıf*la*rı ça*ğı*rı*nız Çün*kü siz, an*cak za*yıf*la*rı*nız(ın duâ ve be*re*ke*ti) ile rı*zık*lan*dı*rı*lır ve yar*dım edi*lir*si*niz (Ebû Dâ*vud, Ci*hâd, 70)
Kı*rık ve mah*zun kalple*ri ve*sî*le edi*ne*rek rı*zâyı ilâ*hî*ye vâ*sıl ola*bil*mek sa*de*din*de Mâ*lik bin Di*nar’ın şu ri*vâ*ye*ti de ol*duk*ça mâ*ni*dar*dır:
“Mû*sâ u Ce*nâbı Hakk’a bir il*ti*câ*sın*da:
«–Yâ Rabbi! Se*n’i ne*re*de ara*ya*yım!» de*di
Al*lah Te*âlâ bu*yur*du ki:
«–Be*n’i, kal*bi kı*rık*la*rın ya*nın*da ara!» (Ebû Nu*aym, Hil*ye, II, 364)
SÂLİH KULLARLA TEVESSÜL…
Allâh’ın sâlih kulları, rahmet ve bereket vesîlesidirler İnsanları Allâh’a itaate dâvet eder, ümmetin selâmeti için duâ ederler Allah Teâlâ da dilerse bu sevdiği kulları hürmetine muhtemel tehlikeleri def eder, rahmet ve nusretini lûtfeder
Müfessir Bursevî; “…Allâh’a yaklaşmaya vesîle arayın… (elMâide, 35) âyeti hakkında der ki:
“Bu âyet, açık bir şekilde vesîle aramayı emretmektedir Bu, mutlaka gereklidir Allâh’a vuslat ancak onunla gerçekleşir Vesîleden maksat, hakîkat âlimleri ve mürşidi kâmillerdir (Bursevî, Rûhu’lBeyan, c IV, s 543)
Talebesine ders veren sâlih bir âlim, onun yetişmesi için bir vesîledir Mür*şid*i kâmiller de, âlimlerin zâ*hi*rî ilimlerde yap*tı*ğı reh*ber*li*ğe ben*zer bir va*zî*fe*yi, mâ*ne*vi*yat yol*la*rın*da îfâ eder*ler
Âlim*ler ve sâ*lih*le*rin, ku*lu Rab*bi*nin yo*lu*na tev*cîh et*me*le*ri, ruh*ban*lık mâ*hi*ye*tin*de bir fa*âli*yet de*ğil*dir O, bir ir*şad ve ikaz*dır Yü*rü*ne*cek yol*lar*da yol*cu*la*ra reh*ber*lik et*mek*ten ibâ*ret*tir Bu*na mu*kâ*bil hris*ti*yan*lık*ta ruh*ban*lık var*dır On*la*ra gö*re ruh*ban, Al*lah ile kul ara*sın*da za*rû*rî bir va*sı*ta du*ru*mun*da*dır İs*lâm ise bu*nu red*de*der Yani Al*lah ile kul ara*sın*da bir üçün*cü şa*hıs ta*sav*vur olu*na*maz Kul, Rab*bi*ne şah*sen ve doğ*ru*dan her an ilticâ edebilir Mü’min, yalnız Allâh’a ibâdet edip yalnız O’ndan yardım diler Nitekim âyeti kerîmede buyrulur:
???????? ???????? ?? ???????? ???????????
“(Rabbimiz!) Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnız Sen’den medet umarız (elFâtiha, 5)
Öte yandan, insanın en büyük ihtiyacı, dünya imtihanlarından selâmetle geçerek Hakk’a vâsıl olabilmektir Bu hususta insanların elinden tutup yol gösteren Hak dostları da Allâh’ın lûtfettiği vesîleler cümlesin*dendir Zira onların hem halk ile hem de Hak ile aynı anda münâsebetleri vardır Bu sebeple, halkı Hakk’a ulaştıran bir köprü hizmeti görürler
Önceleri bir hristiyan iken, Hazreti Mev*lâ*nâ ve Mes*ne*vî’si vesî*lesiy*le hi*dâ*yete eren rahmetli Farsça hocam Ya*man De*de’ye:
“–Siz, niçin Mev*lânâ ve Mes*nevî’sinden bu kadar çok bah*se*diyorsu*nuz? di*ye sorulduğunda:
“–Evlâdım, benim elimden Mevlânâ tuttu O beni Hazreti Peygamber’in kapısına götürerek hidâyetime vesîle oldu Beni ateşten kurtaran birisini bu kadar anmam az bile! derdi
TEVESSÜL ŞİRK DEĞİLDİR…
Allah Teâlâ, insanların birbirinden yardım istemesine izin vermiş ve biri kendisinden yardım istediğinde ona icâbet edip yardım edilmesini emretmiştir
Sahâbei kiram da, Rasûlullah r’den yardım ister, şefaat taleb eder, fakirlik, hastalık, borç gibi hâllerini arz eder, sıkıntıya düştüklerinde O’na koşarlardı Pek çok rivâyette nakledildiğine göre, bir kuraklık hâli zuhûr edince insanlar Allah Rasûlü’ne gelir, O’ndan Cenâbı Hakk’a duâ ederek yağmur taleb etmesini isterlerdi
Ashâbı kirâm, böyle yaparken şunu çok iyi biliyorlardı ki; Rasûlul*lah r, hayırlara ulaşmakta sadece bir vâsıta ve sebeptir Hakikî fâil, kâdiri mutlak, yalnız Cenâbı Hak’tır Fakat Rabbimizin, Habîbi’ne olan muhabbeti hürmetine, O’nun duâlarını daha çok kabul edeceğini umduklarından, bu yola tevessül ediyorlardı Sahâbe efendilerimiz, neyin “şirk neyin “tevhîd olduğunu da elbette bizden çok daha iyi bilen kimselerdi
Eğer bir mü’min, Allâh’ın vesîle edinilmesini emrettiği bir şeyi vesîle ediniyorsa, bu, o kişinin, vesîleyi emreden Allâh’a itaat için böyle yaptığını gösterir; hâşâ Allah’tan başkasını Rab tanıdığını değil!
Üstelik bir şeyi vesîle edinen kişi, Allah Teâlâ’nın o şeyi ya da kişiyi sevdiğine inandığı için onu vesîle edinmektedir Tevessül eden kişi, vesîle edindiği şeyleri, Allah Teâlâ gibi bizzat menfaat veya zarar verebilecek bir mevkîde görürse, bu o zaman şirk olur Tevessül eden kişi, kendisiyle te*vessül edilen zâtın, sadece Allâh’ın izniyle bir hayra sebep olabileceğini, bir kötülüğü de, ancak O’nun dilemesiyle defedebileceğini bilmelidir
Ce*nâbı Hak, bir şe*yin olmasını mu*râd et*ti*ği za*man ona “???? yani “Ol! der ve o iş ger*çek*le*şir Bu*na rağ*men Al*lah Te*âlâ ilâ*hî mu*râ*dı muk*te*zâ*sın*ca bâ*zı hâ*di*se*le*rin ta*sar*ru*fu*nu bir*ta*kım kul*la*rı*na tev*dî ey*le*miş*tir Tıp*kı dört bü*yük me*lek*te ol*du*ğu gi*bi:
Ceb*râ*il u, vah*yi pey*gam*ber*le*re bil*dir*mek*le; Mi*kâ*il u, ta*bi*at hâ*di*se*le*ri*ni sevk ve idâ*re et*mek*le; Az*râ*il u, ruhları kabzetmekle; İs*râ*fil u ise, Sûr’a üfle*mek*le va*zî*fe*len*di*ril*miştir
Ce*nâbı Hak, el*bet*te ki bu va*zî*fe*le*ri o me*lek*le*re ge*rek ol*mak*sı*zın da ger*çek*leş*ti*re*bi*lir Fa*kat Al*lah Te*âlâ, ilâ*hî irâ*de*siy*le on*la*ra böy*le bir va*zî*fe ve sa*lâ*hi*yet ver*miş*tir O gü*cü on*la*ra ve*ren Al*lah Te*âlâ’dır Bunun gibi, ehlullah da bâzen Cenâbı Hakk’ın murâdına âlet ve mâkes olurlar Kudreti ilâhî onlar vâsıtasıyla zuhûra gelir
Meselâ şifâ Allah’tandır Fakat Cenâbı Hak, doktoru, ilâcı vs şifâya vesîle kılmıştır Dolayısıyla şifâyı bu vesîlelere tevessül ile aramak gerekir Kulların şifâ için doktora mürâcaatı şirk sayılamaz Zira her mü’min bilir ki, şifâyı veren Allah’tır, doktor bir vâsıtadan ibârettir
Bununla birlikte bâ*zı kim*se*le*rin, sâ*lih*le*rin gı*yâbında ve*ya ka*bir*le*ri*ni zi*yâ*ret es*nâ*sın*da; “Ey fi*lân zât! Ba*na şi*fâ ver! Be*nim şu ih*ti*ya*cı*mı gi*der! gi*bi söz*ler*le doğ*ru*dan doğ*ru*ya ken*di*le*rin*den ta*lep*te bu*lun*ma*la*rı, son de*re*ce yan*lıştır ve şir*ke kapı aralar Şüp*he*siz bu tür ifâdeler için bir*ta*kım te’*vil*ler ya*pı*la*bi*lir*se de, gâ*yet has*sas olan tev*hîd akî*de*si*nin özü*nü ze*de*le*ye*n bu gibi câ*hi*lâ*ne söz ve tavırlardan şid*det*le sa*kı*nmak gerekir Zira tevhîd akîdesinin ortaklığa tahammülü yoktur İbadet ve sâlih amellere Allah’tan başkasını ortak etmek olan “riyâ bile “gizli şirk sayılıp şiddetle men edilirken, açık bir şirk tehlikesi arz eden bu tür davranışlardan kat’iyyetle sakınmak îcâb eder
Velhâsıl te*ves*sül, me*râ*mı*nı Ce*nâbı Hakk’ın sev*dik*le*ri hür*me*ti*ne O’na arz ede*rek du*âya mak*bû*li*yet ka*zan*dır*ma gay*re*ti*nden ibârettir Yok*sa Hak Te*âlâ’nın sâ*lih kul*la*rı*na kud*siy*yet at*fet*mek de*ğil*dir
Şunu aslâ unutmamak gerekir ki, peygamberler ve onların bildirdikleri dışında hiç kimsenin son nefeste îmanla gidebilme teminâtı yoktur Mü’min, bu endişe sebebiyle hayatını her nefes Kitap ve Sünneti yaşama gayreti içinde geçirmeli ve Yûsuf u’ın;
?????????? ????????? ?? ??????????? ???????????????
“…(Ey Rabbim!) Beni müslüman olarak vefat ettir ve beni sâlihler arasına kat! (Yûsuf, 101) niyâzını gönlünden ve dilinden düşürmemelidir Levhi Mahfûz’a bakıp onu okuyacak makâma erdikten sonra bile nefsine mağlûb olup ebedî hüsrâna uğrayan Bel’am bin Bâûrâ’nın3 hâlini hiçbir zaman unutmamalıdır Yani kul, hangi makamda olursa olsun, kendi âkıbetini bile tayinden âcizdir; dâimâ Rabbinin lûtfuna muhtaçtır
Rabbimizin bize lûtufta bulunmak için halkettiği sayısız vesîlelerden biri de, ilâhî af, rahmet ve mağfiretin âdeta tuğyân ettiği Ramazan ve bayram günleridir Bu vesîlelere ihlâs ve samîmiyetle tevessül etmek ve bu büyük fırsatları zâyî etmekten sakınmak, îman firâsetinin en tabiî bir gereğidir Zira bu nîmetleri ziyan etmek, O nîmetleri lûtfeden Rabbimize karşı bir nankörlüktür Bunun içindir ki Efendimiz r:
“…Cibrîl u bana göründü ve; «Ramazan’a erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi Ben de «Âmîn!» dedim buyurmuştur (Hâkim, IV, 1707256; Tirmizî, Deavât, 1003545)
İlâhî bir gufran vesîlesi olan bu mübârek ayı gaflete düşmeden geçirmek için bütün gayretimizi gösterelim ki, hüsrâna uğrayanlardan olmayalım
Yâ Rabbî! İbadetlerimizi, ameli sâlihlerimizi, hizmet ve gayret*lerimizi bütün kusurlarımızla birlikte kabûl buyur! Bütün bunları, rahmet ve mağfiretine vesîle eyle! Habîbi Ekrem r Efendimiz’in yüzü suyu hürmetine bizleri affeyle! Bizleri, sevdiğin kullarınla birlikte yaşat, sâlihlerle birlikte haşreyle!
Âmîn!
Dipnotlar: 1 Bkz Taberî, Câmiu’lBeyân an Te’vîli Âyi’lKur’ân, Beyrut 1995, IX, 8788 2 Bkz Bu*hâ*rî, Ci*hâd, 76; Ta*be*râ*nî, Mû*ce*mu’lKe*bîr, I, 292 3 Bkz, elA‘râf, 176