iltasyazilim
FD Üye
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından İNFAK ÂDÂBI
Tasavvufun özüne ve gâyesine nazar ettiğimizde; onun rûhânî inkişafta esas vâsıtasının muhabbet, bu terakkîdeki zirvesinin de âdâbyâni edepler olduğunu görürüz Bu itibarla mü'min, gönlünün merkezini Allah ve Rasûlü'ne tahsis edebildiği nisbette ilâhî vuslata nâiliyet yolundadır Bunun en büyük alâmeti de, nebevî ahlâk ile ahlâklanmaktır
Nebevî ahlâkın özünü, yüksek bir edep duygusu oluşturur Nitekim sahâbei kirâmın ifâdesine göre Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm, örtüsüne bürünmüş bâkire bir genç kızdan daha fazla hayâ sâhibi idi Yine O, sahip olduğu edebi ifâde sadedinde; Beni Rabbim edeplendirdi ve edebimi de güzel kıldıbuyurmuştur (Süyûtî, elCâmiu'sSağîr, I, 12)
İnsanlığın zirve noktadaki fazîletini ifâde eden edephakkında Hazreti Mevlânâ da şöyle der:
Eğer şeytanın başını ezmek istersen, gözünü aç ve gör; şeytanı kahreden edeptir İnsanoğlunda edep bulunmazsa, o gerçekte insan değildir
Aklım, kalbime; «Îman nedir?» diye sordu Kalbim ise aklımın kulağına eğilerek; «Îman edepten ibârettir» dedi
Bu itibarla evvelce tekke ve dergâhların en mühim îkaz levhalarından birisi de; «» (Edeb yâ Hû!) idi Bu ifâde, edebe riâyete çağıran bir îkaz olduğu gibi, aynı zamanda Yâ ilâhî! Edep lutfeyle!mânâsında bir niyazdır
Îmânın özü olan edep duygusu, mü'minin hayatının her safhasını kuşatan bir haslettir Bilhassa da ibâdet ve muâmelât hayatını Cenâbı Hak biz kullarını, yalnızca kendisine ibâdet etmemiz için yarattığını beyan buyurmuştur Bu bakımdan ibâdetler ve muâmelât, Hakk'a kulluğumuzun âdeta can damarı mesâbesindedir Yâni ibâdetsiz ve muâmelâtsız bir kulluk hayatı düşünülemez
Bununla birlikte, Hakk'a kulluk vecîbelerinin edâ edilmesi kadar, hangi keyfiyette edâ edildikleri de son derece mühimdir Zîrâ ibâdet ve muâmelâtta edebe riâyet, Hakk'ın rızâ ve muhabbetine vuslatın yegâne şartıdır Bu sebepledir ki usûlerkân ve âdâbına uymadan, mecbûriyet savma kabîlinden yapılan gâfilâne ibâdetlerin ecri zâyî olur, sahibine sadece faydasız bir yorgunluk kalır Nitekim hadîsi şerîfte buyrulur:
Nice oruç tutanlar vardır ki, oruçlarından kendilerine kalan, kuru bir açlıktan başka bir şey değildir! Geceleri nice namaz kılanlar olur ki, namazlarından kendilerine kalan, yalnız uykusuzluktur(İbni Mâce, Sıyâm, 21)
Dînimizin direği olan namazın pek çok rükûnları ve huşû şartı bulunduğu gibi, zekât ve sadakaların infâk edilişinde de bâzı edep kâidelerine titizlikle riâyet etmek gerekir Aksi hâlde nasıl ki namazı gâfilâne kılanlar hakkında; Yazıklar olsun o namaz kılanlara! (elMâûn, 4) şeklinde sert bir ilâhî itâb vâkî olmuşsa, infak ibâdetinde yanlış bir tavır sergilemek de, kulu aynı kötü âkıbete dûçâr eder
İNFAK ve SADAKALARINIZI BOŞA ÇIKARMAYIN!
İnfakta gözetmemiz gereken edebi Rabbimiz şöyle bildiriyor:
Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, işte onların Allah katında mükâfatları vardır Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır
Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden ezâ gelen bir sadakadan daha hayırlıdır Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, hilim sâhibidir
Ey îmân edenler! Allâh'a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız infak ve sadakalarınızı boşa çıkarmayın!(elBakara, 262264)
Âyeti kerîmelerde Rabbimiz, hayır ve hasenatta riâyet etmemiz gereken edebi açıkça bildirmektedir Yâni kalp kırarak, muhtâcı hor görerek, mihnet vererek ve başa kakarak yapılan bir hayrın Allah katında hiçbir değeri kalmaz Böylesine kaba ve duygusuz bir kalb ile infâk edenler, verdiklerinin ecrini kendi elleriyle imhâ etmiş olurlar!
İnfak, ikram ve ihsânı başa kakmak, sadece yapılan hayrın boşa gitmesiyle kalmaz, Allâh'ın gazabını da celbeder Nitekim Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem bir defâsında arka arkaya tam üç kez:
Üç kişi vardır ki, kıyâmet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır Onlar için acı bir azap vardırbuyurdular Ebû Zer radıyallâhu anh:
Adları batsın, umduklarına ermesinler ve hüsrâna uğrasınlar! Kimlerdir bunlar yâ Rasûlallâh?diye sordu Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm:
Elbisesini (kibir ve gururundan dolayı kurula kurula) sürüyen, yalan yeminle malını pazarlayan veverdiğini başa kakan!buyurdular (Müslim, Îman, 171)
Görüldüğü üzere, ardından başa kakma ve mihnet gelen riyâkârca infaklar, kulu sevap yerine azâba dûçâr eden ağır cürümlerdendir Çünkü kalpler, nazargâhı ilâhîdir İncitilmeye gelmez
Üstelik zekât ve sadakalar, zenginlerin servetlerinde ilâhî emirle belirlenmiş, muhtâcın en tabiî hakkıdır O hakkı çıkarıp fukarâya vermek bir lutuf değil, sadece hakkın teslim edilmesidir Dünyâ serveti, ilâhî bir emânettir Bunu unutarak, Allâh'ın nîmetlerinin, O'nun bir kuluna ulaşmasına vâsıta olmaktan dolayı nefsine pay çıkarıp da muhtâca mihnet veren riyâkârca hâl ve tavırlar içine girmek; gaflet, hamlık ve nâdanlıktır
O hâlde infakta kibirlenmemek, fakiri hor görmemek, bilâkis kendini fakirin yerine koyup, birgün kendisinin de onun durumuna düşebileceğini tefekkür etmek îcâb ederZîrâ zenginlik veya fakirlik biraz cehd işiyse de daha çok baht işidir Allah zengini fakir, fakiri de zengin kılabilir Bunlar Hak katında bir üstünlük veya alçaklık ölçüsü değildir Her ikisi de yalnızca bu âlemdeki bir imtihan şeklidir Üstünlük yalnızca takvâdadır O hâlde infâk etmekten dolayı fakire karşı gururlanmak, dünyâ hayâtındaki imtihan sırrından da gâfil olmaktır Şeyh Sâdî, Bostan adlı eserinde der ki:
Birisine iyilik ettiğin zaman; «Ben efendiyim, beyim; o bana muhtaçtır!» diye büyüklenme! Zaman, o muhtaç kimseyi vurmuş deme! Zîrâ vuran kılıç henüz kınına girmemiştir; mümkündür ki o kılıç birgün seni de biçer
Varlıklı kimseler, kendilerini fukarânın yerine koymayı bilmeli ve; Rabbimiz bizi onların durumunda, onları da bizim durumumuzda yaratabilirdi Mâdem bize imkân bahşedip onları muhtaç kıldı, demek ki onları bize emânet etti, zayıfları güçlülere zimmetledi, bizi onlardan mes'ul kıldı ve bize bahşettiği nîmetlerin şükrânesi olarak onlara infak etmemizi emrettidiye düşünmelidirler
Yine Şeyh Sâdî'nin aynı eserindeki şu nasihatleri de pek mânidardır:
Kapına bir garip gelirse, eli boş gönderme Allah göstermesin belki bir gün sen de garip olur, kapıları dolaşırsın
Gönlü yaralı olanların hatırlarını sor, onlara bak Belki bir gün sen de o vaziyete düşersin
Sen ki bir şey istemek için kimsenin kapısına gitmiyorsun, buna şükrâne olarak, kapına gelen yoksulu kovma, ona surat asma, onu tebessümle karşıla
Nitekim âyeti kerîmede buyrulur:
Seni fakir bulup zengin etmedi mi? Öyleyse yetimi sakın ezme El açıp isteyeni de sakın azarlama Ve Rabbinin nîmetini minnet ve şükranla an(edDuhâ, 811)
Muhtâca nezâketle muâmelenin en mühim kısmı olan başa kakmamak, ezâ vermemek ve kibirlenmemek için, bir hayrı yaptıktan sonra onu hemen unutuvermek îcâb eder Lokman Hakîm ne güzel buyurur:
İki şeyi unutma: Allah Teâlâ'yı ve ölümü
İki şeyi de unut: Başkasına yaptığın iyiliği ve başkasının sana yaptığı kötülüğü
Gerçek mânâda infâk ehli bir kul olabilmek; her iki dünyâda da huzur bahşeden çok kıymetli bir nîmettir Bu ibâdeti lâyıkıyla îfâ edebilenler, Rabbimizin de müjdelediği üzere, kıyâmetin o dehşetli hengâmesinde korkudan ve kederden sâlim kalacaklardır Bunun içindir ki merhameti sonsuz olan Rabbimiz, yüzlerce âyeti kerîme ile; ümmetinin üzerine şefkatle titreyen Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm da, sayısız hadîsi şerîfleriyle bizleri infâkın huzur ve saâdetine ermeye teşvik etmektedir
Cenâbı Hak, kıymeti tam olarak âhirette anlaşılabilecek muazzam bir nîmet olan infâkın, bâzı nâdan davranışlar sebebiyle zâyî edilmemesi için, biz kullarını, infak ve sadakalarınızı boşa çıkarmayın âyetiyle îkaz buyurmuştur
Mü'min, sehâvet sahibi insandır Hakîkî sehâvet ise, gözünü kırpmadan, eli titremeden, yağan yağmurlar kadar tabiî bir rahatlıkla, cân u gönülden infâk edebilmektir Yâni hayırhasenât, tıpkı çiçeklerin güzel kokularını etraflarına cömertçe ikrâm etmeleri gibi tabiî ve külfetsiz bir şekilde yapılmalı ki, Hak katında bir kıymet ifâde etsin! Ancak böyle bir infak, Cenâbı Hakk'a vâsıl olan infaktır Nitekim âyeti kerîmede Sadakaları Allah alır (etTevbe, 104) buyrulmaktadır
Hak dostu Mevlânâ Hazretleri, böylesine nâzik bir hâleti rûhiye ile yapılan infâkın bereketini ne güzel ifâde buyurur:
Sen varlığını, malını ve mülkünü güzelce infâk et de, bir gönül al! Ki o gönlün duâsı, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin, nûr olsun!
O hâlde infâk ederken, nasıl ki malımızı veya imkânlarımızı muhtaçtan esirgemiyorsak, bir tebessümü, azıcık bir nezâketi de esirgememek îcâb eder
Hak dostu Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri, bir muhtaç gördüklerinde, şâyet arabada iseler otomobili durdurur, kapıyı açar, muhtâca doğru birkaç adım yürür, vereceği sadakayı tebessüm ve nezâketiyle daha da güzelleştirerek teslim ederdi
TEŞEKKÜR EDÂSIYLA İNFÂK ETMEK
İslâmî edep ve nezâket, infâk edebilmeyi, nîmet telâkkî etmeyi gerektirir Ayrıca veren, alana teşekkür hissiyâtı içinde olmalıdır Çünkü onu mes'ûliyetten kurtarıp ecir kazanmasına vesîle olmaktadır Âyeti kerîmede buyrulur:
Hayır olarak harcadıklarınız, kendi iyiliğiniz içindir Yapacağınız hayırları ancak Allâh'ın rızâsını kazanmak için yapmalısınız Hayır olarak verdiğiniz ne varsa, karşılığı size tam olarak ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız(elBakara, 272)
Demek ki, yapılan iyiliğin asıl bereketini, bizzat o hayrı işleyen görecektir Hem de eksiksiz olarak ve ihlâsı nisbetinde kat kat fazlasıyla Yâni infak, zâhiren alan kişi için faydalı gibi görünse de hakîkatte verene faydalıdır Bu yüzden, veren, alana minnet yüklemek yerine, bilâkis minnet duymalıdır Şa'bî der ki:
Fakirin sadakaya ihtiyâcından fazla, kendisinin sadaka sevâbına muhtaç olduğunu düşünmeyen zengin, sadakasını iptal etmiş ve ecrini kaybetmiştir
Yâni infak ettiğimizde, muhâtabımızdan çok kendi gönlümüzü kontrol ederek gerçek sehâvete nâil olabilirsek ne mutlu bizlere!
Başa kakmak sûretiyle, ezâ vererek veya dünyevî bir menfaat beklentisiyle iyilik eden çoktur Ancak infâkı ve muhtâcı nîmet bilenler, pek azdır İnfak edebilme fırsatını tanıdığı için kul, Rabbine şükretmeli, buna vesîle olduğu için de muhtâca minnettar kalmalıdır
Şeyh Sâdî'nin, infâkı nîmet bilme husûsundaki şu nasihati çok hikmetlidir:
Seni hayır işlemeye muvaffak kıldığı için Allâh'a şükret Zîrâ Hak Teâlâ seni lutuf ve ihsânıyla boş bırakmadı Pâdişâha hizmet eden, ona minnet yükleyemez Seni istihdâm ettiği için sen ona minnettâr ol
Muhterem pederim Mûsâ Efendi rahmetullâhi aleyh'in infak hâli bu hususta örnek alınacak edep ölçüleri ihtivâ etmekteydi O, infâkını o kadar güzel bir İslâmî üslûp, nezâket ve zarâfet içinde yapardı ki, kime ne kadar verecekse onu güzel bir zarfın içine koyar ve üzerine de hürmetkâr bir hitaptan sonra:
İkrâmımızı kabul ettiğiniz için teşekkür ederizdiye yazardı Yâni Cenâbı Hakk'ın rızâsına vesîle olduğu için muhâtabına karşı samîmî bir gönül teşekkürü içinde olur, muhâtabını da mihnet altında bırakmamaya titizlik gösterirdi
Hazreti Mevlânâ, hikmet dolu beyitlerinde buyurur ki:
Yoksul kişi cömertlerin aynasıdır Sakın aynaya karşı gönül kırıcı sözler söyleyerek onu buğulandırma
Yoksul kişi nasıl cömertlik ve iyiliğe muhtaç ise, cömertlik ve iyilik de yoksul kişiye muhtaçtır Güzeller, güzelliklerini seyretmek için nasıl tozsuz, passız, parlak bir ayna ararlarsa, cömertlik de yoksulları, zayıfları öylece aramaktadır
Allâh'ın cömertlik tecellîsinin tezâhürü, fakirlerdir O fakirler ki kerem sâhiplerine mürâcaat ederler Dertlerini onlara açarlar Böylece hamiyetli zenginler için saâdet yollarını hazırlarlar
Bu sebeple muhtâcın bize gelip de ihtiyacını arz etmesini, Hakk'ın bize bir lutfu olarak telâkkî etmek ve bunu Hakk'a kulluk şerefi bilmek gerekir Hazreti Ali radıyallâhu anh'ın şu ifâdeleri, bu hakîkati ne güzel îzah eder:
İki nîmet vardır ki beni hangisinin daha çok sevindirdiğini bilmiyorum Birincisi; bir adamın, ihtiyâcını karşılayacağımı umarak bana gelmesi ve bütün samîmiyetiyle benden yardım istemesidir İkincisi de, Allah Teâlâ'nın, o kimsenin arzusunu benim vâsıtamla yerine getirmesi, yâhut kolaylaştırmasıdır Bir müslümanın sıkıntısını gidermeyi, dünyâ dolusu altın ve gümüşe sâhip olmaya tercih ederim(Ali elMüttakî, Kenzü'lUmmâl, VI, 59817049)
İnfakta bulunanların gururlanmaları, teşekkür ve minnettarlık beklemeleri, hayırlarının bütün ecir ve bereketini silip süpürür İnfâk eden, rızâyı ilâhînin dışında bir maksat taşımamalı, karşılığını tamamen Hak Teâlâ'dan beklemelidir Muhtaçtan duâ ve teşekkür beklemenin dahî ihlâsı gölgeleyen bir durum olduğunu hatırından çıkarmamalıdır
Hazreti Ali ve Hazreti Fâtıma radıyallâhu anhümâ'nın yaptıkları infâka, Allah Teâlâ tarafından gelen takdîr âyeti, bu meyanda bütün infâk ehli mü'minlere örnek olmalıdır:
Onlar, kendi canları da çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler de onlara: «Bunu size Allah rızâsı için yediriyoruz Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz Biz Rabbimizin sert ve belâlı bir gününden korkuyoruz» derler Allah da onları o günün fenâlığından korur Onlar(ın yüzlerin)e parlaklık ve (gönüllerine) sevinç verir (elİnsan, 811)
Sadakayı hasbeten lillâhyâni sırf Allah rızâsı içinvermek ve ecri azalmasın diye teşekkür bile beklememek hassâsiyetine dâir ümmetin annelerinin şu hâli de ne güzel bir misaldir:
Hazreti Âişe ve Ümmü Seleme vâlidelerimiz, fakirlere bir şey gönderdikleri vakit, götürene, fakirin ne gibi duâ ettiğini ezberlemesini tembih ederler ve kendileri de o fakir için aynı şekilde duâ ederlerdi Böylece duâmız onun duâsına karşılık olsun, derlerdi Sadakaya karşılık olur diye fakirlerden duâ bile beklemezlerdi Çünkü duâ, sadakaya karşılık gibi olur (İhyâ, I, 601)
BİRR'E NÂİLİYYET YOLU
Rabbimiz âyeti kerîmede:
Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça «birr»e (hayrın kemâl noktasına) eremezsiniz (Âli İmrân, 92) buyurarak, kendisine yakınlık kazanma husûsunda yüksek bir kulluk hedefi gösterir
Sevdiklerinden infâk edebilmek infakta en çok dikkat edilmesi gereken edeplerden biridir Zîrâ bu hassâsiyet, kulun Rabbine olan îman muhabbetinin de seviyesini gösterir
O hâlde bizler de, sahip olduklarımız içinde en çok hoşumuza giden, bize verildiği takdirde hoşnut kalacağımız şeylerin neler olduğunu güzelce muhâsebe edip infâkımıza onunla seviye kazandırmaya gayret göstermeliyiz Böylece hayrın kemâline giden yolda mesâfe almalıyız Kendimizi fakirin yerine koyup, kendimize nasıl infâk edilmesini isteyeceğimizi düşünerek ona göre tasadduk etmeliyiz Zîrâ âyeti kerîmede buyrulur:
Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır(elBakara, 267)
Kişi, kendine verildiğinde gönül huzûruyla alamayacağı kalitesiz ve bayağı şeyleri fakirlere vermek sûretiyle infâk ettiğini zannetmemelidir Muhtâcı, elimizin ucuyla verdiğimiz eski elbise, bayat yiyecek ve sembolik bağışlarla anlık olarak sevindirmek ve daha sonra onu muhtaçlığın ve mahrûmiyetin sıkıntılarıyla baş başa bırakmak, gerçek mânâda infâk etmek sayılmaz
Mü'min, kerem sahibi insandır Gerçek kerem ise; infâkı, basit ve asgarî miktarlara indirmek değil, bilâkis bir problemi çözecek, sadra şifâ olacak, kıymetli, faydalı ve sevdiğimiz şeylerden infâk edebilmek demektir
BİRR ve TAKVÂDA YARDIMLAŞIN!
İnfaktan maksat, muhtacı bütünüyle sıkıntıdan kurtarabilmektir Elbette ki herkesin bütçesi veya imkânı bunun için tek başına kâfi gelmez O hâlde hayırda da birlik olmak ve yardımlaşmak îcâb eder Nitekim Rabbimiz:
Birr ve takvâda yardımlaşın (elMâide, 2) buyurmuştur
Yâni iyilikte ve hayırhasenât işlerinde yardımlaşmak, Rabbimizin emridir Bu, bilhassa ferdî iyiliklerin kâfî gelmediği hizmetlerde beraberce hareket etmek, sistemli bir çalışmayla hayrı inkişâf ettirmek ve hattâ müessese hâline getirmek demektir
Bu bakımdan, derde dermân olacak seviyede bir güç ve imkânımızın bulunmadığı durumlarda, çevremizi de hayra teşvîk etmek sûretiyle, Rabbimizin birr ve takvâda yardımlaşın emrini yaşamaya gayret göstermeliyiz
Mü'min, dâimâ hayırhasenât arayışında olmalıdır Kendimiz infâk edecek bir şey bulamıyorsak bile, zamanımızı ve emeğimizi infâk ederek belki hayra vesîle ve vâsıta olabiliriz
Bugün toplumumuzda hayli yaygın bir infak anlayışı olan, sadra şifâ olmayacak cüz'î yardımlarda bulunmak sûretiyle fakiri geçiştirme, vicdânımızı tesellî etme hastalığına düşmemeliyiz
Düşünmeliyiz ki, Rabbimiz'in bize lutfettiği nîmetlerin kaçta kaçını O'nun yolunda infâk edebiliyoruz? İnfak edebildiklerimiz, kendimize harcadıklarımızın yanında ne nisbette? Yoksa infak husûsundaki hâlimizi, toplumun seviyesiyle kıyaslayıp azıcık yardımlarla vicdânımızı tesellî mi ediyoruz? Hâlbuki mü'minler olarak her hususta kendimizi Peygamber Efendimiz ve O'nun güzîde ashâbı ile kıyaslamalıyız Zîrâ Cenâbı Hak bizlere o müttakî kullarını emsal almayı emir buyurmaktadır:
(İslâm dînine girme husûsunda) öne geçen ilk muhâcirler ve ensâr ile onlara güzellikle tâbî olanlar var ya, işte Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah'tan râzı olmuşlardır(etTevbe, 100)
Rabbimiz'in bizlere örnek gösterdiği sahâbe nesli, mallarından ve canlarından fedâkârlık yaparak ilk defa Mekke döneminde çektikleri sıkıntılarla îmanlarının bedelini ödediler İkinci olarak Medîne'de defâlarca müşriklerin taarruzlarına göğüs gerip müslümanca yaşayabilmenin bedelini ödediler Üçüncü olarak da tebliğ hizmetleriyle hidâyet nûrunu asırlara taşıyarak îman mes'ûliyetinin bedelini ödediler Sahip oldukları bütün nîmetleri Hak yolunda seferber ettiler Zîrâ onlar dâimâ:
Nihâyet o gün (dünyada yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesâba çekileceksiniz (etTekâsür, 8) âyeti kerîmesinin tefekkürü içinde yaşadılar Bizler de gerçek infâk ehlinden olabilmek için sahâbe neslini örnek alıp onların bu üç vasfının muhtevâsı içinde olmaya çalışmalıyız
HAYRA VESÎLE OLAN, HAYRI YAPAN GİBİDİR
Diğer taraftan, yaptığımız infakların toplumdaki bir yarayı sarmasını, bir derde devâ olmasını temin etmeliyiz Bu hususta tek başına kâfî gelemediğimiz durumlarda da;
Ne yapalım, benim elimden ancak bu kadarı gelirdeyip kenara çekilmek ve muhtâcı kederiyle baş başa bırakmak yerine;
Acabâ bu insanı sıkıntıdan kurtarabilecek birilerini bulabilir miyim?düşüncesiyle arayış içine girmeli, muhtaç ile çevremizdeki imkân sahipleri arasında bir köprü vazîfesi görmeliyiz Zîrâ hadîsi şerîfte buyrulduğu üzere:
Hayra vesîle olan, hayrı yapan gibidir(Tirmizî, İlim, 14)
Bu hakîkatten dolayıdır ki Hak dostları, her fırsatta insanları hayra teşvik ederek, onların hayırlarına da mânen ortak olmanın fazîletini yaşamışlardır
Ecdâdımız bu şuurla yoğruldukları için hayırhasenatta zirveleşmişler, toplumu bir şefkat ağı hâlinde hayır müesseseleriyle donatmışlardır Bu meyanda, Fâtih Sultan Mehmed Hân'ın şahsiyet inşâsında ve fetihlerinde büyük emeği bulunan Akşemseddîn Hazretleri'nin şu hâli pek mânidardır:
İstanbul'un fethini takip eden ilk Cuma namazından sonra Ok Meydanı'nda fetih ve zafer alayı yapılmıştı Nâil olduğu muhteşem fetihte, etrâfındakilerin yardımını hiçbir zaman unutmayan pâdişah:
Şühedâya rahmeti Rahmân, gâzîlere şeref ve şân, teb'ama fahr ü şükrândedikten sonra askersivil yüz yetmiş bin kişiye zafer hediyesi olarak mal, mülk ve arâzi dağıttı Tam bu sırada Fâtih'in mânevî rehberi, Hak dostu Akşemseddin Hazretleri orada hazır bulunan gâzilere seslenerek şu nasihatte bulundu:
Ey gâzîler! Bilin ki cümleniz hakkında Âhirzaman Peygamberi; «Ne güzel askerdir onlar» buyurmuştur İnşâallah cümleniz mağfursunuzdur Şimdi de gazâ malını isrâf etmeyip hayır ve hasenâta sarf edin ve pâdişâhınıza itaat ve muhabbet eyleyin!
Böylece İstanbul'u fetheden ordunun fazîletini yeni bir fazîletle taçlandırmak için onların hepsini şehrin îmârına ve âmmenin istifâdesi için hayır müesseseleri kurmaya teşvik etti1
Millet olarak bizler de, büyük bir fazîletler medeniyeti vücûda getirmiş bir ecdâdın torunlarıyız Onların müstesnâ bir zarâfet, nezâket ve edep ölçüleri içinde kurdukları medeniyetin bereketli semerelerini bugün bile vakıflar, imâretler, sebiller, sadaka taşları vs sûretinde görmekteyiz Bizler de ecdâdımızın bu mukaddes mîrâsına sahip çıkarak, onlar gibi hayır müesseseleri kurmaya ve kurulmuş olanları da yaşatmaya gayret etmeliyiz Önce kendi iç dünyâmızı fazîletlerle donatarak örnek teşkil etmeli; sonra da, şehîd ve gâzîlerimizin emâneti olan vatanımızı ve mukaddes değerlerimizi muhâfaza için, îmanlı, vatanperver ve seviyeli nesiller yetiştirmeliyiz Aksi hâlde din zayıflar, nesiller zâyî olur, vatan el değiştirir Bu mes'ûliyetlerimizin idrâki içinde infâk ehli mü'minler olmalıyız
Velhâsıl, infak ehli bir mü'min, diğergâm insandır Kendi kurtuluş beraatını alabilmenin, başkalarının da kurtuluşu için gayret ve himmet etmekten geçtiğini bilen insandır Zîrâ sırf kendi menfaatini düşünen, kaba, hodgâm, bencil ve cimri bir insan tipini Rabbimiz reddediyor Bu itibarla başkalarının mes'ûliyetini omuzlarımızda hissedebildiğimiz nisbette, kendi mesûliyetimizin hesâbını kolay verebileceğimizi hatırımızdan çıkarmamalıyız
Rabbimiz, hepimize gayreti dîniyye ihsân eylesin Edep ve nezâket ölçüleri içerisinde, sırf rızâyı ilâhîyi ümîd ederek infâk edebilmeyi gönüllerimizin huzur ve saâdet hazînesi kılsın!
Âmîn
Dipnot: 1) Bkz Sâmiha Ayverdi, Türk Târihinde OSMANLI ASIRLARI, İstanbul 1999, s 227228
Kaynak: Altınoluk Dergisi, Mayıs 2008
Tasavvufun özüne ve gâyesine nazar ettiğimizde; onun rûhânî inkişafta esas vâsıtasının muhabbet, bu terakkîdeki zirvesinin de âdâbyâni edepler olduğunu görürüz Bu itibarla mü'min, gönlünün merkezini Allah ve Rasûlü'ne tahsis edebildiği nisbette ilâhî vuslata nâiliyet yolundadır Bunun en büyük alâmeti de, nebevî ahlâk ile ahlâklanmaktır
Nebevî ahlâkın özünü, yüksek bir edep duygusu oluşturur Nitekim sahâbei kirâmın ifâdesine göre Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm, örtüsüne bürünmüş bâkire bir genç kızdan daha fazla hayâ sâhibi idi Yine O, sahip olduğu edebi ifâde sadedinde; Beni Rabbim edeplendirdi ve edebimi de güzel kıldıbuyurmuştur (Süyûtî, elCâmiu'sSağîr, I, 12)
İnsanlığın zirve noktadaki fazîletini ifâde eden edephakkında Hazreti Mevlânâ da şöyle der:
Eğer şeytanın başını ezmek istersen, gözünü aç ve gör; şeytanı kahreden edeptir İnsanoğlunda edep bulunmazsa, o gerçekte insan değildir
Aklım, kalbime; «Îman nedir?» diye sordu Kalbim ise aklımın kulağına eğilerek; «Îman edepten ibârettir» dedi
Bu itibarla evvelce tekke ve dergâhların en mühim îkaz levhalarından birisi de; «» (Edeb yâ Hû!) idi Bu ifâde, edebe riâyete çağıran bir îkaz olduğu gibi, aynı zamanda Yâ ilâhî! Edep lutfeyle!mânâsında bir niyazdır
Îmânın özü olan edep duygusu, mü'minin hayatının her safhasını kuşatan bir haslettir Bilhassa da ibâdet ve muâmelât hayatını Cenâbı Hak biz kullarını, yalnızca kendisine ibâdet etmemiz için yarattığını beyan buyurmuştur Bu bakımdan ibâdetler ve muâmelât, Hakk'a kulluğumuzun âdeta can damarı mesâbesindedir Yâni ibâdetsiz ve muâmelâtsız bir kulluk hayatı düşünülemez
Bununla birlikte, Hakk'a kulluk vecîbelerinin edâ edilmesi kadar, hangi keyfiyette edâ edildikleri de son derece mühimdir Zîrâ ibâdet ve muâmelâtta edebe riâyet, Hakk'ın rızâ ve muhabbetine vuslatın yegâne şartıdır Bu sebepledir ki usûlerkân ve âdâbına uymadan, mecbûriyet savma kabîlinden yapılan gâfilâne ibâdetlerin ecri zâyî olur, sahibine sadece faydasız bir yorgunluk kalır Nitekim hadîsi şerîfte buyrulur:
Nice oruç tutanlar vardır ki, oruçlarından kendilerine kalan, kuru bir açlıktan başka bir şey değildir! Geceleri nice namaz kılanlar olur ki, namazlarından kendilerine kalan, yalnız uykusuzluktur(İbni Mâce, Sıyâm, 21)
Dînimizin direği olan namazın pek çok rükûnları ve huşû şartı bulunduğu gibi, zekât ve sadakaların infâk edilişinde de bâzı edep kâidelerine titizlikle riâyet etmek gerekir Aksi hâlde nasıl ki namazı gâfilâne kılanlar hakkında; Yazıklar olsun o namaz kılanlara! (elMâûn, 4) şeklinde sert bir ilâhî itâb vâkî olmuşsa, infak ibâdetinde yanlış bir tavır sergilemek de, kulu aynı kötü âkıbete dûçâr eder
İNFAK ve SADAKALARINIZI BOŞA ÇIKARMAYIN!
İnfakta gözetmemiz gereken edebi Rabbimiz şöyle bildiriyor:
Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, işte onların Allah katında mükâfatları vardır Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır
Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden ezâ gelen bir sadakadan daha hayırlıdır Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, hilim sâhibidir
Ey îmân edenler! Allâh'a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız infak ve sadakalarınızı boşa çıkarmayın!(elBakara, 262264)
Âyeti kerîmelerde Rabbimiz, hayır ve hasenatta riâyet etmemiz gereken edebi açıkça bildirmektedir Yâni kalp kırarak, muhtâcı hor görerek, mihnet vererek ve başa kakarak yapılan bir hayrın Allah katında hiçbir değeri kalmaz Böylesine kaba ve duygusuz bir kalb ile infâk edenler, verdiklerinin ecrini kendi elleriyle imhâ etmiş olurlar!
İnfak, ikram ve ihsânı başa kakmak, sadece yapılan hayrın boşa gitmesiyle kalmaz, Allâh'ın gazabını da celbeder Nitekim Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem bir defâsında arka arkaya tam üç kez:
Üç kişi vardır ki, kıyâmet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır Onlar için acı bir azap vardırbuyurdular Ebû Zer radıyallâhu anh:
Adları batsın, umduklarına ermesinler ve hüsrâna uğrasınlar! Kimlerdir bunlar yâ Rasûlallâh?diye sordu Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm:
Elbisesini (kibir ve gururundan dolayı kurula kurula) sürüyen, yalan yeminle malını pazarlayan veverdiğini başa kakan!buyurdular (Müslim, Îman, 171)
Görüldüğü üzere, ardından başa kakma ve mihnet gelen riyâkârca infaklar, kulu sevap yerine azâba dûçâr eden ağır cürümlerdendir Çünkü kalpler, nazargâhı ilâhîdir İncitilmeye gelmez
Üstelik zekât ve sadakalar, zenginlerin servetlerinde ilâhî emirle belirlenmiş, muhtâcın en tabiî hakkıdır O hakkı çıkarıp fukarâya vermek bir lutuf değil, sadece hakkın teslim edilmesidir Dünyâ serveti, ilâhî bir emânettir Bunu unutarak, Allâh'ın nîmetlerinin, O'nun bir kuluna ulaşmasına vâsıta olmaktan dolayı nefsine pay çıkarıp da muhtâca mihnet veren riyâkârca hâl ve tavırlar içine girmek; gaflet, hamlık ve nâdanlıktır
O hâlde infakta kibirlenmemek, fakiri hor görmemek, bilâkis kendini fakirin yerine koyup, birgün kendisinin de onun durumuna düşebileceğini tefekkür etmek îcâb ederZîrâ zenginlik veya fakirlik biraz cehd işiyse de daha çok baht işidir Allah zengini fakir, fakiri de zengin kılabilir Bunlar Hak katında bir üstünlük veya alçaklık ölçüsü değildir Her ikisi de yalnızca bu âlemdeki bir imtihan şeklidir Üstünlük yalnızca takvâdadır O hâlde infâk etmekten dolayı fakire karşı gururlanmak, dünyâ hayâtındaki imtihan sırrından da gâfil olmaktır Şeyh Sâdî, Bostan adlı eserinde der ki:
Birisine iyilik ettiğin zaman; «Ben efendiyim, beyim; o bana muhtaçtır!» diye büyüklenme! Zaman, o muhtaç kimseyi vurmuş deme! Zîrâ vuran kılıç henüz kınına girmemiştir; mümkündür ki o kılıç birgün seni de biçer
Varlıklı kimseler, kendilerini fukarânın yerine koymayı bilmeli ve; Rabbimiz bizi onların durumunda, onları da bizim durumumuzda yaratabilirdi Mâdem bize imkân bahşedip onları muhtaç kıldı, demek ki onları bize emânet etti, zayıfları güçlülere zimmetledi, bizi onlardan mes'ul kıldı ve bize bahşettiği nîmetlerin şükrânesi olarak onlara infak etmemizi emrettidiye düşünmelidirler
Yine Şeyh Sâdî'nin aynı eserindeki şu nasihatleri de pek mânidardır:
Kapına bir garip gelirse, eli boş gönderme Allah göstermesin belki bir gün sen de garip olur, kapıları dolaşırsın
Gönlü yaralı olanların hatırlarını sor, onlara bak Belki bir gün sen de o vaziyete düşersin
Sen ki bir şey istemek için kimsenin kapısına gitmiyorsun, buna şükrâne olarak, kapına gelen yoksulu kovma, ona surat asma, onu tebessümle karşıla
Nitekim âyeti kerîmede buyrulur:
Seni fakir bulup zengin etmedi mi? Öyleyse yetimi sakın ezme El açıp isteyeni de sakın azarlama Ve Rabbinin nîmetini minnet ve şükranla an(edDuhâ, 811)
Muhtâca nezâketle muâmelenin en mühim kısmı olan başa kakmamak, ezâ vermemek ve kibirlenmemek için, bir hayrı yaptıktan sonra onu hemen unutuvermek îcâb eder Lokman Hakîm ne güzel buyurur:
İki şeyi unutma: Allah Teâlâ'yı ve ölümü
İki şeyi de unut: Başkasına yaptığın iyiliği ve başkasının sana yaptığı kötülüğü
Gerçek mânâda infâk ehli bir kul olabilmek; her iki dünyâda da huzur bahşeden çok kıymetli bir nîmettir Bu ibâdeti lâyıkıyla îfâ edebilenler, Rabbimizin de müjdelediği üzere, kıyâmetin o dehşetli hengâmesinde korkudan ve kederden sâlim kalacaklardır Bunun içindir ki merhameti sonsuz olan Rabbimiz, yüzlerce âyeti kerîme ile; ümmetinin üzerine şefkatle titreyen Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm da, sayısız hadîsi şerîfleriyle bizleri infâkın huzur ve saâdetine ermeye teşvik etmektedir
Cenâbı Hak, kıymeti tam olarak âhirette anlaşılabilecek muazzam bir nîmet olan infâkın, bâzı nâdan davranışlar sebebiyle zâyî edilmemesi için, biz kullarını, infak ve sadakalarınızı boşa çıkarmayın âyetiyle îkaz buyurmuştur
Mü'min, sehâvet sahibi insandır Hakîkî sehâvet ise, gözünü kırpmadan, eli titremeden, yağan yağmurlar kadar tabiî bir rahatlıkla, cân u gönülden infâk edebilmektir Yâni hayırhasenât, tıpkı çiçeklerin güzel kokularını etraflarına cömertçe ikrâm etmeleri gibi tabiî ve külfetsiz bir şekilde yapılmalı ki, Hak katında bir kıymet ifâde etsin! Ancak böyle bir infak, Cenâbı Hakk'a vâsıl olan infaktır Nitekim âyeti kerîmede Sadakaları Allah alır (etTevbe, 104) buyrulmaktadır
Hak dostu Mevlânâ Hazretleri, böylesine nâzik bir hâleti rûhiye ile yapılan infâkın bereketini ne güzel ifâde buyurur:
Sen varlığını, malını ve mülkünü güzelce infâk et de, bir gönül al! Ki o gönlün duâsı, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin, nûr olsun!
O hâlde infâk ederken, nasıl ki malımızı veya imkânlarımızı muhtaçtan esirgemiyorsak, bir tebessümü, azıcık bir nezâketi de esirgememek îcâb eder
Hak dostu Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri, bir muhtaç gördüklerinde, şâyet arabada iseler otomobili durdurur, kapıyı açar, muhtâca doğru birkaç adım yürür, vereceği sadakayı tebessüm ve nezâketiyle daha da güzelleştirerek teslim ederdi
TEŞEKKÜR EDÂSIYLA İNFÂK ETMEK
İslâmî edep ve nezâket, infâk edebilmeyi, nîmet telâkkî etmeyi gerektirir Ayrıca veren, alana teşekkür hissiyâtı içinde olmalıdır Çünkü onu mes'ûliyetten kurtarıp ecir kazanmasına vesîle olmaktadır Âyeti kerîmede buyrulur:
Hayır olarak harcadıklarınız, kendi iyiliğiniz içindir Yapacağınız hayırları ancak Allâh'ın rızâsını kazanmak için yapmalısınız Hayır olarak verdiğiniz ne varsa, karşılığı size tam olarak ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız(elBakara, 272)
Demek ki, yapılan iyiliğin asıl bereketini, bizzat o hayrı işleyen görecektir Hem de eksiksiz olarak ve ihlâsı nisbetinde kat kat fazlasıyla Yâni infak, zâhiren alan kişi için faydalı gibi görünse de hakîkatte verene faydalıdır Bu yüzden, veren, alana minnet yüklemek yerine, bilâkis minnet duymalıdır Şa'bî der ki:
Fakirin sadakaya ihtiyâcından fazla, kendisinin sadaka sevâbına muhtaç olduğunu düşünmeyen zengin, sadakasını iptal etmiş ve ecrini kaybetmiştir
Yâni infak ettiğimizde, muhâtabımızdan çok kendi gönlümüzü kontrol ederek gerçek sehâvete nâil olabilirsek ne mutlu bizlere!
Başa kakmak sûretiyle, ezâ vererek veya dünyevî bir menfaat beklentisiyle iyilik eden çoktur Ancak infâkı ve muhtâcı nîmet bilenler, pek azdır İnfak edebilme fırsatını tanıdığı için kul, Rabbine şükretmeli, buna vesîle olduğu için de muhtâca minnettar kalmalıdır
Şeyh Sâdî'nin, infâkı nîmet bilme husûsundaki şu nasihati çok hikmetlidir:
Seni hayır işlemeye muvaffak kıldığı için Allâh'a şükret Zîrâ Hak Teâlâ seni lutuf ve ihsânıyla boş bırakmadı Pâdişâha hizmet eden, ona minnet yükleyemez Seni istihdâm ettiği için sen ona minnettâr ol
Muhterem pederim Mûsâ Efendi rahmetullâhi aleyh'in infak hâli bu hususta örnek alınacak edep ölçüleri ihtivâ etmekteydi O, infâkını o kadar güzel bir İslâmî üslûp, nezâket ve zarâfet içinde yapardı ki, kime ne kadar verecekse onu güzel bir zarfın içine koyar ve üzerine de hürmetkâr bir hitaptan sonra:
İkrâmımızı kabul ettiğiniz için teşekkür ederizdiye yazardı Yâni Cenâbı Hakk'ın rızâsına vesîle olduğu için muhâtabına karşı samîmî bir gönül teşekkürü içinde olur, muhâtabını da mihnet altında bırakmamaya titizlik gösterirdi
Hazreti Mevlânâ, hikmet dolu beyitlerinde buyurur ki:
Yoksul kişi cömertlerin aynasıdır Sakın aynaya karşı gönül kırıcı sözler söyleyerek onu buğulandırma
Yoksul kişi nasıl cömertlik ve iyiliğe muhtaç ise, cömertlik ve iyilik de yoksul kişiye muhtaçtır Güzeller, güzelliklerini seyretmek için nasıl tozsuz, passız, parlak bir ayna ararlarsa, cömertlik de yoksulları, zayıfları öylece aramaktadır
Allâh'ın cömertlik tecellîsinin tezâhürü, fakirlerdir O fakirler ki kerem sâhiplerine mürâcaat ederler Dertlerini onlara açarlar Böylece hamiyetli zenginler için saâdet yollarını hazırlarlar
Bu sebeple muhtâcın bize gelip de ihtiyacını arz etmesini, Hakk'ın bize bir lutfu olarak telâkkî etmek ve bunu Hakk'a kulluk şerefi bilmek gerekir Hazreti Ali radıyallâhu anh'ın şu ifâdeleri, bu hakîkati ne güzel îzah eder:
İki nîmet vardır ki beni hangisinin daha çok sevindirdiğini bilmiyorum Birincisi; bir adamın, ihtiyâcını karşılayacağımı umarak bana gelmesi ve bütün samîmiyetiyle benden yardım istemesidir İkincisi de, Allah Teâlâ'nın, o kimsenin arzusunu benim vâsıtamla yerine getirmesi, yâhut kolaylaştırmasıdır Bir müslümanın sıkıntısını gidermeyi, dünyâ dolusu altın ve gümüşe sâhip olmaya tercih ederim(Ali elMüttakî, Kenzü'lUmmâl, VI, 59817049)
İnfakta bulunanların gururlanmaları, teşekkür ve minnettarlık beklemeleri, hayırlarının bütün ecir ve bereketini silip süpürür İnfâk eden, rızâyı ilâhînin dışında bir maksat taşımamalı, karşılığını tamamen Hak Teâlâ'dan beklemelidir Muhtaçtan duâ ve teşekkür beklemenin dahî ihlâsı gölgeleyen bir durum olduğunu hatırından çıkarmamalıdır
Hazreti Ali ve Hazreti Fâtıma radıyallâhu anhümâ'nın yaptıkları infâka, Allah Teâlâ tarafından gelen takdîr âyeti, bu meyanda bütün infâk ehli mü'minlere örnek olmalıdır:
Onlar, kendi canları da çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler de onlara: «Bunu size Allah rızâsı için yediriyoruz Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz Biz Rabbimizin sert ve belâlı bir gününden korkuyoruz» derler Allah da onları o günün fenâlığından korur Onlar(ın yüzlerin)e parlaklık ve (gönüllerine) sevinç verir (elİnsan, 811)
Sadakayı hasbeten lillâhyâni sırf Allah rızâsı içinvermek ve ecri azalmasın diye teşekkür bile beklememek hassâsiyetine dâir ümmetin annelerinin şu hâli de ne güzel bir misaldir:
Hazreti Âişe ve Ümmü Seleme vâlidelerimiz, fakirlere bir şey gönderdikleri vakit, götürene, fakirin ne gibi duâ ettiğini ezberlemesini tembih ederler ve kendileri de o fakir için aynı şekilde duâ ederlerdi Böylece duâmız onun duâsına karşılık olsun, derlerdi Sadakaya karşılık olur diye fakirlerden duâ bile beklemezlerdi Çünkü duâ, sadakaya karşılık gibi olur (İhyâ, I, 601)
BİRR'E NÂİLİYYET YOLU
Rabbimiz âyeti kerîmede:
Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça «birr»e (hayrın kemâl noktasına) eremezsiniz (Âli İmrân, 92) buyurarak, kendisine yakınlık kazanma husûsunda yüksek bir kulluk hedefi gösterir
Sevdiklerinden infâk edebilmek infakta en çok dikkat edilmesi gereken edeplerden biridir Zîrâ bu hassâsiyet, kulun Rabbine olan îman muhabbetinin de seviyesini gösterir
O hâlde bizler de, sahip olduklarımız içinde en çok hoşumuza giden, bize verildiği takdirde hoşnut kalacağımız şeylerin neler olduğunu güzelce muhâsebe edip infâkımıza onunla seviye kazandırmaya gayret göstermeliyiz Böylece hayrın kemâline giden yolda mesâfe almalıyız Kendimizi fakirin yerine koyup, kendimize nasıl infâk edilmesini isteyeceğimizi düşünerek ona göre tasadduk etmeliyiz Zîrâ âyeti kerîmede buyrulur:
Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır(elBakara, 267)
Kişi, kendine verildiğinde gönül huzûruyla alamayacağı kalitesiz ve bayağı şeyleri fakirlere vermek sûretiyle infâk ettiğini zannetmemelidir Muhtâcı, elimizin ucuyla verdiğimiz eski elbise, bayat yiyecek ve sembolik bağışlarla anlık olarak sevindirmek ve daha sonra onu muhtaçlığın ve mahrûmiyetin sıkıntılarıyla baş başa bırakmak, gerçek mânâda infâk etmek sayılmaz
Mü'min, kerem sahibi insandır Gerçek kerem ise; infâkı, basit ve asgarî miktarlara indirmek değil, bilâkis bir problemi çözecek, sadra şifâ olacak, kıymetli, faydalı ve sevdiğimiz şeylerden infâk edebilmek demektir
BİRR ve TAKVÂDA YARDIMLAŞIN!
İnfaktan maksat, muhtacı bütünüyle sıkıntıdan kurtarabilmektir Elbette ki herkesin bütçesi veya imkânı bunun için tek başına kâfi gelmez O hâlde hayırda da birlik olmak ve yardımlaşmak îcâb eder Nitekim Rabbimiz:
Birr ve takvâda yardımlaşın (elMâide, 2) buyurmuştur
Yâni iyilikte ve hayırhasenât işlerinde yardımlaşmak, Rabbimizin emridir Bu, bilhassa ferdî iyiliklerin kâfî gelmediği hizmetlerde beraberce hareket etmek, sistemli bir çalışmayla hayrı inkişâf ettirmek ve hattâ müessese hâline getirmek demektir
Bu bakımdan, derde dermân olacak seviyede bir güç ve imkânımızın bulunmadığı durumlarda, çevremizi de hayra teşvîk etmek sûretiyle, Rabbimizin birr ve takvâda yardımlaşın emrini yaşamaya gayret göstermeliyiz
Mü'min, dâimâ hayırhasenât arayışında olmalıdır Kendimiz infâk edecek bir şey bulamıyorsak bile, zamanımızı ve emeğimizi infâk ederek belki hayra vesîle ve vâsıta olabiliriz
Bugün toplumumuzda hayli yaygın bir infak anlayışı olan, sadra şifâ olmayacak cüz'î yardımlarda bulunmak sûretiyle fakiri geçiştirme, vicdânımızı tesellî etme hastalığına düşmemeliyiz
Düşünmeliyiz ki, Rabbimiz'in bize lutfettiği nîmetlerin kaçta kaçını O'nun yolunda infâk edebiliyoruz? İnfak edebildiklerimiz, kendimize harcadıklarımızın yanında ne nisbette? Yoksa infak husûsundaki hâlimizi, toplumun seviyesiyle kıyaslayıp azıcık yardımlarla vicdânımızı tesellî mi ediyoruz? Hâlbuki mü'minler olarak her hususta kendimizi Peygamber Efendimiz ve O'nun güzîde ashâbı ile kıyaslamalıyız Zîrâ Cenâbı Hak bizlere o müttakî kullarını emsal almayı emir buyurmaktadır:
(İslâm dînine girme husûsunda) öne geçen ilk muhâcirler ve ensâr ile onlara güzellikle tâbî olanlar var ya, işte Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah'tan râzı olmuşlardır(etTevbe, 100)
Rabbimiz'in bizlere örnek gösterdiği sahâbe nesli, mallarından ve canlarından fedâkârlık yaparak ilk defa Mekke döneminde çektikleri sıkıntılarla îmanlarının bedelini ödediler İkinci olarak Medîne'de defâlarca müşriklerin taarruzlarına göğüs gerip müslümanca yaşayabilmenin bedelini ödediler Üçüncü olarak da tebliğ hizmetleriyle hidâyet nûrunu asırlara taşıyarak îman mes'ûliyetinin bedelini ödediler Sahip oldukları bütün nîmetleri Hak yolunda seferber ettiler Zîrâ onlar dâimâ:
Nihâyet o gün (dünyada yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesâba çekileceksiniz (etTekâsür, 8) âyeti kerîmesinin tefekkürü içinde yaşadılar Bizler de gerçek infâk ehlinden olabilmek için sahâbe neslini örnek alıp onların bu üç vasfının muhtevâsı içinde olmaya çalışmalıyız
HAYRA VESÎLE OLAN, HAYRI YAPAN GİBİDİR
Diğer taraftan, yaptığımız infakların toplumdaki bir yarayı sarmasını, bir derde devâ olmasını temin etmeliyiz Bu hususta tek başına kâfî gelemediğimiz durumlarda da;
Ne yapalım, benim elimden ancak bu kadarı gelirdeyip kenara çekilmek ve muhtâcı kederiyle baş başa bırakmak yerine;
Acabâ bu insanı sıkıntıdan kurtarabilecek birilerini bulabilir miyim?düşüncesiyle arayış içine girmeli, muhtaç ile çevremizdeki imkân sahipleri arasında bir köprü vazîfesi görmeliyiz Zîrâ hadîsi şerîfte buyrulduğu üzere:
Hayra vesîle olan, hayrı yapan gibidir(Tirmizî, İlim, 14)
Bu hakîkatten dolayıdır ki Hak dostları, her fırsatta insanları hayra teşvik ederek, onların hayırlarına da mânen ortak olmanın fazîletini yaşamışlardır
Ecdâdımız bu şuurla yoğruldukları için hayırhasenatta zirveleşmişler, toplumu bir şefkat ağı hâlinde hayır müesseseleriyle donatmışlardır Bu meyanda, Fâtih Sultan Mehmed Hân'ın şahsiyet inşâsında ve fetihlerinde büyük emeği bulunan Akşemseddîn Hazretleri'nin şu hâli pek mânidardır:
İstanbul'un fethini takip eden ilk Cuma namazından sonra Ok Meydanı'nda fetih ve zafer alayı yapılmıştı Nâil olduğu muhteşem fetihte, etrâfındakilerin yardımını hiçbir zaman unutmayan pâdişah:
Şühedâya rahmeti Rahmân, gâzîlere şeref ve şân, teb'ama fahr ü şükrândedikten sonra askersivil yüz yetmiş bin kişiye zafer hediyesi olarak mal, mülk ve arâzi dağıttı Tam bu sırada Fâtih'in mânevî rehberi, Hak dostu Akşemseddin Hazretleri orada hazır bulunan gâzilere seslenerek şu nasihatte bulundu:
Ey gâzîler! Bilin ki cümleniz hakkında Âhirzaman Peygamberi; «Ne güzel askerdir onlar» buyurmuştur İnşâallah cümleniz mağfursunuzdur Şimdi de gazâ malını isrâf etmeyip hayır ve hasenâta sarf edin ve pâdişâhınıza itaat ve muhabbet eyleyin!
Böylece İstanbul'u fetheden ordunun fazîletini yeni bir fazîletle taçlandırmak için onların hepsini şehrin îmârına ve âmmenin istifâdesi için hayır müesseseleri kurmaya teşvik etti1
Millet olarak bizler de, büyük bir fazîletler medeniyeti vücûda getirmiş bir ecdâdın torunlarıyız Onların müstesnâ bir zarâfet, nezâket ve edep ölçüleri içinde kurdukları medeniyetin bereketli semerelerini bugün bile vakıflar, imâretler, sebiller, sadaka taşları vs sûretinde görmekteyiz Bizler de ecdâdımızın bu mukaddes mîrâsına sahip çıkarak, onlar gibi hayır müesseseleri kurmaya ve kurulmuş olanları da yaşatmaya gayret etmeliyiz Önce kendi iç dünyâmızı fazîletlerle donatarak örnek teşkil etmeli; sonra da, şehîd ve gâzîlerimizin emâneti olan vatanımızı ve mukaddes değerlerimizi muhâfaza için, îmanlı, vatanperver ve seviyeli nesiller yetiştirmeliyiz Aksi hâlde din zayıflar, nesiller zâyî olur, vatan el değiştirir Bu mes'ûliyetlerimizin idrâki içinde infâk ehli mü'minler olmalıyız
Velhâsıl, infak ehli bir mü'min, diğergâm insandır Kendi kurtuluş beraatını alabilmenin, başkalarının da kurtuluşu için gayret ve himmet etmekten geçtiğini bilen insandır Zîrâ sırf kendi menfaatini düşünen, kaba, hodgâm, bencil ve cimri bir insan tipini Rabbimiz reddediyor Bu itibarla başkalarının mes'ûliyetini omuzlarımızda hissedebildiğimiz nisbette, kendi mesûliyetimizin hesâbını kolay verebileceğimizi hatırımızdan çıkarmamalıyız
Rabbimiz, hepimize gayreti dîniyye ihsân eylesin Edep ve nezâket ölçüleri içerisinde, sırf rızâyı ilâhîyi ümîd ederek infâk edebilmeyi gönüllerimizin huzur ve saâdet hazînesi kılsın!
Âmîn
Dipnot: 1) Bkz Sâmiha Ayverdi, Türk Târihinde OSMANLI ASIRLARI, İstanbul 1999, s 227228
Kaynak: Altınoluk Dergisi, Mayıs 2008