iltasyazilim
FD Üye
Halikarnas Balıkçısı Roman Özeti
Halikarnas Balıkçısı Özet
Saç maşası satan adam, güverte yolcularına ait sancak kıç omuzluğunun alabandasında dinelmiş, bağıra bağıra mallarını övüyorduGünün son turuncu ışığı sönmek üzereydi
Denizin mavisi koyulaşmıştı Dalga başlarında; anlamak çakılıyormuş gibi, turuncu kıvılcımlar uçuyordu Ufkun üzerinde parıldayan akşam yıldızı; gökte bir gülüştü Saç maşası satıcısının yüzünün yarısı turuncu, yarısı açık menekşeydi Adam açık konuşmak gerekirse, söz gücüyle satıyordu
Sözler burgaçlanarak ve köpürerek, ağızdan çağlayan halinde akıyordu Çevresinde halka olmuş birçok erkekler, ağızlarını açmış dinliyorlardı Satıcının anlattığına tarafından, gözü karda değildi
“Kar mı? Ne gezer efendim! Hatta zararına satıyordu Kadınların en güzellerine saç maşası sağlamak üzere, işte, vapura binip diyar diyar gurbette geziyordu Onları satmayacak, hediye edecekti
Kendisi, abur cubur satan bir dağıtıcı değildi Haşa efendim! Ona, yüksekten gelen bir ses, “Yürü ya kulum! Git de maşaları bu güzellere sat! diye seslenmişti O da bu dikte üstüne yola çıkmıştı Maşaları, her birinde on kuruş zararla yirmi kuruşa armağan ediyordu Zaten her isteyene hediye etmeyecekti Çünkü elinde topu topu on beş tane kalmıştı İsteyen alır, istemeyen almazdı Yapacağı meslek, yalnızca onlara elde etmek fırsatını vermekti
Satıcının dört yanında topluluk halinde halka olmuş erkekler aralarında, yalnız iki dişsiz yaşlı bayan vardı Adam konuştukça arada bir birbirlerinin yüzüne bakıp gülümsüyorlardı Erkeklerin bazıları alaylı alaylı bakıyordu, bazıları kaşları çatık, ciddiyetle dinliyorlardı
Yalnız, halka açık havada, gemi alabandasında, şiltelerini sererek bağdaş kurmuş kadınlar tepeden tırnağa göz kulak olmuşlardı Adamın yanına toparlak yüzlü bir kadın oturuyordu Oradan geçen bir Laz gemicinin deyimiyle, “kadının bayrak tarafının saçları maşalarla kıvırcık kıvırcık edildiği için dalgalı; iskele tarafının saçları bonazza, yani dümdüzdü
Gezgin satıcı maşaların bu marifetine göze çarpan ediyordu Permanat için gidip gereksiz yere bir sürü para vermemelerini, çünkü o maşalarla saçların istenildiği gibi kıvırcık ve bukle edilebileceklerini söylüyordu
Alabandada oturanlar aralarında iki çift de vardı Sabahleyin beri birbirlerine “mahsullerinin nasıl olduğunu, havayı, yağmuru, kurağı tekrar tekrar sorup cevaplandırdıktan sonradan, bundan böyle söyleyecekleri sözleri kalmamıştı
“Bukle sözünü duyunca, bu sözcüğün “usunu “o çevirerek gevrek gevrek gülüşüyorlardı
Saçlarının yarısı kıvırcık, yarısı düz olan kadın, sözde utanıyormuş gibi, başını bir eğiyor, bir de sağa sola çeviriyordu Amacı saçlarını dört yanlamasına göstermekti
Tezkere alarak köylerine dönmekte olan iki er, yavukluları için birer maşa aldılar
Satıcı oradan ayrılınca, dört beş kadın da teker teker gitgide artarak birer maşa aldılar
Alabandada şiltelerin üzerine bağdaş kurmuş da maşayla ilgilenmemiş olanlar arasında otuz beş yaşlarında, köy öğretmeni bir bayan vardı Biraz önce annesinden kötü halde dayak yemiş olan sekiz yaşlarında bir yaramaz oğlanı avutmaya uğraşıyordu Çocuk, “Bu vapur on para etmez, babamın upuzun direkli yelkenli bir gemisi var, dedi Bu sözlerinin öğretmen kadında ne tesir yaptığını anlayışlı olmak için, ona itinalı dikkatli baktı
Hoca, elinden geldiği kadar şaşkınlık ve hayranlıkla, “Ah, ne güzel, dedi
Erkek Çocuk, “Onun sahici direği, beyaz yelkeni var; bu kara kara tüten pis baca gibi yok, diye ekledi
Çocuk devamla, “Biz babamla Amerika ’ya bu vesileyle balık tutarız Bu vapur dek balıklar!
Sözlerinin öğretmeni etkilediğini görür görmez heyecanlandı…
Hoca, çocuğun her söylediğine inanıyor gibi yapıyordu
Oğlanın gözlerinde, şanlı işler görenlere özgü bir kibir parladı ve konuşmasını sürdürdü: “Gemi bu arada biz her zaman rakı içeriz Bardakla yok, doğrudan doğruya şişelerden içeriz Şişeleri bir aks uzağa atarız Şişeler batar, hiç çıkmaz…
Hoca, “Aman ne hoş! diyerek ellerini çırptı
Bu kez çocuk, “Bu peri midir, melek mi? diye düşünerek, öğretmene hayranlıkla baktı
Kadın, cebinden bir avuç antepfıstığı çıkararak çocuğa verdi, “Rakım değil lakin, bak, bunları ben tuzladım Ola Ki hoşuna gider, dedi
Ufak, sanki utangaç sözde hayran, fıstıkları yemeye koyuldu
Oğlan, doğrusu pek erken yaşında, bayan kısmının entrika ve tuzaklarına uğruyordu Fıstıkları çiğnerken göz ucuyla kadına baktı İşte bu kadın, o akşamın pembeleşen ışığında gül gibiydi; gülümsüyordu Annesi gibi çatık kaşlı ve gürültücü değildi
Oğlan kadına, “Sen evli misin? diye sordu
Hoca, “Hayır, karşılığını verdi
Oğlan memnun oldu, “Ben büyüdüğüm süre, dedi
Kadın elini sallayarak, “Ona daha çok süre var, dedi
Çocuk, “İyi ya! Ben büyüdüğüm vakit seninle evleneceğim, dedi
Öğretmen, allah ’a ısmarladık çocuğa sarılarak öptü
“Aman çok güzel olur Aman seni sözüne emrindeki tutmayayım bari Ola Ki o zamana dek hafıza değiştirirsin, dedi
Çocuk, “Ben büyüdüğüm süre çok param olacak Bir beygirim olacak, diğer taraftan tüfeğim… Aslan kaplan avlayacağım Sabah akşama dek dondurma, elmaşekeri ve kurabiye yiyeceğim, dedi
Hoca, “Hiç korkma, onları ben yaparım, diye cevapladı
Öteki, “Muhakkak yaparsın, birlikte yiyeceğiz… Kırk tane oğlum olacak Onlarla birlikte oynayacağım Ama bak kız çocuk istemem!
Bunlar böyle konuşurken, iki üç adım ötelerinde Denizci Davut alabandaya dayanmış, bir denize bakıyor ve sonra gözlerini yukarıda, birinci mevki güvertesinin parmaklığına göğsünü yaslayarak yaşlı ikinci kaptanla görüşen genç kıza çeviriyordu Delikanlı öylesine hayranlıkla bakıyordu ama; kızı dönüp kendisine bakmaya zorluyordu
Kız ona bakınca göz göze geliyorlardı…
Davut, gözbağıymış gibi, kızın bakışını tutuyordu
Gözler birbirine bağlanıyordu
İkinci kaptan, manâlı bir şeyin olmakta olduğunu anladı
Denizcinin gözünde ne merhamet, ne de istek vardı Ama bunlardan fazla daha derin ve engin bir şey vardı Davut kızı, kendisini kabul etmeye zorluyordu Bir güverte yolcusu, bir fakir olduğu için yok, lakin o kız gibi bir insan olduğu için, denizcinin bakışının kızın en önemli tellerini titretmekte olduğunu ihtiyar kaptan sezdi ve bir mazeret ile kızın yanından ayrıldı Kısa bir lahza için de olsa, bu iki insan, aynı türden iki yaratık olduklarını anladılar İki kuş gibi, ayrı dallarda oturup birbirlerine bakıyorlardı
Deniz seyahati her insanı öyle ya da böyle, görenek zincirinden ve herzaman ki hayat çemberinden dışarı fırlatır ve insan gönülleri arasında sempati akıntısı dolaştırır
Insanlar gemiye, birbirlerinin yabancısı olarak binerler Aradan bir iki gün geçince, yabancılık duygusunun çoğu ortadan kaybolur Şehirde ise birkaç es dost açık havada ahali tanıdık olmayan olarak doğdukları gibi, tanıdık olmayan olarak yaşar ve yabancı olarak da ölürler…
Birden Davut gülümsedi Kız da gülümsedi
Bu, yabancılığı bir kenara atmak, tanışmak ve birbirini kabul etmekti
Ola Ki de, arasında geçen şeyde cinsellik farkının yani birisinin erkek ve ötekinin kadınsı olmasının payı vardı
Arasında, gözle görülmez kudretli bir bono oluşmuştu Bu tahvil derslik, zenginlik, fukaralık gibi yeryüzünün bir sürü engellerini aşıyordu
Bir lahza için Davut ’un gözü kızın dudaklarına ve göğsüne indi
Kadının, farkına varmadan göğsünü kabartışı, bir “kendini verişti…
Yaşlı ikinci kaptan, salonun merenlerinden inerken, gemi katibine rastgeldi Nedenini bilmeden ona, “İnsan ne anlaşılmaz şey yahu! deyip geçti
Katip, “Acaba bizim moruk aklını mı oynattı? diye düşünerek başını sallayıp işine gitti
Tezkere alıp köye dönerken yavuklularına saç maşası almış olan erler, çocuğa bir avuç antepfıstığı vermiş olan köy öğretmeni kadın, Denizci Davut ve birinci mevkideki kız, bundan böyle ölünceye dek, gelip geçen o kısacık anı unutamayacaklardı
Ciddi ve manâlı saydıkları bir anıyla doymuş olan varlıklarına, bu ufak tefek şeyler, güya cennetteki meleklerin geçer ayak gönüllerine düşürmüş olduğu gülümsemelerdi… *
Halikarnas Balıkçısı Özet
Saç maşası satan adam, güverte yolcularına ait sancak kıç omuzluğunun alabandasında dinelmiş, bağıra bağıra mallarını övüyorduGünün son turuncu ışığı sönmek üzereydi
Denizin mavisi koyulaşmıştı Dalga başlarında; anlamak çakılıyormuş gibi, turuncu kıvılcımlar uçuyordu Ufkun üzerinde parıldayan akşam yıldızı; gökte bir gülüştü Saç maşası satıcısının yüzünün yarısı turuncu, yarısı açık menekşeydi Adam açık konuşmak gerekirse, söz gücüyle satıyordu
Sözler burgaçlanarak ve köpürerek, ağızdan çağlayan halinde akıyordu Çevresinde halka olmuş birçok erkekler, ağızlarını açmış dinliyorlardı Satıcının anlattığına tarafından, gözü karda değildi
“Kar mı? Ne gezer efendim! Hatta zararına satıyordu Kadınların en güzellerine saç maşası sağlamak üzere, işte, vapura binip diyar diyar gurbette geziyordu Onları satmayacak, hediye edecekti
Kendisi, abur cubur satan bir dağıtıcı değildi Haşa efendim! Ona, yüksekten gelen bir ses, “Yürü ya kulum! Git de maşaları bu güzellere sat! diye seslenmişti O da bu dikte üstüne yola çıkmıştı Maşaları, her birinde on kuruş zararla yirmi kuruşa armağan ediyordu Zaten her isteyene hediye etmeyecekti Çünkü elinde topu topu on beş tane kalmıştı İsteyen alır, istemeyen almazdı Yapacağı meslek, yalnızca onlara elde etmek fırsatını vermekti
Satıcının dört yanında topluluk halinde halka olmuş erkekler aralarında, yalnız iki dişsiz yaşlı bayan vardı Adam konuştukça arada bir birbirlerinin yüzüne bakıp gülümsüyorlardı Erkeklerin bazıları alaylı alaylı bakıyordu, bazıları kaşları çatık, ciddiyetle dinliyorlardı
Yalnız, halka açık havada, gemi alabandasında, şiltelerini sererek bağdaş kurmuş kadınlar tepeden tırnağa göz kulak olmuşlardı Adamın yanına toparlak yüzlü bir kadın oturuyordu Oradan geçen bir Laz gemicinin deyimiyle, “kadının bayrak tarafının saçları maşalarla kıvırcık kıvırcık edildiği için dalgalı; iskele tarafının saçları bonazza, yani dümdüzdü
Gezgin satıcı maşaların bu marifetine göze çarpan ediyordu Permanat için gidip gereksiz yere bir sürü para vermemelerini, çünkü o maşalarla saçların istenildiği gibi kıvırcık ve bukle edilebileceklerini söylüyordu
Alabandada oturanlar aralarında iki çift de vardı Sabahleyin beri birbirlerine “mahsullerinin nasıl olduğunu, havayı, yağmuru, kurağı tekrar tekrar sorup cevaplandırdıktan sonradan, bundan böyle söyleyecekleri sözleri kalmamıştı
“Bukle sözünü duyunca, bu sözcüğün “usunu “o çevirerek gevrek gevrek gülüşüyorlardı
Saçlarının yarısı kıvırcık, yarısı düz olan kadın, sözde utanıyormuş gibi, başını bir eğiyor, bir de sağa sola çeviriyordu Amacı saçlarını dört yanlamasına göstermekti
Tezkere alarak köylerine dönmekte olan iki er, yavukluları için birer maşa aldılar
Satıcı oradan ayrılınca, dört beş kadın da teker teker gitgide artarak birer maşa aldılar
Alabandada şiltelerin üzerine bağdaş kurmuş da maşayla ilgilenmemiş olanlar arasında otuz beş yaşlarında, köy öğretmeni bir bayan vardı Biraz önce annesinden kötü halde dayak yemiş olan sekiz yaşlarında bir yaramaz oğlanı avutmaya uğraşıyordu Çocuk, “Bu vapur on para etmez, babamın upuzun direkli yelkenli bir gemisi var, dedi Bu sözlerinin öğretmen kadında ne tesir yaptığını anlayışlı olmak için, ona itinalı dikkatli baktı
Hoca, elinden geldiği kadar şaşkınlık ve hayranlıkla, “Ah, ne güzel, dedi
Erkek Çocuk, “Onun sahici direği, beyaz yelkeni var; bu kara kara tüten pis baca gibi yok, diye ekledi
Çocuk devamla, “Biz babamla Amerika ’ya bu vesileyle balık tutarız Bu vapur dek balıklar!
Sözlerinin öğretmeni etkilediğini görür görmez heyecanlandı…
Hoca, çocuğun her söylediğine inanıyor gibi yapıyordu
Oğlanın gözlerinde, şanlı işler görenlere özgü bir kibir parladı ve konuşmasını sürdürdü: “Gemi bu arada biz her zaman rakı içeriz Bardakla yok, doğrudan doğruya şişelerden içeriz Şişeleri bir aks uzağa atarız Şişeler batar, hiç çıkmaz…
Hoca, “Aman ne hoş! diyerek ellerini çırptı
Bu kez çocuk, “Bu peri midir, melek mi? diye düşünerek, öğretmene hayranlıkla baktı
Kadın, cebinden bir avuç antepfıstığı çıkararak çocuğa verdi, “Rakım değil lakin, bak, bunları ben tuzladım Ola Ki hoşuna gider, dedi
Ufak, sanki utangaç sözde hayran, fıstıkları yemeye koyuldu
Oğlan, doğrusu pek erken yaşında, bayan kısmının entrika ve tuzaklarına uğruyordu Fıstıkları çiğnerken göz ucuyla kadına baktı İşte bu kadın, o akşamın pembeleşen ışığında gül gibiydi; gülümsüyordu Annesi gibi çatık kaşlı ve gürültücü değildi
Oğlan kadına, “Sen evli misin? diye sordu
Hoca, “Hayır, karşılığını verdi
Oğlan memnun oldu, “Ben büyüdüğüm süre, dedi
Kadın elini sallayarak, “Ona daha çok süre var, dedi
Çocuk, “İyi ya! Ben büyüdüğüm vakit seninle evleneceğim, dedi
Öğretmen, allah ’a ısmarladık çocuğa sarılarak öptü
“Aman çok güzel olur Aman seni sözüne emrindeki tutmayayım bari Ola Ki o zamana dek hafıza değiştirirsin, dedi
Çocuk, “Ben büyüdüğüm süre çok param olacak Bir beygirim olacak, diğer taraftan tüfeğim… Aslan kaplan avlayacağım Sabah akşama dek dondurma, elmaşekeri ve kurabiye yiyeceğim, dedi
Hoca, “Hiç korkma, onları ben yaparım, diye cevapladı
Öteki, “Muhakkak yaparsın, birlikte yiyeceğiz… Kırk tane oğlum olacak Onlarla birlikte oynayacağım Ama bak kız çocuk istemem!
Bunlar böyle konuşurken, iki üç adım ötelerinde Denizci Davut alabandaya dayanmış, bir denize bakıyor ve sonra gözlerini yukarıda, birinci mevki güvertesinin parmaklığına göğsünü yaslayarak yaşlı ikinci kaptanla görüşen genç kıza çeviriyordu Delikanlı öylesine hayranlıkla bakıyordu ama; kızı dönüp kendisine bakmaya zorluyordu
Kız ona bakınca göz göze geliyorlardı…
Davut, gözbağıymış gibi, kızın bakışını tutuyordu
Gözler birbirine bağlanıyordu
İkinci kaptan, manâlı bir şeyin olmakta olduğunu anladı
Denizcinin gözünde ne merhamet, ne de istek vardı Ama bunlardan fazla daha derin ve engin bir şey vardı Davut kızı, kendisini kabul etmeye zorluyordu Bir güverte yolcusu, bir fakir olduğu için yok, lakin o kız gibi bir insan olduğu için, denizcinin bakışının kızın en önemli tellerini titretmekte olduğunu ihtiyar kaptan sezdi ve bir mazeret ile kızın yanından ayrıldı Kısa bir lahza için de olsa, bu iki insan, aynı türden iki yaratık olduklarını anladılar İki kuş gibi, ayrı dallarda oturup birbirlerine bakıyorlardı
Deniz seyahati her insanı öyle ya da böyle, görenek zincirinden ve herzaman ki hayat çemberinden dışarı fırlatır ve insan gönülleri arasında sempati akıntısı dolaştırır
Insanlar gemiye, birbirlerinin yabancısı olarak binerler Aradan bir iki gün geçince, yabancılık duygusunun çoğu ortadan kaybolur Şehirde ise birkaç es dost açık havada ahali tanıdık olmayan olarak doğdukları gibi, tanıdık olmayan olarak yaşar ve yabancı olarak da ölürler…
Birden Davut gülümsedi Kız da gülümsedi
Bu, yabancılığı bir kenara atmak, tanışmak ve birbirini kabul etmekti
Ola Ki de, arasında geçen şeyde cinsellik farkının yani birisinin erkek ve ötekinin kadınsı olmasının payı vardı
Arasında, gözle görülmez kudretli bir bono oluşmuştu Bu tahvil derslik, zenginlik, fukaralık gibi yeryüzünün bir sürü engellerini aşıyordu
Bir lahza için Davut ’un gözü kızın dudaklarına ve göğsüne indi
Kadının, farkına varmadan göğsünü kabartışı, bir “kendini verişti…
Yaşlı ikinci kaptan, salonun merenlerinden inerken, gemi katibine rastgeldi Nedenini bilmeden ona, “İnsan ne anlaşılmaz şey yahu! deyip geçti
Katip, “Acaba bizim moruk aklını mı oynattı? diye düşünerek başını sallayıp işine gitti
Tezkere alıp köye dönerken yavuklularına saç maşası almış olan erler, çocuğa bir avuç antepfıstığı vermiş olan köy öğretmeni kadın, Denizci Davut ve birinci mevkideki kız, bundan böyle ölünceye dek, gelip geçen o kısacık anı unutamayacaklardı
Ciddi ve manâlı saydıkları bir anıyla doymuş olan varlıklarına, bu ufak tefek şeyler, güya cennetteki meleklerin geçer ayak gönüllerine düşürmüş olduğu gülümsemelerdi… *