iltasyazilim
FD Üye
Haset nedir, zararları nelerdir?
Fudayl bin İyaz’ın, “Mü’min gıpta eder, münafık haset eder buyurur Bu söz bizim için hem güzel bir ölçü, hem de büyük bir tehdit içerir Bir insan, bir başkasının nâil olduğu maddî veya manevî bir ihsana kendisinin de erişmesini arzu edebilir Bu haset değil gıptadır Hasette ise, haset edilen şahıstan o ihsanın mutlaka geri alınması arzu edilir Yani, zengin komşusuna haset eden adamın temel hedefi, kendisinin zengin olması değil, komşusunun fakir olmasıdır Bu ise, ancak münafıklara yakışacak kadar aşağı ve bayağı bir düşüncedir
Bununla beraber, bu güzel sözü yanlış yorumlayarak, haset edenlere hemen münafık damgası vurmak elbette doğru değil
Çünkü münafığın tarifi açık: Münafık, gerçekte iman etmediği halde iman etmiş gözüken kimsedir Haset eden bir mü’mine, bu mânâda, münafık demek mümkün değildir O halde bu sözü, “Sakın haset etmeyiniz, zira bu ancak münafıklara yakışan alçak bir sıfattır şeklinde anlamamız gerekir
Haset hastalığına tutularak, kendi kaybına değil de, başkalarının kazancına üzülen bir insan ticaret bilmezliğin en ileri örneğini sergiler
Hasetten kurtuluş için Bediüzzaman Hazretleri’nin bir tavsiyesi var: “Hasit adam haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattir( Mektûbat)
Haset hastalığının temelinde, haset edilen kimseyi ve onun elindeki dünya nimetlerini ebedî zannetme gafleti yatar Akıl planında, gerçeğin böyle olmadığını herkes bilir; ama, hissiyat hükmünü icra etti mi, zavallı akla kıvranmaktan öte bir şey kalmaz
Bir asır sonra bütün haset edenler ve edilenler gibi, hasede konu olan mevki ve makamlar, servet ve devletler de başka insanların eline geçecekler; bir süre de onları oyalayacak ve hiçbirine gerçek yâr olmadan, bir başka gruba intikal edecekler
Hasedin bir de kadere itiraz yönü var
“Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeyler için, insanlara haset mi ediyorlar? (Nisa Sûresi, 54)
Âyeti kerimede, “Allah’ın lütfundan verdiği şeklinde çok hikmetli bir kayıt var Bu kayıttan hareketle müfessirlerimiz, meşru olmayan kazançlara haset edilebileceğini belirtmişler ve “Vurguncunun elindeki malın gitmesini temenni etmek haset değil, gayrettir, adalettir demişler
Buna göre bir adam hırsızlık ederek zengin olsa, o malın ondan alınmasını arzu etmek haset değildir Haset; “Allah’ın lütfüyle verdiği meşru servet, makam yahut fazileti çekememektir Bunların, bir müminden alınmasını arzu etmek ise, kaderi tenkit ve rahmete itiraz mânâsı taşır
Bir insan düşünelim: Belli bir nimete ulaşmak için elinden gelen gayreti göstermiş, meşru dairede çalışmış, fiilî ve kavlî duasını yaptıktan sonra Rabbinin rahmetini, inayetini gözlemeye başlamıştır Bu insana yapılan İlâhî lütuf karşısında mü’mine düşen vazife, o nimete kendisi nâil olmuş gibi sevinmektir Kadere iman da, İslâm kardeşliği de bunu gerektirir
Fudayl bin İyaz’ın, “Mü’min gıpta eder, münafık haset eder buyurur Bu söz bizim için hem güzel bir ölçü, hem de büyük bir tehdit içerir Bir insan, bir başkasının nâil olduğu maddî veya manevî bir ihsana kendisinin de erişmesini arzu edebilir Bu haset değil gıptadır Hasette ise, haset edilen şahıstan o ihsanın mutlaka geri alınması arzu edilir Yani, zengin komşusuna haset eden adamın temel hedefi, kendisinin zengin olması değil, komşusunun fakir olmasıdır Bu ise, ancak münafıklara yakışacak kadar aşağı ve bayağı bir düşüncedir
Bununla beraber, bu güzel sözü yanlış yorumlayarak, haset edenlere hemen münafık damgası vurmak elbette doğru değil
Çünkü münafığın tarifi açık: Münafık, gerçekte iman etmediği halde iman etmiş gözüken kimsedir Haset eden bir mü’mine, bu mânâda, münafık demek mümkün değildir O halde bu sözü, “Sakın haset etmeyiniz, zira bu ancak münafıklara yakışan alçak bir sıfattır şeklinde anlamamız gerekir
Haset hastalığına tutularak, kendi kaybına değil de, başkalarının kazancına üzülen bir insan ticaret bilmezliğin en ileri örneğini sergiler
Hasetten kurtuluş için Bediüzzaman Hazretleri’nin bir tavsiyesi var: “Hasit adam haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattir( Mektûbat)
Haset hastalığının temelinde, haset edilen kimseyi ve onun elindeki dünya nimetlerini ebedî zannetme gafleti yatar Akıl planında, gerçeğin böyle olmadığını herkes bilir; ama, hissiyat hükmünü icra etti mi, zavallı akla kıvranmaktan öte bir şey kalmaz
Bir asır sonra bütün haset edenler ve edilenler gibi, hasede konu olan mevki ve makamlar, servet ve devletler de başka insanların eline geçecekler; bir süre de onları oyalayacak ve hiçbirine gerçek yâr olmadan, bir başka gruba intikal edecekler
Hasedin bir de kadere itiraz yönü var
“Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeyler için, insanlara haset mi ediyorlar? (Nisa Sûresi, 54)
Âyeti kerimede, “Allah’ın lütfundan verdiği şeklinde çok hikmetli bir kayıt var Bu kayıttan hareketle müfessirlerimiz, meşru olmayan kazançlara haset edilebileceğini belirtmişler ve “Vurguncunun elindeki malın gitmesini temenni etmek haset değil, gayrettir, adalettir demişler
Buna göre bir adam hırsızlık ederek zengin olsa, o malın ondan alınmasını arzu etmek haset değildir Haset; “Allah’ın lütfüyle verdiği meşru servet, makam yahut fazileti çekememektir Bunların, bir müminden alınmasını arzu etmek ise, kaderi tenkit ve rahmete itiraz mânâsı taşır
Bir insan düşünelim: Belli bir nimete ulaşmak için elinden gelen gayreti göstermiş, meşru dairede çalışmış, fiilî ve kavlî duasını yaptıktan sonra Rabbinin rahmetini, inayetini gözlemeye başlamıştır Bu insana yapılan İlâhî lütuf karşısında mü’mine düşen vazife, o nimete kendisi nâil olmuş gibi sevinmektir Kadere iman da, İslâm kardeşliği de bunu gerektirir