Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Helaller ile haramlar arasindaki supheliler nelerdir?

Helaller ile haramlar arasindaki supheliler nelerdir?

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak! (Tirmizî, Kıyâmet, 60)

Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem harâma düşmemek ve ondan tamamen uzaklaşmak gayesiyle, şüpheli şeylerden titizlikle kaçındığı gibi, ümmetini de bundan sakındırır ve şöyle buyururdu:

“Helâl olan şeyler belli, harâm olan şeyler de bellidir Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, harâm mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır Bunlardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur Sakınmayanlar ise zamanla harâma düşerler Tıpkı, sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu arâziye girme tehlikesi vardır Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arâzisi vardır Allâh'ın yasak arâzisi de harâm kıldığı şeylerdir (Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107)

Açık bir hüküm olmaması sebebiyle bazı konuların, helâl mi yoksa harâm mı olduğu ilk bakışta bilinemeyebilir Peygamber Efendimiz (asm), insanların birçoğunun bunları bilemeyebileceğini ifâde etmiştir İslâm âlimleri bunları, bilinen benzeri konulara kıyas ederek açıklığa kavuşturmuşlardır Dolayısıyla, durumu böyle şüpheli olanlardan kaçınmak gerekmektedir Çünkü kaçınılan şey, harâm ise ona bulaşmaktan korunmuş olur Helâl ise, takvâ niyetiyle terkedilmiş olur ki bunun bir zararı olmaz

Şüpheli şeyler, bir konuda ya delillerin teâruzuyla veya âlimlerin ihtilafıyla ortaya çıkar Bunlar “mekrûh veya “mübâh olan şeylerdir

Mekrûh, kul ile harâm arasında bulunan bir eşiktir Hayâtında mekrûha çokça yer veren kimse, harâma düşme tehlikesi ile yüz yüzedir Mübâh da, kul ile mekrûh arasında yer alan bir eşiktir ki buna çokça yer veren de mekrûha düşer Dolayısıyla helal bile olsa, kişiyi mekrûha veya harâma düşüreceğinden korkulan işleri yapmaktan kaçınmak gerekir

Mekruhu işleme alışkanlığı kişiyi, aynı cinsteki harâm olan veya bir şüphe bulunan yasağı işlemeye sev keder Bu ise, verâ nurunu eksilterek kalbin kararmasına sebep olur Nitekim hadîsi şerîfte buyrulmuştur:

Kim şüpheli olduğunu sezdiği bir şeyi terkederse, harâmlığı belli olan şeyi daha çok terk eder Kim de şüphelendiği şeyi yapmada cü'retkâr olursa, harâmlığı açık olan şeye düşmesi daha kolaydır (Buhârî, Buyû, 2)

Şüpheli konular etrâfında dolaşmanın ne kadar tehlikeli olduğunu Peygamber Efendimiz (asm), çoban ve koruluk misâliyle en güzel şekilde beyân etmiştir Efendimizin (asm) şüpheli şeylerden sakınmasıyla alâkalı pek güzel misâller vardır Bir defâsında yolda bir hurma bulmuş ve:

“Bu hurmanın sadaka olması ihtimâlinden korkmasaydım, onu yerdim buyurmuştur (Buhârî, Büyû, 4; Müslim, Zekât, 164)

Kâinâtın Fahri Ebedîsi'nin şahsına münhasır husûsiyetlerinden biri de, zekât ve sadaka kabul etmemesidir Çünkü zekât, Peygamberimiz (asm) ve onun temiz Ehli beyti için haram kılınmıştı

Resûli Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem 'in , yolda bulduğu bir hurmayı, belki birinin sadaka vermek üzere ayırdığı hurmalardan düşmüştür, düşüncesiyle yemediğini görüyoruz Bu durum, onun bizzat toplumda yerleştirmek istediği kâidelere dikkatle uyduğunu ve şüpheli şeylerden büyük bir titizlikle sakındığını göstermektedir Burada dikkat çeken nüktelerden birisi de, Efendimiz'in (asm) yere düşen bir hurmanın bile zâyi olmasına rızâ göstermeyerek isrâfı engelleme gayreti içinde bulunmasıdır

Allâh Teâlâ'nın bize helâl kıldığı nimetler sayılamayacak kadar çoktur Bunlarla yetinmeyip harâm olma ihtimâli bulunan şeylere yönelmek, kulluğa yakışmayan bir davranıştır

Öte yandan kullanılması şüpheli olan şeylerden sakınacağım diye helâl olan nimetlerden uzak durmak veya helâl olan nimetler hakkında vesveseye düşüp gereksiz tereddütlere kapılmak ve böylece Müslümanları sıkıntıya sokmak da doğru değildir

Müslümanın bozulmamış selim vicdânı iyilikle kötülüğü, şüpheli olan şeyle şüpheli olmayanı ayırabilecek bir özelliğe sâhiptir Mü'min, içinde çınlayan bu ilâhî sese kulak vermelidir Bu gerçeğe işaret eden şu hâdise ne kadar mühimdir:

Vâbisa bin Ma'bed radıyallâhü anh diyor ki, birgün Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem' in huzûruna varmıştım Bana:

“İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin? buyurdu
Evet!dedim O zaman şunları söyledi:
“Kalbine danış İyilik, kalbin uygun gördüğü ve yapılmasını tasdik ettiği şeydir Günâh ise içini tırmalayan ve başkaları sana «Yap!» diye fetvâlar verseler bile, içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir (İbni Hanbel, IV, 227228; Dârimî, Büyû, 2)

Yapılan bir iş gönülde huzûrsuzluk doğuruyor ve o işin başkaları tarafından duyulması istenmiyorsa, o hareket mutlaka şüphelidir, çirkindir ve yapılmaması gerekir Çünkü insanların çoğu, yaptıkları iyiliğin duyulmasını, bu sebeple kendilerine gıpta ve hayranlıkla bakılmasını isterler Bu, herkesin rahatlıkla kullanabileceği şaşmaz bir ölçüdür Dolayısıyla, yapılan bir hareketin günâh olup olmadığı husûsunda şüpheye düşmek bile, o hareketi terk etmek için yeterli bir sebeptir Bu ölçüden hareketle mü'min, herhangi bir işi yapmaktan dolayı gönlünde bir rahatsızlık hissediyor, içini bir şüphe ve tedirginlik kemirip duruyorsa, derhal o işten vazgeçmelidir

Peygamber Efendimiz (asm), bu sahâbîye iyiliğin ne olduğunu kalbine danışarak öğrenmesini tavsiye ederek, günâh ve ihtiraslarla zedelenmemiş bir kalbin iyiyi kötüden ayırt edebileceğini söylemiştir Göğsünde İslâm sevgisi bulunan kimsenin, Allâh'ın lûtfettiği ilâhî bir nûra sâhip olduğunu ifâde eden âyeti kerîme de (Zümer 3922) bu gerçeği tasdik etmektedir Peygamber Efendimizin (asm) mübârek parmaklarıyla Vâbisa'nın göğsüne vurarak ısrarla; “Gönlüne sor, kalbine danış! buyurması, herkesin kendi problemini daha iyi bileceğini göstermekte, içinde bir şüphe ve tereddüt uyanınca da, o işten süratle uzaklaşması gerektiğini belirtmektedir

Ashâbı kirâmdan Ukbe bin Hâris raddıyallâhü anh'ın başından geçen şu olay, şüpheli işlerden uzak durma mevzuunda Allâh Resûlü'nün (asm) kesin tavrını en açık bir şekilde ortaya koymaktadır:

Ukbe bin Hâris, Ebû İhâb bin Azîz'in kızı ile evlenmişti Bu olay üzerine bir kadın geldi ve:
Ben Ukbe'yi de, evlendiği kadını da emzirmiştimdedi Ukbe o kadına:
Beni emzirdiğini bilmiyorum Üstelik bunu bana daha önce de hiç söylemedindedi Sonra da bineğine atlayıp Resûlullâh Efendimize (asm) danışmak üzere Medine'ye geldi Meseleyi hemen Efendimize (asm) açtı Allâh Resûlü:
“Mâdem ki böyle deniyor, o kadınla nasıl evli kalabilirsin? buyurunca, Ukbe ile karısı ayrıldı ve kadın bir başkasıyla evlendi (Buhârî, İlim, 26)

İslâm, süt kardeşle evlenmeyi, aynen kan kardeşle evlenmek gibi haram kılmıştır Evlenecek kimselerin bunu iyice tetkik etmeleri ve şüpheye düşürecek ihtimallerden uzak durmaları gerekmektedir Hadîsi şerîf, şüphe kıskacının insanı devamlı surette huzûrsuz edeceğini, böyle yaşamaktansa bu evliliğe son verip gönlü huzûra kavuşturmanın daha isâbetli olacağını söylemektedir Bu bakımdan, Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, ümmetini harâmlardan uzak tutabilmek için, onlara şüpheli şeylerden de sakınmalarını tavsiye eder ve:

“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak! buyururdu (Tirmizî, Kıyâmet, 60)

Şüpheli şeylerden sakınmanın insan mâneviyâtına tesîrini ortaya koyan şu hadîsi şerîf ne kadar mühimdir:

“Bir kul günâha girerim korkusuyla, yapılması sakıncalı olmayan bâzı şeylerden bile uzak durmadıkça, müttakîler derecesine çıkamaz (Tirmizî, Kıyâmet, 19)

Bir Müslümanın hedefi, muttakî olabilmektir Yani, Allâh'a derin bir saygı duyan ve O'nun rızasını kaybetmekten sakınan kimseler seviyesine ulaşmak ve dünyâya vedâ edip giderken de Allâh Teâlâ'nın rızâsını kazanmış olabilmektir Bu hedefe varabilmek için, acaba bilerek veya bilmeyerek bir günâh işler de, Allâh katındaki değerimi kaybeder miyimdiye dikkatli ve titiz davranması gerekir Efendimizin (asm) buyurduğu gibi, yapılması ilk planda sakıncalı görünmeyen bâzı davranışlardan bile, günâha girme endişesiyle uzak durmalıdır Bu konularda en büyük hassâsiyeti gösterenlerden biri Hz Ebûbekir (ra) idi Hz Âişe (ra) şöyle anlatıyor:

“Ebûbekir esSıddîk'ın bir kölesi vardı Bu köle kazancının belli bir kısmını Ebûbekir'e verir, o da bundan yerdi Yine bir gün, köle kazandığı bir şeyi getirdi, Ebûbekir de onu yemeğe başladı Köle Ebûbekir'e:
Yediğin şeyin ne olduğunu biliyor musun?diye sordu Ebûbekir:
Söyle bakalım, neymiş?diye açıklamasını istedi Köle şunları söyledi:
Falcılıktan anlamadığım halde, câhiliye devrinde falcılık yaparak birini aldatmıştım Bugün onunla karşılaştık Adam o yaptığım işe karşılık, işte bu yediğin şeyi verdi
Bunun üzerine Ebûbekir, parmağını ağzına götürerek yediklerinin hepsini dışarı çıkardı (Buhârî, Menâkıbü'lEnsâr, 26)

Bir mü'min harâmlardan şiddetle sakınır Kendisinin ve ailesinin midesine harâm lokma koymanın büyük bir günâh olduğunu bilir Hatta bununla da yetinmeyip Hz Ebûbekir (ra)'in yaptığı gibi, harâm olması ihtimâli bulunan şeylerden uzak durur Zîrâ o iyi bilir ki, harâm bir gıdanın sağladığı kuvvetle yapılan ibâdetler ve duâlar kabul edilmez

Hulefâi Râşidîn'in adaletiyle mâruf sîması Hz Ömer radıyallâhü anh'ın şu tavrı da bu konuya güzel bir örnektir O, ilk hicret eden sahâbîlere dörder bin, oğlu Abdullâh'a da üç bin beş yüz dirhem maaş bağlamıştı Hz Ömer'e:

Oğlun da ilk hicret edenlerden biridir Onun hakkını niçin kıstın?diye sordular Hz Ömer şunları söyledi:
Oğlum babasıyla birlikte hicret etti Bu sebeple yalnız başına hicret edenlerle bir tutulamaz(Buhârî, Menâkıbü'lEnsâr, 45)

Burada İslâm'ın âdil halifesi Hz Ömer (ra)'in, devlet malını dağıtırken ne kadar titiz davrandığı görülmektedir İlk muhâcirlerden olmasına rağmen, on bir yaşında anne ve babasıyla birlikte hicret ettiği için, kendi oğluna beş yüz dirhem daha az para veriyordu Normalde diğerleri ile oğlunu eşit tutması gerekirdi Çünkü onlar içinde de anne babasıyla birlikte hicret edenler vardı Fakat o böyle yapmadı, şüpheli şeylerden uzak durma veya helâl olanların bir kısmından vaz geçme kâidesine uyarak, oğluna az verdi

Şüpheli şeyler husûsundaki bu hassâsiyet, çağlar boyu Allâh dostları vasıtasıyla süregelmiştir Bu mümtaz şahsiyetler, geriden gelenlere çok güzel hakkaniyet hâtıraları bırakmışlardır

Bir kimsenin temiz gönüllü, ihlâs sâhibi ve ehli istikâmet olduğunu anlamak için, onun yaptığı ibâdetlerinden ziyade kalbî seviyesine, muâmelâttaki harâm helâl titizliğine ve şüpheli şeylerden uzak durma gayretine bakılmalıdır


Linkleri sadece kayıtlı üyelerimiz görebilirForumTR üyesi olmak için tıklayınız
 
858,496Konular
981,849Mesajlar
29,894Kullanıcılar
Üst Alt