iltasyazilim
FD Üye
Husûsî Bir Açıdan İman
Tarifler çerçevesinde veya bilim ve mârifet nazariyesi açısından iman; emn ü emankökünden türetilmiş, inanmak, güven vadetmek, başkalarının emniyetini temin etmek veya kesin, güvenilir ve sağlam almak mânâlarına gelen bir sözcük Allah'a itimat etmek, O'nu doğrulamak ve onaylamak, vicdanî itiraf ve kalbî iz'anda bulunmak da, dil geleneği açısından bu kutsal kelimeye yüklenen mânâlardan sadece birkaçı
İman edene mü'min denir Mü'min; tarifler çerçevesinde yukarıda gördüğümüz hususların tam bir tasdikçisi ve temsilcisidir Burada ameliman münasebeti, amelin imanın tarifine girip girmemesi konuları üstünde de durulabilir fakat, biz şimdilik onları geçiyoruz Evet mü'min; sağduyusu, basiret ve firaseti, vahiy ile aydınlanmış dupduru ve tertemiz aklı, engin ve tarafsız anlayışı, sağlam ve kuşatıcı görüşü, sorumlulukları namına titizlik ve duyarlılığı, kötülüklere aleyhinde azim ve kararlılığı, bütün bir ömür boyu yücelikler ardından olması ve yüksekleri kollaması, daima dipdiri tutabildiği duygusal, şuuru ve iradesi, her şeyin özüne nüfuz edebilme hususundaki tecessüsü ve hâdiseleri yorumlamadaki derin idraki, Allah'a emanet edip güvenmesi ve millet aralarında bir güven insanı olarak tanınıp bilinmesi, Hakk'ı gönülden onaylama edip daima O'na karşısında vefalı kalabilmesi, emanette belirlenmiş olarak tanınması ve herkesin defalarca başvuracağı bir güvenlik insanı şeklinde hatırlanması, hatırlanıp maşerî vicdanca kabul görmesi, duyulup görüldüğü yeniden Hakk'ın yâd edilmesine vesile olması ve semtine uğrayanları hâliyle, diliyle O'na yönlendirmesi açısından mutlak zikir kemâline masrufturesasına binaen tam bir tasdik, iz'an ve temsil kahramanıdır
Her inanan insan, aynı seviyede bir iman ve İslâm kahramanı olmasa da, her fert için inanma hissinin ne dek kayda değer olduğu açıktır bir defa bu his, yaratılışı itibarıyla insanın tabiatında var olan en yüksek değerdir İnanmayanlar, cismanî ve bedenî müsamaha u safayla doymaya, hoşnutluk olmaya, daha doğrusu avunmaya çalışsalar da, kendilerini kesintisiz bir boşlukta hissederler Boştur onların nazarında tüm zamanlar ve mekânlar, bugünler ve yarınlar ruhunda içten derine böyle bir boşluğu hisseden biri, hezeyana dönüşen hafakanlarını; Tüm başıboşluk; zemin manâsız, âsuman manâsız, kalb ve vicdan boş;
Tutunmak isterim, bir nokta yok pîşi nigâhımda(TF) biçiminde dile getirir Küfrün ürperticiliğini ve imanın vadettiği huzuru, itminanı haykıran bir mü'mine gelince: İmansız olan paslı kalp sînede yüktür(MA) der ve kestirir atar Bu paslı yüreklerin pasını çözmeye karar vermiş bir gönül eri ise: Hakikî tutku, elemsiz lezzet, kedersiz sevinç yalnız imanda ve iman hakikatleri dairesindedir;o kadar ise, hayatın hoşgörü ve lezzetini isteyenler, onu imanla hayatlandırmalı, farzları yerine getirmekle bezemeli ve günahlardan uzakta durmakla korumalıdırlar;zira, bir kimse bâkî hayata bütün yönelebildiği takdirde, dünyası ne dek fena ve tedirgin da olsa; o, bu dünyayı Cennet'in bir bekleme salonu mahiyetinde gördüğünden her şeyi hoş karşılar, her şeye katlanır ve şükreder(Az bir tasarrufla Bediüzzaman'dan) der; reçete mahiyetindeki sözleriyle ufkumuzu aydınlatır ve imanın büyüsünü gönüllerimize duyurur
Muhteva ve özü itibarıyla iman; can âleminden koparılıp ruhlarımıza sunulmuş bir yemiş, duygularımıza içirilmiş bir kevser, gönül dudaklarımızla emilen bir mânâ, his, şuur, algı pergeli ve cetveliyle sînelerimizde şekillendirilmiş nurdan bir âbidedir Gönlünü ve duygularını imanla, mârifetle onarıp ihya eden bir iman kahramanı, düşünce dünyasını cennetlere çevirmenin sırrını keşfetmiş, ebedî mutluluk yoluna girmiş ve başka arayışlardan da kurtulmuş demektir Zira, her zaman imanda mânevî bir cennetin, küfür ve dalâlette de mânevî bir cehennemin mevcudiyeti söz konusudur evet, iman mânevî bir Tûbâi Cennet çekirdeğini taşıdığı gibi, küfür de içinde mânevî bir Cehennem tohumu saklamaktadır(Siyakın üslûba tesiri çerçevesinde küçük bir değişiklikle Bediüzzaman'dan)
Doğrusu bir ruh imanla kanatlanmışsa, artık o ne başka eşiğe baş koyar, ne de başkalarına dilencilik yapma zilletine düşer kimseden korkmaz, kimseye baş eğmez ve imanın gücü ölçüsünde her şeye karşı yiğitçe davranır Evet, iman hem nurdur, keza kuvvettir; hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir ve hâdiselerin tazyikatından kurtularak defalarca mutlu olabilirÇünkü, iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül de saâdeti dâreyni (dünyaâhiret mutluluğu) netice verir(Biriki sözcük değişikliğiyle Üstad Bediüzzaman'dan) Böyle bir iman âbidesi, tekrar tekrar gönlünü, gökler ötesi âlemlere gelmek için bir helezon gibi kullanır ve onunla meleklerin, rûhânîlerin iç içe bulunduğu melekûtî derinliklerde kanat çırpar durur Zaman olur, melekler ve rûhânîler onun kulaklarına bir şeyler fısıldar ve zaman gelir o, rûhânîlerin boyunlarına mârifet gerdanlıkları takar ve bulunduğu âlemin müşârun bilbenânı (parmakla gösterilen) olur Hele bir de o, imanını irfanla derinleştirip irfanını da rûhânî zevklerle bezeyebilmişse evet işte o vakit, melekleri bile imrendiren ufuklarda pervaz etmeye başlar daima Hakk'ın hoşnut olacağı zirveleri kollar kesintisiz cennetliklerle oturur kalkar ve a'lâyı illiyyînrüyaları görür Nûru iman ile a'lâyı illiyyîne yükselip, Cennet'e lâyık bir değer almak hakikî mü'minin kaderi; küfrün zifirî dünyasında aşağıların aşağısına (esfeli sâfilîn) düşüp Cehennem'e ehil hâle gelmek de kâfirin ma'kus talihidir (İkinci şık başlı başına bir konu lakin, zannediyorum tahliline bu sahifeler yetmez…)
Hakikî mü'mini kendi derinlikleriyle görebilenler, onda Hakk'ı hatırlar onun nefeslerini duyan İsa Mesih'e uğramış gibi canlanır ve onun gönlünden yükselen sesleri dinleyenler, Beyan Sultanı'nın meclisine ermiş gibi söz şarabıyla mest ü mahmur hâle kazanç Evet, iman ve imanın vadettikleriyle donanımını tamamlamış bir rûhun, artık diğer herhangi bir şeye ihtiyacı kalmamıştır Allah'a intisabı sayesinde o, aczi içinde Hakk'ın kudretiyle dinç, fakirliğiyle beraber O'nun servetiyle varlıklı ve küçüklüğüne karşın de ululardan bir uludur Çünkü o, ihtiyar ve iradesinin eksik kaldığı noktada, Efendisinin ebedi iradesine dayanır Üstesinden gelemeyeceği konularda O'nun kudretine emanet eder dünyevî hayatı itibarıyla sarsıldığında, ebedî hayatının bono ve bahçelerine sığınır ufkunu vefat endişeleri sardığında, kendini ebedî hayatın ferahfeza iklimlerine atar düşünce ve idrakiyle çözemediği problemler aleyhinde da, Kur'ân'ın hall ü fasleden parlak iklimine başvuru eder ve hiçbir süre yeis yaşamaz, avarelik hissetmez; karanlığın mütemadî olanıyla karşılaşmaz; hayatını bir haz zemzemesi şeklinde duyar, yaşar ve ömrünü Yaradan'a şükürlerle yediyetmişyedi yüz veren başaklara çevirir
Mükemmel bir mü'min, yalnızca kendi ekipman ve şahsî kıvamına da tabi kalmaz; o, peygamberâne bir azimle herkese açılır, herkesi kucaklar ve kendini ihmalkârlık edecek ölçüde hayatını başkalarının dünyevîuhrevî mutluluğuna bağlar ve daima bir sahabi gibi yaşar; yaşar da, tıpatıp mumlar gibi özündeki yakma usâresiyle kesintisiz çevresini nura gark eder ve kendine karşın bir yol izler evet o defalarca, gece gibi karanlık iklimleri kollar zulmetlerle yakapaça olur daima par par yanar yandıkça içi cızeder boynu bükülür fakat, ne aralıksız yanması, ne de yanıp tükenmesi, onu başkalarını aydınlatmadan alıkoyamaz
İman yolunun başına sancağını sağlamca saplayabilmiş iman eri, bir hamlede arzı aşar gider semalara ulaşır yıldızlarla hasbıhal eder güneşle münasebete geçer ayla dostluk kurar ve yürür fezanın derinliklerinde Refîki A'lâya içten Yürürken de, tekrar tekrar tevazu içinde yüzü yerde ve mahviyet soluklamaktadır evet o, gönlüne meleklerin kanadından tüyler takmış gibi, defalarca us almaz irtifalarda kanat çırpar durur; kanat çırpar durur ama, ne irtifaların baş döndürücülüğü, ne de rûhânîlerle beygir başı hâle gelme, onun o durulardan duru düşüncelerini bulandıramaz Başı her zaman bir Âdem Nebi duygusuyla sînesi üzerinde buruk, dudaklarında hiç dinmeyen bir efgan ve ümitleriyle de kıpkırmızı güller gibidir Güneşe bakar gibi Hakk'a yönelince renklerle köpürür; O'nun mehâbetini duyunca da, Sûr sesi almışçasına sabahın şebnemli yaprakları gibi terler
Onu temâşâ edenler, onun her hâlinden Hakk'ı müşahedeye menfezler bulur, sonsuza yönelir ve dünyalarını bir sevda yuvasına çevirirler O, ışığa hasret en karanlık gecelerde ve hazanla sarsılmış bağlardabahçelerde çeşit çeşit ışık oyunları gösterir ve çevresine gönlünün mânâlarından demet demet güller, çiçekler sunar
Bazen duygularını ihtişam ve mehafetle yoğurur, kavrulmuş sînesini gözyaşlarıyla serinletir; bazen de ümit ve beklentilerinin yollarına su serpiyor gibi yaş döker, hülyalarının hızlıca gerçekleşeceği tefe'ülü ile sevinç murakabesi yaşar Ne var ancak, imanının enginliği ölçüsünde, tekrar tekrar ötelere açık bulunur Kalbinin ritmine but uydurur, mantığını kalbinin kanatlarından tüylerle kanatlandırır; düz düşünce ve dünyevî idrakin takılıp yolda kaldığı aşılmaz gibi görülen engebeleri bir hamlede aşar ve mânâ dünyasının şâhikalarına ulaşır
İman erleri gam ve üzüntü sâikleriyle kuşatıldıkları zamanlarda bile defalarca refah içindedirler Onlar, ne devamlı gam çeker ne de kederin süreklisini bilirler Allah'a intisap ve O'na dostlukları doğruca, rahatlıkla gamın boynunu kırar; kederi, kendi küdûreti içinde boğar; varsa tasalarını hüznü mukaddesrenkleriyle bezer ve sıkıntıların arka yüzündeki uhrevî güzelliklerin tül pembe renklerini temâşâ ile, elemleri lezzetlere, ızdırapları da doğum sancılarının vadettiği inşirahlara bağlayarak, dudaklarından dökülen ofları ânında ohlara çevirir ve en muzdarip hâllerinde bile çevrelerine kalblerinin diliyle mutluluk neşideleri dinletirler bir kere de bu çizgiyi yakalayıp ilk nefeslerini böyle uhrevîleştirince, ikinci defa soluklanmada, kalblerini dimağlarına bağlar, akıllarını gönül diliyle konuşturur ve seslerini tâ yıldızlar ve yıldızlar ötesi âlemlere duyurarak, vicdanlarının zirvelerinden bütün rûhânîlere, bugüne değin duymadıkları ne ezanlar ne ezanlar dinletirler Bu ezanları mü'minin kendisi de duyup tutku edebilir; elverir ama, ufkunu dalâlet kirlerinden temiz tutabilsin *
Tarifler çerçevesinde veya bilim ve mârifet nazariyesi açısından iman; emn ü emankökünden türetilmiş, inanmak, güven vadetmek, başkalarının emniyetini temin etmek veya kesin, güvenilir ve sağlam almak mânâlarına gelen bir sözcük Allah'a itimat etmek, O'nu doğrulamak ve onaylamak, vicdanî itiraf ve kalbî iz'anda bulunmak da, dil geleneği açısından bu kutsal kelimeye yüklenen mânâlardan sadece birkaçı
İman edene mü'min denir Mü'min; tarifler çerçevesinde yukarıda gördüğümüz hususların tam bir tasdikçisi ve temsilcisidir Burada ameliman münasebeti, amelin imanın tarifine girip girmemesi konuları üstünde de durulabilir fakat, biz şimdilik onları geçiyoruz Evet mü'min; sağduyusu, basiret ve firaseti, vahiy ile aydınlanmış dupduru ve tertemiz aklı, engin ve tarafsız anlayışı, sağlam ve kuşatıcı görüşü, sorumlulukları namına titizlik ve duyarlılığı, kötülüklere aleyhinde azim ve kararlılığı, bütün bir ömür boyu yücelikler ardından olması ve yüksekleri kollaması, daima dipdiri tutabildiği duygusal, şuuru ve iradesi, her şeyin özüne nüfuz edebilme hususundaki tecessüsü ve hâdiseleri yorumlamadaki derin idraki, Allah'a emanet edip güvenmesi ve millet aralarında bir güven insanı olarak tanınıp bilinmesi, Hakk'ı gönülden onaylama edip daima O'na karşısında vefalı kalabilmesi, emanette belirlenmiş olarak tanınması ve herkesin defalarca başvuracağı bir güvenlik insanı şeklinde hatırlanması, hatırlanıp maşerî vicdanca kabul görmesi, duyulup görüldüğü yeniden Hakk'ın yâd edilmesine vesile olması ve semtine uğrayanları hâliyle, diliyle O'na yönlendirmesi açısından mutlak zikir kemâline masrufturesasına binaen tam bir tasdik, iz'an ve temsil kahramanıdır
Her inanan insan, aynı seviyede bir iman ve İslâm kahramanı olmasa da, her fert için inanma hissinin ne dek kayda değer olduğu açıktır bir defa bu his, yaratılışı itibarıyla insanın tabiatında var olan en yüksek değerdir İnanmayanlar, cismanî ve bedenî müsamaha u safayla doymaya, hoşnutluk olmaya, daha doğrusu avunmaya çalışsalar da, kendilerini kesintisiz bir boşlukta hissederler Boştur onların nazarında tüm zamanlar ve mekânlar, bugünler ve yarınlar ruhunda içten derine böyle bir boşluğu hisseden biri, hezeyana dönüşen hafakanlarını; Tüm başıboşluk; zemin manâsız, âsuman manâsız, kalb ve vicdan boş;
Tutunmak isterim, bir nokta yok pîşi nigâhımda(TF) biçiminde dile getirir Küfrün ürperticiliğini ve imanın vadettiği huzuru, itminanı haykıran bir mü'mine gelince: İmansız olan paslı kalp sînede yüktür(MA) der ve kestirir atar Bu paslı yüreklerin pasını çözmeye karar vermiş bir gönül eri ise: Hakikî tutku, elemsiz lezzet, kedersiz sevinç yalnız imanda ve iman hakikatleri dairesindedir;o kadar ise, hayatın hoşgörü ve lezzetini isteyenler, onu imanla hayatlandırmalı, farzları yerine getirmekle bezemeli ve günahlardan uzakta durmakla korumalıdırlar;zira, bir kimse bâkî hayata bütün yönelebildiği takdirde, dünyası ne dek fena ve tedirgin da olsa; o, bu dünyayı Cennet'in bir bekleme salonu mahiyetinde gördüğünden her şeyi hoş karşılar, her şeye katlanır ve şükreder(Az bir tasarrufla Bediüzzaman'dan) der; reçete mahiyetindeki sözleriyle ufkumuzu aydınlatır ve imanın büyüsünü gönüllerimize duyurur
Muhteva ve özü itibarıyla iman; can âleminden koparılıp ruhlarımıza sunulmuş bir yemiş, duygularımıza içirilmiş bir kevser, gönül dudaklarımızla emilen bir mânâ, his, şuur, algı pergeli ve cetveliyle sînelerimizde şekillendirilmiş nurdan bir âbidedir Gönlünü ve duygularını imanla, mârifetle onarıp ihya eden bir iman kahramanı, düşünce dünyasını cennetlere çevirmenin sırrını keşfetmiş, ebedî mutluluk yoluna girmiş ve başka arayışlardan da kurtulmuş demektir Zira, her zaman imanda mânevî bir cennetin, küfür ve dalâlette de mânevî bir cehennemin mevcudiyeti söz konusudur evet, iman mânevî bir Tûbâi Cennet çekirdeğini taşıdığı gibi, küfür de içinde mânevî bir Cehennem tohumu saklamaktadır(Siyakın üslûba tesiri çerçevesinde küçük bir değişiklikle Bediüzzaman'dan)
Doğrusu bir ruh imanla kanatlanmışsa, artık o ne başka eşiğe baş koyar, ne de başkalarına dilencilik yapma zilletine düşer kimseden korkmaz, kimseye baş eğmez ve imanın gücü ölçüsünde her şeye karşı yiğitçe davranır Evet, iman hem nurdur, keza kuvvettir; hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir ve hâdiselerin tazyikatından kurtularak defalarca mutlu olabilirÇünkü, iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül de saâdeti dâreyni (dünyaâhiret mutluluğu) netice verir(Biriki sözcük değişikliğiyle Üstad Bediüzzaman'dan) Böyle bir iman âbidesi, tekrar tekrar gönlünü, gökler ötesi âlemlere gelmek için bir helezon gibi kullanır ve onunla meleklerin, rûhânîlerin iç içe bulunduğu melekûtî derinliklerde kanat çırpar durur Zaman olur, melekler ve rûhânîler onun kulaklarına bir şeyler fısıldar ve zaman gelir o, rûhânîlerin boyunlarına mârifet gerdanlıkları takar ve bulunduğu âlemin müşârun bilbenânı (parmakla gösterilen) olur Hele bir de o, imanını irfanla derinleştirip irfanını da rûhânî zevklerle bezeyebilmişse evet işte o vakit, melekleri bile imrendiren ufuklarda pervaz etmeye başlar daima Hakk'ın hoşnut olacağı zirveleri kollar kesintisiz cennetliklerle oturur kalkar ve a'lâyı illiyyînrüyaları görür Nûru iman ile a'lâyı illiyyîne yükselip, Cennet'e lâyık bir değer almak hakikî mü'minin kaderi; küfrün zifirî dünyasında aşağıların aşağısına (esfeli sâfilîn) düşüp Cehennem'e ehil hâle gelmek de kâfirin ma'kus talihidir (İkinci şık başlı başına bir konu lakin, zannediyorum tahliline bu sahifeler yetmez…)
Hakikî mü'mini kendi derinlikleriyle görebilenler, onda Hakk'ı hatırlar onun nefeslerini duyan İsa Mesih'e uğramış gibi canlanır ve onun gönlünden yükselen sesleri dinleyenler, Beyan Sultanı'nın meclisine ermiş gibi söz şarabıyla mest ü mahmur hâle kazanç Evet, iman ve imanın vadettikleriyle donanımını tamamlamış bir rûhun, artık diğer herhangi bir şeye ihtiyacı kalmamıştır Allah'a intisabı sayesinde o, aczi içinde Hakk'ın kudretiyle dinç, fakirliğiyle beraber O'nun servetiyle varlıklı ve küçüklüğüne karşın de ululardan bir uludur Çünkü o, ihtiyar ve iradesinin eksik kaldığı noktada, Efendisinin ebedi iradesine dayanır Üstesinden gelemeyeceği konularda O'nun kudretine emanet eder dünyevî hayatı itibarıyla sarsıldığında, ebedî hayatının bono ve bahçelerine sığınır ufkunu vefat endişeleri sardığında, kendini ebedî hayatın ferahfeza iklimlerine atar düşünce ve idrakiyle çözemediği problemler aleyhinde da, Kur'ân'ın hall ü fasleden parlak iklimine başvuru eder ve hiçbir süre yeis yaşamaz, avarelik hissetmez; karanlığın mütemadî olanıyla karşılaşmaz; hayatını bir haz zemzemesi şeklinde duyar, yaşar ve ömrünü Yaradan'a şükürlerle yediyetmişyedi yüz veren başaklara çevirir
Mükemmel bir mü'min, yalnızca kendi ekipman ve şahsî kıvamına da tabi kalmaz; o, peygamberâne bir azimle herkese açılır, herkesi kucaklar ve kendini ihmalkârlık edecek ölçüde hayatını başkalarının dünyevîuhrevî mutluluğuna bağlar ve daima bir sahabi gibi yaşar; yaşar da, tıpatıp mumlar gibi özündeki yakma usâresiyle kesintisiz çevresini nura gark eder ve kendine karşın bir yol izler evet o defalarca, gece gibi karanlık iklimleri kollar zulmetlerle yakapaça olur daima par par yanar yandıkça içi cızeder boynu bükülür fakat, ne aralıksız yanması, ne de yanıp tükenmesi, onu başkalarını aydınlatmadan alıkoyamaz
İman yolunun başına sancağını sağlamca saplayabilmiş iman eri, bir hamlede arzı aşar gider semalara ulaşır yıldızlarla hasbıhal eder güneşle münasebete geçer ayla dostluk kurar ve yürür fezanın derinliklerinde Refîki A'lâya içten Yürürken de, tekrar tekrar tevazu içinde yüzü yerde ve mahviyet soluklamaktadır evet o, gönlüne meleklerin kanadından tüyler takmış gibi, defalarca us almaz irtifalarda kanat çırpar durur; kanat çırpar durur ama, ne irtifaların baş döndürücülüğü, ne de rûhânîlerle beygir başı hâle gelme, onun o durulardan duru düşüncelerini bulandıramaz Başı her zaman bir Âdem Nebi duygusuyla sînesi üzerinde buruk, dudaklarında hiç dinmeyen bir efgan ve ümitleriyle de kıpkırmızı güller gibidir Güneşe bakar gibi Hakk'a yönelince renklerle köpürür; O'nun mehâbetini duyunca da, Sûr sesi almışçasına sabahın şebnemli yaprakları gibi terler
Onu temâşâ edenler, onun her hâlinden Hakk'ı müşahedeye menfezler bulur, sonsuza yönelir ve dünyalarını bir sevda yuvasına çevirirler O, ışığa hasret en karanlık gecelerde ve hazanla sarsılmış bağlardabahçelerde çeşit çeşit ışık oyunları gösterir ve çevresine gönlünün mânâlarından demet demet güller, çiçekler sunar
Bazen duygularını ihtişam ve mehafetle yoğurur, kavrulmuş sînesini gözyaşlarıyla serinletir; bazen de ümit ve beklentilerinin yollarına su serpiyor gibi yaş döker, hülyalarının hızlıca gerçekleşeceği tefe'ülü ile sevinç murakabesi yaşar Ne var ancak, imanının enginliği ölçüsünde, tekrar tekrar ötelere açık bulunur Kalbinin ritmine but uydurur, mantığını kalbinin kanatlarından tüylerle kanatlandırır; düz düşünce ve dünyevî idrakin takılıp yolda kaldığı aşılmaz gibi görülen engebeleri bir hamlede aşar ve mânâ dünyasının şâhikalarına ulaşır
İman erleri gam ve üzüntü sâikleriyle kuşatıldıkları zamanlarda bile defalarca refah içindedirler Onlar, ne devamlı gam çeker ne de kederin süreklisini bilirler Allah'a intisap ve O'na dostlukları doğruca, rahatlıkla gamın boynunu kırar; kederi, kendi küdûreti içinde boğar; varsa tasalarını hüznü mukaddesrenkleriyle bezer ve sıkıntıların arka yüzündeki uhrevî güzelliklerin tül pembe renklerini temâşâ ile, elemleri lezzetlere, ızdırapları da doğum sancılarının vadettiği inşirahlara bağlayarak, dudaklarından dökülen ofları ânında ohlara çevirir ve en muzdarip hâllerinde bile çevrelerine kalblerinin diliyle mutluluk neşideleri dinletirler bir kere de bu çizgiyi yakalayıp ilk nefeslerini böyle uhrevîleştirince, ikinci defa soluklanmada, kalblerini dimağlarına bağlar, akıllarını gönül diliyle konuşturur ve seslerini tâ yıldızlar ve yıldızlar ötesi âlemlere duyurarak, vicdanlarının zirvelerinden bütün rûhânîlere, bugüne değin duymadıkları ne ezanlar ne ezanlar dinletirler Bu ezanları mü'minin kendisi de duyup tutku edebilir; elverir ama, ufkunu dalâlet kirlerinden temiz tutabilsin *