iltasyazilim
FD Üye
Hz MUHAMMED (sas) DOĞUMU, ÇOCUKLUĞU VE GENÇLIĞI
İnsanlığı hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini sağlamak üzere Allah Teâlâ tarafından gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle kabul edildiğine göre 20 Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü Mekke'de doğdu İslâm tarihi kaynakları, Hz Peygamber'in nesebi ta Hz Adem'e kadar sıralanan Şecere tabloları ile belirlemişlerdir Bu kaynaklarda Hz Peygamber'in yirminci göbekten atası olan Adnan'a kadar ittifak edilmiş, ancak Adnan'dan sonra verilen isimlerde bazı farklılıklar ortaya çıkmıştır Ama O'nun Hz İbrahim'in oğlu Hz İsmail soyundan olduğunda şüphe yoktur Buna göre Adnan'a kadar Rasûlullah'ın şeceresi şöylece sıralanır: Muhammed b Abdullah b Abdülmuttalib b Hâşim b Abdümenâf b Kusayy b Kilâb b Mürre b Ka'b b Lüeyy b Gâlib b Fihr b Mâlik b EnNadr b Kinâne b Huzeyme b Müdrike b İlyas b Mudar b Nizâr b Me'add b Adnan
Hz Peygamber'in doğumundan iki ay kadar önce babası Abdullah, ticarî bir seferden dönüşünde Yesrib (Medine)'de vefat etmişti Annesi Amine, Kureyş Kabilesinin kollarından Benû Zühre'nin reisi Vehb b Abdümenaf'ın kız idi O sıralarda Mekke eşrafı, çocuklarını çölde bir süt anneye vererek emzirme âdetine sahip oldukları için Hz Peygamber, kendi annesi Amine tarafından ancak bir kaç kez emzirilmiş, süt anneye verilinceye kadar da amcası Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe, O'na süt annelik yapmıştı Daha sonra Mekke'ye komşu çöllerde yaşayan Hevâzin kabilesinin kollarından Benû Sa'd'a mensup Halîme bint Ebî Züeyb, uzun süre Hz Peygamber'e süt emzirmiştir Mekke eşrafı tarafından Mekke'nin ağır ve sıcak havası çocukların gelişimine ve sağlıklarına zararlı görülüyor; ayrıca hac münasebetiyle her kesimden insanla temas halinde bulunan Mekke'de arap dili, yabancı tesirler altında kalabildiğinden, fesahat ve belâğata önem veren Mekkeliler çocuklarının dili öğrendikleri ilk yıllarının Arapçanın saf ve bozulmamış şekliyle ve olanca fesahat ve belâgatıyla arı duru konuşulduğu badiyelerde geçmesini gerekli görüyorlardı Bu bakımdan Araplar arasında fasih Arapçaları ile ün yapmış Benû Sa'd kabilesi arasında yaklaşık ilk iki buçuk yılını geçiren Hz Peygamber, ileride üstleneceği ilâhî risâlet görevi için hem bedenen, hem de ruhen burada hazırlanmış oluyordu Hz Peygamber'in kırk yaşından itibâren yürüttüğü İslâm'a davet vazifesi, kabul etmek gerekir ki, aslında meşakkatli, yorucu, bir takım sıkıntıları olan mukaddes bir vazifedir İşte bu yorucu ve meşakkatli görevi lâyıkıyla yerine getirebilmek için sağlam ve sıhhatli bir bünyeye sahip olmak gerekiyordu Hz Peygamber, böylelikle çocukluğunun ilk yıllarında Mekke'nin boğucu sıcak ve sıtmalı havasından uzaklaşmış, suyu ve havası güzel bâdiyede sağlıklı bir şekilde gelişme imkânını bulmuş oluyordu Diğer taraftan güzel konuşmanın kitleler üzerindeki etkisi malumdur İleride muhtelif insan kitlelerine muhâtap olacak bir peygamberin şüphesiz iyi bir dil bilgisine sahip olması ve dili, davasının uğrunda en iyi şekilde kullanması gerekiyordu İşte bu yönlerden Hz Peygamber henüz çocukluğundan itibâren davet faâliyeti için hazırlanıyordu Yalnız kendisi henüz o sıralarda ileride peygamber olacağı konusunda hiç bir bilgiye sahip olmadığından, bu hazırlanma O'nun bizzat iradesi ile ve bilerek olmayıp, Cenâbı Hakk'ın yönlendirmesi, kontrol ve murâkabe altında tutması şeklinde cereyan ediyordu Peygamber Efendimizin süt annesi Halime'nin yanında iken vukû bulan Göğsünün yarılması(Şerhu'sSadr veya Şakku'sSadr) olayını da yine davete hazırlık olarak değerlendirmek gerekir Bu olayda Hz Peygamber'in göğsü, görevli iki melek tarafından yarılmış, kalbi çıkarılarak Şeytanın ve nefsin tasallut ve saptırmasından arındırılmış ve Zemzem'le yıkanarak tekrar yerine konulmuştur Böylece Hz Peygamber, rûhen davete hazırlanmış oluyordu
Şerhu'ssadr olayından sonra süt anne halime tarafından Mekke'ye getirilerek öz annesi Amine ve dedesi Abdülmuttalib'e teslim edilen Hz Muhammed, altı yaşına kadar annesi Amine'nin yanında kaldı Bu sıralarda Amine, Hz Peygamber'i de yanına alarak Medine'deki akrabalarını ziyarete gitmişti Bu vesile ile, altı yıl kadar önce Medine'de ölen eşinin kabrini de ziyaret etmiş olacaktı Bir ay süren bir misafirlikten sonra Mekke'ye dönerken henüz Medine'den pek fazla uzaklaşmadan Ebvâ denilen köyde Âmine aniden rahatsızlandı ve vefat etti; oraya da defnedildi Artık hem yetim, hem de öksüz kalan çocuğu bu yolculukta kendilerine refakat eden dadı Ümmü Eymen Mekke'ye getirip dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti Yaşlı dede, kalben büyük bir muhabbet beslediği bu yavruyu sevgi ve rahmetle iki yıl bağrına bastı Abdülmuttalib'in temsil ettiği Hâşimoğullarının Mekke'deki itibârı ile Abdülmuttalib'in şahsî özellik, kabiliyet ve ahlâki faziletleri ve özellikle bir zamanlar yeri kaybolan kutsal Zemzem suyunu olgunluk devrelerinden tekrar bulup çıkarmış olması, onun Mekke'de kendisine son derece saygı duyulan, sözüne itibâr ve itâat edilen bir reis hâline gelmesini sağlamıştı Abdülmuttalib, Kâbe duvarına bitişik olarak sırf kendisine mahsus serilen minderde ve Mekke idare meclisi hüviyetini taşıyan Dâru'nNedve'de Mekke halkının çeşitli problemlerini dinler ve çözüm yolları arardı Dedesi Abdülmuttalib'in yanından hiç ayrılmayan küçük Muhammed, Dâru'nNedve'de yapılan idareye ve çeşitli problemlere ait müzâkerelerde de dedesinin yanında bulunuyor ve daha o yaşlarından itibaren zulmün hâkim olduğu Mekke toplumunda ortaya çıkan problemleri, insanların dinî, idârî, iktisadî, ilmî, ictimâî yönlerden nasıl bir bataklığın içinde bulunduklarını yakından görüp idrâk ediyordu
Hz Peygamber sekiz yaşına geldiği zaman Abdülmuttalib seksen iki yaşına erişmişti ve yaşlı bünye, uğradığı hastalıklara tahammül edemeyerek bu dünyadan ayrıldı Abdülmuttalib vefatından önce sevgili torununu oğulları arasında, Hz Muhammed'in babası Abdullah'la anababa bir kardeş olan Ebû Talib'e teslim etmişti Artık Hz Muhammed sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar amcası Ebu Talib'in yanında kalmıştır
Gelecekte peygamber olacağı hakkında ne kendisinin ne de çevresinin kesin bir bilgisi olmadığından, tâbiîdir ki Hz Peygamber'in bu devrelerdeki hayatı hakkında fazla bilgimiz yoktur Ancak sadece Hz Peygamber'i değil, aynı zamanda diğer Mekkelileri de ilgilendiren bazı olaylarda Hz Peygamber'in aldığı yer ve oynadığı rol, kaynaklarımızda tespit edilmiştir Bu devreye ait mevcut bilgiler arasında şüphesiz önemli olanlarından birisi, Hz Peygamber'in Râhib Bahîrâ ile karşılaşması meselesidir Hz Peygamber on iki yaşlarında iken amcası Ebû Tâlib ile birlikte Şam'a doğru yol alan ticarî bir kervana katılmış ve kafile Şam yakınlarında Busrâ adlı bir mevkide mola verdiği zaman buradaki manastırda bulunan Bahirâ adlı râhib, İslâm kaynaklarına göre Hz Peygamber'deki özelliklere bakarak O'nun ileride çıkması beklenilen son peygamber olabileceği kanâatine varmıştı Müsteşrikler bu olayı kendi yanlı bakış açıları ile ele alarak İslâm'ın doğuşunda Hristiyan rûhiyâtının etkileri olduğunu, Râhib Bahîrâ'nın dinî telkinlerinin tesirinde kalan Hz Muhammed'in bu dinî şuuru geliştirerek ileride İslâm'ı ortaya attığını iddia ederlerse de, İslâmiyet'in temelini oluşturan tevhid akidesi ile Hristiyanlığın temeli olan teslis * inancının aslâ bağdaşamaz bir karakterde oluşu, İslâm'ın Hristiyanlık'da mevcut teslis düşüncesini şirk olarak kabul etmesi, bu iddiânın ne derece asılsız ve gülünç olduğunun en açık delillerindendir (geniş bilgi için bkz Bahîrâ maddesi)
Hz Peygamber, bu ilk seferin ardından daha sonraki yıllarda diğer amcaları ile birlikte Mekke dışına yapılan bazı ticari seferlere katılmış, muhtelif bölgelerde yaşayan insanların farklılık arzeden dinleri, örf ve âdetleri, hal ve vaziyetleri hakkında bilgi sahibi olmuştur Peygamber Efendimizin daha sonraları İslâm'ı tebliğ ederken bu bilgilerinden istifade etmesi tabiî olduğuna göre cereyan eden bu olayları da O'nun peygamberliğe ilmen hazırlanması olarak değerlendirmek gerekir
Cenâbı Hakk'ın kontrol ve murâkabesi, müstakbel peygamberi rûhen de davete hazırlıyor ve cahiliye döneminin her türlü şirk ve sapıklığından, kötülük ve ahlâksızlığından uzak tutuyordu Mekkelilerin dinî bir âyini ve bayramı olan Büvâne'ye çocukluk yıllarında amca ve halalarının zorlamaları ile götürülen Hz Muhammed, âdet üzere diğer akrabalarının yaptığı şekilde burada hazır bulundurulan bir puta tapmak içiri sıraya girdiğinde, henüz kendisine sıra gelmeden ilâhi bir ikaz ile puta tapmaktan alıkonulmuş ve olayın haşyeti içerisinde Hz Peygamber kısa bir baygınlık geçirmişti Bu olaydan sonra artık akrabaları O'na putlara tapmak için her hangi bir ısrarda bulunmadılar Tabîidir ki Peygamber Efendimiz çocukluk yıllarından itibâren hayatı boyunca aslâ hiç bir puta tapmadığı gibi, onlar adına kurban kesmemiş, putlar adına kesilen hayvanların etini yememiş, onlar adına yemin etmemiş, hatta onların adını dahi ağzına almaktan hoşlanmadığını belirtmişti
Geçim sıkıntısı çeken amcası Ebû Tâlib'e yardımcı olmak için gençlik yıllarında Mekkelilere ücretle çobanlık yapan Hz Muhammed, çobanlığı sırasında Mekke'nin dağdağalı, debdebeli, şirkin hâkim olduğu havasından uzaklaşarak tabiatla karşı karşıya gelmiş, bu anlarda muhakeme ve idrâk gücü gelişerek herşeyin yaratıcısı olan Cenabı Allah'ın varlığı ve birliğini, O'na eşler koşmanın sapıklık olduğunu iyice kavramış, karşılaştığı bir takım sıkıntı ve meşakkatler O'nu rûhen olgunlaştırmıştı Çobanlık yaptığı günlerden birisinde sürüsünü bir çoban arkadaşına emanet ederek Mekke'de tertiplenen gece eğlencelerini seyretmek için kırdan şehire inen Hz Peygamber, eğlence yerine gelip oturur oturmaz Cenâbı Hakk'ın kendisine verdiği bir uyku ile, içkilerin içildiği, oyunların oynandığı, ahlâksızlıkların yapıldığı bu işret âlemini seyretmekten dahi alıkonulmuştu Bir başka sefer yine böyle bir eğlenceyi seyretme arzusu aynı şekilde engellenmiş; artık bir daha da Hz Peygamber böyle bir şeye teşebbüs etmemiş, istek de duymamıştı
Hz Peygamber yirmi yaşlarında iken Mekkeliler ile Hevâzin kabilesi arasında Ficâr Harbi vukû buldu Aslında savaşabilecek bir yaşta ve güçte olmasına rağmen Hz Peygamber bu harpte sadece savaş alanının gerisine düşen okları toplayıp amcalarına vermekle yetinmişti Böylece genellikle cephe gerisinde bulunmasına rağmen bu olayın O'nda harp taktik ve teknikleri, sevk ve komuta gibi konularda tecrübeler oluşturduğu bir gerçektir Peygamberliğinden sonra dahi hatırladığı zaman bir üye olarak katılmaktan şeref ve iftihar duyduğunu açıkça belirttiği Hılfü'lFudûl ise hemen bu savaştan sonra gerçekleşmişti Bu vesile ile Hz Peygamber, cemiyet meselelerini yakînen tanımış, câhiliye toplumunda güçlünün güçsüzü nasıl ezdiğini, güç ve kuvvet karşısında zâlimlerin nasıl eriyip titrediğini örnekleriyle görmüştü
Yirmibeş yaşında bizzat kendisinin idare ettiği bir ticaret kervanı Hz Muhammed'i Hz Hatice ile karşılaştırdı ve aralarında gerçekleşen evlilik, Hz Muhammed'in amcası Ebû Tâlib'in yanından ayrılıp yeni bir aile yuvası kurmasını sağladı Hz Peygamber'in bu evlilik dolayısıyla Hz Hatice'den altı çocuğu olmuştu Bunlardan dördü kız olup Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsüm ve Fâtıma adlarını almışlardı Bunların dördü de babalarının peygamberliğine erişmişler ve O'na iman ederek hicret etmişlerdir Oğulları ise Kasım ve Abdullah adını taşıyordu Hz Peygamber'in ilk oğlunun adı Kasım olduğu için kendisine Ebû'lKâsım künyesi verilmişti Bazı kaynaklar bunlardan başka Hz Peygamber'in Tayyib ve Tâhir adında iki oğlu daha olduğunu zikrederken, diğer bazı kaynaklar bu son iki ismin Abdullah'ın lâkabı olduğunu belirtmişlerdir Hicretten sonra doğan oğlu İbrahim ise Mısırlı câriye Mâriye'dendir Hz Peygamber'in bütün erkek çocukları henüz küçük yaşlarda vefat etmişlerdi
Hz Hatice ile evliliğinden sonra Peygamber Efendimiz ailenin geçimini ticaret yoluyla sağlamaya çalışmış, bazan ortaklık yoluyla, bazan müstakil olarak ticaret yapmıştı Hz Muhammed, bu ticarî muamelelerindeki dürüstlüğü, doğru sözlülüğü, ahde vefası, âdil ve âlicenâb davranışları, herkes hakkında iyimser davranıp elinden gelen iyilik ve yardımı yapması, yoksulun, muhtacın elinden tutması, yakınlarına ve akrabalarına karşı gösterdiği ilgi, ahlâkî olgunluk ve rûhî üstünlükleri ile derhal temâyüz etmiş, çevrede herkesin güvenip itibar ettiği, sayıp sevdiği bir kişi hâline gelmişti Bu sebeple Mekkeliler kendisine elEmîn güvenilir kişilâkabını vermişlerdi
Hz Peygamber'in otuz beş yaşında iken meydana gelen Kâbe tâmiri olayı ve bu olay sırasında elHaceru'lEsved'in* yerine konması meselesinde Mekke sülâleleri arasında çıkan ve kanlı bir çatışmaya dönüşme temâyülü gösteren anlaşmazlığı herkesi memnun edecek bir tarzda ve âdil bir şekilde çözmesi, O'na duyulan güveni daha da artırmıştı
Allah'ın mukaddes evi Kâbe'nin tâmiri dolayısıyla herkeste olduğu gibi Hz Muhammed'de de dinî duygu ve heyecanlar şüphesiz harekete geçmiştir Bu sebeple O'nda bu yıllardan itibâren Rabbi ile başbaşa kalma arzusu görülür Bir de buna toplum içinde işlenen haksızlıklar, zulümler, ahlâksızlıklar, din adına icrâ edilen sapıklık ve akılsızlıklar eklenecek olursa, Hz Muhammed'in böylesi câhilî bir toplumdan kendisini uzak tutarak yalnız, sessiz, sakin bir mağarada bir süre uzlete çekilmesinin sebebi daha iyi anlaşılır Artık otuz beş yaşından itibâren Hz Peygamber, belli zamanlarda özellikle Ramazan ayı boyunca Mekke'den uzaklaşıyor, uzlet yeri olarak kendisine seçtiği Hıra dağındaki bir mağarada günlerini geçirerek Cenâbı Hakk'ın varlığını, birliğini, kudret ve azametini, O'nun gücü karşısında mahlûkatın aczini ve zayıflığını düşünüyor; Rab Teâlâ'nın insanlara sonsuz nimetlerini, buna karşı insanoğlunun nankörlüğünü, onların dinî, siyasî, ictimâı, ahlâkî vs yönlerden içerisine düştükleri kötü durumları hatırlıyordu İşte bu uzlet,günleri Hz Peygamber'i rûhi, ahlâkî bir olgunluğa götürdüğü gibi tefekkür ve istidlâl melekelerini geliştirerek aklî ve ilmî bir yüceliğe de eriştirdi
İnsanlığı hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini sağlamak üzere Allah Teâlâ tarafından gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle kabul edildiğine göre 20 Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü Mekke'de doğdu İslâm tarihi kaynakları, Hz Peygamber'in nesebi ta Hz Adem'e kadar sıralanan Şecere tabloları ile belirlemişlerdir Bu kaynaklarda Hz Peygamber'in yirminci göbekten atası olan Adnan'a kadar ittifak edilmiş, ancak Adnan'dan sonra verilen isimlerde bazı farklılıklar ortaya çıkmıştır Ama O'nun Hz İbrahim'in oğlu Hz İsmail soyundan olduğunda şüphe yoktur Buna göre Adnan'a kadar Rasûlullah'ın şeceresi şöylece sıralanır: Muhammed b Abdullah b Abdülmuttalib b Hâşim b Abdümenâf b Kusayy b Kilâb b Mürre b Ka'b b Lüeyy b Gâlib b Fihr b Mâlik b EnNadr b Kinâne b Huzeyme b Müdrike b İlyas b Mudar b Nizâr b Me'add b Adnan
Hz Peygamber'in doğumundan iki ay kadar önce babası Abdullah, ticarî bir seferden dönüşünde Yesrib (Medine)'de vefat etmişti Annesi Amine, Kureyş Kabilesinin kollarından Benû Zühre'nin reisi Vehb b Abdümenaf'ın kız idi O sıralarda Mekke eşrafı, çocuklarını çölde bir süt anneye vererek emzirme âdetine sahip oldukları için Hz Peygamber, kendi annesi Amine tarafından ancak bir kaç kez emzirilmiş, süt anneye verilinceye kadar da amcası Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe, O'na süt annelik yapmıştı Daha sonra Mekke'ye komşu çöllerde yaşayan Hevâzin kabilesinin kollarından Benû Sa'd'a mensup Halîme bint Ebî Züeyb, uzun süre Hz Peygamber'e süt emzirmiştir Mekke eşrafı tarafından Mekke'nin ağır ve sıcak havası çocukların gelişimine ve sağlıklarına zararlı görülüyor; ayrıca hac münasebetiyle her kesimden insanla temas halinde bulunan Mekke'de arap dili, yabancı tesirler altında kalabildiğinden, fesahat ve belâğata önem veren Mekkeliler çocuklarının dili öğrendikleri ilk yıllarının Arapçanın saf ve bozulmamış şekliyle ve olanca fesahat ve belâgatıyla arı duru konuşulduğu badiyelerde geçmesini gerekli görüyorlardı Bu bakımdan Araplar arasında fasih Arapçaları ile ün yapmış Benû Sa'd kabilesi arasında yaklaşık ilk iki buçuk yılını geçiren Hz Peygamber, ileride üstleneceği ilâhî risâlet görevi için hem bedenen, hem de ruhen burada hazırlanmış oluyordu Hz Peygamber'in kırk yaşından itibâren yürüttüğü İslâm'a davet vazifesi, kabul etmek gerekir ki, aslında meşakkatli, yorucu, bir takım sıkıntıları olan mukaddes bir vazifedir İşte bu yorucu ve meşakkatli görevi lâyıkıyla yerine getirebilmek için sağlam ve sıhhatli bir bünyeye sahip olmak gerekiyordu Hz Peygamber, böylelikle çocukluğunun ilk yıllarında Mekke'nin boğucu sıcak ve sıtmalı havasından uzaklaşmış, suyu ve havası güzel bâdiyede sağlıklı bir şekilde gelişme imkânını bulmuş oluyordu Diğer taraftan güzel konuşmanın kitleler üzerindeki etkisi malumdur İleride muhtelif insan kitlelerine muhâtap olacak bir peygamberin şüphesiz iyi bir dil bilgisine sahip olması ve dili, davasının uğrunda en iyi şekilde kullanması gerekiyordu İşte bu yönlerden Hz Peygamber henüz çocukluğundan itibâren davet faâliyeti için hazırlanıyordu Yalnız kendisi henüz o sıralarda ileride peygamber olacağı konusunda hiç bir bilgiye sahip olmadığından, bu hazırlanma O'nun bizzat iradesi ile ve bilerek olmayıp, Cenâbı Hakk'ın yönlendirmesi, kontrol ve murâkabe altında tutması şeklinde cereyan ediyordu Peygamber Efendimizin süt annesi Halime'nin yanında iken vukû bulan Göğsünün yarılması(Şerhu'sSadr veya Şakku'sSadr) olayını da yine davete hazırlık olarak değerlendirmek gerekir Bu olayda Hz Peygamber'in göğsü, görevli iki melek tarafından yarılmış, kalbi çıkarılarak Şeytanın ve nefsin tasallut ve saptırmasından arındırılmış ve Zemzem'le yıkanarak tekrar yerine konulmuştur Böylece Hz Peygamber, rûhen davete hazırlanmış oluyordu
Şerhu'ssadr olayından sonra süt anne halime tarafından Mekke'ye getirilerek öz annesi Amine ve dedesi Abdülmuttalib'e teslim edilen Hz Muhammed, altı yaşına kadar annesi Amine'nin yanında kaldı Bu sıralarda Amine, Hz Peygamber'i de yanına alarak Medine'deki akrabalarını ziyarete gitmişti Bu vesile ile, altı yıl kadar önce Medine'de ölen eşinin kabrini de ziyaret etmiş olacaktı Bir ay süren bir misafirlikten sonra Mekke'ye dönerken henüz Medine'den pek fazla uzaklaşmadan Ebvâ denilen köyde Âmine aniden rahatsızlandı ve vefat etti; oraya da defnedildi Artık hem yetim, hem de öksüz kalan çocuğu bu yolculukta kendilerine refakat eden dadı Ümmü Eymen Mekke'ye getirip dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti Yaşlı dede, kalben büyük bir muhabbet beslediği bu yavruyu sevgi ve rahmetle iki yıl bağrına bastı Abdülmuttalib'in temsil ettiği Hâşimoğullarının Mekke'deki itibârı ile Abdülmuttalib'in şahsî özellik, kabiliyet ve ahlâki faziletleri ve özellikle bir zamanlar yeri kaybolan kutsal Zemzem suyunu olgunluk devrelerinden tekrar bulup çıkarmış olması, onun Mekke'de kendisine son derece saygı duyulan, sözüne itibâr ve itâat edilen bir reis hâline gelmesini sağlamıştı Abdülmuttalib, Kâbe duvarına bitişik olarak sırf kendisine mahsus serilen minderde ve Mekke idare meclisi hüviyetini taşıyan Dâru'nNedve'de Mekke halkının çeşitli problemlerini dinler ve çözüm yolları arardı Dedesi Abdülmuttalib'in yanından hiç ayrılmayan küçük Muhammed, Dâru'nNedve'de yapılan idareye ve çeşitli problemlere ait müzâkerelerde de dedesinin yanında bulunuyor ve daha o yaşlarından itibaren zulmün hâkim olduğu Mekke toplumunda ortaya çıkan problemleri, insanların dinî, idârî, iktisadî, ilmî, ictimâî yönlerden nasıl bir bataklığın içinde bulunduklarını yakından görüp idrâk ediyordu
Hz Peygamber sekiz yaşına geldiği zaman Abdülmuttalib seksen iki yaşına erişmişti ve yaşlı bünye, uğradığı hastalıklara tahammül edemeyerek bu dünyadan ayrıldı Abdülmuttalib vefatından önce sevgili torununu oğulları arasında, Hz Muhammed'in babası Abdullah'la anababa bir kardeş olan Ebû Talib'e teslim etmişti Artık Hz Muhammed sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar amcası Ebu Talib'in yanında kalmıştır
Gelecekte peygamber olacağı hakkında ne kendisinin ne de çevresinin kesin bir bilgisi olmadığından, tâbiîdir ki Hz Peygamber'in bu devrelerdeki hayatı hakkında fazla bilgimiz yoktur Ancak sadece Hz Peygamber'i değil, aynı zamanda diğer Mekkelileri de ilgilendiren bazı olaylarda Hz Peygamber'in aldığı yer ve oynadığı rol, kaynaklarımızda tespit edilmiştir Bu devreye ait mevcut bilgiler arasında şüphesiz önemli olanlarından birisi, Hz Peygamber'in Râhib Bahîrâ ile karşılaşması meselesidir Hz Peygamber on iki yaşlarında iken amcası Ebû Tâlib ile birlikte Şam'a doğru yol alan ticarî bir kervana katılmış ve kafile Şam yakınlarında Busrâ adlı bir mevkide mola verdiği zaman buradaki manastırda bulunan Bahirâ adlı râhib, İslâm kaynaklarına göre Hz Peygamber'deki özelliklere bakarak O'nun ileride çıkması beklenilen son peygamber olabileceği kanâatine varmıştı Müsteşrikler bu olayı kendi yanlı bakış açıları ile ele alarak İslâm'ın doğuşunda Hristiyan rûhiyâtının etkileri olduğunu, Râhib Bahîrâ'nın dinî telkinlerinin tesirinde kalan Hz Muhammed'in bu dinî şuuru geliştirerek ileride İslâm'ı ortaya attığını iddia ederlerse de, İslâmiyet'in temelini oluşturan tevhid akidesi ile Hristiyanlığın temeli olan teslis * inancının aslâ bağdaşamaz bir karakterde oluşu, İslâm'ın Hristiyanlık'da mevcut teslis düşüncesini şirk olarak kabul etmesi, bu iddiânın ne derece asılsız ve gülünç olduğunun en açık delillerindendir (geniş bilgi için bkz Bahîrâ maddesi)
Hz Peygamber, bu ilk seferin ardından daha sonraki yıllarda diğer amcaları ile birlikte Mekke dışına yapılan bazı ticari seferlere katılmış, muhtelif bölgelerde yaşayan insanların farklılık arzeden dinleri, örf ve âdetleri, hal ve vaziyetleri hakkında bilgi sahibi olmuştur Peygamber Efendimizin daha sonraları İslâm'ı tebliğ ederken bu bilgilerinden istifade etmesi tabiî olduğuna göre cereyan eden bu olayları da O'nun peygamberliğe ilmen hazırlanması olarak değerlendirmek gerekir
Cenâbı Hakk'ın kontrol ve murâkabesi, müstakbel peygamberi rûhen de davete hazırlıyor ve cahiliye döneminin her türlü şirk ve sapıklığından, kötülük ve ahlâksızlığından uzak tutuyordu Mekkelilerin dinî bir âyini ve bayramı olan Büvâne'ye çocukluk yıllarında amca ve halalarının zorlamaları ile götürülen Hz Muhammed, âdet üzere diğer akrabalarının yaptığı şekilde burada hazır bulundurulan bir puta tapmak içiri sıraya girdiğinde, henüz kendisine sıra gelmeden ilâhi bir ikaz ile puta tapmaktan alıkonulmuş ve olayın haşyeti içerisinde Hz Peygamber kısa bir baygınlık geçirmişti Bu olaydan sonra artık akrabaları O'na putlara tapmak için her hangi bir ısrarda bulunmadılar Tabîidir ki Peygamber Efendimiz çocukluk yıllarından itibâren hayatı boyunca aslâ hiç bir puta tapmadığı gibi, onlar adına kurban kesmemiş, putlar adına kesilen hayvanların etini yememiş, onlar adına yemin etmemiş, hatta onların adını dahi ağzına almaktan hoşlanmadığını belirtmişti
Geçim sıkıntısı çeken amcası Ebû Tâlib'e yardımcı olmak için gençlik yıllarında Mekkelilere ücretle çobanlık yapan Hz Muhammed, çobanlığı sırasında Mekke'nin dağdağalı, debdebeli, şirkin hâkim olduğu havasından uzaklaşarak tabiatla karşı karşıya gelmiş, bu anlarda muhakeme ve idrâk gücü gelişerek herşeyin yaratıcısı olan Cenabı Allah'ın varlığı ve birliğini, O'na eşler koşmanın sapıklık olduğunu iyice kavramış, karşılaştığı bir takım sıkıntı ve meşakkatler O'nu rûhen olgunlaştırmıştı Çobanlık yaptığı günlerden birisinde sürüsünü bir çoban arkadaşına emanet ederek Mekke'de tertiplenen gece eğlencelerini seyretmek için kırdan şehire inen Hz Peygamber, eğlence yerine gelip oturur oturmaz Cenâbı Hakk'ın kendisine verdiği bir uyku ile, içkilerin içildiği, oyunların oynandığı, ahlâksızlıkların yapıldığı bu işret âlemini seyretmekten dahi alıkonulmuştu Bir başka sefer yine böyle bir eğlenceyi seyretme arzusu aynı şekilde engellenmiş; artık bir daha da Hz Peygamber böyle bir şeye teşebbüs etmemiş, istek de duymamıştı
Hz Peygamber yirmi yaşlarında iken Mekkeliler ile Hevâzin kabilesi arasında Ficâr Harbi vukû buldu Aslında savaşabilecek bir yaşta ve güçte olmasına rağmen Hz Peygamber bu harpte sadece savaş alanının gerisine düşen okları toplayıp amcalarına vermekle yetinmişti Böylece genellikle cephe gerisinde bulunmasına rağmen bu olayın O'nda harp taktik ve teknikleri, sevk ve komuta gibi konularda tecrübeler oluşturduğu bir gerçektir Peygamberliğinden sonra dahi hatırladığı zaman bir üye olarak katılmaktan şeref ve iftihar duyduğunu açıkça belirttiği Hılfü'lFudûl ise hemen bu savaştan sonra gerçekleşmişti Bu vesile ile Hz Peygamber, cemiyet meselelerini yakînen tanımış, câhiliye toplumunda güçlünün güçsüzü nasıl ezdiğini, güç ve kuvvet karşısında zâlimlerin nasıl eriyip titrediğini örnekleriyle görmüştü
Yirmibeş yaşında bizzat kendisinin idare ettiği bir ticaret kervanı Hz Muhammed'i Hz Hatice ile karşılaştırdı ve aralarında gerçekleşen evlilik, Hz Muhammed'in amcası Ebû Tâlib'in yanından ayrılıp yeni bir aile yuvası kurmasını sağladı Hz Peygamber'in bu evlilik dolayısıyla Hz Hatice'den altı çocuğu olmuştu Bunlardan dördü kız olup Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsüm ve Fâtıma adlarını almışlardı Bunların dördü de babalarının peygamberliğine erişmişler ve O'na iman ederek hicret etmişlerdir Oğulları ise Kasım ve Abdullah adını taşıyordu Hz Peygamber'in ilk oğlunun adı Kasım olduğu için kendisine Ebû'lKâsım künyesi verilmişti Bazı kaynaklar bunlardan başka Hz Peygamber'in Tayyib ve Tâhir adında iki oğlu daha olduğunu zikrederken, diğer bazı kaynaklar bu son iki ismin Abdullah'ın lâkabı olduğunu belirtmişlerdir Hicretten sonra doğan oğlu İbrahim ise Mısırlı câriye Mâriye'dendir Hz Peygamber'in bütün erkek çocukları henüz küçük yaşlarda vefat etmişlerdi
Hz Hatice ile evliliğinden sonra Peygamber Efendimiz ailenin geçimini ticaret yoluyla sağlamaya çalışmış, bazan ortaklık yoluyla, bazan müstakil olarak ticaret yapmıştı Hz Muhammed, bu ticarî muamelelerindeki dürüstlüğü, doğru sözlülüğü, ahde vefası, âdil ve âlicenâb davranışları, herkes hakkında iyimser davranıp elinden gelen iyilik ve yardımı yapması, yoksulun, muhtacın elinden tutması, yakınlarına ve akrabalarına karşı gösterdiği ilgi, ahlâkî olgunluk ve rûhî üstünlükleri ile derhal temâyüz etmiş, çevrede herkesin güvenip itibar ettiği, sayıp sevdiği bir kişi hâline gelmişti Bu sebeple Mekkeliler kendisine elEmîn güvenilir kişilâkabını vermişlerdi
Hz Peygamber'in otuz beş yaşında iken meydana gelen Kâbe tâmiri olayı ve bu olay sırasında elHaceru'lEsved'in* yerine konması meselesinde Mekke sülâleleri arasında çıkan ve kanlı bir çatışmaya dönüşme temâyülü gösteren anlaşmazlığı herkesi memnun edecek bir tarzda ve âdil bir şekilde çözmesi, O'na duyulan güveni daha da artırmıştı
Allah'ın mukaddes evi Kâbe'nin tâmiri dolayısıyla herkeste olduğu gibi Hz Muhammed'de de dinî duygu ve heyecanlar şüphesiz harekete geçmiştir Bu sebeple O'nda bu yıllardan itibâren Rabbi ile başbaşa kalma arzusu görülür Bir de buna toplum içinde işlenen haksızlıklar, zulümler, ahlâksızlıklar, din adına icrâ edilen sapıklık ve akılsızlıklar eklenecek olursa, Hz Muhammed'in böylesi câhilî bir toplumdan kendisini uzak tutarak yalnız, sessiz, sakin bir mağarada bir süre uzlete çekilmesinin sebebi daha iyi anlaşılır Artık otuz beş yaşından itibâren Hz Peygamber, belli zamanlarda özellikle Ramazan ayı boyunca Mekke'den uzaklaşıyor, uzlet yeri olarak kendisine seçtiği Hıra dağındaki bir mağarada günlerini geçirerek Cenâbı Hakk'ın varlığını, birliğini, kudret ve azametini, O'nun gücü karşısında mahlûkatın aczini ve zayıflığını düşünüyor; Rab Teâlâ'nın insanlara sonsuz nimetlerini, buna karşı insanoğlunun nankörlüğünü, onların dinî, siyasî, ictimâı, ahlâkî vs yönlerden içerisine düştükleri kötü durumları hatırlıyordu İşte bu uzlet,günleri Hz Peygamber'i rûhi, ahlâkî bir olgunluğa götürdüğü gibi tefekkür ve istidlâl melekelerini geliştirerek aklî ve ilmî bir yüceliğe de eriştirdi