iltasyazilim
FD Üye
http:img460**************img4606639logosonoy7gif
HZ PEYGAMBER (SAS) ZAMANINDA MEDİNE'NİN SOSYAL YAPISI
http:img117**************img1179819medineyk1
Muhammed (sas), 609 yılının sonlarına doğru İslâm'ı tebliğe başladığında, Arabistan yarımadası bir çöl haline gelmişti bile Bir çölün,şurasında burasında bir kaç su kaynağı ve insanlar tarafından yapılmış bir kaç kuyunun bulunması tabiidir Fakat söz konusu ettiğimiz devirde, bu su yokluğundan dolayı, bu bölgede Tokyo ve New York gibi büyük yerleşim merkezlerine, hatta Kitabı Mukaddes'te geçen(1) Ninova gibi şehirlere rastlanmaz
Araplar genellikle göçebe olup, mevsimlere ve yağmur yağış dönemlerine göre oradan oraya göçerlerdi Su kaynakları vasıtasıyla, buğday, arpa, arpacık ve darı ziraatından ziyade, hurmalar dikip vahalar yetiştiren yerleşik bahçıvanlar çok nadirdi
En büyük şehirlerin nüfusu, on bini aşmıyordu Arabistan'ın her tarafından Hacc için Kabe'ye gelen ziyaretçiler sayesinde Arabistan yarımadasının gerçek metropolü olan Mekke'nin durumu da böyleydi
Tipik bir köy olarak incelemek üzere (İslâm'ın arefesinde ve başlangıcında ol*mak üzere), bir çok sebepten ötürü Medine'yi seçtim:
1 Medine'de merkezî bir idare yoktu; bunun tam aksine, herkesin başkalarına karşı bağımsız olduğu, kendi aşiret veya kabile reisinden başka bir otorite tanımadığı, başıboş bir insan topluluğundan ibaretti
2 Hayat, temel olarak toprağa, hurmalıklara bağlıydı
3 Arabistan'da nadir bir husus olmak üzere, Medine'de yabancılar, yâni Yahudiler yaşıyordu ki, bunlar,yaşamı daha ilginç bir hale getiriyorlardı
4 Aynı dönemin diğer herhangi bir köyüne nazaran Medine hakkında çok daha fazla dokümana sahibiz Daha sonra Medine Asya, Afrika ve Avrupa kıt'larına yayılan bir imparatorluğun merkezi olan büyük bir şehir haline gelecektir Bunlar üçüncü Halife Hz Osman(ra) (637647) zamanında olmuştur (2) Fakat biz burada Medine'yi, henüz dağınık, tutarlılığı olmayan, orman ve otlak araziler dışında, müşterek çok az kaynaklara sahip bir köy olduğu zamanki durumunu araştıracağız
Medine'nin Coğrafî ve Kronolojik Çerçevesi
Arabistan yarımadasında, Kızıldeniz kıyısında, Yanbû' limanına uzak olmayan bir yer vardır ki, Kur'anı Kerim'de iki isimle adlandırılmıştır Medine ve Yesrib, fakat aynı yerin çok iyi bilinen iki adı daha vardı: Tâbat ve Taibah Burası, genişliğine olduğu gibi, uzunluğuna da, deve yürüyüşüyle bir gün süren geniş bir ovadır Serpilmiş volkanik lâv tarlaları arasından Akîk vadisi geçer; yağmur mevsiminde burada bir çay oluşur; fakat Taif bölgesinin (ki buraya Vacc vadisi denir) yağmur suları akıp çekildikten sonra, bir kaç gün içinde vadi tekrar kurur ve içinden insanlarla hayvanlar geçer Medine bölgesinin yağmur suları, bir çok kollar halinde, yakın çevre veya iç bölgelerde akarlar Kanât vadisinin suları, Medine'nin kuzeyinden geçmeden önce, Uhud dağının doğusundaki bir çukura akarak orada tabii Akûl gölünü oluşturur ki, suları bütün sene boyunca kurumadan durur Başka akarsular da, Medine'nin kuzeydoğusunda Gabah ormanının oluşmasını sağlamıştır İklimi hoş, toprağı verimli, ve fâzla derin olmayan yeraltı suyu da tatlı ve lezzetlidir
Medine'de yaşayanların menşei açıkça bilinmemektedir 1957 de G Ricc tara*fından neşredilen Harran (Urfa bölgesi) 'in çivi yazılı kitabesi, Babilonya kralı Nabunaid'e (MÖ556539) ait olup, bu kralın Yesrib'i ziyaret ettiğini kaydetmektedir Milâttan sonraki devirde olduğu anlaşılan Yemen kralı Tubba'nın Medine'yi fethi de destanlar oluşturmuştur(3) Medine'nin eski çağda önemli bir şehir olup, Asurlu ve Yemenli istilâlar sonucu yıkılarak, İslâm'ın arefesinde bir köy haline geldiği görüşü de vardır (Hatıra olarak şunu kaydedeyim: 1946 ya kadar, en azından şehrin güneyinde, Urvah kuyusu karşısındaki bir tepenin kayalıkları üzerinde musnad yazısıyla yazılı bir Yemen kitabesi vardı ki, bunun transkripsiyonunu Mısır arkeoloji idaresine haber verdim 1964 de bu kitabe kaybolmuştu Muhtemelen bu kitabe, zikredilen tepenin hakim noktasına, şehrin Necd'li kadısının ev inşaatına taş temin etmek maksadıyla dinamitlendi
Medine halkı; Evs ve Hazrec diye iki kardeş kola ayrılmış olan Benû Kailah Arap kabilesi, şu veya bu aşiretin tabiiyetine girmiş olan başka bir kaç arap ve umumiyette Benû Kaynuka, Benû Nadîr ve Benû Kurayza diye gruplandırılan Yahudilerden oluşuyordu (Bu Yahudi kabileleri, menşe itibariyle hepsi kuyumcu, hurma çiftçisi ve çömlekçi idiler) Aynı şekilde nadiren bir kaç köle vardı ki; meselâ bir İranlı köle olan Selmân, bir yahudinin kölesiydi
Benû Kailah Arap kabilesi, şecere itibariyle Yemen'deki Azd'lara dayanıyordu Muhtemelen bu kabile, Sabâ'daki(4) Arim barajının yıkılması üzerine memleketini terk etmek zorunda kalmış ve Asurlu Nabunaid kitabesinin bahsettiği gibi, belki de Medine'de yaşayan diğer insanları da kovarak orada yerleşmiştir
Yahudilere gelince, onların Medine'ye göçlerini izah etmek daha da güçtür Hz Peygamber(sas), 622 yılında, müslüman ve gayrı müslim halkları bir araya getirme inisiyatifini eline alınca, yahudilerden sadece falan veya filân Arap kabilesinin Yahudileridiye söz edilecektir Bu şekilde isimleri zikredilen sekiz Yahudi aşiretinden altısı, müslüman arapların bağımlıları durumunda idiler Diğer iki aşiret olan Şutayba ve Sa'laba hakkında ise,hiç bir şey bilinmemektedir Acaba bunlar, Benû Kaila'nın iç savaşları sırasında mahvolan Medine Araplarından, veya Medine dışındaki Araplardan mıdırlar; yoksa gerçek Yahudi halkından mıdırlar? Bilinmemektedir Medine de şehirdevletinin teşkili sırasında diğer kabilelerle birleşmeyen ve ilerde kendilerinden söz edeceğimiz Benû Uraid yahudilerinin şeceresi hakkında da hiç bir bilgi verilmemektedir Zaten bu aşiret çok küçüktü
Aynı şekilde, sayıları en fazla elli civarında olduğu görünen bir kaç Hıristiyan vardı ki, bunlar Evs kabilesinin içindeydiler Muhteris ve aklı kıt olan Ebu 'Amir adındaki papaz, bunların reisi durumundaydı Fakat, yahudilerin Bet Midrâs'ından kesinlikle bahsedildiği halde, Hıristiyanların bu bölgede bir kiliseleri olup ol*madığından söz edilmemektedir
Tarıma elverişli toprağı olmayıp, kuyumcu ve tüccar olan Benû Kaynuka' müstesna, diğer bütün yahudilerin çiftçi oldukları anlaşılıyor
Her topluluk, bir diğerinden bir kaç kilometre uzaklıkta bir köy oluşturuyordu Her şey, ekime elverişli olup, lavlarla kaplı olmayan toprağa bağlıydı
Sık sık iki katlı olmak üzere, evler volkanik lâv düzlüğü üzerinde inşâ edilmiş olup; çoğu kez, her aşiretin hudutlarıdahilinde iki veya üç katlı muhkem kuleler vardıTehlike anında erkekler dövüşmek için dışarı çıkar; kadınlar , çocuklar, hatta koyunlar, âtâm denen bu kulelere sığınırlardı Tabii ki hayvanlar zemin katta, şahıslar da üst katlarda olurlardı ki bu, kadınların bile, fırsat zuhur ettiğinde, yukarıdan taşlar atarak düşmana saldırma avantajı sağlıyordu
Halkın Değişik Kesimleri Arasındaki ilişkiler
Benû Kaila arapları sürekli olarak iki kola ayrılmışlardı Bunlar, aynı annebabadan olan iki kardeşin soyu olup, komşu olarak aynı bölgede yaşıyorlardı Aralarında zaman zaman kardeş kavgaları olduğundan, her iki taraf da, kendisine müttefikler bulmuştu Medine'de bulunan Yahudiler de aynı şekilde bölünmüş bir halde, kabile hayatı yaşıyorlardı; bazı yahudi kabileleri (özellikle Benû Nadîr yahudileri), Hazrec Araplarının bağımlı rnüttefikleri; diğerleri ise, Evs Araplarıyla benzer ilişkiler içerisinde bulunuyorlardı Bunların Medine'ye gelişlerinin bidayeti bilinmemektedir Ben, onların hep birden gelmedikleri kanaatindeyim Bunlardan bazıları,herhangi bir Arap kabilesinin bağımlıları olarak buraya gelirken, diğer Arap kabileleri de tedricen başka yahudileri Medine'ye çekmişlerdir İşte Yahudilerin bölünmeleri, efendileri olan Arapların bu şekilde bölünmelerinden ileri geliyordu Benû Nadîr yahudilerinin, kendilerini Benû Kurayza yahudilerinden üstün görmeleri dikkat çekicidir; o derecede ki,herhangi bir öldürme olayında, Benû Nadîr'den biri, kan parasının sadece yarısını verirken, katil Benû Kurayza'dan olunca, kan parasının tamamını vermek zorunda kalıyordu(4) Acaba bu, Benû Nadîr'in müttefikleri, yâni Hazreclilerin, Benû Kurayza'nın efendileri olan Evs'den daha kuvvetli olmalarından mı ileri geliyordu?
Medine Yahudileri üzerinde daha fazla kalmaya mahal yoktur; çünkü bir müddet sonra bunların hepsi oradan göç ettiler Fakat kaynaklarımızda Benû Nadîr'in ilgili önemli bir hadiseye işaret edeceğim ki bu, bütün yahudi aşiretleri, hatta Yahudi olsun, Arap olsun, bütün o bölgenin insanlarını ilgilendirmektedir Filhakika, Benû Nadîr yahudilerinin büyük reisinin aynı zamanda kabilenin hazinesinin(kenz) de muhafızı olduğu rivayet edilmektedir Bu hazineden maksad'da, felâketler(savaş vs) zamanında harcanmak üzere toplanan paradır Medineli müslüman araplardaki ma'âkil( sosyal sigortalar)'dan söz açınca bu konuya tekrar döneceğiz
İslâm'dan önce, Arap ve Yahudi kabilelerinin ilâve tasarrufları vardı: Araplar çiftçi; Yahudiler ise, çoğunlukla ithalâtçıihracatçı, kuyumcu ve faizle çalışan bankerler idiler
Dışarıyla Olan Pasif ilişkiler
Eski zamanın kabileleri, çağımızın devletlerinden daha az bağımsız değillerdi Fakat eski çağda, dünyanın değişik bölgelerinin birbirlerine karşı bağımlılıkları olmadığından, bu konuda söylenecek çok az şey vardır Arasıra Medine'ye kervanlarla yiyecek maddeleri, tahıl, zeytin yağı vs getiren Nebatîlerden söz edilmektedir Şüphesiz bunlar Medine'ye mal getirince, o günün rayicine göre gümrük vergisi verirlerdi Peki bu vergiyi kim alıyordu? Alıcı kabilenin reisi mi, pazarın bulunduğu arazinin sahibi mi, yoksa başka bir teşkilât mı? Bugünkü bilgilere göre bu konuda bir şey bilinmemektedir Medine'ye uzak veya yakın olan bölgelerdeki Arap kabileleri, bilhassa göçebeler, satmayı veya ihtiyaç duydukları mallarla takas etmeyi düşündükleri mallarını şehre getiriyorlardı Getirdikleri bu mallar; deve, at, zamk, kıymetli taşlar vs idi
Yabancı bir kabileyle olan antlaşmalara dair, aşağıdaki vakada geniş malumat vardır: Filhakika, HzPeygamber(sas), Medine'ye gelişinden bir sene sonra, Suriye'ye gitmek üzere, Medine bölgesinden geçmekte olan bir Mekke kervanını vurmak için bir seriyye (askerî birlik) gönderdiğinde, Cüheyne kabilesi reislerinden biri, her iki tarafla da antlaşmalı (muvâdi') olduğundan, kendi arazisi üzerinde karşılaşan iki grubun savaşmalarına mani olmak için müdâhale etmiş, ve taraflar kan dökmeden birbirinden ayrılmışlardır(5)
Dinî Hayat
Diğer Araplar gibi, genellikle Medineliler de putperest idiler Bir evin fertlerinin taptıkları aile putları olduğu gibi, görevli bölge papazlarıyla beraber umuma ait putlar da vardı Daha sonraları, put heykellerini çalan ve onları kesip parçalayarak bir torbaya koyup, mutfağının ateşini yakmak üzere ihtiyar bir kadına götüren bir müslümandan söz edilecektir O halde çok sayıda ağaçtan yapılmış put heykeli vardı Bir başka ihtiyar da, meçhul kimselerinonun ağaçtan yapılmış putu üzerine gizlice çöp ve diğer pisliklerin atılmasından son de*rece öfkelenmişti Bir gün bu ihtiyar, kendisini müdafaa etmek ve ona karşı saygısızlık edeni cezalandırmak için putunun eli önüne silâhlar yerleştirdi Fakat aynı gün, putu kaçıranlar onu Öyle gülünç ve utanç verici bir duruma soktular ki, pu*tun sahibi, kendi putunun gerçekten bir güce sahip olsaydı, o gece kendisine o şe*kilde hakaret edenlere karşı o gücü kullanmaktan çekinmeyeceğini (yâni onun herhangi bir güce sahip olmadığını) anladı ve müslüman oldu (6) Medinelilerin asıl putları, Medine'ye takriben iki günlük mesafede, Kızıldeniz bölgesinde, elMuşallal denen yerde bulunan Menât idi Bu vakıa, Medine'nin o devirde, şehirden ziyâde bir köy olduğunu gösterir
Medineliler, Mekke'deki Kabe'ye yapılan haccın faydasına, yâni farziyetine inanıyorlar ve her sene ona iştirak ediyorlardı; fakat denildiğine göre, Kabe karşı*sındaki SafâMerve arasındaki say'i yerine getirmiyorlardı(7)
Bu putperestler, biraz geniş düşünüyor ve hurafelerine göre, yabancıların putlarını da kabul ederek, kendilerininki gibi onlara da saygı gösteriyorlardı
Buna kâhinleri de katmak lâzımdır ki, çok karmaşık ve halledilmesi zor meselelerde, onlara başvurulur, onların ilham sonucu hikmetlerine inanılırdı Burada, kendisine on oğlan çocuğu verdiği takdirde, bunlardan birini Allah'a kurban edeceğine dair adakta bulunan Hz Peygamber(sas)'in dedesi Abdulmuttalib'i zikredelim On oğlu olan Abdulmuttalib, samimi bir adam olduğu için, kur'a çekti ve ilerde HzPeygamber (sas)'in babası olacak olan oğlunu kurban etmeye mecbur oldu Akrabaların, ve özellikle çocuğun annesinin teşebbüsüyle, Abdulmuttalib, Medine'de yaşayan bir kâhineye başvurmayı kabul etti Fakat Abdulmuttalib Medine'ye gittiğinde, kâhine, kuzeyde bulunan Hayber'de bulunuyordu Abdulmuttalib onunla görüştüğünde, kâhine şöyle dedi: Çocukla, sizde adet olan kan bedeli (on deve) arasında kura çekin Şayet kura yine çocuğa isabet ederse, kan bedeline ilâve ederek, kura develere isabet edinceye kadar devam edin! Mekke geleneği, on deveyi kan bedeli olarak kabul ediyordu; kura ile yüz deveye razı oldu Samimi Abdulmuttalib, gerçeğe kanaat getirmek için, oğlu ile yüz deve arasındaki kurayı üç defa tekrarladı ve oğlunun hayatı bu şekilde kurtuldu (8)
Bu kâhine, yalnız Yahudilerin yaşadığı Hayber'e gittiğinden, bizzat bu kâhinenin de Yahudi olduğu ve Mekke gibi uzak bölgelerdeki Arapların dahi kendisine itimat besledikleri düşünülebilir
Sosyal Hayat
Ziraî hayattan söz etmeden önce, biraz Medine bölgesinde bulunan köylerdeki kişisel yapıdan, mesleklerden ve zanaattan bahsedelim
Birden çok erkekle evlenme yoktu amma, birden çok kadınla evlenme adeti bölgeye hakimdi Evlilik adayının ekonomik imkânsızlıkları dışında, evlenilebilecek kadın sayısında bir tahdit yoktu Fakat beklenmeyen şu durum da vardı: rüştüne ermiş kadınların da evlenme akdine rıza göstermeleri şartı olduğundan, öyle durumlar oluyordu ki bir Medineli kadın kocasını boşama hakkını elde edebiliyordu Ne var ki böyle bir durum, kocanın istediği zaman karısını boşama hürriyetine bir halel getirmiyordu Hz Peygamber(sas)'in dedesi Abdulmuttalib'in annesinin durumu buna en güzel örnektir: Abdulmuttalib'in, büyük bir kervancı ve zengin bir tüccar olan babası Hâşim, bir seferinde Medine'de bir kaç gün gecikince, ev sahibinin genç bir dul olan kızı onun hoşuna gitti Dul kadın, boşama hakkının kendisine ait olma şartını koştu(9) Balayı haftasından sonra, Hâşim Filistin'e kadar yoluna devam etti ve Gazza'da öldü Genç kadın yeniden dul oldu; ne var ki bu seferki kısa evlilikte hamile kalmıştı Bir kaç sene sonra müteveffanın kardeşi Medine'ye gelecek, annesinin büyük acısına rağmen çocuğu, yâni yeğenini kaçıracak ve onu Mekke'ye getirerek orada yetiştirecektir
Öyle anlaşılıyor ki, çeyizin dışında, koca karısına (sudak, mihr, ecr vs denen) bir şeref ücretini ayırt etmeksizin veriyordu ki bu, kadının emrinde oluyor, babası bile ona dokunmuyordu(10)
Medine ile ilgili miras ve veraset hakkındaki bilgilerimiz oldukça zayıftır Ancak Medine'de görülen bir adet vardır ki, muhtemelen bu adet sadece Medine'ye hastır: Ölmüş bir adamın sadece karısı ve kızı değil, küçük çocukları dahi miras alamıyordu; mirası, sadece, bir savaş esnasında eli silâh tutabilecek olan, bulûğa ermiş oğlan çocukları alabiliyordu Şayet bütün oğlanlar bulûğa ermemiş çocuklarsa, yeğenler ve baba soyundan gelen akrabalar bütün mirası alır ve zengin olan bir aile, şayet mirasçılarla ilişkileri iyi değilse, ertesi günü parasız ve dilenci durumuna düşebiliyordu (11)
Mirasın dağıtımı sırasında, taşınır ve taşınmaz mallar arasında bir ayırım yapılıp yapılmadığını bilmemiz için elimizde kesin veriler yoktur; muhtemelen böyle bir ayırım yoktu Medine geleneği, mirasın açıkça dağıtılmasını gerektiriyor gibiydi O anda orada bulunanlara yemek veriliyor ve miras mallarından alınmış küçük hediyeler (hatıralar ?) bu kimselere dağıtılıyordu (12)
Küçük yetimler, baba akrabalarının himayesine alınıyordu Mesleklere gelince, liste oldukça kabarıktır:
Sadece ihtisas haline gelmiş ticaret dükkânları değil, çarşılar bile vardı Benû Kaynuka (yahudiler) ve Nabit çarşılarından söz edilmektedir ki, bunların ödedikleri %1O gümrük vergisi, HzÖmer(ra)'ın hilâfeti zamanına kadar sürecektir(13) Daha sonra, Hz Peygamber (sas), çarşı işleriiçin kadınları bile çalıştıracaktır(14) Muhtemelen bazı gıda maddelerini getirip çarşıda satan kadınlar da vardı Banliyölere gelmiş olan yabancı ithalatçılarla görüşen simsarlardan (samsara) da bahsedilmektedir Bazen açık artırma ile satışlar söz konusu edilmektedir Yabancı ithalatçılara, özellikle Nabatîlere borçla para verme işlemlerinden de bahsedilmektedir(15) Borçlar için rehin uygulanıyordu; bilhassa gıda maddeleri
Gıda maddeleri satan satıcılardan, kasaplardan , demircilerden ve kuyumculardan söz edilmektedir Medine'deki iki büyük Arap kabilesinin başına müştereken büyük bir başkan getirilmek istendiğinde, bir tacyapılması için yahudi kuyumcularına sipariş verilmişti (16) O arada Hz Peygamber(sas) Medine'ye geldi ve kral adayının büyük üzüntüsüne rağmen, proje suya düştü
Dokumacı kadın ve erkekler, terziler, parfüm satıcıları, marangozlar da zikredilmektedir ki, ormandan odun kesip yakmak için satan oduncular da ayrıca zikre değer
Halen devenin kamında olan hayvanın da döllenmesine kadar(hublu'lhublât) gibi, uzun süreli antlaşmalar da vardı
Umumun menfaati için vakfedilmiş içme su kuyuları, meyvelikler vs bilinmekteydi
Gerçek mahsul alınmadan önce, hurma ağaçlarından beklenen mahsul satılıyordu; hatta meyveler olgunlaşmadan Tabii bu husus, çekirgeler veya başka felâketler sebebiyle elde edilecek çok kötü bir hasad neticesinde meydana gelecek anlaşmazlıkları da beraber getiriyordu
Bilhassa düğünler sırasında, profesyonel kadın berberlerinin bulunması kaçınılmazdı Saçları eksik olan kızların, saçlarını tamamlamak için kullandıkları takma saçlardan söz edilmektedir Muhtemelen fazla saçı olup saçları alınanlara bir ücret veriliyordu Hatta ne yaptıkları hakkında yeterli bilgi verilmemekle beraber, kısırlaştırılmış kimselerden de bahsedilmektedir Bayramlar sırasında, özellikle düğünlerde; damadın, gelini babasının evinden alıp, kendi evine getirdiği sırada, meşalelerle gece törenleri yapılırdı Düğün gününde, davetlileri kabul edip, ziyafet veren, kızın akrabaları oluyordu Ertesi günü ise damat, arkadaşlarını ve fakirleri yemeğe davet ederdi Yemeğe davet edilmeyen asalaklardan bile söz edilmektedir
Sadece bayramlar sırasında (özellikle düğünlerde) görülen profesyonel şarkıcı*lardan değil, aynı zamanda ölümleri sırasında ağlayan profesyonel ağlayıcılardan da bahsedilmektedir Bu profesyonel ağlayıcı kadınlar, gruplar halinde gelir; bazıları bir müddet feryat edip ağlar, onlar susunca da diğerleri ağıtlarla devam ederlerdi
Meşhur bir rivayet(18), bir düğün esnasında, çoğunluğunu küçük kızların teşkil ettiği şarkıcıların, kabilenin savaşlarda cesurane bir şeklide ölmüş kahramanlarına ait destansı şiirler okuduklarını haber veriyor Bu rivayet bana, bir bakıma Almanların bayram günlerinde akrabalarının mezarlarını ziyaret etme adetini hatırlattı Muhtemelen burada iki düşünce vardır: Birincisi, ölülerin yaşamakta olduğu ve nesillerinin sevincine iştirak ettikleri düşüncesi; ikincisi de, her şey fani olup, zevkle ebediyen devam etmez ve sadece iyi hareketlerimiz bizimle olur
Satın alınabilecek koruyucu köpeklerden bahsedilmektedir Sun'î döllenmeninbilhassa deve için faydası biliniyor ve ücret mukabilinde, güçlü deve ırkının, damızlık spermleri(tohumları) temin edilebiliyordu
Ve nihayet, ibtidai şekilde çalışan küçük hekimlerden haber verilmektedir ki, bunlar her kabilede bulunuyordu Buna profesyonel kan aldırmaları, hacamat, dağlama vs uygulamalarını da ilâve etmek gerekir Aynı şekilde küçük cerrahları da söylememiz lâzımdır; zira erkek çocuklarının sünnet edilmesi, hatta kız çocuklarının da böyle bir operasyona (incision) tabi tutulma uygulamaları vardı Fakat bunun, dinî bir anlamından ziyâde, genel ve hijyenik bir adet olarak uygulanmasından söz edilmektedir
Şairler ve hatipler vardı ki, bunlarda özellikle ses ve uyumlu bir ahenkle şiir söy*lemeye değer verilirdi
Amme Menfaatine Ayrılmış Yerler
Medine'nin kuzeybatı banliyösünde bir orman uzanıyordu ki, günümüzde bile bu orman mevcuttur Yakmak üzere odun kesmek ve bunları meskûn yerlerde satmak için taşımak, zor bir meslekti Arazisi olmayanlar, ekmek parası kazanmak için bu işi yapıyorlardı
Aynı istikamette, bütün aşiretlerin çobanlarının sürülerini otlatabilecekleri güzel çayırlıklar vardır Nakîu'lhayl tabiri, buraya sadece koyun ve develerin değil, atların da götürüldüğünü göstermektedir
Ziraat
Medine bölgesi, geniş ve fakat büyük çoğunluğu volkanik lâvlarla ve eski vol*kan püskürtmelerinin yaktığı taşlarla kaplı olan bir ovadır İklimin ılıman oluşu ve yeraltı sularının da çok yerinde olmayışından ötürü volkan lâvlarının zararından kurtulabilen her toprak parçası değerlendirilmiştir İnsanların olduğu gibi, hayvanların da içme suları geniş kuyulardan elde ediliyordu Her kabilede bir kaç kuyu olup, bazıları, zaman zaman satılan sularının tatlılığıyla ün salmıştı (19) Evlerin ihtiyacı için, erkek çocuklarının bu kuyulardan çektikleri sudan bahsedilmektedir Bazı kimseler, bu suyu doğrudan doğruya ev sakinlerine satarak hayatlarını kazanıyordu Bazan kuyuların etrafında, içine deve, keçi, koyun gibi hayvanların içmesi için su doldurulan ahşaptan havuzlar bulunurdu İnek ise, bu bölgede nadir rastlanan bir hayvandı
Arazi sulaması, hayvan sulamasından çok daha fazla su gerektirdiğinden, öyle büyük kovalar kullanılıyordu ki, sadece develer bunları çekebiliyordu (nâdiha) Tabii olarak zengin insanlar, bu sulama işi için bir çok deveye sahiptiler
Medine bölgesinde bilhassa hurma bahçeleri vardı Medine hurmalarının çeşitleri sayısız olup, asırlar boyunca şöhretlerini muhafaza etmişlerdir Hurma çeşitlerinden bir tanesi, tarla farelerinin hoşuna gittiğinden, buna tarla farelerinin annesi(ummu'lcurzân) adı verilmişti
Şüphesiz sadece hurma meyvesi ve hurma ağacı için değil, aynı zamanda bu meyvenin ve bu ağacın her parçası için Arap dili inanılmaz şekilde zengindi Hurma meyvesinin, doğumundan hasadına, hatta çürümesine kadar, her devrede özel isimleri vardır Aynı şekilde, hastalık, kuraklık v s gibi olağanüstü haller için de ayrı ayrı isimler vardı
Efsâneleri; Allah'ın, Adem'i yaratmasından sonra, geriye kalan balçıktan hurmanın dişisini yarattığını söylüyordu Ona sevgiyle hala, yâni babanın kardeşi denilmektedir Hatta şu söz Hz Peygamber (sas)'e izafe edilmektedir: Halanız olan dişi hurmaya ikramda bulununuz(Ekrimû emmetekum ennahle)
Daha sonra ilim, bu inançları kuvvetlendirmiştir 9 yüzyılın büyük botanikçisi Dineverî(20), bazan dişi hurma ağacının uzaktan bir erkek hurma ağacını görerek, ona gönlünü kaptırdığını; bahçıvanın, bu erkek hurma ağacından tohum alıp, dişi hurmayı dölleyinceye kadar, bu dişi hurmaya başka hiç bir döllemenin tesir etmediğinimüşahede ettiğini yazıyor Aynı şekilde türlerin tekâmülünden, ev*rendeki gazlardan, minerallerden, bitkilerden vsden bahseden İbn Miskeveyh (ölümü: 1030) şöyle demektedir:
Bu tesirin tekâmülü, asma ve hurma ağacına varıncaya kadar tedricen devam eder Bu vardığı yer, bitkinin en yüksek mertebesidir Ruhun tesiri hâlâ devam edince, artık bir bitki değil, hayvanlar alemine girilir Bu durumda, hurma ağacı bitkiler, arasından öyle yüksek bir dereceye ulaşır ki, hayvanlarla bağ kurar ve onlarla büyük bir benzerlik arz eder Bu şekilde erkek hurma ağacı, dişi olanından ayrılır Aynı şekilde döllenmeye ihtiyacı vardır Hurma ağacının tepesine bir felâket gelirse, ağaç ölür Halbuki (dalları budanabilen) diğer ağaçlarda durum böyle değildir Burada her yönü ile sayamayacağımız diğer sıfatları yanında şunu belirtelim ki, dişi hurmayı dölleyen erkek hurmanın tohumu (dölü), hayvanların tohumu gibi bir kokuya sahiptir(21)
Aynı şekilde botanikçiler, aşktan dolayı, bazı bitkiler arasında, meselâ kurnub ve habala (22) arasında kin ve geçimsizliğin olduğunu söylemişlerdir; fakat biz bu konunun teferruatına girmiyoruz
Hurma ziraatı çok gelişmişti Dişi hurma ağacını döllemek için gerekli olan tozlama biliniyordu Bu çiçek tozlarının kokusu, hayvanların meni kokusuna çok benzediğinden, hurma ağacının, insanın halası olduğu inancı yayılıyordu
Tabii ki, hurma mahsûlünün bütün sene taze kalması ve çürümemesi için, küçük bir konserve endüstrisi vardı Hatta bir şarap yapma endüstrisi mevcuttu: hurmalardan alkollü içkiler elde ediliyordu Nar vs gibi meyve ağaçlarından da söz edilmektedir Arabistan yarımadasının değişik yerlerinde üzüm bağları vardı; fakat bu konuda Medine ile ilgili bir atıf bulamadım
Diğerlerinin yanında, buğday ve arpa ziraatı da zikredilmektedir Aynı şekilde, tarla kenarlarına veya sulama kanalları boyunca dikilen pancardan bahsedilmektedir
Medine'de hatta genel olarak eski Arabistan'da toprakların müşterek olarak işletildiği intibaı bende uyanmadı Her aile kendi topraklarına sahip olup, herkes kendi çocukları ve gerektiğinde kölelerinin yardımıyla çiftlikleriyle uğraşırdı
Fakat toprak sahiplerinin, topraklarının bir kısmını topraksızlara kiraladıklarına ve ücret veya kira olarak, mahsûlün bir kısmını aldıklarına dair bolca mal*zeme vardır Toprak ağasının alacağı pay, çeşitli durumlara göre değişiyordu; bu, mahsûlün 14 ü, 13 ü, hatta bazan yarısı olabiliyordu Muhtemelen bu husus, suyun az derinlikte olup olmaması, arazi sahibinin tohumu ekmede, sulamada yardım edip etmeyeceği vs gibi durumlara göre değişiyordu(23)
Fakat bu kiralamalardan bir tanesi, bana göre hususiyet arz etmektedir; bazan bir arazi parçası kiraya verilir; ve toprak sahibi sadece mahsûlden kendi payına düşeni almakla kalmayıp, kiralanan arazi içinde bir tarlayı işaretler ve çiftliğinin diğer kısımları gibi orayı da işletirdi Fakat bu durumda da, mahsûlün tamamı toprak sahibine giderdi Ve kaynaklarımız (24), bazan bu arazi parçasından alınan randımanın, geriye kalan büyük bölümden alınan randımandan daha fazla olduğuna tasrih etmektedirler Bazan da bunun aksi olurdu Nasib!
Sulama Usûlleri
Sulama için özellikle kuyular vardı Fakat öyle anlaşılıyor ki, yağmur sularının akıntısı istikametinde, ard arda gelen kuyular vasıtasıyla sun'î olarak yükseltilmiş bazı kaynak suları vardı ki, su, yüksekte olan ana kuyudan belli bir mesafede, alçak toprak seviyesine gelince, buradan arklarla tarlalara dağıtılırdı(sarâc) Artan su, suyu olmayan komşulara satılırdı
İslâm öncesine ait su depolarına ve su dağıtan borulara ait harabeler, meselâ, Medine'nin güneyinde, Küba'da bulunan,ka'b ibnu'lEşref'e ait malikânede(sarayda), günümüzde dahi mevcuttur Ben bir mühendis değilim; onun için meseleyi daha teknik bir şekilde yazamıyorum Medine'de, suyu muhafaza etmek için yapılmış bentlere rastlamadım (Yakın zamanlarda, Suud idaresi döneminde bir tane inşa edilmiştir) Şehrin kuzeydoğusunda bir tabii göl vardır; fakat geçmişte onun sulama için kullanıldığını sanmıyorum Türkler döneminde, Akûl denen bu gölde eğlence kayıkları vardı; onun içilen suyu, günümüzde nüfusun artan ihtiyacı ve şehirleşme için kullanılmaktadır Muhakkak ki, Medine dışında, Arabistan yarımadasının Hayber,Yemen gibi bölgelerinde İslâm'dan önce bentler vardı
İslâm'ın Katkısı
Hz Peygamber(sas), putperest hemşehrilerinin uyguladıkları işkencelerden dolayı ve Mekke'deki hacc esnasında İslâm'a girmiş olan Medinelilerin daveti üzerine, doğduğu şehir olan Mekke'yi terk ederek Medine'ye yerleşti Medinelilerin İslâm'a girişlerinin bir tarihçesi vardır:
Medine'de kendilerini Araplar karşısında güçsüz ve ümitsiz bir şekilde kaybol*duklarını hisseden onların Yahudi komşuları yalnızca şunu diyebiliyorlardı: Bek*leyin, çok yakında beklenen peygamber gelecek ve biz ona tabi olarak sizi mahve*deceğiz! 620 yılında, Hz Peygamber(sas), Mekke'nin banliyösünde, küçük bir Medineli hacı grubuna yaklaştı O, Arabistan'ın dört bir bucağından gelen heyetlere sırayla hitap edip, İslâm'ın esaslarını anlattıktan sonra, kendisine inananların çok yakın gelecekte olan büyüklüğünü müjdeliyordu Yahudilerin tehditlerini hatırlayan bu Medineliler, onları bu işte geçmek istediler; ve Müslüman oldular Medine'ye döner dönmez, bu yeni dini öyle tebliğ ettiler ki, iç savaşlarla parçalanmış olan bu şehirde, iki sene gibi bir zamanda yüzlerce kişi İslâm'a girdi Medineliler, iç ve intikam savaşlarının fasit dairesinden kurtulmak için tarafsız bir hakem; Hz Peygamber (sas) de, kendisi ve putperest hemşehrileri tarafından işkencelere maruz bırakılmış olan Mekke'li sahabileri(Muhacirun) için bir sığınak arıyordu Bir başka ifadeyle, ihtiyaçlar birbirleriyle tesadüf ediyor ve birbirini tamamlıyordu
Muhacir olarak gelmiş olan Hz Peygamber(sas), Medine'de tam bir boşluk ve kaos'la karşılaştı Derhal değişik kabile ve aşiret reislerini davet ederek onlara, merkezî bir teşkilâtta(idarede) birleşmelerini teklif etti Medine vadisinin bir kısmı üzerinde bile olsa, çünkü halkın tamamı buna iştirak etmedi bir çeşit Şehir Devleti kuruldu ki; seçilen Devlet Başkanının olduğu gibi, müslüman ve gayrı müslim vatandaşların hukukunu belirten, bir nevi içtimai antlaşma ile yazılı bir anayasa bile kaleme alındı(25)
Bu anayasa bir çok meseleyi kapsamaktadır; müşterek savunma, adalet mekanizması, bölgedeki çeşitli din mensuplarına, özellikle yahudilere ait vicdan hürriyeti, yasama vs Bu anayasa, ziraî ve iktisadî meselelerden bahsetmeyip, bunu eski örfe bırakmış; fakat ma'âkil denen sosyal sigortaları ele almıştır Anayasa maddeleri, ilgili bütün kabileleri sayıp, her birisi için aşağıdaki formülü tekrarlamaktadır:
ler, eski adetlerinde olduğu gibi, Mü'minler arasında, kan parasını en güzel bir yardım severlik ve adaletle, ortaklaşa ödeyeceklerdir; ister fidye, ister diyet olsun
Ve bu bölüm şöyle tamamlanıyor:
Mü'minler, kendi himayelerinde olup ağır mesuliyetlerle yükümlü olanlardan en güzel bir yardımseverlikle, diyetlerin olsun, fidyelerini olsun, ödenmedik hiç kimse bırakmayacaklar
Sigortalar, iki ağır vecibeyle ilgiliydi: Birisi diyet, diğeri fidyei necattı Ve bu adetin eskiden beri Medine'de bu kabileler arasında uygulanmakta olduğunu görüyoruz Hz Peygamber (sas), bu uygulamayı tekrar organize edip, onu piramit şeklindeki adalet temelinin üzerine yerleştiriyor; şayet bir sigorta birimi, tek başına ödemesini yapamıyorsa, o takdirde, vazifeleri icabı, diğer kabileler, akrabalar veya komşular ona yardım etme mecburiyetindedirler Bunlar da ödemeyi yapamıyorsa, en sonda Devlet imdadına koşardı
İkinci mühim hadise, vatanlarını terk etmiş olan gelirsiz muhacirler meselesiydi Müslüman Medineliler (Ensâr), hicret etmiş olan bu mümin kardeşleriyle hemen arazilerini paylaşmak istediler Fakat Muhacirûn, bunu bir izzeti nefis meselesi yaparak, teklifi reddedip, şöyle dediler: Sizler ve bizler beraber çalışalım, başka bir tabirle, bizden iş, sizden toprak mahsûl ortak olsun(26) Herkes bu fikri ka*bul etti Hz Peygamber(sas) bu hedefi gerçekleştirmek için, Medineli Ensâr ile Mekkeli Muhâcirûn'u sözleşmeli olarak birbirine kardeş yaptı; bunlardan bazıları için de kura çekti(27) Günden güne muhacirlerin meselesi hallolma yoluna girdi; ve maddî her şeylerini yitirmiş olan yüzlerce muhacirûn, bölgenin köyleri konfederasyonunun ekonomisi içine dahil edildiler Mekke ziraî bir bölge olmadığından, bu muhacirler, yeni mesleklerini Medineli kardeşlerinden öğrendiler Ben sadece Abdurrahman bin 'Avf'ın durumunu zikretmekle yetineceğim: Abdurrahman, sözleşmeli kardeşiyle eve gidince (28), bu Medineli kardeşi ona şöyle dedi: İşte benim mallarım; evim ve evimin eşyaları, bunların yarısını sana veriyorum; işte benim iki hanımım, istediğini seç, ben de, şer'i müddetten sonra onunla evlenebilmen için onu boşayayım! Abdurrahman bin Avf şu cevabı verdi: Allah senden razı olsun, bunlardan hiç birine ihtiyacım yok; sen sadece bana pazarın yolunu öğret Gerçekten de, Abdurrahman bin Avf pazara gidip, kredi ile bazı şeyler satın alarak, bunları peşin parayla birilerine geri sattı Böyle bir kaç ticari muameleden sonra akşam eve geldiğinde, yiyeceği kadar kâr elde etmişti Bir kaç hafta içinde, evlendiği kadının mihrini verebilecek kadar yeterli tasarrufu yapabildi Cömertlik ve izzeti nefis, bu ilk müslümanların en bariz vasıflarıydı İslâm, bazı ziraî gelenekleri, özellikle kiralanan arazi içinde bir tarlayı mal sahibine ayırmayı yasakladı
İthalâtİhracât Pazarları
Medine bölgesi, müreffeh ve verimli olmasına rağmen, bütün ihtiyaç maddelerini istihsâl edemiyordu Hurma hasılatı Medine'deki tüketimin çok üstünde olduğundan, bazı genel rivayetler; bölgenin kapitalist yahudilerinin ihrâc etmek üzere bu hurmaları satın aldıkları zannını veriyor
Fakat birinci derecede önemli ihtiyaç maddeleri arasında, ipekli veya pamuklu kumaşlar bir yana, buğday, arpa ve zeytin yağına ihtiyaç vardı Diğer lüks maddelerinin de kendilerine göre pazarları vardı; mücevherat, parfümler, hoş kokular, müzik aletleri, metal tencereler, silâhlar vs Bütün bunların ithâl edilmeleri gerekiyordu
İslâm'dan önceki dönemde, Medine halkı, kamu kuruluşlarının yokluğundan dolayı, parçalanmış bir durumdaydı; fakat bu durum, geçici yabancılar için bir mesele teşkil etmiyordu Çünkü, dışardan gelen kervanların, özellikle Nebat'lıların (FilistinIrak arasındaki bölgeden gelenler) develeriyle beraber kamp kurdukları serbest bir meydan vardı Yerli tüccarlar, bu şekilde ithâl edilmiş olan mallar içinden istediklerini doğrudan doğruya mal sahiplerinden satın alıyorlardı Bazan da bu kervan tüccarları, getirdikleri ithalât mallarını, Medine dükkânlarında bulunan yerli veya bölgesel mallarla takas yapıyorlardı Bu Nebat'lı kervanlardan %10 gümrük vergisi alındığı söylenmesine rağmen, benim için bu verginin kim tarafından alındığını söylemek imkânsızdır(29)
İslâm öncesi dönemden evvel, mahsûlün istihsâlden önce, hatta bazan bir kaç sene önceden satıldığına dair atıflar vardır Aynı şekilde, tahmini hesaplama yoluyla da satma işlemleri yapılıyordu ki, daha hasılat yığın haline gelmeden, herhangi bir ölçü veya tartıya da vurmadan, hurma ağaçlarındaki hurma miktarı tam olarak bilinebiliyordu Îslâm, bu adetlerin de bir kısmını yasaklamıştır
Ölçü ve Tartılar
En küçük tartı aletinin, yarım kilo civarında olan müdd olduğu görülüyor Bir sâ'da 4 müdd bulunuyordu Vask ise 60 sâ' ihtiva ediyordu Ve İslâm'ın ilk dönemlerinde, 5 vask, vergilendirilebilir asgari hasılat miktarını teşkil ediyordu Fark ise, 3 sâ' su ihtiva ediyordu
Yağ bidonları yarım sâ' ihtiva ediyordu ki, bunlara Kist deniliyordu Şüphesiz, Arabistan'ın diğer bölgelerinde, ve özellikle eski medeniyetine sahip olan Yemen'de daha başka ölçü ve tartı aletleri vardı
Arazi, kumaş vs için, genel ölçü olmak üzere arşın ve bunun yarısı olan karış kullanılıyordu Arşınlar, kişilere göre değiştiğinden, daha sonra İslâm Devleti, muhtemel tartışmaları önlemek için, arşının kanunî ölçüsünü tesbit ederek, ölçü ve tartıları resmî mühürle damgalamıştır
Para
Şüphesiz mahallî bir para birimi yoktu Bütün ülkelerin, özellikle Bizans ve İran'ın paraları serbest kura sahiptiler Fakat bütün para birimleri aynı değere sahip değillerdi Tartılan bu madeni paraların yenileri, kullanılmış ve eskimiş olanlarından daha değerliydi İran gümüşünden yapılmış olan dirhem, Bizans altınından yapılmış dinarın 1 10 ine tekabül ediyordu O halde, bilinçsiz olarak bir ondalık sistem mevcuttu Aynı şekilde, bakır vs gibi değeri olmayan metallerden yapılmış madeni paralardan da söz edilmektedir; fakat ben onların kur değerini bulamadım Bu şekilde, fils ve kîrât'tan bahsedilmektedir En küçük para birimi olan Danik'in ise hangi devre ait olduğunu bilemiyorum
Prof Dr Muhammed HAMİDULLAH
1 Jonas, 411
2 Krs Lr Gronds Empires, Recueils de la Societe Jean Bodin, 1973 s 50932
3 Nobuna'id ve kitabesi için bk Muhammed Hamidullah, Le Prophete de l'lslam, 4 baskı, s, 1014; tubba'nın istilâsı için bk İbn İshâk, Meğâzi s 2932
4 Bkz Mukâtil'in, Maide sûresinin 44 ayetinin tefsiri
5 Hamıdullah, Le Prophete de l'lslam, s 710 (İbn Hişâm ve Ibn Sa'd'a atfen)
6 Krş İbni Hişamm, s3034
7 Buhari, XXV,79
8 Krş Hamdullah, age s67 İbn Hişâmdan naklen
9 Krs İbn Htföm, s 88
10 İslâm öncesi Mekke'sinde bu husustan kesinlikle bahsedilmektedir Krş İbn Hişam, s 120; bk İbn Habib, Muhabbar s 310
11 İbn Habib, age s 32425
12 Krş Nisa suresi,8
13 Krş Ebû Ubeyd, Kitâbu'lEmval, s 13971660
14 Krş İbn Hacer, İsabe Kadın no 618
15 Krs Buhari, 3531
16 Krş Hamidullah, Le Prophete de I'İslam s 333 İbn Hişâm ve diğerlerinden naklen
17 Krş Buhari,7783
18 Krs Buhâri,6749
19 Krş Belâzuri, Ansâb, I, s 1085
20 Krş Dineverî, Kitabu'nNebât, bitki no: 106136
21 elFevzu'lEsğar, Beyrut baskısı, s 8692
22 Krs Dineveri, age bitki no: 946
23 Krş Buhari, 418
24 Krs Buhari 417,12
25 Kendi türünde, muhtemelen ilk olan bu anayasa, eksiksiz olarak günümüze kadar gelmiştir (Krş Hamidullah, The First WrittenConstitution in the World Lahore, 3 baskı)
26 Krş Buhari, 415
27 Krş Buhari, 32
28 Krş Buhari, 34123
29 Krş Ebu Ubeyd Emval, 13971660
KAYNAK: Sadabatnet
Yeni paylaşımlarda buluşmak dileğiyle
http:img322**************img3227687destek2ba9gif
HZ PEYGAMBER (SAS) ZAMANINDA MEDİNE'NİN SOSYAL YAPISI
http:img117**************img1179819medineyk1
Muhammed (sas), 609 yılının sonlarına doğru İslâm'ı tebliğe başladığında, Arabistan yarımadası bir çöl haline gelmişti bile Bir çölün,şurasında burasında bir kaç su kaynağı ve insanlar tarafından yapılmış bir kaç kuyunun bulunması tabiidir Fakat söz konusu ettiğimiz devirde, bu su yokluğundan dolayı, bu bölgede Tokyo ve New York gibi büyük yerleşim merkezlerine, hatta Kitabı Mukaddes'te geçen(1) Ninova gibi şehirlere rastlanmaz
Araplar genellikle göçebe olup, mevsimlere ve yağmur yağış dönemlerine göre oradan oraya göçerlerdi Su kaynakları vasıtasıyla, buğday, arpa, arpacık ve darı ziraatından ziyade, hurmalar dikip vahalar yetiştiren yerleşik bahçıvanlar çok nadirdi
En büyük şehirlerin nüfusu, on bini aşmıyordu Arabistan'ın her tarafından Hacc için Kabe'ye gelen ziyaretçiler sayesinde Arabistan yarımadasının gerçek metropolü olan Mekke'nin durumu da böyleydi
Tipik bir köy olarak incelemek üzere (İslâm'ın arefesinde ve başlangıcında ol*mak üzere), bir çok sebepten ötürü Medine'yi seçtim:
1 Medine'de merkezî bir idare yoktu; bunun tam aksine, herkesin başkalarına karşı bağımsız olduğu, kendi aşiret veya kabile reisinden başka bir otorite tanımadığı, başıboş bir insan topluluğundan ibaretti
2 Hayat, temel olarak toprağa, hurmalıklara bağlıydı
3 Arabistan'da nadir bir husus olmak üzere, Medine'de yabancılar, yâni Yahudiler yaşıyordu ki, bunlar,yaşamı daha ilginç bir hale getiriyorlardı
4 Aynı dönemin diğer herhangi bir köyüne nazaran Medine hakkında çok daha fazla dokümana sahibiz Daha sonra Medine Asya, Afrika ve Avrupa kıt'larına yayılan bir imparatorluğun merkezi olan büyük bir şehir haline gelecektir Bunlar üçüncü Halife Hz Osman(ra) (637647) zamanında olmuştur (2) Fakat biz burada Medine'yi, henüz dağınık, tutarlılığı olmayan, orman ve otlak araziler dışında, müşterek çok az kaynaklara sahip bir köy olduğu zamanki durumunu araştıracağız
Medine'nin Coğrafî ve Kronolojik Çerçevesi
Arabistan yarımadasında, Kızıldeniz kıyısında, Yanbû' limanına uzak olmayan bir yer vardır ki, Kur'anı Kerim'de iki isimle adlandırılmıştır Medine ve Yesrib, fakat aynı yerin çok iyi bilinen iki adı daha vardı: Tâbat ve Taibah Burası, genişliğine olduğu gibi, uzunluğuna da, deve yürüyüşüyle bir gün süren geniş bir ovadır Serpilmiş volkanik lâv tarlaları arasından Akîk vadisi geçer; yağmur mevsiminde burada bir çay oluşur; fakat Taif bölgesinin (ki buraya Vacc vadisi denir) yağmur suları akıp çekildikten sonra, bir kaç gün içinde vadi tekrar kurur ve içinden insanlarla hayvanlar geçer Medine bölgesinin yağmur suları, bir çok kollar halinde, yakın çevre veya iç bölgelerde akarlar Kanât vadisinin suları, Medine'nin kuzeyinden geçmeden önce, Uhud dağının doğusundaki bir çukura akarak orada tabii Akûl gölünü oluşturur ki, suları bütün sene boyunca kurumadan durur Başka akarsular da, Medine'nin kuzeydoğusunda Gabah ormanının oluşmasını sağlamıştır İklimi hoş, toprağı verimli, ve fâzla derin olmayan yeraltı suyu da tatlı ve lezzetlidir
Medine'de yaşayanların menşei açıkça bilinmemektedir 1957 de G Ricc tara*fından neşredilen Harran (Urfa bölgesi) 'in çivi yazılı kitabesi, Babilonya kralı Nabunaid'e (MÖ556539) ait olup, bu kralın Yesrib'i ziyaret ettiğini kaydetmektedir Milâttan sonraki devirde olduğu anlaşılan Yemen kralı Tubba'nın Medine'yi fethi de destanlar oluşturmuştur(3) Medine'nin eski çağda önemli bir şehir olup, Asurlu ve Yemenli istilâlar sonucu yıkılarak, İslâm'ın arefesinde bir köy haline geldiği görüşü de vardır (Hatıra olarak şunu kaydedeyim: 1946 ya kadar, en azından şehrin güneyinde, Urvah kuyusu karşısındaki bir tepenin kayalıkları üzerinde musnad yazısıyla yazılı bir Yemen kitabesi vardı ki, bunun transkripsiyonunu Mısır arkeoloji idaresine haber verdim 1964 de bu kitabe kaybolmuştu Muhtemelen bu kitabe, zikredilen tepenin hakim noktasına, şehrin Necd'li kadısının ev inşaatına taş temin etmek maksadıyla dinamitlendi
Medine halkı; Evs ve Hazrec diye iki kardeş kola ayrılmış olan Benû Kailah Arap kabilesi, şu veya bu aşiretin tabiiyetine girmiş olan başka bir kaç arap ve umumiyette Benû Kaynuka, Benû Nadîr ve Benû Kurayza diye gruplandırılan Yahudilerden oluşuyordu (Bu Yahudi kabileleri, menşe itibariyle hepsi kuyumcu, hurma çiftçisi ve çömlekçi idiler) Aynı şekilde nadiren bir kaç köle vardı ki; meselâ bir İranlı köle olan Selmân, bir yahudinin kölesiydi
Benû Kailah Arap kabilesi, şecere itibariyle Yemen'deki Azd'lara dayanıyordu Muhtemelen bu kabile, Sabâ'daki(4) Arim barajının yıkılması üzerine memleketini terk etmek zorunda kalmış ve Asurlu Nabunaid kitabesinin bahsettiği gibi, belki de Medine'de yaşayan diğer insanları da kovarak orada yerleşmiştir
Yahudilere gelince, onların Medine'ye göçlerini izah etmek daha da güçtür Hz Peygamber(sas), 622 yılında, müslüman ve gayrı müslim halkları bir araya getirme inisiyatifini eline alınca, yahudilerden sadece falan veya filân Arap kabilesinin Yahudileridiye söz edilecektir Bu şekilde isimleri zikredilen sekiz Yahudi aşiretinden altısı, müslüman arapların bağımlıları durumunda idiler Diğer iki aşiret olan Şutayba ve Sa'laba hakkında ise,hiç bir şey bilinmemektedir Acaba bunlar, Benû Kaila'nın iç savaşları sırasında mahvolan Medine Araplarından, veya Medine dışındaki Araplardan mıdırlar; yoksa gerçek Yahudi halkından mıdırlar? Bilinmemektedir Medine de şehirdevletinin teşkili sırasında diğer kabilelerle birleşmeyen ve ilerde kendilerinden söz edeceğimiz Benû Uraid yahudilerinin şeceresi hakkında da hiç bir bilgi verilmemektedir Zaten bu aşiret çok küçüktü
Aynı şekilde, sayıları en fazla elli civarında olduğu görünen bir kaç Hıristiyan vardı ki, bunlar Evs kabilesinin içindeydiler Muhteris ve aklı kıt olan Ebu 'Amir adındaki papaz, bunların reisi durumundaydı Fakat, yahudilerin Bet Midrâs'ından kesinlikle bahsedildiği halde, Hıristiyanların bu bölgede bir kiliseleri olup ol*madığından söz edilmemektedir
Tarıma elverişli toprağı olmayıp, kuyumcu ve tüccar olan Benû Kaynuka' müstesna, diğer bütün yahudilerin çiftçi oldukları anlaşılıyor
Her topluluk, bir diğerinden bir kaç kilometre uzaklıkta bir köy oluşturuyordu Her şey, ekime elverişli olup, lavlarla kaplı olmayan toprağa bağlıydı
Sık sık iki katlı olmak üzere, evler volkanik lâv düzlüğü üzerinde inşâ edilmiş olup; çoğu kez, her aşiretin hudutlarıdahilinde iki veya üç katlı muhkem kuleler vardıTehlike anında erkekler dövüşmek için dışarı çıkar; kadınlar , çocuklar, hatta koyunlar, âtâm denen bu kulelere sığınırlardı Tabii ki hayvanlar zemin katta, şahıslar da üst katlarda olurlardı ki bu, kadınların bile, fırsat zuhur ettiğinde, yukarıdan taşlar atarak düşmana saldırma avantajı sağlıyordu
Halkın Değişik Kesimleri Arasındaki ilişkiler
Benû Kaila arapları sürekli olarak iki kola ayrılmışlardı Bunlar, aynı annebabadan olan iki kardeşin soyu olup, komşu olarak aynı bölgede yaşıyorlardı Aralarında zaman zaman kardeş kavgaları olduğundan, her iki taraf da, kendisine müttefikler bulmuştu Medine'de bulunan Yahudiler de aynı şekilde bölünmüş bir halde, kabile hayatı yaşıyorlardı; bazı yahudi kabileleri (özellikle Benû Nadîr yahudileri), Hazrec Araplarının bağımlı rnüttefikleri; diğerleri ise, Evs Araplarıyla benzer ilişkiler içerisinde bulunuyorlardı Bunların Medine'ye gelişlerinin bidayeti bilinmemektedir Ben, onların hep birden gelmedikleri kanaatindeyim Bunlardan bazıları,herhangi bir Arap kabilesinin bağımlıları olarak buraya gelirken, diğer Arap kabileleri de tedricen başka yahudileri Medine'ye çekmişlerdir İşte Yahudilerin bölünmeleri, efendileri olan Arapların bu şekilde bölünmelerinden ileri geliyordu Benû Nadîr yahudilerinin, kendilerini Benû Kurayza yahudilerinden üstün görmeleri dikkat çekicidir; o derecede ki,herhangi bir öldürme olayında, Benû Nadîr'den biri, kan parasının sadece yarısını verirken, katil Benû Kurayza'dan olunca, kan parasının tamamını vermek zorunda kalıyordu(4) Acaba bu, Benû Nadîr'in müttefikleri, yâni Hazreclilerin, Benû Kurayza'nın efendileri olan Evs'den daha kuvvetli olmalarından mı ileri geliyordu?
Medine Yahudileri üzerinde daha fazla kalmaya mahal yoktur; çünkü bir müddet sonra bunların hepsi oradan göç ettiler Fakat kaynaklarımızda Benû Nadîr'in ilgili önemli bir hadiseye işaret edeceğim ki bu, bütün yahudi aşiretleri, hatta Yahudi olsun, Arap olsun, bütün o bölgenin insanlarını ilgilendirmektedir Filhakika, Benû Nadîr yahudilerinin büyük reisinin aynı zamanda kabilenin hazinesinin(kenz) de muhafızı olduğu rivayet edilmektedir Bu hazineden maksad'da, felâketler(savaş vs) zamanında harcanmak üzere toplanan paradır Medineli müslüman araplardaki ma'âkil( sosyal sigortalar)'dan söz açınca bu konuya tekrar döneceğiz
İslâm'dan önce, Arap ve Yahudi kabilelerinin ilâve tasarrufları vardı: Araplar çiftçi; Yahudiler ise, çoğunlukla ithalâtçıihracatçı, kuyumcu ve faizle çalışan bankerler idiler
Dışarıyla Olan Pasif ilişkiler
Eski zamanın kabileleri, çağımızın devletlerinden daha az bağımsız değillerdi Fakat eski çağda, dünyanın değişik bölgelerinin birbirlerine karşı bağımlılıkları olmadığından, bu konuda söylenecek çok az şey vardır Arasıra Medine'ye kervanlarla yiyecek maddeleri, tahıl, zeytin yağı vs getiren Nebatîlerden söz edilmektedir Şüphesiz bunlar Medine'ye mal getirince, o günün rayicine göre gümrük vergisi verirlerdi Peki bu vergiyi kim alıyordu? Alıcı kabilenin reisi mi, pazarın bulunduğu arazinin sahibi mi, yoksa başka bir teşkilât mı? Bugünkü bilgilere göre bu konuda bir şey bilinmemektedir Medine'ye uzak veya yakın olan bölgelerdeki Arap kabileleri, bilhassa göçebeler, satmayı veya ihtiyaç duydukları mallarla takas etmeyi düşündükleri mallarını şehre getiriyorlardı Getirdikleri bu mallar; deve, at, zamk, kıymetli taşlar vs idi
Yabancı bir kabileyle olan antlaşmalara dair, aşağıdaki vakada geniş malumat vardır: Filhakika, HzPeygamber(sas), Medine'ye gelişinden bir sene sonra, Suriye'ye gitmek üzere, Medine bölgesinden geçmekte olan bir Mekke kervanını vurmak için bir seriyye (askerî birlik) gönderdiğinde, Cüheyne kabilesi reislerinden biri, her iki tarafla da antlaşmalı (muvâdi') olduğundan, kendi arazisi üzerinde karşılaşan iki grubun savaşmalarına mani olmak için müdâhale etmiş, ve taraflar kan dökmeden birbirinden ayrılmışlardır(5)
Dinî Hayat
Diğer Araplar gibi, genellikle Medineliler de putperest idiler Bir evin fertlerinin taptıkları aile putları olduğu gibi, görevli bölge papazlarıyla beraber umuma ait putlar da vardı Daha sonraları, put heykellerini çalan ve onları kesip parçalayarak bir torbaya koyup, mutfağının ateşini yakmak üzere ihtiyar bir kadına götüren bir müslümandan söz edilecektir O halde çok sayıda ağaçtan yapılmış put heykeli vardı Bir başka ihtiyar da, meçhul kimselerinonun ağaçtan yapılmış putu üzerine gizlice çöp ve diğer pisliklerin atılmasından son de*rece öfkelenmişti Bir gün bu ihtiyar, kendisini müdafaa etmek ve ona karşı saygısızlık edeni cezalandırmak için putunun eli önüne silâhlar yerleştirdi Fakat aynı gün, putu kaçıranlar onu Öyle gülünç ve utanç verici bir duruma soktular ki, pu*tun sahibi, kendi putunun gerçekten bir güce sahip olsaydı, o gece kendisine o şe*kilde hakaret edenlere karşı o gücü kullanmaktan çekinmeyeceğini (yâni onun herhangi bir güce sahip olmadığını) anladı ve müslüman oldu (6) Medinelilerin asıl putları, Medine'ye takriben iki günlük mesafede, Kızıldeniz bölgesinde, elMuşallal denen yerde bulunan Menât idi Bu vakıa, Medine'nin o devirde, şehirden ziyâde bir köy olduğunu gösterir
Medineliler, Mekke'deki Kabe'ye yapılan haccın faydasına, yâni farziyetine inanıyorlar ve her sene ona iştirak ediyorlardı; fakat denildiğine göre, Kabe karşı*sındaki SafâMerve arasındaki say'i yerine getirmiyorlardı(7)
Bu putperestler, biraz geniş düşünüyor ve hurafelerine göre, yabancıların putlarını da kabul ederek, kendilerininki gibi onlara da saygı gösteriyorlardı
Buna kâhinleri de katmak lâzımdır ki, çok karmaşık ve halledilmesi zor meselelerde, onlara başvurulur, onların ilham sonucu hikmetlerine inanılırdı Burada, kendisine on oğlan çocuğu verdiği takdirde, bunlardan birini Allah'a kurban edeceğine dair adakta bulunan Hz Peygamber(sas)'in dedesi Abdulmuttalib'i zikredelim On oğlu olan Abdulmuttalib, samimi bir adam olduğu için, kur'a çekti ve ilerde HzPeygamber (sas)'in babası olacak olan oğlunu kurban etmeye mecbur oldu Akrabaların, ve özellikle çocuğun annesinin teşebbüsüyle, Abdulmuttalib, Medine'de yaşayan bir kâhineye başvurmayı kabul etti Fakat Abdulmuttalib Medine'ye gittiğinde, kâhine, kuzeyde bulunan Hayber'de bulunuyordu Abdulmuttalib onunla görüştüğünde, kâhine şöyle dedi: Çocukla, sizde adet olan kan bedeli (on deve) arasında kura çekin Şayet kura yine çocuğa isabet ederse, kan bedeline ilâve ederek, kura develere isabet edinceye kadar devam edin! Mekke geleneği, on deveyi kan bedeli olarak kabul ediyordu; kura ile yüz deveye razı oldu Samimi Abdulmuttalib, gerçeğe kanaat getirmek için, oğlu ile yüz deve arasındaki kurayı üç defa tekrarladı ve oğlunun hayatı bu şekilde kurtuldu (8)
Bu kâhine, yalnız Yahudilerin yaşadığı Hayber'e gittiğinden, bizzat bu kâhinenin de Yahudi olduğu ve Mekke gibi uzak bölgelerdeki Arapların dahi kendisine itimat besledikleri düşünülebilir
Sosyal Hayat
Ziraî hayattan söz etmeden önce, biraz Medine bölgesinde bulunan köylerdeki kişisel yapıdan, mesleklerden ve zanaattan bahsedelim
Birden çok erkekle evlenme yoktu amma, birden çok kadınla evlenme adeti bölgeye hakimdi Evlilik adayının ekonomik imkânsızlıkları dışında, evlenilebilecek kadın sayısında bir tahdit yoktu Fakat beklenmeyen şu durum da vardı: rüştüne ermiş kadınların da evlenme akdine rıza göstermeleri şartı olduğundan, öyle durumlar oluyordu ki bir Medineli kadın kocasını boşama hakkını elde edebiliyordu Ne var ki böyle bir durum, kocanın istediği zaman karısını boşama hürriyetine bir halel getirmiyordu Hz Peygamber(sas)'in dedesi Abdulmuttalib'in annesinin durumu buna en güzel örnektir: Abdulmuttalib'in, büyük bir kervancı ve zengin bir tüccar olan babası Hâşim, bir seferinde Medine'de bir kaç gün gecikince, ev sahibinin genç bir dul olan kızı onun hoşuna gitti Dul kadın, boşama hakkının kendisine ait olma şartını koştu(9) Balayı haftasından sonra, Hâşim Filistin'e kadar yoluna devam etti ve Gazza'da öldü Genç kadın yeniden dul oldu; ne var ki bu seferki kısa evlilikte hamile kalmıştı Bir kaç sene sonra müteveffanın kardeşi Medine'ye gelecek, annesinin büyük acısına rağmen çocuğu, yâni yeğenini kaçıracak ve onu Mekke'ye getirerek orada yetiştirecektir
Öyle anlaşılıyor ki, çeyizin dışında, koca karısına (sudak, mihr, ecr vs denen) bir şeref ücretini ayırt etmeksizin veriyordu ki bu, kadının emrinde oluyor, babası bile ona dokunmuyordu(10)
Medine ile ilgili miras ve veraset hakkındaki bilgilerimiz oldukça zayıftır Ancak Medine'de görülen bir adet vardır ki, muhtemelen bu adet sadece Medine'ye hastır: Ölmüş bir adamın sadece karısı ve kızı değil, küçük çocukları dahi miras alamıyordu; mirası, sadece, bir savaş esnasında eli silâh tutabilecek olan, bulûğa ermiş oğlan çocukları alabiliyordu Şayet bütün oğlanlar bulûğa ermemiş çocuklarsa, yeğenler ve baba soyundan gelen akrabalar bütün mirası alır ve zengin olan bir aile, şayet mirasçılarla ilişkileri iyi değilse, ertesi günü parasız ve dilenci durumuna düşebiliyordu (11)
Mirasın dağıtımı sırasında, taşınır ve taşınmaz mallar arasında bir ayırım yapılıp yapılmadığını bilmemiz için elimizde kesin veriler yoktur; muhtemelen böyle bir ayırım yoktu Medine geleneği, mirasın açıkça dağıtılmasını gerektiriyor gibiydi O anda orada bulunanlara yemek veriliyor ve miras mallarından alınmış küçük hediyeler (hatıralar ?) bu kimselere dağıtılıyordu (12)
Küçük yetimler, baba akrabalarının himayesine alınıyordu Mesleklere gelince, liste oldukça kabarıktır:
Sadece ihtisas haline gelmiş ticaret dükkânları değil, çarşılar bile vardı Benû Kaynuka (yahudiler) ve Nabit çarşılarından söz edilmektedir ki, bunların ödedikleri %1O gümrük vergisi, HzÖmer(ra)'ın hilâfeti zamanına kadar sürecektir(13) Daha sonra, Hz Peygamber (sas), çarşı işleriiçin kadınları bile çalıştıracaktır(14) Muhtemelen bazı gıda maddelerini getirip çarşıda satan kadınlar da vardı Banliyölere gelmiş olan yabancı ithalatçılarla görüşen simsarlardan (samsara) da bahsedilmektedir Bazen açık artırma ile satışlar söz konusu edilmektedir Yabancı ithalatçılara, özellikle Nabatîlere borçla para verme işlemlerinden de bahsedilmektedir(15) Borçlar için rehin uygulanıyordu; bilhassa gıda maddeleri
Gıda maddeleri satan satıcılardan, kasaplardan , demircilerden ve kuyumculardan söz edilmektedir Medine'deki iki büyük Arap kabilesinin başına müştereken büyük bir başkan getirilmek istendiğinde, bir tacyapılması için yahudi kuyumcularına sipariş verilmişti (16) O arada Hz Peygamber(sas) Medine'ye geldi ve kral adayının büyük üzüntüsüne rağmen, proje suya düştü
Dokumacı kadın ve erkekler, terziler, parfüm satıcıları, marangozlar da zikredilmektedir ki, ormandan odun kesip yakmak için satan oduncular da ayrıca zikre değer
Halen devenin kamında olan hayvanın da döllenmesine kadar(hublu'lhublât) gibi, uzun süreli antlaşmalar da vardı
Umumun menfaati için vakfedilmiş içme su kuyuları, meyvelikler vs bilinmekteydi
Gerçek mahsul alınmadan önce, hurma ağaçlarından beklenen mahsul satılıyordu; hatta meyveler olgunlaşmadan Tabii bu husus, çekirgeler veya başka felâketler sebebiyle elde edilecek çok kötü bir hasad neticesinde meydana gelecek anlaşmazlıkları da beraber getiriyordu
Bilhassa düğünler sırasında, profesyonel kadın berberlerinin bulunması kaçınılmazdı Saçları eksik olan kızların, saçlarını tamamlamak için kullandıkları takma saçlardan söz edilmektedir Muhtemelen fazla saçı olup saçları alınanlara bir ücret veriliyordu Hatta ne yaptıkları hakkında yeterli bilgi verilmemekle beraber, kısırlaştırılmış kimselerden de bahsedilmektedir Bayramlar sırasında, özellikle düğünlerde; damadın, gelini babasının evinden alıp, kendi evine getirdiği sırada, meşalelerle gece törenleri yapılırdı Düğün gününde, davetlileri kabul edip, ziyafet veren, kızın akrabaları oluyordu Ertesi günü ise damat, arkadaşlarını ve fakirleri yemeğe davet ederdi Yemeğe davet edilmeyen asalaklardan bile söz edilmektedir
Sadece bayramlar sırasında (özellikle düğünlerde) görülen profesyonel şarkıcı*lardan değil, aynı zamanda ölümleri sırasında ağlayan profesyonel ağlayıcılardan da bahsedilmektedir Bu profesyonel ağlayıcı kadınlar, gruplar halinde gelir; bazıları bir müddet feryat edip ağlar, onlar susunca da diğerleri ağıtlarla devam ederlerdi
Meşhur bir rivayet(18), bir düğün esnasında, çoğunluğunu küçük kızların teşkil ettiği şarkıcıların, kabilenin savaşlarda cesurane bir şeklide ölmüş kahramanlarına ait destansı şiirler okuduklarını haber veriyor Bu rivayet bana, bir bakıma Almanların bayram günlerinde akrabalarının mezarlarını ziyaret etme adetini hatırlattı Muhtemelen burada iki düşünce vardır: Birincisi, ölülerin yaşamakta olduğu ve nesillerinin sevincine iştirak ettikleri düşüncesi; ikincisi de, her şey fani olup, zevkle ebediyen devam etmez ve sadece iyi hareketlerimiz bizimle olur
Satın alınabilecek koruyucu köpeklerden bahsedilmektedir Sun'î döllenmeninbilhassa deve için faydası biliniyor ve ücret mukabilinde, güçlü deve ırkının, damızlık spermleri(tohumları) temin edilebiliyordu
Ve nihayet, ibtidai şekilde çalışan küçük hekimlerden haber verilmektedir ki, bunlar her kabilede bulunuyordu Buna profesyonel kan aldırmaları, hacamat, dağlama vs uygulamalarını da ilâve etmek gerekir Aynı şekilde küçük cerrahları da söylememiz lâzımdır; zira erkek çocuklarının sünnet edilmesi, hatta kız çocuklarının da böyle bir operasyona (incision) tabi tutulma uygulamaları vardı Fakat bunun, dinî bir anlamından ziyâde, genel ve hijyenik bir adet olarak uygulanmasından söz edilmektedir
Şairler ve hatipler vardı ki, bunlarda özellikle ses ve uyumlu bir ahenkle şiir söy*lemeye değer verilirdi
Amme Menfaatine Ayrılmış Yerler
Medine'nin kuzeybatı banliyösünde bir orman uzanıyordu ki, günümüzde bile bu orman mevcuttur Yakmak üzere odun kesmek ve bunları meskûn yerlerde satmak için taşımak, zor bir meslekti Arazisi olmayanlar, ekmek parası kazanmak için bu işi yapıyorlardı
Aynı istikamette, bütün aşiretlerin çobanlarının sürülerini otlatabilecekleri güzel çayırlıklar vardır Nakîu'lhayl tabiri, buraya sadece koyun ve develerin değil, atların da götürüldüğünü göstermektedir
Ziraat
Medine bölgesi, geniş ve fakat büyük çoğunluğu volkanik lâvlarla ve eski vol*kan püskürtmelerinin yaktığı taşlarla kaplı olan bir ovadır İklimin ılıman oluşu ve yeraltı sularının da çok yerinde olmayışından ötürü volkan lâvlarının zararından kurtulabilen her toprak parçası değerlendirilmiştir İnsanların olduğu gibi, hayvanların da içme suları geniş kuyulardan elde ediliyordu Her kabilede bir kaç kuyu olup, bazıları, zaman zaman satılan sularının tatlılığıyla ün salmıştı (19) Evlerin ihtiyacı için, erkek çocuklarının bu kuyulardan çektikleri sudan bahsedilmektedir Bazı kimseler, bu suyu doğrudan doğruya ev sakinlerine satarak hayatlarını kazanıyordu Bazan kuyuların etrafında, içine deve, keçi, koyun gibi hayvanların içmesi için su doldurulan ahşaptan havuzlar bulunurdu İnek ise, bu bölgede nadir rastlanan bir hayvandı
Arazi sulaması, hayvan sulamasından çok daha fazla su gerektirdiğinden, öyle büyük kovalar kullanılıyordu ki, sadece develer bunları çekebiliyordu (nâdiha) Tabii olarak zengin insanlar, bu sulama işi için bir çok deveye sahiptiler
Medine bölgesinde bilhassa hurma bahçeleri vardı Medine hurmalarının çeşitleri sayısız olup, asırlar boyunca şöhretlerini muhafaza etmişlerdir Hurma çeşitlerinden bir tanesi, tarla farelerinin hoşuna gittiğinden, buna tarla farelerinin annesi(ummu'lcurzân) adı verilmişti
Şüphesiz sadece hurma meyvesi ve hurma ağacı için değil, aynı zamanda bu meyvenin ve bu ağacın her parçası için Arap dili inanılmaz şekilde zengindi Hurma meyvesinin, doğumundan hasadına, hatta çürümesine kadar, her devrede özel isimleri vardır Aynı şekilde, hastalık, kuraklık v s gibi olağanüstü haller için de ayrı ayrı isimler vardı
Efsâneleri; Allah'ın, Adem'i yaratmasından sonra, geriye kalan balçıktan hurmanın dişisini yarattığını söylüyordu Ona sevgiyle hala, yâni babanın kardeşi denilmektedir Hatta şu söz Hz Peygamber (sas)'e izafe edilmektedir: Halanız olan dişi hurmaya ikramda bulununuz(Ekrimû emmetekum ennahle)
Daha sonra ilim, bu inançları kuvvetlendirmiştir 9 yüzyılın büyük botanikçisi Dineverî(20), bazan dişi hurma ağacının uzaktan bir erkek hurma ağacını görerek, ona gönlünü kaptırdığını; bahçıvanın, bu erkek hurma ağacından tohum alıp, dişi hurmayı dölleyinceye kadar, bu dişi hurmaya başka hiç bir döllemenin tesir etmediğinimüşahede ettiğini yazıyor Aynı şekilde türlerin tekâmülünden, ev*rendeki gazlardan, minerallerden, bitkilerden vsden bahseden İbn Miskeveyh (ölümü: 1030) şöyle demektedir:
Bu tesirin tekâmülü, asma ve hurma ağacına varıncaya kadar tedricen devam eder Bu vardığı yer, bitkinin en yüksek mertebesidir Ruhun tesiri hâlâ devam edince, artık bir bitki değil, hayvanlar alemine girilir Bu durumda, hurma ağacı bitkiler, arasından öyle yüksek bir dereceye ulaşır ki, hayvanlarla bağ kurar ve onlarla büyük bir benzerlik arz eder Bu şekilde erkek hurma ağacı, dişi olanından ayrılır Aynı şekilde döllenmeye ihtiyacı vardır Hurma ağacının tepesine bir felâket gelirse, ağaç ölür Halbuki (dalları budanabilen) diğer ağaçlarda durum böyle değildir Burada her yönü ile sayamayacağımız diğer sıfatları yanında şunu belirtelim ki, dişi hurmayı dölleyen erkek hurmanın tohumu (dölü), hayvanların tohumu gibi bir kokuya sahiptir(21)
Aynı şekilde botanikçiler, aşktan dolayı, bazı bitkiler arasında, meselâ kurnub ve habala (22) arasında kin ve geçimsizliğin olduğunu söylemişlerdir; fakat biz bu konunun teferruatına girmiyoruz
Hurma ziraatı çok gelişmişti Dişi hurma ağacını döllemek için gerekli olan tozlama biliniyordu Bu çiçek tozlarının kokusu, hayvanların meni kokusuna çok benzediğinden, hurma ağacının, insanın halası olduğu inancı yayılıyordu
Tabii ki, hurma mahsûlünün bütün sene taze kalması ve çürümemesi için, küçük bir konserve endüstrisi vardı Hatta bir şarap yapma endüstrisi mevcuttu: hurmalardan alkollü içkiler elde ediliyordu Nar vs gibi meyve ağaçlarından da söz edilmektedir Arabistan yarımadasının değişik yerlerinde üzüm bağları vardı; fakat bu konuda Medine ile ilgili bir atıf bulamadım
Diğerlerinin yanında, buğday ve arpa ziraatı da zikredilmektedir Aynı şekilde, tarla kenarlarına veya sulama kanalları boyunca dikilen pancardan bahsedilmektedir
Medine'de hatta genel olarak eski Arabistan'da toprakların müşterek olarak işletildiği intibaı bende uyanmadı Her aile kendi topraklarına sahip olup, herkes kendi çocukları ve gerektiğinde kölelerinin yardımıyla çiftlikleriyle uğraşırdı
Fakat toprak sahiplerinin, topraklarının bir kısmını topraksızlara kiraladıklarına ve ücret veya kira olarak, mahsûlün bir kısmını aldıklarına dair bolca mal*zeme vardır Toprak ağasının alacağı pay, çeşitli durumlara göre değişiyordu; bu, mahsûlün 14 ü, 13 ü, hatta bazan yarısı olabiliyordu Muhtemelen bu husus, suyun az derinlikte olup olmaması, arazi sahibinin tohumu ekmede, sulamada yardım edip etmeyeceği vs gibi durumlara göre değişiyordu(23)
Fakat bu kiralamalardan bir tanesi, bana göre hususiyet arz etmektedir; bazan bir arazi parçası kiraya verilir; ve toprak sahibi sadece mahsûlden kendi payına düşeni almakla kalmayıp, kiralanan arazi içinde bir tarlayı işaretler ve çiftliğinin diğer kısımları gibi orayı da işletirdi Fakat bu durumda da, mahsûlün tamamı toprak sahibine giderdi Ve kaynaklarımız (24), bazan bu arazi parçasından alınan randımanın, geriye kalan büyük bölümden alınan randımandan daha fazla olduğuna tasrih etmektedirler Bazan da bunun aksi olurdu Nasib!
Sulama Usûlleri
Sulama için özellikle kuyular vardı Fakat öyle anlaşılıyor ki, yağmur sularının akıntısı istikametinde, ard arda gelen kuyular vasıtasıyla sun'î olarak yükseltilmiş bazı kaynak suları vardı ki, su, yüksekte olan ana kuyudan belli bir mesafede, alçak toprak seviyesine gelince, buradan arklarla tarlalara dağıtılırdı(sarâc) Artan su, suyu olmayan komşulara satılırdı
İslâm öncesine ait su depolarına ve su dağıtan borulara ait harabeler, meselâ, Medine'nin güneyinde, Küba'da bulunan,ka'b ibnu'lEşref'e ait malikânede(sarayda), günümüzde dahi mevcuttur Ben bir mühendis değilim; onun için meseleyi daha teknik bir şekilde yazamıyorum Medine'de, suyu muhafaza etmek için yapılmış bentlere rastlamadım (Yakın zamanlarda, Suud idaresi döneminde bir tane inşa edilmiştir) Şehrin kuzeydoğusunda bir tabii göl vardır; fakat geçmişte onun sulama için kullanıldığını sanmıyorum Türkler döneminde, Akûl denen bu gölde eğlence kayıkları vardı; onun içilen suyu, günümüzde nüfusun artan ihtiyacı ve şehirleşme için kullanılmaktadır Muhakkak ki, Medine dışında, Arabistan yarımadasının Hayber,Yemen gibi bölgelerinde İslâm'dan önce bentler vardı
İslâm'ın Katkısı
Hz Peygamber(sas), putperest hemşehrilerinin uyguladıkları işkencelerden dolayı ve Mekke'deki hacc esnasında İslâm'a girmiş olan Medinelilerin daveti üzerine, doğduğu şehir olan Mekke'yi terk ederek Medine'ye yerleşti Medinelilerin İslâm'a girişlerinin bir tarihçesi vardır:
Medine'de kendilerini Araplar karşısında güçsüz ve ümitsiz bir şekilde kaybol*duklarını hisseden onların Yahudi komşuları yalnızca şunu diyebiliyorlardı: Bek*leyin, çok yakında beklenen peygamber gelecek ve biz ona tabi olarak sizi mahve*deceğiz! 620 yılında, Hz Peygamber(sas), Mekke'nin banliyösünde, küçük bir Medineli hacı grubuna yaklaştı O, Arabistan'ın dört bir bucağından gelen heyetlere sırayla hitap edip, İslâm'ın esaslarını anlattıktan sonra, kendisine inananların çok yakın gelecekte olan büyüklüğünü müjdeliyordu Yahudilerin tehditlerini hatırlayan bu Medineliler, onları bu işte geçmek istediler; ve Müslüman oldular Medine'ye döner dönmez, bu yeni dini öyle tebliğ ettiler ki, iç savaşlarla parçalanmış olan bu şehirde, iki sene gibi bir zamanda yüzlerce kişi İslâm'a girdi Medineliler, iç ve intikam savaşlarının fasit dairesinden kurtulmak için tarafsız bir hakem; Hz Peygamber (sas) de, kendisi ve putperest hemşehrileri tarafından işkencelere maruz bırakılmış olan Mekke'li sahabileri(Muhacirun) için bir sığınak arıyordu Bir başka ifadeyle, ihtiyaçlar birbirleriyle tesadüf ediyor ve birbirini tamamlıyordu
Muhacir olarak gelmiş olan Hz Peygamber(sas), Medine'de tam bir boşluk ve kaos'la karşılaştı Derhal değişik kabile ve aşiret reislerini davet ederek onlara, merkezî bir teşkilâtta(idarede) birleşmelerini teklif etti Medine vadisinin bir kısmı üzerinde bile olsa, çünkü halkın tamamı buna iştirak etmedi bir çeşit Şehir Devleti kuruldu ki; seçilen Devlet Başkanının olduğu gibi, müslüman ve gayrı müslim vatandaşların hukukunu belirten, bir nevi içtimai antlaşma ile yazılı bir anayasa bile kaleme alındı(25)
Bu anayasa bir çok meseleyi kapsamaktadır; müşterek savunma, adalet mekanizması, bölgedeki çeşitli din mensuplarına, özellikle yahudilere ait vicdan hürriyeti, yasama vs Bu anayasa, ziraî ve iktisadî meselelerden bahsetmeyip, bunu eski örfe bırakmış; fakat ma'âkil denen sosyal sigortaları ele almıştır Anayasa maddeleri, ilgili bütün kabileleri sayıp, her birisi için aşağıdaki formülü tekrarlamaktadır:
ler, eski adetlerinde olduğu gibi, Mü'minler arasında, kan parasını en güzel bir yardım severlik ve adaletle, ortaklaşa ödeyeceklerdir; ister fidye, ister diyet olsun
Ve bu bölüm şöyle tamamlanıyor:
Mü'minler, kendi himayelerinde olup ağır mesuliyetlerle yükümlü olanlardan en güzel bir yardımseverlikle, diyetlerin olsun, fidyelerini olsun, ödenmedik hiç kimse bırakmayacaklar
Sigortalar, iki ağır vecibeyle ilgiliydi: Birisi diyet, diğeri fidyei necattı Ve bu adetin eskiden beri Medine'de bu kabileler arasında uygulanmakta olduğunu görüyoruz Hz Peygamber (sas), bu uygulamayı tekrar organize edip, onu piramit şeklindeki adalet temelinin üzerine yerleştiriyor; şayet bir sigorta birimi, tek başına ödemesini yapamıyorsa, o takdirde, vazifeleri icabı, diğer kabileler, akrabalar veya komşular ona yardım etme mecburiyetindedirler Bunlar da ödemeyi yapamıyorsa, en sonda Devlet imdadına koşardı
İkinci mühim hadise, vatanlarını terk etmiş olan gelirsiz muhacirler meselesiydi Müslüman Medineliler (Ensâr), hicret etmiş olan bu mümin kardeşleriyle hemen arazilerini paylaşmak istediler Fakat Muhacirûn, bunu bir izzeti nefis meselesi yaparak, teklifi reddedip, şöyle dediler: Sizler ve bizler beraber çalışalım, başka bir tabirle, bizden iş, sizden toprak mahsûl ortak olsun(26) Herkes bu fikri ka*bul etti Hz Peygamber(sas) bu hedefi gerçekleştirmek için, Medineli Ensâr ile Mekkeli Muhâcirûn'u sözleşmeli olarak birbirine kardeş yaptı; bunlardan bazıları için de kura çekti(27) Günden güne muhacirlerin meselesi hallolma yoluna girdi; ve maddî her şeylerini yitirmiş olan yüzlerce muhacirûn, bölgenin köyleri konfederasyonunun ekonomisi içine dahil edildiler Mekke ziraî bir bölge olmadığından, bu muhacirler, yeni mesleklerini Medineli kardeşlerinden öğrendiler Ben sadece Abdurrahman bin 'Avf'ın durumunu zikretmekle yetineceğim: Abdurrahman, sözleşmeli kardeşiyle eve gidince (28), bu Medineli kardeşi ona şöyle dedi: İşte benim mallarım; evim ve evimin eşyaları, bunların yarısını sana veriyorum; işte benim iki hanımım, istediğini seç, ben de, şer'i müddetten sonra onunla evlenebilmen için onu boşayayım! Abdurrahman bin Avf şu cevabı verdi: Allah senden razı olsun, bunlardan hiç birine ihtiyacım yok; sen sadece bana pazarın yolunu öğret Gerçekten de, Abdurrahman bin Avf pazara gidip, kredi ile bazı şeyler satın alarak, bunları peşin parayla birilerine geri sattı Böyle bir kaç ticari muameleden sonra akşam eve geldiğinde, yiyeceği kadar kâr elde etmişti Bir kaç hafta içinde, evlendiği kadının mihrini verebilecek kadar yeterli tasarrufu yapabildi Cömertlik ve izzeti nefis, bu ilk müslümanların en bariz vasıflarıydı İslâm, bazı ziraî gelenekleri, özellikle kiralanan arazi içinde bir tarlayı mal sahibine ayırmayı yasakladı
İthalâtİhracât Pazarları
Medine bölgesi, müreffeh ve verimli olmasına rağmen, bütün ihtiyaç maddelerini istihsâl edemiyordu Hurma hasılatı Medine'deki tüketimin çok üstünde olduğundan, bazı genel rivayetler; bölgenin kapitalist yahudilerinin ihrâc etmek üzere bu hurmaları satın aldıkları zannını veriyor
Fakat birinci derecede önemli ihtiyaç maddeleri arasında, ipekli veya pamuklu kumaşlar bir yana, buğday, arpa ve zeytin yağına ihtiyaç vardı Diğer lüks maddelerinin de kendilerine göre pazarları vardı; mücevherat, parfümler, hoş kokular, müzik aletleri, metal tencereler, silâhlar vs Bütün bunların ithâl edilmeleri gerekiyordu
İslâm'dan önceki dönemde, Medine halkı, kamu kuruluşlarının yokluğundan dolayı, parçalanmış bir durumdaydı; fakat bu durum, geçici yabancılar için bir mesele teşkil etmiyordu Çünkü, dışardan gelen kervanların, özellikle Nebat'lıların (FilistinIrak arasındaki bölgeden gelenler) develeriyle beraber kamp kurdukları serbest bir meydan vardı Yerli tüccarlar, bu şekilde ithâl edilmiş olan mallar içinden istediklerini doğrudan doğruya mal sahiplerinden satın alıyorlardı Bazan da bu kervan tüccarları, getirdikleri ithalât mallarını, Medine dükkânlarında bulunan yerli veya bölgesel mallarla takas yapıyorlardı Bu Nebat'lı kervanlardan %10 gümrük vergisi alındığı söylenmesine rağmen, benim için bu verginin kim tarafından alındığını söylemek imkânsızdır(29)
İslâm öncesi dönemden evvel, mahsûlün istihsâlden önce, hatta bazan bir kaç sene önceden satıldığına dair atıflar vardır Aynı şekilde, tahmini hesaplama yoluyla da satma işlemleri yapılıyordu ki, daha hasılat yığın haline gelmeden, herhangi bir ölçü veya tartıya da vurmadan, hurma ağaçlarındaki hurma miktarı tam olarak bilinebiliyordu Îslâm, bu adetlerin de bir kısmını yasaklamıştır
Ölçü ve Tartılar
En küçük tartı aletinin, yarım kilo civarında olan müdd olduğu görülüyor Bir sâ'da 4 müdd bulunuyordu Vask ise 60 sâ' ihtiva ediyordu Ve İslâm'ın ilk dönemlerinde, 5 vask, vergilendirilebilir asgari hasılat miktarını teşkil ediyordu Fark ise, 3 sâ' su ihtiva ediyordu
Yağ bidonları yarım sâ' ihtiva ediyordu ki, bunlara Kist deniliyordu Şüphesiz, Arabistan'ın diğer bölgelerinde, ve özellikle eski medeniyetine sahip olan Yemen'de daha başka ölçü ve tartı aletleri vardı
Arazi, kumaş vs için, genel ölçü olmak üzere arşın ve bunun yarısı olan karış kullanılıyordu Arşınlar, kişilere göre değiştiğinden, daha sonra İslâm Devleti, muhtemel tartışmaları önlemek için, arşının kanunî ölçüsünü tesbit ederek, ölçü ve tartıları resmî mühürle damgalamıştır
Para
Şüphesiz mahallî bir para birimi yoktu Bütün ülkelerin, özellikle Bizans ve İran'ın paraları serbest kura sahiptiler Fakat bütün para birimleri aynı değere sahip değillerdi Tartılan bu madeni paraların yenileri, kullanılmış ve eskimiş olanlarından daha değerliydi İran gümüşünden yapılmış olan dirhem, Bizans altınından yapılmış dinarın 1 10 ine tekabül ediyordu O halde, bilinçsiz olarak bir ondalık sistem mevcuttu Aynı şekilde, bakır vs gibi değeri olmayan metallerden yapılmış madeni paralardan da söz edilmektedir; fakat ben onların kur değerini bulamadım Bu şekilde, fils ve kîrât'tan bahsedilmektedir En küçük para birimi olan Danik'in ise hangi devre ait olduğunu bilemiyorum
Prof Dr Muhammed HAMİDULLAH
1 Jonas, 411
2 Krs Lr Gronds Empires, Recueils de la Societe Jean Bodin, 1973 s 50932
3 Nobuna'id ve kitabesi için bk Muhammed Hamidullah, Le Prophete de l'lslam, 4 baskı, s, 1014; tubba'nın istilâsı için bk İbn İshâk, Meğâzi s 2932
4 Bkz Mukâtil'in, Maide sûresinin 44 ayetinin tefsiri
5 Hamıdullah, Le Prophete de l'lslam, s 710 (İbn Hişâm ve Ibn Sa'd'a atfen)
6 Krş İbni Hişamm, s3034
7 Buhari, XXV,79
8 Krş Hamdullah, age s67 İbn Hişâmdan naklen
9 Krs İbn Htföm, s 88
10 İslâm öncesi Mekke'sinde bu husustan kesinlikle bahsedilmektedir Krş İbn Hişam, s 120; bk İbn Habib, Muhabbar s 310
11 İbn Habib, age s 32425
12 Krş Nisa suresi,8
13 Krş Ebû Ubeyd, Kitâbu'lEmval, s 13971660
14 Krş İbn Hacer, İsabe Kadın no 618
15 Krs Buhari, 3531
16 Krş Hamidullah, Le Prophete de I'İslam s 333 İbn Hişâm ve diğerlerinden naklen
17 Krş Buhari,7783
18 Krs Buhâri,6749
19 Krş Belâzuri, Ansâb, I, s 1085
20 Krş Dineverî, Kitabu'nNebât, bitki no: 106136
21 elFevzu'lEsğar, Beyrut baskısı, s 8692
22 Krs Dineveri, age bitki no: 946
23 Krş Buhari, 418
24 Krs Buhari 417,12
25 Kendi türünde, muhtemelen ilk olan bu anayasa, eksiksiz olarak günümüze kadar gelmiştir (Krş Hamidullah, The First WrittenConstitution in the World Lahore, 3 baskı)
26 Krş Buhari, 415
27 Krş Buhari, 32
28 Krş Buhari, 34123
29 Krş Ebu Ubeyd Emval, 13971660
KAYNAK: Sadabatnet
Yeni paylaşımlarda buluşmak dileğiyle
http:img322**************img3227687destek2ba9gif