Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

ihlas Suresi’nin Getirdikleriyle Gidenler

ihlas Suresi’nin Getirdikleriyle Gidenler

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
İhlâs, rab ile kul arasındaki intisabın bir gereği olarak, kulun
Rabbine katıksız, saf ve doğrudan bir muhatabiyetini ifade eder Bir
başka tarifle, kulun rabbinden emin oluşunun bir ifadesi, bir ismi
olan kalpteki 'iman'ın yaşamsal bir tezahürüdür

Yalnızca O'na yönelmiş bir yaşantının gereği olan 'ihlâs'ı zedeleyen,
hatta tamamen iptal ederek, bu kainatın Rabbine yönelmesi gereken
takdir, teşekkür, hamd gibi duyguları ve dua gibi yakarışları tamamen
başka yönlere çeviren, esbaba dağıtarak yokluğa gömen bazı arazlar
mevcuttur Bunların tamamını 'izm'ler diye özetlemek mümkündür
İşte bu 'izm'lerden İhlâs Suresinin aydınlığında güneşin
doğmasıyla karanlığın yok olması gibi yok olanlar, bu yazının
konusu olarak ele alınmıştır


I Determinizm:


Esbabperestlik Sebeplere tesir vererek, sonuçları sebeplerin
yarattığını iddia eden görüş

Bu zehirin panzehiri 'besmele'dir

Evrende durağanlık yoktur Her şey, her an hareket halindedir Bu
kompleks harekette, sebep ile sonuç aynı anda vardırlar Sebep ile
sonucun birlikteliği söz konusudur Sebeplerin yokluğunda sonuç
oluşmaz, bu doğrudur Fakat sebebin yokluğunda sonucun oluşmaması,
sebeplerin sonuçları yarattığına dair bize hiçbir ipucu veremez
Sebepsonuç ilişkisinde, sebepten sonuca doğru bir akışın varlığını
gözlemliyoruz, bu da doğrudur Zamanlaştırılmış bir evrende,
sebeplerin sırf sonuçtan önce gözleniyor oluşu, sebeplerin sonuçlara
tesirinin olduğuna dair bir iddia hakkı da vermez Aksine, her an
hareket halinde olan evren, oluşan sonuçları, hemen akabinde sebep
haline getireceği için bu bir çelişkidir Sırtını sebeplere
dayadığımız bir yaratılma hali, bir an önce hakim olan bir unsuru,
bir an sonra mahkum haline getirir ki; hem her şeye mahkum bir sonuç,
hem de hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı için harekete geçmeye mecbur da
olmayan bir sebep kanununu, hâkim bir kudret gibi kabul etmeye bizi
zorlar

Her an hareket halinde olan evrenimize, harekete geçmesine ihtiyacı
olmayan sebeplerin yön verebilmesi mümkün değildir Her an hareketin
olduğu bir evrende, her an yaratılma hali de vardır ve sebeplerden
çok öte, yatay değil dikey bir ilişkinin hareket noktasına
ihtiyaç duyulmaktadır Bildiğimiz veya bilmediğimiz bütün mahlukat
türlerinin dışında, dikey bir bağlantı noktası olmadan, sebeplerin
sonuçlara doğru birlikte akışı mümkün değildir

Zamanlaştırılmış bir evrende, önce ve sonra kavramları mutlak olamaz
Zaman dediğimiz boyut, hareket neticesinde oluşur Hareketin
değişmesi zamanı da değiştirir Mesela, ışık hızı gibi bir harekette,
önce ve sonra kavramları yer değiştirir Sonuç önce, sebep sonra
gözlenmeye başlar Zaman bize göre tersine işler Karadeliğe düşeli
milyonlarca yıl olmuş bir yıldızı, onun için biz hâlâ var görürüz
Yıldız bize göz kırpar durur, ama aslında yerinde yeller esiyordur !

Neticede, sebep ile sonuç arasında gözlediğimiz birbirine yapışıkmış
gibi olma hali, sebeplere hiçbir zaman sonuçları yaratma kudretini
vermemektedir Tıpkı, uzaktan bakıldığında bitişikmiş gibi görünen
ufuk çizgisinin, aslında yer ve gök arasındaki mesafe kadar uzak
oluşu gibi İşte bu doldurulamayan mesafeyi ise, ne sebep ne de
sonuçtan tamamen farklı bir kudretin kaplaması gerekir ki, sebebin
eli sonuca uzanabilsin Yani o sebebinin gerektirdiği sonuç vücuda
gelebilsin

Kısacası, evrende bir sebepler çizgisi vardır Belli sebepler belli
sonuçlardan önce gelir Sonuçlar da belli sebepleri takip eder Sebep
sonuç bağlantıları, sebep ve sonuçtan tamamen farklı ve aşılması
mümkün olmayan bu yatay ilişkinin dışında, dikey bir bağlantı ile bir
araya getirilmektedir Sebep ve sonuç, bir 'birlikte yaratılmışlık'
halidir Bir yaratıcı ile, sebeplerle sonuçların arasına böyle bir
dikey bağlantıyı sağlayacak destek noktasını koymaz isek, evrenin ve
evrendeki varlıkların hareketini açıklama imkanımız da kalmayacaktır
Oysa her an, her şey hareket etmektedir Öyleyse, sebep ve sonuca
aynı anda hükmeden, çizgisel değil dikey bir irade olmak zorundadır
Bize bu dikey iradeden haber veren, her türlü eylemin başlangıç
şifresi 'besmele'dir Evrenin her tarafına dal budak salmış
olan 'hareketlenme kanunu' besmele ile, potansiyelden kinetiğe
dönmektedir

İşte bu panzehir, sebeplerin sonuçları yarattığı vehmini kökünden
keser, atar Sebep ile sonuç arasındaki sonsuz yatay mesafe
ancak 'besmele' yani Allah'ın adıyla aşılır Deterministlerin
zannettiği gibi, mekanistik bir önceliksonralık ilişkisiyle değil!
Sebepler ile sonuçlar arasına konmuş olan ilişkiler, sırf insan için
dizayn edilmiş, akıllı bir mahluk olan insanın Yaratıcısını ve O'nun
maksatlarını gereğince kavrayabilmesi için konmuş dileyiş
tarzlarıdır Yani sebepler vardır, ancak bir tesirleri yoktur

Yaratıcının sonuçları yaratmak için sebeplere veya başka bir şeye
ihtiyacı yoktur Fakat, Yaratıcısını tanımakla ancak manasını bulan
ve öte alemlerde kendisine sonsuzluk iksirini sunacak açılımları bu
sayede kazanacak olan insanın, sebeplerle sonuçların arasındaki
ilişkilere ihtiyacı vardır Allah'ın varlığına dair emareler,
Allah'ın kanunları merak edilerek delillendirilir Her şeyin sonlu
olduğu bir evrende, sonsuz olan Yaratıcının varlığı bu sayede
bilinebilmektedir

En küçük bir zerreden en büyük galaksilere kadar her şey, o İlahî
şifrenin eman vermesiyle necat bulabilmektedir, harekete geçmektedir
Varlık sahasına çıkmış her ne varsa mânen hâl diliyle 'bismillah'
demektedir Yaratıcısız olmaz ilanını etmektedir

Peki, bu nasıl bir Yaratıcıdır?!


II Ateizm:


Dinsizlik Müteâl bir yaratıcıyı her koşulda alenen reddetmek


Bunun panzehiri, 'de ki' anlamına gelen, İhlâs Suresinin birinci
kelimesidir Yani, 'kul' kelimesidir

Diyebilen Birinin varlığı ve kendisini bildirmesi, ateizme son
noktayı koymak demektir Çünkü, 'Kelam' yani konuşmak, en gelişmiş
varlık yeteneğidir Konuşmak; görülmese bile ancak var olan birinin
işi olabilir Öyleyse, şu âlemde görünmediği halde konuşan ancak
vacibul vücûd olandır Aynı zamanda canlı ve diri olmayı yani hayyı
kayyûm olmayı gerektirir Ayrıca ilim sahibi olmayı, kudreti,
iradeyi, işitmeyi ve görmeyi Ne kadar üstün vasıflar varsa hepsini
üzerinde toplamayı gerektirir

Madem ki her şey, dikey bir yaratıcı bağlantısı olmaksızın mutlak
manada âcizdir ve fakirdir Ve manen 'bismillah' diyerek varlık
sahnesinde ancak boy göstermeye başlayabilmektedir, her şeyin
kabiliyetine göre ihtiyacına cevap verilmesi gösteriyor ki;
ihtiyaçlar, her bir şeyle, her an, hiçbir iş diğer bir işe mani
olmaksızın tabir caiz ise, kudsî bir tekellüm yani konuşma dahilinde
karşılanıyor, veriliyor

Demek ki, her şey bir tek şey gibi nazarı altında olan Biri
tarafından, her bir mahlukla onların kabiliyetlerine göre ayrı ayrı
ve tek tek kelam ediliyor, onların ihtiyaçlarına bizzat cevap
veriliyor

Peki, konuşan bu Yaratıcı'nın konuşmasının içeriği nedir?!


III Politeizm ve Panteizm:


Birincisi, Putperestlik Çok tanrıcılık

İkincisi, Evrenle tanrıyı aynı şey kabul eden akım

Bunların panzehiri, ikinci kelâm olan 'Allah'ın Ehadiyeti'dir

Varlık sahnesinde boy gösteren her ne varsa eşsiz dir, 'tek'tir Yine
madem ki her şey hareket halindedir, öyleyse her bir şey her an
yaratılıyor demektir Öyle ise her bir şey ve her bir iş; her bir
şeyin her haline her an, mütemadiyen nazar edebilen Birinin işi
olabilir Bu ise her bir şeydeki ehadiyyetin ifadesidir Bu ifadeler
varlıklardaki 'Ehadiyet mührü'nün tâ kendisidir

Gözümüzle görüyoruz ki; mahlukatın türleri farklı farklı olduğu gibi,
her bir ferdin dahi kendisini diğerlerinden ayıran bir alâmeti
bulunmaktadır Simalarımızın farklılığı, karakterlerimizin
çeşitliliği, parmak izlerimizin sonsuzda bire uzayan eşsizliği hep
bu 'Ehadiyyet' cilvesinin mühürleridir Öyleyse, ister zerre olsun
ister kürre olsun, isterse semek(balık) olsun ya da melek olsun, her
şey hilkat ağacının farklı birer meyvesi konumundadır Haliyle eşsiz
dir, varlığıyla tek tir

Kısacası, her bir mahluk 'Bismillah' diyerek başladığı hayat
serüveninde, gösterdiği her bir poz için manen 'Hüvallahü ehad'
demektedir Bizim evrende gözlediğimiz eşsizlik ve mükemmelliğin hâl
dilindeki tercümanlığını etmektedir

Ehadiyyetin varlık alemindeki yansıması bile böyle eşsizliği ve
tekliği netice vermişken, Yaratıcıyı birden çok farzetmek veya
evrenle tanrıyı aynı şey kabul etmek, gözlediğimiz evrende yeri
olmayan hezeyanlardır Maddeye o derece kıymet verip, her şeyi
maddede görmek ve hatta uluhiyeti dahi onda meczetmek, insanda var
olan ibadet etme eğiliminin adresini şaşırmasından başka bir şey
değildir İnsanlarda ibadet, fıtri bir kanundur, bundan
kurtulamazlar Fakat gerçek ma'budu, ibadet edilecek olan gerçek
Yaratıcıyı göremeyince, gözlerinin gördüğü, ellerinin eriştiği her
şeyden mecburen kuvvet dileneceklerdir Hiç olmazsa bir öküz veya
öküzün altında buzağı arayacaklardır İşte politeizm'in ve
panteizm'in zavallı düsturları bu yanılgıdan kaynağını almaktadır!


IV Materyalizm:


Maddeperestlik Her şeyi maddeyle açıklamaya çalışan ve maddi
varlıkların dışında hiçbir varlığı kabul etmeyen düşünce sistemi

Bu zehirin panzehiri, üçüncü kelam olan 'Allah'ın Samediyeti'dir

Her bir mahluk, varlığını devam ettirebilmek için, sonsuza uzayan bir
ihtiyaç silsilesine muhtaçtır Vücut sahasında kalabilmek için
gerekli olan ihtiyaç listesini alt alta yazmaya kalksaydık, ne kalem
yeterdi ona, ne de kütüphaneler dolusu defter! Ömrümüz tükenirdi de o
listenin sonunu yine getiremezdik

Mahlukatın varlık sahnesinde yaptıkları tesbihatlar, o sonu gelmeyen
listeyi terennümleri değil de nedir? Demek hiçbir maddi silsile ezeli
değildir Çünkü 'imkan' bırakmaz İmkan bulamayan, yani kendi başına
oluşlara giremeyen bir şeyse, varlık aleminde boy gösteremez Madem
ki, hiç bir şey kendi başına var olamadığı halde bu kainat
varlıklarla ve var oluşlarla doludur Öyleyse her bir şey 'hudus'
tur, yani sonradan olmadır

Madde dediğimiz şeyse; hareket ederken veya şekil değiştirirken,
olayın içinde yer alır, kendisini ondan soyutlayamaz Demek, 'hudus'u
muhakkaktır Hal böyleyken, nasıl olur da maddenin bu âlemdeki her
türün farklı farklı özünü ve özelliklerini meydana getirdiği iddia
edilebilir? Maddenin ezelî olduğunu iddia etmek, maddenin
özelliklerini bilmemektir Her bir karesi hikmet dolu ve mükemmellik
fışkıran şu evreni, şuursuz kanunlara ve kör tesadüfe havale
etmektir Oysa dikkatli bakan bir göz, en küçük şeyde bile
rastlantıya rastlayamamaktadır

Samed olan Allah, maddenin sonsuzluğunu reddeden 'imkan' ve türlerin
birbirini doğurması vehmini bertaraf eden 'hudus' hakikatini, her
şeyin cephesinde damgalamıştır İşte bu, 'Samediyet mührü'dür
Öyleyse her bir mevcut, haliyle 'Hüvallahü ehad' derken, endamıyla
da 'Allhüssamed' gerçeğini ilan etmektedir Madem ki ihtiyaçlarımız
sonsuzdur, elbette onları her an karşılayan Birisi vardır O ise
ancak, bitmek tükenmek bilmez hazinelerin sahibi 'Allahüssamed'tir
Almadan vermek ancak O'nun işi olabilir

Demek, evrenin her tarafına dağılmış olan ihtiyaçlarımız, birden ve
kolaylıkla hayat dairemize böylece yetiştirilmektedir Değilse
dünyaları versek, mesela sadece bir elmayı elde etmemiz mümkün
olamayacaktır Nerde kaldı ki, kendi bekâmızı sağlayabilmek bizim
ellerimizin işi olabilecektir!


V Naturalizm:


Tabiatperestlik Her olayı tabiat kanunlarına indirgeyerek açıklamaya
çalışan akım

Bu zehirin panzehiri, dördüncü kelam olan 'doğmamış ve
doğurulmamıştır' anlamındaki tevhidi İlâhî'dir

Bir şey hem yaratan hem yaratılan, hem hâkim hem mahkum olamaz Bu
açık bir çelişkidir Doğan ve doğuran bir şeyin öncesi ve sonrası
vardır Sebepler de, sebeplerin materyali olan madde de ezeli
değildir

Madem ki maddenin cephesinde, sonsuz olmadığını ilan eden 'imkan'
ve 'hudus' hakikatlerinden oluşan bir 'samediyyet mührü'
damgalanmıştır Ve hiçbir kanun da kendi kendine ortaya çıkamaz
Öyleyse varlığı başkasına bağlı, yalnız ilmî bir vücudu olan şu
tabiat kanunlarına yaratıcılık isnat etmek, kanunsuzluktan
mükemmellik beklemektir Aklın kabul edemeyeceği bir imkansızlığa bel
bağlamaktır Kusursuzluğa ve düzene apaçık bir delil olan varlık
zincirine en büyük hakarettir, iftiradır

Natüralistlerin 'tabiat' dedikleri şey, olsa olsa bir sanattır,
sanatkâr olamaz Ancak bir nakıştır, nakkâş olamaz Ahkamdır, hâkim
olamaz Fıtrî bir kânundur, kânun koyucu olamaz Çok yönlü hikmetler
için yaratılmış bir perdedir, kendisi yaratıcı olamaz Bir kudret
eseridir, kadîr olamaz Hülâsa, tabiat gökkuşağı gibidir, adı var da
kendi yoktur Yani, tabiat kanunları îtibaridir Hariçte bir
vücutları yoktur Varlıkları, maddenin varlığıyla ve hareketiyle
devam eder

Her şey ve her bir mahluk eğer tek bir yaratıcıya nispet edilmezse; o
takdirde tabiat, icat için her şeyde görünmez makine ve matbaaları
bulundurmak zorundadır Veyahut her şey, evreni yaratıp idare edecek
bir kudret ve hikmeti içinde, zâtında barındırmak zorundadır Bu
durumda her bir varlıkta sınırsız bir kudret ve irade, sonsuz bir
ilim ve hikmet olması gerekir ki, böyle bir düşünce bir imkansızlık
halidir Zira, sonsuz kudret ve hikmet sahibi olan ve dolayısı ile
her şeyi idare edebilme yetisine ve hürriyetine sahip olan o şey, bir
başka şeyin hükmünün önünde eğilmesi geriklidir ki, birlitelik
sağlanarak vücutlar oluşuturulabilsin Bu ise ilâhların aynı zamanda
köle olmasını gerektirir ki, aşikar bir çelişki halidir Aynı zamanda
bir ilâha bağlanmaya bedel sonsuz sayıdaki ilâhlara köle olmayı
netice veren bir saçmalığa onay vermektir!

Öyleyse, şu varlık âlemi, doğmamış ve doğurulmamış özelliklere sahip
bir Yaratıcı'nın icraatıdır, sanatıdır


VI Ampirizm:


Deneycilik Bilginin tek kaynağının, görmeye dayalı deneyler olduğunu
savunan görüş

Bu zehirin panzehiri ise, 'imanı tahkiki'dir Yani, 'hiç bir şey
O'nun dengi olamaz' anlamındaki altıncı kelamdır İşte bu denkliğin
olmadığının zihinlerimizde sağlanması, ciddi determinasyonlara ve
belirsizliklerle alıştığımız bu asırda ancak imanı tahkiki ile
olabilmektedir

İnsan fıtratı, Allah'ın sonsuz isim ve sıfatlarına mükemmel bir ayna
olabilecek dizaynda programlanmıştır Bu entegrasyonu sağlayacak
yetenekler bünyesine dercedilmiştir

İman ise, açık seçik görülene, perdesiz olana inanmak değildir
Çünkü, bu bir meziyet değildir Aksine iman insana verilmiş bin bir
türlü kabiliyet ve yetenekleri kullanarak, görmediğinden emin
olabilme halidir Burada dikkat edilmesi gereken nokta, olmayan bir
şeye inanmak(!) değil, aşikâr hale gelmemiş bir hakikate indirekt
erişme kabiliyetidir İşte, bu bir mertebedir, meziyettir

İnsan akıl edebilir olmasının gereği olarak ben bunun böyle olduğunu
biliyorum ama inanmıyorumdiyemez Fakat, ben bunun böyle
olduğundan emin değilim, ama inanıyorumdiyebilir İnanmak bir ön
kabuldür Delilin yokluğunda ortaya çıkan bir inanç halinin
ifadesidir

Şu topraklarda yaşayan insanlara Allah'a inanıyor musunuzdiye
sorulsa, çoğunun cevabı evetolacaktır Ancak soru, Allah'ın
varlığından emin misinizşeklinde değiştirilse, insanların çoğu bu
soruya aynı oranda ve berraklıkta evetdiyemeyecektir Bunun
sebebi, inanmakla emin olmanın neticede aynı şey olmamasında gizlidir

Ahirete inanıyor musunuzsorusuna verdiğiniz cevapla ahiretin
varlığından emin misinizsorusunun cevabı aynı netlikte ise, bir
eminlik hali, yani mü'min olma söz konusudur Mümin, tanımı gereği
emin olandır Şüphelerle yüzleşmeyen biri için bu hal inanç
basamağında elbette ki sağlanabilir Ama şüphelerin kol gezdiği,
İslâmın en temel prensiplerinin tartışıldığı bir ortamda, ancak
delili olan emin olabilir Böyle bir vasatta eğer etkilenme
gerçekleşmiş ise, delilsiz eminlik hali oluşamaz Kabuller söz konusu
olmaya başlar Kişi bu durumda bir inanç halini yaşar Ama emin
değildir Şu durum, tam bir iman hali olmadığı gibi kesinlikle bir
küfür hali de değildir Bir ara dönemdir Taklidî bir iman evresidir
İmanda kasıt ve irade arandığı gibi küfürde de kasıt ve irade
şarttır Küfür hali için, kabullerin de yok olması veya yokluğun
kabulü gereklidir

İmanı taklidî sahibi kimseler; kâmil bir mü'min olmaya ciddi aday,
tahkik ehlinin inceden inceye tetkik edilmiş delile dayalı sözlerine
çokça muhtaçtır Böyle biri, sebeplertabiatrastlantı şeytan
üçgeninin anaforlarına kapılmaya açıktır Küfür gibi dipsiz bir kara
deliğe düşmemekle birlikte, İblis'in gaybî haberlere dair
hırsızlamalarına, yani vahyî gerçekle karşı gözlerinin köreltilmesine
karşı çaresiz kalmıştır 'İmanı taklidi' tanımı işte durumlardan bir
an önce çıkması gereken insanlar için söylenmiş, şefkat kokan ve dua
yüklü bir deyim olarak karşımıza çıkıyor Tahkîki bir imanın meyvesi
olan iman hakikatleriyle karşılaştıkları zaman, en ciddi mânada
muhatap olanlar, yine bu grubun fertleridir Çoğunluk işte bu
alacakaranlık kuşağında yollarına devam etmeye çalışmaktadır Üstelik
de, ihtiyaçlarının çoğunlukla farkında olmayarak

İmanı taklidi, imanla küfür arasındaki, fakat kesinlikle bir küfür
halinde olmayan alacakaranlık kuşağının adıdır Şu ahirzaman şartları
içerisindeki hemen her insan, ama şöyle ama böyle bu dönemi
yaşamıştır Kimisi için bu ara dönem yerini birkaç dakikada iman
nuruna bırakırken, kimisi için de ömür boyu çıkamadığı bir berzah
olarak kalır Ebu Süfyan gibi ömrünü sahabe olarak noktalamış
insanlar için imanı taklidi evresi yıllarca sürerken, HzÖmer gibi
zatlar için bu ara dönem birkaç dakika almıştır HzHatice gibileri
içinse birkaç saniyede noktalanmıştır Maalesef İblis'in oyunları ile
kabullerin çatırdadığı ve delillendirilemediği için çöktüğü bu
zamanda, bu alacakaranlık kuşağından bazen gerisin geri küfre dahi
dönülebildiği gözlemlenebilmektedir Kavli leyyin ile, yumuşak ve
tesir edici sözlerle ulaşamadığımız, iman hakikatlerine muhatap
edemediğimiz her taklidi iman sahibinin yaşayabileceği en ciddi
tehdit budur ve işte tam bu noktada hepimizi sorumlu tutacak bir
mesuliyet gizlidir

Emin bile olsak ama bu eminlik halini yansıtamıyorsak, muhatabımıza
ulaşamayacağız demektir Kısaca, Allah ve ahiret vardeme mesleği
olarak da tanımlayabileceğimiz Risaleti Ahmediye(asm)'yi, onun en
limitteki yansıması olan iman hakikatlerini başkalarına da ulaştırma
hizmetini ifa edecek ehli feragata ihtiyaç vardır Artık, çoğunluğun
anlayabileceği ve kabul edebileceği bir dil ile sunma gayretinin
olmazsa olmazımız haline gelmesi şarttır Zira, taklidi imanların
çatırdayarak çöktüğü şu ahir zamanda, en ciddi destek ve fayda
düşünen bir akıl ve gerçeği tasdik eden bir kalp ile iman
hakikatlerine muhatap olmaktan geçiyor

Öyleyse, tahkiki bir nazarla, inceden inceye tetkik ederek, insanî
yetenek ve meziyetlerimizi kullanarak çıkaracağımız sonuçlarla, gaybi
olana yani bizce meçhul bulunan hakikatlere peygamberler ve
getirdikleri kitaplar yardımıyla, vahyin ışığında erişmemiz mümkün
demektir ki, buna İslâm terminolojisinde 'marifetullah' denmektedir
Yani marifetullah, Allah'ı sanki görüyormuş gibi bilme yetisi veya
eserden müessire, eser sahibine ulaşabilme melekesidir

Esasen, içinde bulunduğumuz bilgi çağında insan gördüklerinin kat kat
üzerinde görmediği şeylere inanabilir bir donanıma erişmiş
durumdadır Hangimiz atomların varlığını görerek tasdikliyor, radyo
dalgalarının mevcudiyetine gözleyerek hüküm veriyor? Varlığı bizce
meçhul olan nice kavram var ki, onların var olduğuna en ufak bir
şüphe duymuyoruz

Gerçi, günümüz bilim adamlarının halen derdi; aklı kullanmak değil,
aklı vahye karşı kullanmaktır Bu noktada bilimin tarafsız olmadığı,
zan altında hükümler verdiği gerçeği ortaya çıkmaktadır Belki
gelecekte tahkîke dayanan, inceden inceye tetkik ederek
delillendirilmiş bir imanî bir düşünüş yöntemiyle, insanı
marifetullah denen mertebelere çıkaracak açılımları yakalayarak bilim
hakiki mecrasına çekilebilecektir

Özellikle ampirizm, günümüz müminlerine çok değerli bir kavramı
istemeden hediye(!) etmiştir: Olaylara tahkîki bir nazarla bakmak
gereğini Delile dayalı bir imanî donanıma erişmek zaruretini Şu
durumda,tahkiki bir iman, günümüz insanının en vazgeçilmez bakış
tarzı olmalıdır Emareleri de hali hazırda görülmeye başlanmıştır
Böylece ampirizm, kendi kazdığı çukurda boğulmuştur!


Son söz,

Özetleyecek olursak;

Taklidi bir iman der ki: İnanıyorum Ama emin değilim Tahkiki bir
iman da der ki: Eminim İşte delilim!

Görmediğine iman etmenin armağanı,emin olduğunu görmektir İhlas
suresinin nazarımıza iliştirdiği, küfürden imanî donanım metodlarına
doğru olan bu serencam, ilk çağlardan günümüze değin küfrün izlediği
kronolojik seyri de özetlemektedir Bu cendereden çıkış yolunun ise,
fert fert bütün mü'minlerin imanî bilgi donanımına erişmeleriyle
açılaçağı ikaz edilmektedir

Şu an, bilgiuzay çağında bulunmaktayız ve İslam tarlasında biten
felsefeden ithal edilmiş ayrık otlarını temizlemeye çalışıyoruz
Öyleyse, iman ta'limi ve hizmeti, geçmiş dönemlerin aksine sadece
ilahiyatçıların değil herkesin görevi olmalıdır

Madem ki İhlas suresi bir hadisin bildirdiğine ve aklımızın gördüğüne
göre, Kur'anı Kerim'in özü ve özetidir Öyleyse tüm bu 'izm'
lerden yüz çevirerek, sebeplertabiatrastlantı zindanlarından İhlas
Suresi ile Kur'anın nuruna çıkmak mümkündür

Değilse,'izm'lerin başladığı yerde o nurlar gizlenir ve karanlıklar
içinde kalıverirsiniz

İhlas Suresi'nin ışığında görünen o ki, O Allah hepimizin rabbidir
Görerek tasdik etsek de, gözlerimizi kapatarak inkâra yeltensek de







YARARLANILAN KAYNAKLAR:


1 Risalei Nur (Said Nursi)

2 Karakalem (Metin Karabaşoğlu)

3 Felsefi kavramlar üzerine (Ömer Sevinçgül)

4 Bilimin marifetullah boyutları (Yamina Bouguenaya)

5 Kur'an okumaları (Metin Karabaşoğlu)

6 İblis Tuzakları II Linkleri sadece kayıtlı üyelerimiz görebilirForumTR üyesi olmak için tıklayınız (Salih Özaytürk)

7 Bilimin öteki yüzü (Senai Demirci, MKarabaşoğlu, YBouguenaya)

8 Hak dini Kur'an dili (Elmalılı Hamdi Yazır)
 
858,498Konular
982,054Mesajlar
30,041Kullanıcılar
feneraySon üye
Üst Alt