Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

İslâm Âlemi Niçin Geri Kaldı?

İslâm Âlemi Niçin Geri Kaldı?

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
İslâm'ın en önemli sorunu temsil noksanlığıdır


Kitapta bulunmayan bir şey olursa, benden vâhi olan sünnet esastır Benden vâhi bir sünnet yoksa Ashâbımın söylediğine uyacaksınız Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir Onlardan hangisini esas alırsanız hidâyete erersiniz

Din tamamlanmıştır Ne eksiği ne de fazlası var

Allah insanlara son kitabı ve son uyarıcıyı gönderdi Bundan böyle artık ne bir kitap gelecek nede özel görevli bir uyarıcı Allah–u Teâlâ Kur'an–ı Kerim'de …Bugün kafirler, sizin dininizden, (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir Artık onlardan korkmayın, benden korkun Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim…(1) buyurmaktadır Din tamamlandı, bu dine artık ne bir ilave ne bir eksiltme yapılmayacaktır Yapılması gerekenler yapılmış, bundan sonra izlenecek yol, son uyarıcının ve ashabının izlediği yol olacaktır Herkim ki bu yolda giderse, işte gerçek kurtuluşa eren o olacaktır

Din kemale erdi, bunun için dine ne bir ilave nede bir eskitme yapılabilir Hal böyle olunca, mezhep imamlarının, müçtehit imamların ortaya koydukları içtihatlar nasıl izah edilebilir? Onlar ortaya koydukları, ilke, prensip ve reyleri ile dine ilave yapmış sayılmazlar mı?

Müçtehit imamlar dine yeni bir ilave yapmadıkları gibi herhangi bir hususu da çıkarmamışlardır Onlar geçen zaman içinde gelişen çağın, ortaya çıkardığı, geçmişte olmayan meselelere, Kur'an, Hadis ışığında, yeni ilke ve prensipler getirdiler

İslâm dininin beşer içindeki en üst temsil noktası peygamberdir Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem hayatta bulunduğu zamanda, İslâm dini geniş bir alana yayıldı O görevini hakkıyla tamamladı O'nun zamanın da insanlar herhangi bir sorun ile karşı karşıya kaldıklarında, bu sorunu direk kaynağından öğrenip çözüm yolunu buluyorlardı Bu nedenledir ki; Resulullah'ın döneminde çözülmeyen problem yoktu

Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den sonra, sahabelerin devri başladı, bu devirde de, ihtilaflar çıkmasına rağmen çözülmeyen problem yoktu Çünkü; onlar dinin kaynağını bizzat görmüş, yaşamış ve kaynaktan gerektiği gibi istifade etmişlerdi Onlar kendi aralarında ihtilaf etseler bile, onların ihtilafında rahmet vardır Bu konuda Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdular:

Kitap'ta size ne gelmişse onunla amel edeceksiniz, onu terketmekte hiçbir özür kabûl edilmez Kitapta bulunmayan bir şey olursa, benden vâhi olan sünnet esastır Benden vâhi bir sünnet yoksa Ashâbımın söylediğine uyacaksınız Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir Onlardan hangisini esas alırsanız hidâyete erersiniz Ashabımın ihtilafı sizin için rahmettir(2)

SAHABELERE UYAN KURTULDU

Hadisi şeriften çıkaracağımız mana şudur; sahabelerin tamamı müçtehit seviyesindeydi Sahabelerin hiçbirinde zerre miktarı itikat ve ameli bozukluk yoktur Onları diğer insanlara üstün kılan özelliklerin başında itikat ve ameli bozukluklarının olmamalarıdır Bunun içindir ki: onlara uyan gerçek kurtuluşa erdi

Sahabe devrinde İslâm öyle bir hızla gelişti ki, batıdan doğuya çok kısa bir sürede dört bir yana yayıldı Afrika'nın ortalarından, Çin'e, Kafkasya'dan Hindistan'a her tarafa yayılan İslâm, her gittiği yerde o yerin yapısına ve konumuna bağlı olarak yeni yeni sorularla karşı karşıya kaldı

Hicri 1 asırda İslâm'ın böyle büyük bir hızla yayılmasının sebebi ise sahabe–i kiramın İslâm'ı en üst düzeyde temsil etmelerindendir Onlar, peygamberin kendilerine vaaz ettiği İslâm'ın ilke ve prensiplerini nefislerinde harfi harfine yaşadılar Önce kendileri yaşadı, sonrada insanlara güzel örnek oldular Böylece İslâm dininin çok hızlı yayılmasına vesile oldular

Rivayetlere göre yüz binin üzerinde sahabe olduğu bilinmektedir Bu yüz bin insan tek bir gaye için yer küre üzerine dağıldı, içlerinden çok azı doğduğu topraklarda kaldı Tarihi kaynaklardan gelen haberlerde Arabistan'daki sahabe mezarlarının sayısı onbin civarındadır Yüz bin sahabenin mezarları ise Arabistan yarımadasının dışındadır Çin'den, Hint yarım adasına, Orta Asya'dan Kafkasya'ya, Balkanlardan, Anadolu'ya, Kuzey Afrika'dan, Güney Afrika'ya bu coğrafyanın her bir yerinde bir sahabe mezarı bulmak mümkündür Demek ki bu güzide insanlar, doğup büyüdükleri yurtlarını terk ederek, İslâm dinini tebliğ etmek için yollara dökülmüşler

Hiçbir mazeret öne sürmeden, yollara düşmüşler, çünkü insanın dünyaya geliş gayesinin en yüksek amacının tebliğ olduğunu çok iyi biliyorlardı Bir insanın hidayetine sebep olmak için dahi eşlerini, arkadaşlarını, yurtlarını terk ederek dünyaya dağıldılar İşte bunun içindir ki; insanın dünyaya geliş gayesini en güzel anlayan ve anladığını uygulayanlar Resulullah'ın arkadaşlarıdır Bu nedenle Resulullah arkadaşları için:

Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir Onlardan hangisini esas alırsanız hidâyete erersiniz(3) buyuruyor

Bu söz öyle sıradan bir söz değildir Bu sözün manasını iyi anlamak lazım Bu söz ashabın, hatasız, kusursuz yada eleştirilmez olduğunu söylemiyor Hiç şüphesiz Ashabın da içinde günahkâr olanlar, hata yapanlar vardı Ancak onların içinde tek bir şey yoktu O da sapıklık ve itikat bozukluğudur Bir insanın itikadında zerre kadar noksanlık ve bozukluk yoksa yani itikadı garanti ise ona kesin cennetliksin denilebilir mi?denilebilir

KURTULUŞUN ANAHTARI SAĞLAM İTİKATTADIR

İnsan ameline güvenerek cennete gidemez, cennete sağlam ve doğru itikatla gidilir Amelin çok olur, ama itikadında bozukluk varsa, seni amelin kurtaramaz İtikadında sağlam duvarlar gibisindir ama amelin noksansa, amelden kaynaklanan sorumluluk ve cezayı çektikten sonra Allah'ın izni ile kurtulanlardan olursun Demek ki asıl olan itikattır

Sahabeye baktığımızda karşımıza çıkan, sapasağlam, zerre tereddüde mahal vermeyecek şekilde itikattır Sahabelerin hiçbirinde itikadî bozukluk, bir şaşkınlık bir tereddüt mevcut değildir İşte kainatın Efendisi bunun için Ashâbım gökteki yıldızlar gibidirbuyuruyor Evet Sahabeye uyan, kesin kurtuldu Onlar ki, bu manada gece yolunu kaybedip de yıldızlardan istifade ederek yolunu bulan insanlara örnektir İşte bu manada gökteki yıldızlar gibidirler Gökteki yıldız olmalarının bir başka nedeni de; bulundukları makam itibariyle onlara ulaşılamayacak olmalarıdır

Onların itikadı o kadar üst seviyede idi ki, onlardan sonra hiçbir insan onların itikadı seviyesine ulaşamaz Çünkü onlar kaynak suyunun menbağında bulunuyorlardı Onlar suyun ilk çıkış noktasından susuzluklarını giderdiler Onlar vahye, yakın derecesinde şahit oldular Onlar her sorunun cevabını en yetkili ve etkili ağızdan direk, aracısız aldılar Onlar için zerre miktarınca bir acaba, hiçbir zaman olmadı İşte bunun içindir ki; ashap da itikadî bozukluk olmadı
Sahabe Kainatın efendisinden ne gördü ise onu yaşadı ve insanlara yaşattı Sahabenin insanlara anlattığı, Kainatın efendisinin yaşadığı İslâm, direk olarak kaynağından alınan İslâm'dı Bu nedenlerden dolayı sahabelerin her biri birer müçtehit imamdı Kaç tane ashap varsa o kadarda mezhep var desek abartmış olmayız Çünkü her birinin Kainatın efendisi ile yaşadığı birden çok hadisesi vardı Her biri hadiseleri bizzat yaşamış yada yanı başındaki arkadaşı yaşamıştı
Ashap her gittiği yere kendi anlayış ve kapasitesine göre İslâm'ı götürdü

SAHABELER TEMSİLİN ZİRVESİNDE BULUNUYORDU

Ashabın bir başka özelliği de şudur; Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Selemden gördüğünü, duyduğunu bizzat nefsinde yaşamasıdır İnandıklarını yaşadılar, inandıklarını yaşadıkları içinde temsili en üst seviyede yaptılar Yani İslâm dinini en üst düzeyde temsil ettikleri için gayretlerinden sonuç aldılar Onlar zamanında insan ve insanlık en üst seviyede bulunuyordu Resulullah'ın arkadaşlarının nasıl insanlar olduklarını anlamak için şu iki hadis–i şerifi dikkatlice okuyalım Bu hadisi şerifleri anlayabilirsek, sahabeleri de anlamış sayılırız…

Sehl İbnu Sa'd es–Sâidî radıyallahu anh anlatıyor:

Bir gün Resûlullah'a bir adam gelerek:

Ey Allah'ın Resulü! Bana öyle bir amel gösterin ki, ben onu yaptığım taktirde Allah beni sevsin, halk da beni sevsindedi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: Dünyaya rağbet gösterme, Allah seni sevsin, insanların elinde bulunanlara göz dikme ki onlar da seni sevsin!buyurdular(4)

Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu hadisi şerifte haber verdiği konuyu sahabenin tamamı kendisine şiar edinmişti Çok az bir kısmı hariç tutulacak olsa, yüzde yüze yakını dünyaya rağbet göstermedi, insanların ellerinde bulunanlara göz dikmedilerBunun en güzel örneği şu hadisede anlatılmaktadır

Enes Radıyallahu Anh anlatıyor:

Resûlullah hastalanmıştı Sa'd İbnu Ebi Vakkâs geçmiş olsun ziyaretine gitti Yanına varınca Selman'ı ağlıyor buldu Sa'd:

Niye ağlıyorsun? Ey kardeşim, sen Resûlullah'a arkadaşlık etmedin mi?Şöyle değil mi, böyle değil mi, diye ağlamasını abes kılan bir kısım faziletleri hatırlattı
Selman radıyallahu anh şu cevabı verdi:

Ben şu iki şeyden biri için ağlamıyorum: Ben ne bir dünya düşkünlüğü ne de ahiret gafleti sebebiyle ağlıyor değilim Beni ağlatan Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bir ahdidir O bana bir husus ahdetmişti, şimdi kendimi o ahde tecavüz etmiş görüyorum

Selmân: Resulullah bana:

Birinize dünyalık olarak bir yolcunun azığı kadarı yeterlidiye ahdetmişti Ben kendimi bu haddi aşmış görüyorum Sana gelince, ey Sa'd! Hüküm verdiğin zaman hükmünden, hak taksim ettiğin zaman taksiminden, bir şeye yöneldiğin zaman niyetinden Allah'tan korkRavilerden Sâbit der ki:

Selman radıyallahu anh'ın vefat ettiğinde geriye nafaka olarak sadece yirmi küsur dirhemlik bir mal bıraktığı haberi bana geldi(5)

İşte Resulullah'ın arkadaşları, onlar yıldızlardır, yıldızlara ulaşmak mümkün değildir


TEMSİL ZAYIFLAYINCA PROBLEMLER ARTMAYA BAŞLADI

Zamanla sahabeler aradan çekilmiş, insanlar müşküllerini kendilerinden alıp, ilimle uğraşan insanlardan sorup öğrenmeye başlamışlardı Sahabelerin ebedi aleme göçmeleri, beraberinde sıkıntıları da getirmişti Bazen anlatılanlarda bazen de uygulamalarda farklılıklar ortaya çıkmaya başlanmıştı

Bu durumu değerlendirmek isteyen İslâm düşmanları, münafıklar, sonra Hıristiyan ve Yahudiler harekete geçtiler İslâmî uygulamalarda ki farklılıkları, abartarak meydana gelen ciddi farklılıkları kullanarak, İslâm kalesini içten yıkmaya başladılar Zaten birçok problemle uğraşmakta olan İslâm alemi birde inanç bazında sıkıntıya düşünce, ciddi olarak tehlike çanları çalmaya başladı
Hicri 2 asrın başlarında bu kaos ortamında Mezhep imamları ortaya çıkmaya başladı

Gelişen ve hızla büyüyen İslâm coğrafyası, sahabe aradan çıkınca, gerek gelişen dünya şartlarından, gerek coğrafi şartlardan, gerekse atalarından kalan kültür ve geleneklerden kaynaklanan meselelerden dolayı bir çok sorunla karşı karşıya kalmıştı

Ortaya çıkan ve cevap bekleyen sorunları, İslâm düşmanları birer fırsat olarak değerlendirdi Sahabeden gelen sağlam itikat ve amellerin yerini sapık itikatlar ve şirk kokan ameller almaya başladı Bu durum birçok ilim ehlini ve müminleri tedirgin etmeye başladı Aynı dönemde birde siyasi karışıklıklar, makam–mevki peşinde koşma ve dünyalık elde etme merakları eklenince, İslâm inancı ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kaldı

MEZHEP İMAMLARI İŞ BAŞINDA

Bu şartlarda Mezhep imamları, müçtehit imamlar ortaya çıktı Mezhep imamları kendi istekleri ile ortaya çıkmış değillerdir Mezhep imamlarının çıkışı gelişen şartlardan dolayı olmuştur

Hanefi Mezhebinin İmam–ı Ebu Hanife; hicri 80 de doğdu ve hicri 150 de vefat etti Hanefi mezhebinin ilke ve prensiplerini ortaya koydu Yaşadığı dönem ile Resulullah'ın yaşadığı dönem arasında yüz yıl var

Mâliki Mezhebinin kurucusu olan İmam Mâlik hicri 93 yılında doğdu ve hicri 179 yılında vefat etti İmam Mâlik de Kainatın efendisinden yüz elli sene sonra Mezhebini oluşturdu

Şafii mezhebinin imamı İmam Şafii hicri 150 yılında doğdu ve hicri 204 yılında vefat etti İmam Şafii de kaynaktan 180 yıl sonra mezhebini kurdu
Hambeli Mezhebinin imamı Ahmed Bin Hanbel hicri 164 yılında doğdu ve hicri 241 yılında vefat etti Ahmed bin Hanbel de Kainatın efendisinden 200 yıl sonra mezhebini kurdu

Bu açıklamalardan sonra ortaya çıkan gerçek şudur ki; mezhepler hicri ikinci yüzyılın içinde, İslâm coğrafyasında meydana gelen hadiselerin zorlaması ile ortaya çıkmıştır

Mezheplerin ortaya çıkmasının ana sebebi, İslâm dininin itikadı ve ameli esaslarının zedelenmeye başlamasıdır İlimde büyük mesafeler almış olan bu dev şahsiyetler, gidişatın ne kadar kötü olduğunu anladılar, mezheplerinin ilke ve prensiplerini ortaya koydular

Mezhep imamları ilimde, ferasette o kadar ileri seviyeye ulaşmışlardı ki; güçlü bir feraset, ancak büyük akıl sahiplerinde görülen bir durumdur Feraset Allah–u Teala'nın, fikir önderliğine soyunan ihlaslı kullarına bahşettiği bir nurdur Mezhep imamları bu özelliklere sahipti Onlar, büyük bir akla ve güçlü bir sezgiye sahiptiler Onlar Kainatın Efendisinin şu hadisi şerifine mazhar olmuşlardı Mü'minin ferasetinden kaçının, çünkü o Allah–u Teâla'nın nuruyla bakar(6)


Onlar izzeti bizler zilleti NİÇİN YAŞIYORUZ?

Mezhep imamlarını, hiçbir dünyalık eğemedi, onlar inandıkları bir konuda eğilmediler, bükülmediler, her şartta dik durmasını başardılar Her şartta ve yerde hakkı ve hakikati söylemekten bir an bile geri durmadılar

O kadar başarılı oldular ki; Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimize, O'nun ashabına ve mezhep imamlarına uyanlar kurtuldu Onları iyi anlayanlar, onlardan aldıklarını yaşayanlar rıza–i ilahiyi kazandı Sonuçta insan ve insanlık yücelttiler

Onların elinde yükselen değerler, bizim elimizde bizi niçin alçaltıyor Bu sorunun cevabı aranmalıdır Ne oldu da, Müslümanlar alçaldı, zilleti yaşıyorlar Önümüzde bu kadar güzel, harikulâde örnekler, rehberler, ilkeler, prensipler varken niçin sürünüyoruz

Bu güzel örneklere uyulduğu dönemlerde insan ve insanlık izzeti yaşadı Aradan geçen zaman neyi değiştirdi ki, İslâm alemi bir türlü zilletten kurtulamıyor
Adamlar karanlıklar içinden, zillet içinden geldi, şimdi Müslümanlara insanlık dersi vermeye kalkıyorlar, hatta insanlık dersi veriyorlar Geçmişlerinde övünecekleri, örnek alacakları bir tek güzel hadise olmayan batılı milletler, İslâm alemine insan hakları dersi veriyor Bizde batının önümüze koyduğu insanlık dersi ile insan olmaya çalışıyoruz

İslâm alemine, hukuk–adalet, insan hakları getirmek isteyenlerin, arka planlarında ve geçmişlerinde ne referansları var, nede gösterebilecekleri güzel bir örnek Buna rağmen gene de İslâm alemine insanlık dersi vermeye çalışıyorlar Halbuki, bizim elimizde öyle mükemmel örnekler, referanslar, bütün alemi hizaya getirecek, alemi rahmete boğacak güzellikler var

Yağ var, tuz var, su var, et var, ateş var, gerekli tüm malzemeler var, aşçı da var, ancak ağız tadında, güzel bir yemek ortalarda yok İşte meselenin püf noktası burasıdır Her türlü imkan olmasına rağmen, yemek niçin olması gerektiği şekilde olmuyor


DEDEMİN DİNİNİ DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞAN SEN MİSİN?

Mezhep imamları da temsilde en üst seviyeye ulaşmışlardır Onların da inandıklarını harfi harfine hayatlarında yaşadığı göze çarpmaktadır Mezhep imamlarının nasıl insanlar olduğunu, onların dünyaya ve insanlara bakışını bilmeden, onların nasıl bir yürek ve kişiliğe sahip olduklarını anlamadan, mezhepleri anlamamız mümkün değildir

Asıl kaynağa en yakın olan ve Mezhep imamlarının ilki olan İmam–ı A'zam Ebu Hanife ile başlayalım

Kerbela'da şehid düşen Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in torunu Hazreti Hüseyin'in, Kerbela katliamından kurtulan Ali Zeynelabidin'ın oğlu alim ve tasavvuf büyüğü Muhammed Bakır Kuddise Sırruhudur Muhammed Bakır Hicri 2 yüzyılda yaşamıştır Gerek ilmi, gerekse zühdü ve üzerindeki manevi mirastan dolayıdır ki, İslâm coğrafyasının her tarafından çokça ziyaret edilen bir zattı Bu ziyaretler genellikle onun bilgi ve görgüsünden istifade etmek için yapılmaktaydı

Günlerden bir gün Irak bölgesinden kalabalık bir heyet Muhammed Bakır Kuddise Sırruhu Hazretlerini ziyarete gelir Bu heyetin içinde Ebu Hanife de bulunmaktadır Tanışma faslı sırasında, Ebu Hanife adını duyan Muhammed Bakır Kuddise Sırruhu hazretleri, sert bir üslupla sorar:

–Dedemin metodunu ve hadislerini kıyasla değiştiren sen misin?Ebu Hanife cevap verir:

–Sen kendine yaraşır bir biçimde yerine otur Bende kendime yaraşır bir şekilde yanına oturayım Çünkü benim sana olan saygım, dedenin sağlığında sahabelerin ona olan saygısı gibidirEbu Hanife'nin bu sözü üzerine gergin ortam yumuşadı, herkes yerli yerine oturunca Ebu Hanife tekrar söz aldı:

– Size sorular soracağım, sizden bu soruların cevabını istiyorum İlk sorum:

– Kadın mı daha zayıftır, yoksa erkek mi daha zayıftır?Muhammed Bakır:

– Elbetteki kadın zayıftırEbu Hanife:

– Kadının mirastaki hissesi, erkeğinkine göre ne kadardır?Muhammed Bakır:

– Erkeğin payı iki, kadının payı birdirEbu Hanife:

– Dedenizin dediği de budur Eğer ben onun dinini değiştirmiş olsaydım, kıyasa
göre erkeğe bir, kadına iki pay verirdim Çünkü kadın erkeğe göre daha zayıftır Bir diğer sorum ise şudur:

– Namaz mı yoksa oruç mu daha efdaldir?Muhammed Bakır:

–Namaz daha efdaldirEbu Hanife:

–Dedenizin de dediği budur Eğer dedenizin sözünü değiştirseydim, ay halinden temizlenen kadına kıyas gereği, kılmadığı namazları kaza etmesini, tutmadığı oruçları ise kaza etmemesini söylerdim Üçüncü sorum:

– İdrar mı, yoksa meni mi daha necistir?Muhammed Bakır:

–İdrar daha necistirEbu Hanife:

–Eğer dedenizin dinini kıyasla değiştiriyor olsaydım; idrardan sonra gusledilmesini, meniden sonra ise abdest alınmasını isterdim Fakat dedenizin dinini kıyasla değiştirmekten Allah'a sığınırımBu konuşmanın ardından Muhammed Bakır Kuddise Sırruhu Hazretleri oturduğu yerden kalkar, Ebu Hanife'yi tekrar kucaklar ve alnından öper(7)


ÖRNEK ALINMASI GEREKENİ ALMIYORUZ

Tarih tekerrürden ibarettir derler Hiç tarihten ders alınsaydı tarih tekerrür mü ederdi? Tarihten gerekli dersleri doğru bir şekilde almış olsaydık, elbetteki bu durumlara düşmeyecektik Alınması gerekeni almayıp, bizim için önem arz etmeyen, tali konuları ders olarak alırsak bugün geldiğimiz noktayı sürpriz sayamayacağız

Geçmiş ile ilgili olarak bize anlatılanlarla bu kadar oluyor İnsana kişilik verecek, örnek ve uygulamaları göz ardı edersek, asıl anlatılacakların yerine hikaye ve masal anlatırsak olacağı budur Yüz yıllardır insanların gönlüne hitap eden, duygularına hitap eden, insanın yapamayacağı olağan üstü konular insanların önüne kondu

Kerametler, olağan üstü haller, son derece abartılı bir şekilde dilden dile dolaşarak, insanların önüne kondu İnsanlara güzel örnek olacak, uygulanırsa insanı yüceltecek fiilleri anlatma yerine, uçtu kaçtı, hikayeleri ile insanlar uyutuluyor

Bu öyle bir uyku ki, biz uyurken birileri geldi, ruhumuzu, bedenimizi hatta inancımızı bile aldı, her şeyimizle bizi köle yaptı Boynumuza da boyunduruğu geçirdi, şimdi hangi yana çekerse o yana gitmek zorunda kalıyoruz
Şeyh uçmaz, mürit uçurur deler Mürit niçin uçurur? Bugün şeyhi, hocası, lideri uçacak, yarında sıra kendisine geldi mi, bu seferde kendisi uçacak Bu şekilde miras devam edecek… Uçan uçana…

Geçmişten günümüze gelen kaynak kitapların çoğunda bu uçtu kaçtı hikayeleri bol miktarda bulmak mümkündür Yüzyıllardır, insanlar bu uçtulu katçılı hikayelerle adeta uyutuldu Dinleyene hiçbir faydası olmayan, hatta birçok zararı olan bu hikayeler çoklarını hurafe bataklığına sapladı, bu bataklık Allah korusun insanı şirk çamuruna batırır, çoklarını da batırdı

EN BÜYÜK KERAMET İSTİKAMETTİR

Allah dostlarına nispet edilen keramet, yani sıra dışı fiiller, olağan üstü haller sergilemek haktır Allah dostları keramet göstermiştir Ancak onlar keramet göstermeyi çok kötü ve sevimsiz bir hal olarak görmüşlerdir Hatta şöyle denilmiştir:

Bir kadının muayyen hali kadın için neyse, bir Allah dostu içinde keramet göstermek öyledirBu kadar gizlenmesi gereken, hatta sevimsiz kabul edilen bir haldir Bir kısım Allah dostuna sormuşlar Siz niçin keramet göstermiyorsunuz?Allah dostluğuna yakışır cevapları:

Üzerimize bu kadar günah yükü varken, bunca nimet içinde bulunmamızdan daha büyük keramet mi olur?Bir başkası da:

İstikamet üzere olmamızdan daha büyük keramet mi olur?
Allah dostlarının keramete bakışları böyle olmasına rağmen, zaman zaman haddi aşan, akıl ve mantık sınırlarını zorlayan hikayeler İslâm inancını tehdit eder boyutlara ulaşmaktadır Burada şunu söyleyeceğiz, bu hal Ashab–ı Kiram da yoktu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in arkadaşlarında, olağan üstü haller göremiyoruz Câbir Rradıyallahu Anh Resûlullah'ın şöyle dediğini nakletmiştir:

Cenâb–ı Hakk, Ashâbımı nebiler ve peygamberler hâriç bütün cin ve ins'e tercih etmiş, üstün tutmuştur(8)

Diğer insanlara karşı Ashabın üstünlüğü tartışılamaz, bu derece üstün olanlarda bu haller hem görülmemiş, çok az sayıda görünse de onlar için bir değer ifade etmemiştir Bu manada sahabelerden alacağımız ders şudur: Eğer biz Resulullah ve Ashabının yolunda gideceksek, onların yolunda, böyle hikayeler yoktur

EBU HANİFE BU DEĞİL

Şimdi akıllara durgunluk veren, insanları uyutan bu halleri ortaya koyacak birkaç örnek verelim

İmam–ı A'zam anıldığında ilk aklımıza gelen nedir diye bir soru ile karşılaştığımızda bir çoğumuz şunu diyecektir Talebelerinden bir anlatıyor:

On dokuz sene Ebu Hanife'nin hizmetinde bulundum Bu süre içinde sabah namazını hep yatsı namazı için aldığı abdestle eda ediyordu(9)
Yine bir başka olay da şöyle anlatılmaktadır:

İmam–ı A'zam bir gün yoldan geçerken, bir çocuk diğerine şöyle diyordu:
Şu zat her gece bir rekat namaz kılmaktadırBunu duyan Ebu Hanife, o günden sonra her gece bin rekat namaz kılar olmuştu(10)

Her iki hadisede de çok gariplikler bulunmaktadır Bu ve benzeri hadiseleri ne Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'de ne de onun arkadaşlarında görmekteyiz İmam–ı A'zam'a atfedilen bu haller, bir insan için yapılması mümkün olmayan hallerdir Bu halleri yapsa yapsa ancak melekler yapabilir Bir insanın bir gecede bin rekat namaz kılması, maddi planda mümkün değildir Her bir rekatını bir dakikada kıldığı hesap edilirse, bin rekat kılmak için on altı saate ihtiyaç vardır Her gece on altı saat namaz kılmak, insanın yapabileceği bir iş değildir, bu ancak meleklere mahsus bir iştir İmam–ı A'zam'ın melekleştiğini söylesek, o zaman da melekler biz insanlar için ölçü olmaz İmam–ı A'zam ile ilgili bu ve benzeri yüzlerce olay anlatılır Bu olayların müminlere zarardan başka verdikleri bir şey yoktur Asıl anlatılması gerekenler anlatılmamış, anlatılmaması gerekenler anlatılmıştır

e mahsus halleri anlatırken, neleri kaçırdığımızı ve bu kaçırdıklarımızdan dolayı insanlığın nasıl bozulduğunu örnekleri ile göreceğiz Şimdi anlatacağımız hadiselerin, insanlara anlatılması halinde, insanlar uyanacak, insanlar uyanınca da birilerinin dünyalık emelleri zarar görecektir Çıkar ve menfaatleri engellenecektir Halbuki ne gereği var, insanlar akıl etmesin, düşünmesin, tartışmasın… Birileri diyor ki; biz insanların yerine akıl edelim, düşünelim, tartışalım, insanlarda bize uysun, biz ne dersek onu yapsınİşte buna insanları uyutma denilmektedir İnsanları uyutmak için tıpta ilaç kullanılırken, maneviyatta da bu hikayeler kullanılmaktadır


İŞTE GERÇEK İMAM–I A'ZAM

Değerli okuyucular! Şimdi dikkat edin, bakın İmam–ı A'zam ne adammış Bırakın İmam–ı A'zam'ı melekleştirmeyi, melek sıfatları ile donatmayı, o akıl ve mantık dairesinde yaptığı işlerle, değil meleklerin makamını, o makamı çoktan aştı bile Bir takım çıkarcı, dünyacı ve hurafeciler, büyük imamı uçurmaya devam ediyor Halbuki o büyük İmam'ın uçmaya kaçmaya ihtiyacı yoktur Hele bir bakalım İmam–ı A'zam nasıl bir adammış…

Ebu Hanife'nin yaşadığı devir, her bakımdan karışıklık ve çekişmelerin bolca yaşandığı devirdir Siyasette, Emevi saltanatı ve zulmü, din açısından da tartışmaların, çekişmelerin, eleştirilerin yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir
Devrin ilimle uğraşan insanları, kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek için olanca güçlerini sarf etmekte Birbirlerini alt etmek için, karşı tarafa üstünlük sağlamak amacı ile her yolu denemektedirler İmam–ı A'zam da bir ölçü dahilinde bu tartışmalara katılır Ancak başkalarının bu tür tartışmalara girmesine izin vermez, özelliklede kelâm konusunda tartışmaya kesinlikle müsaadesi yoktur Bunu kendisine sorduklarında bakın ne cevap vermiştir İşte İmam–ı A'zam'ı her devrin imamı yapan özelliği:

Evet biz tartışıyorduk Ancak biz tartışırken, arkadaşlarımız yanılgıya düşer korkusuyla, başımızda her an uçup gidecek bir kuş varmış gibi bir eda takınırdık Siz ise, tartışıyor ve arkadaşınızın yanılmasını diliyorsunuz Kim arkadaşının yanılmasını dilerse, onun küfre düşmesini dilemiş demektir Arkadaşının küfre düşmesini dileyen ise, arkadaşından önce küfre düşer(11)
Bu tavır Ebu Hanife tavrıdır, adam gibi adamın tavrıdır Onun bu tavrı kendisinden sonra yaşamış olan bir Mezhep imamı olan İmam Şafii'yi bakın nasıl etkilemiştir

İmam Şafii bu büyük insan hakkında, İnsanlar fıkıhta Ebu Hanife'nin çocuklarıdırdemiştir(12)

İki farklı ekol, iki farklı metot ama ne çatışma var, ne kıskançlık var, nede olumsuz bir eleştiri


Varlıklarını muhataplarını kötülemek üzerine kurmadılar

Ey Müminler! Allah için aklınızı kullanın ve şu hadiseyi bir tefekkür edin, bu duruma 21 yüzyılda ne kadarda çok ihtiyacımız var Bir camii, bir medrese, bir kurs yada bir kitap, bir dergi çıkarıyorsun, karşı taraf hemen saldırıya geçiyor İnsanlar varlıklarını, başkalarında bulacakları kusurlar üzerine kurmaya çalışıyorlar

Karşı tarafı alt etmek, yanlışlarını ortaya dökmek için yola çıkanlar, hep yolda kaldı Fakat muhataplarına hak ettiği değeri verenler de zirve insanı oldu, kendileri gideli bin yılı aşkın zaman oldu ama, isimleri, işleri, ekolleri hala tazeliğini koruyor ve kıyamete kadarda koruyacaktır

İmam–ı A'zam, geçimini ticaret yaparak sağlardı Maneviyatını, dünyalığına, ticaretine hiçbir şekilde karıştırmamıştır Kumaş ticareti yapardı İşini ortağına bırakmış, arada sırada kontrol eder, hesaplar yapılır kendisine kalan kazancı da dini hizmetlere, insanlara yardıma harcardı

Ebu Hanife, her sene yıllık kazancını biriktiriyor, onunla ilim adamlarının ve muhaddislerin ihtiyaçlarını karşılıyor, azıklarını temin ediyor, giyecek ve diğer tüm ihtiyaçlarını karşılıyordu Sonra, eğer artarsa geri kalan paraları onlara nakit olarak veriyor ve şöyle diyordu:
Bu paralarla diğer ihtiyaçlarınızı karşılayın ve sadece Allah'a şükredin Çünkü ben size yalnızca Allah'ın malı olan şeyi veriyorum…(13)

İşte ilim adamına en güzel örnek Her hâli, her işi ile kendisini dine vakfetmek buna denir Ebu Hanife'nin bu güzel özellikleri dururken, bunlarla insanları irşad etmek varken, imamı uçurmanın, kaçırmanın ne gereği var?

Ebu Hanife, mal–mülk ve para konusunda o kadar titizdir ki, kaynağını bilmediği maldan uzak durmuş, hiçbir şekilde hizmet dahi olsa ona dokunmamıştır Dünya ve dünya malının onun gözünde hiçbir değeri yoktur Sadece mal–mülk mü? Makam ve mevkiinde onun gözünde hiçbir değeri yoktur

Devlet adamlarından yardım almayı, devlet makamlarından destek görmeyi hiçbir şekilde kabul etmezdi

MAKAMI ELİNİN TERSİYLE İTMİŞTİR

Emeviler son dönemlerini geçiriyordu, devlet yapısı tamamen bozulmuş, adaletten eser kalmamış, kul hakkı göz ardı edilmiş, zulüm isyan almış başını gitmişti İmam–ı A'zam bu hâl ve gidişten büyük ızdırap duyuyordu Emevi idarecileri sonlarının geldiğinin farkında idiler Buna çare arıyor, son bir çare olarak ilim ehlini kullanmak istediler

Emevi devletinin etkili valilerinden İbn–u Hubeyre, devrin fakihlerine müracaat eder Başta Ebu Hanife olmak üzere devrin fakihlerini devlette görev almaya çağırır

Ebu Hanife'yi görev vermek için çağırdığında, büyük imam bunu şiddetle reddetmiştir

İbn–u Hubeyre, mührün Ebu Hanife de olmasını, tüm işlerinin onun imzasından geçmesini, onun imzalamadığı hiçbir yazının işleme sokulmamasını ve onun izni olmadan Beytü'l–mal'dan çıkış yapılmamasını istemişti Ancak büyük imam bundan şiddetle kaçındı Bunun üzerine İbn–u Hubeyre, bu görevi kabul etmezse onu dövdüreceğine dair yemin etti Diğer fakihler, görevi kabul etmesi için Ebu Hanife'yi yumuşatmaya çalıştılar ve ona şöyle dediler:

Allah için, kendini tehlikeye atmayasın diye sana öğüt veriyoruz Biz senin kardeşleriniz ve hiçbirimiz bu görevlerden hoşnut değiliz Fakat başka da çare olmadığını görüyoruz…Kendisine telkinde bulunan arkadaşlarına şu cevabı verir:

O adam benden Vasat Mescidi'nin kapılarını dahi saymamı isteseydi, yine kabul etmezdim Nasıl olurda benden, boynu vurulacak bir adamın yazısını imzalamamı istiyor? Allah'a yemin olsun ki, bu işe ebediyen girmem!
Ebu Hanife'nin bu tavrı karşında valinin yapacağı tek bir iş kalmıştı o da onu yaptı Ebu Hanife'yi günlerce hapsettikten sonra, ona çeşitli işkenceler yaptılar Hapiste bulunan Ebu Hanife'nin sağlığı bozulmaya başladı Bu durum Emevi idaresini sıkıntıya soktu, Ebu Hanife hapiste ölürse, Emeviler töhmet altında kalır, yıllarca bunun altından kalkamazlardı İbn–u Hubeyre diğer fakihlere şöyle bir öneri getirdi:

Ebu Hanifeye söyleyin bari bizi yeminimizden kurtarsınBu teklif Ebu Hanife'ye götürülünce, büyük imam bu teklifi de hiç düşünmeden red eder
İbn–u Hubeyre bu kez de fakihlerden aracılık yapmalarını ister ve yeni bir teklifte bulunur Ebu Hanife şimdi kabul etmemekle birlikte ileride kabul edebileceğini söylesin bende onu serbest bırakayımBüyük imam bu teklifi de red eder İbn–u Hubeyre imam ile baş edemeyeceğini anlamıştır, başına dert almamak için onu serbest bırakmaktan başka çare bulamaz ve Ebu Hanife serbest bırakılır(14)

İmam–ı A'zam'ın bu hareketini, ulviliğini, yüceliğini kelimelerle anlatmak imkansızdır İmam tam bir duruş sergilemiştir Bu duruşu kendisinden sonra gelecek bütün nesillere ders olacak türdendi Ne yazık ki imamın bu derslik, ibretlik hareketi anlatılacağına, imam nasıl uçtu, nasıl kaçtı, gecede bin rekat namazı nasıl kıldı gibi şeyler anlatıldı



SİZE KADI OLMAKTANSA NEHİRDE BOĞULMAM DAHA HAYIRLIDIR

Ebu Hanife esaretten kurtulunca, doğru Beytullah'a sığınır
Uzunca bir zaman Hicaz bölgesinde kalır Ne zaman Emevi devleti yıkılır ve idare Abbasilere geçer, Ebu Hanife de Irak'a geri döner İlk zamanlar işler yolunda gitmektedir Ancak zaman geçtikçe, Abbasilerin de yaptığı uygulamalar Emeviler'e benzemeye başlar Bu durum büyük imamı rahatsız etmektedir

Bu sefer Abbasi halifesi, İmam–ı A'zam'a devletin genel kadılığını teklif eder İmam bu görevi kabul etmeyeceğini söyler Halife ısrar ettikçe imam red eder Halife konuyu hem çıkar meselesi hem de gurur meselesi yapmıştır Emevi valisinin yaptığını yapar, Ebu Hanife'ye görevi kabul ettireceğine dair oda yemin eder

Ebu Hanife, halifeye der ki;

Senin bana yaptığın kadılık teklifini kabul etmek yerine, beni şu nehirde boğmakla tehdit etsen, ben nehirde boğulmayı kabul ederim Çevrende bu işi yapacak çok kişi var, hatta benim tavsiye edeceklerim dahi vardır

Halife Mansur, İmam'ın hapsedilmesi ve her gün on kırbaç vurulması talimatını verir Büyük imama hapis yolları yine görünmüştür, bu seferde ağır işkencelere maruz kalır İmam'ın yaşı ilerlemiş, sağlık sorunları da baş göstermiştir

Hastadır, uğradığı işkenceler vücudunu güçsüz düşürmüştür İmam'ın sağlığının yerinde olmadığı haberini Halifeye ulaştırdılar Bu haberi alan halife, Ebu Hanife'yi bundan sonra fetva vermemek şartı ile şartlı salıverir Ebu Hanife, hapisten çıktıktan kısa süre sonra ebedi aleme göçer Vefatından önce yakınlarına derki:

Cesedimi Halifeye ait toprağa gömmeyinVefatından sonra bu vasiyetini duyan halife Mansur onun için şöyle demiştir:

Beni Ebu Hanife'nin dirisinden de ölüsünden de kim koruyacak…(15)



Dipnotlar:
1– Maide;53
2–Kütüb–i Sitte Muhtasarı Tercümesi ve Şerhi,
İbrahim Canan, Akçağ Yayınları c 1, s 524
3–Kütüb–i Sitte Muhtasarı Tercümesi ve Şerhi,
İbrahim Canan, Akçağ Yayınları c 1, s 524
4–Kütüb–i Sitte Muhtasarı Tercümesi ve Şerhi,
İbrahim Canan, Akçağ Yayınları c 17, s 564, (4102) (7243)
5–Kütüb–i Sitte Muhtasarı Tercümesi ve Şerhi,
İbrahim Canan, Akçağ Yayınları c 17, s 564, (4104) (7244)
6– Tirmizî, Tefsir, Hicr, (3125)
7– Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Yeni Şafak, s652
8–Kütüb–i Sitte Muhtasarı Tercümesi ve Şerhi,
İbrahim Canan, Akçağ Yayınları c 1, s 524
9– Süleyman Uludağ, Tezkiretü'l–Evliya, Feridüddin Attar,
Mavi Yayıncılık, c 1, s 241
10– Süleyman Uludağ, Tezkiretü'l–Evliya, Feridüddin Attar,
Mavi Yayıncılık, c 1, s 244
11– Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Yeni Şafak, s345
12– Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Yeni Şafak, s341
13– Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Yeni Şafak, s359
14– Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Yeni Şafak, s362
15– Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Yeni Şafak, s366
 

Similar threads

Imam Ebu Hanife (ra) cok iyi kalbli bir insandi Herkes icin iyilik düsünür, kimsenin zarara ugramasini istemezdi Intikam almak hele hic adeti degilidi Hasmini daima affeder ve affin cezadan daha müessir oldugunu söylerdi Yillar yili okudu, okuttu Talebesini bir evlat gibi bagrina basip korudu...
Cevaplar
0
Görüntüleme
103
Dört büyük Mezhep Imamlari EBU HANIFE (80150 700767) Imam Âzam (büyük Imam) lâkabiyla bilinen, Ebû Hanife künyesiyle meshur Numân b Sâbit b Zevta (Zûta) mutlak müctehid ve fikihta Hanefi mezhebinin imami Ebû Hanife, Kûfe'de hicrî 80 yilinda dogdu Numân ve ailesinin Arap olmadigi...
Cevaplar
0
Görüntüleme
136
EBU HANIFE (80150 700767) Imam Âzam (büyük Imam) lâkabiyla bilinen, Ebû Hanife künyesiyle meshur Numân b Sâbit b Zevta (Zûta) mutlak müctehid ve fikihta Hanefi mezhebinin imami Ebû Hanife, Kûfe'de hicrî 80 yilinda dogdu Numân ve ailesinin Arap olmadigi kesindir; onun Farisi veya Türk...
Cevaplar
0
Görüntüleme
93
EBU HANIFE (80150 700767) Imam Âzam (büyük Imam) lâkabiyla bilinen, Ebû Hanife künyesiyle meshur Numân b Sâbit b Zevta (Zûta) mutlak müctehid ve fikihta Hanefi mezhebinin imami Ebû Hanife, Kûfe'de hicrî 80 yilinda dogdu Numân ve ailesinin Arap olmadigi kesindir; onun Farisi veya Türk...
Cevaplar
0
Görüntüleme
81
MUHAKKAK Kİ BÜTÜN HAMD'LER ALLAH'ADIR, Bİ NAEN ALEYH O'NA HAMD EDER, O'NDAH YARDIM İSTER VE MAĞ FİRET TALEB EDERİZ NEFİSLERİMİZİN YE KÖTÜ AMELLERİMİ ZİN ŞERRİNDEN DE ONA SIĞINIRIZ Allah semadaki arşı üstündedir Allah her yerde değildir Allah ilmi, bilmesi, işitmesi, görmesi ile her yerdedir Bu...
Cevaplar
0
Görüntüleme
75
858,496Konular
981,779Mesajlar
29,851Kullanıcılar
calmuratSon üye
Üst Alt