iltasyazilim
FD Üye
İslâm’ın biri inanç, diğeri de amel olmak üzere iki yanı vardır Bunlar eskilerin ifadesiyle birbirinin “lazımı gayrı mufârıkı yani ayrılmaz parçalarıdır
İnanç; dinî literatürdeki ifadesiyle itikad, aksine ihtimal vermeyecek şekilde inanma demektir Mesela, Allah, Hz Muhammed (sas), Kur’ân, ahiret vb inanılması gerekli olan inanç manzumesindeki şeylere aksine ihtimal vermeyecek şekilde inanma, her mümine mükellefiyet olarak yüklenen hususların başında gelir Bizler böyle bir inanç seviyesine ulaşabilmek için, elimizden gelen herşeyi yaparız; daha doğrusu yapmamız gerekir
Amele gelince; Kur’ân’ın ifadesiyle “ameli sâlih yani eksiksiz, kusursuz, arızasız iş, bu da inancın yanında İslâm’ın ikinci önemli unsurudur Mesela, ibadet, bu konuda “olmazsa olmaz deyimi ile ifade edilebilecek bir yere sahiptir Namaz, oruç, hac, zekat gibi yükümlülüklere ibadet, bunları yapmaya ubudiyet, yapana âbid, ibadet yapılan Zât’a da Ma’bud denir ki bu kelimelerin hepsi de aynı kökten gelmektedir
İbadetler, itikada ait meselelerin bir yönüyle blokajı, bir yönüyle de onları inkişaf ettiren fakülteler gibidir Zira ibadet olmaz ve günümüzde çok yaygın bir kanaate göre hareket edilerek, din vicdanlara hapsedilirse hafizenallah inhiraf edip mahvolma ve tabiî ki bunun neticesi olarak dünya ve ukba hayatını kaybetme kaçınılmaz olur Evet insanın, değişik kaymalarından korunması ve inancını sağlama bağlaması ancak ibadetle mümkündür Bu açıdan, rahatlıkla denilebilir ki, bir mü’minin kendi olması ve özüyle bütünleşmesi ancak ibadet ile olabilir Kant’ın “Allah nazarî akılla değil, amelî akılla bilinir tesbiti de bu hükmü doğrulama istikametinde söylenmiş olduğu kabul edilebilir
Evet, insan ilmî araştırmalar neticesi Allah’a iman edebilir ama bu nazarî bir imandır Onun gerçek imana dönüşmesi ve imanla hedeflenen seviyeye yükselmesi, ancak ibadet ü taatle gerçekleşebilir Bu açıdan denebilir ki, ibadet, tabiatının bir parçası haline gelmeyen ve onda derinleşemeyen bir insanın kayması ve yoldan çıkması daima melhûzdur Ve buradan hareketle; “inanıyorum ama içki de içiyorum veya namaz kılamıyorum diyen insanların teminat kordonlarından birinin kopuk olduğunu söyleyebiliriz Bu kişiler sözlerinde sâdık iseler, imanlarını amel ile desteklemeli, yapageldiği ibadetlerle Hakk kapısının âzad kabul etmez kulları olmalıdır ki, gerçek ve hakikî anlamda iman etmiş olsunlar Bu sebeple 20 asrın, 21 asrın münevver gençleri, tamamiyle fiziğe ait dünyalarda bile metafiziğe açılan kapılar aralamalı, nazarîden pratiğe yönelmelidirler Fizik laboratuarından metafiziğe yani medreseden tekyeye bir yol vurup gerçeğe ulaşmanın her yolunu mutlaka denemelidirler Aksi halde, Kur’ân’dan ve Rasûlullah’tan asırları bulan gurbetimiz devam edeceğe benzer
ALINTIDIR
İnanç; dinî literatürdeki ifadesiyle itikad, aksine ihtimal vermeyecek şekilde inanma demektir Mesela, Allah, Hz Muhammed (sas), Kur’ân, ahiret vb inanılması gerekli olan inanç manzumesindeki şeylere aksine ihtimal vermeyecek şekilde inanma, her mümine mükellefiyet olarak yüklenen hususların başında gelir Bizler böyle bir inanç seviyesine ulaşabilmek için, elimizden gelen herşeyi yaparız; daha doğrusu yapmamız gerekir
Amele gelince; Kur’ân’ın ifadesiyle “ameli sâlih yani eksiksiz, kusursuz, arızasız iş, bu da inancın yanında İslâm’ın ikinci önemli unsurudur Mesela, ibadet, bu konuda “olmazsa olmaz deyimi ile ifade edilebilecek bir yere sahiptir Namaz, oruç, hac, zekat gibi yükümlülüklere ibadet, bunları yapmaya ubudiyet, yapana âbid, ibadet yapılan Zât’a da Ma’bud denir ki bu kelimelerin hepsi de aynı kökten gelmektedir
İbadetler, itikada ait meselelerin bir yönüyle blokajı, bir yönüyle de onları inkişaf ettiren fakülteler gibidir Zira ibadet olmaz ve günümüzde çok yaygın bir kanaate göre hareket edilerek, din vicdanlara hapsedilirse hafizenallah inhiraf edip mahvolma ve tabiî ki bunun neticesi olarak dünya ve ukba hayatını kaybetme kaçınılmaz olur Evet insanın, değişik kaymalarından korunması ve inancını sağlama bağlaması ancak ibadetle mümkündür Bu açıdan, rahatlıkla denilebilir ki, bir mü’minin kendi olması ve özüyle bütünleşmesi ancak ibadet ile olabilir Kant’ın “Allah nazarî akılla değil, amelî akılla bilinir tesbiti de bu hükmü doğrulama istikametinde söylenmiş olduğu kabul edilebilir
Evet, insan ilmî araştırmalar neticesi Allah’a iman edebilir ama bu nazarî bir imandır Onun gerçek imana dönüşmesi ve imanla hedeflenen seviyeye yükselmesi, ancak ibadet ü taatle gerçekleşebilir Bu açıdan denebilir ki, ibadet, tabiatının bir parçası haline gelmeyen ve onda derinleşemeyen bir insanın kayması ve yoldan çıkması daima melhûzdur Ve buradan hareketle; “inanıyorum ama içki de içiyorum veya namaz kılamıyorum diyen insanların teminat kordonlarından birinin kopuk olduğunu söyleyebiliriz Bu kişiler sözlerinde sâdık iseler, imanlarını amel ile desteklemeli, yapageldiği ibadetlerle Hakk kapısının âzad kabul etmez kulları olmalıdır ki, gerçek ve hakikî anlamda iman etmiş olsunlar Bu sebeple 20 asrın, 21 asrın münevver gençleri, tamamiyle fiziğe ait dünyalarda bile metafiziğe açılan kapılar aralamalı, nazarîden pratiğe yönelmelidirler Fizik laboratuarından metafiziğe yani medreseden tekyeye bir yol vurup gerçeğe ulaşmanın her yolunu mutlaka denemelidirler Aksi halde, Kur’ân’dan ve Rasûlullah’tan asırları bulan gurbetimiz devam edeceğe benzer
ALINTIDIR