iltasyazilim
FD Üye
İslami Türk Destanları,
Cihanı Biz Erlik İle Tutmuşuz
Bizanslılar ’ın “Akritas Destanı ile bizim “Battalnâme adını verdiğimiz epope aşağı yukarı aynı dönemi, aynı olayları, hatta bazen aynı kahramanları karşıt cephelerden anlatır Fuat Köprülü, bu iki destanın mukayesesi sadedinde, Bizans hudut şövalyeleri “akritlerin bireysel şan, para ve bayan uğruna savaşmalarına karşılık, maddî dünya menfaatlerini hakir görebilen, şahadeti yegâne maksat bilen bizim gazilerimizin daha kuvvetli, daha soylu bir idealin temsilcisi olduklarını söyledikten sonradan şu hükme varır: “Anadolu ’da asırlarca süren bu çetin hars mücadelesinin Türkler lehine neticelenmesinde, bu mefkûre kuvvetinin de az tesiri olmamıştır
Böyleyken, 11 ila 13 yüzyıllarda halk müziği arasında teşekkül eden İslamî Türk Destanları, ne galebe çalmamıza imkân veren adaleli mefkûresi, ne de telkin ettiği davranışlar ve model insan tipi bakımından özellikle günümüzde yeterince ele alınmamaktadır Bunları hâlâ kuru bir cihangirlik davasının abartılı fantazileri, avamın itibar ettiği efsanei kâzibe gibi görenler vardır Bilimsel incelemeler ise, Sarı Saltuk ’un menkıbeleri etrafında oluşan Saltuknâme ’den başlayarak Hamzanâme, Battalnâme, Dânişmendnâme, Ebâmüslimnâme hatta Hz Ali Cenkleri ’ni edebiyat tarihinin katı sınırlarına hapsedip ya bunların tarihî gerçekliklerine dair sonsuz tartışmalarla uğraşmakta yoksa ölçüyle, kafiyeyle, dille, üslupla ilgilenmektedir Bütün bunların bilimsel bir değeri ve faydası vardır kuşkusuz lakin, epope gibi anonim ürünlerin edebiyat tarihiyle, gramerle olduğu dek, olur ya onlardan da önce sosyal psikoloji ile irtibatına önem verilmelidir
Destanlar, toplumu derinden etkileyen tarihî bir şahsiyetin veya olayın, yüzyıllar süren bir evrede sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla oluşur Başlangıçta destana esas teşkil eden şahıs yahut olay, bu aktarma esnasında gitgide artarak değiştirilir, fazla ayrı bir çehreye büründürülür Eklemeler çıkarmalar yapılabilir, abartılıp doğaüstü hâle getirilebilir Önceden tasarlanmayan, maşeri şuurun kendiliğinden yaptığı değişikliklerdir bunlar Destanı kıymetli ve önemli kılan da tarihî gerçekliği yok, bu nedenle sonradan oluşan bu anonim karakteridir Çünkü o destanı oluşturan toplum, farkında olan olmadan kendi duygularını, düşüncelerini, hayâllerini, beklentilerini, beğenilerini katar işin içine Şartların Değişmesi yüzyıllar boyu âdeta tüm nesillerin onayına sunulur; nihayetinde son derece arıtılmış bir millî kimliği yansıtır hâle kazanç İşte bu nedenledir ki meselâ Hamzanâme ’nin kahramanı Peygamberimiz ’in (sav) amcası Hz Hamza ’dır, fakat anlatılanların koskocoman bir kısmının süre, mekân ve olay bakımından Hz Hamza ’yla ilgisi yoktur Emevî komutanı Battal Gazi ’nin Arap olması, onun Türkleştirilmesine engel değildir Battalnâme ’de Battal Gazi ’nin kazandığı zaferlerin dönüp bir defa de Danişmendnâme ’de Melik Ahmet ’e mâl edilmesinde sakınca görülmemiştir Hikâyesini İranlılar ’dan aldığımız, Abbasi İhtilali ’nin öncüsü Ebu Müslim Horasanî, Anadolu ’da Rumlarla savaştırılmış, Hz Ali ’ye hiç olmayan kaleler fethettirilmiştir Destanların tarihin değil edebiyatın konusu olması da bundandır “Olanı anlatıyor gibi görünse de “olması arzulananı anlatır destanlar
Tek bir kahramanın etrafında oluşmasına, kahramanlarıyla isimlendirilmesine ve bütün kahramanların neredeyse birbirinin aynı sayılacak değin benzeşmesine bakılırsa, bu destanlar bir misyonu, bir hayat felsefesini de kapsayacak şekilde, toplumun arzuladığı “ideal bir alıcıi çizmektedir Bu tipin adı, destanların diliyle söyleyecek olursak “er kişidir Yoksa bu destanlar “erlik nice olur, ânı ifade ederler
Er kişiyi ve erliği somutlaştıran böyle destanların geniş halk kitlelerine hitap ettiği, daha çok avam nezdinde istek bulduğu, onları etkilediği bir vakıâdır Şifahî edebiyatın yeniden Köprülü ’nün dikkat çekici ettiği “talimî fonksiyonu bu talep ve etkiyle devreye girer; devrin eğitim kurumlarından yeterince istifadeye imkân bulamayan kitleler, bir uygarlık projesi çerçevesinde bu nedenle biçimlendirilir İslamiyet sonrası Türk destanlarının sadece hoşça vakit devretmek için anlatıldığını göz önünde bulundurmak, ceddimizin irfanını hor görmek olur İnşâ edilen medeniyeti taşıyacak insan tipi yoksa davranış kalıpları örneklenerek, bunların özellikle gençlere ve çocuklara benimsetilmesi amaçlanmıştır Gözü açık havada olmayan, nefsinden belirli, müşterek inanışın ürünü bir medeniyette, bu nesil metotlar kendiliğinden gelişir ama asla bir rastlantı eseri değildir Yeniçeri ortalarından İstanbul kahvehanelerine, Anadolu ’daki köy odalarından evlere dek baştan anlatılmak, okunup dinlenilmek suretiyle bu hikâyelerin yaygınlaştırılmasındaki ısrar tesadüfle izah edilemez Eldeki bütün destan yazmalarının bilahare ya bir sultan ya da yüksek dereceli başka bir yöneticinin yönerge ve teşvikiyle kaleme alındığı hesaba katılırsa, bunun uygarlık endişesi içeren bir devlet anlayışının “taammüdî tasarrufu olduğunu anlatmak bile mümkündür Nitekim 14 yüzyılın mutasavvıf şairlerinden Gülşehrî, bir mısraında, “Cihânı biz erlik ile tutmuşuz derken, benzeri bu taammüdî yaklaşıma da zımnen işaret eder
Gülşehrî ’nin mısraındaki “cihanı tutmak ifadesi kaba kuvvet ve kuvvetle hâkimiyet kurmayı yok, bir uygarlık dairesinde adaletle sulh ve asayişi sağlamayı, nizamı âlemi anlatır Dolayısıyla erlik de sadece cengâverlik değildir Bazı nitelikleri atasözlerimizle olsun günümüze taşınan erlik, nefsi yenebilme kahramanlığıdır öncelikle Verdiği sözle kendini bağlamak, kemliğe iyilikle karşılıklı olma edebilmektir Kesintisiz gayret göstermek, ekmeğini taştan çıkarmaktır Bu sebeple er kişinin başından devlet beceriksiz olmaz, ölünce adı kalır Destanlarla benimsetilmeye çalışılan erlik tavrının İslamî terminolojideki tam karşılığı “mücahededir Er kişinin yiğitlikten soyluluğa, mürşidi kâmilliğe kadar yükselen manâ katmanları arasındaki derece farkını, yürütülen mücahedenin şiddeti ve hedefi belirler
Erlik, özü itibariyle aslî kimliğidir insanın Yaradılışındaki en güzel kıvama, fıtrata kötüye işaret eder İdeal tavır ve davranışlar bu esas kimliğin natürel tezahürleridir Türkçe ’de “er, Arapça ’da “recül Farsça ’da “merd kelimeleriyle karşılanan bu insanî öz, beşeriyetimizi yok âdemiyetimizi karşılar Hz Âdem ’e nispetle bir cinsiyet anlamını taşısa da İbni Kemâl ’in dediği gibi “Nice sûrette zen, manîde erdir Bizde “âdem kimliğini “adam biçiminde telaffuz etmek galatı meşhurdur ve “adam edinmek, yani “erlik bir kısım ırk aralarında bugün bile hâlâ en yüksek statüdür
Farklı isimlerle gençlere model olarak sunulan destanlardaki bu er yahut adam örneğinin dindarlığından silahşorlüğüne, aklını faydalanma becerisinden eşsiz cesaretine, yoldaşlarıyla arkadaşlık ve dayanışmasına kadar birçok meziyetinden laf edilebilir Aktarılan olaylarda açıkça gözlenebilen bu ve benzerî davranışların tamamı, alttan alta telkin edilen bir toplumsal sorumluluk duygusundan beslenir Nerede olursa olsun, kimden gelirse gelsin, haksızlığa ve zulme karşı yatırma, adaleti tesis etme, mazlumun yanında yer alma sorumluluğudur bu Aklın, kol gücünün, sahip olunan öteki tüm imkân ve yeteneklerin hem en üstteki seviyede keza de en dürüst istikamette kullanılması, bu sorumluluk duygusunun kuvvetine bağlıdır Kesintisiz gayret ve fedakârlık tatmin edici bir ölçü değildir Haksızlığa aleyhinde koyma sorumluluğunun ideal ölçüsü, ölümü yoksa şahadeti tercihe şayan bir seçenek olarak görebilmektir Kısaca, İslamî Türk Destanları ’nın tasvir ettiği er birey, “dünyanın neresinde olursa olsun yaşanan bir zulmü engelleyip adaleti hâkim kılmak için vefat de dâhil tüm riskleri göze alarak uğraş eden bireydir
Şahadetin de bazen bir tercih olabileceği teklifi karşısında gözleri fal taşı gibi açılıp dehşete düşen çağdaş uygarlığın, iyi niyetle mücadele gösterdiğini varsaysak bile, ne erlikten nasibini alması ne de cihanı tutması böylece muhtemel görünmemektedir Karşılaştıkları mezalim karşısında böyle bir uygarlıktan medet umanlar defalarca olageldiği gibi hayâl kırıklıkları yaşamaya mahkûmdur *
Cihanı Biz Erlik İle Tutmuşuz
Bizanslılar ’ın “Akritas Destanı ile bizim “Battalnâme adını verdiğimiz epope aşağı yukarı aynı dönemi, aynı olayları, hatta bazen aynı kahramanları karşıt cephelerden anlatır Fuat Köprülü, bu iki destanın mukayesesi sadedinde, Bizans hudut şövalyeleri “akritlerin bireysel şan, para ve bayan uğruna savaşmalarına karşılık, maddî dünya menfaatlerini hakir görebilen, şahadeti yegâne maksat bilen bizim gazilerimizin daha kuvvetli, daha soylu bir idealin temsilcisi olduklarını söyledikten sonradan şu hükme varır: “Anadolu ’da asırlarca süren bu çetin hars mücadelesinin Türkler lehine neticelenmesinde, bu mefkûre kuvvetinin de az tesiri olmamıştır
Böyleyken, 11 ila 13 yüzyıllarda halk müziği arasında teşekkül eden İslamî Türk Destanları, ne galebe çalmamıza imkân veren adaleli mefkûresi, ne de telkin ettiği davranışlar ve model insan tipi bakımından özellikle günümüzde yeterince ele alınmamaktadır Bunları hâlâ kuru bir cihangirlik davasının abartılı fantazileri, avamın itibar ettiği efsanei kâzibe gibi görenler vardır Bilimsel incelemeler ise, Sarı Saltuk ’un menkıbeleri etrafında oluşan Saltuknâme ’den başlayarak Hamzanâme, Battalnâme, Dânişmendnâme, Ebâmüslimnâme hatta Hz Ali Cenkleri ’ni edebiyat tarihinin katı sınırlarına hapsedip ya bunların tarihî gerçekliklerine dair sonsuz tartışmalarla uğraşmakta yoksa ölçüyle, kafiyeyle, dille, üslupla ilgilenmektedir Bütün bunların bilimsel bir değeri ve faydası vardır kuşkusuz lakin, epope gibi anonim ürünlerin edebiyat tarihiyle, gramerle olduğu dek, olur ya onlardan da önce sosyal psikoloji ile irtibatına önem verilmelidir
Destanlar, toplumu derinden etkileyen tarihî bir şahsiyetin veya olayın, yüzyıllar süren bir evrede sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla oluşur Başlangıçta destana esas teşkil eden şahıs yahut olay, bu aktarma esnasında gitgide artarak değiştirilir, fazla ayrı bir çehreye büründürülür Eklemeler çıkarmalar yapılabilir, abartılıp doğaüstü hâle getirilebilir Önceden tasarlanmayan, maşeri şuurun kendiliğinden yaptığı değişikliklerdir bunlar Destanı kıymetli ve önemli kılan da tarihî gerçekliği yok, bu nedenle sonradan oluşan bu anonim karakteridir Çünkü o destanı oluşturan toplum, farkında olan olmadan kendi duygularını, düşüncelerini, hayâllerini, beklentilerini, beğenilerini katar işin içine Şartların Değişmesi yüzyıllar boyu âdeta tüm nesillerin onayına sunulur; nihayetinde son derece arıtılmış bir millî kimliği yansıtır hâle kazanç İşte bu nedenledir ki meselâ Hamzanâme ’nin kahramanı Peygamberimiz ’in (sav) amcası Hz Hamza ’dır, fakat anlatılanların koskocoman bir kısmının süre, mekân ve olay bakımından Hz Hamza ’yla ilgisi yoktur Emevî komutanı Battal Gazi ’nin Arap olması, onun Türkleştirilmesine engel değildir Battalnâme ’de Battal Gazi ’nin kazandığı zaferlerin dönüp bir defa de Danişmendnâme ’de Melik Ahmet ’e mâl edilmesinde sakınca görülmemiştir Hikâyesini İranlılar ’dan aldığımız, Abbasi İhtilali ’nin öncüsü Ebu Müslim Horasanî, Anadolu ’da Rumlarla savaştırılmış, Hz Ali ’ye hiç olmayan kaleler fethettirilmiştir Destanların tarihin değil edebiyatın konusu olması da bundandır “Olanı anlatıyor gibi görünse de “olması arzulananı anlatır destanlar
Tek bir kahramanın etrafında oluşmasına, kahramanlarıyla isimlendirilmesine ve bütün kahramanların neredeyse birbirinin aynı sayılacak değin benzeşmesine bakılırsa, bu destanlar bir misyonu, bir hayat felsefesini de kapsayacak şekilde, toplumun arzuladığı “ideal bir alıcıi çizmektedir Bu tipin adı, destanların diliyle söyleyecek olursak “er kişidir Yoksa bu destanlar “erlik nice olur, ânı ifade ederler
Er kişiyi ve erliği somutlaştıran böyle destanların geniş halk kitlelerine hitap ettiği, daha çok avam nezdinde istek bulduğu, onları etkilediği bir vakıâdır Şifahî edebiyatın yeniden Köprülü ’nün dikkat çekici ettiği “talimî fonksiyonu bu talep ve etkiyle devreye girer; devrin eğitim kurumlarından yeterince istifadeye imkân bulamayan kitleler, bir uygarlık projesi çerçevesinde bu nedenle biçimlendirilir İslamiyet sonrası Türk destanlarının sadece hoşça vakit devretmek için anlatıldığını göz önünde bulundurmak, ceddimizin irfanını hor görmek olur İnşâ edilen medeniyeti taşıyacak insan tipi yoksa davranış kalıpları örneklenerek, bunların özellikle gençlere ve çocuklara benimsetilmesi amaçlanmıştır Gözü açık havada olmayan, nefsinden belirli, müşterek inanışın ürünü bir medeniyette, bu nesil metotlar kendiliğinden gelişir ama asla bir rastlantı eseri değildir Yeniçeri ortalarından İstanbul kahvehanelerine, Anadolu ’daki köy odalarından evlere dek baştan anlatılmak, okunup dinlenilmek suretiyle bu hikâyelerin yaygınlaştırılmasındaki ısrar tesadüfle izah edilemez Eldeki bütün destan yazmalarının bilahare ya bir sultan ya da yüksek dereceli başka bir yöneticinin yönerge ve teşvikiyle kaleme alındığı hesaba katılırsa, bunun uygarlık endişesi içeren bir devlet anlayışının “taammüdî tasarrufu olduğunu anlatmak bile mümkündür Nitekim 14 yüzyılın mutasavvıf şairlerinden Gülşehrî, bir mısraında, “Cihânı biz erlik ile tutmuşuz derken, benzeri bu taammüdî yaklaşıma da zımnen işaret eder
Gülşehrî ’nin mısraındaki “cihanı tutmak ifadesi kaba kuvvet ve kuvvetle hâkimiyet kurmayı yok, bir uygarlık dairesinde adaletle sulh ve asayişi sağlamayı, nizamı âlemi anlatır Dolayısıyla erlik de sadece cengâverlik değildir Bazı nitelikleri atasözlerimizle olsun günümüze taşınan erlik, nefsi yenebilme kahramanlığıdır öncelikle Verdiği sözle kendini bağlamak, kemliğe iyilikle karşılıklı olma edebilmektir Kesintisiz gayret göstermek, ekmeğini taştan çıkarmaktır Bu sebeple er kişinin başından devlet beceriksiz olmaz, ölünce adı kalır Destanlarla benimsetilmeye çalışılan erlik tavrının İslamî terminolojideki tam karşılığı “mücahededir Er kişinin yiğitlikten soyluluğa, mürşidi kâmilliğe kadar yükselen manâ katmanları arasındaki derece farkını, yürütülen mücahedenin şiddeti ve hedefi belirler
Erlik, özü itibariyle aslî kimliğidir insanın Yaradılışındaki en güzel kıvama, fıtrata kötüye işaret eder İdeal tavır ve davranışlar bu esas kimliğin natürel tezahürleridir Türkçe ’de “er, Arapça ’da “recül Farsça ’da “merd kelimeleriyle karşılanan bu insanî öz, beşeriyetimizi yok âdemiyetimizi karşılar Hz Âdem ’e nispetle bir cinsiyet anlamını taşısa da İbni Kemâl ’in dediği gibi “Nice sûrette zen, manîde erdir Bizde “âdem kimliğini “adam biçiminde telaffuz etmek galatı meşhurdur ve “adam edinmek, yani “erlik bir kısım ırk aralarında bugün bile hâlâ en yüksek statüdür
Farklı isimlerle gençlere model olarak sunulan destanlardaki bu er yahut adam örneğinin dindarlığından silahşorlüğüne, aklını faydalanma becerisinden eşsiz cesaretine, yoldaşlarıyla arkadaşlık ve dayanışmasına kadar birçok meziyetinden laf edilebilir Aktarılan olaylarda açıkça gözlenebilen bu ve benzerî davranışların tamamı, alttan alta telkin edilen bir toplumsal sorumluluk duygusundan beslenir Nerede olursa olsun, kimden gelirse gelsin, haksızlığa ve zulme karşı yatırma, adaleti tesis etme, mazlumun yanında yer alma sorumluluğudur bu Aklın, kol gücünün, sahip olunan öteki tüm imkân ve yeteneklerin hem en üstteki seviyede keza de en dürüst istikamette kullanılması, bu sorumluluk duygusunun kuvvetine bağlıdır Kesintisiz gayret ve fedakârlık tatmin edici bir ölçü değildir Haksızlığa aleyhinde koyma sorumluluğunun ideal ölçüsü, ölümü yoksa şahadeti tercihe şayan bir seçenek olarak görebilmektir Kısaca, İslamî Türk Destanları ’nın tasvir ettiği er birey, “dünyanın neresinde olursa olsun yaşanan bir zulmü engelleyip adaleti hâkim kılmak için vefat de dâhil tüm riskleri göze alarak uğraş eden bireydir
Şahadetin de bazen bir tercih olabileceği teklifi karşısında gözleri fal taşı gibi açılıp dehşete düşen çağdaş uygarlığın, iyi niyetle mücadele gösterdiğini varsaysak bile, ne erlikten nasibini alması ne de cihanı tutması böylece muhtemel görünmemektedir Karşılaştıkları mezalim karşısında böyle bir uygarlıktan medet umanlar defalarca olageldiği gibi hayâl kırıklıkları yaşamaya mahkûmdur *