iltasyazilim
FD Üye
islamın gölgesinde yaşam
İslâm'ın gölgesinde hayat, insanın ilâhî lütuflara mazhariyetinin bir öbür unvanıdır Hayatını Kur'ân'a alt yaşama bahtiyarlığına erememiş kimselerin, İslâm'ın gölgesinde yaşamanın büyüsünü anlamaları muhtemel değildir Onu, kendi nev'i şahsına bilerek çerçevesiyle duyup yaşayanlardır oysa, ömürlerini cennetlerin bekleme salonlarında geçiriyor gibi, gözlerini açarkapar etraflarına aralıksız tebessümler yağdırırlar Hamd ederler İslâm'ın gölgesinde bulunduklarına, çevrelerini tefekkürle müşahede edip sürekli iman solukladıklarına, görüp duydukları her şeyin Kur'ân'ı çağrıştırması karşı Furkan mırıldandıklarına; eşya ve hâdiseleri derin bir temâşâ zevkiyle seyredip içlerine akıcı yorumlarla kendilerinden geçtiklerine
Onlar Kur'ân'ın aydınlık dünyasında zihin hayatları adına oluşturdukları âhenk doğru, daima doğru görür, içten düşünür, hâdiseleri dürüst yorumlar; anladıklarında anlamanın zevkini yaşar, anlamadıklarını da Allah'a itimadın gereği bir hikmete bağlar ve hiçbir zaman mütemadi bezginlik, karışıklık ve bunalımla karşılaşmazlar Aksine, sevinç ve neş'e veren durumlarını hamd u senâlarla mânâlandırır, derinleştirir; belâve musibetdiyecekleri dış yüzü ekşi hâdiseleri de Yahu bu da geçeresprisiyle yumuşatarak herkesin buhranlarla kıvrandığı en karanlık durumlarda bile, şevk u şükürden rengârenk dantelalar örerek semtlerine uğrayanlara cennettekilerin şevk u târâblarını yaşatırlar
İslâm'ı, bütün kendi derinlik, kendi renk ve kendi deseniyle temsile çalışıp Kur'ân'la içlidışlı olduğumuz ölçüde, biz anında hepimiz, âdeta hayatımızın onunla yükselip derinleştiğini, farklılaşıp uhrevîleştiğini duyup hisseder; onun tamamen varlığın gâyesini, yaratılışın hikmetini, insan olmanın sır ve mânâsını, buraya gönderilişimizin hedefini, gideceğimiz yerin değer ve değerini anlar ve bir ucu gönüllerimizde nurdan bir helezonla, fânilerin Bâkî'den ayrıldığı ufka ulaştığımızı duyar gibi olur ve kendi kendimize Meğer hakikî yaşam buymuşdiyerek talihimizin gülümseyen yüzü aleyhinde kendimizden geçeriz
Biz, herkesin varlık, eşya ve hâdiselerin ürperticiliği ve dehşetiyle yalnızlık ve gurbetler yaşamalarına karşılık, İslâm'ın aydınlık ikliminde, Allah'a itaat ve inkıyatla, kâinatta cârî umumî hareket arasındaki uyumu, iç içeliği kavrar, idrak eder; bu koca dünyayı hânemiz gibi görür, her nesneyle bir ülfet havası yaşar, her varlıkla bir nesil muâşakaya girer ve böyle bir bahtiyarlığa mazhariyetimizden ötürü Allah'a gönül dolusu hamd u senâlarda bulunuruz
Kur'ân'ın, gözlerimize, gönüllerimize saçtığı nurlar tamamen, tüm varlığı, aklın zâhirî nazarındaki fotoğraflarından daha öbür, daha muhtevalı, daha anlamlı ve daha zengince görür ve âdeta şu üç buutlu mekânda buutlar üstü yaşıyor gibi kendimizi bir sihirli âlemin temâşâsında sanırız Böyle bir temâşâ cümbür cemaat için aynı seviyede olmasa da, bir ölçüde derhal hepimiz, imanın gönüllerimizde hâsıl ettiği zenginlik ve Kur'ân'ın zihin dünyamıza saldığı ışıklarla, başkalarının içinde sıkışıp bocaladığı ve çok defa bunalımdan bunalıma sürüklendiği bu dünyayı, zahir vüs'atinin kat kat üzerinde ve genişlerden geniş bulur; kendilerini daima zindanlarda ve prangalar içinde vehmedenlere karşılık, kendimizi ucubucağı olmayan sarayların onurlu misafirleri gibi sımsıcak istikballerin atmosferinde zannederiz
Fiilen, İslâmî düşünce atlasında, bu değin ferahfezâ bulup şımartma ettiğimiz bu dünya, üstünde tenteneli bir perde gibi tüllenip durduğu, güzelliklerin reel meşheri ötelerin yalnızca bir buudundan ibarettir evet, İslâm'ın akıl atlasında, onca ihtişamına rağmen bütün fizikî âlemler, ****fizik dünyaların yanında tene nispeten can gibi, evimizköyümüz karşı da âlem gibidir Bu atlasta, her şey diğer bir âlemde başlar ve bu âlemden sonra da renk, şekil, desen değiştirerek sürer gider ve yeniden bu atlasta, tüm debdebesiyle şu koca dünya sadece bir menzil, onun nimetleri de iştah açma türünden birer kahvaltıdan farksızdır Berzah, herkesin buğulu bir sırça ardından akıbetini seyrettiği bir istasyon ya da rıhtım mahşer, gönülleri ürperten ve ayakların bağını çözen içinde rahmete yan ümitler esse de korkunç bir güzergah, daha ötesi ise ya aralıksız tüllenip güzelleşen firdevsî bahçeler veya her an değişik gayızlarla köpürüp duran bir gayyâ dünyanın sona erişiyle başlayan Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insan tasavvurunu aşkınsözlerine itimat belirsizliğiyle değişik cihan, bu upuzun yolculuğun son durağı dünyadaki mütemadi gelip gitmelerin bir adım ötesi olmayan karargahı ve mü'minlerin de mutluluk otağıdır
İslâm'ın hafıza atlasında bu dünya, her şey olmadığı gibi vefat de bir son değildir; o, muvakkat bir nefes alma ya da akıbeti yakından görme faslıdır; mezar ise, oradan başlayarak öbür mekânlara yolların uzayıp gittiği bir garipler hanı ve mutlak akıbetin ayrıca üzüntü hem de ümitlerle içten derine duyulduğu kapalı bir koridordur evet kabir, kimileri için ümitlere açık sevindiren bir durak olmasına karşılık, kimileri için de yılançıyan arkadaşlığına yan bir zindandır Onun bir saray olarak duyulup yaşanması da, bir zindan hâline getirilmesi de bizim buradaki duygu, akıl ve davranışlarımızla yakından alâkalıdır Burada istikamet ve gayret, ötede ebedî saadet işte tüm bu mülâhazaları Dünya ahiretin mezraasıdırsözüyle özetlemek mümkündür
Böyle bir anlama enginliğiyle bir müslüman, her zaman başkalarıyla iç içe yaşasa da, her şeyi farklı görür, bambaşka duyar, öbür değerlendirir ve her hâliyle kesintisiz bir farklılık sergiler Her şeyden evvel böyle bir ufuk itibarıyla o, yeryüzünde Allah'ın halifesidir Bütün dünya ve içindekilerin, onun tasarrufuna verildiğinin de farkındadır O defalarca, vicdanının derinliklerinde: Hani Rabbin meleklere 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' demişti(Bakara, 230) gerçeğinin yankılandığını duyar; Talep ve üzerindeki her şey sizin emrinize musahhar kılınmıştır(Câsiye, 4513) ilâhî teveccühüyle iki büklüm olur ve zamanüstü derinliklerden kopup gelen sersemlemiş bu iltifat ve nişanı ilk defa duyuyor, birincil kere elde ediyor gibi sevinçle karşılar, bugüne dek verilenleri bundan sonradan verileceklerin referansı sayar ve koşar nefes nefese peygamberlerin yürüdüğü yolda Yürür bu yolda ve Hakk'a güvenip dayanmada da asla kusur etmez; sebeplere riayeti ise esbap dairesi içinde bulunanlara Allah'ın yüklediği bir yükümlülük olarak görür, dolayısıyla da tüm sa'y u gayretlerinin neticesini de sadece ve sadece Allah'tan bekler O, hayatını böyle dengelenmiş bir anlayışa tabi götürdüğünden, sürekli Allah'ın himayesinde bulunduğu şuuruyla daima refah, emniyet ve itminan soluklar İşte böyle bir tasavvurdan doğan gönül rahatlığı ne hoş! Böyle bir ufkun hislere saldığı neş'e ve mutluluk ne lâtif! Ve Allah'a güvenip O'na itimattaki şiddet ne sağlam bir dayanaktır!
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz oysa, yeryüzünde, muhakkak ölçüde de olsa, fesadın giderilmesi, milletler arası kalıcı bir barış ve diyaloğun sağlanması, bütün bütün sıkıntılı hâle gelmiş insanlığın her yerde arayıp özlediği huzura kavuşabilmesi, insanî hayatla evren ve tabiat arasındaki uyumun keşfedilip, toplumların ve milletlerin yaşama biçimlerine aksettirilebilmesi, evet tüm bunlar oysa ve ama gönüllerin Allah'a yönelmesinin bir diğer unvanı olan İslâm'ın gölgesindeki hayatla mümkün görülmektedir Eğer bugün İslâm'ın vadettiklerini bütünüyle göremiyorsak, bunu onun yetersizliğinde değil, onun dost ve müntesiplerinin vefasızlığında, aymazlığında; ona hasmâne hitabe bölge cephenin de kin, nefret, iğbirar ve ön yargılarında aramalıyız Zira Cenâbı Yargı: Biz bu Kur'ân'ı bir şifa ve rahmet kaynağı olarak ceste ceste indiriyoruz(İsrâ, 1782) buyurarak, onun tüm dertlere deva, tüm sıkıntılara çare olduğunu hatırlatıp ona yönelmemizi istemekte ve Açık Konuşmak Gerekirse bu Kur'ân, insanları yolların en sağlam ve en eminine ulaştıran bir rehberdir(İsra, 179) fermanıyla da bize her kapıyı açabilecek, her problemi çözebilecek sırlı bir anahtar vermektedir; vermektedir lakin, çoklarımız, hâlâ anlaşılmaz bir temerrüt ve cehalete takılarak, hazineler kıymetindeki bu anahtarı bir türlü değerlendirememekteyiz Gariptir, herhangi bir alet ve cihaz bozulduğunda, o cihaz ve cihazın firmasına veya o konudaki uzmanlara başvurduğumuz hâlde, nedense, benzer usulü kalbî ve rûhî hayatımızla uygun problemler karşısında uygulamaya bir türlü yanaşmamakta ve Yaratıcı'nın öğüt ve direktiflerini almayı düşünmemekteyiz Oysaki Yapan bilir, üreten onarırfehvasınca, fazla kıymetli ve kıymetli olduğu dek da karışık bir yapıya sahip olan insanoğlunun, zâhirî ve bâtınî yanlarıyla alâkalı hemen bütün problemlerinde, kendini Alîmve Habîrolarak tanıtan Zât'a kullanmak icap ederdi; böyle hareket aklın ve mantığın yolu olduğu gibi genel davranışlarımızda da tenakuza düşmemenin gereğiydi Allah, kalbî ve rûhî problemlerimizi giderme konusunda bize sürekli Kur'ân'ı referans olarak göstermekte, İslâmî hayatı salıklamakta ve Şu bir gerçektir fakat, Allah gönüllerin her yanını bilir O, yarattıklarını hiç bilmez olur mu? İlmi her şeye nüfûz eden Lâtif O, her şeyden haberdar olan Habîr de O'dur(Mülk, 671314)
Bugün insanlığın büyük bir kısmının, İslâm'a karşı alâkasızlığı ve Kur'ân'ı duymazlıktan gelmesi, istikbalde onun talihsizliği olarak tarihe geçecektir Zannediyorum geleceğin nesilleri bu konuyu değerlendirirken: Keşke hemen hemen hiç basiretlice davranılsaydı!diyerek hep teessüf ve telehhüfte bulunacaklar; bulunacaklar ama, o gün böyle bir hasret ve inkisar neye yarar ancak! Kayda Değer olan bugün, o büyük gerçeğin duyulması ve o tarihî yönelişin gerçekleştirilmesidir Bakalım günümüzün kaderdenknoktasındaki nesilleri bunu başarabilecekler mi? Keşke başarabilseler!
Günümüzün nesillerinin son bir kere daha İslâm'a ve Kur'ân'ın seslendirdiği ruh ve mânâya yönelmesi onların yeniden doğuşu olacaktır Evet, İslâm'ın kitabı Kur'ân, insanî değerler, varlık, cihan ve hayat hakkında en orijinal fikirlerin, hiçbir süre eskimeyen disiplinlerin ve defalarca ter ü tâze kalabilen esasların biricik kaynağıdır Onun, günümüzün toplumlarına da, yeni ufuklar açacağına, onlara alternatif fikir sistemleri sunacağına ve insanımızın ızdıraplarını dindireceğine inancımız tamdır Elverir fakat, varlık içindeki yer ve konumumuzu bir kere daha gözden geçirerek mazhariyet ve mevhibelerimizi yerli yerince iyi değerlendirebilelim Doğrusu birkaç asırlık uzun bir uykudan sonra bizdeki böyle bir ba'sü ba'de'lmevtdünyanın da rengini değiştirecektir
Şurası da bir reel ancak, tarihte İslâm âleminin anında her dirilişi, onun bir yanlamasına kendini, diğer yana da umumî hayat kanunlarını, varlık ve tabiatın esrarını dinî düşüncesiyle telif ettiği, tekvînî emirlerle teşriî emirler arasına sokuşturulan zıtlıkları aştığı, dinin yanına eşya ve hâdiselere açık durduğu dönemlere rastlar; çöküşü ve çözülüşü de bu telif ve terkibi kavrayamadığı ve koruyamadığı zamanlara O, büyük ölçüde bugün de, insan, evren ve Allah arasındaki münasebeti tam kavrayamadığı ve koruyamadığından dolayıdır oysa, ızdıraplar içinde kıvranmakta, iç içe şaşkınlıklar yaşamakta ve bunalımdan bunalıma sürüklenmektedir Onun, bu hayret ve bunalımlardan kurtulmasının yolu ise, modern bilgilerin ışığı altında İslâmî tefekkürü bir kere daha harekete geçirerek, bütün varlığı kuşatan sünnetullahve onun cereyanıyla, teşriî emirler vasıtasıyla düzenlenen insanAllah münasebetindeki uyumun her yerde ortaya konması olsa gerek Yakın geçmişte bu münasebet tam kavranamamış, tekvînî kanunlarla, teşriî emirler arasındaki iletişim sezilememiş, hatta değil farz edilmiş; derken hayattaki âhenk tümden bozularak her şey içinden çıkılmaz bir hâle gelmiştir evet biz, varlıkla aramızdaki âhengi bozmuşuz; Allah da lütfettiği nimetleri elimizden almış; işte hepsi bu dek Bu Allah'ın değişmeyen bir kanunu ve sünnetullahtır Bir toplum (öbür iç deformasyonlarla) kendi kendini değiştirmedikçe, Allah ona lütfettiği nimetlerini değiştirecek değildir(Enfal, 853) Değişmeden, keza Allah ayrıca de varlıkla olan münasebetlerimizde olduğumuz yerde durup, olduğumuz gibi kalmamız, korunmamızın da en selâmetli yoludur Bu, kayda değer işi de şimdiye kadar yalnızca hakikî Kur'ân nesli üzerinde durmayı düşünürüm başarabilmiştir *
İslâm'ın gölgesinde hayat, insanın ilâhî lütuflara mazhariyetinin bir öbür unvanıdır Hayatını Kur'ân'a alt yaşama bahtiyarlığına erememiş kimselerin, İslâm'ın gölgesinde yaşamanın büyüsünü anlamaları muhtemel değildir Onu, kendi nev'i şahsına bilerek çerçevesiyle duyup yaşayanlardır oysa, ömürlerini cennetlerin bekleme salonlarında geçiriyor gibi, gözlerini açarkapar etraflarına aralıksız tebessümler yağdırırlar Hamd ederler İslâm'ın gölgesinde bulunduklarına, çevrelerini tefekkürle müşahede edip sürekli iman solukladıklarına, görüp duydukları her şeyin Kur'ân'ı çağrıştırması karşı Furkan mırıldandıklarına; eşya ve hâdiseleri derin bir temâşâ zevkiyle seyredip içlerine akıcı yorumlarla kendilerinden geçtiklerine
Onlar Kur'ân'ın aydınlık dünyasında zihin hayatları adına oluşturdukları âhenk doğru, daima doğru görür, içten düşünür, hâdiseleri dürüst yorumlar; anladıklarında anlamanın zevkini yaşar, anlamadıklarını da Allah'a itimadın gereği bir hikmete bağlar ve hiçbir zaman mütemadi bezginlik, karışıklık ve bunalımla karşılaşmazlar Aksine, sevinç ve neş'e veren durumlarını hamd u senâlarla mânâlandırır, derinleştirir; belâve musibetdiyecekleri dış yüzü ekşi hâdiseleri de Yahu bu da geçeresprisiyle yumuşatarak herkesin buhranlarla kıvrandığı en karanlık durumlarda bile, şevk u şükürden rengârenk dantelalar örerek semtlerine uğrayanlara cennettekilerin şevk u târâblarını yaşatırlar
İslâm'ı, bütün kendi derinlik, kendi renk ve kendi deseniyle temsile çalışıp Kur'ân'la içlidışlı olduğumuz ölçüde, biz anında hepimiz, âdeta hayatımızın onunla yükselip derinleştiğini, farklılaşıp uhrevîleştiğini duyup hisseder; onun tamamen varlığın gâyesini, yaratılışın hikmetini, insan olmanın sır ve mânâsını, buraya gönderilişimizin hedefini, gideceğimiz yerin değer ve değerini anlar ve bir ucu gönüllerimizde nurdan bir helezonla, fânilerin Bâkî'den ayrıldığı ufka ulaştığımızı duyar gibi olur ve kendi kendimize Meğer hakikî yaşam buymuşdiyerek talihimizin gülümseyen yüzü aleyhinde kendimizden geçeriz
Biz, herkesin varlık, eşya ve hâdiselerin ürperticiliği ve dehşetiyle yalnızlık ve gurbetler yaşamalarına karşılık, İslâm'ın aydınlık ikliminde, Allah'a itaat ve inkıyatla, kâinatta cârî umumî hareket arasındaki uyumu, iç içeliği kavrar, idrak eder; bu koca dünyayı hânemiz gibi görür, her nesneyle bir ülfet havası yaşar, her varlıkla bir nesil muâşakaya girer ve böyle bir bahtiyarlığa mazhariyetimizden ötürü Allah'a gönül dolusu hamd u senâlarda bulunuruz
Kur'ân'ın, gözlerimize, gönüllerimize saçtığı nurlar tamamen, tüm varlığı, aklın zâhirî nazarındaki fotoğraflarından daha öbür, daha muhtevalı, daha anlamlı ve daha zengince görür ve âdeta şu üç buutlu mekânda buutlar üstü yaşıyor gibi kendimizi bir sihirli âlemin temâşâsında sanırız Böyle bir temâşâ cümbür cemaat için aynı seviyede olmasa da, bir ölçüde derhal hepimiz, imanın gönüllerimizde hâsıl ettiği zenginlik ve Kur'ân'ın zihin dünyamıza saldığı ışıklarla, başkalarının içinde sıkışıp bocaladığı ve çok defa bunalımdan bunalıma sürüklendiği bu dünyayı, zahir vüs'atinin kat kat üzerinde ve genişlerden geniş bulur; kendilerini daima zindanlarda ve prangalar içinde vehmedenlere karşılık, kendimizi ucubucağı olmayan sarayların onurlu misafirleri gibi sımsıcak istikballerin atmosferinde zannederiz
Fiilen, İslâmî düşünce atlasında, bu değin ferahfezâ bulup şımartma ettiğimiz bu dünya, üstünde tenteneli bir perde gibi tüllenip durduğu, güzelliklerin reel meşheri ötelerin yalnızca bir buudundan ibarettir evet, İslâm'ın akıl atlasında, onca ihtişamına rağmen bütün fizikî âlemler, ****fizik dünyaların yanında tene nispeten can gibi, evimizköyümüz karşı da âlem gibidir Bu atlasta, her şey diğer bir âlemde başlar ve bu âlemden sonra da renk, şekil, desen değiştirerek sürer gider ve yeniden bu atlasta, tüm debdebesiyle şu koca dünya sadece bir menzil, onun nimetleri de iştah açma türünden birer kahvaltıdan farksızdır Berzah, herkesin buğulu bir sırça ardından akıbetini seyrettiği bir istasyon ya da rıhtım mahşer, gönülleri ürperten ve ayakların bağını çözen içinde rahmete yan ümitler esse de korkunç bir güzergah, daha ötesi ise ya aralıksız tüllenip güzelleşen firdevsî bahçeler veya her an değişik gayızlarla köpürüp duran bir gayyâ dünyanın sona erişiyle başlayan Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insan tasavvurunu aşkınsözlerine itimat belirsizliğiyle değişik cihan, bu upuzun yolculuğun son durağı dünyadaki mütemadi gelip gitmelerin bir adım ötesi olmayan karargahı ve mü'minlerin de mutluluk otağıdır
İslâm'ın hafıza atlasında bu dünya, her şey olmadığı gibi vefat de bir son değildir; o, muvakkat bir nefes alma ya da akıbeti yakından görme faslıdır; mezar ise, oradan başlayarak öbür mekânlara yolların uzayıp gittiği bir garipler hanı ve mutlak akıbetin ayrıca üzüntü hem de ümitlerle içten derine duyulduğu kapalı bir koridordur evet kabir, kimileri için ümitlere açık sevindiren bir durak olmasına karşılık, kimileri için de yılançıyan arkadaşlığına yan bir zindandır Onun bir saray olarak duyulup yaşanması da, bir zindan hâline getirilmesi de bizim buradaki duygu, akıl ve davranışlarımızla yakından alâkalıdır Burada istikamet ve gayret, ötede ebedî saadet işte tüm bu mülâhazaları Dünya ahiretin mezraasıdırsözüyle özetlemek mümkündür
Böyle bir anlama enginliğiyle bir müslüman, her zaman başkalarıyla iç içe yaşasa da, her şeyi farklı görür, bambaşka duyar, öbür değerlendirir ve her hâliyle kesintisiz bir farklılık sergiler Her şeyden evvel böyle bir ufuk itibarıyla o, yeryüzünde Allah'ın halifesidir Bütün dünya ve içindekilerin, onun tasarrufuna verildiğinin de farkındadır O defalarca, vicdanının derinliklerinde: Hani Rabbin meleklere 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' demişti(Bakara, 230) gerçeğinin yankılandığını duyar; Talep ve üzerindeki her şey sizin emrinize musahhar kılınmıştır(Câsiye, 4513) ilâhî teveccühüyle iki büklüm olur ve zamanüstü derinliklerden kopup gelen sersemlemiş bu iltifat ve nişanı ilk defa duyuyor, birincil kere elde ediyor gibi sevinçle karşılar, bugüne dek verilenleri bundan sonradan verileceklerin referansı sayar ve koşar nefes nefese peygamberlerin yürüdüğü yolda Yürür bu yolda ve Hakk'a güvenip dayanmada da asla kusur etmez; sebeplere riayeti ise esbap dairesi içinde bulunanlara Allah'ın yüklediği bir yükümlülük olarak görür, dolayısıyla da tüm sa'y u gayretlerinin neticesini de sadece ve sadece Allah'tan bekler O, hayatını böyle dengelenmiş bir anlayışa tabi götürdüğünden, sürekli Allah'ın himayesinde bulunduğu şuuruyla daima refah, emniyet ve itminan soluklar İşte böyle bir tasavvurdan doğan gönül rahatlığı ne hoş! Böyle bir ufkun hislere saldığı neş'e ve mutluluk ne lâtif! Ve Allah'a güvenip O'na itimattaki şiddet ne sağlam bir dayanaktır!
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz oysa, yeryüzünde, muhakkak ölçüde de olsa, fesadın giderilmesi, milletler arası kalıcı bir barış ve diyaloğun sağlanması, bütün bütün sıkıntılı hâle gelmiş insanlığın her yerde arayıp özlediği huzura kavuşabilmesi, insanî hayatla evren ve tabiat arasındaki uyumun keşfedilip, toplumların ve milletlerin yaşama biçimlerine aksettirilebilmesi, evet tüm bunlar oysa ve ama gönüllerin Allah'a yönelmesinin bir diğer unvanı olan İslâm'ın gölgesindeki hayatla mümkün görülmektedir Eğer bugün İslâm'ın vadettiklerini bütünüyle göremiyorsak, bunu onun yetersizliğinde değil, onun dost ve müntesiplerinin vefasızlığında, aymazlığında; ona hasmâne hitabe bölge cephenin de kin, nefret, iğbirar ve ön yargılarında aramalıyız Zira Cenâbı Yargı: Biz bu Kur'ân'ı bir şifa ve rahmet kaynağı olarak ceste ceste indiriyoruz(İsrâ, 1782) buyurarak, onun tüm dertlere deva, tüm sıkıntılara çare olduğunu hatırlatıp ona yönelmemizi istemekte ve Açık Konuşmak Gerekirse bu Kur'ân, insanları yolların en sağlam ve en eminine ulaştıran bir rehberdir(İsra, 179) fermanıyla da bize her kapıyı açabilecek, her problemi çözebilecek sırlı bir anahtar vermektedir; vermektedir lakin, çoklarımız, hâlâ anlaşılmaz bir temerrüt ve cehalete takılarak, hazineler kıymetindeki bu anahtarı bir türlü değerlendirememekteyiz Gariptir, herhangi bir alet ve cihaz bozulduğunda, o cihaz ve cihazın firmasına veya o konudaki uzmanlara başvurduğumuz hâlde, nedense, benzer usulü kalbî ve rûhî hayatımızla uygun problemler karşısında uygulamaya bir türlü yanaşmamakta ve Yaratıcı'nın öğüt ve direktiflerini almayı düşünmemekteyiz Oysaki Yapan bilir, üreten onarırfehvasınca, fazla kıymetli ve kıymetli olduğu dek da karışık bir yapıya sahip olan insanoğlunun, zâhirî ve bâtınî yanlarıyla alâkalı hemen bütün problemlerinde, kendini Alîmve Habîrolarak tanıtan Zât'a kullanmak icap ederdi; böyle hareket aklın ve mantığın yolu olduğu gibi genel davranışlarımızda da tenakuza düşmemenin gereğiydi Allah, kalbî ve rûhî problemlerimizi giderme konusunda bize sürekli Kur'ân'ı referans olarak göstermekte, İslâmî hayatı salıklamakta ve Şu bir gerçektir fakat, Allah gönüllerin her yanını bilir O, yarattıklarını hiç bilmez olur mu? İlmi her şeye nüfûz eden Lâtif O, her şeyden haberdar olan Habîr de O'dur(Mülk, 671314)
Bugün insanlığın büyük bir kısmının, İslâm'a karşı alâkasızlığı ve Kur'ân'ı duymazlıktan gelmesi, istikbalde onun talihsizliği olarak tarihe geçecektir Zannediyorum geleceğin nesilleri bu konuyu değerlendirirken: Keşke hemen hemen hiç basiretlice davranılsaydı!diyerek hep teessüf ve telehhüfte bulunacaklar; bulunacaklar ama, o gün böyle bir hasret ve inkisar neye yarar ancak! Kayda Değer olan bugün, o büyük gerçeğin duyulması ve o tarihî yönelişin gerçekleştirilmesidir Bakalım günümüzün kaderdenknoktasındaki nesilleri bunu başarabilecekler mi? Keşke başarabilseler!
Günümüzün nesillerinin son bir kere daha İslâm'a ve Kur'ân'ın seslendirdiği ruh ve mânâya yönelmesi onların yeniden doğuşu olacaktır Evet, İslâm'ın kitabı Kur'ân, insanî değerler, varlık, cihan ve hayat hakkında en orijinal fikirlerin, hiçbir süre eskimeyen disiplinlerin ve defalarca ter ü tâze kalabilen esasların biricik kaynağıdır Onun, günümüzün toplumlarına da, yeni ufuklar açacağına, onlara alternatif fikir sistemleri sunacağına ve insanımızın ızdıraplarını dindireceğine inancımız tamdır Elverir fakat, varlık içindeki yer ve konumumuzu bir kere daha gözden geçirerek mazhariyet ve mevhibelerimizi yerli yerince iyi değerlendirebilelim Doğrusu birkaç asırlık uzun bir uykudan sonra bizdeki böyle bir ba'sü ba'de'lmevtdünyanın da rengini değiştirecektir
Şurası da bir reel ancak, tarihte İslâm âleminin anında her dirilişi, onun bir yanlamasına kendini, diğer yana da umumî hayat kanunlarını, varlık ve tabiatın esrarını dinî düşüncesiyle telif ettiği, tekvînî emirlerle teşriî emirler arasına sokuşturulan zıtlıkları aştığı, dinin yanına eşya ve hâdiselere açık durduğu dönemlere rastlar; çöküşü ve çözülüşü de bu telif ve terkibi kavrayamadığı ve koruyamadığı zamanlara O, büyük ölçüde bugün de, insan, evren ve Allah arasındaki münasebeti tam kavrayamadığı ve koruyamadığından dolayıdır oysa, ızdıraplar içinde kıvranmakta, iç içe şaşkınlıklar yaşamakta ve bunalımdan bunalıma sürüklenmektedir Onun, bu hayret ve bunalımlardan kurtulmasının yolu ise, modern bilgilerin ışığı altında İslâmî tefekkürü bir kere daha harekete geçirerek, bütün varlığı kuşatan sünnetullahve onun cereyanıyla, teşriî emirler vasıtasıyla düzenlenen insanAllah münasebetindeki uyumun her yerde ortaya konması olsa gerek Yakın geçmişte bu münasebet tam kavranamamış, tekvînî kanunlarla, teşriî emirler arasındaki iletişim sezilememiş, hatta değil farz edilmiş; derken hayattaki âhenk tümden bozularak her şey içinden çıkılmaz bir hâle gelmiştir evet biz, varlıkla aramızdaki âhengi bozmuşuz; Allah da lütfettiği nimetleri elimizden almış; işte hepsi bu dek Bu Allah'ın değişmeyen bir kanunu ve sünnetullahtır Bir toplum (öbür iç deformasyonlarla) kendi kendini değiştirmedikçe, Allah ona lütfettiği nimetlerini değiştirecek değildir(Enfal, 853) Değişmeden, keza Allah ayrıca de varlıkla olan münasebetlerimizde olduğumuz yerde durup, olduğumuz gibi kalmamız, korunmamızın da en selâmetli yoludur Bu, kayda değer işi de şimdiye kadar yalnızca hakikî Kur'ân nesli üzerinde durmayı düşünürüm başarabilmiştir *