Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

İstanbul'un Fethi Ve Avrupa Ticari Faaliyetlerine Etkisi

İstanbul'un Fethi Ve Avrupa Ticari Faaliyetlerine Etkisi
0
71

ahmet0135

FD Üye
Katılım
Nis 13, 2018
Mesajlar
3,764
Etkileşim
87
Puan
48
F-D Coin
0
İstanbul'un Fethi Ve Avrupa Ticari Faaliyetlerine Etkisi istanbulun fethinin avrupaya etkisi istanbulun fethinin avrupaya etkileri gelişimi Osmanlı Devleti’nin uzun dönemde gerileyişinin sebepleri üstünde durulurken yaygın bir kanaat olarak okul kitaplarına dek inen Osmanlıların ticarete uyarınca önem vermeyişleri zikredilir Osmanlı Türklerinin fetih ve cengâverlikle, devlet idaresiyle ilgilendikleri, bu iki sahanın dışındaki işleri kendilerine değerinde görmedikleri, sanat ve ticareti sıkıntılı ve hakir gördükleri, bu tür faaliyetleri gayrimüslimlere bıraktıkları, yabancı devletlerle imzalanan ticaret anlaşmalarının her zaman tek taraflı işlediği, Türklerin imparatorluk sınırları dışına çıkmadıkları, enerjilerini ticaretin geliştirilmesine sarf etmedikleri, ticaretin onların düşünce dünyalarında herhangi bir yer işgal etmediği, ticaretle ilgili kararlarında yanıldıkları ve ticaret yollarındaki değişmenin farkında olamadıkları gibi düşünceler ile Osmanlının ticaretten uzaklığı vurgulanır Bu görüşler Batı müelliflerinin ortaya attığı, ancak bizde de benimsenen bir tezdir Ne var ama gerçeği yansıtmaktan uzaktır Zira altı yüz yıllık hükümranlık serüveninde milletlerarası dengelerde laf sahibi olmuş bir devletin bu başarısını sadece siyasi ve askeri alanda gösterdikleri performans ile izah etmek muhtemel değildir Bu başarı büyük bir iktisadi ve ticari güç ile aralıksız beslenmiştir Osmanlı, iyi bir asker ve idareci olduğu değin her işin altından kalkan bir tüccardır aynı zamanda Tüccar, toplumda bir kısım askeri zümre mensuplarından daha yüksek bir konuma ve prestije sahip idi Bu koşul bile kendi başına Osmanlının ticarete verdiği önemin bir ifadesidir Zaten yöneticiler, tüccarların Osmanlı iktisadi düzeni içinde manâlı fonksiyonları yerine getirdiklerinin de farkında olan idiler Bu sebeple tüccarlara geniş hareket özgürlüğü sağlanıyordu Osmanlı'da ticaret küçümsenen ve hor görülen bir etkinlik yok, tersine övülen bir etkinlik idi Osmanlı ücret sisteminde ticari sektörden daha eksik vergi alınıyordu Tüccar himayeye mazhardı Osmanlı devlet teşkilâtına dair eser yazar Ricaut da Türker’in tüccarların arılar gibi çalışarak kovana bal getirdikleri için himayeye değerinde olduklarını söylediklerini kaydeder Tüccarın himayeye mazhariyetinin ve ticarete gösterilen olumlu bakışın arkasından Osmanlı iktisadi dünya görüşünün iki kayda değer prensibi bulunuyordu Bunlardan birincisi “ibadullahın terfihi ahvalleri yani halkın refahının artırılması idi Çünkü Osmanlı sultanları ibadullaha Allah 'ın bir emaneti olarak bakıyorlardı Dolayısıyla ticaret batılı merkantilist politika uygulayan ülkelerde görüldüğü gibi kendi başına bir gaye değil, bir vasıta olarak telakki ediliyordu Bu sebeple halkın refahının artırılması gayesiyle ülke içinde piyasalarda olası olduğunca bol, nitelikli ve ucuz mal bulundurulmasına çalışılıyordu Öteki bir prensip, devlet gelirlerinin en yüksek düzeye çıkarılması idi Devlet ticareti, hem gelirini ve dolayısıyla somut gücünü, ayrıca de genel refaha olan katkıları ile de manevi gücünü artırmanın bir vasıtası gördüğü için sürekli himaye ediyordu Osmanlı'da ticarete bahşedilen önemin göstergelerinden biri de Osmanlı maliyesinin gücünün ticari ve ekonomik gelirlerden beslenmiş olması idi 1512 yılında yalnız Bursa 'da ipek ticaretinden alınan ve merkezi hazineye giden gümrük geliri 43000, 1562 yılında Şam 'a getirilen baharattan alınan gümrük resmi ise 110000 düka altın idi 1527 yılında 277 milyon akçe olan merkezi devlet bütçesi içinde, yalnız Bursa ve Şam'ın bu iki gümrük vergisi kaleminden aldığı aidat gelirinin 7,5 milyon akçenin üzerinde olması (1 Venedik dükası 50 akçe hesabıyla) yani bütçe gelirlerinin % 2,7’sini teşkil etmesi ticaretin Osmanlı maliyesindeki ağırlığını göstermektedir Iş bölümünün gelişmişliği piyasalar ın genişliğini açıklayan bir kıstastır Gelişmiş bir meslek bölümü mutlaka yoğun bir ticari faaliyeti gerekli kılar Biri diğeriyle paralel bir şekilde gelişir veya daralır Yapılan bir resmigeçitte İstanbul 'da 735 çeşit esnaf birliğinin katılması Osmanlı'da iş bölümünün Batıyla kıyaslanmayacak derecede ne denli geliştiğini gösterir 17 yüzyılda İstanbul'da yaklaşık 1100 esnaf birliğine alt 25000 dükkan bulunuyor ve bu işyerlerinde ressam, kalfa ve çırak olarak toplam 80000 kişi, sıradan ise 3–4 kişi çalışıyordu bundan başka Batı dünyasının en büyük şehri olan Paris 'te 1313 yılında yalnızca 157 çeşit zanaat loncası bulunuyordu Osmanlının ticarete gösterdiği teveccühün bir başka göstergesi ticari daha aşağı inşa yatırımlarıdır Devlet, yalnızca tüccarı ve ticareti himaye etmekle kalmamış, zorunlu alt inşa yatırımlarına da gereken önemi göstermiştir Ilk Önce sultanlar almak üzere Osmanlı yöneticileri bu yatırımlara yakın alaka duymuşlardır Orhan Gazi Bursa 'yı aldığı zaman ilk yaptığı faaliyetlerden biri Bedesteni inşaa etmesiydi Fatih İstanbul 'u fethettikten sonradan 118 büyük dükkândan ve civarda 984 ticarethanesi yer alan bugünkü Kapalıçarşı'yı inşaa etmiştir Balkanlarda Filibe, Saraybosna, Üsküp ve Selanik gibi Osmanlı şehirlerinin hemencecik hepsinin büyük bedestenleri var idi Evliya Çelebi Sivas 'ı anlatırken 1000 dükkânlı büyük bir bedesteni olduğundan söz eder Seyyahımız Konya 'da 1900 dükkânın, 26 bekâr hanının, Kayseri 'de iki bedestenin bulunduğunu anlatır Ülkeyi baştanbaşa saran han, mahzen, kervansaray, kapan ve kapalı çarşılar gibi ticari müesseselerin yanına açıklanmış aralıklarla kurulan panayırlar baştan sona yoğun bir ticari mübadele hüküm sürüyordu Bir kısmı günümüze intikal eden, bir kısmının da kalıntılarına rastladığımız ticaret yolları üzerine kurulu han ve kervansaraylar uzun mesafe ticaretinin gelişmesi maksadıyla inşaa ediliyor ve bu yolların güvenliği de derbentçi adı verilen benzeri askeri bir teşkilât göre sağlanıyordu Osmanlı sultanlarının, ülkede ticari faaliyetlerin azamileştirilmesi yönünde müracaat ettikleri politikalardan biri de tüccar ve zanaatkârlar zümresini öncelikle İstanbul almak üzere büyük Osmanlı kent merkezlerine toplamasıdır Fetihken sonra Bursa 'dan İstanbul'a zengin tüccarların gelip yerleşmesi sağlanmış, 1477 yılında Kefe 'den 267 varlıklı tüccar ailesi İstanbul'a getirilmiştir Yavuz, Kahire ve Tebriz 'den çok sayıda ilim adamı, tüccar ve zanaatkârı İstanbul'a getirmiş idi İspanya 'da Katolik taassubundan ve engizisyon zulmünden kaçan Yahudilere kucak açılması da nedensiz değildir 1535 yılında bu göç bir uçtan bir uca Selanik ’te Yahudi ailesinin sayısı 8070'i buluyordu Bu sayede Selanik, devletin en zengin ve hareketli merkezlerinden biri haline gelmiş idi Devletin coğrafi konumu da bölgesel ve milletlerarası ticaretin gelişmesinde kayda değer rol oynamıştır Doğu ülkeleri ile Batı ülkeleri arasında bir köprü görevi görüyordu Özellikle Doğudan Batıya dışarı giden büyük milletlerarası ticaret yollarının Osmanlı ülkesinden geçmesi ticari mübadele hacmini geniş tutuyordu Osmanlılar bu kullanışlı coğrafi konumdan en fazla ölçüde faydalanmaya çalışıyorlardı Selçukluların uyguladıkları hür ticaret politikalarını Osmanlılar da tıpkı uygulamışlardır İstanbul uluslararası bir ticaret merkezi hüviyetine bürünmüş idi Dünyanın her tarafından buraya mülk geliyor ve benzer yoğunlukta mal çıkışı yapılıyordu İstanbul bir mide şehir halkı olduğu dek bir antrepoydu aynı zamanda İstanbul'un yanında İzmir, Antalya, Alaiye, Trabzon, Kefe, Akkerman ve Selanik gibi kıyı kentlerin yanına Edirne, Bursa, Halep, Şam, Erzurum gibi kentler dış ticarete yönelik merkezler idiler Evliya Çelebi Trabzon'u anlatırken deniz ve kara aracılığıyla Ozakof, Kazakistan, Mingrelia, Çerkezistan, Abaza ve Kırım ile ticaret yapan tüccarlarından laf eder ve bunların şehir sakinleri içerisinde bir zümre teşkil ettiğini belirtir Çalışmalar çoğu Osmanlı ticaret gemilerinin Darı, Kuzey Afrika, Kuzey Karadeniz'de ticari seyahatlere çıktıklarını, XVIXVII yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde Hindistan ve Çin ile ticaret yapan zengin bir tacir sınıfın bulunduğunu göstermektedir Uluslararası ticaretin gelişmesinin bir aracı olarak tanıdık olmayan tüccarlara imtiyazlar tanınıyordu Kapitülasyon adı bahşedilen ayrıcalıkların arkasında öncelikle ülkeye tanıdık olmayan tüccarı çekme kaygısı yatıyordu Uygulanan kapitülasyon politikası ile üç esas gaye gerçekleşmiş oluyordu Bunlar; ülke üretiminin gereksinim fazlasına talep meydana getirmek, iç piyasada talep edilen tanıdık olmayan malların girişini karşılamak ve gümrük vergisi edinmek idi Ayrıca, Avrupa 'da müttefik ülke sayısının artması ve bu ülkeler arasında rekabetin oluşturulması gibi bir takım siyasi kazanımlar da elde ediliyordu Kapitülasyonların verilmesinin bir diğer yönü de, milletlerarası yeni ticaret yollarının keşfi ile 16 yüzyılda okyanuslara kayma eğilimine giren Avrupa transit ticaretini Akdeniz'de tutma gibi bir amacı taşımasıdır Tanıdık Olmayan tüccarlara tanınan imtiyazlar sadece Osmanlının başvuru ettiği bir yöntem değildi Doğu ve Batı âleminin zaman zaman uyguladıkları bir yöntem idi Örneğin Memluklular Fransa tüccarlarına imtiyaz tanımış idi Osmanlılar bunu devam ettirdiler dahası Batıda İngiltere’nin Hansa birliğine yan şehir halkı devletlere tanıdığı ayrıcalıklar 16 asır sonuna kadar sürmüş idi Kapitülasyonların, ülkenin dış ticaretinde ödemeler bilânçosu açıklarına neden olduğu, iç imalatı ve üretimi baltaladığı, dış ticaret sahasından Türk tebaanın çekilerek yabancıların ve içerde azınlıkların egemenlik kazanmalarının özendirme edildiği yönündeki 18 ve 19 yüzyıllara ait gözlemler ve kanaatler erken dönemler için varit değildir Zira Bursa 'da Türk tüccarlar kadar Darı, İran, Venedik ve Fransa ile ticaret yapan büyük firmalar kurulması ve bu alana büyük paraların yatırılmış olması Osmanlıların uluslararası ticârette rol almadıkları iddialarını geçersiz kılmaktadır Yine Kefe 'ye ait ticari istatistikler Türklerin uluslararası ve bölgeler arası ticarette etkin rol aldıklarını göstermektedir Venedik’te bir Türk ticâret merkezinin bulunması ve bu merkezin başlarda sadece Müslüman Türkler’e devir edilmesi, bir takım İtalyan şehirlerinde iş yapan Türk tüccar ve esnafına rastlanması, Ankara ’dan sof ve muhayyeri alıp Dubrovnik ve öteki batı ülkelerine pazarlayan tüccarların bulunması, Ankona’dan (İtalya ’nın Kuzeyi) ithalat yapan Müslüman Osmanlı tüccarlarının görülmesi, Hindistanlı tüccarlar ile ortaklık kuran Galata tacirlerinin varlığı Türklerin dış ticârette yalnız yabancılara ve azınlıklara dayanmadığını göstermektedir Benzer şekilde kapitülasyonların erken dönemlerde iç imal üstünde negatif etkileri görülmemekte idi İnalcık öğretmen, kapitülasyonlara rağmen iç imalat ve üretimin tanıdık olmayan mallara karşı uzun süre başarıyla rekabet ettiğini, ithal malların yünlü bez, madenler ve kâğıt gibi bir kaç kaleme inhisar ettiğini, yok edici rekabetin oysa Batıda sanayi inkılâbı ortaya çıktıktan sonra 19 yüzyılın ortalarına doğru görüldüğünü belirtir Gerçekte iktisadi hayatı etkileyen, işsizliği artıran, imalatı yavaşlatan ve üretimi düşüren en manâlı öğe kapitülasyonlar değil, yabancı tüccarların piyasadan çekilmiş olmalarıdır Tanıdık Olmayan tüccarların piyasadan çekilmesinde uluslararası ticaretin yön değiştirmesinin rolü bulunuyordu Ümit Burnu 'nun keşfi ile Doğu ticareti, Hint okyanusu ve Atlantik'e kayıyor, Amerika 'nın keşfi ile de bu kıta ile büyüyen oranda ticaret gelişiyordu Dolayısıyla Akdeniz bütün direnmelerine karşın eski önemini zamanla kaybedecektir Bu gelişmeler sadece Osmanlıyı etkilemeyecek Ortaçağ her tarafında Avrupa 'nın sınaî ve ticari merkezi olan İtalya 'yı ve Kuzey Almanya'nın Hansa şehirlerini etkisi altına alacaktı Osmanlıların, Mısır, Bağdad, Basra ve Aden 'in fethi ve Hint denizine düzenlediği seferler ile dünya ticâret yollarındaki değişmenin YakınDoğu üzerindeki yok edici etkilerini ortadan kaldırmak için uzun süre çaba ettiğini biliyoruz Transit ticareti baştan Yakındoğuya yöneltmekte başarı sağlanmış ve 16 yüzyılın başında kesintiye uğrayan transit ticâret, yüz yılın ortalarından itibaren tekrar canlandırılmış idi XV yüzyılda Avrupa 'da ticari faaliyetlerin gerilemesinde Osmanlı fütuhatının, İstanbul 'un zabtının, Hıristiyan tacirlere gösterilen husumetin menfi etkisi olduğu, karayoluyla Hind ve Çin ticâreti yapmanın imkanı kalmadığı, bu sebeple bir deniz yolu aranmasına gidilerek Hind deniz yolunun ve Amerika 'nın bulunmasına neden olduğu yönündeki fikirler de gerçeği yansıtmaktan uzaktır Batıda atılan bu fikirlere yeniden batılı bilim adamları karşı çıkmaktadır Avrupa İktisat Tarihi adlı eserin sahibi Herbert Heaton keşiflerden önce Şark mallarının Avrupa'da eksilmediğini ve biber fiyatının da düştüğünü belirtir Konu hakkında Fuad Köprülü uzun mütala’alar yürüterek iddianın yanlışlığını ortaya koymuştur Ortaçağ Avrupa ’sına bakıldığında 1348 yılında ortaya çıkan Kara Veba felaketi nüfusun dörtte birini değil etmiş, nüfusta azalmanın da etkisiyle imal ve ticaret hacmi eskisi gibi büyüyememiştir 1453 yılında İstanbul Türklerin eline geçmekle birlikte 1450’lerden itibaren Avrupa'da ekonomik toparlanma görülecektir İstanbul'un fethi bir kesintiye sebep olsaydı idareli toparlanma yerine düşüş olurdu 15 yüzyılın önemli bölümünde duraklayan ihracat, 1500 lerde 14 yüzyılda ulaştığı en yüksek noktaya erişecektir 1433 yılında Otuz Sene Savaşlarının sona ermesi, Fransa 'yı içerde toparlanmaya ve Doğu Akdeniz'de olmak üzere dış ticarete yönelmesine imkân sağlamış, 1485 yılında İki Gül Savaşı'nın sona ermesi İngiltere 'ye barıştırma getirmiştir Avrupa'nın hızlanan ticaretinde Portekiz gemilerinin Hindistan'a ulaşmasından önce geniş bir pazar haline gelen Anvers'in yanına Lyon, Cenevre, Amsterdam, Lizbon, Londra ve Bristol da bulunuyordu Dolayısıyla deniz keşifleri tek başına bu toparlanmayı izahda yetersizdir ve deniz keşiflerinin etkileri büyük ölçekli olmayacak dek yavaş olmuştur Zira Afrika, Doğu ve yeni Dünya ile yapılan ticaret Avrupa içi ticârete göre sınırlı kalmıştır 18 yüzyılda bile bölgeler arası ticaret Avrupa ürünlerine çok ağırlıklı bir şekilde dayanmaktadır Belli Başlı itici zor Avrupa'nın içindeki icatlar ve iyileştirmelerden gelmektedir Osmanlı ticaret politikalarından ithalatın serbest, ihracatın gerektiğinde kısıtlanması durumu akla şu soruyu getiriyor; Osmanlı ödemeler dengesi öyleyse sürekli açık veriyordu Bu sorunun Doğu için kısmen doğruluğu vardır Fransız tarihçi Braudel'in de dikkat çekici ettiği gibi Akdeniz bölgesinin Doğu ile yaptığı ticarette, ödeme açığı verdiği ve bu açığı Sudan ve Fas yoluyla Afrika'dan sağlanan altın ihracıyla finanse ettiği bilinmektedir Osmanlılar Doğu ile olan ticaretlerinde açık vermemek için değişik tedbirlere başvuruyordu Bu tedbirlerden biri Osmanlı ülkesine mülk ile gelen tüccarın ülkesine yeniden mülk ile dönmesi ilkesi idi Bu ilkenin korunmasına uyarı edilmiştir Mühimme defterlerinde Doğu'dan gelen tüccarın bu ilkeye uymayarak para ile dönmek istediği, oysa buna müsaade edilmediğine dair bol örnekler bulunmaktadır Ama Osmanlının Batı ile olan ticaretlerinde uzun süre açık vermediğini biliyoruz The Levant Company'nin kayıtlarına bakılırsa kumpanyanın birincil yıllarında Osmanlı ile ticarette denge sağlanmış, ama bazan açık verilmiş ve bu açıklar nakdi olarak ödemek zorunda kalınmış idi 17yüzyılın ortalarında durum değiştirilmiş, Osmanlı dış ticâret rakamları kumpanya lehine açık vermiştir Ancak genel itibariyle 18 yüzyılın ortalarına dek Osmanlı dış ticareti fazla vermeye devam etmiştir Hatta Osmanlı sanayisine bakılırsa 18 yüzyılın sonuna gelinceye dek iç pazar ihtiyacının ötesinde tanıdık olmayan ülkelere ihracat yapabilecek derecede idi Mesela bu tarihte ülkenin ihtiyaç duyduğu esas pamuklu ve ipek mamulât kendi üretimiyle tedarik edildiği gibi, bu maddelerden oldukça ihracat da yapılıyordu Bu konuda Fransa ile Osmanlı dış ticaret rakamları bizi aydınlatmaktadır Masson'a tarafından 1788 yılında Fransa Osmanlı'dan 2,3 milyon livre kıymetinde pamuklu kumaş, pek ağır gümrük vergilerine karşın 1789'da 187000 livreye ulaşan ipekli mensucat ithal etmiştir Aynı yıllarda Osmanlı'ya ihraç edilen pamuklu bezin kıymeti senede 42000 livreyi aşmamıştır Osmanlının değiştirmeye çalıştığı bir uzun dönemli trendden (akıntı) söz etmek gerekir Osmanlının kuruluş yılları bu trendin Müslüman Yakın Doğu ile Batı aralarında oluşmaya başladığı döneme tekabül eder 13 ve 14 yüzyıllarda mübadelenin yapısında, mülk bileşimi ve vasıtalarında ortaya meydana çıkan değişme keskin bir şekilde görülür Hatta bu değişme 12 Yüzyıla dek indirilebilir Avrupa bu döneme kadar İslâm dünyasının talep edebileceği fazla az şeye sahipti Avrupa'nın Doğu'ya ihracatı esir ve değerli madenlerden ibaretti Doğu Akdeniz ise Avrupa'nın yüksek sınıflarının talep ettiği mamul malları ihraç ediyordu Batı dünyasının Müslüman Yakındoğu'dan ve diğer Doğu dünyasından iktibas ettiği teknoloji ve organizasyon şekilleri sayesinde bu inşa değişime uğrar Daha önce esir, kereste, demir vb ham maddeler karşılığında Yakındoğu'dan satın aldığı madeni eşya, tekstil, cam, sabun, kâğıt gibi sınaî malları artık kendisi üretim etmeye ve Yakındoğu'ya satmaya, karşılığında hammadde almaya başlar Avrupa bundan böyle satış için yeni mallara sahipti Batı'nın ihracatı zamanla tamamlanmış, ya da mamul mallardan ibaret olmaya başlarken, İslâm dünyası Avrupa'ya ipek ve baharat yanında Anadolu 'dan çiğ şap ile Kuzey Afrika 'dan ham yün ve hububat sağlıyordu Sektörel ve yöresel farklılıklar görülse de uzun süreden beri devam eden bu değiştirme trendi Osmanlı Devleti’nin doğduğu yıllarda oldukça netleşmiş idi Osmanlı kendisini böyle bir trendin içinde buldu Osmanlılar bu trendi edilgen bir şekilde kabul etme yerine başkalaşmak için mücadele ettiler ve tedrici bir surette değiştirmeye başladılar Rumeli ve Anadolu 'da açık pazar politikalarına son vererek daha etkin ve korumacı bir politika izlediler Bizans 'dan alınan bölgelerde İtalyanLatin nüfuzunu kırdılar, imtiyazlarını ortadan kaldırdılar Galata ve Kefe 'de Ceneviz hâkimiyetine son verdiler Karadeniz'i açık pazar olmaktan çıkararak Osmanlı iç pazarı haline getirdiler İthal edilen mallarda ücret yükü artırılan mallar dışında serbestîyi bozmadılar, iç pazar ihtiyacı karşılanmadan ihracata izin vermediler Bu durum yerli sanayiin gelişimine hammadde bolluğu meydana getirerek katkıda bulunmuştur Dış ticarette vergilendirmede Müslüman tebaa lehine düzenlemelere gidilerek, yabancılara % 5–7, yerli gayri müslimlere %3–4, Müslümanlara ise %2–3 gibi düşük gümrük tarifeleri uygulanmıştır Osmanlılar Batı ile Doğu aralarında oluşan bu trendi başkalaştırmak için gayret göstermelerine karşın buna muvaffak olamadılar 18 yüzyılın ortalarına değin meydana gelen değişmeler aleyhinde boyun eğmez Osmanlı, daha sonra Batıdaki süratli gelişmelere aleyhinde direnci zayıflamış, ama Batı'nın sömürgeleştirme ve sömürge tipi ticaret politikalarına alet olmamıştır  
 
858,497Konular
981,966Mesajlar
29,964Kullanıcılar
canbasSon üye
Üst Alt