iltasyazilim
FD Üye
İstiklal Marşı nasıl bestelendi
İstiklal Marşının bestelenme hikayesi
Yeni Türkiye Cumhuriyeti ’nin de bir ulusal marşı olmalıydı Daha Cumhuriyet kurulmadan İstiklâl Savaşı sırasında, Garp Cephesi Komutanlığı ’ndan bu istek doğmuştu Koşul, sonra Maârif Vekili olan Hamdullah Suphi ’ye havale edildi Böylece Türk milli marşı olarak İstiklâl Marşıadı ile yaptırılacak marşın hazırlıklarına girildi Beste ve güfte için beşer yüz lira hediye kararlaştırılarak genelge ve mektuplarla tüm yurda duyuruldu
Önce şiir seçilip sonradan beste yarışması açılacaktı Şiir yarışmasına yurdun dört bir yanından bütün 724 şiir gönderildi Komisyon bunlardan yedisini seçerek bastırdı ve meclis üyelerine dağıttı
Atatürk ’ün başkanlığında TBMM ’nin 12031921 günkü celsesinde Mehmet Akif Ersoy ’un şiiri tekrar tekrar okutturularak alkışlar arasında ulusal marş olarak bestelenmek üzere seçildi
Beste yarışması ise güfte kadar ilgi görmedi Bu da memleketin o zamanki musiki durumunu yansıtmaktadır Beste yarışmasına ama 24 besteci katılmıştı Bunlardan bazıları şunlardır:
Ahmet Cemalettin Çinkılıç, Ahmet Yekta Madran, Ali Rifat Çağatay, Asım Bey, Bedri Zabaç, Hasan Basri Çantay, H Saadettin Arel, İsmail Hakkı Bey, İsmail Zühdü, Kazım Uz, Lemi Atlı, Mehmet Baha Pars, Mustafa Sunar, Rauf Yekta, Saadettin Kaynak, Zati Arca, Akıllı Üngör
Güfte yarışması sonuçlandırıldıktan sonradan Anadolu ’daki savaş ayrıntılarıyla kızıştığı sıralarda beste yarışması ilgisini natürel olarak kaybetmiştir Buna karşın muhiti olan bestekârlar faaliyetten geri durmamışlar ve kendi bestelerini yaymaya uğraşmışlardır
O sıralarda Edirne ’de müzik öğretmeni bulunan Ahmet Yekta Madran, kendi marşını Edirne ve havalisinde yaymaya ve söyletmeye başlamıştır İzmir ’de müzik öğretmeni yer alan İsmail Zühdü de kendi marşını İzmir ve havalisi ile Eskişehir ’de yaymakta idi Ankara ’da da Akıllı Üngör ’ün marşı söylenmekte olup İstanbul ’da ise iki marş söylenip yayınlanmaktaydı Bunlar da İstanbul tarafında bir çok mekteplerde öğretmenlik yapan Zati Arca ’nın, Kadıköy tarafında ise Ali Rifat Çağatay ’ın bestesi söylenmekteydi
Bu durum birkaç sene böylece devam etmiş ve 1924 ’te Ankara ’da maârif vekaletinde toplanan bir kurul, Ali Rifat Çağatay ’ın marşını devlete ait marş olarak kabul ederek ilgili kurullar ile bütün okullara bildirmiştir Bu marş, 1924 ’cilt 1930 yıllarına kadar söylenip çalındıktan daha sonra 1930 sıralarında yeni bir emirle Riyaseti Cumhur Orkestrası şefi Akıllı Üngör ’ün bestesi ulusal marş bestesi olarak kabul edilmiştir Akıllı Üngör, İstiklâl Marşı ’nın besteleniş hikayesini şöyle anlatmıştır:
İstiklâl savaşının devam ettiği sıralarda ben, Muzikai Humayun muallimi idim Yani doğrudan doğruya Saray ’a ve Vahdettin ’e bağlıydık Bando, Fasıl Takımı ve Orkestra benim emrimde idi
Şişli ’de Şanslı Han ’ın 4 numarasında oturuyordum Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir ’e girdiklerinden iki ya da üç gün sonra evimde, TalimEdep Heyeti azası ve nezaket mütehassısı dostum Haydar merhumla oturuyorduk Kapı çalındı İlkokul öğretmeni İhsan merhum geldi Büyük bir coşku içinde, süvarilerin İzmir ’e girişlerini anlatmaya başladı Hepimiz coşmuştuk Derhal kalkıp piyano başına geçtim Ve hemen içimde doğan parçayı çalmaya koyuldum
Birincil etapta marşın giriş kısmındaki akoru oluşturdum Bu şekilde iki, üç mezür yaptım Arkadaşlarım: Aman dediler, bu fazla hoş bir şey olacakBunun üzerine İhsan ’a İzmir ’in kurtuluşunu ve büyük zaferi bütün teferruatı ile anlatmasını rica ettim O anlattı, ben çaldım Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı Ertesi gün de çalıştım İki gün sonra beste bitti Götürüp arkadaşlara gösterdim Fazla beğendiler Bunun üzerine bu müziği ulusal marş olarak takdime karar verdim Kıymeti hakkında daha kat ’i bir fikir edinmek maksadıyla da besteyi Viyana Konservatuarı direktörüne gönderdim On gün sonra direktörden gelen mektupta, eserin çok orijinal bulunduğu ve melodisinin Türk milletinin ihtişamına yakışacak şekilde olduğu belirtilerek tebrik ediliyordum
Bu mektup geldikten on beş gün sonradan beni Ankara ’dan çağırdılar, gittim Bana Muzikai Humayun ’u tüm kadrosu ile Ankara ’ya nakletmek vazifesi verildi Bunun üzerine bitmiş İstanbul ’a döndüm Ve Ankara ’ya ilk olarak başlarında piyanist Sabri ’nin bulunduğu beş karakter bir heyet yolladım Vahdettin henüz padişah olduğu için bu işleri gizli yapıyorduk Bir ay sonra da kimseye bir şey söylemeden Ankara ’ya gittim Ve hemen İstanbul ’daki arkadaşları bir telgrafla çağırdım Üç gün sonradan geldiler Bu Nedenle milli marşı bu heyete birincil kez Ankara ’da verilen o baloda Atatürk ’ün huzurunda çaldık İşte ulusal marş böyle bestelendi
Bestekarın bu anlatışından, eseri önce sözsüz olarak bestelediği ve sonra Mehmet Akif ’in şiirini besteye giydirdiği anlaşılmaktadır Bu sebepten meydana gelen prozodi hataları, eser hakkında daha sonra yapılan tenkitlerin başlıcası olmuştur Bestekar yukarıdaki beyanatının bir uygun her ne değin, Bu müziği milli marş olarak takdime karar verdimdiyorsa da, eserdeki ses sahasını ırk tabakasını nazara almadan kullanması bestenin milli marş olarak bestelenmediğini meydana çıkarmaktadır Marştaki bu teknik hatalardan başka ses ritminden ağır çalınıp söylenmesinde bestekarın kusuru öncelikle gelmektedir Besteci bu durumu şöyle anlatmıştır:
“Ben İstiklal Marşı ’nı bestelerken kulaklarımda İzmir ’e koşan atlıların dörtnal sesleri vardı Eserin başında metronomu (1 dörtlük 80) olan bir eser hiçbir zaman cenaze marşına benzemez
Plaklardaki ağır tempolu çalınışı ise; Sahibi ’nin Sesistüdyosunda orkestra ile plağa çaldığımız zaman teknisyenler, bunun çok seri bir marş olduğunu ve dolayısıyla plağın fakat yarısını doldurduğunu söylediler Bu sebeple plağın benzer yüzüne bir marş daha çalmamızı rica ettiler Ben böyle bir teklifi kabul edemezdim O anda aklıma bir şey geldi: Marşı azıcık ağır çalalım, böylece plak dolar Daha Sonra çalınırken gramofon biraz hızlıya ayarlanır, olur biterdedim Bu hafıza böylece münasip görüldü ve dediğim gibi yapıldı Lakin bilahare böyle bir akıl vermekle kusur ettiğimizi anladım Çünkü marş çalınırken gramofonun hızlıya ayarlanması icap ettiğini kim bilebilirdi?
Görüldüğü gibi tam bir alaturka davranışla İstiklal Marşımızın en can alacak noktası; ritmi, ölü doğrulmuştu
Plak yayıldıktan sonra ağır ritim de hafızalara yerleşti ve besteci ölümüne dek bu ağır ritmi yürüğe götürmeye uğraştı durdu
Hem, marşın Türk temlerini açıklama etmediği ve hatta “Karmen Silva isimli bir operetten alındığı da bahis edilmiştir
sonra marşın değiştirilmesi tezi ortaya atılarak yetkili yetersiz türlü şahıslar göre türlü fikirler ileri sürülmüşse de değiştirilmesi fikri tutmamıştır
Bu konudaki akılcı olan umumi kanaat; her ne kadar her tarafta daha iyisini yapmak imkansız değilse de eskisinin artık tarih olmuşluğu hakikati nazara alınarak, bunun üstünde zorunlu rötuşlarla mevcudu onarmaktır *
İstiklal Marşının bestelenme hikayesi
Yeni Türkiye Cumhuriyeti ’nin de bir ulusal marşı olmalıydı Daha Cumhuriyet kurulmadan İstiklâl Savaşı sırasında, Garp Cephesi Komutanlığı ’ndan bu istek doğmuştu Koşul, sonra Maârif Vekili olan Hamdullah Suphi ’ye havale edildi Böylece Türk milli marşı olarak İstiklâl Marşıadı ile yaptırılacak marşın hazırlıklarına girildi Beste ve güfte için beşer yüz lira hediye kararlaştırılarak genelge ve mektuplarla tüm yurda duyuruldu
Önce şiir seçilip sonradan beste yarışması açılacaktı Şiir yarışmasına yurdun dört bir yanından bütün 724 şiir gönderildi Komisyon bunlardan yedisini seçerek bastırdı ve meclis üyelerine dağıttı
Atatürk ’ün başkanlığında TBMM ’nin 12031921 günkü celsesinde Mehmet Akif Ersoy ’un şiiri tekrar tekrar okutturularak alkışlar arasında ulusal marş olarak bestelenmek üzere seçildi
Beste yarışması ise güfte kadar ilgi görmedi Bu da memleketin o zamanki musiki durumunu yansıtmaktadır Beste yarışmasına ama 24 besteci katılmıştı Bunlardan bazıları şunlardır:
Ahmet Cemalettin Çinkılıç, Ahmet Yekta Madran, Ali Rifat Çağatay, Asım Bey, Bedri Zabaç, Hasan Basri Çantay, H Saadettin Arel, İsmail Hakkı Bey, İsmail Zühdü, Kazım Uz, Lemi Atlı, Mehmet Baha Pars, Mustafa Sunar, Rauf Yekta, Saadettin Kaynak, Zati Arca, Akıllı Üngör
Güfte yarışması sonuçlandırıldıktan sonradan Anadolu ’daki savaş ayrıntılarıyla kızıştığı sıralarda beste yarışması ilgisini natürel olarak kaybetmiştir Buna karşın muhiti olan bestekârlar faaliyetten geri durmamışlar ve kendi bestelerini yaymaya uğraşmışlardır
O sıralarda Edirne ’de müzik öğretmeni bulunan Ahmet Yekta Madran, kendi marşını Edirne ve havalisinde yaymaya ve söyletmeye başlamıştır İzmir ’de müzik öğretmeni yer alan İsmail Zühdü de kendi marşını İzmir ve havalisi ile Eskişehir ’de yaymakta idi Ankara ’da da Akıllı Üngör ’ün marşı söylenmekte olup İstanbul ’da ise iki marş söylenip yayınlanmaktaydı Bunlar da İstanbul tarafında bir çok mekteplerde öğretmenlik yapan Zati Arca ’nın, Kadıköy tarafında ise Ali Rifat Çağatay ’ın bestesi söylenmekteydi
Bu durum birkaç sene böylece devam etmiş ve 1924 ’te Ankara ’da maârif vekaletinde toplanan bir kurul, Ali Rifat Çağatay ’ın marşını devlete ait marş olarak kabul ederek ilgili kurullar ile bütün okullara bildirmiştir Bu marş, 1924 ’cilt 1930 yıllarına kadar söylenip çalındıktan daha sonra 1930 sıralarında yeni bir emirle Riyaseti Cumhur Orkestrası şefi Akıllı Üngör ’ün bestesi ulusal marş bestesi olarak kabul edilmiştir Akıllı Üngör, İstiklâl Marşı ’nın besteleniş hikayesini şöyle anlatmıştır:
İstiklâl savaşının devam ettiği sıralarda ben, Muzikai Humayun muallimi idim Yani doğrudan doğruya Saray ’a ve Vahdettin ’e bağlıydık Bando, Fasıl Takımı ve Orkestra benim emrimde idi
Şişli ’de Şanslı Han ’ın 4 numarasında oturuyordum Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir ’e girdiklerinden iki ya da üç gün sonra evimde, TalimEdep Heyeti azası ve nezaket mütehassısı dostum Haydar merhumla oturuyorduk Kapı çalındı İlkokul öğretmeni İhsan merhum geldi Büyük bir coşku içinde, süvarilerin İzmir ’e girişlerini anlatmaya başladı Hepimiz coşmuştuk Derhal kalkıp piyano başına geçtim Ve hemen içimde doğan parçayı çalmaya koyuldum
Birincil etapta marşın giriş kısmındaki akoru oluşturdum Bu şekilde iki, üç mezür yaptım Arkadaşlarım: Aman dediler, bu fazla hoş bir şey olacakBunun üzerine İhsan ’a İzmir ’in kurtuluşunu ve büyük zaferi bütün teferruatı ile anlatmasını rica ettim O anlattı, ben çaldım Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı Ertesi gün de çalıştım İki gün sonra beste bitti Götürüp arkadaşlara gösterdim Fazla beğendiler Bunun üzerine bu müziği ulusal marş olarak takdime karar verdim Kıymeti hakkında daha kat ’i bir fikir edinmek maksadıyla da besteyi Viyana Konservatuarı direktörüne gönderdim On gün sonra direktörden gelen mektupta, eserin çok orijinal bulunduğu ve melodisinin Türk milletinin ihtişamına yakışacak şekilde olduğu belirtilerek tebrik ediliyordum
Bu mektup geldikten on beş gün sonradan beni Ankara ’dan çağırdılar, gittim Bana Muzikai Humayun ’u tüm kadrosu ile Ankara ’ya nakletmek vazifesi verildi Bunun üzerine bitmiş İstanbul ’a döndüm Ve Ankara ’ya ilk olarak başlarında piyanist Sabri ’nin bulunduğu beş karakter bir heyet yolladım Vahdettin henüz padişah olduğu için bu işleri gizli yapıyorduk Bir ay sonra da kimseye bir şey söylemeden Ankara ’ya gittim Ve hemen İstanbul ’daki arkadaşları bir telgrafla çağırdım Üç gün sonradan geldiler Bu Nedenle milli marşı bu heyete birincil kez Ankara ’da verilen o baloda Atatürk ’ün huzurunda çaldık İşte ulusal marş böyle bestelendi
Bestekarın bu anlatışından, eseri önce sözsüz olarak bestelediği ve sonra Mehmet Akif ’in şiirini besteye giydirdiği anlaşılmaktadır Bu sebepten meydana gelen prozodi hataları, eser hakkında daha sonra yapılan tenkitlerin başlıcası olmuştur Bestekar yukarıdaki beyanatının bir uygun her ne değin, Bu müziği milli marş olarak takdime karar verdimdiyorsa da, eserdeki ses sahasını ırk tabakasını nazara almadan kullanması bestenin milli marş olarak bestelenmediğini meydana çıkarmaktadır Marştaki bu teknik hatalardan başka ses ritminden ağır çalınıp söylenmesinde bestekarın kusuru öncelikle gelmektedir Besteci bu durumu şöyle anlatmıştır:
“Ben İstiklal Marşı ’nı bestelerken kulaklarımda İzmir ’e koşan atlıların dörtnal sesleri vardı Eserin başında metronomu (1 dörtlük 80) olan bir eser hiçbir zaman cenaze marşına benzemez
Plaklardaki ağır tempolu çalınışı ise; Sahibi ’nin Sesistüdyosunda orkestra ile plağa çaldığımız zaman teknisyenler, bunun çok seri bir marş olduğunu ve dolayısıyla plağın fakat yarısını doldurduğunu söylediler Bu sebeple plağın benzer yüzüne bir marş daha çalmamızı rica ettiler Ben böyle bir teklifi kabul edemezdim O anda aklıma bir şey geldi: Marşı azıcık ağır çalalım, böylece plak dolar Daha Sonra çalınırken gramofon biraz hızlıya ayarlanır, olur biterdedim Bu hafıza böylece münasip görüldü ve dediğim gibi yapıldı Lakin bilahare böyle bir akıl vermekle kusur ettiğimizi anladım Çünkü marş çalınırken gramofonun hızlıya ayarlanması icap ettiğini kim bilebilirdi?
Görüldüğü gibi tam bir alaturka davranışla İstiklal Marşımızın en can alacak noktası; ritmi, ölü doğrulmuştu
Plak yayıldıktan sonra ağır ritim de hafızalara yerleşti ve besteci ölümüne dek bu ağır ritmi yürüğe götürmeye uğraştı durdu
Hem, marşın Türk temlerini açıklama etmediği ve hatta “Karmen Silva isimli bir operetten alındığı da bahis edilmiştir
sonra marşın değiştirilmesi tezi ortaya atılarak yetkili yetersiz türlü şahıslar göre türlü fikirler ileri sürülmüşse de değiştirilmesi fikri tutmamıştır
Bu konudaki akılcı olan umumi kanaat; her ne kadar her tarafta daha iyisini yapmak imkansız değilse de eskisinin artık tarih olmuşluğu hakikati nazara alınarak, bunun üstünde zorunlu rötuşlarla mevcudu onarmaktır *