iltasyazilim
FD Üye
“Sana gelen her iyilik Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir (Nisa, 479)
Kainattaki her şeyin Halikı ve Rabbi’nin Allah olduğunu ihsas etmektir Yani bizim tüm azalarımızı ve ruhi hassalarımızı yaratan Allah olduğu gibi, bizden sudur eden görme, işitme, konuşma vs gibi fillerimizde Allah tarafından yaratılmaktadır
İnsan istediği ve irade ettiği şeyler iki kısımdır Bunlardan birisi, iyi şeyler, diğeri kötü ve fena şeylerdir Allah sizin iyi insan olmanızı ve rızası dairesinde hareket etmenizi istemektedir Bundan dolayı, sizin iyilik işlemeniz için göz, kulak, akıl, kalp ve dil gibi aza ve hissiyat vermiştir Bunların iyi ve hayırlı yönde kullanılması için, sizi teşvik etmekte ve peygamberler ile kitapları göndermektedir “Bunları yaptığınız taktirde hem dünyada rahatlık, hem de ahirette ebedi rahatlık kazanacaksınız diye insanların hayırlı işler işlemesini istemektedir İşte hem işlenen hayırlı şeyleri yaratan ve hayırlı şeylerin işlenmesi için gereken tüm şartları yerine getiren Allah’tır Fakat bu kadar teşviklere ve bu kadar iltifatlara rağmen, yine de günahlarda ısrar edilirse elbette bu istek ve arzu Allah’tan değil, sizin nefsinizdendir, diye ifade edilmektedir
Fiillerin yaratılmasının ancak Allah’a ait olduğu, bu fiillerin hayırlı olanlarının Allah tarafından istendiğini, hayırsız ve fena olanların ise insanlar tarafından istendiğini ve arzu edildiğini izah etmektedir
• Hayır ve Şerri Allah'ın Yaratması:
İnsanın irade ve ihtiyariyle işlediği, hayır olsun şer olsun, bütün amellerini yaratan ancak Cenâbı Hak'tır O'ndan başka Halik yoktur ve yaratmak O'na mahsustur Lakin, hayrı ve şerri insan kendi ihtiyariyle istemekte, dolayısıyla da mes'uliyeti o çekmektedir Bu hakikate iki misâl ile işaret etmeye çalışalım
İnsan ruhuna görme kabiliyetini veren, ruh ile göz arasındaki münasebeti kuran ve göz fabrikasına ışığın bir hammadde gibi girerek görmeyi netice vermesini takdir eden Allahü Azimüşşân'dır Bu fiillerde insan iradesinin ve kudretinin hiçbir te'siri yoktur O halde, görme fiilini yaratan ancak O Hâlıkı Küllî Şey'dir Fakat Cenâbı Hak, insana bazı şeylere bakmasını helâl, bazılarını ise haram kılmıştır İşte insan O'nun helâl kıldığı şeylere bakmakla hayır, haram kıldıklarına bakmakla şer işlemiş olur Her iki hali de, yâni hayır ve şerri netice veren iki görme fiilini de, yaratan Allah'tır
Aynı şekilde, yürüme fiilini yaratan da Cenâbı Hak'tır İnsanın herhangi bir yere veya istikamete gitmeyi arzu etmesiyle birlikte ayaklar onun seçtiği hedefe doğru harekete başlar İnsanın bu hareketi ihtiyari bir fiildir Bu fiil ile bir ıztırarî fiilin, meselâ, dünyanın güneş etrafında dönmesinin farkı açıktır
Cenâbı Hak güneşe dünyayı istediği gibi hareket ettirme iradesini vermemiştir Bu sebeble dünya Allah'ın takdir ettiği yörüngede milyarlarca seneden beri dönmektedir Fakat insanın yürüme fiilinin yönünün tâyin ve tesbitini onun cüz'î iradesine bırakmıştır Yürüme fiilini Allah yaratmakla birlikte, gidilecek yeri insan tercih ettiğinden, mes'uliyet ona aittir O halde insan Cenâbı Hakk'ın yarattığı yürüme fiiliyle O'nun emrettiği bir yere gittiğinde hayır, yasakladığı bir yere gittiğinde ise şer işlemiş olur Bu iki misâle insanın diğer fiillerini kıyas edebiliriz
O halde, hayır ve şerrin Allah'tan olması, bizim yaptığımız bütün amelleri O'nun yaratması demektir
• Hidâyet ve Dalâlet:
Hayır ve şerrin Allah'tan olması cihetiyle, insanları hidâyete erdiren ve dalâlete düşüren ancak O'dur İnsanlar birbirinin hidâyet ve dalâletine sadece sebeb olurlar Hidâyet ve dalâleti Cenâbı Hakk'ın yaratmasını yanlış anlayan bazı kimseler, Hidâyet Allah'tandır, O nasib etmedikten sonra insan doğru yola giremez, diyerek, hem başkalarını ikaz ve irşad etme yolunu kapatmakta, hem de kendilerini kusurlarından mazur göstermek istemektedirler
Önce şunu belirtelim Cenâbı Hakk'ın dilediğine hidâyet buyurması caizdir İnsanları saadete erdiren ve şekavete düşüren ancak O'dur Lâkin Hâlıkı Hakîm'in bir kulunda dalâlet yaratması, o kulun kendi cüz'î iradesini kötüye kullanması sebebiyledir Yoksa, kul kendi kabiliyetini dalâlete yöneltmedikçe, Cenâbı Hakk onu o yola sevketmez Aynı durum hidâyet için de söz konusudur Nasıl ki insan rızık için gerekli bütün teşebbüsleri yaptıktan ve sebeblere tevessül ettikten sonra neticeyi Allah'tan bekler Zira Rezzâk (rızık verici) ancak O'dur Sebebleri mükemmel bir şekilde yerine getirmekle rızkı elde etmeye muhakkak gözüyle bakamaz Aynen öyle de bir kimseye Allah'ın emir ve yasaklarını en güzel bir şekilde tebliğ eden insan, neticeye kesin gözüyle bakamaz Zira, Hadi (hidayete erdirici) ancak Allahü Azimüşşân'dır O Zâtı Zülcelâl'in dilediğine hidâyet vermesi ise, hidâyet şartlarına riayet eden kimseye, dilerse hidâyet vereceği demektir Yoksa, hidâyet sebeblerine teşebbüs etmemek mânâsına gelmez Bu düşünce tarzı rızık misâlinde, tarlaya tohum ekmeden mahsul beklemeye benzer
Bu noktada bir hususun açıklanması gerekmektedir Tarlasına tohum ekemeyen kimsenin mahsul alamayacağı kesindir Her sebebe hakkıyla riayet eden kimse ise yüzde doksan dokuz ihtimalle mahsule kavuşur Yüzde bir ihtimal ile dolu, sel, kuraklık gibi bir musibet söz konusu olabilir İşte, az da olsa netice alamama ihtimalinin bulunması insanın dergâhı İlâhiye'ye iltica etmesi ve O'na yalvarması hikmetine binâendir Bu hakikat, hidâyet meselesi için de söz konusudur
• Bütün iyiliklerin Allah'tan, Kötülüklerin Nefisten Olması:
Misâllerin hakikat yıldızlarını gözetmekte birer dürbün vazifesi görmesi kaidesince, bu hakikati bir temsil ile açıklamaya çalışacağız
Bir padişahın, memurlarından birisine kâfi miktarda altın vererek, bunların bir kısmıyla Kur'ânı Kerim tab'edip dağıtmasını emrettiğini, diğer kısmıyla da ahalinin ibâdeti için Süleymaniye gibi bir cami, ilim ve irfan sahasında terakkileri için Fatih Külliyesi gibi bir külliye ve düşmana karşı en güzel şekilde hazırlanmaları için de Selimiye gibi bir kışla yaptırmasını ferman buyurduğunu farzediniz Bu memur verilen emirleri aynen yerine getirdiği takdirde ortaya çıkacak hayırlı neticelere sahip çıkabilir mi? Bütün bu Kur'ânı Kerimleri ben bastırdım, bu cami, külliye ve kışla hep benim eserlerimdirdiyebilir mi?
Fakat o memur, padişahın emrinin hilâfına, altınlarla Kur'an bastırmak yerine, insanların itikad ve ahlâkını bozacak eserler bastırarak dağıtsa; cami, külliye, kışla yerine insanları ahlaken sukut ettiren rezalet yuvalan açsa, gençleri devlete ve millete düşman hale getirecek kamplar kursa bütün bu faaliyetlerin neticesi olarak cemiyet hayatı alt üst olsa, bu adam diyebilir mi ki, Bütün bu işleri padişah yaptı, çünkü bana bunları yapmam için gerekli sermayeyi o verdi?
Her iki halde de sermayeyi veren padişahtır Sermaye padişahın emri üzerine kullanıldığında bütün şeref ona aittir Emrinin aksine kullanıldığında ise ortaya çıkacak bütün şer ve tahribat sermayeyi yanlış yolda kullanan kişiye ait olur
Cenâbı Hak da herbir insana akıl, hafıza, hayal gibi hârika cihazlar takmış ve herbiri ayrı bir âlemin kapısını açan görme, işitme, korkma, sevme gibi nice hisler vermiştir Gözün büyüklüğünü ve görme sahasını iradesiyle takdir ettiği gibi, neye bakılıp neye bakılmayacağını da hikmetiyle tâyin etmiş ve tercihi insanın cüz'î iradesine bırakmıştır Aynı şekilde, insanın neyi dinleyip neyi dinlemeyeceğini, neyi konuşup neyi konuşmayacağını tesbit etmiştir Bütün azaların ve latifelerin kendi emri üzere kullanılması halinde, insana mükâfat olarak Cennet'te ebedî bir saadet ihsan edeceğini de vaad etmiştir
İşte insan, Hak Teâlâ'nın ihsan ettiği bu büyük sermayeyi O'nun nzası istikametinde kullandığında, ortaya çıkan dünyevî ve uhrevî neticeleri Allah'tan bilmeli ve O'na minnettar olmalıdır Lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri kuru çubuğunda aranılmazhakikatini rehber edinerek, kendisine ihsan edilen nimetleri gasb ve temellük etmemelidir Cenâbı Hakk'ın ona lütfettiği bu büyük sermayeyi, O'nun nzası hilâfına kullanan kimse, elde edeceği şerli neticelerden elbette ki tamamen mes'ul olacaktır
Kainattaki her şeyin Halikı ve Rabbi’nin Allah olduğunu ihsas etmektir Yani bizim tüm azalarımızı ve ruhi hassalarımızı yaratan Allah olduğu gibi, bizden sudur eden görme, işitme, konuşma vs gibi fillerimizde Allah tarafından yaratılmaktadır
İnsan istediği ve irade ettiği şeyler iki kısımdır Bunlardan birisi, iyi şeyler, diğeri kötü ve fena şeylerdir Allah sizin iyi insan olmanızı ve rızası dairesinde hareket etmenizi istemektedir Bundan dolayı, sizin iyilik işlemeniz için göz, kulak, akıl, kalp ve dil gibi aza ve hissiyat vermiştir Bunların iyi ve hayırlı yönde kullanılması için, sizi teşvik etmekte ve peygamberler ile kitapları göndermektedir “Bunları yaptığınız taktirde hem dünyada rahatlık, hem de ahirette ebedi rahatlık kazanacaksınız diye insanların hayırlı işler işlemesini istemektedir İşte hem işlenen hayırlı şeyleri yaratan ve hayırlı şeylerin işlenmesi için gereken tüm şartları yerine getiren Allah’tır Fakat bu kadar teşviklere ve bu kadar iltifatlara rağmen, yine de günahlarda ısrar edilirse elbette bu istek ve arzu Allah’tan değil, sizin nefsinizdendir, diye ifade edilmektedir
Fiillerin yaratılmasının ancak Allah’a ait olduğu, bu fiillerin hayırlı olanlarının Allah tarafından istendiğini, hayırsız ve fena olanların ise insanlar tarafından istendiğini ve arzu edildiğini izah etmektedir
• Hayır ve Şerri Allah'ın Yaratması:
İnsanın irade ve ihtiyariyle işlediği, hayır olsun şer olsun, bütün amellerini yaratan ancak Cenâbı Hak'tır O'ndan başka Halik yoktur ve yaratmak O'na mahsustur Lakin, hayrı ve şerri insan kendi ihtiyariyle istemekte, dolayısıyla da mes'uliyeti o çekmektedir Bu hakikate iki misâl ile işaret etmeye çalışalım
İnsan ruhuna görme kabiliyetini veren, ruh ile göz arasındaki münasebeti kuran ve göz fabrikasına ışığın bir hammadde gibi girerek görmeyi netice vermesini takdir eden Allahü Azimüşşân'dır Bu fiillerde insan iradesinin ve kudretinin hiçbir te'siri yoktur O halde, görme fiilini yaratan ancak O Hâlıkı Küllî Şey'dir Fakat Cenâbı Hak, insana bazı şeylere bakmasını helâl, bazılarını ise haram kılmıştır İşte insan O'nun helâl kıldığı şeylere bakmakla hayır, haram kıldıklarına bakmakla şer işlemiş olur Her iki hali de, yâni hayır ve şerri netice veren iki görme fiilini de, yaratan Allah'tır
Aynı şekilde, yürüme fiilini yaratan da Cenâbı Hak'tır İnsanın herhangi bir yere veya istikamete gitmeyi arzu etmesiyle birlikte ayaklar onun seçtiği hedefe doğru harekete başlar İnsanın bu hareketi ihtiyari bir fiildir Bu fiil ile bir ıztırarî fiilin, meselâ, dünyanın güneş etrafında dönmesinin farkı açıktır
Cenâbı Hak güneşe dünyayı istediği gibi hareket ettirme iradesini vermemiştir Bu sebeble dünya Allah'ın takdir ettiği yörüngede milyarlarca seneden beri dönmektedir Fakat insanın yürüme fiilinin yönünün tâyin ve tesbitini onun cüz'î iradesine bırakmıştır Yürüme fiilini Allah yaratmakla birlikte, gidilecek yeri insan tercih ettiğinden, mes'uliyet ona aittir O halde insan Cenâbı Hakk'ın yarattığı yürüme fiiliyle O'nun emrettiği bir yere gittiğinde hayır, yasakladığı bir yere gittiğinde ise şer işlemiş olur Bu iki misâle insanın diğer fiillerini kıyas edebiliriz
O halde, hayır ve şerrin Allah'tan olması, bizim yaptığımız bütün amelleri O'nun yaratması demektir
• Hidâyet ve Dalâlet:
Hayır ve şerrin Allah'tan olması cihetiyle, insanları hidâyete erdiren ve dalâlete düşüren ancak O'dur İnsanlar birbirinin hidâyet ve dalâletine sadece sebeb olurlar Hidâyet ve dalâleti Cenâbı Hakk'ın yaratmasını yanlış anlayan bazı kimseler, Hidâyet Allah'tandır, O nasib etmedikten sonra insan doğru yola giremez, diyerek, hem başkalarını ikaz ve irşad etme yolunu kapatmakta, hem de kendilerini kusurlarından mazur göstermek istemektedirler
Önce şunu belirtelim Cenâbı Hakk'ın dilediğine hidâyet buyurması caizdir İnsanları saadete erdiren ve şekavete düşüren ancak O'dur Lâkin Hâlıkı Hakîm'in bir kulunda dalâlet yaratması, o kulun kendi cüz'î iradesini kötüye kullanması sebebiyledir Yoksa, kul kendi kabiliyetini dalâlete yöneltmedikçe, Cenâbı Hakk onu o yola sevketmez Aynı durum hidâyet için de söz konusudur Nasıl ki insan rızık için gerekli bütün teşebbüsleri yaptıktan ve sebeblere tevessül ettikten sonra neticeyi Allah'tan bekler Zira Rezzâk (rızık verici) ancak O'dur Sebebleri mükemmel bir şekilde yerine getirmekle rızkı elde etmeye muhakkak gözüyle bakamaz Aynen öyle de bir kimseye Allah'ın emir ve yasaklarını en güzel bir şekilde tebliğ eden insan, neticeye kesin gözüyle bakamaz Zira, Hadi (hidayete erdirici) ancak Allahü Azimüşşân'dır O Zâtı Zülcelâl'in dilediğine hidâyet vermesi ise, hidâyet şartlarına riayet eden kimseye, dilerse hidâyet vereceği demektir Yoksa, hidâyet sebeblerine teşebbüs etmemek mânâsına gelmez Bu düşünce tarzı rızık misâlinde, tarlaya tohum ekmeden mahsul beklemeye benzer
Bu noktada bir hususun açıklanması gerekmektedir Tarlasına tohum ekemeyen kimsenin mahsul alamayacağı kesindir Her sebebe hakkıyla riayet eden kimse ise yüzde doksan dokuz ihtimalle mahsule kavuşur Yüzde bir ihtimal ile dolu, sel, kuraklık gibi bir musibet söz konusu olabilir İşte, az da olsa netice alamama ihtimalinin bulunması insanın dergâhı İlâhiye'ye iltica etmesi ve O'na yalvarması hikmetine binâendir Bu hakikat, hidâyet meselesi için de söz konusudur
• Bütün iyiliklerin Allah'tan, Kötülüklerin Nefisten Olması:
Misâllerin hakikat yıldızlarını gözetmekte birer dürbün vazifesi görmesi kaidesince, bu hakikati bir temsil ile açıklamaya çalışacağız
Bir padişahın, memurlarından birisine kâfi miktarda altın vererek, bunların bir kısmıyla Kur'ânı Kerim tab'edip dağıtmasını emrettiğini, diğer kısmıyla da ahalinin ibâdeti için Süleymaniye gibi bir cami, ilim ve irfan sahasında terakkileri için Fatih Külliyesi gibi bir külliye ve düşmana karşı en güzel şekilde hazırlanmaları için de Selimiye gibi bir kışla yaptırmasını ferman buyurduğunu farzediniz Bu memur verilen emirleri aynen yerine getirdiği takdirde ortaya çıkacak hayırlı neticelere sahip çıkabilir mi? Bütün bu Kur'ânı Kerimleri ben bastırdım, bu cami, külliye ve kışla hep benim eserlerimdirdiyebilir mi?
Fakat o memur, padişahın emrinin hilâfına, altınlarla Kur'an bastırmak yerine, insanların itikad ve ahlâkını bozacak eserler bastırarak dağıtsa; cami, külliye, kışla yerine insanları ahlaken sukut ettiren rezalet yuvalan açsa, gençleri devlete ve millete düşman hale getirecek kamplar kursa bütün bu faaliyetlerin neticesi olarak cemiyet hayatı alt üst olsa, bu adam diyebilir mi ki, Bütün bu işleri padişah yaptı, çünkü bana bunları yapmam için gerekli sermayeyi o verdi?
Her iki halde de sermayeyi veren padişahtır Sermaye padişahın emri üzerine kullanıldığında bütün şeref ona aittir Emrinin aksine kullanıldığında ise ortaya çıkacak bütün şer ve tahribat sermayeyi yanlış yolda kullanan kişiye ait olur
Cenâbı Hak da herbir insana akıl, hafıza, hayal gibi hârika cihazlar takmış ve herbiri ayrı bir âlemin kapısını açan görme, işitme, korkma, sevme gibi nice hisler vermiştir Gözün büyüklüğünü ve görme sahasını iradesiyle takdir ettiği gibi, neye bakılıp neye bakılmayacağını da hikmetiyle tâyin etmiş ve tercihi insanın cüz'î iradesine bırakmıştır Aynı şekilde, insanın neyi dinleyip neyi dinlemeyeceğini, neyi konuşup neyi konuşmayacağını tesbit etmiştir Bütün azaların ve latifelerin kendi emri üzere kullanılması halinde, insana mükâfat olarak Cennet'te ebedî bir saadet ihsan edeceğini de vaad etmiştir
İşte insan, Hak Teâlâ'nın ihsan ettiği bu büyük sermayeyi O'nun nzası istikametinde kullandığında, ortaya çıkan dünyevî ve uhrevî neticeleri Allah'tan bilmeli ve O'na minnettar olmalıdır Lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri kuru çubuğunda aranılmazhakikatini rehber edinerek, kendisine ihsan edilen nimetleri gasb ve temellük etmemelidir Cenâbı Hakk'ın ona lütfettiği bu büyük sermayeyi, O'nun nzası hilâfına kullanan kimse, elde edeceği şerli neticelerden elbette ki tamamen mes'ul olacaktır