iltasyazilim
FD Üye
Kader, üzerinde söz söylenilmesi zor, bu sebepten dikkat edilmesi gereken bir mevzudur Zamandan ve mekândan münezzeh Allah'ın ilmindeki zaman ile bizim yaşadığımız izâfî zamanı anlayamayan, sonsuzluğu idrakten âciz insanoğlu için böyle olması pek tabiîdir İman gerektiren, aklın yaya kaldığı hususlara sahip olan kaderin bazı yönleri akılla anlaşılabilir Bu yüzden kader hakkında konuşurken dikkatli olunması tavsiye edilmiştir Zîrâ onun zemini epey kaygandır, nice dev kametler oradan uçuruma yuvarlanmıştır Diğer yandan da zihni rasyonalizmle (akılcılık) şekillenen, her şeyi aklına yatırmaya çalışan günümüz insanı kaderi de sorgulamak, teşrih masasına yatırmak neredeyse deney ve gözleme tâbi tutmak istiyor Bunu yapmak isteyenlerin ekserisinin art niyetli olduğunu söylemek insafa pek sığmaz Bilakis çokları bu konuyu aklen de anlamak istiyor Hâl böyle olunca meseleyi elden geldiğince akla yaklaştırmak, anlamayı kolaylaştırmak zaruret arz ediyor Bilhassa son asırda, Bediüzzaman gibi din âlimlerimizin bunu muvaffakiyetle yerine getirdiğini görüyoruz
Biliyoruz ki kader, öncelikle ilim nev'indendir Cenâbı Allah'ın (celle celâlühü) ezelî ve ebedî ilmiyle olmuş ve olacak her şeyi bilip Levhi Mahfuz'da kaydetmesidir Allah'ın ilim, kudret, hikmet sıfatları; alîm, kadîr, hakîm isimleriyle doğrudan alâkalıdır Dolayısıyla; isim ve sıfatlarıyla sağlıklı bir Allah inancı olmayanların kader konusunu doğru anlamaları beklenmemelidir
Kaderin insanın (a) iradesine taalluk eden ve ihtiyarî kader diyebileceğimiz yönleri olduğu gibi, (b) iradesinin sınırlarını aşan ve cebrî kader diyebileceğimiz yönleri de olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır İnsanın seçme hakkının bulunmadığı ve değiştiremeyeceği ırk, fizikî özellikler, annebabasının kimler olacağı gibi hususlar cebrî kadere girer Bunları beğenmeyip tenkit etmek, keşke şöyle olsaydı, keşke böyle olsaydıdemek dinimizce hoş karşılanmamıştır Cebrî kaderle ilgili hususlar ne övünme ne yerinme konusu olabilir Meselâ bir insanın Türk, Kürt, Arap, Ermeni, İngiliz veya Rus olması ne gururlanmaya ne de kınanmaya sebep olabilir Bu çeşit kaderinden dolayı hesap gününde hiç kimse; Sen niçin uzun boylu değil de kısa boylusun?Sen niçin falan anne babanın çocuğusun?Niçin falan ırka mensupsun?gibi sorulara muhatap olmayacaktır
İnsanın aklı ve seçme hürriyetiyle, yani iradesiyle tercih edebildiği durumlar ihtiyarî kadere girer İnanmakinanmamak, sevap işlemekgünaha girmek, ahlâklı olmakolmamak gibi konular bunlardandır Bu hususlardaki davranış tercihleri insanın iradesine bırakıldığından, bunların neticelerinden de kişi sorumludur ve Öte'de hesabını verecektir Kusurlarını, ihmallerini, iş bilmezliklerini kadere fatura edemez, mesuliyeti kendisine aittir Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız(Nahl, 93) Onların yaptıkları her işi, bıraktıkları her izi yazarız(Yâsin, 12) âyetleri de bunu ifade eder
Asrı Saadet'te yaşanan bir vak'ada, Halife Hz Ömer'in (ra) huzuruna bir hırsız getirilir Niçin hırsızlık yaptığı sorulunca adam: Allah öyle takdir ettiği içindiyerek suçu kadere atmak ister Bunun üzerine halife ona otuz kamçı vurulmasını, sonra da hırsızlık cezasının tatbik edilmesini emreder Yanındakiler hırsızlık cezasıyla beraber otuz kamçı vurulmasının sebebini sorunca Hz Ömer (ra) şu cevabı verir: Hırsızlık için onun cezası uygulanır, sorumluluğu Allah'ın takdirine yüklediği için de otuz kamçı vurulur
Kaderle ilgili en sık sorulan sorulardan biri şudur: Madem insanın işleyeceği günahlar, sevaplar, Cennetlik mi Cehennemlik mi olduğu kaderinde yazılıdır, o hâlde insan yaptıklarından neden sorumlu oluyor? Davranışlarında hür olduğundan nasıl bahsedilebiliyor?Yaptığımız ve yapacak olduğumuz her şey kaderimizde vardır Ama bu durum bizi zorlayıcı, irademize kement vurucu değildir; Allah her şeyi bilendir(Mücadele, 7) âyetinde belirtildiği gibi Allah'ın geçmişi ve geleceği bir nokta gibi bilmesiyle yani ilmi İlâhî ile alâkalıdır Biz daha yaratılmadan, her şeyin ilmine vâkıf olan Rabbimiz hayatımızı en ince teferruatına kadar bilmektedir Ama bunun biliniyor olması irademizin olmadığı, birer robot gibi yaşadığımız mânâsına gelmemektedir Allah ebedî ilmiyle tercihimizi hangi yönde kullanacağımızı bilir ve kaderimizi ona göre yazar Ama bunu yazması ve bilmesi müdahale etmesi mânâsına gelmez Tabiri caizse Allah, ihtiyarî kaderle ilgili meseleleri, Şöyle şöyle olacaktırdiye yazmıştır, Şöyle şöyle olsun!diye değil Kul, iradesini kullandığında Allah (celle celâlühü) dilerse o fiili yaratır, dilerse atâsıyla o fiili yaratmaz Dolayısıyla bizim mesuliyetimiz, irademizin hakkını vermek, istemek ve talep etmek iken, Rabbimiz bu isteklere bire bir cevap verebileceği gibi, bizim bilemediğimiz hikmetiyle erteleyebilir veya başka bir fiile dönüştürebilir Fakat umumî kâide, irademizle yapmak istediğimiz bir fiilin haricî vücud giydirilerek yaratılmasıdır Zaten, De ki: Hakikat Rabbinizdendir Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin(Kehf, 29) Biz ona yolu gösterdik: Ya şükredici ya nankör olur(İnsan, 3) gibi âyetler kulun davranışlarında hür olduğunu ayan beyan ortaya koymaktadır
Yukarıdaki meselenin bir de aksini düşünelim: Farzı muhal, kullarının ne yapacaklarını bilmeyen, yarın veya otuz sene sonra olacaklardan habersiz, kıyametin ne zaman kopacağıyla ilgili fikri olmayan bir yaratıcı düşünelim Böyle bir ilâhın her şeyi yarattığına, her şeyi idare ettiğine, her şeye güç yetirebildiğine nasıl iman edebiliriz? Bütün ihtiyaçlarımızı nasıl ondan isteyip, ona dua edebiliriz?
Şu misâli bir hocamız anlatmıştı: Bir gün dokuz yaşındaki oğlumla film seyrediyordum Filmde dört kişi arabayla seyahat ediyordu Oğluma dedim ki: 'Az sonra bir dönemece gelecekler ve oradan şarampole yuvarlanacaklar Araba patlayıp yanacak ve içindekilerin hepsi ölecek' Birkaç dakika sonra dediklerim aynen oldu Sahneleri dehşet içinde takip eden oğlum itham edici gözlerle bana döndü: 'Baba ne yaptın, adamları öldürdün!' dedi Hâlbuki adamcağızlar ben söylediğim için kaza yapmadılar Ben o filmi daha önce seyrettiğim için ne olacağını biliyordum Bu bilmeden dolayı onların ölümünden benim sorumlu olduğum kimsenin aklından geçmez herhalde? İşte kader de bunun gibidir Rabbimiz hudutsuz ilmiyle başımıza gelecek iyi kötü her şeyi bilir, görür Fakat irademizi elimizden alıp bizi zorlamaz
Güneş ve Ay tutulması gibi astronomik hâdise*ler önceden tespit edilip ilmî raporlara, takvimlere saati saatine kaydedilir Şimdi Güneş veya Ay tutulması, ilim ehlince tespit edildiği veya takvimlerde yazıldığı için mi gerçekleşir; yoksa o saatte gerçekleşeceği önceden hesaplandığı için mi ilim adamlarının raporlarına geçer? Gerçek şu ki, Güneş ve Ay takvimlerde yazıldıkları için tutulmuyor, bilakis önceden tutulacağı bilindiği için takvimlere yazılıyor İşte biz insanlar da yaptıklarımızı Allah kaderimizde yazdığı için yapmayız; bilakis, Allah irademizi önceden hangi yöne kullanacağımızı bildiği için öyle yazar
Karıştırmamamız gerekir ki, Allah'ın irademize müdahale etmemesi ayrıdır, edememesi ayrı İlâhî âdet gereğince, insan dilemesinde hürdür, ancak o*nun dilediği şeyin olması da yine İlâhî irade ve kudrete bağlıdır; kulun dilediğini Allah da dileyip onay vermedikçe kulun dilemesi bir şey ifade etmez* Rabbimiz istese elbette her şeye müdahale eder Onun izniolmadan (rıza değil izin) kullar ne hayır ne şer adına hiçbir şey yapamazlar Hayır da şer de, iman da küfür de ancak O'nun izniyle olur Nasıl davranacağını özgür iradesiyle seçen kuldur, o fiili yaratan ise Allah'tır Kul, hayra meylederse, Allah hayrı yaratır ve ondan razı olur Şerre meylederse Allah onu da yaratır ama onun irtikâbından (işlenmesinden) hoşnut olmaz Allah dilemedikçe sizler dileyemezsiniz(Tekvir, 29) âyetini –Allahu a'lem bir izin vermeolarak anlamak lâzım, davranışlarımızda zorlandığımız şeklinde değil
Rabbimizin irademize müdahale ettiği durumlar hiç yok mudur? Elbette vardır! Sevap işleyen birine O'nun müdahale ederek bundan alıkoyması düşünülemez Fakat bunun tersi mümkündür: günaha girecek birine bazen edilen bir dua, bazen verilen bir sadaka, bazen yapılan bir salih amel vesîlesiyle, bazen de hiç vesîle olmadan Rabbimiz lütuf, ihsan ve atâsıyla müdahale ederek günaha girme fırsatı vermeyebilir Sanırım inanan hiçbir kimse böyle bir fazlî zorlamadan, cebrî lütuftan rahatsızlık duymaz!
Üzerinde durduğumuz mevzu oldukça nazik olduğu için her kelimeyi tartarak yazmak ve söylemek mecburiyetindeyiz Haddimizi aşıp İlâhî hakikatleri zedelediysek Rabbimizden affımızı niyaz ederiz
* Yener Öztürk, Yeni Bir Yorumla İslâm İnanç Esasları, Işık Yay, İst, 2006
Biliyoruz ki kader, öncelikle ilim nev'indendir Cenâbı Allah'ın (celle celâlühü) ezelî ve ebedî ilmiyle olmuş ve olacak her şeyi bilip Levhi Mahfuz'da kaydetmesidir Allah'ın ilim, kudret, hikmet sıfatları; alîm, kadîr, hakîm isimleriyle doğrudan alâkalıdır Dolayısıyla; isim ve sıfatlarıyla sağlıklı bir Allah inancı olmayanların kader konusunu doğru anlamaları beklenmemelidir
Kaderin insanın (a) iradesine taalluk eden ve ihtiyarî kader diyebileceğimiz yönleri olduğu gibi, (b) iradesinin sınırlarını aşan ve cebrî kader diyebileceğimiz yönleri de olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır İnsanın seçme hakkının bulunmadığı ve değiştiremeyeceği ırk, fizikî özellikler, annebabasının kimler olacağı gibi hususlar cebrî kadere girer Bunları beğenmeyip tenkit etmek, keşke şöyle olsaydı, keşke böyle olsaydıdemek dinimizce hoş karşılanmamıştır Cebrî kaderle ilgili hususlar ne övünme ne yerinme konusu olabilir Meselâ bir insanın Türk, Kürt, Arap, Ermeni, İngiliz veya Rus olması ne gururlanmaya ne de kınanmaya sebep olabilir Bu çeşit kaderinden dolayı hesap gününde hiç kimse; Sen niçin uzun boylu değil de kısa boylusun?Sen niçin falan anne babanın çocuğusun?Niçin falan ırka mensupsun?gibi sorulara muhatap olmayacaktır
İnsanın aklı ve seçme hürriyetiyle, yani iradesiyle tercih edebildiği durumlar ihtiyarî kadere girer İnanmakinanmamak, sevap işlemekgünaha girmek, ahlâklı olmakolmamak gibi konular bunlardandır Bu hususlardaki davranış tercihleri insanın iradesine bırakıldığından, bunların neticelerinden de kişi sorumludur ve Öte'de hesabını verecektir Kusurlarını, ihmallerini, iş bilmezliklerini kadere fatura edemez, mesuliyeti kendisine aittir Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız(Nahl, 93) Onların yaptıkları her işi, bıraktıkları her izi yazarız(Yâsin, 12) âyetleri de bunu ifade eder
Asrı Saadet'te yaşanan bir vak'ada, Halife Hz Ömer'in (ra) huzuruna bir hırsız getirilir Niçin hırsızlık yaptığı sorulunca adam: Allah öyle takdir ettiği içindiyerek suçu kadere atmak ister Bunun üzerine halife ona otuz kamçı vurulmasını, sonra da hırsızlık cezasının tatbik edilmesini emreder Yanındakiler hırsızlık cezasıyla beraber otuz kamçı vurulmasının sebebini sorunca Hz Ömer (ra) şu cevabı verir: Hırsızlık için onun cezası uygulanır, sorumluluğu Allah'ın takdirine yüklediği için de otuz kamçı vurulur
Kaderle ilgili en sık sorulan sorulardan biri şudur: Madem insanın işleyeceği günahlar, sevaplar, Cennetlik mi Cehennemlik mi olduğu kaderinde yazılıdır, o hâlde insan yaptıklarından neden sorumlu oluyor? Davranışlarında hür olduğundan nasıl bahsedilebiliyor?Yaptığımız ve yapacak olduğumuz her şey kaderimizde vardır Ama bu durum bizi zorlayıcı, irademize kement vurucu değildir; Allah her şeyi bilendir(Mücadele, 7) âyetinde belirtildiği gibi Allah'ın geçmişi ve geleceği bir nokta gibi bilmesiyle yani ilmi İlâhî ile alâkalıdır Biz daha yaratılmadan, her şeyin ilmine vâkıf olan Rabbimiz hayatımızı en ince teferruatına kadar bilmektedir Ama bunun biliniyor olması irademizin olmadığı, birer robot gibi yaşadığımız mânâsına gelmemektedir Allah ebedî ilmiyle tercihimizi hangi yönde kullanacağımızı bilir ve kaderimizi ona göre yazar Ama bunu yazması ve bilmesi müdahale etmesi mânâsına gelmez Tabiri caizse Allah, ihtiyarî kaderle ilgili meseleleri, Şöyle şöyle olacaktırdiye yazmıştır, Şöyle şöyle olsun!diye değil Kul, iradesini kullandığında Allah (celle celâlühü) dilerse o fiili yaratır, dilerse atâsıyla o fiili yaratmaz Dolayısıyla bizim mesuliyetimiz, irademizin hakkını vermek, istemek ve talep etmek iken, Rabbimiz bu isteklere bire bir cevap verebileceği gibi, bizim bilemediğimiz hikmetiyle erteleyebilir veya başka bir fiile dönüştürebilir Fakat umumî kâide, irademizle yapmak istediğimiz bir fiilin haricî vücud giydirilerek yaratılmasıdır Zaten, De ki: Hakikat Rabbinizdendir Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin(Kehf, 29) Biz ona yolu gösterdik: Ya şükredici ya nankör olur(İnsan, 3) gibi âyetler kulun davranışlarında hür olduğunu ayan beyan ortaya koymaktadır
Yukarıdaki meselenin bir de aksini düşünelim: Farzı muhal, kullarının ne yapacaklarını bilmeyen, yarın veya otuz sene sonra olacaklardan habersiz, kıyametin ne zaman kopacağıyla ilgili fikri olmayan bir yaratıcı düşünelim Böyle bir ilâhın her şeyi yarattığına, her şeyi idare ettiğine, her şeye güç yetirebildiğine nasıl iman edebiliriz? Bütün ihtiyaçlarımızı nasıl ondan isteyip, ona dua edebiliriz?
Şu misâli bir hocamız anlatmıştı: Bir gün dokuz yaşındaki oğlumla film seyrediyordum Filmde dört kişi arabayla seyahat ediyordu Oğluma dedim ki: 'Az sonra bir dönemece gelecekler ve oradan şarampole yuvarlanacaklar Araba patlayıp yanacak ve içindekilerin hepsi ölecek' Birkaç dakika sonra dediklerim aynen oldu Sahneleri dehşet içinde takip eden oğlum itham edici gözlerle bana döndü: 'Baba ne yaptın, adamları öldürdün!' dedi Hâlbuki adamcağızlar ben söylediğim için kaza yapmadılar Ben o filmi daha önce seyrettiğim için ne olacağını biliyordum Bu bilmeden dolayı onların ölümünden benim sorumlu olduğum kimsenin aklından geçmez herhalde? İşte kader de bunun gibidir Rabbimiz hudutsuz ilmiyle başımıza gelecek iyi kötü her şeyi bilir, görür Fakat irademizi elimizden alıp bizi zorlamaz
Güneş ve Ay tutulması gibi astronomik hâdise*ler önceden tespit edilip ilmî raporlara, takvimlere saati saatine kaydedilir Şimdi Güneş veya Ay tutulması, ilim ehlince tespit edildiği veya takvimlerde yazıldığı için mi gerçekleşir; yoksa o saatte gerçekleşeceği önceden hesaplandığı için mi ilim adamlarının raporlarına geçer? Gerçek şu ki, Güneş ve Ay takvimlerde yazıldıkları için tutulmuyor, bilakis önceden tutulacağı bilindiği için takvimlere yazılıyor İşte biz insanlar da yaptıklarımızı Allah kaderimizde yazdığı için yapmayız; bilakis, Allah irademizi önceden hangi yöne kullanacağımızı bildiği için öyle yazar
Karıştırmamamız gerekir ki, Allah'ın irademize müdahale etmemesi ayrıdır, edememesi ayrı İlâhî âdet gereğince, insan dilemesinde hürdür, ancak o*nun dilediği şeyin olması da yine İlâhî irade ve kudrete bağlıdır; kulun dilediğini Allah da dileyip onay vermedikçe kulun dilemesi bir şey ifade etmez* Rabbimiz istese elbette her şeye müdahale eder Onun izniolmadan (rıza değil izin) kullar ne hayır ne şer adına hiçbir şey yapamazlar Hayır da şer de, iman da küfür de ancak O'nun izniyle olur Nasıl davranacağını özgür iradesiyle seçen kuldur, o fiili yaratan ise Allah'tır Kul, hayra meylederse, Allah hayrı yaratır ve ondan razı olur Şerre meylederse Allah onu da yaratır ama onun irtikâbından (işlenmesinden) hoşnut olmaz Allah dilemedikçe sizler dileyemezsiniz(Tekvir, 29) âyetini –Allahu a'lem bir izin vermeolarak anlamak lâzım, davranışlarımızda zorlandığımız şeklinde değil
Rabbimizin irademize müdahale ettiği durumlar hiç yok mudur? Elbette vardır! Sevap işleyen birine O'nun müdahale ederek bundan alıkoyması düşünülemez Fakat bunun tersi mümkündür: günaha girecek birine bazen edilen bir dua, bazen verilen bir sadaka, bazen yapılan bir salih amel vesîlesiyle, bazen de hiç vesîle olmadan Rabbimiz lütuf, ihsan ve atâsıyla müdahale ederek günaha girme fırsatı vermeyebilir Sanırım inanan hiçbir kimse böyle bir fazlî zorlamadan, cebrî lütuftan rahatsızlık duymaz!
Üzerinde durduğumuz mevzu oldukça nazik olduğu için her kelimeyi tartarak yazmak ve söylemek mecburiyetindeyiz Haddimizi aşıp İlâhî hakikatleri zedelediysek Rabbimizden affımızı niyaz ederiz
* Yener Öztürk, Yeni Bir Yorumla İslâm İnanç Esasları, Işık Yay, İst, 2006