KADININ FENDİ 1
Eski zamanda bir halife vardı ki, Hatem’i cömertliğine köle etmişti İhsan ve adalet bayrağını yüceltmiş, dünyadan yoksulluk ve ihtiyacı kaldırmıştı Deniz ve inci, onun vergisine nispetle ehemmiyetsiz bir hale gelmiş lutuf ve ihsan Kaf’tan Kaf’a yayılmıştı
O padişah, topraktan ibaret olan şu yeryüzünde bulut ve yağmurdu İn’am ve ihsan sahibi Tanrı’nın vericiliğine mazhardı Deniz ve maden, onun ihsanına karşı zelzeleye düşmüş, onun cömertliğine doğru kafile kafile gelip duruyordu
Kapısı, hacet kıblesiydi Şöhreti, cömertlikle bütün aleme yayılmıştı Onun vergisinden, onun cömertliğinden Acem de şaşırmıştı,Rum da Türk de hayrete dalmıştı, Arap da Hayat suyu, kerem deniziydi Onun yüzünden Arap da dirilmişti Acem de!
Bir gece bir bedevi karısı, dedikoduyu hadden aşırarak kocasına dedi ki: “Bütün bu yoksulluğu, bu cefayı biz çekmekteyiz Alemin ömrü hoşlukla geçiyor Sade biz kötü bir haldeyiz
Ekmeğimiz yok, katığımız dert ve haset Testimiz yok suyumuz gözyaşı Gündüzün elbisemiz güneşin ziyası Geceleyin döşek ve yorganımız ay ışığı Açlığımızdan değil mi ayı, okkalık ekmek sanıp elimizle gökyüzüne saldırıyoruz
Yoksullar bizim yoksulluğumuzdan ve gece gündüz yiyecek düşünmemizden arlanıyorlar Samiri’nin halktan kaçtığı gibi akraba, yabancı herkes bizden kaçıyor Birisinden bir avuç mercimek isteyecek olsak bize “Sus, geber, babalar çıkarasıca! diyor
Arabın iftiharı, savaş ve ihsandır Sence arap içinde yazıda kazınıp yok edilecek bir yanlışa benziyorsun Ne savaşı? Zaten biz savaşsız öldürülmüş, bitmişiz; yoksulluk kılıcıyla başımız uçurulmuş, gitmiş!
İhsan nerede? Yoksulluğun etrafında dönüp dolaşarak ağ örmekte, havada uçan sineğin damarını sokup kanını emmekteyiz Hele bize misafir gelsin Geceleyin uyuyunca elbisesini soymazsam ben de adam değilim!
Bundan dolayı bilenler, hikmetle dediler ki: ihsan ve kerem sahiplerine konuk olmak gerek Halbuki sen, öyle birisinin müridisin ki hasisliği yüzünden kendisi galip değil, seni nasıl galip edecek? Sana nur vermesi şöyle dursun bilakis kapkara bir hale koyar
Kendisinin nuru yok, onunla görüşüp konuşanlar nereden nurlanacak? Bir çeşit şeyh, gözü akan ve görmeyen kişiye benzer Gözüne ilaç çeker ama zararlı ilaçtan başka bir şey çekemez ki Yoksulluk ve meşakkatta bizim halimiz de böyledir Bize aldanıp da hiçbir konuk gelmez
On yıllık kıtlığı mücessem olarak görmedinse gözünü aç da bize bak! Görünüşümüz davacı adamların içi gibi gönlü kapkara, fakat dili şaşalalı! Tanrı’dan onda ne bir koku var, ne bir eser Fakat davası Şit’ten de ileri, Adem’den de!
Hatta ona, Şeytan bile kendisini göstermez Böyle olduğu halde o “Biz Abdallardanız, hatta daha ilerdeyiz Kendisini adam sansınlar diye dervişlerin bir hayli sözünü çalmış çırpmıştır Söz söylerken lafı Bayezid’den ziyade inceler, onu bile kusurlu bulur Halbuki onun içyüzünden Yezid arlanır
Gökyüzünün ekmeğinden, sofrasından nasipsizdir Hak, önüne bir kemik bile atmamıştır O ise “Sofrayı yaydım, Hakkın vekiliyim, halife oğluyum diye bağırıp durmaktadır “ Ey aşağılık saf kişiler, gelin gelin de ihsan keremimin sofrasından, kimse mani olmaksızın yeyin demektir
Onlar da onun başına toplanırlar Nimet ve ihsan istedikçe yalancı şeyh “ Yarın der Fakat bir türlü o yarın gelip çatmaz Ademoğlunun, az çok sırrı meydana çıkabilmek için uzun zamanlar lazımdır
Tek duvarın altında define mi var, yoksa alan karınca ejderha yuvası mı? Oyalancı şeyhin hiçbir şey olmadığı meydana çıkıncaya kadar talibin de ömrü tükenmiş olur: artık anlamanın ne faydası var?
Fakat nadir olarak talibin itikadındaki parlaklık yüzünden şeyhin yalanı talibe faydalı olur Şeyhi, can sanır, ceset çıkar ama talip, kendi iyi niyeti yüzünden öyle bir makama erişir ki Hali, tıpkı gece ortasında kıble arayana benzer Kıble bulunmasa bile namazı caizdir
Davacı ve yalancı şeyhin can kıtlığı gizlidir Fakat bizdeki ekmek kıtlığı meydanda Niçin bunu, davacı şeyh gibi gizleyelim? Neden fayda olmadığı halde utanıp arlanarak can çekişelim?
Kocası dedi ki: “Daha ne vakte kadar gelir ve mahsul arayıp duracaksın; zaten ömrümüzden ne kaldı ki? Çoğu geçip gitti Akıllı kişi, artığa, eksiğe bakmaz; çünkü ikisi de sel gibi geçer Sel ister saf olsun, ister bulanık Mademki baki değildir, ondan bahsetme?
Bu alemde binlerce canlı, sıkıntısız, hoş bir halde yaşamakta, geçinip gitmektedir Üveyk kuşu, geceki rızkı henüz meydanda olmadığı halde ağaçta Tanrıya şükreder Bülbül “Ey duaya icabet eden Tanrı, rızık hususunda itimadımız sana diye Tanrıya hamdeyler
Doğan, rızkını padişahın elinden umduğundan bütün pis şeylerden ümidini kesmiştir Böylece sivrisinekten tut da file kadar bütün mahlukat Tanrı ailesidir; Hak da ne güzel aile reisi Gönlümüzdeki bütün bu gamlar, heva ve hevesimizin, varlığımızın tozundan, dumanından meydana gelir Bu kökümüzü söken gamlar, ömrümüzün orağına benzer Bu böyle oldu kuruntuları da vesveselerimizdir
Bil ki her hastalık ölümden bir parçadır Çaresi varsa, ölümün bir cüz’ünü kendinden kov! Ölümün bir cüz’ünden bile kaçamadığın halde onun hepsini başından aşağıya dökecekler, bunu iyice bil!
Ölümün cüz’ü olan hastalık sana taht geliyorsa bil ki Tanrı küllü, yani ölümü de sana tatlılaştırır Hastalıklar, ölümden elçi olarak gelmektedir; ey boşboğaz, ölümün elçisinden yüz çevirme!
Tatlı yaşayan, sonunda acı öldü Ten kaydında olan canını kurtaramadı Koyunları kırdan sürer getirirler; hangisi daha besli ise onu keserler Gece geçti, sabah oldu Sen ne vakte kadar bu altın masalını yeni baştan söyleyip duracaksın?
Gençken daha kanaatliydin; şimdi altın istiyorsun, halbuki sen önceden altındın Üzümlerle dolu bir asmaydın; nasıl oldu da kesada uğradın; üzümün tam olacakken bozulup gittin? Meyvanın günden güne daha tatlı olması lazım
İp eğirenler gibi gerisin geriye gitmenin luzumu yok! Sen bizim eşimizsin; işlerin başarılması için eşlerin aynı huyda olmaları lazımdır Eşlerin birbirine benzemesi lazım Ayakkabı ve mestin çiftlerine bir bak! Ayakkabının bir teki ayağa biraz dar gelirse ikisi de işine yaramaz
Kapı kanadının biri küçük, diğeri büyük olur mu? Ormandaki aslana kurdun çift olduğunu hiç gördün mü? Bir gözü bomboş, öbürü tıka basa dolu olsa hurç, devenin üstünde doğru duramaz Ben sağlam bir yürekle kanaat yolunda gidiyorum; sen neye kınama yolunu tutuyorsun?
Kanaatkar adam ihlasla, yüreği yanarak sabaha kadar karısına bu yolda sözler söyledi Kadın ona haykırdı: “Ey namustan gayri bir şeyi olmayan, artık bundan fazla senin afsununu istemem Yürü git Gayri bu davadan bahsetme; kibir ve azamete dair saçma sapan şeyler söyleyip durma!
Ne vakte kadar bu tumturaklı sözler, bu işler güçler? Kendi halini, kendi işini gör de utan! Kibir çirkindir ama dilencilerden olursa daha çirkin Soğuk gün ortalık kar Bir de elbise ıslak olursa
Ey örümcek ağı gibi evi olan! Ne vakte kadar dava, çalım; Ne vakte kadar kibir, azamet! Sen kanaatten ne vakit canını nurlandırdın ki? Kanaatten ancak bir ad öğrendin Peygamber “Kanaat nedir? Hazinedir? Dedi
Sen hazineyi mihnet ve meşakkatten ayırt edemiyorsun Bu kanaat daimi bir hazineden başka bir hazineden başka bir şey değildir Ey gönüle gam ve elem veren artık beyhude sözlere dalma!
Yürü bana “Eşim deme, az koltukla Ben insafın eşiyim, hilenin değil Neden padişahtan, beyden dem urup durmaktasın? Yoksulluktan havada sivrisineği bile avlamaktasın Bir kemik parçası için köpeklerle dalaşmakta, içi boş ney gibi inleyip durmaktasın
Bana öyle horlukla kötü kötü bakma ki damarlarının içinde dolaşan sırları söylemeyeyim Kendi aklını benden fazla görüyorsun; Ya şu az akıllı olan beni nasıl gördün? ( Büsbütün aşağı değil mi?)
Çirkin kurt gibi üstümüze atlama Senin gibi insanı utandıracak akla sahip olmaktansa akılsızlık daha iyi! Aklın, insanlara ayak kösteği olunca o akıl, akıl değildir, yılan ve akreptir Senin hile ve zulmünün hasmı Allah olsun; hile elin bize uzanmasın!
Ne şaşılacak şey ki sen hem yılansın, hem afsuncu Ey Arap, sen yılansın, hem de çirkin yılan! Eğer karga kendi çirkinliğini anlasaydı, derdinden kar gibi erirdi Afsuncu düşman gibi, yılana afsun okur, yılan da onu afsunlar
Yılanın afsunu, yılancıya tuzak olmasaydı yılanın afsununa aldanır, onunla meşgul olu muydu? Afsuncu, kazanç hırsına düşünce yılanın kendisini afsunladığını anlamaz Yılan “ Ey afsuncu, kendine gel Kendine gel Kendi hünerini gördün, bir de benim afsunumu gör!
Sen beni Hak’kın adıyla afsunladın, bu suretle de beni halka rüsvay etmek istedin Beni Hak’kın adı bağladı, senin tedbirin değil Hakk’ın adını tuzak yaptın, yazıklar olsun sana! Senden benim hakkımı Tanrının adı alacak Ben canımı da Tanrı adına ısmarladım, tenimi de Tanrı adı, beni yaraladığın için ya can damarını koparsın, yahut seni de benim gibi mahsup etsin! der Kadın bu yolda sert sözlerle genç kocasına tomarlar okudu
Bedevi dedi ki: “ Ey kadın, sen kadın mısın, yoksa hüzün ve keder atası mı? Yoksulluk, benim için iftihar edilecek bir şeydir; başıma kakma! Mal ve para başta küllah gibidir Küllaha sığınan keldirKıvırcık ve güzel saçları olan kişiye gelince: küllahı giderse ona daha hoş gelir
Tanrı eri göz gibidir Gözün kapalı olmaktansa, açık olması daha iyidir Esirci, esiri satarken ayıp örten elbiseyi soyar Esirin bir kusuru olursa hiç onu soyar mı? Soyması şöyle dursun, bir hile ile ne yapıp yapar, onu elbiseyle gösterir
“Bu iyiden kötüden, olur olmaz şeyden utanır Soyarsam utanıp senden ürker der Zengin kulağına kadar ayıp içine dalmıştır: fakat malı vardır ve mal ayıbını örter Tamahkar tamahı yüzünden zengin ayıbını görmez Tamahkar bütün gönülleri kaplar
Yoksul, halis altın gibi sevilse yine kumaşı, dükkana yol bulmaz, sözünü kimse dinlemez Yoksulluk, senin anlayacağın şey değildir; yoksulluğa hor bakma; Çünkü yoksulların, mülkten, maldan öte ululuk sahibi Tanrı’dan pek büyük bir rızıkları vardır Ulu Tanrı adildir; adiller, nasıl olur da çaresiz biçarelere zulmederler?
Birisine nimet, mal, matrah verip öbürünü yansın diye ateşe atarlar mı? Böyle bir iş, Tanrı’dan, iki cihanı yaratan umulur mu? “Elfakru Fahri hadisi, saçma ve asılsız bir söz mü; bu sözde binlerce naz ve nimet gizli değil mi?
Hiddetle bana lakaplar taktın; ben sevgilimin dostuyum, onu elde ederim Halbuki sen bir yalancı, afsuncusun dedi Yılan tutsam bile dişini söker, bu suretle onu başı ezilmekten kurtarırım Çünkü o diş, onun can düşmanıdır; ben, düşmanı da bu suretle kendime dost ederim
Ben asla tamahtan afsun okumam Ben bu tamahı baş aşağı etmişimdir Tanrı göstermesin Benim halka karşı tamahım yok Gönlümde kanaatten bir alem var Sen armut ağacı tepesinden böyle görüyorsun Aşağı in de sende o şüphe kalmasın Biraz dönersen başın dönmeğe başlar; evi dönüyor görürsün Halbuki dönen sensin!
Ebucehil, Ahmed’i görüp “Beni Haşim’den çirkin bir çehre zuhur etti dedi Ahmet ona dedi ki: “ Haddini tecavüz ettinse de doğru söyledin Sıddık görüp “Ey güneş! Ne doğudasın, ne batıdan Latif bir surette parla, alemi nurlandır dedi
Ahmet dedi ki: “Ey aziz, ey değersiz dünyadan kurtulan! Doğru söyledin Orada bulunurlar “ Ey halkın ulusu, ikisi birbirine zıt söz söyledi, sen ikisine de doğru söyledin, dedin “Neden? diye sordular
Peygamber “Ben Tanrı eliyle cilalanmış bir aynayım Türk, Hintli nasılsalar, bende o sureti görürler dedi Kadın! Eğer beni tamahkar görüyorsan bu kadınca arayıştan yüksel! Kanaate dair söz söylemek, tamaha benzer ama hakikatte rahmettir O nimetin bulunduğu yerde tamah ne gezer?
Sen de bir iki günceğiz yoksulluğu sına da yoksulluktaki iki misli zenginliği gör Yoksulluğa sabret, bu gamı, gussayı bırak Çünkü ululuk sahibi Tanrı’nın yüceliği yoksulluktur Sirke satmada kanaat yüzünden bal denizine gark olmuş binlerce can gör
Yoksulluk acılığı çeken yüz binlerce cana bak Gül gibi gülbeşekere karışmış, o lezzetle lezzetlenmiş Ah yazık; sende kavrayacak kabiliyet olsaydı da, canımdan gönül şem’ası zuhur etseydi!
Bu söz can memesinde süttür Emen olmadıkça güzelce akmıyor Dinleyen susuz ve arayıcı olursa vazeden ölü bile olsa söyler Dinleyen yeni gelmiş ve usanmamış olursa dilsiz bile sözde bülbül kesilir Kapımdan içeri namahrem girince harem halkı, perde arkasına girer, gizlenir
Zararsız ve mahrem birisi gelince de o kendilerini gizleyen mahremler, yüzlerindeki peçeleri açarlar Bütün güzel, hoş ve yaraşan şeyler, gören göz için yapılır Çengin zir ve bem nağmeleri, nasıl olurda sağır kulak için terennüm edilir?
Tanrı, miski beyhude yere güzel kokulu yapmadı? Koku duyan için yarattı; koku almayan için dedi Hak yeri göğü yaratmış, aralarında da bir çok nur ve nar yüceltmiştir Bu yeri yerdekiler için yaratmış, göğü de göktekilerin yurdu yapmıştır
Aşağılık kişi yükseğin düşmanıdır Her şeyin müşterisi meydana çıkar Ey kapalı örtünüp bürünmüş kadın, sen hiç kör için süslendin mi? Dünyayı en değerli incilerle doldursan nasibin yoksa ne yapayım?
Ey kadın, kavgayı, darılmayı bırak; bırakmayacaksan beni bırak! Ben iyiyle kötüyle, kavga edemem; kavga ile işim yok Savaşmak şöyle dursun; gönlüm barışlardan bile ürkmekte Susacaksan ne ala: yoksa öyle bir iş yaparım ki şu anda hemen kalkar, evimi, barkımı bırakır, giderim
Kadın onu titiz ve hiddetli görünce ağlamaya başladı Zaten ağlamak, kadının tuzağıdır “Ben, senden bunu mu umardım? Senden başka ümidim vardı dedi Kadın yokluk yoluna girip dedi ki: “Ben senin karın değil, ayağının toprağıyım Cismim, canım, nem varsa senindir; hüküm de senin, ferman da!
Yoksulluk yüzünden sabrım tükendiyse bu da kendim için değil, senin için Sen bana dertli zamanlarda deva oldun; muhtaç olmanı istemiyorum Canın için, bu kendim için değil Bu ağlayış bu inleyiş hep senin için
Ben, Tanrı hakkı için varlığımı her nefeste huzurunda feda etmek isterim Canım sana kurban olsun Ne olurdu ruhun bana vakıf olsaydı Fakat sen hakkımda böyle kötü zanna düşünce candan da usandım, tenden de
Ey canımın rahatı! Sen bana böyle aykırı olunca altına da toprak saçtım, gümüşe de( artık ikisi de gözümde değil) Canımda da sen varsın, gönlümde de sen Öyle olduğu halde bu kadarcık bir şeyden dolayı benden ayrılmaya kalkışıyorsun
Kudret senin elinde, ayrılabilirsin; fakat senin bu niyetine karşılık candan özürlüler dilemekteyim O zamanları hatırla ki ben put gibi güzeldim, sen de karşımda puta tapan şamana benzerdin
Bu kul sana tabidir; gönlü, senin dileğine göre aydınlanmış, yanmıştır Neyi “pişir, hazırla dersen hemen “pişti, yandı bile derim Ben senin ıspanağınım İster ekşili pişir, ister tatlılı Küfür söylemiştim; işte imana geldim Can ve gönülle hükmüne tabi oldum Senin şahane huyunu takdir edemedim Huzuruna küstahça eşek sürdüm Fakat affından bir mum düzüp yakınca tövbe ettim; itirazı bıraktım
Kılıçla kefeni huzuruna koyuyorum; önüne boynumu uzatıyorum; vur! Acı ayrılıktan gem vuruyorsun Ne istersen yap fakat bunu yapma! Gönlünde benim için gizlice bir özür dileyici vardır ki o, ben olmasam da bana şefaat edip durur
Gönlündeki o özür dileyicim senin huyundur Ona güvendiğimden gönlüm, kendisine suç aradı Ey ahlakı yüz batman baldan daha güzel, daha tatlı olan kızgın adam! Sen de bana gönlünden ve gizlice merhamet et
Bu suretle güzel, açık açık söylerken kadına bir ağlamadır geldi Ağlaması bile yüzünü güzelliğiyle gönülleri cezbeden o güzelin, hüngür hüngür ağlaması haddinden aşınca O gözyaşı yağmurundan bir yıldırım zuhur etti, o naziri bulunmayan erin gönlüne bir kıvılcım sıçradı
Adamın, güzel yüzüne kul olduğu dilber, kulluğa başlarsa hal ne olur, insan ne hale gelir? Azametinden yüreğini oynatan, kibirinde4n seni tir tir titreten sevgili, gözünün önünde ağlamaya başlarsa ne hale girersin?
Naz ve istiğnası ile can ve gönülleri kan haline getiren güzel, niyaza girişirse hal ne olur? Cevrü cefası, bize tuzak olan dilber, özür dilemeye kalkışırsa biz ne mazeret bulabilir, ne söyleyebiliriz?
Züyyine linnas, hükmünce Tanrı’nın insanlar için bezediği şeylerden halk, nasıl kurtulabilir? Tanrı; kadını erkeklere munis olmak üzere yarattı Adem nasıl olurda Havva’dan ayrılabilir? Kişi yiğitlikte Zaloğlu Rüstem bile olsa Hamza’dan bile ileri geçse yine hükmetme hususunda karısının esiridir
Adem sözlerinden alemin sarhoş olduğu Muhammed bile “Kellimini ya Humeyra derdi Gerçi zahiren su, ateşten üstündür; fakat bir kaba konunca ateş, onu fıkır fıkır kaynatır İkisinin arasında bir tencere, bir çömlek oldu mu ateş, o suyu yok eder, hava haline getirir
Görünüşte su nasıl ateşten üstünse, sen de kadından üstünsün; fakat hakikatte ona mağlupsun, sen onu istemektesin
Böyle bir hassa ancak Ademoğlundadır Çünkü insanda muhabbet vardır Hayvanın muhabbeti azdır ve bu da onun nakış olmasından ileri gelmiştir
Peygamber dedi ki: “Kadınlar; akıllı kişilere ehli dil olanlara fazlasıyla galip olurlar Fakat cahiller, kadına galebe ederler Çünkü onlar sert ve kaba muameleli olurlar Onlarda acıma, lutfetme, sevme azdır Çünkü tabiatlarında yaradılışlarında hayvanlık üstündür
Sevgi ve acıma, izsanlık vasfıdır; hiddet ve şehvetse hayvanlık vasfıdır Kadın, Hak nurudur, sevgili değil Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değildir!
Avamdan olan birisinin ölüm anında avamlıktan pişman olması gibi o bedevi de söylediğine pişman oldu “Canımın canına nasıl oldu da düşman kesildim; canımın başına nasıl oldu da tekmeler savurdum? dedi
Aklımız baştan ayağı fark etmesin diye kaza geldi mi, gözümüzü örtüyor Kaza geçince, insan kendisini yemeğe başlar Perdesi yırtılan, sırrı meydana çıkan, yakasını yırtar Bedevi dedi ki: “Ey kadın, pişman oluyorum Kafir olmuşsam bile müslüman olmaktayım Sana karşı suçluyum bana acı; beni kökümden, dibimden kamilen söküp atma! İhtiyar kafir, pişman olursa özür getirmeye başlar ve müslüman olur Tanrı tapusu, rahmet ve keremlerle dopdoludur Varlık da ona aşık yokluk da
Küfür de o ululuk sahibi Tanrı’ya aşıktır, iman da; bakır da o kimyanın kuludur, gümüş de!
Musa’nın da mana cihetinden bir yolu vardır, Firavun’un da Fakat, zahiren Musa yolludur, Firavun yolsuz Musa , gündüzün Tanrı huzurunda ağlayıp inledi; Firavunda gece yarısı ağladı, Dedi ki; “Ey Tanrı, boynundaki bu demir zincir nedir? Boynumda demir zincir olmasa kim “ Ben, benim der (asılsız davaya Benliğe kalkışır? )
Şüphe yok ki Musa’yı nurlandıran iradenle beni de karanlıklara daldırdın Musa’yı ay yüzlü bir hale getirten dileğinle canımın aynı kara yüzlü bir hale getirdin Yıldızım aydan daha iyi, daha talihli değil ki Tutulursa ne çarem var? Halk, benim nöbetimi Tanrı diye, Sultan diye tutuyor ama doğrusu ay tutulmuş, tas çalıyorlar! Onlar tas çalıp gürültü ediyorlar ama o gürültüyle ayı rüsvay etmektedirler
Ben ki Firavun’um, şöhretten elaman! “Enerabbükümül a’lademem de beni rüsvay eden tas gürültüsüdür Musa’da ben de aynı kapının kuluyuz Fakat senin ormanında senin baltan işliyor; dalları senin baltan kesmektedir; Bir dalı yetiştiriyor, öbürünü kesip atıyor Baltaya karşı dalın eli var mı? Ne gezer! Hiç dal baltanın elinden kurtulabilir mi? Balta senindir, o kudret hakkı için kereminden bu eğrilikleri doğrult!
Firavun yine kendi kendine “Ne şaşılacak şey! Ben bütün gece “Ey Rabbimiz diye yalvarmıyor muyum? Yalnızken mütevazi bir hale geliyor, düzeliyorum Neden Musa’ya karşı öyle oluyorum?
Kalp altınının rengi halis altından on derece daha parlak olsa ataşe karşı nasıl yüzü kara bir hale gelir!
Kalbim de kalıbım da onun hükmünde değil mi? Bir zaman, beni iç haline kor, bir zaman kabuk haline Bir zaman beni ay haline kor, bir zaman karartır Tanrı’nın işi, bundan başka nedir ki? Ekin ol der beni yeşertir Çirkinleş der, sarartır Varlığı emriyle yaratan Tanrı’nın çevganları önünde mekan aleminde de koşup duruyoruz Lamekan aleminde de
Renksizlik alemi, renge esir olunca bir Musa öbür Musa ile savaşa düştü Renksizlik alemine ulaşırsan Musa ile Firavun’un karıştığı aleme erişirsin Bu nükte yüzünden hatırına “renk, nasıl olur da kıylü kalden kurtulur? Şaşılacak şey Bu renk, renksizlik aleminden zuhura geldiği halde, renksizlikle nasıl savaşa girişir?
Yağın aslı sudandır ve su ile artar Sonunda nasıl olur da suya zıt olur? Mademki yağı su ile yoğurdular; yağ sudan oldu; su ile yağ neden birbirine zıt oldu?
Gül dikenden meydana meydana gelmiştir, diken de gülden böyle olduğu halde niçin savaşa, maceralara düşmüşlerdi? gibi bir sual hatıra gelirse (bil ki bu) ya hakikatta savaş değildir, bir hikmet içindir, eşek satanların kavgaları gibi bir hiledir, bir sanattır; yahut ne savaş ne hikmetHayretten ibarettir
Bu, viraneliktir, içinde define aramak gerek Sen define sandığın şey yüzünden, o vehminden defineyi kaybediyorsun Sen vehmi de, tedbirleri, düşünceleri de mamure bil, mamur yerlerde define olmaz Mamur yerlerde varlık, didişmek olur
Yok olan, varlıklardan utanır, arlanır Varlık yokluktan feryad etmemiştir Yokluk, o varlığı, kendisinden uzaklaştırmış, gidermiştir Ben yokluktan kaçıyorum deme Hakikatte o, senden yirmi kere daha fazla kaçmakta! Görünüşte seni kendisine çağırmaktadır Ama içinden seni reddetme sopasıyla sürmektedir Bu işler, kovalayanı yanıltmak için ata çakılan ters nallardır; ey saf kişi! Firavun’un, Musa'dan nefretini sen Musa'dan bil
Tabiata inananlar; gök bir yumurtadır, yer de onun sarısı diye itikat etmişlerdir Birisi, “Bu yeryüzü yeri kaplayan göğün ortasında nasıl duruyor? Havaya asılmış bir kandil gibi ne aşağıya gitmekte, ne yukarı çıkmakta dedi O hakim, “Altı cihetten de göğün çekmesi yönünden hava ortasında kalır Mıknatıstan bir yuvarlak olsa ortasına konan demir, ortada kalır diye cevap verdi Öteki hakim de “Saf gök, kara toprağı kendisine çekmez Onu altı taraftan da iter Ondan dolayı da yeryüzü, kuvvetli yeller ortasında muallakta kalmıştır dedi
Kemal ehlinin gönülleri de firavunların canlarını böyle defeder de, onlar dalaletde kalırlar Onları bu cihan da defeder o cihan da O yolsuzlar da bu yüzden o cihanda da mahrum kalırlar, bu cihanda da Ululuk sahibi Tanrının kullarından, velilerden baş çeker, uzaklaşırsan bil ki onlar senden hoşlanmıyorlar, onlar seni istemiyorlar
Onların kehlibarları vardır, meydana çıkarırlarsa senin saman çöpü gibi oaln varlığını deliye döndürür, kendilerine çekerler Kehlibarlarını saklarlarsa derhal seni azgınlığa teslim ederler Hayvanlık mertebesi nasıl insanlığa esir ve mağlupsa İnsan mertebesinin de Tanrı velilerinin elinde hayvan gibi mağlup olduğunu anla ey yoksul!
Ahmed, irşadederken halka “Kullarım dedi Tanrı bütün alemi “ Kul ya ibadi diye çağır buyurdu Senin aklın deveciye benzer, sen de devesin, Akıl, seni ister istemez hükmünce çekip durmaktadır Veliler akılların aklıdır Akıllar da ta en sonuncusuna kadar develere benzer Onlara ibretle bak: bir kılavuz, yüz binlerce can! Ne kılavuzu ne deveciyi!
Sen güneşi gören gözü bul da sonra bak! Bütün cihan, gece içinde kalmış, karanlıklara mıhlanmış, güneşi ve gündüzü bekleyip durmakta İşte sana zerrede gizli güneş, işte sana kuzu postuna bürünmüş erkek aslan İşte sana saman altında gizli bir deniz! Kendine gel, o samana şüphe ile ayak basma! Ama yol gösterici hakkında içe gelen şüphe, Tanrı rahmetidir
Her peygamber dünyaya tek gelmiştir Tektir ama içinde yüzlerce alem gizli Alemi Kübra, kudretle sihir yaptı da cimrini, küçücük bir suret içinde gizledi Ahmaklar onu tek ve zayıf gördüler Hiç padişahın dostu olan zayıf olur mu? Ahmaklar,O, ancak bir tek kişiden ibaret! dediler Vay akıbeti düşünmeyene!
':bilgilihocamcommesnevi2htm'Mesnevi'den Hikayeler
Eski zamanda bir halife vardı ki, Hatem’i cömertliğine köle etmişti İhsan ve adalet bayrağını yüceltmiş, dünyadan yoksulluk ve ihtiyacı kaldırmıştı Deniz ve inci, onun vergisine nispetle ehemmiyetsiz bir hale gelmiş lutuf ve ihsan Kaf’tan Kaf’a yayılmıştı
O padişah, topraktan ibaret olan şu yeryüzünde bulut ve yağmurdu İn’am ve ihsan sahibi Tanrı’nın vericiliğine mazhardı Deniz ve maden, onun ihsanına karşı zelzeleye düşmüş, onun cömertliğine doğru kafile kafile gelip duruyordu
Kapısı, hacet kıblesiydi Şöhreti, cömertlikle bütün aleme yayılmıştı Onun vergisinden, onun cömertliğinden Acem de şaşırmıştı,Rum da Türk de hayrete dalmıştı, Arap da Hayat suyu, kerem deniziydi Onun yüzünden Arap da dirilmişti Acem de!
Bir gece bir bedevi karısı, dedikoduyu hadden aşırarak kocasına dedi ki: “Bütün bu yoksulluğu, bu cefayı biz çekmekteyiz Alemin ömrü hoşlukla geçiyor Sade biz kötü bir haldeyiz
Ekmeğimiz yok, katığımız dert ve haset Testimiz yok suyumuz gözyaşı Gündüzün elbisemiz güneşin ziyası Geceleyin döşek ve yorganımız ay ışığı Açlığımızdan değil mi ayı, okkalık ekmek sanıp elimizle gökyüzüne saldırıyoruz
Yoksullar bizim yoksulluğumuzdan ve gece gündüz yiyecek düşünmemizden arlanıyorlar Samiri’nin halktan kaçtığı gibi akraba, yabancı herkes bizden kaçıyor Birisinden bir avuç mercimek isteyecek olsak bize “Sus, geber, babalar çıkarasıca! diyor
Arabın iftiharı, savaş ve ihsandır Sence arap içinde yazıda kazınıp yok edilecek bir yanlışa benziyorsun Ne savaşı? Zaten biz savaşsız öldürülmüş, bitmişiz; yoksulluk kılıcıyla başımız uçurulmuş, gitmiş!
İhsan nerede? Yoksulluğun etrafında dönüp dolaşarak ağ örmekte, havada uçan sineğin damarını sokup kanını emmekteyiz Hele bize misafir gelsin Geceleyin uyuyunca elbisesini soymazsam ben de adam değilim!
Bundan dolayı bilenler, hikmetle dediler ki: ihsan ve kerem sahiplerine konuk olmak gerek Halbuki sen, öyle birisinin müridisin ki hasisliği yüzünden kendisi galip değil, seni nasıl galip edecek? Sana nur vermesi şöyle dursun bilakis kapkara bir hale koyar
Kendisinin nuru yok, onunla görüşüp konuşanlar nereden nurlanacak? Bir çeşit şeyh, gözü akan ve görmeyen kişiye benzer Gözüne ilaç çeker ama zararlı ilaçtan başka bir şey çekemez ki Yoksulluk ve meşakkatta bizim halimiz de böyledir Bize aldanıp da hiçbir konuk gelmez
On yıllık kıtlığı mücessem olarak görmedinse gözünü aç da bize bak! Görünüşümüz davacı adamların içi gibi gönlü kapkara, fakat dili şaşalalı! Tanrı’dan onda ne bir koku var, ne bir eser Fakat davası Şit’ten de ileri, Adem’den de!
Hatta ona, Şeytan bile kendisini göstermez Böyle olduğu halde o “Biz Abdallardanız, hatta daha ilerdeyiz Kendisini adam sansınlar diye dervişlerin bir hayli sözünü çalmış çırpmıştır Söz söylerken lafı Bayezid’den ziyade inceler, onu bile kusurlu bulur Halbuki onun içyüzünden Yezid arlanır
Gökyüzünün ekmeğinden, sofrasından nasipsizdir Hak, önüne bir kemik bile atmamıştır O ise “Sofrayı yaydım, Hakkın vekiliyim, halife oğluyum diye bağırıp durmaktadır “ Ey aşağılık saf kişiler, gelin gelin de ihsan keremimin sofrasından, kimse mani olmaksızın yeyin demektir
Onlar da onun başına toplanırlar Nimet ve ihsan istedikçe yalancı şeyh “ Yarın der Fakat bir türlü o yarın gelip çatmaz Ademoğlunun, az çok sırrı meydana çıkabilmek için uzun zamanlar lazımdır
Tek duvarın altında define mi var, yoksa alan karınca ejderha yuvası mı? Oyalancı şeyhin hiçbir şey olmadığı meydana çıkıncaya kadar talibin de ömrü tükenmiş olur: artık anlamanın ne faydası var?
Fakat nadir olarak talibin itikadındaki parlaklık yüzünden şeyhin yalanı talibe faydalı olur Şeyhi, can sanır, ceset çıkar ama talip, kendi iyi niyeti yüzünden öyle bir makama erişir ki Hali, tıpkı gece ortasında kıble arayana benzer Kıble bulunmasa bile namazı caizdir
Davacı ve yalancı şeyhin can kıtlığı gizlidir Fakat bizdeki ekmek kıtlığı meydanda Niçin bunu, davacı şeyh gibi gizleyelim? Neden fayda olmadığı halde utanıp arlanarak can çekişelim?
Kocası dedi ki: “Daha ne vakte kadar gelir ve mahsul arayıp duracaksın; zaten ömrümüzden ne kaldı ki? Çoğu geçip gitti Akıllı kişi, artığa, eksiğe bakmaz; çünkü ikisi de sel gibi geçer Sel ister saf olsun, ister bulanık Mademki baki değildir, ondan bahsetme?
Bu alemde binlerce canlı, sıkıntısız, hoş bir halde yaşamakta, geçinip gitmektedir Üveyk kuşu, geceki rızkı henüz meydanda olmadığı halde ağaçta Tanrıya şükreder Bülbül “Ey duaya icabet eden Tanrı, rızık hususunda itimadımız sana diye Tanrıya hamdeyler
Doğan, rızkını padişahın elinden umduğundan bütün pis şeylerden ümidini kesmiştir Böylece sivrisinekten tut da file kadar bütün mahlukat Tanrı ailesidir; Hak da ne güzel aile reisi Gönlümüzdeki bütün bu gamlar, heva ve hevesimizin, varlığımızın tozundan, dumanından meydana gelir Bu kökümüzü söken gamlar, ömrümüzün orağına benzer Bu böyle oldu kuruntuları da vesveselerimizdir
Bil ki her hastalık ölümden bir parçadır Çaresi varsa, ölümün bir cüz’ünü kendinden kov! Ölümün bir cüz’ünden bile kaçamadığın halde onun hepsini başından aşağıya dökecekler, bunu iyice bil!
Ölümün cüz’ü olan hastalık sana taht geliyorsa bil ki Tanrı küllü, yani ölümü de sana tatlılaştırır Hastalıklar, ölümden elçi olarak gelmektedir; ey boşboğaz, ölümün elçisinden yüz çevirme!
Tatlı yaşayan, sonunda acı öldü Ten kaydında olan canını kurtaramadı Koyunları kırdan sürer getirirler; hangisi daha besli ise onu keserler Gece geçti, sabah oldu Sen ne vakte kadar bu altın masalını yeni baştan söyleyip duracaksın?
Gençken daha kanaatliydin; şimdi altın istiyorsun, halbuki sen önceden altındın Üzümlerle dolu bir asmaydın; nasıl oldu da kesada uğradın; üzümün tam olacakken bozulup gittin? Meyvanın günden güne daha tatlı olması lazım
İp eğirenler gibi gerisin geriye gitmenin luzumu yok! Sen bizim eşimizsin; işlerin başarılması için eşlerin aynı huyda olmaları lazımdır Eşlerin birbirine benzemesi lazım Ayakkabı ve mestin çiftlerine bir bak! Ayakkabının bir teki ayağa biraz dar gelirse ikisi de işine yaramaz
Kapı kanadının biri küçük, diğeri büyük olur mu? Ormandaki aslana kurdun çift olduğunu hiç gördün mü? Bir gözü bomboş, öbürü tıka basa dolu olsa hurç, devenin üstünde doğru duramaz Ben sağlam bir yürekle kanaat yolunda gidiyorum; sen neye kınama yolunu tutuyorsun?
Kanaatkar adam ihlasla, yüreği yanarak sabaha kadar karısına bu yolda sözler söyledi Kadın ona haykırdı: “Ey namustan gayri bir şeyi olmayan, artık bundan fazla senin afsununu istemem Yürü git Gayri bu davadan bahsetme; kibir ve azamete dair saçma sapan şeyler söyleyip durma!
Ne vakte kadar bu tumturaklı sözler, bu işler güçler? Kendi halini, kendi işini gör de utan! Kibir çirkindir ama dilencilerden olursa daha çirkin Soğuk gün ortalık kar Bir de elbise ıslak olursa
Ey örümcek ağı gibi evi olan! Ne vakte kadar dava, çalım; Ne vakte kadar kibir, azamet! Sen kanaatten ne vakit canını nurlandırdın ki? Kanaatten ancak bir ad öğrendin Peygamber “Kanaat nedir? Hazinedir? Dedi
Sen hazineyi mihnet ve meşakkatten ayırt edemiyorsun Bu kanaat daimi bir hazineden başka bir hazineden başka bir şey değildir Ey gönüle gam ve elem veren artık beyhude sözlere dalma!
Yürü bana “Eşim deme, az koltukla Ben insafın eşiyim, hilenin değil Neden padişahtan, beyden dem urup durmaktasın? Yoksulluktan havada sivrisineği bile avlamaktasın Bir kemik parçası için köpeklerle dalaşmakta, içi boş ney gibi inleyip durmaktasın
Bana öyle horlukla kötü kötü bakma ki damarlarının içinde dolaşan sırları söylemeyeyim Kendi aklını benden fazla görüyorsun; Ya şu az akıllı olan beni nasıl gördün? ( Büsbütün aşağı değil mi?)
Çirkin kurt gibi üstümüze atlama Senin gibi insanı utandıracak akla sahip olmaktansa akılsızlık daha iyi! Aklın, insanlara ayak kösteği olunca o akıl, akıl değildir, yılan ve akreptir Senin hile ve zulmünün hasmı Allah olsun; hile elin bize uzanmasın!
Ne şaşılacak şey ki sen hem yılansın, hem afsuncu Ey Arap, sen yılansın, hem de çirkin yılan! Eğer karga kendi çirkinliğini anlasaydı, derdinden kar gibi erirdi Afsuncu düşman gibi, yılana afsun okur, yılan da onu afsunlar
Yılanın afsunu, yılancıya tuzak olmasaydı yılanın afsununa aldanır, onunla meşgul olu muydu? Afsuncu, kazanç hırsına düşünce yılanın kendisini afsunladığını anlamaz Yılan “ Ey afsuncu, kendine gel Kendine gel Kendi hünerini gördün, bir de benim afsunumu gör!
Sen beni Hak’kın adıyla afsunladın, bu suretle de beni halka rüsvay etmek istedin Beni Hak’kın adı bağladı, senin tedbirin değil Hakk’ın adını tuzak yaptın, yazıklar olsun sana! Senden benim hakkımı Tanrının adı alacak Ben canımı da Tanrı adına ısmarladım, tenimi de Tanrı adı, beni yaraladığın için ya can damarını koparsın, yahut seni de benim gibi mahsup etsin! der Kadın bu yolda sert sözlerle genç kocasına tomarlar okudu
Bedevi dedi ki: “ Ey kadın, sen kadın mısın, yoksa hüzün ve keder atası mı? Yoksulluk, benim için iftihar edilecek bir şeydir; başıma kakma! Mal ve para başta küllah gibidir Küllaha sığınan keldirKıvırcık ve güzel saçları olan kişiye gelince: küllahı giderse ona daha hoş gelir
Tanrı eri göz gibidir Gözün kapalı olmaktansa, açık olması daha iyidir Esirci, esiri satarken ayıp örten elbiseyi soyar Esirin bir kusuru olursa hiç onu soyar mı? Soyması şöyle dursun, bir hile ile ne yapıp yapar, onu elbiseyle gösterir
“Bu iyiden kötüden, olur olmaz şeyden utanır Soyarsam utanıp senden ürker der Zengin kulağına kadar ayıp içine dalmıştır: fakat malı vardır ve mal ayıbını örter Tamahkar tamahı yüzünden zengin ayıbını görmez Tamahkar bütün gönülleri kaplar
Yoksul, halis altın gibi sevilse yine kumaşı, dükkana yol bulmaz, sözünü kimse dinlemez Yoksulluk, senin anlayacağın şey değildir; yoksulluğa hor bakma; Çünkü yoksulların, mülkten, maldan öte ululuk sahibi Tanrı’dan pek büyük bir rızıkları vardır Ulu Tanrı adildir; adiller, nasıl olur da çaresiz biçarelere zulmederler?
Birisine nimet, mal, matrah verip öbürünü yansın diye ateşe atarlar mı? Böyle bir iş, Tanrı’dan, iki cihanı yaratan umulur mu? “Elfakru Fahri hadisi, saçma ve asılsız bir söz mü; bu sözde binlerce naz ve nimet gizli değil mi?
Hiddetle bana lakaplar taktın; ben sevgilimin dostuyum, onu elde ederim Halbuki sen bir yalancı, afsuncusun dedi Yılan tutsam bile dişini söker, bu suretle onu başı ezilmekten kurtarırım Çünkü o diş, onun can düşmanıdır; ben, düşmanı da bu suretle kendime dost ederim
Ben asla tamahtan afsun okumam Ben bu tamahı baş aşağı etmişimdir Tanrı göstermesin Benim halka karşı tamahım yok Gönlümde kanaatten bir alem var Sen armut ağacı tepesinden böyle görüyorsun Aşağı in de sende o şüphe kalmasın Biraz dönersen başın dönmeğe başlar; evi dönüyor görürsün Halbuki dönen sensin!
Ebucehil, Ahmed’i görüp “Beni Haşim’den çirkin bir çehre zuhur etti dedi Ahmet ona dedi ki: “ Haddini tecavüz ettinse de doğru söyledin Sıddık görüp “Ey güneş! Ne doğudasın, ne batıdan Latif bir surette parla, alemi nurlandır dedi
Ahmet dedi ki: “Ey aziz, ey değersiz dünyadan kurtulan! Doğru söyledin Orada bulunurlar “ Ey halkın ulusu, ikisi birbirine zıt söz söyledi, sen ikisine de doğru söyledin, dedin “Neden? diye sordular
Peygamber “Ben Tanrı eliyle cilalanmış bir aynayım Türk, Hintli nasılsalar, bende o sureti görürler dedi Kadın! Eğer beni tamahkar görüyorsan bu kadınca arayıştan yüksel! Kanaate dair söz söylemek, tamaha benzer ama hakikatte rahmettir O nimetin bulunduğu yerde tamah ne gezer?
Sen de bir iki günceğiz yoksulluğu sına da yoksulluktaki iki misli zenginliği gör Yoksulluğa sabret, bu gamı, gussayı bırak Çünkü ululuk sahibi Tanrı’nın yüceliği yoksulluktur Sirke satmada kanaat yüzünden bal denizine gark olmuş binlerce can gör
Yoksulluk acılığı çeken yüz binlerce cana bak Gül gibi gülbeşekere karışmış, o lezzetle lezzetlenmiş Ah yazık; sende kavrayacak kabiliyet olsaydı da, canımdan gönül şem’ası zuhur etseydi!
Bu söz can memesinde süttür Emen olmadıkça güzelce akmıyor Dinleyen susuz ve arayıcı olursa vazeden ölü bile olsa söyler Dinleyen yeni gelmiş ve usanmamış olursa dilsiz bile sözde bülbül kesilir Kapımdan içeri namahrem girince harem halkı, perde arkasına girer, gizlenir
Zararsız ve mahrem birisi gelince de o kendilerini gizleyen mahremler, yüzlerindeki peçeleri açarlar Bütün güzel, hoş ve yaraşan şeyler, gören göz için yapılır Çengin zir ve bem nağmeleri, nasıl olurda sağır kulak için terennüm edilir?
Tanrı, miski beyhude yere güzel kokulu yapmadı? Koku duyan için yarattı; koku almayan için dedi Hak yeri göğü yaratmış, aralarında da bir çok nur ve nar yüceltmiştir Bu yeri yerdekiler için yaratmış, göğü de göktekilerin yurdu yapmıştır
Aşağılık kişi yükseğin düşmanıdır Her şeyin müşterisi meydana çıkar Ey kapalı örtünüp bürünmüş kadın, sen hiç kör için süslendin mi? Dünyayı en değerli incilerle doldursan nasibin yoksa ne yapayım?
Ey kadın, kavgayı, darılmayı bırak; bırakmayacaksan beni bırak! Ben iyiyle kötüyle, kavga edemem; kavga ile işim yok Savaşmak şöyle dursun; gönlüm barışlardan bile ürkmekte Susacaksan ne ala: yoksa öyle bir iş yaparım ki şu anda hemen kalkar, evimi, barkımı bırakır, giderim
Kadın onu titiz ve hiddetli görünce ağlamaya başladı Zaten ağlamak, kadının tuzağıdır “Ben, senden bunu mu umardım? Senden başka ümidim vardı dedi Kadın yokluk yoluna girip dedi ki: “Ben senin karın değil, ayağının toprağıyım Cismim, canım, nem varsa senindir; hüküm de senin, ferman da!
Yoksulluk yüzünden sabrım tükendiyse bu da kendim için değil, senin için Sen bana dertli zamanlarda deva oldun; muhtaç olmanı istemiyorum Canın için, bu kendim için değil Bu ağlayış bu inleyiş hep senin için
Ben, Tanrı hakkı için varlığımı her nefeste huzurunda feda etmek isterim Canım sana kurban olsun Ne olurdu ruhun bana vakıf olsaydı Fakat sen hakkımda böyle kötü zanna düşünce candan da usandım, tenden de
Ey canımın rahatı! Sen bana böyle aykırı olunca altına da toprak saçtım, gümüşe de( artık ikisi de gözümde değil) Canımda da sen varsın, gönlümde de sen Öyle olduğu halde bu kadarcık bir şeyden dolayı benden ayrılmaya kalkışıyorsun
Kudret senin elinde, ayrılabilirsin; fakat senin bu niyetine karşılık candan özürlüler dilemekteyim O zamanları hatırla ki ben put gibi güzeldim, sen de karşımda puta tapan şamana benzerdin
Bu kul sana tabidir; gönlü, senin dileğine göre aydınlanmış, yanmıştır Neyi “pişir, hazırla dersen hemen “pişti, yandı bile derim Ben senin ıspanağınım İster ekşili pişir, ister tatlılı Küfür söylemiştim; işte imana geldim Can ve gönülle hükmüne tabi oldum Senin şahane huyunu takdir edemedim Huzuruna küstahça eşek sürdüm Fakat affından bir mum düzüp yakınca tövbe ettim; itirazı bıraktım
Kılıçla kefeni huzuruna koyuyorum; önüne boynumu uzatıyorum; vur! Acı ayrılıktan gem vuruyorsun Ne istersen yap fakat bunu yapma! Gönlünde benim için gizlice bir özür dileyici vardır ki o, ben olmasam da bana şefaat edip durur
Gönlündeki o özür dileyicim senin huyundur Ona güvendiğimden gönlüm, kendisine suç aradı Ey ahlakı yüz batman baldan daha güzel, daha tatlı olan kızgın adam! Sen de bana gönlünden ve gizlice merhamet et
Bu suretle güzel, açık açık söylerken kadına bir ağlamadır geldi Ağlaması bile yüzünü güzelliğiyle gönülleri cezbeden o güzelin, hüngür hüngür ağlaması haddinden aşınca O gözyaşı yağmurundan bir yıldırım zuhur etti, o naziri bulunmayan erin gönlüne bir kıvılcım sıçradı
Adamın, güzel yüzüne kul olduğu dilber, kulluğa başlarsa hal ne olur, insan ne hale gelir? Azametinden yüreğini oynatan, kibirinde4n seni tir tir titreten sevgili, gözünün önünde ağlamaya başlarsa ne hale girersin?
Naz ve istiğnası ile can ve gönülleri kan haline getiren güzel, niyaza girişirse hal ne olur? Cevrü cefası, bize tuzak olan dilber, özür dilemeye kalkışırsa biz ne mazeret bulabilir, ne söyleyebiliriz?
Züyyine linnas, hükmünce Tanrı’nın insanlar için bezediği şeylerden halk, nasıl kurtulabilir? Tanrı; kadını erkeklere munis olmak üzere yarattı Adem nasıl olurda Havva’dan ayrılabilir? Kişi yiğitlikte Zaloğlu Rüstem bile olsa Hamza’dan bile ileri geçse yine hükmetme hususunda karısının esiridir
Adem sözlerinden alemin sarhoş olduğu Muhammed bile “Kellimini ya Humeyra derdi Gerçi zahiren su, ateşten üstündür; fakat bir kaba konunca ateş, onu fıkır fıkır kaynatır İkisinin arasında bir tencere, bir çömlek oldu mu ateş, o suyu yok eder, hava haline getirir
Görünüşte su nasıl ateşten üstünse, sen de kadından üstünsün; fakat hakikatte ona mağlupsun, sen onu istemektesin
Böyle bir hassa ancak Ademoğlundadır Çünkü insanda muhabbet vardır Hayvanın muhabbeti azdır ve bu da onun nakış olmasından ileri gelmiştir
Peygamber dedi ki: “Kadınlar; akıllı kişilere ehli dil olanlara fazlasıyla galip olurlar Fakat cahiller, kadına galebe ederler Çünkü onlar sert ve kaba muameleli olurlar Onlarda acıma, lutfetme, sevme azdır Çünkü tabiatlarında yaradılışlarında hayvanlık üstündür
Sevgi ve acıma, izsanlık vasfıdır; hiddet ve şehvetse hayvanlık vasfıdır Kadın, Hak nurudur, sevgili değil Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değildir!
Avamdan olan birisinin ölüm anında avamlıktan pişman olması gibi o bedevi de söylediğine pişman oldu “Canımın canına nasıl oldu da düşman kesildim; canımın başına nasıl oldu da tekmeler savurdum? dedi
Aklımız baştan ayağı fark etmesin diye kaza geldi mi, gözümüzü örtüyor Kaza geçince, insan kendisini yemeğe başlar Perdesi yırtılan, sırrı meydana çıkan, yakasını yırtar Bedevi dedi ki: “Ey kadın, pişman oluyorum Kafir olmuşsam bile müslüman olmaktayım Sana karşı suçluyum bana acı; beni kökümden, dibimden kamilen söküp atma! İhtiyar kafir, pişman olursa özür getirmeye başlar ve müslüman olur Tanrı tapusu, rahmet ve keremlerle dopdoludur Varlık da ona aşık yokluk da
Küfür de o ululuk sahibi Tanrı’ya aşıktır, iman da; bakır da o kimyanın kuludur, gümüş de!
Musa’nın da mana cihetinden bir yolu vardır, Firavun’un da Fakat, zahiren Musa yolludur, Firavun yolsuz Musa , gündüzün Tanrı huzurunda ağlayıp inledi; Firavunda gece yarısı ağladı, Dedi ki; “Ey Tanrı, boynundaki bu demir zincir nedir? Boynumda demir zincir olmasa kim “ Ben, benim der (asılsız davaya Benliğe kalkışır? )
Şüphe yok ki Musa’yı nurlandıran iradenle beni de karanlıklara daldırdın Musa’yı ay yüzlü bir hale getirten dileğinle canımın aynı kara yüzlü bir hale getirdin Yıldızım aydan daha iyi, daha talihli değil ki Tutulursa ne çarem var? Halk, benim nöbetimi Tanrı diye, Sultan diye tutuyor ama doğrusu ay tutulmuş, tas çalıyorlar! Onlar tas çalıp gürültü ediyorlar ama o gürültüyle ayı rüsvay etmektedirler
Ben ki Firavun’um, şöhretten elaman! “Enerabbükümül a’lademem de beni rüsvay eden tas gürültüsüdür Musa’da ben de aynı kapının kuluyuz Fakat senin ormanında senin baltan işliyor; dalları senin baltan kesmektedir; Bir dalı yetiştiriyor, öbürünü kesip atıyor Baltaya karşı dalın eli var mı? Ne gezer! Hiç dal baltanın elinden kurtulabilir mi? Balta senindir, o kudret hakkı için kereminden bu eğrilikleri doğrult!
Firavun yine kendi kendine “Ne şaşılacak şey! Ben bütün gece “Ey Rabbimiz diye yalvarmıyor muyum? Yalnızken mütevazi bir hale geliyor, düzeliyorum Neden Musa’ya karşı öyle oluyorum?
Kalp altınının rengi halis altından on derece daha parlak olsa ataşe karşı nasıl yüzü kara bir hale gelir!
Kalbim de kalıbım da onun hükmünde değil mi? Bir zaman, beni iç haline kor, bir zaman kabuk haline Bir zaman beni ay haline kor, bir zaman karartır Tanrı’nın işi, bundan başka nedir ki? Ekin ol der beni yeşertir Çirkinleş der, sarartır Varlığı emriyle yaratan Tanrı’nın çevganları önünde mekan aleminde de koşup duruyoruz Lamekan aleminde de
Renksizlik alemi, renge esir olunca bir Musa öbür Musa ile savaşa düştü Renksizlik alemine ulaşırsan Musa ile Firavun’un karıştığı aleme erişirsin Bu nükte yüzünden hatırına “renk, nasıl olur da kıylü kalden kurtulur? Şaşılacak şey Bu renk, renksizlik aleminden zuhura geldiği halde, renksizlikle nasıl savaşa girişir?
Yağın aslı sudandır ve su ile artar Sonunda nasıl olur da suya zıt olur? Mademki yağı su ile yoğurdular; yağ sudan oldu; su ile yağ neden birbirine zıt oldu?
Gül dikenden meydana meydana gelmiştir, diken de gülden böyle olduğu halde niçin savaşa, maceralara düşmüşlerdi? gibi bir sual hatıra gelirse (bil ki bu) ya hakikatta savaş değildir, bir hikmet içindir, eşek satanların kavgaları gibi bir hiledir, bir sanattır; yahut ne savaş ne hikmetHayretten ibarettir
Bu, viraneliktir, içinde define aramak gerek Sen define sandığın şey yüzünden, o vehminden defineyi kaybediyorsun Sen vehmi de, tedbirleri, düşünceleri de mamure bil, mamur yerlerde define olmaz Mamur yerlerde varlık, didişmek olur
Yok olan, varlıklardan utanır, arlanır Varlık yokluktan feryad etmemiştir Yokluk, o varlığı, kendisinden uzaklaştırmış, gidermiştir Ben yokluktan kaçıyorum deme Hakikatte o, senden yirmi kere daha fazla kaçmakta! Görünüşte seni kendisine çağırmaktadır Ama içinden seni reddetme sopasıyla sürmektedir Bu işler, kovalayanı yanıltmak için ata çakılan ters nallardır; ey saf kişi! Firavun’un, Musa'dan nefretini sen Musa'dan bil
Tabiata inananlar; gök bir yumurtadır, yer de onun sarısı diye itikat etmişlerdir Birisi, “Bu yeryüzü yeri kaplayan göğün ortasında nasıl duruyor? Havaya asılmış bir kandil gibi ne aşağıya gitmekte, ne yukarı çıkmakta dedi O hakim, “Altı cihetten de göğün çekmesi yönünden hava ortasında kalır Mıknatıstan bir yuvarlak olsa ortasına konan demir, ortada kalır diye cevap verdi Öteki hakim de “Saf gök, kara toprağı kendisine çekmez Onu altı taraftan da iter Ondan dolayı da yeryüzü, kuvvetli yeller ortasında muallakta kalmıştır dedi
Kemal ehlinin gönülleri de firavunların canlarını böyle defeder de, onlar dalaletde kalırlar Onları bu cihan da defeder o cihan da O yolsuzlar da bu yüzden o cihanda da mahrum kalırlar, bu cihanda da Ululuk sahibi Tanrının kullarından, velilerden baş çeker, uzaklaşırsan bil ki onlar senden hoşlanmıyorlar, onlar seni istemiyorlar
Onların kehlibarları vardır, meydana çıkarırlarsa senin saman çöpü gibi oaln varlığını deliye döndürür, kendilerine çekerler Kehlibarlarını saklarlarsa derhal seni azgınlığa teslim ederler Hayvanlık mertebesi nasıl insanlığa esir ve mağlupsa İnsan mertebesinin de Tanrı velilerinin elinde hayvan gibi mağlup olduğunu anla ey yoksul!
Ahmed, irşadederken halka “Kullarım dedi Tanrı bütün alemi “ Kul ya ibadi diye çağır buyurdu Senin aklın deveciye benzer, sen de devesin, Akıl, seni ister istemez hükmünce çekip durmaktadır Veliler akılların aklıdır Akıllar da ta en sonuncusuna kadar develere benzer Onlara ibretle bak: bir kılavuz, yüz binlerce can! Ne kılavuzu ne deveciyi!
Sen güneşi gören gözü bul da sonra bak! Bütün cihan, gece içinde kalmış, karanlıklara mıhlanmış, güneşi ve gündüzü bekleyip durmakta İşte sana zerrede gizli güneş, işte sana kuzu postuna bürünmüş erkek aslan İşte sana saman altında gizli bir deniz! Kendine gel, o samana şüphe ile ayak basma! Ama yol gösterici hakkında içe gelen şüphe, Tanrı rahmetidir
Her peygamber dünyaya tek gelmiştir Tektir ama içinde yüzlerce alem gizli Alemi Kübra, kudretle sihir yaptı da cimrini, küçücük bir suret içinde gizledi Ahmaklar onu tek ve zayıf gördüler Hiç padişahın dostu olan zayıf olur mu? Ahmaklar,O, ancak bir tek kişiden ibaret! dediler Vay akıbeti düşünmeyene!
':bilgilihocamcommesnevi2htm'Mesnevi'den Hikayeler