"Bir ilişki varsa; hayatınızı daha iyi, daha harika, daha eğlenceli yapabilecek bir şey olmalı ... Eğer bir ilişki bunu yapamıyorsa, neden bir ilişki içinde olasınız ki?"
İlişki nedir?
Neden bir ilişkiye ihtiyaç duyarız?
İlişkide neden sorunlar yaşar ve çözmekte zorlanırız?
Ve neden her şeye rağmen o ilişkide kalmaya çalışırız?...
İlişki, iki ya da daha fazla şey arasında olan karşılıklı ilgi, bağ, münasebet ve temastır.
İnsan, varlığa geldikten itibaren kendini bir ötekiyle (anneyle-temel bakım verenle) ilişkilendirir, ilişki üzerinden yaşamda kalır, yaşamı öğrenir, yaşamı sürdürür.
İnsanın yaşamsal temel ihtiyacı olan yeme, içme, barınma, güvende olmanın ardından değer görme, sosyal kabul ve kendini gerçekleştirme gelir. Ve tüm bunlar diğerlerinin desteği ve birlikteliğiyle mümkündür.
İnsan sosyal bir varlık olarak, yakın ilişkiler sistemi olan ailede korunur, kollanır, ihtiyaçları karşılanarak fiziksel, zihinsel ve ruhsal gelişimi sağlanır, zorlu yaşam koşullarına bu destekle hazırlanır.
Biz kendimizi ötekinde tanır, benliğimizi öteki üzerinden var ederiz.
Çocukluktan itibaren ihtiyaçlarımıza, yaptığımız davranışlara verilen tepkilerle, onaylanıp onaylanmadığımızı, değerli olup olmadığımızı, sevilip sevilmediğimizi gözlemler, kabul görecek şekilde kişiliğimizi düzenleriz. Daha sonra ilk sosyal yaşamımız olan okul ortamında da bunu sürdürürüz. Çevreden onay almak, görünmek, bilinmek kimliğimizin onaylanmasıdır ve bu bizi iyi hissettirir.
Yetişkin olduğumuzda ise özel bir ötekini ararız. Uygun eş ile tamamlanmak, yaşamı paylaşmak, amaç birliği edinip aile olmak isteriz. Aşık olur, yuva kurar sosyal bir kurum üzerinden statü kazanırız.
İyi niyetlerle, özenle, sevgiyle kurulan bu ilişki, süreç içinde sekteye uğramaya başlar. Küçük fikir ayrılıklarından büyük krizlere kadar geniş bir yelpazesi vardır.
Ve burada çiftler kaygıyla şu sorulara yönelir:
-Burada neler oluyor?
-Bu olan biten nasıl yatışacak?
Bu çatışmaya sebep, zannedildiği gibi fikir ayrılıkları, zevklerin ve yaşam amacının değişkenliği, yetişme tarzları, boyun uzun ya da kısa olması, statü, inanç, yaş .... gibi görünen farklar değildir.
Gönül ilişkisi hesap, kitap, pazarlık ile düzenlenemez, o "duygusal birleşmeden" meydana gelir.
Sorunun kaynağı "çiftin bağlantılarının duygusal olarak oluşmaması ya da kopmasıdır."
"Birbirleriyle duygusal olarak güvende hissedememeleridir."
"Çatışmaların çoğu duygusal kopmalar üzerine olan gerçek protestolardır."
Burada olup biten daha ilkel, daha basit, daha hayati bir unsurdur:
"Güvenli Bağlanma"
Bebekliğimizde ebeveynimiz tarafından fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarımız vakitlice karşılanıyorsa, sevgi ve şefkat görüyorsak, zorlandığımızda yatıştırılıyorsak, dış dünyaya güvenle, ilgi ve merakla, coşkuyla katılır ve sonra yine güvenli üssümüze dönmenin huzurunu yaşarız. Eğer böyle olmazsa kaygılı, huzursuz, öfkeli bir yapı oluşur.
Bebeklikteki bağlanma stilimiz kalan tüm samimi ilişkilerimiz için temel bir yapı olup güvenli ya da güvensiz bağlarla hayat sürmemizi belirler.
Bebeklikte ebeveynimize olan güvenme ihtiyacımız gibi yetişkinlikte de eşimize güvenli bağlanma ihtiyacı duyarız ve ona sessizce şu soruları sorarız:
-"Sana güvenebilir ve senden yardım alabilir miyim?"
-"Benim için orada olacak mısın?"
-"Çağırdığımda, ihtiyacım olduğunda bana cevap verecek misin?"
-"Senin için bir şey ifade ediyor muyum?"
-"Senin tarafından değer veriliyor ve kabul ediliyor muyum?"
-"Bana ihtiyacın var mı, güveniyor musun?"
Eğer aradaki bağlantı kuvvetliyse bu soruların olumlu yanıtları verimli bir ilişkiyi garantileyecektir. Ya cevap gelmiyor ya da olumlu gelmiyorsa?!
O zaman korku ve gerilim başlayacak, buzdağının görünen kısmı olan yüzeysel sorunlar üzerinden savaş başlayacaktır. Çünkü güvenli bağ tehdit altında olduğunda beynimiz bizim hayatta kalmamız için amigdalayı yani savaş ya da kaç merkezini harekete geçirerek korumaya çalışmaktadır.
Bu da uzayıp giden tartışmalar, geri çekilmeler, hayal kırıklıklarına, dahası eşlerin birbirlerinden daha da uzaklaşmasına sebep olacaktır.
"Öfke, eleştiri, talepler aşıkların eşlerini duygusal olarak geri getirmek ve güvenli bağlanma hissini yeniden oluşturmak için kalplerini harekete geçiren gerçek çığlıklarıdır."
Eşler arasında güçlü bir bağ, sevgi, güven varsa birbirlerinden talep etmeden, birbirlerinin ihtiyacını gözetir ve desteklerler. Kadın mutfakta yemek yapmakla uğraşırken, erkek "çöpü de ben atayım, her iş eşime kalmasın" diye kendiliğinden harekete geçer. Kadın da aynı şekilde moralsiz eve dönen eşinin sıkıntısını fark edip destek olur, kendi beklentilerinden önce eşini rahatlatmayı tercih eder.
Güvenli bağlanmanın göstergesi ise;
-Bağlantıda olmak
-Erişebilir olmak
-Yanıt verilebilir olmaktır.
Bundan kasıt bağımlı, her an her şekilde birbirine müdahil ya da beklenti içinde olmak değil, ihtiyaç olduğunda eşin orada ve cevap verebilir olduğunun güvencesini hissetmektir.
İlişkide güvenli alanın sinyalleri zayıflayıp, hassas noktalara temas gerçekleşmişse denge bozulur, incinen partner üzgün ya da öfkeli yahut tam tersi uzak ya da soğuk davranır. Durumu anlamaya çalışır. Bu sefer de karşı taraf bu öfke ya da geri çekilmeyi tehdit olarak algılar ve aynı reaksiyonları o da geliştirir.
Bu da en derin ve kuvvetli duygularımız olan bağlanma ihtiyacı ve korkuları harekete geçirir.
-Gerektiğinde birkaç defa yanımda değilsen, artık sana gereksinimim yoktur! duygusuyla
hassasiyetlerimizi saklar eşimize karşı iyice anlaşılmaz oluruz.
"Bağlanma sistemimizi, özlemlerimiz ve korkularımız harekete geçirir. Beynimiz: -yabancı, kötü, acı verici bir şey yaklaşıyor, der." Ve bu ihtiyaçlarına uzun süre cevap alamayan eş geri çekilir, "Gece rahatsızlanan eşini acile götürmeyen bir insanla beraber yaşamaya da lüzum yok." der.
Anlaşıldığı üzere "Telefonu neden geç açtın? Yemeği neden tuzlu yaptın? Çocuklarla daha fazla ilgilenmeliydin, yine limon almayı unuttun... gibi güncel tartışmaların altında bu güvenli bağlanma dinamiği vardır.
Eğer birbirimizi takip edebiliyor, özen gösteriyor ve böylelikle birbirimizin ihtiyaç ve acılarını hissedebiliyorsak bu güçlü bir bağı işaret eder ve yaşamsal sorunlar kolaylıkla üstesinden gelinebilir olur.
Beni Olduğum Gibi Kabul Et, Onayla, Sev
Diğer temel dinamikler "Kimliğin Kabulü" ve "Koşulsuz Sevgi"dir.
Yaşam, kendini var etme sahasıdır ve bu yüzden kimliklerin kabul görmesi en temel ihtiyaçlarımızdan bir diğeridir. Bu sebeple yok sayılmak ölümden daha güçlü bir cezadır. Dünyadaki tüm savaş ve mücadelenin kimlik meselesi olduğu bilinir.
Kimliği, kişinin kim olduğuyla ilgili tüm özellik ve detayların "o özel kişi" tarafından bilinmesi, görülmesi, onaylanması, kabul edilmesi, desteklenmesi ve en önemlisi yaşamında özel bir alan açmasıyla anlam bulur. Bazı tutum ve davranışlarını onaylamasak da, aslolan onun kimliği ve varlığını koşulsuzca sevmek ve korumaktır.
Burada kastedilen "sana güveniyorum ya da bana güven, seni seviyor ve olduğun gibi kabul ediyorum" cümlelerini kurmak değil, ilişki içinde bunları tutumlarla hissettirmektir...
Hamile bir eşi, doğacak bir bebeği olan kocanın tek kapılı bir araba alması, eşine şu mesajı verir: "Ben seni, bebeğimizi ve yeni koşulları göz önünde bulundurmadan, hepimizin ihtiyacını gözeterek değil kendi isteklerimi baz alarak karar verdim. İdare et."
Kadın buna ilaveten şu mesajı alır: " Burada güvenli ve güçlü bir bağ olsaydı birlikte ihtiyaçlarımızı belirler ve ona göre hareket ederdik. Burada kim olduğumun ve neye ihtiyacım olduğunun bir önemi yok. Kendimi değersiz ve kaygılı hissediyorum"dur.
Kimliğin zedelenmesi ilişkiyi de zedeler.
Çünkü en çok en yakın ilişki bağlamında inciniriz. Bir tarafta yaşamda kalmak, güvende hissetmek, değer, sevgi, onay görmek ve böylece kendimiz olup üretebilmek ihtiyacımızdan orada kalmaya çalışırken, bir taraftan da bu atmosferin olmayışı nefes almamızı engeller ve uzaklaşmak isteriz. Bu iki duygu arasında sıkışıp kalmak yaşama sevincimizi ve motivasyonumuzu yitirmemize, çeşitli psikolojik ve biyolojik hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olur. İlişkimiz ister yolunda görünsün, ister yuvarlanıp gidiyor olsun, ister çıkmaz bir sokakta duvara toslamış, ister bitkisel hayatta olsun, iyileştirme çabasına ihtiyaç vardır.
Geçmiş yaşamları, temelleri, yani toprakları iyiyse, minik bir yeşil kök bile gürbüz bir bitkiye dönüşür, yıpranmış ilişkiler iyileşebilir. Bir yaradan kurşun çıkarır gibi, dikkatle, özenle, özveriyle, aşkla ve umutla, elbette ki bilinçli bir yapılanmayla ilişkilerimizi canlandırabilir, kalitesini arttırabiliriz.
İnsan ailesinde değer, sevgi güven, huzur, onay, destek, kimliğin kabulü ve güçlü bir bağ bulursa, dışarıda bunları aramayacaktır. Öyleyse en çok eşlerimize sonra çocuklarımıza kocaman alanlar açalım, güvenli var olma alanları bırakalım. Kendi egomuza uygun hale getirmeye çalışmadan ve fakat ihtiyaçlarımızı, duygularımızı açık ve en güzel şekilde ifade ederek ve onların ihtiyacını gözeterek ilişkimizi koruyalım. En uzun yol arkadaşımızı, en çok ihtiyaç duyduğumuzu, en yakınımızla olan birlikteliğimizi özenle kuşatalım. Zira temelde kadın olsun erkek olsun ihtiyaçlar aynıdır.
Daima bütün hikayemiz bir çift gözün ışığına muhtaçtır.
EVLİLİK ÜZERİNE
Bırakın birlikteliğinizi mesafeler ayırsın.
Ve göklerin rüzgar’ları aranızda raks etsin.
Birbirinizi sevin, ama sevginizi bir zincire dönüştürmeyin.
Bırakın sevgi, ruhlarınızın kıyıları arasında gidip gelen bir deniz olsun.
Birbirinizin kadehini doldurun,
Ama tek kadehten içmeyin.
Ekmeğinizden verin birbirinize;
Ama aynı dilimi yemeyin.
Birlikte raks edin, şarkı söyleyin, eğlenin,
Ama her biriniz tekliğini unutmasın.
Aynı bir ud’un telleri gibi olun, aynı müzikle titreşen,
Ama her biri ötekinden ayrı ve tek başına…
Kalplerinizi birbirinize verin,
Ama ötekinde kalmasın.
Çünkü ancak hayatın eli kalplerinizi içine alabilir.
Birlikte durun,
Ama birbirinize çok da yaklaşmayın;
Çünkü mabedin sütunları da birbirinden ayrı durur.
…Ve meşeyle selvi birbirinin gölgesinde büyüyemezler.
Halil Cibran