Kıbatek'in Ses Bayrağı Türkçe Olmalı KIBATEK KIBATEK’İN SES BAYRAĞI TÜRKÇE OLMALI* Prof Dr İsmail PARLATIR Son on yıldır, Türk dünyası, Türklük dünyası çok hareketli, fazla seri bir metamorfoz sürecine girdi Bu değişim keza siyasî anlamda, ayrıca coğrafî anlamda ayrıca de sosyolojik anlamda nitelenebilir Oysa ben buna “Temelde kültürel bir zenginleşme demek istiyorum Var olan iki taraflı kültürün zenginleşmesi Bildiği üzere 1990’lı yılların başından itibaren eski Sovyetlerin siyasî yönden ayrılmaları ve her Türk Cumhuriyetinin öbür ve egemen bir devlet olması kararı, Türk dünyasında yukarıda sözünü ettiğim başkalaşım rüzgârının tez esmesini sağladı Doğrusu bu, yüzyılların ötesinden sürüp gelen manevî bağların gün ışığına çıkmasını hızlandırmış oldu Türk Cumhuriyetler ile özerk halkların Türklük düşüncesinde birleşmeleri ve kültürel birlik etrafında yoğunlaşmaları, Türk diline sahip çıkma gayreti içine girmeleri kıvançla izlediğimiz hareketler oldu ve olmaktadır Türkiye’den Kosava’ya, Kosava’dan Moldova’ya, oradan güneye Kıbrıs’a, Kıbrıs’tan Avrasya’nın en uzakta beldesi Uygur yerine dek Türk dilinin yarattığı eserler, bizim onur kaynağımız olmuştur, olmalıdır da Ben bunları Türkçenin zafer alıntıları olarak niteliyorum Nitekim geçmişten bugüne yüzyılların süzgecinden geçerek kayda değer şahsiyetler yetiştiren Türk dünyası edebiyatları bunun çarpıcı örneklerini vermiştir Pozitif uzağa gitmeye lüzum yok; işte, içinde bulunduğumuz bu yerde, Ohri’de XV yüzyılda yetişmiş bir Ahmedî, ünlü İskendername’nin dil yazarı şair Ahmedî Bizim eski Türkiye Türkçesi dil hazinelerimizden olan öyle fazla eser onun kaleminden çıkmıştır Aynı çağda, doğuda Çağatay dünyasının sanatkâr kalemi Ali Şir Nevayî, Muhakemetü’llugateyn ile Türk dilinin zenginliğini dünyaya duyuruyordu Anadolu sahasında Yunus Emre, Türkçenin ses bayrağını dalgalandırırken bir yüzyıl sonra Necatî ve onu izleyecek Fuzulî, Türk dilinin estetiğini motif motif, nakış nakış şiirleştiriyordu Bu çizgiyi içinde bulunduğumuz çağa dek izleyebiliriz Bu çizgide Manaslar, Korkut Ecdat, Köroğlular, Karacaoğlanlar, İsmail Gaspralılar, Mahdum Kulular, Jambıllar, Cengiz Aytmatovlar, Bahtiyar Vahapzadeler, Özker Yaşinler, Necati Zekeriyalar, Nazım Hikmetler, Yahya Kemaller’i bir film şeridi gibi izleyebiliriz Şu Anda yeni bin yılın eşiğinde nedir beklentilerimiz? Birazcık da bunun üstünde durmak istiyorum Usta olsun, bilim adamı olsun hayatını kaleminin ucuna adamış bir insan, kuşkusuz ilk kez anlaşılmayı, kendisini iyi anlatmayı ve dolayısıyla geniş çevreye ulaşmayı niyet edinmiştir Bir usta veya bir yazar, önce kendi öz dünyasındaki duygularıyla, heyecanlarıyla, hayalleriyle, düşünceleriyle haşir neşirdir; onlarla yoğrulur ve kavrulur; onlarla bütünleşir ve özdeşleşir Sonunda bu duygular, bu hayaller, bu düşünceler, ara sıra gönül süzgecinden geçerek olgunlaşan ara sıra aklın yol göstericiliğinden fışkıran birer eser olarak gün ışığına çıkar Yazarın kaleminden dökülen bir eser, onun öz benliğinin bir parçasıdır Onu yaratan zor, yani insanoğlu, yani ressam veya yazan, elbette onun üstünde titreyecek, onu koruyacak, korutacak, onun yaşaması için her yola, her çareye başvuracaktır İşte yukarıda sözünü ettiğim bir yazarın anlaşılma kaygısı, kendisini anlatabilme kaygısı, geniş okuyucu kitlesine ulaşabilme kaygısı Bu, ayrıca başlangıçta bir kâbus, ayrıca de başarısızlıkta; başarıda alabildiğine geniş bir yol ve engin bir ufuk Fakat bunları sağlayacak iki önemli ve vazgeçilmez vasıta: dil ve yazı Burada bir noktayı da özellikle vurgulamak istiyorum İki binli yıllara girerken Türk dünyasının sesini duyurabilmede sanatın, bilhassa de edebiyatın manâlı bir rol üstlenmesi gerekir inancındayım Türk dünyasının geniş coğrafyasında iki taraflı duyguların, heyecanların, sevinçlerin dile gelmesinde iki taraflı yazı dilinin ya da konumuz çerçevesinde edebî dilin oluşturulması zarureti de gerekli bir gerçektir Bu ortak dil şüphesiz Türkçedir giderken dilimizin, yani Türkçenin bilimsel ölçütler çerçevesinde iki önemli özelliğinden ilk olarak bahsetmek istiyorum Bu konuda hiç de şehvetli olmaya gerek yok Çünkü bilimsel çalışmalar ve araştırmaların sonuçlarına dayanarak konuşuyorum Birincisi Türk dilinin en eski yazılmış belgelere sahip bir kültür dili olduğu gerçeğidir İkincisi ise bugün için bizi en fazla birbirimize bağlayan ve bir onur vesilesi olan Türk dilinin dünyada en çok konuşulan beş dilden biri olmasıdır UNESCO’nun 1980’li yıllarda yaptırdığı bir araştırmanın verilerine göre bu gerçekte, dünya dilleri arasındaki Türk dilinin ön sıralarda yer alması gerçeğinden laf ediyorum Bir dilin dünya üstünde dağılımı, konuşulabilirlilik, okunabilirlik ve yazılabilirlik özelliği, o dilin zenginliği konusunda vazgeçilmez bir ölçüdür Fakat şunu da gözden uzakta tutmamak gerekir fakat böylesine uygulama alanı geniş ve yapı bakımından zengin dillerin lehçe ve ağız özelliklerini kendi bünyesinde bulundurması hatta muhafaza etmesi fazla normaldir Söz gelişi İngiliz dilinin Amerika’da Amerikanca diye adlandırılması gibi Başvuru alanı geniş dillerde bu örnekleri çoğaltmak olası Aynı dil özelliğini kendi dilimizde de görmekteyiz Bugün Türk dili doğuda Çin’den batıda Manş’a dek uzanan geniş bir alanda hem konuşulmakta keza de yazılmaktadır Bu geniş alan içinde var olan Türk dilinde bırakın lehçe özelliğini, hatta değil ama, ayrı bir dil özelliğini belirten, ayrı dil yapıları da laf konusudur Türk dilinin bu zengin ve öbür yapısını burada size uzun uzun anlatacak değilim; bu konuyu dil bilginlerinin araştırmalarına bırakıyorum Nitekim bu konudaki incelemeler ve çalışmalar son zamanlarda epeyce hızlanmış ve gelişmiş durumdadır Lakin buradan atamak istediğim mesaj, böylesine geniş bir başvuru sahasına sahip bir dilde eser tahsis etmek, her hâlde o eseri kaleme bölge yazar için bir şans, hem de bundan başka kendisini tanıtma, anlatma ve geniş okuyucu kitlesine ulaşma gayreti içinde olan bir yazan için başlıca dilinde bir menfaat olsa gerek Derhal bu noktadan yani dilden yazıya dinmek istiyorum “Dil ifadesini yazıda bulur gerçeğinden hareket ederek Türk yazı dilinin önemine dikkatlerinizi çekmek istiyorum Konuşulan dil ile yazı dili bilhassa “karşılıklı yazı dili farklılığı dil bilimcilerin kabul ettiği ortak bir konudur Türk dünyasında “ortak yazı dili konusu yeni değildir Yani Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra ortaya atılmış bir konu değildir Bir De bu, bütün tersine Sovyetler Birliğinin oluşumundan yani 1917 Bolşevik İhtilâlinden çok önceleri savunulmuş bir çabuk idi Kırımlı Gaspıralı İsmail, 1883 yılında Bahçesaray’da Çevirmen adlı bir gazete çıkarmaya başlamış ve bu gazetede, Rusya’da yaşayan Türklerin Türklük bilincinin uyanmasında büyük rol oynamıştı İşte İsmail Gaspıralı daha o yıllardan başlayarak bir müşterek yazı dili tezini ileriye sürmüş; bu tezi de gazetenin başlığının altına koyduğu “Dilde, fikirde, işte birlik öz deyişi ile pekiştirmişti Bu iki taraflı yazı dili öyle çok tartışmayı beraberinde getirmiş; ama en büyük kavga da ortak bir alfabenin tespiti konusunda yoğunlaşmıştır Son birkaç yıldır Türk dünyasında her tarafta canlı bir tartışmanın konusu olan müşterek alfabe, ilkin 1926 yılının Mart ayında Bakû’de toplanan Birinci Türkoloji Kongresinde uzun uzun tartışma edilmiş ve sonunda Lâtin esasına dayalı bir alfabe sistemi kabul edilmişti Fakat o tarihten önce lüzum Orta Asya Türklerinde olsun, gerek Osmanlı Türklerinde olsun Arap alfabesi kullanılıyordu Bakû Kongresinde kabul edilen Lâtin esasına dayalı alfabe sistemi yeni Türkiye cumhuriyetinde de aynı sorunu gündeme getirmiş ve özellikle M Kemal Atatürk’ün direktifleri ile bizde de Lâtin esasına dayalı alfabe sistemi kabul edilmişti Böylece Türk dünyasında büyük ölçüde her yerde yazıda birlik yolunda önemli bir adım atılmıştı Ne var oysa Stalin rejiminin baskısı sonucunda Sovyetler Birliğindeki Türkler, Kiril alfabesini göstermek zorunda bırakılıyor Bu Nedenle de yazıda birlik umutları iyiden iyiye sönmüş oluyordu Şimdi son yıllarda Sovyetler Birliğinin çözülmesi ve bilhassa Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmaları elli sene daha sonra “Yazıda birlik fikrini tekrar gündeme getirmiş bulunmaktadır Bu konuda lüzum Türkiye üniversiteleri ile bilim kuruluşlarında gerekse Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde son yıllarda ciddî incelemeler yürütülmüş ve yürütülmeye devam edilmektedir Bilhassa istanbul’da Marmara Üniversitesinde gerçekleştirilen “Dünyada Türklük Araştırmaları ve Türkiye ile “Modern Türk Alfabeleri konulu sempozyumlar yanına Kültür Bakanlığının yaptığı “Kesintisiz Türk Dili Kurultayı her zaman bu konuları tartışmış ve bu toplantılarda olumlu kararlar alınmıştır Ben burada gene “alfabe birliği konusunu bilim adamlarının araştırmalarına ve bilhassa her cumhuriyetin duyarlı ile alacağı kararlara bırakarak şu kanaatimi bahsetmek istiyorum Önce “alfabe birliği sonra da “ortak yazı dili kuşkusuz bilim adamları yanına yazarlarımızı da yakından ilgilendiren bir konudur Kendisini okutmak ve tanıtmak isteyen bir yazarımızın kesinlikle geniş okuyucu kitlesine ulaşmada, özellikle Türk dünyasına hitap edebilmede bu “alfabe birliği ve “iki taraflı yazı dili fikrini geliştirmesi, olgunlaştırması, hatta ona sahip çıkması vazgeçilmez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır Elli sene sonra önümüze gelen bir imkânı, hatta bu şansı iyi değer biçmek zorundayız Fiilen ben bunun o kadar kolay olacağını ya da gerçekleşeceğini anlatmak istemiyorum Ama önce bu konuya sahip çıkmalı, bunu başaracağımıza inanmalı, sonradan yola çıkmalı Bu yolda elli yıl kaybedilmişse bunu gerçekleştirmek için icabında elli sene sabırla çalışalım İnsanların hayatında elli yıl ola ki koskocoman bir vakit dilimi olarak görülebilir Ama milletlerin tarihinde bu zaman dilimi elli gün bile değildir Onun için tarihî görevimizin bilincinde bu konuya sıkı sarılmak ve sağlam adımlar atmak zorundayız Burada yükün en ağır olanı da biz bilim adamları ile yazarlara düşmektedir Bu akıl çerçevesinde kurum ve kuruluşlarımızı da gayrete getirmeliyiz Millî Eğitim ve Kültür Bakanlıkları edinmek üzere kültür kurumlarımız, derneklerimiz de bu yolda kendi imkânlarını kullanmalı, Türkçenin konuşulduğu tüm coğrafyalarda ses bayrağı olarak dilimizin canlı ve akıcı olmasına hizmet etmeli, karşılıklı dil birliği düşüncesinde birleşmelidirler Nitekim Türk Dil Kurumu bu konuda üzerine düşen görevi gücünün yettiğince yürütmektedir Kıbatek gibi kuruluşları da içten desteklemektedir Bu itibarla yeni bir oluşum ve kuruluş içinde olan Kıbatek’i bu yoldaki çalışmaları bakımından destekliyor ve yüreklendirmeyi bir devir biliyoruz Yeter ama bu nesil etkinlikler Türkçenin gücüne, zenginliğine, güzelliğine ve yaygınlaşmasına hizmet etsin edebiyatogretmeninet