iltasyazilim
FD Üye
Kırımdan Gelirim Türküsünün Hikayesi
Harikulade Kanuni Sultan Süleyman Han döneminin ünlü yeniçerilerinden Yatağan Refik söylenti eder fakat Bahçesaray ’da doğmuş, üç yaşında iken demirciliğin ve özellikle kılıç dövmenin bin bir sırrına mazhar olmuş Sinan Ali Efendi denen bir zat, tarih bin beş yüz yirmi altıyı göstermekte iken cihana gözlerini açmış, çığlıklarını salıvermişti
Kırım ’dan gelirim gelirim
Adım da Sinan ’dır hey aman
Kılıncımın suyu yar suyu
Kandır da dumandır hey aman
Kırım ’dan gelirim gelirim
Atım da araptır hey aman
Gizlenme Nemçe ru Nemçe ru
Sinan da buradadır hey
Meydan da burdadır hey
Halin de haraptır hey aman
Kırımlı Sinan ’ın babası Nadir Efendi Yavuz Sultan Selim döneminde birincil tüfenklerin kullanımıyla derin bir matem tutmaya başlamış, daha o günden zamanla sanatının sona ereceği endişesine gark olmuştu Haksız sayılmamakla beraber en küçük oğlunun yıllar ardından bu sanatı her yerde tüfenklere yeğ tutacak bir ustalıkla bezeyeceğinden habersizdi Sinan adını verdiği oğlu bir yaşında ilk adımını attığı demir ocağından bir daha ömür billâh çıkmayacak, babasının her bir hareketini hafızasına kazıyacaktı İki yaşındayken dokunduğu kavgalı demirin elini yakmadığını, hatta dokunuşuyla sakinleşip soğuduğunu ayrım etmiş, üç yaşında ikense babasından rahat, minicik bir çekiç ile birincil hançerini dövmüştü Aradan geçen birkaç dar saklı egzersiz senesinin ardından babası da oğlunun kılıç dövmedeki hünerini keşfetmiş, ama hiçbir vakit dargın demiri soğutuşunu izleyememişti Kılıca çifte su belirlemek yerine destanlar anlatıyor ve bu süre her tarafında elini demirin üzerinde gezdiriyordu Kılıçların üzerine dövdüğü ufak at şekilleri zamanla ordu içerisinde, bilhassa akıncılar aralarında demir ustası namına birçok efsane doğurmuştu Kimileri bu ustanın da akıncılardan birisi olduğuna and içiyor, hatta bu hususta Kuran ’a el basabileceğinin sözünü veriyordu Söylentiye göre bu akıncının boyu kılıcınınki ile birdi ve üç arşındı Bir karış genişliğindeki kılıcını her bir çalışında birkaç küffar kellesi havaya uçuşuyor, bu hızlı ölümü gören diğerleri ise tabanları yağlıyordu Bir diğer söylenti ise demir ustasının padişahın kılıçlarını da dövdüğü ve hatta Sultan Süleyman ’ın bana kalırsa demir ocağına gidip kılıcın dövülüşünü izlediği yönündeydi Hileli olmayan tarafı Kanuni ’nin en son kılıcının fiilen de Kırımlı Sinan elinden çıktığı olan bu rivayeti ise bir reel izliyordu Yatağan Refik Safevilerle yapılan bir savaşta generallerden birinde gördüğü Japon kılıcından sebep korkuya kapılmış, demirleri kestiği aşina bu kılıç sahibinden uzakta durmak gayretine düşmüştü Aslında de Nejat isimli bu generalin kılıcı az kalsın efsaneleşmiş bir demir ustasının, Hanzo namındaki o şeytanın dövdüğü katanalardan birisi idi Ne var ancak savaşın şiddeti aniden Refik ile Acem generalini karşısında karşıya getirmiş, iki kılıç birbirine dürüst hamle etmişti Katananın ikiye bölündüğünü gören Nejat ’ın baş döndürücü yüzü hemen ardından bedeninden bambaşka düşmenin acısıyla burkulmuş, Refik ise savaşın seyrini değiştiren bu ölümden heyecana kapılmıştı Savaşın sona erişiyle birlikte bu kılıcı döven kutlu zatı görme derdine düşüp söylentilerin iziyle Kırım yolunda at sürmüştü Sinan Ali Efendi ’nin kılıçlarıyla ilgili bir efsane ise sofu Müslümanlara karşı çekildiklerinde çatlayıp kırılmalarıydı Sözde her bir kılıç bir ruha sahip idi de hasmını evvela tanıyor arkasından keskinliğini ayarlıyordu Kim bilir ola ki de General Nejat ’ın kılıcını kesişi de bütün bu şekilde olmuştu O içinde iblis barındıran kılıcı gördüğü anda Refik ’in kılıcı kat be kat keskinleşmiş, hınç ile dolmuştu Yatağan Refik Bahçesaray ’a gidiş kararı aldığında veziri azam İbrahim Paşa kendisine demir ustası Sinan Ali Efendi ’ye verilmek üzere bir padişah fermanı vermiş, ömründe ilk önce ulaklık edecek olan yeniçeri ise bu ustanın ehemmiyetini daha fazla kavramıştı Sinan Ali Efendi daha kapısında savaş atı olduğu her halinden muhakkak olan Arap atını gördüğü anda binicisinin bir yeniçeri olduğunu kavramıştı Bakışları yukarı kayınca tüm heybetiyle dimdik duran askerin tahmin ettiği gibi bir yeniçeri olduğundan belirli olmuş oldu Yeniçeri bakışlarını bir müddet üzerinde gezdirdikten sonradan “Sinan Ali Efendi ’yi arıyorum demişti “Gelin içeri geçip birer kahve içelim, Sinan benim cevabını aldığı anda attan atlayıp az önce yirmi yaşında olan delikanlının elini öpmeye davranan adam oysa birkaç denemeden sonradan vazgeçmiş, kahvesini içmek için demir ocağına girmeye razı gelmişti Uzunca bir müddet konuşmanın ardındaki Sinan Ali Efendi kılıçlarının hünerlerini ilk önce dinlemenin heyecanıyla sevince gark olmuş, Yatağan Refik ise bu büyük ustanın gençliği aleyhinde hayretlere düşmüştü Diğer Taraftan genç yaşına karşın sanatçı bütün anlamıyla bir sofu idi Az Daha her cümlesine Allah ’ın adıyla başlayıp sonunu da inşallah ile tamamlayacaktı Her bir kılıcın sahibiyle olduğu değin döveni ile de alakası bulunduğu çağırmak ancak bir muhakkaktı Kılıçların sofu Müslümanlar aleyhinde paramparça oluşları işte bu sebepten olsa gerekti Muhabbetin sönükleştiği, efsanelerin suskunlaştığı bir anda Yatağan Refik padişah fermanını hatırlayıp Sinan Ali Efendi ’ye sunmuştu Kanuni Sultan Süleyman Han, demir ustasının Nemçe illeri üstüne düzenlenecek sefer için gönderdiği yeniçeri ile birlikte Balâtun ’a göçmesini, ocağını da oraya taşımasını dikte buyuruyordu Bu Vesile Ile seferü hümayun baştan başa kendilerine kılıç dövecek, keza kılıç döven diğer ustalara da hünerini öğretecekti Dargın demiri elle soğutmanın öğretilebilecek bir yanı olmadığını elbette söyleyemeyeceğinden emri kabul eden Kırımlı Sinan ’ın hazırlanıp da yola koyulması için bir hafta değin müddeti vardı Orduyu Hümayun gelmeden evvel Balâtun ’a yerleşmesi, kılıçlarını dövmeye koyulması gerekmekteydi Uzun boyu, ince, badem yağıyla burulmuş bıyıklarıyla Sinan Efendi de bir yeniçeri dek olmasa da yapılı idi Kılıç kullanmayı bilmemesine karşın bebekliğinde dövdüğü hançer ile oldukça hünerli olduğu çevresince malumdu Çalışma olsun diye ok atar, at binerdi Yatağan Refik ’in yoldaşlığı boyunca da birtakım kılıç hünerleri edinmiş, bu hünerlerinin bir kısmını da oğlu Cahit ile paylaşmıştı Karısı Maide Hatun her ne değin çocuğunun bu yaşından ufak kılıçlar tutmasına razı değilse de sesini çıkartmamış, Balâtun yolculuğu baştan başa çaldığı udu ile gönülleri şen tutmuştu Ne var ancak yolculuklarının nasıl bir dönüm noktası olduğu konusunda hiçbir fikirleri yoktu Demirci ocağını kurup orduyu hümayunu beklemeye koyulduklarından bu yandan çoğu kez akıncılar göre ziyaret edilmiş, yalnız bırakılmamış olan Sinan Ali Efendi ve ailesi pek yan Nemçe casuslarının dikkatini çekmiş idi Birazcık araştırıp soruşturma sonucunda dobra dobra öğrendikleri üzere bu demirci, anda Devleti Aliyye ’yi Osmaniye için bir velinimet, bulunmaz bir sanatçı olduğundan sonunun getirilmesi şart olmuştu Hele diğer taraftan geç kalınır, Sultan Süleyman ’ın ordusuna ait öncü kuvvetler yetişene kadar bu iş hallolmazsa şüphesiz öteki demirciler de bu hünerden payına düşeni alırdı tamamen bu sebeplerle evi izlemeye koyulan Nemçe erleri hudut kasabası civarda akbaba gibi dolaşmaya başlamışlardı Nitekim çabaları çok geçmeden, henüz ikinci gündeyken netice vermişti Kasabanın akıncıları son sürat toplanıp baskın için beygir sürmeye koyulunca Nemçeli gözcü hemencecik yetişip arkadaşlarına haber etmiş; sekiz karakter çete bozması, yalnız kalan kasaba halkına eziyet etmek için eğerlere atlamıştı Hesapta olmayan şey ise Sinan Ali Efendi ’nin akıncılarla birlikte beygir sürmüş olması idi Başlıca maksat baskın yok, civarda olduğu bilinen bir güruh Nemçe askerinin aranması olduğundan demir ustası da akıncıların arasına karışmıştı Son tez demir ocağına dalan Nemçe erleri ustayı bulamayınca köpürmüş, karısı ve oğlunu kılıçtan geçirip ocağı ateşe vermişlerdi Sinan Efendi Nemçe erlerinin kasaba yakınlarında görüldüğü bilgisini aldığı anda atını dörtnala evine içten sürmüş, dumanlar içinde kalmış ocağı gördüğünde yüreği atmayı kesmişti O haliyle zeka yaşamaya devam edişini kendi kendisine anlamlandırmaya çabalıyor, ama bir neden bulamıyordu Atından ağır adımlarla inip de ocağa girdiğinde bütün vücudu beyaza kesti Çocuğunun ve Maide Hatun ’un cesetleri yerde, kendi kanlarından oluşan bir gölde yatmaktaydı Akıncılar peşinden yetişmiş, yanmakta olan evi söndürmeye çabalıyordu Kan kokusu ve duman dört bir yanı basmış gibiydi Hiç mi hiç farkında olmadan yanmakta olan ocaktaki dargın kılıcı eline aldı Karısının ve çocuğunun kanlarına, duvarlardan akın akın gelen dumanlara bulanmış elini kızgın demirin üstünde gezdirirken intikam yeminleri ediyor, lanetler okuyordu Kılıç soğudukça koyu kırmızı bir renge çalmış, nefretle, ışıltısız bir ışıltı yaymaya koyulmuştu Dört bir yanını saran akıncılar kolundan tutup götürmeselerdi ocağı tepesine yıkılıp ailesiyle birlikte can verecek olduğunu fazla sonradan ayrım edecekti Baygınlığı geçtiğinde tütmekte olan yıkık ocağın bir mezar taşına benzediğini fark etmiş ve hıçkırıklara boğulmuş olan Sinan Efendi ’yi o günden sonradan sofu olarak tanıyan kimse olmamıştı Tersine evvela Kırım ’a geri dönen demir ustasını her görebilen yanından yürüyüp gitmek için uğraş ediyordu Yatağan Refik ’in söylediği kadarıyla önüne gelen bütün Nemçe askerlerini dirhem acımaksızın öldürmekte, cesetlerini ağaç dallarına asmaktaydı Yalnızca bununla da kalmamış, akıncıların arasına katılmıştı Böylece pozitif sesi çıkmıyor, başına buyruk davranıyor olsa da hüneri özellikle korkusuzluğu kısa sürede dillere destan olmuştu Demir ustası Sinan Efendi ’den Akıncı Ali Bey doğmuştu Akıncılar içinden Beyzade Muzaffer ’in söylenti ettiğine kadar Ali Bey ’in kılıcını görebilen Nemçe erleri henüz savaşa atılmadan dönüp kaçmakta idiler Bu da elbette siyaha çalan kırmızı kılıçlı bir akıncı efsanesinin Nemçe erleri arasında nam salmış olmasından kaynaklanıyordu Orduyu hümayundan korkmamış olan erler Sinan Ali adını duyduklarında odalarının pencerelerini kapatıyor, fısıltıyla konuşmaya başlıyorlardı Hiçbir er yalnız başına yolculuk etmez olmuştu İşte iyice da bu yüzden bu Nemçeli katilinin doğmasına sebep olan sekizli de her daim bir arada geziyor ve dikkatli kalıyordu İşte bu sekiz melun erden daha evvelinde demirci ocağına saldırmalarına sebep olmuş olan gözcü şimdi de karşısından gelen, bir yerlerden anımsadığı lakin bütün olarak kim olduğunu bilemediği adama bakmakta idi Gelenin bir Osmanlı eri olduğuna hiç şüphesi yoktu Bu sebeple, elçi değilse birazdan öldüreceklerinden de adı gibi emindi Yedi arkadaşı ardında kalan ağaçların gerisinde pusu kurmuştu Osmanlı eri Arap atını salındırarak yanında geldiğinde Nemçe eri elini kaldırmış durmasını göze çarpan etmişti “Kimsin? Nereden gelirsin? “Kırım ’dan gelirim Adım Sinan ’dır Bu yanıt Nemçe erinin dizlerini titretmeye yetmiş de artmıştı bile Az Önce kılıcına davranırken Akıncı Ali Bey ’in kara kılıcı havada kavisli bir yay çizip boynunu bedeninden ayırmıştı Osmanlı akıncısı öteki yedi adamın da ağaçların ardında olduğunu biliyordu Ailesinin kanıyla, ocağının dumanıyla soğumuş kılıcı huzursuzlukla kıpırdanıyor, intikamını elde etmek için sabırsızlanıyordu Sinan Bey ağaçlıklara içten dönüp tüm gücüyle bağırdığında zeka kılıç hücum etmek çabasındaydı: “Siz de duydunuz bilirim Kırım ’dan gelirim, adım Sinan ’dır Kılıcım katlettiğiniz yârimin kanındandır, kandandır, dumandandır Gizlenmeyin Nemçe ’nin erleri, meydan burada, Sinan buradadır Haydi, çıkın pustuğunuz yerlerden bre, gelin bakalım görün ölüm nasılmış Sesler ağaçların arasından yükseledursun Nemçe erleri sayıca üstünlüklerinin kendilerine yeteceğini ümit ederek meydana çıkmaya koyulmuşlardı Osmanlı eri Arap atından inmiş, düşmanlarının oluşturduğu çemberin ortasında kalmıştı Kılıçtan demin kestiği Nemçe erine ait olmayan, şayet de gerçekte yârine ve oğluna ait olan kan damlıyordu Çember daraldıkça sağ kalma şansının azaldığını bilen Ali Bey seri bir adımla kendisini hasmının kılıç mesafesinden de içeride bırakacak değin yakınlaştırmış, gerisinde tek bir hamleyle rakibinin bir ümitle kılıcını savuran kolunu kesmişti Acıyla haykıran adamı yakasından tuttuğu gibi ardına fırlatınca kısa bir şaşırma anı oluşmuş, bu kısacık zamandan istifade eden Osmanlı eri en yakınındaki hasmını da tek bir kılıç hamlesiyle diğer dünyaya göndermişti Beş dakika içinde üç arkadaşını kaybeden Nemçe erleri şaşkındı Rakam üstünlükleri sürdüğü halde yeteneklerinin üstün olmadığını kavramışlardı Hemen uzak ok atmadıkları için doğru içe hayıflanmakta, sonlarını beklemekteydiler Kızıl, siyaha çalan kılıç beş kez daha savruldu… Kırımlı Sinan Ali Efendi, sekiz Nemçe erinin sekizinin de son nefeslerini vermesi ile birlikte kılıcındaki son kan damlasının da akıp gittiğini görmüş, kala kala çatlamış, gücenmek üzere olan demir parçası ile kalmıştı Hafızası son şipşak evin yanışını gördüğü o birincil belli başlı dönüverdi Atının üzerindeyken kalbinin atmaya bir son verdiğini, ama nedense yaşamayı başardığını anımsadı Artık yaşamasının bir nedeni kalmamıştı Çocuğunun ve karısının son damla kanları da toprağa karışıp huzura erdiğine tarafından ruhu da atmayan kalbe sahip bu bedeni terk edebilirdi Şahadet getirip kıbleye döndü ve gözlerini kapadı *
Harikulade Kanuni Sultan Süleyman Han döneminin ünlü yeniçerilerinden Yatağan Refik söylenti eder fakat Bahçesaray ’da doğmuş, üç yaşında iken demirciliğin ve özellikle kılıç dövmenin bin bir sırrına mazhar olmuş Sinan Ali Efendi denen bir zat, tarih bin beş yüz yirmi altıyı göstermekte iken cihana gözlerini açmış, çığlıklarını salıvermişti
Kırım ’dan gelirim gelirim
Adım da Sinan ’dır hey aman
Kılıncımın suyu yar suyu
Kandır da dumandır hey aman
Kırım ’dan gelirim gelirim
Atım da araptır hey aman
Gizlenme Nemçe ru Nemçe ru
Sinan da buradadır hey
Meydan da burdadır hey
Halin de haraptır hey aman
Kırımlı Sinan ’ın babası Nadir Efendi Yavuz Sultan Selim döneminde birincil tüfenklerin kullanımıyla derin bir matem tutmaya başlamış, daha o günden zamanla sanatının sona ereceği endişesine gark olmuştu Haksız sayılmamakla beraber en küçük oğlunun yıllar ardından bu sanatı her yerde tüfenklere yeğ tutacak bir ustalıkla bezeyeceğinden habersizdi Sinan adını verdiği oğlu bir yaşında ilk adımını attığı demir ocağından bir daha ömür billâh çıkmayacak, babasının her bir hareketini hafızasına kazıyacaktı İki yaşındayken dokunduğu kavgalı demirin elini yakmadığını, hatta dokunuşuyla sakinleşip soğuduğunu ayrım etmiş, üç yaşında ikense babasından rahat, minicik bir çekiç ile birincil hançerini dövmüştü Aradan geçen birkaç dar saklı egzersiz senesinin ardından babası da oğlunun kılıç dövmedeki hünerini keşfetmiş, ama hiçbir vakit dargın demiri soğutuşunu izleyememişti Kılıca çifte su belirlemek yerine destanlar anlatıyor ve bu süre her tarafında elini demirin üzerinde gezdiriyordu Kılıçların üzerine dövdüğü ufak at şekilleri zamanla ordu içerisinde, bilhassa akıncılar aralarında demir ustası namına birçok efsane doğurmuştu Kimileri bu ustanın da akıncılardan birisi olduğuna and içiyor, hatta bu hususta Kuran ’a el basabileceğinin sözünü veriyordu Söylentiye göre bu akıncının boyu kılıcınınki ile birdi ve üç arşındı Bir karış genişliğindeki kılıcını her bir çalışında birkaç küffar kellesi havaya uçuşuyor, bu hızlı ölümü gören diğerleri ise tabanları yağlıyordu Bir diğer söylenti ise demir ustasının padişahın kılıçlarını da dövdüğü ve hatta Sultan Süleyman ’ın bana kalırsa demir ocağına gidip kılıcın dövülüşünü izlediği yönündeydi Hileli olmayan tarafı Kanuni ’nin en son kılıcının fiilen de Kırımlı Sinan elinden çıktığı olan bu rivayeti ise bir reel izliyordu Yatağan Refik Safevilerle yapılan bir savaşta generallerden birinde gördüğü Japon kılıcından sebep korkuya kapılmış, demirleri kestiği aşina bu kılıç sahibinden uzakta durmak gayretine düşmüştü Aslında de Nejat isimli bu generalin kılıcı az kalsın efsaneleşmiş bir demir ustasının, Hanzo namındaki o şeytanın dövdüğü katanalardan birisi idi Ne var ancak savaşın şiddeti aniden Refik ile Acem generalini karşısında karşıya getirmiş, iki kılıç birbirine dürüst hamle etmişti Katananın ikiye bölündüğünü gören Nejat ’ın baş döndürücü yüzü hemen ardından bedeninden bambaşka düşmenin acısıyla burkulmuş, Refik ise savaşın seyrini değiştiren bu ölümden heyecana kapılmıştı Savaşın sona erişiyle birlikte bu kılıcı döven kutlu zatı görme derdine düşüp söylentilerin iziyle Kırım yolunda at sürmüştü Sinan Ali Efendi ’nin kılıçlarıyla ilgili bir efsane ise sofu Müslümanlara karşı çekildiklerinde çatlayıp kırılmalarıydı Sözde her bir kılıç bir ruha sahip idi de hasmını evvela tanıyor arkasından keskinliğini ayarlıyordu Kim bilir ola ki de General Nejat ’ın kılıcını kesişi de bütün bu şekilde olmuştu O içinde iblis barındıran kılıcı gördüğü anda Refik ’in kılıcı kat be kat keskinleşmiş, hınç ile dolmuştu Yatağan Refik Bahçesaray ’a gidiş kararı aldığında veziri azam İbrahim Paşa kendisine demir ustası Sinan Ali Efendi ’ye verilmek üzere bir padişah fermanı vermiş, ömründe ilk önce ulaklık edecek olan yeniçeri ise bu ustanın ehemmiyetini daha fazla kavramıştı Sinan Ali Efendi daha kapısında savaş atı olduğu her halinden muhakkak olan Arap atını gördüğü anda binicisinin bir yeniçeri olduğunu kavramıştı Bakışları yukarı kayınca tüm heybetiyle dimdik duran askerin tahmin ettiği gibi bir yeniçeri olduğundan belirli olmuş oldu Yeniçeri bakışlarını bir müddet üzerinde gezdirdikten sonradan “Sinan Ali Efendi ’yi arıyorum demişti “Gelin içeri geçip birer kahve içelim, Sinan benim cevabını aldığı anda attan atlayıp az önce yirmi yaşında olan delikanlının elini öpmeye davranan adam oysa birkaç denemeden sonradan vazgeçmiş, kahvesini içmek için demir ocağına girmeye razı gelmişti Uzunca bir müddet konuşmanın ardındaki Sinan Ali Efendi kılıçlarının hünerlerini ilk önce dinlemenin heyecanıyla sevince gark olmuş, Yatağan Refik ise bu büyük ustanın gençliği aleyhinde hayretlere düşmüştü Diğer Taraftan genç yaşına karşın sanatçı bütün anlamıyla bir sofu idi Az Daha her cümlesine Allah ’ın adıyla başlayıp sonunu da inşallah ile tamamlayacaktı Her bir kılıcın sahibiyle olduğu değin döveni ile de alakası bulunduğu çağırmak ancak bir muhakkaktı Kılıçların sofu Müslümanlar aleyhinde paramparça oluşları işte bu sebepten olsa gerekti Muhabbetin sönükleştiği, efsanelerin suskunlaştığı bir anda Yatağan Refik padişah fermanını hatırlayıp Sinan Ali Efendi ’ye sunmuştu Kanuni Sultan Süleyman Han, demir ustasının Nemçe illeri üstüne düzenlenecek sefer için gönderdiği yeniçeri ile birlikte Balâtun ’a göçmesini, ocağını da oraya taşımasını dikte buyuruyordu Bu Vesile Ile seferü hümayun baştan başa kendilerine kılıç dövecek, keza kılıç döven diğer ustalara da hünerini öğretecekti Dargın demiri elle soğutmanın öğretilebilecek bir yanı olmadığını elbette söyleyemeyeceğinden emri kabul eden Kırımlı Sinan ’ın hazırlanıp da yola koyulması için bir hafta değin müddeti vardı Orduyu Hümayun gelmeden evvel Balâtun ’a yerleşmesi, kılıçlarını dövmeye koyulması gerekmekteydi Uzun boyu, ince, badem yağıyla burulmuş bıyıklarıyla Sinan Efendi de bir yeniçeri dek olmasa da yapılı idi Kılıç kullanmayı bilmemesine karşın bebekliğinde dövdüğü hançer ile oldukça hünerli olduğu çevresince malumdu Çalışma olsun diye ok atar, at binerdi Yatağan Refik ’in yoldaşlığı boyunca da birtakım kılıç hünerleri edinmiş, bu hünerlerinin bir kısmını da oğlu Cahit ile paylaşmıştı Karısı Maide Hatun her ne değin çocuğunun bu yaşından ufak kılıçlar tutmasına razı değilse de sesini çıkartmamış, Balâtun yolculuğu baştan başa çaldığı udu ile gönülleri şen tutmuştu Ne var ancak yolculuklarının nasıl bir dönüm noktası olduğu konusunda hiçbir fikirleri yoktu Demirci ocağını kurup orduyu hümayunu beklemeye koyulduklarından bu yandan çoğu kez akıncılar göre ziyaret edilmiş, yalnız bırakılmamış olan Sinan Ali Efendi ve ailesi pek yan Nemçe casuslarının dikkatini çekmiş idi Birazcık araştırıp soruşturma sonucunda dobra dobra öğrendikleri üzere bu demirci, anda Devleti Aliyye ’yi Osmaniye için bir velinimet, bulunmaz bir sanatçı olduğundan sonunun getirilmesi şart olmuştu Hele diğer taraftan geç kalınır, Sultan Süleyman ’ın ordusuna ait öncü kuvvetler yetişene kadar bu iş hallolmazsa şüphesiz öteki demirciler de bu hünerden payına düşeni alırdı tamamen bu sebeplerle evi izlemeye koyulan Nemçe erleri hudut kasabası civarda akbaba gibi dolaşmaya başlamışlardı Nitekim çabaları çok geçmeden, henüz ikinci gündeyken netice vermişti Kasabanın akıncıları son sürat toplanıp baskın için beygir sürmeye koyulunca Nemçeli gözcü hemencecik yetişip arkadaşlarına haber etmiş; sekiz karakter çete bozması, yalnız kalan kasaba halkına eziyet etmek için eğerlere atlamıştı Hesapta olmayan şey ise Sinan Ali Efendi ’nin akıncılarla birlikte beygir sürmüş olması idi Başlıca maksat baskın yok, civarda olduğu bilinen bir güruh Nemçe askerinin aranması olduğundan demir ustası da akıncıların arasına karışmıştı Son tez demir ocağına dalan Nemçe erleri ustayı bulamayınca köpürmüş, karısı ve oğlunu kılıçtan geçirip ocağı ateşe vermişlerdi Sinan Efendi Nemçe erlerinin kasaba yakınlarında görüldüğü bilgisini aldığı anda atını dörtnala evine içten sürmüş, dumanlar içinde kalmış ocağı gördüğünde yüreği atmayı kesmişti O haliyle zeka yaşamaya devam edişini kendi kendisine anlamlandırmaya çabalıyor, ama bir neden bulamıyordu Atından ağır adımlarla inip de ocağa girdiğinde bütün vücudu beyaza kesti Çocuğunun ve Maide Hatun ’un cesetleri yerde, kendi kanlarından oluşan bir gölde yatmaktaydı Akıncılar peşinden yetişmiş, yanmakta olan evi söndürmeye çabalıyordu Kan kokusu ve duman dört bir yanı basmış gibiydi Hiç mi hiç farkında olmadan yanmakta olan ocaktaki dargın kılıcı eline aldı Karısının ve çocuğunun kanlarına, duvarlardan akın akın gelen dumanlara bulanmış elini kızgın demirin üstünde gezdirirken intikam yeminleri ediyor, lanetler okuyordu Kılıç soğudukça koyu kırmızı bir renge çalmış, nefretle, ışıltısız bir ışıltı yaymaya koyulmuştu Dört bir yanını saran akıncılar kolundan tutup götürmeselerdi ocağı tepesine yıkılıp ailesiyle birlikte can verecek olduğunu fazla sonradan ayrım edecekti Baygınlığı geçtiğinde tütmekte olan yıkık ocağın bir mezar taşına benzediğini fark etmiş ve hıçkırıklara boğulmuş olan Sinan Efendi ’yi o günden sonradan sofu olarak tanıyan kimse olmamıştı Tersine evvela Kırım ’a geri dönen demir ustasını her görebilen yanından yürüyüp gitmek için uğraş ediyordu Yatağan Refik ’in söylediği kadarıyla önüne gelen bütün Nemçe askerlerini dirhem acımaksızın öldürmekte, cesetlerini ağaç dallarına asmaktaydı Yalnızca bununla da kalmamış, akıncıların arasına katılmıştı Böylece pozitif sesi çıkmıyor, başına buyruk davranıyor olsa da hüneri özellikle korkusuzluğu kısa sürede dillere destan olmuştu Demir ustası Sinan Efendi ’den Akıncı Ali Bey doğmuştu Akıncılar içinden Beyzade Muzaffer ’in söylenti ettiğine kadar Ali Bey ’in kılıcını görebilen Nemçe erleri henüz savaşa atılmadan dönüp kaçmakta idiler Bu da elbette siyaha çalan kırmızı kılıçlı bir akıncı efsanesinin Nemçe erleri arasında nam salmış olmasından kaynaklanıyordu Orduyu hümayundan korkmamış olan erler Sinan Ali adını duyduklarında odalarının pencerelerini kapatıyor, fısıltıyla konuşmaya başlıyorlardı Hiçbir er yalnız başına yolculuk etmez olmuştu İşte iyice da bu yüzden bu Nemçeli katilinin doğmasına sebep olan sekizli de her daim bir arada geziyor ve dikkatli kalıyordu İşte bu sekiz melun erden daha evvelinde demirci ocağına saldırmalarına sebep olmuş olan gözcü şimdi de karşısından gelen, bir yerlerden anımsadığı lakin bütün olarak kim olduğunu bilemediği adama bakmakta idi Gelenin bir Osmanlı eri olduğuna hiç şüphesi yoktu Bu sebeple, elçi değilse birazdan öldüreceklerinden de adı gibi emindi Yedi arkadaşı ardında kalan ağaçların gerisinde pusu kurmuştu Osmanlı eri Arap atını salındırarak yanında geldiğinde Nemçe eri elini kaldırmış durmasını göze çarpan etmişti “Kimsin? Nereden gelirsin? “Kırım ’dan gelirim Adım Sinan ’dır Bu yanıt Nemçe erinin dizlerini titretmeye yetmiş de artmıştı bile Az Önce kılıcına davranırken Akıncı Ali Bey ’in kara kılıcı havada kavisli bir yay çizip boynunu bedeninden ayırmıştı Osmanlı akıncısı öteki yedi adamın da ağaçların ardında olduğunu biliyordu Ailesinin kanıyla, ocağının dumanıyla soğumuş kılıcı huzursuzlukla kıpırdanıyor, intikamını elde etmek için sabırsızlanıyordu Sinan Bey ağaçlıklara içten dönüp tüm gücüyle bağırdığında zeka kılıç hücum etmek çabasındaydı: “Siz de duydunuz bilirim Kırım ’dan gelirim, adım Sinan ’dır Kılıcım katlettiğiniz yârimin kanındandır, kandandır, dumandandır Gizlenmeyin Nemçe ’nin erleri, meydan burada, Sinan buradadır Haydi, çıkın pustuğunuz yerlerden bre, gelin bakalım görün ölüm nasılmış Sesler ağaçların arasından yükseledursun Nemçe erleri sayıca üstünlüklerinin kendilerine yeteceğini ümit ederek meydana çıkmaya koyulmuşlardı Osmanlı eri Arap atından inmiş, düşmanlarının oluşturduğu çemberin ortasında kalmıştı Kılıçtan demin kestiği Nemçe erine ait olmayan, şayet de gerçekte yârine ve oğluna ait olan kan damlıyordu Çember daraldıkça sağ kalma şansının azaldığını bilen Ali Bey seri bir adımla kendisini hasmının kılıç mesafesinden de içeride bırakacak değin yakınlaştırmış, gerisinde tek bir hamleyle rakibinin bir ümitle kılıcını savuran kolunu kesmişti Acıyla haykıran adamı yakasından tuttuğu gibi ardına fırlatınca kısa bir şaşırma anı oluşmuş, bu kısacık zamandan istifade eden Osmanlı eri en yakınındaki hasmını da tek bir kılıç hamlesiyle diğer dünyaya göndermişti Beş dakika içinde üç arkadaşını kaybeden Nemçe erleri şaşkındı Rakam üstünlükleri sürdüğü halde yeteneklerinin üstün olmadığını kavramışlardı Hemen uzak ok atmadıkları için doğru içe hayıflanmakta, sonlarını beklemekteydiler Kızıl, siyaha çalan kılıç beş kez daha savruldu… Kırımlı Sinan Ali Efendi, sekiz Nemçe erinin sekizinin de son nefeslerini vermesi ile birlikte kılıcındaki son kan damlasının da akıp gittiğini görmüş, kala kala çatlamış, gücenmek üzere olan demir parçası ile kalmıştı Hafızası son şipşak evin yanışını gördüğü o birincil belli başlı dönüverdi Atının üzerindeyken kalbinin atmaya bir son verdiğini, ama nedense yaşamayı başardığını anımsadı Artık yaşamasının bir nedeni kalmamıştı Çocuğunun ve karısının son damla kanları da toprağa karışıp huzura erdiğine tarafından ruhu da atmayan kalbe sahip bu bedeni terk edebilirdi Şahadet getirip kıbleye döndü ve gözlerini kapadı *