iltasyazilim
FD Üye
PEYGAMBERE BAĞLILIK
Mekke'nin fethinden sonra İslâm'ı kabul edenler arasında Hz Ebû Bekir'in babası Ebû Kuhâfe de bulunuyordu Yaşı sekseni aşmış, âmâ bir kişi olan Ebû Kuhâfe, Hz Peygamber'in huzurunda hidayete ermekte geç kalmışlığını telâfi edercesine aşkla kelimei şehadet getiriyordu Bu esnada sevinmesi gereken Sıddıyk(yürekten tasdik edip, sorgusuz sualsiz bağlanan) lakaplı Ebû Bekir ağlıyordu Fakat bu ağlayış bir sevinç ağlayışı değil üzüntü ağlayışıydı Bu, meclisteki herkesin hayretine sebep olmuştu Sordular:
Ey Ebû Bekir, neden sevinilecek bir günde gözyaşı döküyorsun? Cevap verdi:
Allah'ın Resulünün en büyük arzusu amcası Ebû Talibin müslüman olmasıydı Fakat bu dileği bir türlü gerçekleşmedi Ben isterdim ki şu anda benim babamın yerinde şehadet getiren Ebû Talib olsun, babamın Müslüman olmasından dolayı benim gönlüm hoşnud olacağına, amcasının Müslüman olmasından dolayı Allah Rasûlünün gönlü hoşnud olsun İşte bu olmadığı için ağlıyorum
O NE YAPARSA DOĞRUDUR
Peygamberimiz (sav) azadlı kölesi Zeyd bin Hârise'yi çok severdi Oğlu Üsame'yi de Babayı da oğulu da gerektiğinde kollardı
Hz Ömer bir gün ganimet malı dağıtıyordu Oğlu Abdullah'a üç verirse Üsame'ye dört veriyordu Abdullah bunun sebebini öğrenmek istedi:
Ben Üsame'nin katılıp da benim katılmadığım tek gaza (savaş, cihad) hatırlamıyorum Neye dayanarak ona benden fazla veriyorsun?
Hz Ömer şöyle açıklamada bulundu:
Hz Peygamber onun babasını senin babandan, Üsame'yi de senden çok sever ve kollardı O'nun her işinde muhakkak bir hikmet vardır Ben O'nun sevdiğini kendi sevdiğime tercih ederim
BAL ŞERBETİ
Bir Ramazan'da Medineli bir müslüman Halife Hz Ömer'i iftar yemeğine davet etti Yemek sırasında yalnız Hz Ömer'e bir kab içinde bir içecek
sunuldu Hz Ömer sordu: Bu nedir?Ev sahibi cevab verdi: Bal şerbetidir efendim, sizin için ayırmıştık daHz Ömer onu içmeyi reddederek şöyle dedi: Benim yönetimini üstlendiğim halkın çoğu içmek için henüz kuyu suyunu bile bulamazken ben burada bal şerbeti içemem
EN BÜYÜK CÖMERT Önemli bir sefer hazırlığı yapılıyordu Peygamberimiz herkesten yapabileceği yardımı en üst sınırda yapmasını istedi Hz Ömer bu isteğe uyarak büyük miktarda bir yardımla Hz Peygamberin huzuruna çıktı Hz Peygamber sordu:
Ya Ömer, malının ne kadarını yardım olarak getirdin?
Hz ömer cevap verdi:
Tam yarısını getirdim ya Resulallah, size getirdiğim kadar da geride var
Biraz sonra Hz Ebû Bekir geldi O da büyük bir yardımda bulundu Hz Peygamber ona da sordu:
Malının ne kadarını getirdin? Cevap verdi:
Tamamını getirdim ya Resulallah, evimde Allah ve Resulünün sevgisinden başka bir şey bırakmadım
Bunun üzerine Allah'ın Resulü şöyle buyurdu: Allah yolunda fedakarlıkta Ebû Bekir'i kimse geçemeyecek
BİR MUSİBET
Kumandanlarından biri bir zafer dönüşü Halife Hz Ömer'in huzuruna çıktı Yanında kısa boylu, tıknaz biri bulunuyordu Hz Ömer Bu kim?diye sordu Kumandan anlattı: Efendim bu benim sağ kolumdur Hangi görevi verdimse başarı ile tamamladı En gizli haberleri yerine ulaştırdı Bazen bir orduya bedel hizmet gördü Zaferlerimi onun sayesinde kazandım diyebilirim
Aradan zaman geçti, aynı kumandan halifenin huzuruna yeniden çıktı Ama mağlup bir kumandan olarak Halife sordu:
Hani sağ kolun nerede?
Sormayın ya Ömer, ihanet etti, düşman tarafına geçti
Hz Ömer bu defa konuştu:
Allah'tan başka hiç kimseye dayanmamak gerektiğini geçen sefer söyleyecektim vazgeçtim Bir musibet bin nasihattan yeğdir diye düşündüm
ADAMIN ÖNEMİ Halife Hz Ömer bir mecliste hazır bulunanlara sordu:
Eğer dileğiniz hemen kabul ediliverecek olsa ne dilerdiniz?
Birisi, Benim falan vadi dolusu altınım olsun isterim Onu harcayarak İslâm'a daha çok hizmet edeyim diyededi Bir başkası, Şu kadar sürüm (davar, koyun, keçi), mal ve mülküm olsun isterdim Gerektikçe onları sarfederek dine yararlı olayım diyededi Herkes buna benzer şeyler söyledi Hz Ömer hiçbirini beğenmedi Bu defa meclistekiler, Hz Ömer'e sordu:
Ya Ömer peki sen ne dilerdin? Cevap verdi:
Ben de Muaz, Salim, Ebû Ubuyde gibi müslümanlar yetişsin isterdim İslâm'a onlar vasıtasıyla hizmet edeyim diye
GURURA KARŞI İLAÇ
Halife Hz Ömer bir gün kırbasını (su tulumu, su kabı) sırtına yüklenmiş, Medine'nin en kalabalık sokaklarında dolaşıyordu Babasının sırtında kırba ile dolaştığı oğlu Abdullah'ın da gözüne ilişti ve kendisine yetişip sordu:
Baba sen ne yapıyorsun, koskoca halife sırtında kırba taşır mı, taşıtacak kimse mi bulamadın?
Oğlum, bunu taşıtacak adam bulamadığım için veya başka bir mecburiyet dolayısıyla taşıyor değilim Nefsime gurur gelir gibi oldu, kendimi beğenir gibi oldum, sırf onu küçültmek için bu yola başvurdum
HZ ALİ'NİN BÜYÜKLÜĞÜ Birgün ashab Peygamberimiz (sav)'den Hz Ali'yi niçin çok sevdiğini sordu Hz Peygamber o anda mecliste bulunmayan Hz Ali'yi çağırmaya adam gönderdi ve orada bulananlara sordu:
Birisine iyilik etseniz, o da size kötülük etse ne yapardınız? Cevap verdiler:
Yine iyilik ederiz
Yine kötülük yapsa?
Biz yine iyilik ederiz?
Yine kötülük yapsa?
Ashab cevab vermedi, başlarını öne eğdiler Bunun anlamı kötülüğe kötülükle mukabele etmesek bile iyilik yapmaya devam etmeyiz, demekti
Bu sırada Hz Ali o meclise geldi Rasulullah Hz Ali'ye sordu:
Ya Ali, iyilik ettiğin biri sana kötülük etse ne yapardın?
Yine iyilik ederdim
Yine kötülük yapsa?
Yine iyilik yapardım
Hz Peygamber soruyu tam yedi defa tekrarladı Hz Ali yedi defasında da yine iyilik ederdimdiye cevap verdi Ashab,
Ya Rasulallah, Ali'yi çok sevmenizin sebebini şimdi anladık, dediler
HZ ALİ'NİN RÜYA YORUMU
Ashabtan (Peygamberimizin arkadaşları) Abdullah oğlu Cabir bir rüyasında, büyük ineklerin küçük inekleri sağdığını, hastaların sağları ziyaret ettiğini, kuru bir çay kenarında yemyeşil bahçeler bulunduğunu, minberde (camilerde imamın hutbe okuduğu yer) koca koca putlar durduğunu gördü Bu, sıradan bir rüyaya benzemiyordu Bunun önemli bir mesajı olmalıydı Bu rüyayı yoracak kişi olarak ilk defa Hz Ali aklına geldi Hz Peygamberin İlim beldesinin kapısıdiye nitelediği Hz Ali ancak güvenilir bir açıklama getirebilirdi Bu düşüncelerle rüyasını yordurmak üzere Hz Ali'ye müracaat etti Rüyasını tane tane anlattı ve ne anlama geldiğini yormasını rica etti Hz Ali Yanlış yorumdan Allah korusundiyerek söze başladı ve şöyle devam etti Büyük ineklerin küçük inekleri sağması, yetki ve mevkilerini halkı soymak için kullanan görevlileri (amir ve memurları); hastaların sağları ziyaret etmesi, yoksulların hallerini arzetmek için zenginlerin peşinde koşmasını; kuru çay kenarında bulunan yemyeşil bahçeler, uzaktan veya dışardan bakıldığında çok büyük sanılan ve öyle ünlenmiş ama aslında içleri kupkuru çölden ibaret olan ilim adamlarını; minberde duran koca koca putlar ise, layık olmadığı halde ilmin, dinin ve devletin yüce makamlarına yükselmiş kimseleri ifade eder
GERÇEK NEDEN
Hz Ali'nin halifeliği sırasında, Hz Osman'ın şehid edilmesiyle sonuçlanan fitne, fesad daha da arttı Bu durumdan üzülen, şikayetçi olan bir mümin Hz Ali'ye gelip sordu: Ya Ali neden Hz Ebû Bekir ve Ömer zamanında meydana gelmeyen bu olaylar senin zamanında meydana geliyor, müminler birbirine düşüyor?
Hz Ali cevap verdi: Hz Ebû Bekir ve Ömer zamanında biz vardık, ama bizim zamanımızda onlar yok
TİTİZLİĞİN BÖYLESİ
İslâm dünyasında Kur'an'dan sonra en güvenilir kaynak Sahihi Buhari adındaki hadis kitabıdır İsmail elBuhari'nin Hz Peygamberin hadislerini toplamaya kendini vakfettiği, yeni bir hadis duymak ve almak için dere tepe dolaştığı, günlerce, haftalarca yol katettiği sıralardaydı Kendisine birçok sahabi ile görüştüğü bilinen birinden söz edildi Çok zaman yaptığı gibi uzun bir yol katederek bahsedilen adamı buldu Fakat adamı bulduğu sırada kazığından boşanmış olan devesini boş torba ile aldatarak yakalamaya çalıştığına şahit oldu Bu halde hiçbirşey sormadan geri döndü Niçin boş döndüğünü, birkaç hadis not etmediğini soranlara şöyle cevap verdi:
Ben devesini aldatarak yakalamaya çalışan adamın rivayet edeceği hadise güvenmem
MAL SEVGİSİ KALBİ KAPLAMAMALI
Büyük fıkıh (hukuk) bilgini, Hanefi mezhebinin kurucusu İmamı Azam Ebû Hanîfe'nin (VIII yüzyıl) ilmi faaliyetleri yanında ticaretle de meşgul zengin bir zat olduğu malumdur Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticari işleri ile uğraşırdı Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslendi:
Ya imam, gemin battı! (İmamın ticari mal taşıyan gemileri mevcut)
İmamı Azam bir anlık tereddütten sonra
Elhamdülillah dedi
Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip haber verdi:
Ya imam, bir yanlışlık oldu batan gemi senin değilmiş
İmam bu yeni habere de:
Elhamdülillah, diyerek mukabele etti Haber getiren kişi hayrete düştü:
Ya imam, gemin battı diye haber getirdik Elhamdülillahdedin Batan geminin seninki olmadığını söyledim yine Elhamdülillahdedin Bu nasıl hamdetme böyle?
İmamı Azam izah etti:
Sen gemin battı diye haber getirdiğinde iç âlemimi, kalbimi şöyle bir yokladım Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu Bu nedenle Allah'a hamdettim Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde de aynı şeyi yaptım Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu Dünya malına karşı bu ilgisizliği bağışladığı için de Allah'a şükrettim
İMAMI ÂZAM VE KADILIK
Zamanında İmamı Azam ile herhangi bir konuda tartışmaya girip de galip çıkan görülmemiştir Hem derya gibi ilmi, hem de herkese nasip olmayan zeka ve mantığı sayesinde hepsinden kendisi galip çıkıyordu
Abbasi Halifesi Me'mun İmamı Azam'ı Kufe'ye kadı yapmak istiyordu İmamı çağırdı ve bu niyetini açıkladı İmamı Azam yönetimin yanlışlıklarına alet olmamak için bu teklifi kabul etmedi
Ben kadılık yapamam, dedi
Halife de herkes de kabul ederdi ki ondan iyi kadılık yapacak bulunamazdı Bu nedenle Halife sert çıktı:
Yalan söylüyorsun, sen kadılık yaparsın!
İmamı Azam akan suları durduracak şu cevabı verdi:
Eğer ben yalan söylüyorsam, yalan söylediğim için kadılık yapamam, çünkü yalancıdan kadı olmaz Eğer yapamamdediğim zaman doğru söylüyorsam, sözümün gereği olarak kadılık yapamam O halde her iki halde de kadılık yapamam,
KÂFİR Mİ MÜMİN Mİ?
İmamı Azam'ın da bulunduğu bir mecliste birisi şöyle bir soru sordu: Bir adam ki, cenneti istemez, cehennemden korkmaz, ölü eti yer, rüküşüz secdesiz namaz kılar, görmediğine şahitlik eder, fitneyi sever, hakkı istemez, bu adam kafir midir, mümin mi?Mecliste bulunanlar ağız birliği etmişçesine Bunlar kafirin sıfatlarıdır, böyle bir adam kafirin ta kendisidirdediler İmamı Azam susuyordu: Ya imam sen ne dersin?dediler İmamı Azam, Bunlar müminin sıfatıdır, böyle biri müminin ta kendisidirdedi itiraz ettiler: Ya imam nasıl olur, mümin cenneti istemez mi, cehennemden korkmaz mı?diye İmam tek tek açıkladı: Gerçek (bilinçli) mümin cenneti istemez, sahibini (Allah'ı) ister, cehennemden korkmaz, sahibinden korkar, ölü eti dediğiniz balıktır, görmediğine şahitlik eder, çünkü Allah'ı görmez ama kesin inanır, rükusuz secdesiz kıldığı namaz
cenaze namazıdır, fitneyi sever, çünkü fitneden maksat mal ve evladdır, (Kur'an'da mal ve evladın müminler için fitne imtihan olduğu belirtilmiştir); hakkı istemez, çünkü haktan kasıt ölümdür, mümin de olsa ölümü temenni etmez
SEN BİR KIZINI VERMEZSİN DE
Kufe'de bir adam üçüncü Halife Hz Osman için Yahudiymişdiye tutturmuştu Herkes bunun asılsız olduğunu, imkansız olduğunu söylüyor ama adam bir türlü ikna olmuyordu Bu konu İmamı Azam'a da duyuruldu Adamı bu saçma inancından kimse caydıramadı, sununla bir de siz görüşsenizdendi Hay haydedi İmamı Azam, bir akşam bu kıza dünürlüğe diye adamın evine gitti Dereden tepeden konuştuktan sonra sözü esasa getirdi:
Biz Allah'ın emri, Peygamberin kavliyle kızına dünür geldik
Kime istiyorsunuz kızımı, öğrenebilir miyim?
Kızını istediğimiz kimse son derece ahlâklı, dürüst çok zengin ve alabildiğine cömert, Kur'an'ı ezbere biliyor ve sürekli okuyor (Bunların hepsi Hz Osman'ın nitelikleri)
Adam sözünü kesti:
Yeter, bunlardan bir tanesi bile kızımı vermek için yeterli meziyettir
Ama bu damat adayının bir kusuru var, kendisi Yahudi
Adam parladı:
Nasıl olur, benim kızımı bir Yahudiye istersiniz?
İmamı Azam için artık taşı gediğine koymanın zamanı gelmişti:
Sen bir kızını yahudiye vermezsin de Hz Peygamber iki kızını birden bir Yahudiye nasıl verir? deyince adamın artık bir inat ve itiraza mecali kalmadı, bilinen gerçeği kabul etti
(Hz Osman peygamberimizin damadıydı, önce bir kızıyla evlenmiş, o ölünce diğer bir kızıyla evlenmişti Bunun için Hz Osman'a Zi'nNureyn'' (İki nur sahibi) denmiştir)
ATEŞ DÜNYADAN GİDİYOR
Abbasi'lerin ünlü halifesi Harun Reşid zamanında yaşamış olan Behlül Dana (VIII yüzyıl) dönemin evliyasındandı Zaman zaman aklından zoru olan kimselere has tavırlar takınır, herkes de bundan dolayı kendisini deli sanırdı Ama bunu maksatlı yapardı Behlül daima Harun Rediş'in yakınında bulunur, çeşitli sebepler hasıl ederek onu uyarırdı Bir gün Behlül, üstü başı toz toprak içinde uzun bir yolculukan gelmiş olmanın belirtileri ile Harun Reşid'in huzuruna çıktı Harun Reşid sordu:
Be ne hal Behlül, nereden geliyorsun?
Cehennemden geliyorum ey hükümdar
Ne işin vardı cehennemde?
Ateş lazım oldu da ateş almaya gittim
Peki, getirdin mi bari?
Hayır efendim getiremedim Cehennemin bekçileriyle görüştüm, onlar Sanıldığı gibi burada ateş bulunmaz, ateşi herkes dünyadan kendisi getirirdediler
BEHLÜL DİVÂNE
Birgün adamın biri Behlül'e akıl danıştı:
Ey Behlül Dana, ben zengin olmak istiyorum, bana ne tavsiye edersin?
Behlül bir an düşünüp cevap verdi:
Demir al, demir sat
Demir ticareti eski çağlardan beri kârlı bir iş olarak biliniyordu Çünkü demir hiç fire vermeyen, daima üstüne koyan bir maddeydi Adam Behlül'ün tavsiyesine uyup demir ticaretine başladı ve gerçekten kısa zamanda dilediği gibi zengin biri oldu Zengin olduktan sonra Behlül için Bu ne budala adam, verdiği akılla herkes köşeyi dönüyor,
kendisi fakirlikten kırılıyordiye düşündü Bir zaman sonra Behlül'ün karşısına çıktı, yeni bir akıl danıştı:
Ey Behlül Divâne (Dana yerine aptal yerine koyarak ane diyor) ben demir alıp satmaktan yeterince zengin oldum Biraz da başka bir iş yapayım Bu sefer ne tavsiye edersin?
Behlül adamın içini dışını bildiğinden onu kötü niyetine kurban edecek bir tavsiyede bulundu: Soğan al, soğan sat
Soğan ticaretinin de riskli işlerden biri olduğu bilinir Soğan devamlı fire veren bir nesnedir Adam soğan ticaretine başlayınca kısa zamanda iflas bayrağını çekti ve kötü kalbliliğinin cezasını pahalı bir biçimde ödedi
ÇARŞI PAZAR AĞALIĞI
Behlül Dana birgün Harun Reşid'den bir vazife istedi Harun Reşid de ona çarşı pazar ağalığını (denetimini) verdi Behlül hemen işe koyuldu İlk olarak bir fırına gitti Birkaç ekmek tarttı hepsi normal gramajından noksan geldi Dönüp fırıncı ya sordu: Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çolukçocuğunla ağzının tadı var mı?Adam her soruya olumsuz cevap verdi Memnun olduğu bir şey yoktu Behlül birşey demeden ayrıldı ve bir başka fırına geçti Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor, eksik gelmiyor Aynı soruları bu fırının sahibine de sordu ve her soruya olumlu cevap aldı Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid'in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi Harun Reşid, Behlül daha demin vazife verdik sana ne çabuk bıktın?dedi
Behlül açıkladı:
Efendimiz çarşı pazarın ağası varmış Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış, buna göre herkes hesabını ödemiş, bana ihtiyaç kalmamış
SARAYDA İFTAR
Harun Reşid bir Ramazan günü Behlül'e tembih etti:
Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et
Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlül 510 kişilik bir grupla çıka geldi Harun Reşid şaşırdı:
Behlül bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık bile adam getirmemişsin
Efendimiz, siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu sordum Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki yalnız bunlarmış
SENİN İŞİN DAHA ZOR
Behlül Dânâ'nın menkıbelerinden kitaplar meydana getirilmiştir Bunların hepsi insanları iyiliğe, doğruluğa, Allah rızasını kazanmaya özendirici bir nitelik taşır Türk halkı arasında da bunlardan bir bölümü bilinmekte ve anlatılmaktadır
Bir hac ibadeti sırasında Harun Reşid ve Behlül yüksekçe bir yere oturup oradan ibadet ve dua eden ve bu arada ağlayıp gözyaşı döken insan selini seyrediyorlardı Behlül Dana halifeyi uyarmak için yeni bir fırsat yakalamıştı Dedi ki:
Ey müslümanların halifesi, bütün bu ağlayıp sızlayan insanlar kendi nefislerinin günahlarının hesabını verip veremeyeceklerini bilmedikleri için ağlaşıyorlar Halbuki sen kendi nefsinin hesabı yanında bütün bu insanların da hesabını vereceksin
GERÇEK ZENGİNLİK
Başlangıçta Türkistan taraflarında bir bölgenin hükümdarı yani dünya sultanı iken vâkî olan bazı ikazlarla hükümdarlığını bırakıp maneviyat sultanı olmaya azmeden, bunu da gerçekten başaran İbrahim Edhem (VIII yyıl) dünya malına karşı o kadar tenezzülsüzdü ki kimseden bir şey istemez ve beklemezdi Nefsini yokluğa ve mahrumiyete o derece alıştırmıştı ki bir benzerine
rastlanamazdı Birgün büyük velilerden çağdaşı ve hemşehrisi Şakik Belhi ile karşılaştı ve ona sordu:
Ey Şakik nasıl geçiniyorsun? Şakik Belhi cevap verdi:
Bulunca yiyoruz, bulmayınca sabrediyoruz İbrahim Edhem:
Horasan'ın köpekleri de aynı şeyi yapıyorlar, bulunca yiyorlar, bulmayınca sabrediyorlar, diye karşılık verdi
Belhi sordu:
Peki siz ne yapıyorsunuz?
Biz bulunca dağıtıyoruz, bulmayınca sabrediyoruz
Bizim İbrahim Edhem Hazretleri hakkında söylemek istediğimiz bu değil İbrahim Edhem'in, amaç edindiği ve ulaşmayı başardığı yokluk ve mahrumiyeti o derece aşikar, o derece göze batıcı idi ki görenlerde kendisine yardım hissi uyandırıyordu
Varlıklı bir kişi İbrahim Edhem'e yardım etmek istedi İbrahim Edhem:
Yardımını gerçekten zenginsen kabul ederim, dedi
Adam gerçekten zengin olduğunu, bir şeye ihtiyacı bulunmadığını söyledi Büyük veli sordu:
Ne kadar paran var?
Üç bin altınım var
Dört bin olmasını istemez misin?
Elbette isterim
Beşbin olmasını?
İsterim
On bin altının olsa çok sevinirsin değil mi?
Şüphesiz çok memnun olurum
Zengin olduğunu söylüyorsun ama, sen gerçekte züğürdün birisin Sen, on bin değil yüz bin altının olsa yine kanaat etmez fazlasını istersin Kanaati olmayan insan zengin sayılmaz Gerçekten zengin olsaydın yardımını kabul edecektim
TEVEKKÜL BÖYLE Mİ OLUR?
Büyük velilerden Şakik Belhi (VIII yyıl) bir kıtlık senesinde, herkesin kara kara düşündüğü bir ortamda, zengin bir adamın kölesinin şakır şakır oynadığına şahit oldu Yanına yaklaştı ve sordu:
Herkes kıtlıkla, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye güvenerek böyle oynayabiliyorsun? Köle cevap verdi:
Herkesten bana ne? Benim için bir tehlike söz konusu değil Benim efendimin 78 tane köyü var, her ihtiyacımız o köylerden sağlanıyor
Bu açıklama Şakik'i adeta bir şamar gibi sarstı Çünkü kendisi de kıtlıktan dolayı endişe içindeydi Ama köle onu uyandırdı ve kendi kendine şöyle dedi:
Hey Şakik kendine gel! Şu köle nihayet bir insan olan efendisine bunca güveniyor, kendini emniyet içinde hissediyor Sen ki bütün canlıların rızkını garanti eden Allah'a inanıyor, tevekkül ediyorsun, Bu nice tevekküldür ki rızık endişesi içindesin?
HEDİYE
En büyük velilerden biri olduğunda şüphe bulunmayan Bayezidı Bestâmi'yi ölümünden sonra bir dostu rüyasında gördü ve kendisine sordu:
İlahi huzurda seni nasıl karşıladılar? Bayezidi Bestami cevap verdi:
Bana, ne getirdin?diye sordular Ben de dedim ki Bir dilenci bir padişahın huzuruna çıkınca ona ne getirdin diye sormazlar, dile bizden ne dilersenderler
Sözüme Rabbimin cevabı erişti: Doğru söylüyor, doğru söylüyor
GÜVENE LÂYIK OLMAK
Tasavvuf tarihinin önemli simalarından Zünnun Mısri (IX yyıl) kendisine bir yıl mürid olup hizmet ettikten sonra İsmi Azam'ı (Allah'ın bütün vasıflarını ifade eden en yüce adı) öğrenmek isteyen Yusuf bin Hüseyin'in arzusunu yerine getirmedi Bu isteğe gülüp geçti Aradan tam altı ay daha geçti Yusuf bin Hüseyin sabırla hizmete devam etti Bir fırsatını bulup isteğini yine tekrarladı Zünnun Mısri bu defa Yusuf bin Hüseyin'e ağzı bir bezle bağlanmış bir testi vererek, Bunun içindeki hediyeyi falan yerdeki filan zata götürdedi Dikkatle götürmesini, içindekine bir zarar gelmemesini de ayrıca hatırlattı Yusuf, hediyeyi aldı ve yola koyuldu Yolda kendi kendine söyleniyordu: Bir buçuk yıldır hizmetindeyim, benim bir dileğimi yerine getirmeyen şeyhim, hizmetinde bulunduğum bir buçuk yıldır bir defa ziyaretine bile gelmemiş olan bir dostunu hediye ile taltif ediyor
Yolculuğu sırasında bir yerde dinlenirken, içini, özenle götürülmesi istenen bu hediye nedir diye şiddetli bir merak sardı Merakına mağlup olarak testinin ağzandıki bezi çözdü ve açtı Açmasıyla birlikte bir fare fırt diye atladı ve çalılıkların, arasında kayboldu Yusuf bin Hüseyin çok üzüldü, pişman oldu Emanete hiyanet etmişti Artık götürülecek hediye kalmadığına göre yoluna devam etmesi gereksizdi Çaresiz üzüntülü ve mahcup bir halde geri döndü Olacağı kalbine malum olan Zünnun Mısri Sıradan bir hediyenin bile güvenilemeyeceği bir kimseye İsmi Azam nasıl emanet edilir?diyerek her isteyene her şeyin emanet edilemeyeceğini anlatmak istedi
YUNUS HÜRMETİNE
Anadolunun iç aydınlığıbütün Anadolu'nun sevgilisi insan sevgisinin, hoşgörünün sınırlarını,
Yaradılmışı hoşgör
Yaradandarr ötürü
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
gibi söyleyişlerle kimseye nasip olmayacak ölçüde genişleten Yunus Emre (12401320) Tapduk Emre'nin dergahında uzun süre zevk ve hevesle odun taşımış, ayak işleri yapmıştı Ama Tapduk bir türlü arzuladığı gibi Yunus'u ele almıyor, eren lerin gönül deryasından bir katre sunmuyordu Yunus bu konuda bir dilekte bulunsa Sen hâlâ dünya kokuyorsundeyip savuşturuyordu Yunus Herhalde benim nasibim burada değil, bir başka şeyhin kapısındadiyerek Tapduk'a dahi haber
vermeden dergahı terketti Ama dergahtan uzaklaştıkça içini bir hüzün kapladı Tapduk Emre'nin kapısında en basit işleri yaparken bile gönlünde bir aydınlık, bir ferahlık, bir yumuşaklık vardı Dergahtan ayrılalı gönlü kararmış, katılaşmıştı, uzaklaştıkça içini Tapduk'a ve dergaha karşı bir hasret kaplıyordu Bu yolculuk sürerken bir akşam vakti yedi kişilik bir başka yolcu grubuna rastladı İçini kaplayan hüzün ve hasrette belki bir hafifleme olur diye kendi de onlara katıldı Yol arkadaşları ermiş kılıklı, yaşlıca insanlardı Güven veren halleri vardı Birlikte sürdürülen bu yolculuk sırasında bir an geldi ki hiçbirinin çıkınında (azık çantası) birşey kalmadı Biryerde mola verdiler, açlık canlarına tak etmişti Bu yedi arkadaştan bi ri ellerini kaldırıp Yaradan'a niyazda bulundu Bu dua ve yakarmanın akabinde önlerinde türlü yiyeceklerle donanmış bir sofra peydah oldu Yediler içtiler Rablerine şükrettiler Bundan sonra bu yedi yolcudan herbiri yolda acıktıkça dua etti ve yemekleri ilahi bir lütuf olarak ikram edildi Sonunda dua sırası Yunus'a gelmişti
Yunus soğuk terler döküyordu İşin içinde mahcup olmak vardı Yol arkadaşlarının her biri Allah katında makbul kişilerdi ki duaları kabul görüyordu Kendinin böyle bir imtiyazı yoktu Ama duayı yapacaktı, çaresi yoktu Bütün varlığı ve içtenliğiyle Allahla yalvardı: Ya Rabbi, şu yol ar kadaşlarım sana kimin yüzü suyu hürmetine yalvarıyorlarsa ben de onun yüzü suyu hürmetine yalvarıyorum, beni mahcup etmeBu duanın arkasından öncekilerin iki katı yiyecek içecek lütfedildi Şaşkınlık sırası yedi yolcudaydı Sordular:
Ey arkadaş, sen kimin hürmetine dua ettin? Yunus,
Önce siz söyleyin dedi Açıkladılar:
Biz Tapduk Emre'nin dergahında Yunus adında çok makbul ve muteber bir derviş varmış onun hürmetine Allah'a yakarmıştık
Yunus esas şimdi mahcup olmuştu Yunus'un kendisi olduğunu açıklamaya utandı Tapduk Emre'ye karşı da kalbini bozmuştu Halbuki Tapduk ona Allah yolunda epeyi dereceler kazandırmıştı Büyük bir pişmanlık içinde, bedeninden sıyrılmış bir ruh gibi akarak Tapduk dergahına döndü ve şeyhine bu defa kendini kayıtsız şartsız teslim etti
GÖREV ŞUURU
Osmanlıların ilk Şeyhülislamı Molla Fenari (13501431) Şeyhülislam olmadan önce Bursa kadısı idi Onun kadılığı sırasında bir adam pazardan bir at satın aldı Fakat alışverişin hemen arkasından atın hasta olduğunu farketti Geri ver mesi gerekiyordu, ama satın aldığı adamı zorluk çıkartır, atın hastalığını kabul etmez diye önce kadıya gidip resmi kanaldan işi sağlama bağlamak istedi Mahkemeye gittiğinde kadıyı (Molla Fenari) yerinde bulamadı İşini ertesi güne bıraktı Fakat at o gece öldü Adam ertesi gün olanları kadıya anlattı, mağdur olduğunu, ne yapması gerektiğini sordu Molla Fenari Senin zararını ben ödeyeceğimdedi Adam hayretle kadıya baktı, Niçin siz ödeyeceksiniz, konuyla hiçbir ilginiz ve suçunuz yok kidedi Molla Fenari, Evet öyle görünüyor ama aslında benim de suçum büyük Eğer sen dün makamıma geldiğinde ben yerimde olsaydım, olaya müdahale eder, atı geri verdirir, paranı iade ettirirdim At da sahibinin elinde ölmüş olurdu Bu imkân şimdi yok olmuştur Senin zararına benim makamımda bulunmamam sebep olduğu için zararını ben ödeyeceğimdedi ve ödedi
ARADAKİ FARK
Anadolu'nun yetiştirdiği en büyük velilerden biri olan Hacı Bayram (XV yyıl) Anadolu kökenli başka birçok bilgin ve erenin de üstadıdır Bunlardan biri de Fatih'in hocalarından Akşemseddin idi Akşemseddin Hacı Bayram'a bağlanışından kısa bir zaman sonra zekası, anlayışı, kavrayışı, en önemlisi de şeyhine tam teslimiyeti sayesinde icazet (diploma) aldı ve irşadla görevlendirildi Akşemseddin'in bu başarısı Hacı Bayram'ın diğer müridleri arasında kıskançlığa sebep oldu Bunlardan biri Hacı Bayram'a sordu:
Efendi Hazretleri, kırk yıldır talebeniz olanlar
henüz halifeliğe (sizi temsile) layık görülmezken Akşemseddin'in kısa zamanda bu rütbeye ulaşmasının sebebi ne ola?
Hacı Bayram, gerek maddi gerekse manevi hayatta yükselmenin veya yerinde saymanın sebebini açıklarcasına cevap verdi:
Bu köse (Akşemseddin) bizde ne gördü ve işittiyse hemen inandı ve teslim oldu Sebep ve hikmetini sonra kendi kendine bulup öğrendi Kırk yıldır hizmetimizde bulunanlar ise bizde gördüklerinin ve duyduklarının önce sebep ye hikmetini öğrenip sonra inandı ve teslim oldu İşte aradaki fark budur
İKİ ER KİŞİ İLE BİR HATUN KİŞİ
Hacı Bayram Veli, Sultan II Murad'ın saygı duyduğu manevi önderlerdendi Hükümdarın Hacı Bayram'a saygısı o derece büyüktü ki ona mürid olanlardan vergi almıyordu Ama gelin görün ki bütün Ankara halkı Hacı Bayram'ın müridi olduğunu iddia ediyordu Ankara'da kimden vergi istense Ben Hacı Bayram'ın müridiyimdeyip işin içinden sıyrılıyordu Bu durum hükümdara yansıtıldı Hükümdar Hacı Bayram'a bir mektup gönderip, Gerçek müritlerinizin sayısını bana bildiriniz, sizin bildirdiğiniz herkes vergiden mual tutulmak üzere kabulümdürdedi
Hacı Bayram devletine saygılı bir maneviyet büyüğü olarak kendisine bağlılığın kötüye kullanılmasından zaten şikayetçi idi Mektubu fırsat bilerek müridlik iddiasındaki herkese haber saldı: Falan gün falan yerde toplanınızdiye O gün hemen bütün Ankara halkı şeyhlerinin davetine uyarak bildirilen yere akın ettiler Hacı Bayraı ı bir tepeciğe kurdurduğu siyah kıl bir çadırdan çıkarak kalabalığa sordu: Beni seviyor musunuz?' Kalabalık hep bir ağızdan karşılık verdi: Elbette seviyoruzBana yürekten bağlı mısınız? İstesem benim için canınızı verirmisiniz?Kalabalık cevab verdi: Canımız senin yoluna feda olsunHacı Bayram bunun üzerine Bugün bana inananları şu çadırın içinde bir bir kurban edip
canlarını cennete göndereceğim Şimdi bir kişi çıksındedi Kalabalıktan bir kişi çıktı Hacı Bayram onu çadıra aldı Çadırda önceden hazırlattığı koyunlardan birini kestirerek, kanını çadırdan dışarıya akıttırdı Dışardakiler adamın gerçekten kurban edildiğini sanarak ürperdiler Hacı Bayram dışarı çıktı, Bir kişi daha gelsindedi Bir adam daha çıktı Onu da çadıra alıp aynı işlemi yaptı Sonra dışarı çıktı ve bir kişi daha istedi İşin şakayla gelir yanı yoktu Giden gidiyordu Bu defa bir şaşkınlık ve duraksama görüldü Yine de bir hanım ileri çıktı Hacı Bayram onu da çadıra aldı Aynı olay tekrarlandı Dördüncü defa Hacı Bayram kurbanlık isteyince tek kişi çıkmadı Hacı Bayram artık hükümdara cevap verecek durumdaydı:
Sultanım, vergiden affedilmek üzere gerçek müridlerimi sormuştunuz Benim gerçek müritlerim iki er kişi ile bir hatun kişiden ibaret üç kişidir
Mekke'nin fethinden sonra İslâm'ı kabul edenler arasında Hz Ebû Bekir'in babası Ebû Kuhâfe de bulunuyordu Yaşı sekseni aşmış, âmâ bir kişi olan Ebû Kuhâfe, Hz Peygamber'in huzurunda hidayete ermekte geç kalmışlığını telâfi edercesine aşkla kelimei şehadet getiriyordu Bu esnada sevinmesi gereken Sıddıyk(yürekten tasdik edip, sorgusuz sualsiz bağlanan) lakaplı Ebû Bekir ağlıyordu Fakat bu ağlayış bir sevinç ağlayışı değil üzüntü ağlayışıydı Bu, meclisteki herkesin hayretine sebep olmuştu Sordular:
Ey Ebû Bekir, neden sevinilecek bir günde gözyaşı döküyorsun? Cevap verdi:
Allah'ın Resulünün en büyük arzusu amcası Ebû Talibin müslüman olmasıydı Fakat bu dileği bir türlü gerçekleşmedi Ben isterdim ki şu anda benim babamın yerinde şehadet getiren Ebû Talib olsun, babamın Müslüman olmasından dolayı benim gönlüm hoşnud olacağına, amcasının Müslüman olmasından dolayı Allah Rasûlünün gönlü hoşnud olsun İşte bu olmadığı için ağlıyorum
O NE YAPARSA DOĞRUDUR
Peygamberimiz (sav) azadlı kölesi Zeyd bin Hârise'yi çok severdi Oğlu Üsame'yi de Babayı da oğulu da gerektiğinde kollardı
Hz Ömer bir gün ganimet malı dağıtıyordu Oğlu Abdullah'a üç verirse Üsame'ye dört veriyordu Abdullah bunun sebebini öğrenmek istedi:
Ben Üsame'nin katılıp da benim katılmadığım tek gaza (savaş, cihad) hatırlamıyorum Neye dayanarak ona benden fazla veriyorsun?
Hz Ömer şöyle açıklamada bulundu:
Hz Peygamber onun babasını senin babandan, Üsame'yi de senden çok sever ve kollardı O'nun her işinde muhakkak bir hikmet vardır Ben O'nun sevdiğini kendi sevdiğime tercih ederim
BAL ŞERBETİ
Bir Ramazan'da Medineli bir müslüman Halife Hz Ömer'i iftar yemeğine davet etti Yemek sırasında yalnız Hz Ömer'e bir kab içinde bir içecek
sunuldu Hz Ömer sordu: Bu nedir?Ev sahibi cevab verdi: Bal şerbetidir efendim, sizin için ayırmıştık daHz Ömer onu içmeyi reddederek şöyle dedi: Benim yönetimini üstlendiğim halkın çoğu içmek için henüz kuyu suyunu bile bulamazken ben burada bal şerbeti içemem
EN BÜYÜK CÖMERT Önemli bir sefer hazırlığı yapılıyordu Peygamberimiz herkesten yapabileceği yardımı en üst sınırda yapmasını istedi Hz Ömer bu isteğe uyarak büyük miktarda bir yardımla Hz Peygamberin huzuruna çıktı Hz Peygamber sordu:
Ya Ömer, malının ne kadarını yardım olarak getirdin?
Hz ömer cevap verdi:
Tam yarısını getirdim ya Resulallah, size getirdiğim kadar da geride var
Biraz sonra Hz Ebû Bekir geldi O da büyük bir yardımda bulundu Hz Peygamber ona da sordu:
Malının ne kadarını getirdin? Cevap verdi:
Tamamını getirdim ya Resulallah, evimde Allah ve Resulünün sevgisinden başka bir şey bırakmadım
Bunun üzerine Allah'ın Resulü şöyle buyurdu: Allah yolunda fedakarlıkta Ebû Bekir'i kimse geçemeyecek
BİR MUSİBET
Kumandanlarından biri bir zafer dönüşü Halife Hz Ömer'in huzuruna çıktı Yanında kısa boylu, tıknaz biri bulunuyordu Hz Ömer Bu kim?diye sordu Kumandan anlattı: Efendim bu benim sağ kolumdur Hangi görevi verdimse başarı ile tamamladı En gizli haberleri yerine ulaştırdı Bazen bir orduya bedel hizmet gördü Zaferlerimi onun sayesinde kazandım diyebilirim
Aradan zaman geçti, aynı kumandan halifenin huzuruna yeniden çıktı Ama mağlup bir kumandan olarak Halife sordu:
Hani sağ kolun nerede?
Sormayın ya Ömer, ihanet etti, düşman tarafına geçti
Hz Ömer bu defa konuştu:
Allah'tan başka hiç kimseye dayanmamak gerektiğini geçen sefer söyleyecektim vazgeçtim Bir musibet bin nasihattan yeğdir diye düşündüm
ADAMIN ÖNEMİ Halife Hz Ömer bir mecliste hazır bulunanlara sordu:
Eğer dileğiniz hemen kabul ediliverecek olsa ne dilerdiniz?
Birisi, Benim falan vadi dolusu altınım olsun isterim Onu harcayarak İslâm'a daha çok hizmet edeyim diyededi Bir başkası, Şu kadar sürüm (davar, koyun, keçi), mal ve mülküm olsun isterdim Gerektikçe onları sarfederek dine yararlı olayım diyededi Herkes buna benzer şeyler söyledi Hz Ömer hiçbirini beğenmedi Bu defa meclistekiler, Hz Ömer'e sordu:
Ya Ömer peki sen ne dilerdin? Cevap verdi:
Ben de Muaz, Salim, Ebû Ubuyde gibi müslümanlar yetişsin isterdim İslâm'a onlar vasıtasıyla hizmet edeyim diye
GURURA KARŞI İLAÇ
Halife Hz Ömer bir gün kırbasını (su tulumu, su kabı) sırtına yüklenmiş, Medine'nin en kalabalık sokaklarında dolaşıyordu Babasının sırtında kırba ile dolaştığı oğlu Abdullah'ın da gözüne ilişti ve kendisine yetişip sordu:
Baba sen ne yapıyorsun, koskoca halife sırtında kırba taşır mı, taşıtacak kimse mi bulamadın?
Oğlum, bunu taşıtacak adam bulamadığım için veya başka bir mecburiyet dolayısıyla taşıyor değilim Nefsime gurur gelir gibi oldu, kendimi beğenir gibi oldum, sırf onu küçültmek için bu yola başvurdum
HZ ALİ'NİN BÜYÜKLÜĞÜ Birgün ashab Peygamberimiz (sav)'den Hz Ali'yi niçin çok sevdiğini sordu Hz Peygamber o anda mecliste bulunmayan Hz Ali'yi çağırmaya adam gönderdi ve orada bulananlara sordu:
Birisine iyilik etseniz, o da size kötülük etse ne yapardınız? Cevap verdiler:
Yine iyilik ederiz
Yine kötülük yapsa?
Biz yine iyilik ederiz?
Yine kötülük yapsa?
Ashab cevab vermedi, başlarını öne eğdiler Bunun anlamı kötülüğe kötülükle mukabele etmesek bile iyilik yapmaya devam etmeyiz, demekti
Bu sırada Hz Ali o meclise geldi Rasulullah Hz Ali'ye sordu:
Ya Ali, iyilik ettiğin biri sana kötülük etse ne yapardın?
Yine iyilik ederdim
Yine kötülük yapsa?
Yine iyilik yapardım
Hz Peygamber soruyu tam yedi defa tekrarladı Hz Ali yedi defasında da yine iyilik ederdimdiye cevap verdi Ashab,
Ya Rasulallah, Ali'yi çok sevmenizin sebebini şimdi anladık, dediler
HZ ALİ'NİN RÜYA YORUMU
Ashabtan (Peygamberimizin arkadaşları) Abdullah oğlu Cabir bir rüyasında, büyük ineklerin küçük inekleri sağdığını, hastaların sağları ziyaret ettiğini, kuru bir çay kenarında yemyeşil bahçeler bulunduğunu, minberde (camilerde imamın hutbe okuduğu yer) koca koca putlar durduğunu gördü Bu, sıradan bir rüyaya benzemiyordu Bunun önemli bir mesajı olmalıydı Bu rüyayı yoracak kişi olarak ilk defa Hz Ali aklına geldi Hz Peygamberin İlim beldesinin kapısıdiye nitelediği Hz Ali ancak güvenilir bir açıklama getirebilirdi Bu düşüncelerle rüyasını yordurmak üzere Hz Ali'ye müracaat etti Rüyasını tane tane anlattı ve ne anlama geldiğini yormasını rica etti Hz Ali Yanlış yorumdan Allah korusundiyerek söze başladı ve şöyle devam etti Büyük ineklerin küçük inekleri sağması, yetki ve mevkilerini halkı soymak için kullanan görevlileri (amir ve memurları); hastaların sağları ziyaret etmesi, yoksulların hallerini arzetmek için zenginlerin peşinde koşmasını; kuru çay kenarında bulunan yemyeşil bahçeler, uzaktan veya dışardan bakıldığında çok büyük sanılan ve öyle ünlenmiş ama aslında içleri kupkuru çölden ibaret olan ilim adamlarını; minberde duran koca koca putlar ise, layık olmadığı halde ilmin, dinin ve devletin yüce makamlarına yükselmiş kimseleri ifade eder
GERÇEK NEDEN
Hz Ali'nin halifeliği sırasında, Hz Osman'ın şehid edilmesiyle sonuçlanan fitne, fesad daha da arttı Bu durumdan üzülen, şikayetçi olan bir mümin Hz Ali'ye gelip sordu: Ya Ali neden Hz Ebû Bekir ve Ömer zamanında meydana gelmeyen bu olaylar senin zamanında meydana geliyor, müminler birbirine düşüyor?
Hz Ali cevap verdi: Hz Ebû Bekir ve Ömer zamanında biz vardık, ama bizim zamanımızda onlar yok
TİTİZLİĞİN BÖYLESİ
İslâm dünyasında Kur'an'dan sonra en güvenilir kaynak Sahihi Buhari adındaki hadis kitabıdır İsmail elBuhari'nin Hz Peygamberin hadislerini toplamaya kendini vakfettiği, yeni bir hadis duymak ve almak için dere tepe dolaştığı, günlerce, haftalarca yol katettiği sıralardaydı Kendisine birçok sahabi ile görüştüğü bilinen birinden söz edildi Çok zaman yaptığı gibi uzun bir yol katederek bahsedilen adamı buldu Fakat adamı bulduğu sırada kazığından boşanmış olan devesini boş torba ile aldatarak yakalamaya çalıştığına şahit oldu Bu halde hiçbirşey sormadan geri döndü Niçin boş döndüğünü, birkaç hadis not etmediğini soranlara şöyle cevap verdi:
Ben devesini aldatarak yakalamaya çalışan adamın rivayet edeceği hadise güvenmem
MAL SEVGİSİ KALBİ KAPLAMAMALI
Büyük fıkıh (hukuk) bilgini, Hanefi mezhebinin kurucusu İmamı Azam Ebû Hanîfe'nin (VIII yüzyıl) ilmi faaliyetleri yanında ticaretle de meşgul zengin bir zat olduğu malumdur Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticari işleri ile uğraşırdı Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslendi:
Ya imam, gemin battı! (İmamın ticari mal taşıyan gemileri mevcut)
İmamı Azam bir anlık tereddütten sonra
Elhamdülillah dedi
Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip haber verdi:
Ya imam, bir yanlışlık oldu batan gemi senin değilmiş
İmam bu yeni habere de:
Elhamdülillah, diyerek mukabele etti Haber getiren kişi hayrete düştü:
Ya imam, gemin battı diye haber getirdik Elhamdülillahdedin Batan geminin seninki olmadığını söyledim yine Elhamdülillahdedin Bu nasıl hamdetme böyle?
İmamı Azam izah etti:
Sen gemin battı diye haber getirdiğinde iç âlemimi, kalbimi şöyle bir yokladım Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu Bu nedenle Allah'a hamdettim Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde de aynı şeyi yaptım Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu Dünya malına karşı bu ilgisizliği bağışladığı için de Allah'a şükrettim
İMAMI ÂZAM VE KADILIK
Zamanında İmamı Azam ile herhangi bir konuda tartışmaya girip de galip çıkan görülmemiştir Hem derya gibi ilmi, hem de herkese nasip olmayan zeka ve mantığı sayesinde hepsinden kendisi galip çıkıyordu
Abbasi Halifesi Me'mun İmamı Azam'ı Kufe'ye kadı yapmak istiyordu İmamı çağırdı ve bu niyetini açıkladı İmamı Azam yönetimin yanlışlıklarına alet olmamak için bu teklifi kabul etmedi
Ben kadılık yapamam, dedi
Halife de herkes de kabul ederdi ki ondan iyi kadılık yapacak bulunamazdı Bu nedenle Halife sert çıktı:
Yalan söylüyorsun, sen kadılık yaparsın!
İmamı Azam akan suları durduracak şu cevabı verdi:
Eğer ben yalan söylüyorsam, yalan söylediğim için kadılık yapamam, çünkü yalancıdan kadı olmaz Eğer yapamamdediğim zaman doğru söylüyorsam, sözümün gereği olarak kadılık yapamam O halde her iki halde de kadılık yapamam,
KÂFİR Mİ MÜMİN Mİ?
İmamı Azam'ın da bulunduğu bir mecliste birisi şöyle bir soru sordu: Bir adam ki, cenneti istemez, cehennemden korkmaz, ölü eti yer, rüküşüz secdesiz namaz kılar, görmediğine şahitlik eder, fitneyi sever, hakkı istemez, bu adam kafir midir, mümin mi?Mecliste bulunanlar ağız birliği etmişçesine Bunlar kafirin sıfatlarıdır, böyle bir adam kafirin ta kendisidirdediler İmamı Azam susuyordu: Ya imam sen ne dersin?dediler İmamı Azam, Bunlar müminin sıfatıdır, böyle biri müminin ta kendisidirdedi itiraz ettiler: Ya imam nasıl olur, mümin cenneti istemez mi, cehennemden korkmaz mı?diye İmam tek tek açıkladı: Gerçek (bilinçli) mümin cenneti istemez, sahibini (Allah'ı) ister, cehennemden korkmaz, sahibinden korkar, ölü eti dediğiniz balıktır, görmediğine şahitlik eder, çünkü Allah'ı görmez ama kesin inanır, rükusuz secdesiz kıldığı namaz
cenaze namazıdır, fitneyi sever, çünkü fitneden maksat mal ve evladdır, (Kur'an'da mal ve evladın müminler için fitne imtihan olduğu belirtilmiştir); hakkı istemez, çünkü haktan kasıt ölümdür, mümin de olsa ölümü temenni etmez
SEN BİR KIZINI VERMEZSİN DE
Kufe'de bir adam üçüncü Halife Hz Osman için Yahudiymişdiye tutturmuştu Herkes bunun asılsız olduğunu, imkansız olduğunu söylüyor ama adam bir türlü ikna olmuyordu Bu konu İmamı Azam'a da duyuruldu Adamı bu saçma inancından kimse caydıramadı, sununla bir de siz görüşsenizdendi Hay haydedi İmamı Azam, bir akşam bu kıza dünürlüğe diye adamın evine gitti Dereden tepeden konuştuktan sonra sözü esasa getirdi:
Biz Allah'ın emri, Peygamberin kavliyle kızına dünür geldik
Kime istiyorsunuz kızımı, öğrenebilir miyim?
Kızını istediğimiz kimse son derece ahlâklı, dürüst çok zengin ve alabildiğine cömert, Kur'an'ı ezbere biliyor ve sürekli okuyor (Bunların hepsi Hz Osman'ın nitelikleri)
Adam sözünü kesti:
Yeter, bunlardan bir tanesi bile kızımı vermek için yeterli meziyettir
Ama bu damat adayının bir kusuru var, kendisi Yahudi
Adam parladı:
Nasıl olur, benim kızımı bir Yahudiye istersiniz?
İmamı Azam için artık taşı gediğine koymanın zamanı gelmişti:
Sen bir kızını yahudiye vermezsin de Hz Peygamber iki kızını birden bir Yahudiye nasıl verir? deyince adamın artık bir inat ve itiraza mecali kalmadı, bilinen gerçeği kabul etti
(Hz Osman peygamberimizin damadıydı, önce bir kızıyla evlenmiş, o ölünce diğer bir kızıyla evlenmişti Bunun için Hz Osman'a Zi'nNureyn'' (İki nur sahibi) denmiştir)
ATEŞ DÜNYADAN GİDİYOR
Abbasi'lerin ünlü halifesi Harun Reşid zamanında yaşamış olan Behlül Dana (VIII yüzyıl) dönemin evliyasındandı Zaman zaman aklından zoru olan kimselere has tavırlar takınır, herkes de bundan dolayı kendisini deli sanırdı Ama bunu maksatlı yapardı Behlül daima Harun Rediş'in yakınında bulunur, çeşitli sebepler hasıl ederek onu uyarırdı Bir gün Behlül, üstü başı toz toprak içinde uzun bir yolculukan gelmiş olmanın belirtileri ile Harun Reşid'in huzuruna çıktı Harun Reşid sordu:
Be ne hal Behlül, nereden geliyorsun?
Cehennemden geliyorum ey hükümdar
Ne işin vardı cehennemde?
Ateş lazım oldu da ateş almaya gittim
Peki, getirdin mi bari?
Hayır efendim getiremedim Cehennemin bekçileriyle görüştüm, onlar Sanıldığı gibi burada ateş bulunmaz, ateşi herkes dünyadan kendisi getirirdediler
BEHLÜL DİVÂNE
Birgün adamın biri Behlül'e akıl danıştı:
Ey Behlül Dana, ben zengin olmak istiyorum, bana ne tavsiye edersin?
Behlül bir an düşünüp cevap verdi:
Demir al, demir sat
Demir ticareti eski çağlardan beri kârlı bir iş olarak biliniyordu Çünkü demir hiç fire vermeyen, daima üstüne koyan bir maddeydi Adam Behlül'ün tavsiyesine uyup demir ticaretine başladı ve gerçekten kısa zamanda dilediği gibi zengin biri oldu Zengin olduktan sonra Behlül için Bu ne budala adam, verdiği akılla herkes köşeyi dönüyor,
kendisi fakirlikten kırılıyordiye düşündü Bir zaman sonra Behlül'ün karşısına çıktı, yeni bir akıl danıştı:
Ey Behlül Divâne (Dana yerine aptal yerine koyarak ane diyor) ben demir alıp satmaktan yeterince zengin oldum Biraz da başka bir iş yapayım Bu sefer ne tavsiye edersin?
Behlül adamın içini dışını bildiğinden onu kötü niyetine kurban edecek bir tavsiyede bulundu: Soğan al, soğan sat
Soğan ticaretinin de riskli işlerden biri olduğu bilinir Soğan devamlı fire veren bir nesnedir Adam soğan ticaretine başlayınca kısa zamanda iflas bayrağını çekti ve kötü kalbliliğinin cezasını pahalı bir biçimde ödedi
ÇARŞI PAZAR AĞALIĞI
Behlül Dana birgün Harun Reşid'den bir vazife istedi Harun Reşid de ona çarşı pazar ağalığını (denetimini) verdi Behlül hemen işe koyuldu İlk olarak bir fırına gitti Birkaç ekmek tarttı hepsi normal gramajından noksan geldi Dönüp fırıncı ya sordu: Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çolukçocuğunla ağzının tadı var mı?Adam her soruya olumsuz cevap verdi Memnun olduğu bir şey yoktu Behlül birşey demeden ayrıldı ve bir başka fırına geçti Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor, eksik gelmiyor Aynı soruları bu fırının sahibine de sordu ve her soruya olumlu cevap aldı Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid'in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi Harun Reşid, Behlül daha demin vazife verdik sana ne çabuk bıktın?dedi
Behlül açıkladı:
Efendimiz çarşı pazarın ağası varmış Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış, buna göre herkes hesabını ödemiş, bana ihtiyaç kalmamış
SARAYDA İFTAR
Harun Reşid bir Ramazan günü Behlül'e tembih etti:
Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et
Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlül 510 kişilik bir grupla çıka geldi Harun Reşid şaşırdı:
Behlül bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık bile adam getirmemişsin
Efendimiz, siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu sordum Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki yalnız bunlarmış
SENİN İŞİN DAHA ZOR
Behlül Dânâ'nın menkıbelerinden kitaplar meydana getirilmiştir Bunların hepsi insanları iyiliğe, doğruluğa, Allah rızasını kazanmaya özendirici bir nitelik taşır Türk halkı arasında da bunlardan bir bölümü bilinmekte ve anlatılmaktadır
Bir hac ibadeti sırasında Harun Reşid ve Behlül yüksekçe bir yere oturup oradan ibadet ve dua eden ve bu arada ağlayıp gözyaşı döken insan selini seyrediyorlardı Behlül Dana halifeyi uyarmak için yeni bir fırsat yakalamıştı Dedi ki:
Ey müslümanların halifesi, bütün bu ağlayıp sızlayan insanlar kendi nefislerinin günahlarının hesabını verip veremeyeceklerini bilmedikleri için ağlaşıyorlar Halbuki sen kendi nefsinin hesabı yanında bütün bu insanların da hesabını vereceksin
GERÇEK ZENGİNLİK
Başlangıçta Türkistan taraflarında bir bölgenin hükümdarı yani dünya sultanı iken vâkî olan bazı ikazlarla hükümdarlığını bırakıp maneviyat sultanı olmaya azmeden, bunu da gerçekten başaran İbrahim Edhem (VIII yyıl) dünya malına karşı o kadar tenezzülsüzdü ki kimseden bir şey istemez ve beklemezdi Nefsini yokluğa ve mahrumiyete o derece alıştırmıştı ki bir benzerine
rastlanamazdı Birgün büyük velilerden çağdaşı ve hemşehrisi Şakik Belhi ile karşılaştı ve ona sordu:
Ey Şakik nasıl geçiniyorsun? Şakik Belhi cevap verdi:
Bulunca yiyoruz, bulmayınca sabrediyoruz İbrahim Edhem:
Horasan'ın köpekleri de aynı şeyi yapıyorlar, bulunca yiyorlar, bulmayınca sabrediyorlar, diye karşılık verdi
Belhi sordu:
Peki siz ne yapıyorsunuz?
Biz bulunca dağıtıyoruz, bulmayınca sabrediyoruz
Bizim İbrahim Edhem Hazretleri hakkında söylemek istediğimiz bu değil İbrahim Edhem'in, amaç edindiği ve ulaşmayı başardığı yokluk ve mahrumiyeti o derece aşikar, o derece göze batıcı idi ki görenlerde kendisine yardım hissi uyandırıyordu
Varlıklı bir kişi İbrahim Edhem'e yardım etmek istedi İbrahim Edhem:
Yardımını gerçekten zenginsen kabul ederim, dedi
Adam gerçekten zengin olduğunu, bir şeye ihtiyacı bulunmadığını söyledi Büyük veli sordu:
Ne kadar paran var?
Üç bin altınım var
Dört bin olmasını istemez misin?
Elbette isterim
Beşbin olmasını?
İsterim
On bin altının olsa çok sevinirsin değil mi?
Şüphesiz çok memnun olurum
Zengin olduğunu söylüyorsun ama, sen gerçekte züğürdün birisin Sen, on bin değil yüz bin altının olsa yine kanaat etmez fazlasını istersin Kanaati olmayan insan zengin sayılmaz Gerçekten zengin olsaydın yardımını kabul edecektim
TEVEKKÜL BÖYLE Mİ OLUR?
Büyük velilerden Şakik Belhi (VIII yyıl) bir kıtlık senesinde, herkesin kara kara düşündüğü bir ortamda, zengin bir adamın kölesinin şakır şakır oynadığına şahit oldu Yanına yaklaştı ve sordu:
Herkes kıtlıkla, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye güvenerek böyle oynayabiliyorsun? Köle cevap verdi:
Herkesten bana ne? Benim için bir tehlike söz konusu değil Benim efendimin 78 tane köyü var, her ihtiyacımız o köylerden sağlanıyor
Bu açıklama Şakik'i adeta bir şamar gibi sarstı Çünkü kendisi de kıtlıktan dolayı endişe içindeydi Ama köle onu uyandırdı ve kendi kendine şöyle dedi:
Hey Şakik kendine gel! Şu köle nihayet bir insan olan efendisine bunca güveniyor, kendini emniyet içinde hissediyor Sen ki bütün canlıların rızkını garanti eden Allah'a inanıyor, tevekkül ediyorsun, Bu nice tevekküldür ki rızık endişesi içindesin?
HEDİYE
En büyük velilerden biri olduğunda şüphe bulunmayan Bayezidı Bestâmi'yi ölümünden sonra bir dostu rüyasında gördü ve kendisine sordu:
İlahi huzurda seni nasıl karşıladılar? Bayezidi Bestami cevap verdi:
Bana, ne getirdin?diye sordular Ben de dedim ki Bir dilenci bir padişahın huzuruna çıkınca ona ne getirdin diye sormazlar, dile bizden ne dilersenderler
Sözüme Rabbimin cevabı erişti: Doğru söylüyor, doğru söylüyor
GÜVENE LÂYIK OLMAK
Tasavvuf tarihinin önemli simalarından Zünnun Mısri (IX yyıl) kendisine bir yıl mürid olup hizmet ettikten sonra İsmi Azam'ı (Allah'ın bütün vasıflarını ifade eden en yüce adı) öğrenmek isteyen Yusuf bin Hüseyin'in arzusunu yerine getirmedi Bu isteğe gülüp geçti Aradan tam altı ay daha geçti Yusuf bin Hüseyin sabırla hizmete devam etti Bir fırsatını bulup isteğini yine tekrarladı Zünnun Mısri bu defa Yusuf bin Hüseyin'e ağzı bir bezle bağlanmış bir testi vererek, Bunun içindeki hediyeyi falan yerdeki filan zata götürdedi Dikkatle götürmesini, içindekine bir zarar gelmemesini de ayrıca hatırlattı Yusuf, hediyeyi aldı ve yola koyuldu Yolda kendi kendine söyleniyordu: Bir buçuk yıldır hizmetindeyim, benim bir dileğimi yerine getirmeyen şeyhim, hizmetinde bulunduğum bir buçuk yıldır bir defa ziyaretine bile gelmemiş olan bir dostunu hediye ile taltif ediyor
Yolculuğu sırasında bir yerde dinlenirken, içini, özenle götürülmesi istenen bu hediye nedir diye şiddetli bir merak sardı Merakına mağlup olarak testinin ağzandıki bezi çözdü ve açtı Açmasıyla birlikte bir fare fırt diye atladı ve çalılıkların, arasında kayboldu Yusuf bin Hüseyin çok üzüldü, pişman oldu Emanete hiyanet etmişti Artık götürülecek hediye kalmadığına göre yoluna devam etmesi gereksizdi Çaresiz üzüntülü ve mahcup bir halde geri döndü Olacağı kalbine malum olan Zünnun Mısri Sıradan bir hediyenin bile güvenilemeyeceği bir kimseye İsmi Azam nasıl emanet edilir?diyerek her isteyene her şeyin emanet edilemeyeceğini anlatmak istedi
YUNUS HÜRMETİNE
Anadolunun iç aydınlığıbütün Anadolu'nun sevgilisi insan sevgisinin, hoşgörünün sınırlarını,
Yaradılmışı hoşgör
Yaradandarr ötürü
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
gibi söyleyişlerle kimseye nasip olmayacak ölçüde genişleten Yunus Emre (12401320) Tapduk Emre'nin dergahında uzun süre zevk ve hevesle odun taşımış, ayak işleri yapmıştı Ama Tapduk bir türlü arzuladığı gibi Yunus'u ele almıyor, eren lerin gönül deryasından bir katre sunmuyordu Yunus bu konuda bir dilekte bulunsa Sen hâlâ dünya kokuyorsundeyip savuşturuyordu Yunus Herhalde benim nasibim burada değil, bir başka şeyhin kapısındadiyerek Tapduk'a dahi haber
vermeden dergahı terketti Ama dergahtan uzaklaştıkça içini bir hüzün kapladı Tapduk Emre'nin kapısında en basit işleri yaparken bile gönlünde bir aydınlık, bir ferahlık, bir yumuşaklık vardı Dergahtan ayrılalı gönlü kararmış, katılaşmıştı, uzaklaştıkça içini Tapduk'a ve dergaha karşı bir hasret kaplıyordu Bu yolculuk sürerken bir akşam vakti yedi kişilik bir başka yolcu grubuna rastladı İçini kaplayan hüzün ve hasrette belki bir hafifleme olur diye kendi de onlara katıldı Yol arkadaşları ermiş kılıklı, yaşlıca insanlardı Güven veren halleri vardı Birlikte sürdürülen bu yolculuk sırasında bir an geldi ki hiçbirinin çıkınında (azık çantası) birşey kalmadı Biryerde mola verdiler, açlık canlarına tak etmişti Bu yedi arkadaştan bi ri ellerini kaldırıp Yaradan'a niyazda bulundu Bu dua ve yakarmanın akabinde önlerinde türlü yiyeceklerle donanmış bir sofra peydah oldu Yediler içtiler Rablerine şükrettiler Bundan sonra bu yedi yolcudan herbiri yolda acıktıkça dua etti ve yemekleri ilahi bir lütuf olarak ikram edildi Sonunda dua sırası Yunus'a gelmişti
Yunus soğuk terler döküyordu İşin içinde mahcup olmak vardı Yol arkadaşlarının her biri Allah katında makbul kişilerdi ki duaları kabul görüyordu Kendinin böyle bir imtiyazı yoktu Ama duayı yapacaktı, çaresi yoktu Bütün varlığı ve içtenliğiyle Allahla yalvardı: Ya Rabbi, şu yol ar kadaşlarım sana kimin yüzü suyu hürmetine yalvarıyorlarsa ben de onun yüzü suyu hürmetine yalvarıyorum, beni mahcup etmeBu duanın arkasından öncekilerin iki katı yiyecek içecek lütfedildi Şaşkınlık sırası yedi yolcudaydı Sordular:
Ey arkadaş, sen kimin hürmetine dua ettin? Yunus,
Önce siz söyleyin dedi Açıkladılar:
Biz Tapduk Emre'nin dergahında Yunus adında çok makbul ve muteber bir derviş varmış onun hürmetine Allah'a yakarmıştık
Yunus esas şimdi mahcup olmuştu Yunus'un kendisi olduğunu açıklamaya utandı Tapduk Emre'ye karşı da kalbini bozmuştu Halbuki Tapduk ona Allah yolunda epeyi dereceler kazandırmıştı Büyük bir pişmanlık içinde, bedeninden sıyrılmış bir ruh gibi akarak Tapduk dergahına döndü ve şeyhine bu defa kendini kayıtsız şartsız teslim etti
GÖREV ŞUURU
Osmanlıların ilk Şeyhülislamı Molla Fenari (13501431) Şeyhülislam olmadan önce Bursa kadısı idi Onun kadılığı sırasında bir adam pazardan bir at satın aldı Fakat alışverişin hemen arkasından atın hasta olduğunu farketti Geri ver mesi gerekiyordu, ama satın aldığı adamı zorluk çıkartır, atın hastalığını kabul etmez diye önce kadıya gidip resmi kanaldan işi sağlama bağlamak istedi Mahkemeye gittiğinde kadıyı (Molla Fenari) yerinde bulamadı İşini ertesi güne bıraktı Fakat at o gece öldü Adam ertesi gün olanları kadıya anlattı, mağdur olduğunu, ne yapması gerektiğini sordu Molla Fenari Senin zararını ben ödeyeceğimdedi Adam hayretle kadıya baktı, Niçin siz ödeyeceksiniz, konuyla hiçbir ilginiz ve suçunuz yok kidedi Molla Fenari, Evet öyle görünüyor ama aslında benim de suçum büyük Eğer sen dün makamıma geldiğinde ben yerimde olsaydım, olaya müdahale eder, atı geri verdirir, paranı iade ettirirdim At da sahibinin elinde ölmüş olurdu Bu imkân şimdi yok olmuştur Senin zararına benim makamımda bulunmamam sebep olduğu için zararını ben ödeyeceğimdedi ve ödedi
ARADAKİ FARK
Anadolu'nun yetiştirdiği en büyük velilerden biri olan Hacı Bayram (XV yyıl) Anadolu kökenli başka birçok bilgin ve erenin de üstadıdır Bunlardan biri de Fatih'in hocalarından Akşemseddin idi Akşemseddin Hacı Bayram'a bağlanışından kısa bir zaman sonra zekası, anlayışı, kavrayışı, en önemlisi de şeyhine tam teslimiyeti sayesinde icazet (diploma) aldı ve irşadla görevlendirildi Akşemseddin'in bu başarısı Hacı Bayram'ın diğer müridleri arasında kıskançlığa sebep oldu Bunlardan biri Hacı Bayram'a sordu:
Efendi Hazretleri, kırk yıldır talebeniz olanlar
henüz halifeliğe (sizi temsile) layık görülmezken Akşemseddin'in kısa zamanda bu rütbeye ulaşmasının sebebi ne ola?
Hacı Bayram, gerek maddi gerekse manevi hayatta yükselmenin veya yerinde saymanın sebebini açıklarcasına cevap verdi:
Bu köse (Akşemseddin) bizde ne gördü ve işittiyse hemen inandı ve teslim oldu Sebep ve hikmetini sonra kendi kendine bulup öğrendi Kırk yıldır hizmetimizde bulunanlar ise bizde gördüklerinin ve duyduklarının önce sebep ye hikmetini öğrenip sonra inandı ve teslim oldu İşte aradaki fark budur
İKİ ER KİŞİ İLE BİR HATUN KİŞİ
Hacı Bayram Veli, Sultan II Murad'ın saygı duyduğu manevi önderlerdendi Hükümdarın Hacı Bayram'a saygısı o derece büyüktü ki ona mürid olanlardan vergi almıyordu Ama gelin görün ki bütün Ankara halkı Hacı Bayram'ın müridi olduğunu iddia ediyordu Ankara'da kimden vergi istense Ben Hacı Bayram'ın müridiyimdeyip işin içinden sıyrılıyordu Bu durum hükümdara yansıtıldı Hükümdar Hacı Bayram'a bir mektup gönderip, Gerçek müritlerinizin sayısını bana bildiriniz, sizin bildirdiğiniz herkes vergiden mual tutulmak üzere kabulümdürdedi
Hacı Bayram devletine saygılı bir maneviyet büyüğü olarak kendisine bağlılığın kötüye kullanılmasından zaten şikayetçi idi Mektubu fırsat bilerek müridlik iddiasındaki herkese haber saldı: Falan gün falan yerde toplanınızdiye O gün hemen bütün Ankara halkı şeyhlerinin davetine uyarak bildirilen yere akın ettiler Hacı Bayraı ı bir tepeciğe kurdurduğu siyah kıl bir çadırdan çıkarak kalabalığa sordu: Beni seviyor musunuz?' Kalabalık hep bir ağızdan karşılık verdi: Elbette seviyoruzBana yürekten bağlı mısınız? İstesem benim için canınızı verirmisiniz?Kalabalık cevab verdi: Canımız senin yoluna feda olsunHacı Bayram bunun üzerine Bugün bana inananları şu çadırın içinde bir bir kurban edip
canlarını cennete göndereceğim Şimdi bir kişi çıksındedi Kalabalıktan bir kişi çıktı Hacı Bayram onu çadıra aldı Çadırda önceden hazırlattığı koyunlardan birini kestirerek, kanını çadırdan dışarıya akıttırdı Dışardakiler adamın gerçekten kurban edildiğini sanarak ürperdiler Hacı Bayram dışarı çıktı, Bir kişi daha gelsindedi Bir adam daha çıktı Onu da çadıra alıp aynı işlemi yaptı Sonra dışarı çıktı ve bir kişi daha istedi İşin şakayla gelir yanı yoktu Giden gidiyordu Bu defa bir şaşkınlık ve duraksama görüldü Yine de bir hanım ileri çıktı Hacı Bayram onu da çadıra aldı Aynı olay tekrarlandı Dördüncü defa Hacı Bayram kurbanlık isteyince tek kişi çıkmadı Hacı Bayram artık hükümdara cevap verecek durumdaydı:
Sultanım, vergiden affedilmek üzere gerçek müridlerimi sormuştunuz Benim gerçek müritlerim iki er kişi ile bir hatun kişiden ibaret üç kişidir