iltasyazilim
FD Üye
KLÂSİK OSMANLI ŞİİRİNDE HZ PEYGAMBER’İ ANLATAN TÜRLERE GENEL BİR BAKIŞ
Yeryüzünden gelip geçmiş insanların en müstesna fertleri Hz Âdem ve ondan sonra gelen peygamberlerdir Bunların en sonuncusu ve en büyüğü şüphesiz son peygamber Hz Muhammed’dir Biz bu yazımızda ona duyulan derin aşk ve sevgiyle, Osmanlı döneminde yazılan şiir türlerinden özet olarak bahsedeceğiz
Osmanlı edebiyatı şekil, teknik, zevk, hayat görüşü, tema ve motiflerini geniş ölçüde İran aracılığı ile Arap edebiyatından almıştır Osmanlı şiirinin kökleri, kendi milli edebiyatımızın yanında İslâm öncesi Arap şiirine kadar gider İslâmiyet’in kabulünden sanra yeni bir kültürün etkisi altına giren Türk edebiyatında, Hz Peygamber’in sevgisiyle ve ona duyulan aşkla, manzum ve mensur birçok eser yazılmıştır
İslâm peygamberi Hz Muhammed asrı saadetten günümüze kadar birçok şair tarafından övülmüştür Hasan bin Sabit ile Banet Suad yahut Kasidei Bürde adıyla meşhur şiirin sahibi Kaab bin Züheyr, bizzat Hz Peygamber’in iltifatına mazhar olmuşlardır Klâsik Osmanlı edebiyatı da bu çizgide, peygamber sevgisiyle yanıp tutuşan gönüllerin aynası olmuştur
Padişahların ve diğer devlet ricalinin hususen dini edebiyat mahsüllerini himaye ve İslâmî ahlakın diniedebi eserlerle güçlendirme faaliyetleri, çeşitli diniedebi türlerin çoğalmasına hizmet etmiştir
Daha çok Kaside nazım şekliyle kaleme alınan Hz Peygamber’i konu alan şiirleri incelediğimizde, dünya edebiyatları içinde en zengin edebiyatın Osmanlı edebiyatı olduğunu görmekteyiz
XV yüzyıla kadar Türk edebiyatında büyük kaside şairi yetişmemiştir Âşık Paşa’nın Garibname’deki na’tları ve Ahmedî’nin anındaki kasideler bu nazım şeklinin ilk örnekleri olarak kabul edilir Bilindiği gibi kasidelerin Hz Peygamberi konu alanlarına na’t diyoruz Germiyanlı Şeyhî gazelde olduğu gibi kasidede de önemli bir kilometre taşı olarak kabul edilir XV yüzyılda başta Ahmet Paşa olmak üzere Cem Sultan ve Necâtî Bey gibi kaside şairleri yetişmiştir
XVI yüzyılda Bakî, Hayalî Bey, Nev’î ve Fuzulî gibi büyük kaside şairleri yetişmiştir Bu yüzyılda kişilerin büyüklüğü, devletin ihtişamı yanında sönük kalacağı için şairler herşeyi büyüterek aşırı mübalağalı söylemek mecburiyetinde kalmışlardır XVII yüzyılda Nef’î ve Nâbî, XVIII yüzyılda Nedîm ve Şeyh Galib; XIX yüzyılda da Enderunlu Vâsıf önemli kaside şairlerimizdendirler
Türk edebiyatında Kaside nazım şekline genel bir bakıştan sonra şimdi kasidelerin Hz Peygamber’i konu alanlarına, yani na’tlere kısaca bakalım:
Hz Peygamber’i övmek ve onun şefaatine nâil olmak için yazılan şiirlere na’t denir Na’t yazanlara na’tgû, na’t söyleyenlere de na’than denir Na’tlar genellikle kaside nazım şekliye yazılırlar Divanların başında bulunan kaside nazım şekliyle yazılan tevhid ve münacaattan sonra na’t gelir Genellikle bütün Osmanlı şairleri birer na’t yazmışlardır Fuzulî, Nazîm, Nâbî, Nef’î ve Şeyh Galib ve Nâ’tî Mustafa’nın na’tları meşhurdur
Osmanlı edebiyatına damgasını vuran Su Kasidesi, edebiyatımızdaki na’t türünün en seçkin örneği olarak kabul edilmektedir Bu şiirin geçmişten günümüze kadar birçok şerhi yapılmıştır İlk olarak Veled Çelebi İzbudak tarafından yapılan Aynü’lhayat adlı şerh hâlâ ilim aleminin meçhulüdür Bu na’t son olarak Metin Akar tarafından şerhedilmiştir 32 beyitten meydana gelen bu kasidede Hz Peygamber’in övgüsü 17 beyitte başlamaktadır Bu beyit şöyledir:
“Seyyidi nev’i beşer deryâyı dürri istıfâ
Kim sebebdür mu’cizâtı âteşi eşrâra su(Hz Peygamber, insanlık aleminin efendisi, seçme incilerin çıktığı denizdir Onun mucizeleri kötülerin ateşine su serperek söndürmüştür)
Hz Peygamber bütün yaratılanların hem çekirdeği hem de meyvesidir O insanların en seçkinidir Fuzulî de Hz Peygamber’i insanlık aleminin efendisi olarak kabul eder Daha önce de bahsettiğimiz gibi o, diğer peygamberlerin en üstünüdür Beyitte geçen “deryâyı dürri istıfâ (seçme incinin bulunduğu deniz) tamlaması Hz Peygamber’i ifade etmektedir Bu terkipteki dürr kelimesi Hz Muhammed’in ruhunu, ondaki ilâhî unsuru, cevheri, manevî beni; derya da bedeni temsil etmektedir Dolayısıyla can cevheri beden deryası içinde bulunmaktadır
Allah’ın kendi koyduğu kanunları, habibinin, sözünü doğru çıkarmak için değiştirmesine mucize diyoruz Dolayısıyla mucize Allah’a ait bir fiildir Bunların bir kısmı dini kaynaklarda sabittir Beyitte şair, Hz Peygamber’in gösterdiği mucizelerin kötülük sahibi insanların ateşlerini söndürdüğünü söylemektedir Fuzulî bu beyitte, Hz Peygamber’in cismânî bedenini denize, ruhunu da dürr (inci)’e benzeterek açık istiâre sanatına başvurmuştur Şair yeri ve göğü bir istiridye şeklinde düşünerek Hz Peygamber’i bu istiridyenin içinde doğan tek bir inci olarak kabul eder Beyitte anasırı erbaadan ateş ve su kullanılmıştır Ayrıca Hz Peygamber’in doğduğu zaman, mecusilerin ateşlerinin sönmesi hadisesine telmihte bulunulmuştur
KIRK HADİSLER (Erba’ûn hadîs, çihl hadîs)
İslâm hukukunun dayandığı dört temel esastan birisi hadistir Bunların büyük bir kısmı Kur’ân’ın açıklaması mahiyetindedir Anlaşılması kolay olmayan bazı müteşâbih âyetlerin sahîh hadislerin ışığında anlaşılması mümkün olabilir Dolayısıyla hadislerin İslâm dininde önemli bir yeri vardır Hz Peygamber’in hayatı, sözleri ve davranışları bütün insanlık alemi için örnek teşkil eder Hz Peygamber’in çeşitli ahvâli, akvâli ve efâlini öğrenme arzusu ve mutlu bir hayat yaşama isteği bu konuda birçok eserin doğuşuna zemin hazırlamıştır Hadis kitaplarından, altı tanesi (Kütübi Sitte) muteber kabul edilerek çeşitli çalışmalar için referans alınmıştır Bu önemli altı eser Buhari, Müslim, Ebu Davud, İbni Mâce, Tirmizî ve Nesâî’dir
Bu eserlere herkesin istediği zaman başvurması kolay olmadığı için, bahsi geçen hadis kolleksiyonlarından alınan daha az hacimli hadis kitapları vücuda getirilmiştir Mesela Suyûtî’nin Câmiü’ssağîr adlı hadis kitabı böyle bir özellik taşır
Türk edebiyatında da bazı şairler bu çerçevede seçme küçük hadis kitapları meydana getirerek, ilgili hadislerin manasına paralel şiirler söylemişlerdir Başka bir ifadeyle bu tarz eserler hadislerin manasının şiirle ifadesidir
Kırk hadis geleneğinin oluşmasında Hz Peygamber’in şu hadisinin çok etkili olduğu bilinmektedir: “Her kim benim hadislerimden 40 tanesini ezberleyip başkalarına da öğretirse, kıyamet gününe, Allahü Taâlâ onu, bilginler ve fakihler arasında diriltsin
Arbu’un hadis, çihl hadis ve çihlü hadis isimleriyle de anılan Kırk Hadis türünün Osmanlı edebiyatında önemli bir yeri vardır Arapça’da 250, Türkçe’de ise 80 tane Kırk Hadis başlığı altında eser yazılmıştır
Osmanlı dinî edebiyatı mahsulleri arasında kırk hadislerin işgal ettiği mevki, ön plandadır Bunlar, İslâm ahlak görüşünün ve ahlak temellerinin halk tabakalarına yayılmasında etkili olarak medrese ile enderunu birbirlerine yakınlaştırmışlardır
Osmanlı âlim ve şâirleri arasında kırk hadis sahibi olmak bir moda haline gelmiştir Hz Peygamber’in bahsi geçen hadisi de kırk hadis ile ilgili eserler yazmak için teşvik unsuru olan amillerin başında gelir Bunun yanında kırk hadis toplamanın başka sebepleri de vardır Mesela 40 sayısı İslâmiyet’te önemli bir özellik taşımaktadır İnsanın 40 yaşında olgunluk yaşına ulaşması, Hz Peygamber’e 40 yaşında peygamberliğin bildirilmesi, Kur’ân’da 4 yerde geçmesi ve bu sayı ile çeşitli inançların bulunması bunların ilk akla gelenleridir
Kırk hadisleri tasnif denemesi ilk defa Abdülkadir Karahan tarafından 1954 yılında yapılmıştır Bunları şekil bakımından manzum, mensur ve manzummensur karışık olanlar olmak üzere üçe ayırmak mümkündür Hikayelerle zenginleştirilmiş kırk hadis konulu eserler de yazılmıştır
Türk edebiyatında kırk hadis tercümeleri XIV yüzyıldan başlamaktadır Bu konudaki ilk tercüme eser, Mahmut Bin Ali’nin Nehcü’lFeradis adlı eseridir Orta Asya ortak edebî Türkçesiyle yazılan bu eser dört bölümden meydana gelmektedir Her bölümde 10 hadisin tercüme ve açıklamalarına yer verilmiştir XV yüzyılda Kemal Ümmî’nin Kırk Armağan’ı ve Ali Şir Nevâî’nin Hadisi Erbaîn tercümesi bu türün, Türk edebiyatındaki ilk örnekleri olarak bilinir
XVI yüzyılda Hazînî, Usûlî, Melâmî Dede, Fuzulî, Merdumî, Âşık Çelebi, Latîfî, Selamî Mustafa, Mecdî Âlî gibi müelliflerimizin kırk hadisle ilgili eserleri vardır XVII yüzyılda, Okçuzade, Ankaralı İsmail Rusuhî ve Nâbî’nin kırk hadis tercümeleri; XVIII yüzyılda Osmanzade Tâib, Bursalı İsmâil Hakkı, Münif ve Müstakimzade Sadeddin’in kırk hadis tercümeleri vardır XIX yüzyılda ise önceki yüzyıllarda olduğu gibi güçlü hadis mütercimleri yetişmemekle birlikte, Dr Miralay Hüseyin Remzî’nin Tıbbı Nebevi’si, gerek konusunun özelliği, gerekse hüneri dolayısıyla önemli bir eser olarak kabul edilir Ayrıca bu asırda, İbrahim Hanif ve Abdullah bin İsmail ve Köstendilli Şeyhi tarafından kırk hadisle ilgili risaleler hazırlanmıştır
Kırk Hadis toplama ve tercüme geleneği XX Yüzyılda da devam etmiştir Prof Dr Abdülkadir Karahan çeşitli hadis metinlerini seçerek bunları, büyük hattat Hamid Aytaç’a yazdırmıştır
XIV yüzyılda yazılan Nehcü’lFerâdis adlı Kırk Hadis tercümesinden 1986 yılında Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan Hadis Albümüne kadar geçen zaman içinde doksanın üzerinde Kırk Hadisle ilgili eser tercüme veya telif edilmiştir Bu sayı, milletimizin Kırk Hadislere verdiği önemi ispat etmeye yeterlidir Kültür Bakanlığı tarafından 20000 adet bastırılan renkli hadis albümü kısa sürede tükenerek halkın ve ilim dünyasının büyük bir ilgisine mazhar olmuştur Bu albümdeki hadisler Hattat Hamid Aytaç tarafından Kûfî, Dîvânî, Nesih, Ta’lik, İcâzât, Rik’a gibi yazı çeşitleriyle yazılmıştır
Bu eserde geçen hadislerin bir kısmının mealleri şöyledir: Rahmetim gazabımı geçti Selam kelamdan öncedir İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır Büyük Türk şairlerinden Urfalı Yusuf Nâbi sonuncu hadisi şerifi şu şekilde şiirleştirmiştir:
Hayrı nâsa murâdın ise vukûf
Hayrı Nâs’ın hadîsin et iz’ân
Hayr oldur ki cümleden efzûn
Ola halkı cihâna nef’resân
Bu hadiste dikkati çeken bir özellik vardır İnsanların hayırlısı, sadece müslümanlara yararlı olan değil, bütün insanlığa yararlı olandır Bu görüş İslâmiyet’in evrenselliğini göstermesi açısından çok anlamlıdır
MESNEVÎ
Türk edebiyatında daha çok dinî, ahlâkî ve öğretici konular, mesnevi nazım şekliyle yazılmıştır Büyük mesnevilerde, tevhid ve münacaattan sonra Hz Peygamber için söylenmiş na’tlara yer verilmiştir Genel olarak şairler bu kurala uymuşlardır XV yüzyıldan sonra mesnevi, Osmanlı Edebiyatı’nda hızlı bir gelişme göstermiştir Süleyman Çelebi’nin 730 beyitlik Vesiletü’nnecat adlı eseri, yüzyılın ve Osmanlı Edebiyatı’nın en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir (Bu eser 1409 yılında yazılmıştır) Mevlid nazım türüyle yazılan Vesiletü’nnecat yüzyıllar boyunca Türk illerinde okunmuş ve halk üzerinde büyük tesir uyandırmıştır
Arapça zaman ve mekan ismi olan mevlid, herhangi birinin doğduğu zaman anlamında kullanılmaktadır Mevlid, İslâm toplumlarında Hz Peygamber’in doğum zamanını ifade eden bir kelime olarak yaygın bir şekilde geçmişten günümüze kadar kullanılagelmiştir İslâm toplumlarında, Hz Peygamber’in doğumu menkıbesi ve bayram ziyafeti manasında da kullanılan mevlid geniş bir coğrafya üzerinde etkili olmuştur İslâmiyet öncesi yuğ törenlerinin de etkisiyle mevlid geleneği Türkler arasında başlangıçtan günümüze kadar canlı bir şekilde mevcudiyetini devam ettirmiştir
Yurtiçi kütüphanelerimizde 63 çeşit toplam 200 civarında Türkçe el yazma mevlid nüshası ve mevlitle ilgili çeşitli eserler vardır Buna karşılık 71 Arapça, 4 Farsça, 3 Arnavutça, 1 Kürtçe, 1 Çerkezce ve 1 Boşnakça el yazma mevlid nüshası vardır
Süleyman Çelebi’den başka meşhur mevlid şairlerinin bazıları şunlardır: Abdî, Ahmedi Mürşidî, Behiştî, Gülşehrî, Saruhanî, Hamdullah Hamdî, Nahifî, Nesimî, Şahidî, Şemseddin Sivasî, Tahir Ağa, Visalî, Yahya, Zatî vb
Türk toplumu Süleyman Çelebi’nin sehli mümteni tarzında kaleme aldığı Vesiletü’nnecat adlı esere çok büyük önem vermiştir Bu eser XV yüzyıldan günümüze gelinceye kadar en çok okunan mevlid vasfını taşımaktadır
Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’nnecat adlı mevlidinden başka birçok mevlid yazılmıştır A Necla Pekolcay 1950 yılından bugüne kadar bu eserden daha eski bir mevlid metnine rastlamadığını söylemektedir Yalnız XIII yüzyıl şairi Hoca Ahmed Fakih’in de küçük mevlidi vardır
Osmanlı İmparatorluğu’nda mevlid törenleri, III Murad devrinden sonra yapılmaya başlanmıştır Mevlid törenlerinin merkezi Sultan Ahmet Camii olmuştur Rebi’ülevvel ayının 12 günü burada okutulan mevlid merasimine hemen bütün devlet erkanının katılması sağlanırdı 1910 yılından itibaren resmi törenlerle kutlanan mevlid, Cumhuriyet’in ilanından sonra gayri resmi bir şekilde özel olarak evlerde ve camilerde okunmaktadır
Vesiletü’nnecat’ın yazılış sebebi:
Süleyman Çelebi Bursa Ulu Camii’deki imamlığı sırasında olan şu hadise üzerine eserini kaleme almıştır İranlı bir vaiz Bakara Suresi’nin 285 ayetini (Peygamberler arasından hiçbirini ayırdetmeyiz) 253 ayetiyle (İşte peygamberlerden bir kısmını diğerlerine üstün kıldık) karıştırarak tefsir etmeye kalkışınca, burada bulanan bir Arap itirazda bulunmuş, fakat dinyeyiciler vaizin görüşlerinin doğru olduğunu söylemişler Bunun üzerine Süleyman Çelebi çok üzülmüş ve bu eserini yazmıştır Dolayısıyla bu eser, İranlı batınî vaizin ehli sünnet esaslarına zıt olan görüşlerinin izalesi için kaleme alınmıştır
Süleyman Çelebi diğer İslâmî edebiyat mahsüllerinde olduğu gibi, aşağıdaki beytinde Hz Peygamber’i eşi benzeri olmayan bir inciye benzetmiştir:
Âmine Hatun Muhammed anesi
Ol sadeften doğdu ol dür danesi
Bilindiği gibi Hz Peygamber, anne ve babsının tek çocuğudur Yani dürri yektâdır İnci her zaman dürri yektâ olarak meydana gelmez ve çok kıymetli bir nesnedir Dolayısıyla şair, bu beytinde Hz Peygamber’in kainatın efendisi olduğunu eşi ve benzerinin yaratılmasının mümkün olmayacağını ifade etmiştir
MAKTELİ HÜSEYİN:
Hz Hüseyin’in Kerbela’da şehid edilişini konu alan acıklı şiirlere verilen genel bir addır Bu tür şiirler genellikle şiî yazarlar tarafından yazılmışlardır Nazım, nesir ve bazen de nazım ve nesir karışık olarak kaleme alınmışlardır Manzum şekillerinde, daha çok mesnevi, daha sonra kaside, terkibi bend ve tercii bend nazım şekilleriyle yazılmışlardır Klâsik Osmanlı edebiyatında en önemli Makteli Hüseyin kitabı Fuzulî’nin Hadikatü’s Süedâ adlı eseridir Daha sonra Lamiî’nin manzum Makteli Âli Resul’ü ve Kastamonulu Şadî’nin Makteli Hüseyin’i bu türün önemli örnekleri olarak kabul edilir Ayrıca Fuzulî Divânı’nda da bu konuda yazılmış şiirler vardır Terkibi bend şeklinde kaleme alınmış Mersiyei Âli Âbâ, Hz Hüseyin’in şehid edilişini konu almıştır Şairin bu mersiyede şu beyitleri, bu olay karşısında duyduğu üzüntüyü açık olarak ifade eder:
Mâhı muharrem oldı meserret harâmdur
Mâtem bugün şeriata bir ihtirâmdur
Şâd olmasun bu vakıada şâd olan gönül
Bir dem belâ vü gussadan âzâd olan gönül
20 yüzyıl Divan şairlerimizden Yozgatlı Hüzni Baba çeşitli mersiyelerinde Kerbela olayı karşısında duyduğu üzüntüyü şu şekilde ifade eder:
Lâ yüad zulmettiler hakkında kavmi eşkiyâ
Cânım olsun râhına kurbân şehîdi Kerbelâ
MİRÂCİYE (MİRÂCNÂME):
Klâsik edebiyatta Hz Peygamber’in mirac mucizesini konu alan ve daha çok kaside nazım şekliyle yazılan şiirlere miraciye diyoruz Miraciyeler belli ezgiyle mirachanlar tarafından mirac gecelerinde okunmuştur Miracnâme, mirac konulu manzummensur eserlerin tümüne verilen addır Klâsik Osmanlı edebiyatında an ve mesneviler içinde en az bir miraciye bulundurmak âdet haline gelmiştir
Klâsik Osmanlı edebiyatında Süleyman Nahifî, Ganizade Nadirî, Nev’îzâde Atâyî, Neşâtî, Sabit, Seyyid Vehbî, Halimî, İzzet Molla gibi şairlerin miraciyeleri meşhurdur
HİLYE:
Hz Peygamber’in fiziki özellikleri, bunları anlatan edebi eserler ve aynı konuda hüsni hatla yazılmış levhalar için kullanılan terimdir Sözlük anlamı süs, ziynet, kolyedir Mecazî olarak yaratılış, sûret ve güzel vasıflar gibi anlamlar ifade etmektedir Osmanlı kültüründe Hz Peygamber’in fiziki vasıflarından bahseden kitap ve levhaları ifade etmek için kullanılmıştır Türk edebiyatında, başta Hz Peygamber ve diğer Peygamberler ile dört büyük halifeleri iç ve dış özellikleri ile örnek davranış biçimlerini anlatan eserlerin oluşturduğu türe de hilye adı verilmiştir Bu tür, Arap edebiyatındaki konusu her yönüyle Hz Peygamber olan dinididaktik şemaillerden doğmuştur Hilyelerin kaynağını, hadis ve tarih kitaplarının yanında Hz Ali’nin Resuli Ekremle ilgili olarak söylediği çeşitli sözler oluşturur
Türk edebiyatında en eski mensur hilye örneği olan Risaletü’şşemâiliyye, Hoca Sadeddin Efendi’ye nisbet edilmiştir Bazı türkçe eserler de Şemâil adını taşımakla birlikte, sadece hilye hadislerinin tercüme ve şerhinden ibarettir Hilye ile Şemâil kelimesi eşanlamlı olarak kullanıldığını ifade eder Daha sonra Aziz Mahmud Hüdayî, Hakanî Mehmed Bey, Nahîfî, Müstakimzâde Süleyman, Sadeddin Efendi, Bursalı Mehmed Tahir gibi şair ve yazarlarımızın hilyeleri vardır Cumhuriyet hükümetinin ilk Şer’iyye ve Evkaf Vekili Mustafa Fehmi Gerçeker, hilye türünün son örneğini vermiştir
Hz Peygamber’i rüyada gören müslümanın onu gerçekten görmüş sayılacağı “Hilyemi gören beni görmüş gibidir Beni gören insan bana muhabbetle bağlanırsa Allah ona cehennemi haram kılar; o kişi kabir azabından emin olur, mahşer günü çıplak olarak haşredilmez mealindeki hadisler hilyenin bağımsız bir tür olarak gelişmesinde etkili olmuşlardır Hilye türünün gelişip yaygınlaşmasında şüphesiz başka sebepler de vardır Hilye bulunan evin felakete uğramayacağı, hilye taşıyan kişinin korunacağı gibi inanışlar
Hilyelerde genellikle Hz Peygamber’in çeşitli vasıfları ele alınarak bu vasıf önce Arapça ifade edilmiş, ardından da Türkçe tercüme ve şerhi verilmiştir Hilyelerde genellikle Resûli Ekrem’in fizikî vasıfları ele alınmakla birlikte, bazı hilyelerde ruhî özelliklerine de yer verilmiştir Nahîfi’nin Hilyetü’lenvar’ı bunun en güzel örneğidir Hilye türü, zaman içinde daha da genişleyerek dört halife, aşerei mübeşşere ve diğer din büyüklerinin çeşitli özelliklerini anlatan bir tür haline gelmiştir Hilyei Nebevî ve Hilyei Şerîfe adıyla anılan bu türde, yirmiden fazla eser yazılmıştır Bunların en önemlileri şunlardır:
a Risalei Hilyetü’rResûl: Şerifî adlı bir şair tarafından kalem alınmıştır
Dahî eyle duâ şeh Bayezîd’e
O şehdir Âli Osman’da güzîde
Bu eser yukarıdaki beyitten anlaşıldığı kadarıyla Kanunî’nin oğlu Şehzade Bâyezîd’e sunulmuştur Bu hilye aruzun Mefâîlün MefâîlünFeûlün vezniyle yazılmıştır Tevhid, münacaat ve diğer şiirlerden sonra hilye bölümü gelmektedir 253 beyitlik bu eserin Süleymaniye Kütüphanesi’nde bir yazma nüshası bulunmaktadır (Murad Buharî Bl, No: 330) Eserin sonunda Şehzade Bâyezîd için dua konulu bir hatime ve güneş redifli bir kaside yer almaktadır Eserin transkripsiyonu tarafımızdan yapılmaktadır
b Hilyei Hâkânî: Hâkânî Mehmed Bey tarafından 1598’de kaleme alınan bu eserin eski ve yeni harflerle birçok baskıları yapılmıştır Bu eser Türk halkı tarafından büyük bir rağbete mazhar olmuştur Sultan Abdülmecid’in emriyle ilk defa 1848’de Tabhanei Âmire’de bastırılmıştır
c TercümeiHilyetü’nnebî Aleyhisselam: Bosnalı Mustafa tarafından 1664’te yazılan bu eser IV Mehmed’e sunulmuştur Nurosmaniye Kütüphanesi’nde (28724906) iki elyazma nüshası vardır
d Hilyetü’lenvâr: Süleyman Nahîfî tarafından 1100 (1689) yılında Hâkânî’nin eserine nazire olarak kaleme alınmıştır 2871 beyitten oluşan bu eser Müfteîlün MüfteîlünFâilün vezniyle yazılmıştır Bu eser üzerinde Zekeriyya Usluer ve Oya Yasav Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans tezi yapmışlardır
e Hilye: Seyyid Mehmed Efendi’nin eseridir Mesnevi nazım şekliyle kaleme alınan bu eser 294 beyit olup Feilâtün Feilâtün Feilün vezniyle kaleme alınmıştır (Süleymaniye Ktp Yazma Bağışlar Bl No: 813)
f Hilye: Ârif Süleyman Efendi’nin Hakanî’ye nazire olarak Feîlâtün Feîlâtün Feilün vezniyle 1171 (1758)’de kaleme aldığı bu eser 640 beyitten oluşan bir mesnevidir Eserin yazma nüshasına bugüne kadar ulaşılamamıştır
g Hilye: Mevlevî Mehmed Efendi’nin 700 beyitlik bir eseridir (Süleymaniye Ktp Mahmut Efendi Bl No: 3784)
h Mîlâdı Muhammediyyei Hakâniyye Hilyei Fethiyyei Sultaniyye: Rusçuklu Fethi Ali tarafından Sultan Abdülmnecid’in isteğiyle 1259 (1843)’te yazılmıştır İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi (TY No: 7368)’ inde tek yazma nüshası bulunan bu eser 164 beyitten meydana gelmektedir
i Nazmü’nnûr fî Silki’ssürûr: Tırhalalı Murad oğlu Ali (Hızrî) tarafından kaleme alınan bu eser 75 beyitten oluşmaktadır (Süleymaniye Ktp Fatih Bl No: 5427)
Bu eserde FeilâtünFeilâtünFeilün vezniyle kaleme alınan manzum bölümün yanında Havassı Hilye adlı bir mensur bölüm de bulunmaktadır
j Hilyei Fahri Âlem: Cumhuriyet hükümetinin ilk Şeriyye ve Evkaf Vekili Mustafa Fehmi Gerçeker tarafından MefûlüMefâîlüFeûlün vezniyle yazılan bu eser, 1197 beyitten oluşmaktadır Eserin 10 Ocak 1942’de bittiği son iki beytinden anlaşılmaktadır Türk edebiyatında şüphesiz bunların yanında birçok mensur hilye tercüme şerhleri kaleme alınmıştır
SİYER:
Divan şiirinde telmih edilen yahut işlenen çeşitli konuların ve peygamber kıssalarının büyük bi bölümünün kaynağı şüphesiz Kur’ân’dır Bunlardan önemli bir tür de Siyerdir Hz Muhammed (sav)’in hayat hikayesinin (sîre) en eski yazarları İbn İshak ve İbn Hişam’dır Daha sonra yazılan siyer kitaplarıyla zenginleşen siyer edebi türü, an şiirinde önemli bir noktaya ulaştı Hz Peygamber’in, doğumu, vefatı, iç ve dış savaşlar, hicret, mirac, soyu, kabilesi, annesi, babası, büyükbabası, eşleri, çocukları ve yakınlarıyla ilgili bilgiler veren bu siyer türündeki eserler an şiirinin önemli bir kaynağı olarak değerlendirilir
Şüphesiz Osmanlı Edebiyatı’nda Hz Peygamber’i konu alan daha başka türler de vardır Biz bunlardan en önemlilerini seçerek ilim aleminin dikkatine sunmak istedik Bütün bunlardan çıkan sonuç, Türk toplumunda İslâmiyet’in kabulünden günümüze gelinceye kadar peygamber sevgisi büyük bir coşkuyla devam edip gelmiştir Bu sonsuz sevgi, edebî eserlerimize de en güzel şekilde yansıyarak bu çerçevede zengin bir edebiyatın doğmasına sebep olmuştur
kaynak Doç Dr Mustafa Güneş
Yeryüzünden gelip geçmiş insanların en müstesna fertleri Hz Âdem ve ondan sonra gelen peygamberlerdir Bunların en sonuncusu ve en büyüğü şüphesiz son peygamber Hz Muhammed’dir Biz bu yazımızda ona duyulan derin aşk ve sevgiyle, Osmanlı döneminde yazılan şiir türlerinden özet olarak bahsedeceğiz
Osmanlı edebiyatı şekil, teknik, zevk, hayat görüşü, tema ve motiflerini geniş ölçüde İran aracılığı ile Arap edebiyatından almıştır Osmanlı şiirinin kökleri, kendi milli edebiyatımızın yanında İslâm öncesi Arap şiirine kadar gider İslâmiyet’in kabulünden sanra yeni bir kültürün etkisi altına giren Türk edebiyatında, Hz Peygamber’in sevgisiyle ve ona duyulan aşkla, manzum ve mensur birçok eser yazılmıştır
İslâm peygamberi Hz Muhammed asrı saadetten günümüze kadar birçok şair tarafından övülmüştür Hasan bin Sabit ile Banet Suad yahut Kasidei Bürde adıyla meşhur şiirin sahibi Kaab bin Züheyr, bizzat Hz Peygamber’in iltifatına mazhar olmuşlardır Klâsik Osmanlı edebiyatı da bu çizgide, peygamber sevgisiyle yanıp tutuşan gönüllerin aynası olmuştur
Padişahların ve diğer devlet ricalinin hususen dini edebiyat mahsüllerini himaye ve İslâmî ahlakın diniedebi eserlerle güçlendirme faaliyetleri, çeşitli diniedebi türlerin çoğalmasına hizmet etmiştir
Daha çok Kaside nazım şekliyle kaleme alınan Hz Peygamber’i konu alan şiirleri incelediğimizde, dünya edebiyatları içinde en zengin edebiyatın Osmanlı edebiyatı olduğunu görmekteyiz
XV yüzyıla kadar Türk edebiyatında büyük kaside şairi yetişmemiştir Âşık Paşa’nın Garibname’deki na’tları ve Ahmedî’nin anındaki kasideler bu nazım şeklinin ilk örnekleri olarak kabul edilir Bilindiği gibi kasidelerin Hz Peygamberi konu alanlarına na’t diyoruz Germiyanlı Şeyhî gazelde olduğu gibi kasidede de önemli bir kilometre taşı olarak kabul edilir XV yüzyılda başta Ahmet Paşa olmak üzere Cem Sultan ve Necâtî Bey gibi kaside şairleri yetişmiştir
XVI yüzyılda Bakî, Hayalî Bey, Nev’î ve Fuzulî gibi büyük kaside şairleri yetişmiştir Bu yüzyılda kişilerin büyüklüğü, devletin ihtişamı yanında sönük kalacağı için şairler herşeyi büyüterek aşırı mübalağalı söylemek mecburiyetinde kalmışlardır XVII yüzyılda Nef’î ve Nâbî, XVIII yüzyılda Nedîm ve Şeyh Galib; XIX yüzyılda da Enderunlu Vâsıf önemli kaside şairlerimizdendirler
Türk edebiyatında Kaside nazım şekline genel bir bakıştan sonra şimdi kasidelerin Hz Peygamber’i konu alanlarına, yani na’tlere kısaca bakalım:
Hz Peygamber’i övmek ve onun şefaatine nâil olmak için yazılan şiirlere na’t denir Na’t yazanlara na’tgû, na’t söyleyenlere de na’than denir Na’tlar genellikle kaside nazım şekliye yazılırlar Divanların başında bulunan kaside nazım şekliyle yazılan tevhid ve münacaattan sonra na’t gelir Genellikle bütün Osmanlı şairleri birer na’t yazmışlardır Fuzulî, Nazîm, Nâbî, Nef’î ve Şeyh Galib ve Nâ’tî Mustafa’nın na’tları meşhurdur
Osmanlı edebiyatına damgasını vuran Su Kasidesi, edebiyatımızdaki na’t türünün en seçkin örneği olarak kabul edilmektedir Bu şiirin geçmişten günümüze kadar birçok şerhi yapılmıştır İlk olarak Veled Çelebi İzbudak tarafından yapılan Aynü’lhayat adlı şerh hâlâ ilim aleminin meçhulüdür Bu na’t son olarak Metin Akar tarafından şerhedilmiştir 32 beyitten meydana gelen bu kasidede Hz Peygamber’in övgüsü 17 beyitte başlamaktadır Bu beyit şöyledir:
“Seyyidi nev’i beşer deryâyı dürri istıfâ
Kim sebebdür mu’cizâtı âteşi eşrâra su(Hz Peygamber, insanlık aleminin efendisi, seçme incilerin çıktığı denizdir Onun mucizeleri kötülerin ateşine su serperek söndürmüştür)
Hz Peygamber bütün yaratılanların hem çekirdeği hem de meyvesidir O insanların en seçkinidir Fuzulî de Hz Peygamber’i insanlık aleminin efendisi olarak kabul eder Daha önce de bahsettiğimiz gibi o, diğer peygamberlerin en üstünüdür Beyitte geçen “deryâyı dürri istıfâ (seçme incinin bulunduğu deniz) tamlaması Hz Peygamber’i ifade etmektedir Bu terkipteki dürr kelimesi Hz Muhammed’in ruhunu, ondaki ilâhî unsuru, cevheri, manevî beni; derya da bedeni temsil etmektedir Dolayısıyla can cevheri beden deryası içinde bulunmaktadır
Allah’ın kendi koyduğu kanunları, habibinin, sözünü doğru çıkarmak için değiştirmesine mucize diyoruz Dolayısıyla mucize Allah’a ait bir fiildir Bunların bir kısmı dini kaynaklarda sabittir Beyitte şair, Hz Peygamber’in gösterdiği mucizelerin kötülük sahibi insanların ateşlerini söndürdüğünü söylemektedir Fuzulî bu beyitte, Hz Peygamber’in cismânî bedenini denize, ruhunu da dürr (inci)’e benzeterek açık istiâre sanatına başvurmuştur Şair yeri ve göğü bir istiridye şeklinde düşünerek Hz Peygamber’i bu istiridyenin içinde doğan tek bir inci olarak kabul eder Beyitte anasırı erbaadan ateş ve su kullanılmıştır Ayrıca Hz Peygamber’in doğduğu zaman, mecusilerin ateşlerinin sönmesi hadisesine telmihte bulunulmuştur
KIRK HADİSLER (Erba’ûn hadîs, çihl hadîs)
İslâm hukukunun dayandığı dört temel esastan birisi hadistir Bunların büyük bir kısmı Kur’ân’ın açıklaması mahiyetindedir Anlaşılması kolay olmayan bazı müteşâbih âyetlerin sahîh hadislerin ışığında anlaşılması mümkün olabilir Dolayısıyla hadislerin İslâm dininde önemli bir yeri vardır Hz Peygamber’in hayatı, sözleri ve davranışları bütün insanlık alemi için örnek teşkil eder Hz Peygamber’in çeşitli ahvâli, akvâli ve efâlini öğrenme arzusu ve mutlu bir hayat yaşama isteği bu konuda birçok eserin doğuşuna zemin hazırlamıştır Hadis kitaplarından, altı tanesi (Kütübi Sitte) muteber kabul edilerek çeşitli çalışmalar için referans alınmıştır Bu önemli altı eser Buhari, Müslim, Ebu Davud, İbni Mâce, Tirmizî ve Nesâî’dir
Bu eserlere herkesin istediği zaman başvurması kolay olmadığı için, bahsi geçen hadis kolleksiyonlarından alınan daha az hacimli hadis kitapları vücuda getirilmiştir Mesela Suyûtî’nin Câmiü’ssağîr adlı hadis kitabı böyle bir özellik taşır
Türk edebiyatında da bazı şairler bu çerçevede seçme küçük hadis kitapları meydana getirerek, ilgili hadislerin manasına paralel şiirler söylemişlerdir Başka bir ifadeyle bu tarz eserler hadislerin manasının şiirle ifadesidir
Kırk hadis geleneğinin oluşmasında Hz Peygamber’in şu hadisinin çok etkili olduğu bilinmektedir: “Her kim benim hadislerimden 40 tanesini ezberleyip başkalarına da öğretirse, kıyamet gününe, Allahü Taâlâ onu, bilginler ve fakihler arasında diriltsin
Arbu’un hadis, çihl hadis ve çihlü hadis isimleriyle de anılan Kırk Hadis türünün Osmanlı edebiyatında önemli bir yeri vardır Arapça’da 250, Türkçe’de ise 80 tane Kırk Hadis başlığı altında eser yazılmıştır
Osmanlı dinî edebiyatı mahsulleri arasında kırk hadislerin işgal ettiği mevki, ön plandadır Bunlar, İslâm ahlak görüşünün ve ahlak temellerinin halk tabakalarına yayılmasında etkili olarak medrese ile enderunu birbirlerine yakınlaştırmışlardır
Osmanlı âlim ve şâirleri arasında kırk hadis sahibi olmak bir moda haline gelmiştir Hz Peygamber’in bahsi geçen hadisi de kırk hadis ile ilgili eserler yazmak için teşvik unsuru olan amillerin başında gelir Bunun yanında kırk hadis toplamanın başka sebepleri de vardır Mesela 40 sayısı İslâmiyet’te önemli bir özellik taşımaktadır İnsanın 40 yaşında olgunluk yaşına ulaşması, Hz Peygamber’e 40 yaşında peygamberliğin bildirilmesi, Kur’ân’da 4 yerde geçmesi ve bu sayı ile çeşitli inançların bulunması bunların ilk akla gelenleridir
Kırk hadisleri tasnif denemesi ilk defa Abdülkadir Karahan tarafından 1954 yılında yapılmıştır Bunları şekil bakımından manzum, mensur ve manzummensur karışık olanlar olmak üzere üçe ayırmak mümkündür Hikayelerle zenginleştirilmiş kırk hadis konulu eserler de yazılmıştır
Türk edebiyatında kırk hadis tercümeleri XIV yüzyıldan başlamaktadır Bu konudaki ilk tercüme eser, Mahmut Bin Ali’nin Nehcü’lFeradis adlı eseridir Orta Asya ortak edebî Türkçesiyle yazılan bu eser dört bölümden meydana gelmektedir Her bölümde 10 hadisin tercüme ve açıklamalarına yer verilmiştir XV yüzyılda Kemal Ümmî’nin Kırk Armağan’ı ve Ali Şir Nevâî’nin Hadisi Erbaîn tercümesi bu türün, Türk edebiyatındaki ilk örnekleri olarak bilinir
XVI yüzyılda Hazînî, Usûlî, Melâmî Dede, Fuzulî, Merdumî, Âşık Çelebi, Latîfî, Selamî Mustafa, Mecdî Âlî gibi müelliflerimizin kırk hadisle ilgili eserleri vardır XVII yüzyılda, Okçuzade, Ankaralı İsmail Rusuhî ve Nâbî’nin kırk hadis tercümeleri; XVIII yüzyılda Osmanzade Tâib, Bursalı İsmâil Hakkı, Münif ve Müstakimzade Sadeddin’in kırk hadis tercümeleri vardır XIX yüzyılda ise önceki yüzyıllarda olduğu gibi güçlü hadis mütercimleri yetişmemekle birlikte, Dr Miralay Hüseyin Remzî’nin Tıbbı Nebevi’si, gerek konusunun özelliği, gerekse hüneri dolayısıyla önemli bir eser olarak kabul edilir Ayrıca bu asırda, İbrahim Hanif ve Abdullah bin İsmail ve Köstendilli Şeyhi tarafından kırk hadisle ilgili risaleler hazırlanmıştır
Kırk Hadis toplama ve tercüme geleneği XX Yüzyılda da devam etmiştir Prof Dr Abdülkadir Karahan çeşitli hadis metinlerini seçerek bunları, büyük hattat Hamid Aytaç’a yazdırmıştır
XIV yüzyılda yazılan Nehcü’lFerâdis adlı Kırk Hadis tercümesinden 1986 yılında Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan Hadis Albümüne kadar geçen zaman içinde doksanın üzerinde Kırk Hadisle ilgili eser tercüme veya telif edilmiştir Bu sayı, milletimizin Kırk Hadislere verdiği önemi ispat etmeye yeterlidir Kültür Bakanlığı tarafından 20000 adet bastırılan renkli hadis albümü kısa sürede tükenerek halkın ve ilim dünyasının büyük bir ilgisine mazhar olmuştur Bu albümdeki hadisler Hattat Hamid Aytaç tarafından Kûfî, Dîvânî, Nesih, Ta’lik, İcâzât, Rik’a gibi yazı çeşitleriyle yazılmıştır
Bu eserde geçen hadislerin bir kısmının mealleri şöyledir: Rahmetim gazabımı geçti Selam kelamdan öncedir İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır Büyük Türk şairlerinden Urfalı Yusuf Nâbi sonuncu hadisi şerifi şu şekilde şiirleştirmiştir:
Hayrı nâsa murâdın ise vukûf
Hayrı Nâs’ın hadîsin et iz’ân
Hayr oldur ki cümleden efzûn
Ola halkı cihâna nef’resân
Bu hadiste dikkati çeken bir özellik vardır İnsanların hayırlısı, sadece müslümanlara yararlı olan değil, bütün insanlığa yararlı olandır Bu görüş İslâmiyet’in evrenselliğini göstermesi açısından çok anlamlıdır
MESNEVÎ
Türk edebiyatında daha çok dinî, ahlâkî ve öğretici konular, mesnevi nazım şekliyle yazılmıştır Büyük mesnevilerde, tevhid ve münacaattan sonra Hz Peygamber için söylenmiş na’tlara yer verilmiştir Genel olarak şairler bu kurala uymuşlardır XV yüzyıldan sonra mesnevi, Osmanlı Edebiyatı’nda hızlı bir gelişme göstermiştir Süleyman Çelebi’nin 730 beyitlik Vesiletü’nnecat adlı eseri, yüzyılın ve Osmanlı Edebiyatı’nın en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir (Bu eser 1409 yılında yazılmıştır) Mevlid nazım türüyle yazılan Vesiletü’nnecat yüzyıllar boyunca Türk illerinde okunmuş ve halk üzerinde büyük tesir uyandırmıştır
Arapça zaman ve mekan ismi olan mevlid, herhangi birinin doğduğu zaman anlamında kullanılmaktadır Mevlid, İslâm toplumlarında Hz Peygamber’in doğum zamanını ifade eden bir kelime olarak yaygın bir şekilde geçmişten günümüze kadar kullanılagelmiştir İslâm toplumlarında, Hz Peygamber’in doğumu menkıbesi ve bayram ziyafeti manasında da kullanılan mevlid geniş bir coğrafya üzerinde etkili olmuştur İslâmiyet öncesi yuğ törenlerinin de etkisiyle mevlid geleneği Türkler arasında başlangıçtan günümüze kadar canlı bir şekilde mevcudiyetini devam ettirmiştir
Yurtiçi kütüphanelerimizde 63 çeşit toplam 200 civarında Türkçe el yazma mevlid nüshası ve mevlitle ilgili çeşitli eserler vardır Buna karşılık 71 Arapça, 4 Farsça, 3 Arnavutça, 1 Kürtçe, 1 Çerkezce ve 1 Boşnakça el yazma mevlid nüshası vardır
Süleyman Çelebi’den başka meşhur mevlid şairlerinin bazıları şunlardır: Abdî, Ahmedi Mürşidî, Behiştî, Gülşehrî, Saruhanî, Hamdullah Hamdî, Nahifî, Nesimî, Şahidî, Şemseddin Sivasî, Tahir Ağa, Visalî, Yahya, Zatî vb
Türk toplumu Süleyman Çelebi’nin sehli mümteni tarzında kaleme aldığı Vesiletü’nnecat adlı esere çok büyük önem vermiştir Bu eser XV yüzyıldan günümüze gelinceye kadar en çok okunan mevlid vasfını taşımaktadır
Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’nnecat adlı mevlidinden başka birçok mevlid yazılmıştır A Necla Pekolcay 1950 yılından bugüne kadar bu eserden daha eski bir mevlid metnine rastlamadığını söylemektedir Yalnız XIII yüzyıl şairi Hoca Ahmed Fakih’in de küçük mevlidi vardır
Osmanlı İmparatorluğu’nda mevlid törenleri, III Murad devrinden sonra yapılmaya başlanmıştır Mevlid törenlerinin merkezi Sultan Ahmet Camii olmuştur Rebi’ülevvel ayının 12 günü burada okutulan mevlid merasimine hemen bütün devlet erkanının katılması sağlanırdı 1910 yılından itibaren resmi törenlerle kutlanan mevlid, Cumhuriyet’in ilanından sonra gayri resmi bir şekilde özel olarak evlerde ve camilerde okunmaktadır
Vesiletü’nnecat’ın yazılış sebebi:
Süleyman Çelebi Bursa Ulu Camii’deki imamlığı sırasında olan şu hadise üzerine eserini kaleme almıştır İranlı bir vaiz Bakara Suresi’nin 285 ayetini (Peygamberler arasından hiçbirini ayırdetmeyiz) 253 ayetiyle (İşte peygamberlerden bir kısmını diğerlerine üstün kıldık) karıştırarak tefsir etmeye kalkışınca, burada bulanan bir Arap itirazda bulunmuş, fakat dinyeyiciler vaizin görüşlerinin doğru olduğunu söylemişler Bunun üzerine Süleyman Çelebi çok üzülmüş ve bu eserini yazmıştır Dolayısıyla bu eser, İranlı batınî vaizin ehli sünnet esaslarına zıt olan görüşlerinin izalesi için kaleme alınmıştır
Süleyman Çelebi diğer İslâmî edebiyat mahsüllerinde olduğu gibi, aşağıdaki beytinde Hz Peygamber’i eşi benzeri olmayan bir inciye benzetmiştir:
Âmine Hatun Muhammed anesi
Ol sadeften doğdu ol dür danesi
Bilindiği gibi Hz Peygamber, anne ve babsının tek çocuğudur Yani dürri yektâdır İnci her zaman dürri yektâ olarak meydana gelmez ve çok kıymetli bir nesnedir Dolayısıyla şair, bu beytinde Hz Peygamber’in kainatın efendisi olduğunu eşi ve benzerinin yaratılmasının mümkün olmayacağını ifade etmiştir
MAKTELİ HÜSEYİN:
Hz Hüseyin’in Kerbela’da şehid edilişini konu alan acıklı şiirlere verilen genel bir addır Bu tür şiirler genellikle şiî yazarlar tarafından yazılmışlardır Nazım, nesir ve bazen de nazım ve nesir karışık olarak kaleme alınmışlardır Manzum şekillerinde, daha çok mesnevi, daha sonra kaside, terkibi bend ve tercii bend nazım şekilleriyle yazılmışlardır Klâsik Osmanlı edebiyatında en önemli Makteli Hüseyin kitabı Fuzulî’nin Hadikatü’s Süedâ adlı eseridir Daha sonra Lamiî’nin manzum Makteli Âli Resul’ü ve Kastamonulu Şadî’nin Makteli Hüseyin’i bu türün önemli örnekleri olarak kabul edilir Ayrıca Fuzulî Divânı’nda da bu konuda yazılmış şiirler vardır Terkibi bend şeklinde kaleme alınmış Mersiyei Âli Âbâ, Hz Hüseyin’in şehid edilişini konu almıştır Şairin bu mersiyede şu beyitleri, bu olay karşısında duyduğu üzüntüyü açık olarak ifade eder:
Mâhı muharrem oldı meserret harâmdur
Mâtem bugün şeriata bir ihtirâmdur
Şâd olmasun bu vakıada şâd olan gönül
Bir dem belâ vü gussadan âzâd olan gönül
20 yüzyıl Divan şairlerimizden Yozgatlı Hüzni Baba çeşitli mersiyelerinde Kerbela olayı karşısında duyduğu üzüntüyü şu şekilde ifade eder:
Lâ yüad zulmettiler hakkında kavmi eşkiyâ
Cânım olsun râhına kurbân şehîdi Kerbelâ
MİRÂCİYE (MİRÂCNÂME):
Klâsik edebiyatta Hz Peygamber’in mirac mucizesini konu alan ve daha çok kaside nazım şekliyle yazılan şiirlere miraciye diyoruz Miraciyeler belli ezgiyle mirachanlar tarafından mirac gecelerinde okunmuştur Miracnâme, mirac konulu manzummensur eserlerin tümüne verilen addır Klâsik Osmanlı edebiyatında an ve mesneviler içinde en az bir miraciye bulundurmak âdet haline gelmiştir
Klâsik Osmanlı edebiyatında Süleyman Nahifî, Ganizade Nadirî, Nev’îzâde Atâyî, Neşâtî, Sabit, Seyyid Vehbî, Halimî, İzzet Molla gibi şairlerin miraciyeleri meşhurdur
HİLYE:
Hz Peygamber’in fiziki özellikleri, bunları anlatan edebi eserler ve aynı konuda hüsni hatla yazılmış levhalar için kullanılan terimdir Sözlük anlamı süs, ziynet, kolyedir Mecazî olarak yaratılış, sûret ve güzel vasıflar gibi anlamlar ifade etmektedir Osmanlı kültüründe Hz Peygamber’in fiziki vasıflarından bahseden kitap ve levhaları ifade etmek için kullanılmıştır Türk edebiyatında, başta Hz Peygamber ve diğer Peygamberler ile dört büyük halifeleri iç ve dış özellikleri ile örnek davranış biçimlerini anlatan eserlerin oluşturduğu türe de hilye adı verilmiştir Bu tür, Arap edebiyatındaki konusu her yönüyle Hz Peygamber olan dinididaktik şemaillerden doğmuştur Hilyelerin kaynağını, hadis ve tarih kitaplarının yanında Hz Ali’nin Resuli Ekremle ilgili olarak söylediği çeşitli sözler oluşturur
Türk edebiyatında en eski mensur hilye örneği olan Risaletü’şşemâiliyye, Hoca Sadeddin Efendi’ye nisbet edilmiştir Bazı türkçe eserler de Şemâil adını taşımakla birlikte, sadece hilye hadislerinin tercüme ve şerhinden ibarettir Hilye ile Şemâil kelimesi eşanlamlı olarak kullanıldığını ifade eder Daha sonra Aziz Mahmud Hüdayî, Hakanî Mehmed Bey, Nahîfî, Müstakimzâde Süleyman, Sadeddin Efendi, Bursalı Mehmed Tahir gibi şair ve yazarlarımızın hilyeleri vardır Cumhuriyet hükümetinin ilk Şer’iyye ve Evkaf Vekili Mustafa Fehmi Gerçeker, hilye türünün son örneğini vermiştir
Hz Peygamber’i rüyada gören müslümanın onu gerçekten görmüş sayılacağı “Hilyemi gören beni görmüş gibidir Beni gören insan bana muhabbetle bağlanırsa Allah ona cehennemi haram kılar; o kişi kabir azabından emin olur, mahşer günü çıplak olarak haşredilmez mealindeki hadisler hilyenin bağımsız bir tür olarak gelişmesinde etkili olmuşlardır Hilye türünün gelişip yaygınlaşmasında şüphesiz başka sebepler de vardır Hilye bulunan evin felakete uğramayacağı, hilye taşıyan kişinin korunacağı gibi inanışlar
Hilyelerde genellikle Hz Peygamber’in çeşitli vasıfları ele alınarak bu vasıf önce Arapça ifade edilmiş, ardından da Türkçe tercüme ve şerhi verilmiştir Hilyelerde genellikle Resûli Ekrem’in fizikî vasıfları ele alınmakla birlikte, bazı hilyelerde ruhî özelliklerine de yer verilmiştir Nahîfi’nin Hilyetü’lenvar’ı bunun en güzel örneğidir Hilye türü, zaman içinde daha da genişleyerek dört halife, aşerei mübeşşere ve diğer din büyüklerinin çeşitli özelliklerini anlatan bir tür haline gelmiştir Hilyei Nebevî ve Hilyei Şerîfe adıyla anılan bu türde, yirmiden fazla eser yazılmıştır Bunların en önemlileri şunlardır:
a Risalei Hilyetü’rResûl: Şerifî adlı bir şair tarafından kalem alınmıştır
Dahî eyle duâ şeh Bayezîd’e
O şehdir Âli Osman’da güzîde
Bu eser yukarıdaki beyitten anlaşıldığı kadarıyla Kanunî’nin oğlu Şehzade Bâyezîd’e sunulmuştur Bu hilye aruzun Mefâîlün MefâîlünFeûlün vezniyle yazılmıştır Tevhid, münacaat ve diğer şiirlerden sonra hilye bölümü gelmektedir 253 beyitlik bu eserin Süleymaniye Kütüphanesi’nde bir yazma nüshası bulunmaktadır (Murad Buharî Bl, No: 330) Eserin sonunda Şehzade Bâyezîd için dua konulu bir hatime ve güneş redifli bir kaside yer almaktadır Eserin transkripsiyonu tarafımızdan yapılmaktadır
b Hilyei Hâkânî: Hâkânî Mehmed Bey tarafından 1598’de kaleme alınan bu eserin eski ve yeni harflerle birçok baskıları yapılmıştır Bu eser Türk halkı tarafından büyük bir rağbete mazhar olmuştur Sultan Abdülmecid’in emriyle ilk defa 1848’de Tabhanei Âmire’de bastırılmıştır
c TercümeiHilyetü’nnebî Aleyhisselam: Bosnalı Mustafa tarafından 1664’te yazılan bu eser IV Mehmed’e sunulmuştur Nurosmaniye Kütüphanesi’nde (28724906) iki elyazma nüshası vardır
d Hilyetü’lenvâr: Süleyman Nahîfî tarafından 1100 (1689) yılında Hâkânî’nin eserine nazire olarak kaleme alınmıştır 2871 beyitten oluşan bu eser Müfteîlün MüfteîlünFâilün vezniyle yazılmıştır Bu eser üzerinde Zekeriyya Usluer ve Oya Yasav Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans tezi yapmışlardır
e Hilye: Seyyid Mehmed Efendi’nin eseridir Mesnevi nazım şekliyle kaleme alınan bu eser 294 beyit olup Feilâtün Feilâtün Feilün vezniyle kaleme alınmıştır (Süleymaniye Ktp Yazma Bağışlar Bl No: 813)
f Hilye: Ârif Süleyman Efendi’nin Hakanî’ye nazire olarak Feîlâtün Feîlâtün Feilün vezniyle 1171 (1758)’de kaleme aldığı bu eser 640 beyitten oluşan bir mesnevidir Eserin yazma nüshasına bugüne kadar ulaşılamamıştır
g Hilye: Mevlevî Mehmed Efendi’nin 700 beyitlik bir eseridir (Süleymaniye Ktp Mahmut Efendi Bl No: 3784)
h Mîlâdı Muhammediyyei Hakâniyye Hilyei Fethiyyei Sultaniyye: Rusçuklu Fethi Ali tarafından Sultan Abdülmnecid’in isteğiyle 1259 (1843)’te yazılmıştır İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi (TY No: 7368)’ inde tek yazma nüshası bulunan bu eser 164 beyitten meydana gelmektedir
i Nazmü’nnûr fî Silki’ssürûr: Tırhalalı Murad oğlu Ali (Hızrî) tarafından kaleme alınan bu eser 75 beyitten oluşmaktadır (Süleymaniye Ktp Fatih Bl No: 5427)
Bu eserde FeilâtünFeilâtünFeilün vezniyle kaleme alınan manzum bölümün yanında Havassı Hilye adlı bir mensur bölüm de bulunmaktadır
j Hilyei Fahri Âlem: Cumhuriyet hükümetinin ilk Şeriyye ve Evkaf Vekili Mustafa Fehmi Gerçeker tarafından MefûlüMefâîlüFeûlün vezniyle yazılan bu eser, 1197 beyitten oluşmaktadır Eserin 10 Ocak 1942’de bittiği son iki beytinden anlaşılmaktadır Türk edebiyatında şüphesiz bunların yanında birçok mensur hilye tercüme şerhleri kaleme alınmıştır
SİYER:
Divan şiirinde telmih edilen yahut işlenen çeşitli konuların ve peygamber kıssalarının büyük bi bölümünün kaynağı şüphesiz Kur’ân’dır Bunlardan önemli bir tür de Siyerdir Hz Muhammed (sav)’in hayat hikayesinin (sîre) en eski yazarları İbn İshak ve İbn Hişam’dır Daha sonra yazılan siyer kitaplarıyla zenginleşen siyer edebi türü, an şiirinde önemli bir noktaya ulaştı Hz Peygamber’in, doğumu, vefatı, iç ve dış savaşlar, hicret, mirac, soyu, kabilesi, annesi, babası, büyükbabası, eşleri, çocukları ve yakınlarıyla ilgili bilgiler veren bu siyer türündeki eserler an şiirinin önemli bir kaynağı olarak değerlendirilir
Şüphesiz Osmanlı Edebiyatı’nda Hz Peygamber’i konu alan daha başka türler de vardır Biz bunlardan en önemlilerini seçerek ilim aleminin dikkatine sunmak istedik Bütün bunlardan çıkan sonuç, Türk toplumunda İslâmiyet’in kabulünden günümüze gelinceye kadar peygamber sevgisi büyük bir coşkuyla devam edip gelmiştir Bu sonsuz sevgi, edebî eserlerimize de en güzel şekilde yansıyarak bu çerçevede zengin bir edebiyatın doğmasına sebep olmuştur
kaynak Doç Dr Mustafa Güneş
Türkiye'nin en güncel forumlardan olan forumdas.com.tr'de forumda aktif ve katkısı olabilecek kişilerden gönüllü katkıda sağlayabilecek kişiler aranmaktadır.