iltasyazilim
FD Üye
Kuranı Kerim Her Zaman Taze ve Gençtir
Kuranı Kerim Her Zaman Taze ve Gençtir(1)
Kâinat zaman içinde bir değişim ve gelişim geçirerek, Hak Teâlâ'nın onun için belirlediği sona doğru akıp gitmektedir İşte bu değişim ve gelişim her doğanı büyütüp geliştirmekte, olgunlaştırmakta ve öldürmekte ve soldurmakta; her tazeyi bayatlatmakta; bugün yeteni, yarın yetmez hale getirmektedir Velhâsıl zaman her şeyi bir değirmen gibi öğütmekte ve unufak etmektedir Bu değirmen de kendiliğinden dönmüyor, onu bir döndüren var Bu yüzden Hz Peygamber (as), zamanın bu yokedici halini görüp, ona kızanları uyararak, Zamana sövmeyin, kızmayın Çünkü Allah, zamanın kendisidir(2) buyurmuş ve esas öğütücünün zaman olmadığına işaret etmiştir Öte yandan Cenabı Allah da, kulağı ve kalbi mühürlü, gözü perdeli insanların Bizi zamandan başka birşey helak etmezdiyerek, zamanı Tanrı sananların bilgisizliğine (Casiye, 2324) işaret ederek aynı gerçeği anlatmış Binaenaleyh zaman da, Allah'ın bir askeridir, vazifesi fani varlıkları öğütmektir
Zaman, din, inanç ve düşünce sistemlerini de kuşatmakta ve öğütmeye çalışmaktadır Bir düşünce sisteminin, bir inanç ve uygulamalar manzumesinin zamana hükmedip edememesi; dirilik ve tazeliğini devam ettirmesi, kısacası, onun zaman boyutu ile yakından alâkalıdır Her şeyi eskitici olan zaman içerisinde, bir düşünce, bir inanç, daha özel olarak da bir din ve onun mesajı, hâlâ taptaze ve yeni ise; bağlılarına, ebedî yeni ve taze iklim kokularını sunabiliyorsa, işte o, bütün insanlığın bir kızıl elması, dudaklarımızın özlediği bir abı hayat tasıdır(3)
Zaman tünelindeki ilk insan olan Hz Âdem, aynı zamanda ilk peygamberdi O ve eşi Havva annemizden diğer insanlar üreyip çoğalmışlardı (A'raf, 189) Bir kişi ile başlayan insanlık tarihi bir aile, bir boy, bir soy, derken bir millet ve bir çok millet haline dönüşüp, bugün milyarlara ulaştı İşte bu yüzden Hz Âdem ile başlayan peygamberlik ve âlim ve hâkim Allah'ın takdiri çerçevesinde bir değişim ve gelişim geçirmiş ilâhî hikmet ve yüce maksatlara müvafık olarak, bir tedricilik süreci içinde, en mükemmele doğru terakkî etmiş; nihai ve umumi, evrensel olan risalet gelinceye değin, olgunlaşa olgunlaşa devam etmiştir (4) Meşîeti ilâhiyye, en mükemmele ulaşıncaya kadar, insanları muvakkaten eğiten resulleri gönderdiği içindir ki, ebedî bir şeriat sahibi olmayan peygamberlerin kitapları, sahifeleri ve toplumlara örneklik görevi görmesi beklenen tutum ve davranışları, zaman karşısında yenik düşmüş; bu nedenle de ya tamamiyle unutulmuş, ya da katıksız ilâhîlik vasfının kaybolması anlamına gelen tahrifkazasına duçar olmuştur Bu açıdan bakıldığında Bugün, sizin için dininizi kemâle erdirdim ve size nimetimi tamamladım(Maide, 3) âyeti kerimesi, tedrîciliğin sona erdiğine, suların durulup sislerin dağıldığına, ilâhî risaletin zirvesine ve en olgun noktasına ulaştığına işaret etmektedir(5) Bu iş son peygamber ve son kitaba kadar böyle devam etmiştir Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur(Ahzab, 40) âyeti artık peygamberler zincirinin son halkasına ulaştığımızı haber vermiştir (6)
Gayesi fıtrattaki hayır, fazilet ve hak duygusunu inkişaf ile insanı saadete ulaştırmak olan İslam dini böylece Hazreti Muhammed'de kemalini bulmuş ve Kur'ânı Kerim'in de her türlü ziyade ve noksandan, tahrif ve tebdilden mahfuz kalacağı Cenabı Hak tarafından kat'i bir ifade ile, (Kur'ân'ı) Biz, evet Biz indirdik ve muhakkak ki Biz onu her halde muhafaza edeceğiz(Hicr, 9) diye beyan buyurulmuştur Bu ifade ile O, Kur'ân'ı, herhangi bir surette bozulmaktan koruyacağını vaad etmektedir Çünkü fıtratın artık kıyamet kopana dek ona bozulmamış olarak hep ihtiyacı olacaktır
Bir dinin fıtrata dayanması demek, talimlerinin fıtrat ve tabiata muvafık bir şekilde olması, insanın fıtrî ve tabiî ihtiyaçları ile dinin hükümleri arasında bir uygunluk bulunması demektir Binaenaley Kur'ân, akîde, ahlak ve şer'î hüküm alanlarında gerçek duruma, mahir bir terzi tarafından biçilip dikilmiş uygun bir elbise sunar İnsanın yaratılışına tam gelir, ne dar, ne bol Bu elbiseyi ne kadar incelersek inceleyelim, onda beşer toplumlarından hiçbirine veya herhangi bir İslâm Dini, yaratılışı itibariyle tekamüle müstenid olan insanı, en kısa ve en sağlam bir yoldan hedefine ulaştıran bir kanunlar mecmuası, bir vaz'ı ilâhîdir ve islâmın bu âlemde son, ebedî, cihanşümul olması da bundandır(7)
Cihanşumullük, bir diğer ifadesi ile Evrensellik, bir dinin, bir siyasi doktrinin, hukukî veya iktisadî bir sistemin yada bir felsefî öğretinin, insanlığın beklentilerine çağlar üstü boyutta cevap verebilmesidir Bir dinin evrenselliği hukuk ve ahlâk ilkelerinin, topyekün dünya görüşünün, insanın fizyolojik ve psikolojik yapısına tam anlamıyla uygun olması gerekir(8)
Kur'ânı Kerimin dünyayı ilk şereflendirişinden bugüne geçen on dört asır, insanların doğru bildiği birçok şeyi yanlış, yanlış bildiği birçok şeyi de doğruya çevirmiş, düşünceleri altüst etmiş, nice devleri ve devletleri yutmuş; gelenekleri, görenekleri, elbiseleri, ahlâkları, bilgileri değiştirmiş Özellikle son yarım asırdaki başdöndürücü ilmi keşif ve gelişmeler, önceki dinlerin felsefelerin ve düşünce sistemlerinin birçok yanlışını ortaya koymuş Bu ondört asır aynı zamanda Kur'ân'ın, ilk günkü gibi dimdik ayakta durmakta olduğunu da göstermiştir Çünkü son asırda hızla gelişen modern ilim, mesela Tevrat ve İncil'in tahrifatını ortaya koyarken, Kur'ân'ın gerçeklerini pekiştirmiş, hâlâ yeni ve taze olduğunu ispat etmiştir
Bunun en güzel anlatımlarından birini, Hıristiyan iken araştırmaları neticesi Müslüman olan Maurıce Bucaille'de görüyoruz O diyor ki: Kur'ân'ın çok bariz özelliği olan bu bilimsel tarafları, başlangıçta beni derin hayrete düşürdü Zîra on üç asırdan fazla bir zaman önce kaleme alınan bir metinde, çağdaş bilimsel verilere tamamen uygun olarak, son derece çeşitli konulara ilişkin bilgilerin keşfedilebileceğine, o zaman kadar hiç inanmamıştım İşe başlarken, İslâm'a hiç inanmıyordum Her türlü peşin hükümden uzak olarak,tam bir tarafsızlıkla metinleri incelemeye giriştim Beni etkileyen bir fikir var idiyse, o da gençliğimde almış olduğum eğitim idi Bu eğitim, Müslümanlardan değil, Muhammedîlerden bahsederdi (yani Hıristiyan bir eğitim idi ve buna göre islâm Allah'ın dini değil, hâşâ Hz Muhammed'in uydurduğu bir şey idi) (9)
Kur'ân metninin çağdaş bilimin verileriyle uygunluk derecesini araştırırken, önce Kur'ân vahyinin üzerine eğildim Arapça metnini çok dikkatli bir biçimde incelemek suretiyle, Kur'ân'ın modern dönemde ilmî bakımdan tenkid edilebilecek hiç bir taraf ihtiva etmediğini kesin olarak kabule mecbur kaldım Aynı tarafsızlıkla, yine aynı incelemeyi Eski Ahit (Tevrat) ile İnciller üzerinde de yaptım Eski Ahid'i incelemede, onun birinci kısmı olan Tekvinbabından ileri geçmeye lüzum kalmadı Zira çağımız biliminin sağlam bir şekilde ortaya koyduğu bilimsel sonuçlarla bağdaştırılması mümkün olmayan hususlar bu kısımda yeterince bulunmaktaydı(10)
Bu araştırmamda Kur'ân'ı, çeşitli tabiî hadiselere dair yaptığı tavsiflere, büsbütün özel bir dikkat atfederek ele alıyordum: Kitabın bu konuları ilgilendiren açıklamaları ve ancak aslî metinde nüfuz edilebilecek tarafları beni iyiden iyiye etkiledi Zira bu bilgiler çağımızdaki telakkilere uygun olmakla birlikte, Hz Muhammed'in zamanındaki bir insanın hakkında en ufak bir fikir sahibi bile olamayacağı hususlar idi Kitabı Mukaddes'te çok büyük bilimsel hatalar bulunduğu halde, burada tek bir yanlışa bile rastlayamıyordum Bu da kendi kendime şu soruyu sormaya mecbur ediyordu: Şâyet Kur'ân'ın müellifi bir insan ise, Hıristiyan takviminin yedinci yüzyılında, bütün çağdaş bilimsel sorulara uygunluğu ortaya çıkan hususları nasıl yazmıştı?(11) Nasıl olur da başlangıçta ümmî olan şahıs, edebî kıymet bakımından, bütün Arap edebiyatının bir numaralı yazarı haline geldikten başka, o devirde hiçbir insanın bilemeyeceği bilimsel gerçekleri, hem de bu açıdan en ufak hatalı bir ifade kullanmaksızın anlatabilir?(12)
Maurice Bucaille'in araştırmaları da ortaya koymuştur ki Kur'ân aynı zamanda İslâm'ın zuhurundan kıyamete kadar bütün ilim tarihinin temel bir mucizesidir (13) Zaman ondan herhangi bir şeyi iptal etmede, yanlış olduğunu ortaya koymada aciz kalmıştır (14) Bu araştırmaları neticesinde Müslüman olan Bucaille, Kur'ân'ı takdir eden tek Batılı değildir Müslüman olmamış bir çok batılı da Kur'ân'ın gücünü ve asrımızdaki tazeliğini itiraf etmektedir batılıların kendi eserlerinden alıntılar yaparak, onların Kur'ân'a olan hayranlıklarını ortaya koyan İsmail Hami Danişmend, onlar namına şu neticelere ulaşıyor:
Dünyada bütün beşeriyete hitab eden yegâne cihanşümûl din, Kur'ânı Kerim'in tebliğ ettiği İslâm Dinidir
Kur'ân, aynı zamanda bütün ilimlerle fikir hareketlerinin ilhâm kaynağıdır
Hiç bir ırk, renk ve milliyet farkı olmamak şartıyla insanlar arasında mutlak bir eşitlik esasını yalnız Kur'ânı Kerim ilan etmiştir
İşte bundan dolayı yeryüzünde beşeriyete şamil ictimaî ve beynelmilel inkılâbın kaynağı Kur'ânı Kerim'dir
Diğer dinlerin insanlar üzerindeki hakimiyetlerini gittikçe kaybedip zayıflamalarına mukabil, İslâmiyet'in bütün kuvvet ve kudretini devam ettirmesi de işte bundandır
İnsanlık için en mühim ideal kaynağı da Kur'ânı Kerim'dir
Bütün tarih boyunca Kur'ân'ın ekmeliyet seviyesine çıkılamamıştır ve bundan sonra da çıkılamayacaktır(15) Bütün bunlar insaflı batılıların itiraflarının neticelerinden bazılarıdır
Kur'ân, artık kıyamete kadar yetecek bir kitap olduğuna göre, değişime ve zamana dayanması gerekiyordu ve âlemlerin rabbi, onu bu özellikte göndermişti İlahîliği bir bakıma bu şekilde ispatlanmış olan bir kitabın, insanların müdahalelerinden korununca, ebediyen genç, taze, yeni ve parlak kalması da kaçınılamaz bir sonuç olacaktır Hele bu kitap, son ilahî kitap olunca, kıyamete kadar savunulabilir ve en azından samimî inananlarınca mantıklı bulunabilir olması gerekir Bu da yeni kalmasına bağlıdır Aksi takdirde hiçbir yeni medeniyetin temeli olamaz Çünkü temsil ettiği dünya görüşün artık savunulamaz bir hale gelen (16) bir kitap eskimiş ve bitmiş demektir
Kur'ân'ın zaman karşısında eskimeyen yönlerinden biri de dil ve edebiyet yönünden mucize oluşudur Bu bakımdan benzerini getirmeleri için bütün insan ve cinlere karşı yaptığı meydan okuyuş hâlâ bir cevap bulamamıştır Zaten bu meydan okuyuş onların aczini tarihe kayd içindi Ve len tef alûyani Bunu yapamayacaksınız(Bakara, 24) fermanı, asırlar boyunca silinmez bir az mührü olarak kalacaktı Onun bu icazı sayesinde Kur'ân'ın sesi, kulaklarını tıkayanlara bile âhengini duyuruyor, bu fesahat ve belâgât onların ruhlarına tesir ediyor Kur'ân'ın harfleri bile öyle sıralanmış ki her harfin sesi kalbe bir musikî nağmesi gibi geliyor Bu musiki tesiridir ki katı kalpleri yumuşatıyor, ruhları incizapla coşturuyor Onun için Kur'ân'ın sâdâsını her duyan ondan ayrılamıyor Onun tatlı âhengine doyum olmuyor Arapça bilmeyen birisi bile Kur'ân'ı dinleyince onun sâdâsına bayılıyor, şuuru titriyor, kalbinin derinlikleri çalkalanıyor(17)
Kur'ân'ın diğer özellikleri bir tarafa, okunuşundaki bu ahenk ve musikî (18) bile asırlardan beri, manasını anlayananlamayan milyarlarca insanı mestetmiş ve müzik zevkleri ve gelenekleri farklı insanı, aynı tazelikte etkileyen, eskimeyen ve etkisinden birşey kaybetmeyen başka bir ahenk destesi yoktur Dört yaşında minik bir kız çocuğu, aynı mucizenin bir yansıması olarak o Kur'ân'ı baştan sona ezberleyebiliyor ve onun yanık sesiyle okuduğu Kur'ân, Müslüman olmasa da bir devlet başkanı olan Nelson Mandela'yı etkiliyebiliyor (19) Regis Blachere, Kur'ân'a Girişadlı eserinde, Kur'ân dinleyenlerin ne büyük bir heyecan içinde kaldıklarından bahsettikten sonra Bu heyecan, bu vecd hali, Kur'ân'ın diline münhasır bir hususiyetten başka ne ile izah edilebilir? Hatta Arapça bilmeyen Avrupalı bir dinleyici bile, bazı sûreler okunurken heyecana gelmektedirdiyor Yine aynı yazar Kur'ânadlı eserinde de, Vahyolunan bu Allah kelamının yüksek sesle okunması, dinleyenleri mucizevî bir tesir altında bırakırdiyor (20) Kur'ân'ın ifadesinden, ses düzeninden ve lügavî güzelliğinden kaynaklanan büyüleyici ahengi (21) sayesinde, sanki şu anda gözlerimiz önünde yeni olarak nazil oluyor, kulaklarımız onu yeni duyuyor (22) gibidir
Kur'ân'ın bu gücünden ve tazeliğinden uzun uzun bahseden islam alimlerinden biri de Bediüzzaman Said Nursî'dir O, kitaplarında Kur'ân'ın i'câz yönlerini sayarken şebabetini de bu yönlerden biri olarak sayar (23) ve buna önem verir Özellikle Sözler kitabının yirmibeşinci bölümünün, Mûcizâtı Kur'âniyye Risalesi; ana konusu Kur'ân'ın İ'câzı'dır Bu kısmın hemen başında Bediüzzaman Kur'ân'ı tarif ederek işe başlar ve bu tariflerinde Kur'ân, şu kitabı kebiri kâinatın bir tercümei ezeliyesi; ve âyâtı tekviniyyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercümanı ebedisi; ve şu âlemi gayb ve şehadet kitabının müfessiridir; ve sutûru hâdisatın altında muzmer hakâikın miftahı; ve şu âlemi insaniyetin mürebbisi; ve nevi beşerin hikmeti hakikiyesi ve insaniyeti saadete sevkeden hakiki mürşidi ve hâdisi; hem bütün insanların bütün hâcatı maneviyesine merci' olacak çok kitapları tazammun eden tek câmi' bir kitabı mukaddestir Hem saltanatı âmmei Sübhaniyye hesabına bir hutbei ezeliyedir(24) gibi ifadelere yer verir Bu ifadeler çeşitli açılardan Kur'ân'ın ebedîliğine işaret ederken, eskimez bir kitap olduğunu da gösterir
Yine o, Benî Âdem'in en dâhî ediplerini, en hârika hatiplerini, en mütebahhir ûlemasını muarazaya davet edip binüçyüz senedir (şu an itibarıyla da bindörtyüz senedir) meydan okuyor Onların damarlarına şiddetle dokunuyor Muarazaya davet ettiği halde, kibir ve gururlarından başı semâvata varan o dâhîler, ona muraza için ağız açamayıp kemali zilletle boyun eğdiler(25); Hiç kimse onu taklid edemiyor Nasıl gelmiş ise öyle o üslûblar taravetini, gençliğini, garabetini daima muhafaza etmiş ve ediyor(26) derken Kur'ân'ın benzerini getirmesi ve meydan okuyuşlarına cevap verilememesi bakımından da ilk günkü gibi taze ve güçlü olduğunu anlatıyor İ'câzın, Kur'ân üzerindeki ilahî tuğra ve sikkeolduğunu gösteriyor (27)
Büyük Üstad Kur'ânı Kerimin fesahatinden bahsederken bir başka tazelik yönünü: Evet, binler defa tekrar edilse usandırmıyor, belki lezzet veriyor Küçük, basit bir çocuğun hafızasına ağır gelmiyor Az bir sözden müteezzi olan en hastalıklı bir kulağa bile nahoş gelmiyor, hoş geliyor sekârâtta olanın damağına şerbet gibi oluyor Kulûbe kût ve gıda; ve ukûle kuvvet ve gınâ; ve ruha mâ ve ziya; ve nüfûsa deva ve şifa olduğundan usandırmıyor Hergün ekmek yeriz, usanmayız Fakat en güzel bir meyveyi her gün yesek, usandırır Demek ki Kur'ân hak ve hakikat ve sıdk ve hidâyet ve harika bir fesahat olduğu için usandırmıyor, daima gençliğini muhafaza ettiği gibi, teravetini, halvetini de muhafaza ediyor(28) diyerek anlatıyor
Üstadın da dediği gibi, Kur'ân her devirde farklı kafa yapılarına ve değişik gönüllere hitap edebilmiştir Bu esnek üslûbu yüzünden, aralarındaki farklılıklara rağmen herkes ondan haz almış ve onda huzur bulmuşlardır; her devirde insanlığa yeni şeyler verebilmiştir Bundan dolayı çağımızda özellikle son elli yılda ilim alanında, her zamankinden fazla gelişme olmasına rağmen, bu Kur'ân'a bir zarar verememiş, onun kutsiyet ve doğruluğuna halel getirememiştir (29) Çünkü Kur'ân, her zaman ve zeminde insanlığa doğruyu göstermek ve insanlığın problemlerini çözmek için gelmiştir (30) ve bu güce sahiptir Nitekim Fransız ilim adamlarından Raymond Lerouge, bir Hıristiyan olmasına rağmen, insanlığı, bugün geçirmekte olduğu buhranlardan Kur'ânı Kerim'in kurtarma gücü olduğunu ve Hz Muhammed'in zamanımızda da günün adamı olduğunu söylüyor (31)
Bediüzzaman bunu şu veciz sözleri ile ifade eder: Evet, Kur'ân, bu kâinatın Halikı zü'lcelâlinin kelamı olarak, rububiyyetinin mertebei a'zamından çıkarak fehm ve zekaca muhtelif binler tabaka muhataplara feyzini dağıtıp ve nurunu neşrederek, kabiliyetçe ayrı ayrı asırlar, karnlar üzerinde yaşamış ve bu kadar mebzuliyetle manalarını saçmış olduğu halde kemali şebabetinden, gençliğinden zerre kadar zayi etmeyerek gâyet taravette, nihâyet telafette kalarak, gâyet sühûletli bir tarzda, sehli mümtenî bir surette, her âmiye anlayışlı ders verdiği gibi, aynı derste aynı sözlerle, fehimleri muhtelif ve dereceleri mütebayin pek çok tabakalara dahi ders verip iknâ eden, işba' eden bir kitaptır(32) O, mazi ve müstakbelin, ezel ve ebedin mebahisi külliyesini cemeden(33) bir kitap olarak, onun gençliği eksilmemekte, âdetâ artmaktadır Çünkü o, mazi ve müstakbele, ezel ve ebede, bir zamanı hazır gibi bakan (34) Allah Teâlâ'nın kitabıdır
Binaenaleyh Kur'ânı Azimüşşan, yalnız bir asra değil, bütün asırlara nazil olmuştur Hem bir tabaka insanlara mahsus değil, bütün tabakatı beşere şümûlü vardır Hem bir sınıf insanlara ait değil, bütün beşerin sınıflarına racidir Binaenaleyh, herkes, her tabaka, her zaman fehmine, istidadına göre Kur'ân'ın hakâikından hisse alabilir ve hissedârdır Halbuki nevi beşer derece ihtibarıyla muhtelif ve zevk cihetiyle mütefavit ve keza meyl, istihsan, lezzet, tabiat itibarıyla birbirine uymuyor Hülâsa: Kur'ân'ı Mu'cizü'lBeyan, âyetlerini, cümlelerini öyle bir şekilde nazmetmiş ve vaz'etmiştir ki her cihetin ihtimal yolları bulunsun ki, muhtelif fehimler ve istidatlar, zevklerine göre hisselerini alabilsinler Bu nükteden anlaşılıyor ki Kur'ân'ın icâz vecihlerinden biri de şudur: Nazmı öyle bir üslûptadır ki, bütün asırlara, tabakalara intibak edebilir(35) Belâgatı gereği muktezayı hale mutabık olarak, her asırdaki farklı tabakalarda bulunan muhatablarına en uygun şekilde konuşur (36) Mururu zaman o üslûbu ihtiyarlatamaz, o daima genç ve tazedir(37)
Üstad'ın işaret ettiği gibi, medeniyeti hazıra Kur'ân karşısında sadece ilmî ve amelî bakımdan değil, edebiyat ve belâgat bakımından da aciz kalmış, onun solmayan, pörsümeyen, eskimeyen söz gücü ve güzelliği önünde eğilmek mecburiyetinde kalmıştır Kur'ân bu tazeliği ile, her asırdaki tabakatı beşerin her bir tabakasına, sanki doğrudan doğruya özel olarak müteveccihdir, hitab ediyor…(38) Bunun için hep genç ve dinç kalabilmiştir Çünkü muktezayı hal, her asırda değiştiği halde, bu kitap parlaklığını sürdürmüş, hiçbir zaman çağın dışında kalmamıştır
Üstad Bediüzzaman Said Nursî'nin güzel ve veciz ifadesi ile; (Kur'ân) her asırda yeni nazil oluyor gibi tazeliğini ve gençliğini muhafaza ediyor Evet Kur'ân bir hutbei ezeliyye olarak umum asırlardaki umum tabakatı beşeriyeye birden hitab ettiği için öyle daimî bir şebabeti bulunmak lazımdır Hem de öyle görülmüş ve görünüyor Hatta efkârca muhtelif ve istidatça mütebayin asırlardan her asra göre güyâ (sanki) o asra mahsus gibi bakar, bastırır ve ders verir Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor; değişiyor, tebdil ediliyor Fakat Kur'ân'ın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve râsihdir ki asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor(39)
Kur'ân bu tazeliği ile her çağın olduğu gibi, bu çağın da ihtiyaçlarını karşılayacak güçte görünüyor Onun böyle olması, ebedîliğinin bir göstergesidir İnsanın kendinde ve kâinatta keşfettiği her âyet, Kur'ân'ın sonsuzluğunun ve hakikatinin görünen bir delilidir Bilim, tabiat kanunları ve beşeri ilimlerde yapılan keşifler, Kur'ânî bakışın doğruluğuna daha fazla katkıda bulunmaktadır (40)
Kur'ân'ın ondört asır öncesinden gelen meydan okuyuşu karşısında bütün nev'i beşerin ve belki cinnilerin de neticei efkârları olan medeniyeti hazıra(41) İnsanlar ve cinler şu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek için toplansa, yine de bunun bir benzerini getiremeyeceklerdir(İsrâ, 88) âyetini doğrulamaktan başka bir şey yapamamışlardır Kur'ân'ın hayatı ictimaiyyei beşeriyye için ortaya koyduğu prensipler ve sahip olduğu hikmetler ile, medeniyeti hazıranın geliştirdiği prensipler felsefeler ve hikmeti beşeriyye yanyana konduğunda bile, Kur'ân'ın tazeliği, medeniyeti hazıranın her an eskiyecek aldatıcılığı gün gibi ortaya çıkmaktadır (42) Evet, Kur'ân'ın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden, ebede gidecektir; medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir; daima gençtir, kuvvetlidir(43) Eğer bir kitap düsturları ile her asra, taze ve genç olarak cevap verebiliyorsa, çağın gerisinde kalmıyorsa, her türlü gelişme ile irtibatını koruyorsa ebedî bir mucizedir
İşte bundan dolayı, Üstad'a göre, Beşerin san'at ve fen cihetindeki terakkiyatının neticesi olan havârıkı san'at ve garâibi fen olarak tayyare, elektrik, şimendifer, telgraf gibi şeyler vücuda gelmiş ve beşerin hayatı maddiyesinde en büyük mevkii almışlardır Elbette umum nevi beşere hitap eden Kur'ânı Hâkim, şunları mühmel bırakmaz Evet bırakmamıştır (rumuz ve işaretlerle ışık tutmuştur)(44) Kur'ân bu açıdan da tazeliğini korumuş, keşifler ve icatlar karşısında afallayıp kalmamış, taraftarlarını çaresiz bırakmamıştır Elhasıl Kur'ânı Hâkim, hakîmdir Her şeye kıymeti nisbetinde bir makam verir İşte Kur'ân binüçyüz (bindörtyüz) sene evvel, istikbalin zulümâtında müstetir ve gaybî olan semerât ve terakkiyâtı insaniyyeyi görüyor ve gördüğünüzden ve göreceğimizden daha güzel bir surette gösteriyor Demek Kur'ân öyle bir zatın kelamıdır ki, bütün zamanları ve içindeki bütün eşyayı bir anda görüyor(45) Demek oluyor ki, beyanatı Kur'âniyye, beşerin ilmi cüz'îsine, bahusus bir ümmînin ilmine müstenid olmayıp, bir ilmi muhîta istinad ediyor ve cemî eşyayı birden görebilen, ezelebed ortasında bütün hakâıkı bir anda müşahede eden bir zatın kelamıdır(46) Tarifler karşısında ilâhî garanti altına alınmış böyle bir kelam, elbette hep taze kalacaktır
Velhasıl Kur'ân'ın her zaman yeni kalması, her asırda yeniden nazil oluyor gibi olması, yeniliğini koruyup, eskimeyip pörsümemesi, ezelî bir hutbe olarak Kur'ân'ın bütün zamanlara ve her seviyedeki insanlara hitap etmesi Üstad Nursî'nin i'câz sınırları içindedir Evet Nursî'ye göre Kur'ân, fikir ve kabiliyet cihetiyle farklı olan asırlara bakar, her asra lüzumlu olan ihtiyacını verir Her asır kendi hissesini alır, daha sonraki asırların hissesine dokunmaz böylece Kur'ân eskimez(47) Âdetâ zaman ihtiyarladıkça, Kur'ân gençleşir (48) Dünyadaki muazzam değişimler, Kur'ân'ın kıymetli hakikatlerine, güzel üslûbuna halel getirmemiş, onu ihtiyarlatamamış ve kıymetten düşürüp güzelliklerini söndürümemiştir (49)
Yazımı gelecekteki problemlere karşı sığınağın Kur'ân olduğunu haber veren ve hep genç kalacağına işaret eden şu hadis ile bitireyim Resulullah buyurur ki: O (Kur'ân)da, sizden önce olan ve sonra olacak şeylerin haberi ve aranızdaki meselelerin hükmü var O (hak ile batılı, doğru ile yanlışı) ayıran kitaptır, asla bir oyun değildir O öyle bir kitaptır ki, (büyüklenme sebebiyle) onu terkeden zorbanın, Allah boynunu kırar; hidâyeti ondan başkasında arayan kimseyi Allah saptırır İşte o, Allah'ın sağlam ipidir; o, hikmet dolu zikirdir; o dosdoğru yoldur; o, kendisinden dolayı arzuların sapmayacağı, dillerin güçlüğe düşmeyeceği; kendisine âlimlerin doyamayacağı, çok tekrar edilmekten dolayı eskimeyen, enteresanlıkları tükenmeyen bir kitaptır O kendisini dinledikleri zaman cinlerin, Doğrusu biz, şaşırtıcı (olağanüstü güzel) bir Kur'ân diledik(Cin,1) demekten kendilerini alamadıkları bir sözdür O öyle bir kitaptır ki, kim ona uygun görüş açıklarsa, doğru söylemiş olur; kim onunla hükmederse, adaletli davranmış olur; kim onunla amel ederse, sevaba erer; kim onu çağırırsa, dosdoğru yola iletilir50 Binaenaleyh o hep taze ve genç kalacaktır
Dipnotlar:
1 Prof Dr Lütfullah Cebeci, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesidir
2 Müsned, 5299, 311 (Ayrıca bkz Buhari, tefsiri sûre 45, 1; tevhid, 35, edeb, 101; Müslim elfaz, 16; Ebu Davud, edeb, 169)
3 Sadık Kılıç, Risaletin zaman Boyutu ve Kur'ân'ı Derinliğine Okumak, Ebedi risalet, 2265, Işık yayınları, İzmir, 1993
4 Ahmed Hamdi Akseki, İslâm, s333, İrfan yayınevi, İstanbul, 1966
5 SKılıç, 2271272
6 M Sait Ramazan elBûtî, Hz Muhammed'in Risaletinin Evrenselliği, Ebedi risalet, 2314315, Işık yayınları, İzmir, 1993
7 AHAksek, s 355357
8 Mahmut Kaya, İslâmın Evrenselliği Üzerine, Ebedî risalet, 2301, Işık yayınları, İzmir, 1993; Akseki, s335
9 Maurice Bucaille, Kitabı Mukaddes, Kur'ân ve Bilim, ter Suat Yıldırım, s 179180, Töv yayınları, İzmir, 1981
10 M Bucaille, s 12
11 M Bucaille, s 181
12 M Bucaille, s 188
13 Mustafa Sadık erRafi'î, İ'cazu'lKur'ân, s 114129, Daru'l Kitabi'lArabî, Beyrut, 1973
14 Suphî esSalih, mebahis fi Ulûmi'lKur'ân, s 320 vd, Daru'l İlim, Beyrut, 1874
15 İsmail Hami Darüşmend, Garp İlminin Kur'ânı Kerim Hayranlığı, s 6668, Hareket Yayınları, İstanbul, 1973
16 Dücane Cündioğlu, Sözün Özü, s 78 Tibyan Yayınları, İstanbul, 1996
17 Osman Keskioğlu, Nüzülünden Günümüze Kur'ânı Kerim Bilgileri, s 198199, TDiyanet Vakfı yayınları, Ankara, 1987; MS erRafi'î, s 166188
18 MS erRafi'i, İ'câzu'lKur'ân, s 212220, daur'l kitabi'lArabî, Beyrut, 1973; sesSalih, 334340
19 Yeni Şafak Gazetesi, İslâm ve Toplum eki, s12, Şubat, 1998
20 İH danişmend, s 5556
21 Suat Yıldırım, Kur'ânı Kerim ve Kur'ân İlimlerine Giriş, s 130131, Ensar Neşriyat, İstanbul, 1983
22 sesSalih, s 342
23 sözler, s 404407, Envâr Neşriyat, İstanbul, 1996
24 Sözler, s366367; İşarâtü'lİ'câz, s 1011, Envâr Neşriyat, İstanbul, 1996
25 Sözler, s 368
26 Sözler, s 374; İşarâtü'lİ'câz, s 3435
27 Sözler, s 382384; Mehmet Kilerci, risalei Nur'da Kur'ân Mucizesi, s 37, İz yayınları, İstanbul 1997
28 Sözler, s 378
29 M Gazalî, Kur'ân'ı Anlamada Yöntem, s 332, Sor yayıncılık, Ankara, 1993
30 M Gazalî, s 131
31 İ H Danişmend, s 5455, Vie de Mahomet, 1939, Paris, s 21'den naklen
32 Sözler, s 390395
33 Sözler, s 396
34 Sözler, s 397
35 İşârâtü'lİ'câz, s 3940
36 İşârâtü'lİ'câz, s 47; kilerci, s 132133
37 Mektubat, s 181, Envâr Neşriyat, İstanbul, 1996
38 Sözler, s 411414
39 Sözler, s 407
40 M Gazalî, s 330
41 Sözler, s 407
42 Sözler, s 407411, Ayrıca bkn Kilerci, s 261266
43 Sözler, s 407 vd
44 Sözler, s 252253
45 Sözler, s 267
46 Sözler, s 141
47 Kilerci s 39
48 Kilerci, s 318 319
49 Kilerci, s 319
50 Tirmîzî, fezâilip Kur'ân, 14 (5172
Lütfullah Cebeci (Prof Dr)
Kuranı Kerim Her Zaman Taze ve Gençtir(1)
Kâinat zaman içinde bir değişim ve gelişim geçirerek, Hak Teâlâ'nın onun için belirlediği sona doğru akıp gitmektedir İşte bu değişim ve gelişim her doğanı büyütüp geliştirmekte, olgunlaştırmakta ve öldürmekte ve soldurmakta; her tazeyi bayatlatmakta; bugün yeteni, yarın yetmez hale getirmektedir Velhâsıl zaman her şeyi bir değirmen gibi öğütmekte ve unufak etmektedir Bu değirmen de kendiliğinden dönmüyor, onu bir döndüren var Bu yüzden Hz Peygamber (as), zamanın bu yokedici halini görüp, ona kızanları uyararak, Zamana sövmeyin, kızmayın Çünkü Allah, zamanın kendisidir(2) buyurmuş ve esas öğütücünün zaman olmadığına işaret etmiştir Öte yandan Cenabı Allah da, kulağı ve kalbi mühürlü, gözü perdeli insanların Bizi zamandan başka birşey helak etmezdiyerek, zamanı Tanrı sananların bilgisizliğine (Casiye, 2324) işaret ederek aynı gerçeği anlatmış Binaenaleyh zaman da, Allah'ın bir askeridir, vazifesi fani varlıkları öğütmektir
Zaman, din, inanç ve düşünce sistemlerini de kuşatmakta ve öğütmeye çalışmaktadır Bir düşünce sisteminin, bir inanç ve uygulamalar manzumesinin zamana hükmedip edememesi; dirilik ve tazeliğini devam ettirmesi, kısacası, onun zaman boyutu ile yakından alâkalıdır Her şeyi eskitici olan zaman içerisinde, bir düşünce, bir inanç, daha özel olarak da bir din ve onun mesajı, hâlâ taptaze ve yeni ise; bağlılarına, ebedî yeni ve taze iklim kokularını sunabiliyorsa, işte o, bütün insanlığın bir kızıl elması, dudaklarımızın özlediği bir abı hayat tasıdır(3)
Zaman tünelindeki ilk insan olan Hz Âdem, aynı zamanda ilk peygamberdi O ve eşi Havva annemizden diğer insanlar üreyip çoğalmışlardı (A'raf, 189) Bir kişi ile başlayan insanlık tarihi bir aile, bir boy, bir soy, derken bir millet ve bir çok millet haline dönüşüp, bugün milyarlara ulaştı İşte bu yüzden Hz Âdem ile başlayan peygamberlik ve âlim ve hâkim Allah'ın takdiri çerçevesinde bir değişim ve gelişim geçirmiş ilâhî hikmet ve yüce maksatlara müvafık olarak, bir tedricilik süreci içinde, en mükemmele doğru terakkî etmiş; nihai ve umumi, evrensel olan risalet gelinceye değin, olgunlaşa olgunlaşa devam etmiştir (4) Meşîeti ilâhiyye, en mükemmele ulaşıncaya kadar, insanları muvakkaten eğiten resulleri gönderdiği içindir ki, ebedî bir şeriat sahibi olmayan peygamberlerin kitapları, sahifeleri ve toplumlara örneklik görevi görmesi beklenen tutum ve davranışları, zaman karşısında yenik düşmüş; bu nedenle de ya tamamiyle unutulmuş, ya da katıksız ilâhîlik vasfının kaybolması anlamına gelen tahrifkazasına duçar olmuştur Bu açıdan bakıldığında Bugün, sizin için dininizi kemâle erdirdim ve size nimetimi tamamladım(Maide, 3) âyeti kerimesi, tedrîciliğin sona erdiğine, suların durulup sislerin dağıldığına, ilâhî risaletin zirvesine ve en olgun noktasına ulaştığına işaret etmektedir(5) Bu iş son peygamber ve son kitaba kadar böyle devam etmiştir Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur(Ahzab, 40) âyeti artık peygamberler zincirinin son halkasına ulaştığımızı haber vermiştir (6)
Gayesi fıtrattaki hayır, fazilet ve hak duygusunu inkişaf ile insanı saadete ulaştırmak olan İslam dini böylece Hazreti Muhammed'de kemalini bulmuş ve Kur'ânı Kerim'in de her türlü ziyade ve noksandan, tahrif ve tebdilden mahfuz kalacağı Cenabı Hak tarafından kat'i bir ifade ile, (Kur'ân'ı) Biz, evet Biz indirdik ve muhakkak ki Biz onu her halde muhafaza edeceğiz(Hicr, 9) diye beyan buyurulmuştur Bu ifade ile O, Kur'ân'ı, herhangi bir surette bozulmaktan koruyacağını vaad etmektedir Çünkü fıtratın artık kıyamet kopana dek ona bozulmamış olarak hep ihtiyacı olacaktır
Bir dinin fıtrata dayanması demek, talimlerinin fıtrat ve tabiata muvafık bir şekilde olması, insanın fıtrî ve tabiî ihtiyaçları ile dinin hükümleri arasında bir uygunluk bulunması demektir Binaenaley Kur'ân, akîde, ahlak ve şer'î hüküm alanlarında gerçek duruma, mahir bir terzi tarafından biçilip dikilmiş uygun bir elbise sunar İnsanın yaratılışına tam gelir, ne dar, ne bol Bu elbiseyi ne kadar incelersek inceleyelim, onda beşer toplumlarından hiçbirine veya herhangi bir İslâm Dini, yaratılışı itibariyle tekamüle müstenid olan insanı, en kısa ve en sağlam bir yoldan hedefine ulaştıran bir kanunlar mecmuası, bir vaz'ı ilâhîdir ve islâmın bu âlemde son, ebedî, cihanşümul olması da bundandır(7)
Cihanşumullük, bir diğer ifadesi ile Evrensellik, bir dinin, bir siyasi doktrinin, hukukî veya iktisadî bir sistemin yada bir felsefî öğretinin, insanlığın beklentilerine çağlar üstü boyutta cevap verebilmesidir Bir dinin evrenselliği hukuk ve ahlâk ilkelerinin, topyekün dünya görüşünün, insanın fizyolojik ve psikolojik yapısına tam anlamıyla uygun olması gerekir(8)
Kur'ânı Kerimin dünyayı ilk şereflendirişinden bugüne geçen on dört asır, insanların doğru bildiği birçok şeyi yanlış, yanlış bildiği birçok şeyi de doğruya çevirmiş, düşünceleri altüst etmiş, nice devleri ve devletleri yutmuş; gelenekleri, görenekleri, elbiseleri, ahlâkları, bilgileri değiştirmiş Özellikle son yarım asırdaki başdöndürücü ilmi keşif ve gelişmeler, önceki dinlerin felsefelerin ve düşünce sistemlerinin birçok yanlışını ortaya koymuş Bu ondört asır aynı zamanda Kur'ân'ın, ilk günkü gibi dimdik ayakta durmakta olduğunu da göstermiştir Çünkü son asırda hızla gelişen modern ilim, mesela Tevrat ve İncil'in tahrifatını ortaya koyarken, Kur'ân'ın gerçeklerini pekiştirmiş, hâlâ yeni ve taze olduğunu ispat etmiştir
Bunun en güzel anlatımlarından birini, Hıristiyan iken araştırmaları neticesi Müslüman olan Maurıce Bucaille'de görüyoruz O diyor ki: Kur'ân'ın çok bariz özelliği olan bu bilimsel tarafları, başlangıçta beni derin hayrete düşürdü Zîra on üç asırdan fazla bir zaman önce kaleme alınan bir metinde, çağdaş bilimsel verilere tamamen uygun olarak, son derece çeşitli konulara ilişkin bilgilerin keşfedilebileceğine, o zaman kadar hiç inanmamıştım İşe başlarken, İslâm'a hiç inanmıyordum Her türlü peşin hükümden uzak olarak,tam bir tarafsızlıkla metinleri incelemeye giriştim Beni etkileyen bir fikir var idiyse, o da gençliğimde almış olduğum eğitim idi Bu eğitim, Müslümanlardan değil, Muhammedîlerden bahsederdi (yani Hıristiyan bir eğitim idi ve buna göre islâm Allah'ın dini değil, hâşâ Hz Muhammed'in uydurduğu bir şey idi) (9)
Kur'ân metninin çağdaş bilimin verileriyle uygunluk derecesini araştırırken, önce Kur'ân vahyinin üzerine eğildim Arapça metnini çok dikkatli bir biçimde incelemek suretiyle, Kur'ân'ın modern dönemde ilmî bakımdan tenkid edilebilecek hiç bir taraf ihtiva etmediğini kesin olarak kabule mecbur kaldım Aynı tarafsızlıkla, yine aynı incelemeyi Eski Ahit (Tevrat) ile İnciller üzerinde de yaptım Eski Ahid'i incelemede, onun birinci kısmı olan Tekvinbabından ileri geçmeye lüzum kalmadı Zira çağımız biliminin sağlam bir şekilde ortaya koyduğu bilimsel sonuçlarla bağdaştırılması mümkün olmayan hususlar bu kısımda yeterince bulunmaktaydı(10)
Bu araştırmamda Kur'ân'ı, çeşitli tabiî hadiselere dair yaptığı tavsiflere, büsbütün özel bir dikkat atfederek ele alıyordum: Kitabın bu konuları ilgilendiren açıklamaları ve ancak aslî metinde nüfuz edilebilecek tarafları beni iyiden iyiye etkiledi Zira bu bilgiler çağımızdaki telakkilere uygun olmakla birlikte, Hz Muhammed'in zamanındaki bir insanın hakkında en ufak bir fikir sahibi bile olamayacağı hususlar idi Kitabı Mukaddes'te çok büyük bilimsel hatalar bulunduğu halde, burada tek bir yanlışa bile rastlayamıyordum Bu da kendi kendime şu soruyu sormaya mecbur ediyordu: Şâyet Kur'ân'ın müellifi bir insan ise, Hıristiyan takviminin yedinci yüzyılında, bütün çağdaş bilimsel sorulara uygunluğu ortaya çıkan hususları nasıl yazmıştı?(11) Nasıl olur da başlangıçta ümmî olan şahıs, edebî kıymet bakımından, bütün Arap edebiyatının bir numaralı yazarı haline geldikten başka, o devirde hiçbir insanın bilemeyeceği bilimsel gerçekleri, hem de bu açıdan en ufak hatalı bir ifade kullanmaksızın anlatabilir?(12)
Maurice Bucaille'in araştırmaları da ortaya koymuştur ki Kur'ân aynı zamanda İslâm'ın zuhurundan kıyamete kadar bütün ilim tarihinin temel bir mucizesidir (13) Zaman ondan herhangi bir şeyi iptal etmede, yanlış olduğunu ortaya koymada aciz kalmıştır (14) Bu araştırmaları neticesinde Müslüman olan Bucaille, Kur'ân'ı takdir eden tek Batılı değildir Müslüman olmamış bir çok batılı da Kur'ân'ın gücünü ve asrımızdaki tazeliğini itiraf etmektedir batılıların kendi eserlerinden alıntılar yaparak, onların Kur'ân'a olan hayranlıklarını ortaya koyan İsmail Hami Danişmend, onlar namına şu neticelere ulaşıyor:
Dünyada bütün beşeriyete hitab eden yegâne cihanşümûl din, Kur'ânı Kerim'in tebliğ ettiği İslâm Dinidir
Kur'ân, aynı zamanda bütün ilimlerle fikir hareketlerinin ilhâm kaynağıdır
Hiç bir ırk, renk ve milliyet farkı olmamak şartıyla insanlar arasında mutlak bir eşitlik esasını yalnız Kur'ânı Kerim ilan etmiştir
İşte bundan dolayı yeryüzünde beşeriyete şamil ictimaî ve beynelmilel inkılâbın kaynağı Kur'ânı Kerim'dir
Diğer dinlerin insanlar üzerindeki hakimiyetlerini gittikçe kaybedip zayıflamalarına mukabil, İslâmiyet'in bütün kuvvet ve kudretini devam ettirmesi de işte bundandır
İnsanlık için en mühim ideal kaynağı da Kur'ânı Kerim'dir
Bütün tarih boyunca Kur'ân'ın ekmeliyet seviyesine çıkılamamıştır ve bundan sonra da çıkılamayacaktır(15) Bütün bunlar insaflı batılıların itiraflarının neticelerinden bazılarıdır
Kur'ân, artık kıyamete kadar yetecek bir kitap olduğuna göre, değişime ve zamana dayanması gerekiyordu ve âlemlerin rabbi, onu bu özellikte göndermişti İlahîliği bir bakıma bu şekilde ispatlanmış olan bir kitabın, insanların müdahalelerinden korununca, ebediyen genç, taze, yeni ve parlak kalması da kaçınılamaz bir sonuç olacaktır Hele bu kitap, son ilahî kitap olunca, kıyamete kadar savunulabilir ve en azından samimî inananlarınca mantıklı bulunabilir olması gerekir Bu da yeni kalmasına bağlıdır Aksi takdirde hiçbir yeni medeniyetin temeli olamaz Çünkü temsil ettiği dünya görüşün artık savunulamaz bir hale gelen (16) bir kitap eskimiş ve bitmiş demektir
Kur'ân'ın zaman karşısında eskimeyen yönlerinden biri de dil ve edebiyet yönünden mucize oluşudur Bu bakımdan benzerini getirmeleri için bütün insan ve cinlere karşı yaptığı meydan okuyuş hâlâ bir cevap bulamamıştır Zaten bu meydan okuyuş onların aczini tarihe kayd içindi Ve len tef alûyani Bunu yapamayacaksınız(Bakara, 24) fermanı, asırlar boyunca silinmez bir az mührü olarak kalacaktı Onun bu icazı sayesinde Kur'ân'ın sesi, kulaklarını tıkayanlara bile âhengini duyuruyor, bu fesahat ve belâgât onların ruhlarına tesir ediyor Kur'ân'ın harfleri bile öyle sıralanmış ki her harfin sesi kalbe bir musikî nağmesi gibi geliyor Bu musiki tesiridir ki katı kalpleri yumuşatıyor, ruhları incizapla coşturuyor Onun için Kur'ân'ın sâdâsını her duyan ondan ayrılamıyor Onun tatlı âhengine doyum olmuyor Arapça bilmeyen birisi bile Kur'ân'ı dinleyince onun sâdâsına bayılıyor, şuuru titriyor, kalbinin derinlikleri çalkalanıyor(17)
Kur'ân'ın diğer özellikleri bir tarafa, okunuşundaki bu ahenk ve musikî (18) bile asırlardan beri, manasını anlayananlamayan milyarlarca insanı mestetmiş ve müzik zevkleri ve gelenekleri farklı insanı, aynı tazelikte etkileyen, eskimeyen ve etkisinden birşey kaybetmeyen başka bir ahenk destesi yoktur Dört yaşında minik bir kız çocuğu, aynı mucizenin bir yansıması olarak o Kur'ân'ı baştan sona ezberleyebiliyor ve onun yanık sesiyle okuduğu Kur'ân, Müslüman olmasa da bir devlet başkanı olan Nelson Mandela'yı etkiliyebiliyor (19) Regis Blachere, Kur'ân'a Girişadlı eserinde, Kur'ân dinleyenlerin ne büyük bir heyecan içinde kaldıklarından bahsettikten sonra Bu heyecan, bu vecd hali, Kur'ân'ın diline münhasır bir hususiyetten başka ne ile izah edilebilir? Hatta Arapça bilmeyen Avrupalı bir dinleyici bile, bazı sûreler okunurken heyecana gelmektedirdiyor Yine aynı yazar Kur'ânadlı eserinde de, Vahyolunan bu Allah kelamının yüksek sesle okunması, dinleyenleri mucizevî bir tesir altında bırakırdiyor (20) Kur'ân'ın ifadesinden, ses düzeninden ve lügavî güzelliğinden kaynaklanan büyüleyici ahengi (21) sayesinde, sanki şu anda gözlerimiz önünde yeni olarak nazil oluyor, kulaklarımız onu yeni duyuyor (22) gibidir
Kur'ân'ın bu gücünden ve tazeliğinden uzun uzun bahseden islam alimlerinden biri de Bediüzzaman Said Nursî'dir O, kitaplarında Kur'ân'ın i'câz yönlerini sayarken şebabetini de bu yönlerden biri olarak sayar (23) ve buna önem verir Özellikle Sözler kitabının yirmibeşinci bölümünün, Mûcizâtı Kur'âniyye Risalesi; ana konusu Kur'ân'ın İ'câzı'dır Bu kısmın hemen başında Bediüzzaman Kur'ân'ı tarif ederek işe başlar ve bu tariflerinde Kur'ân, şu kitabı kebiri kâinatın bir tercümei ezeliyesi; ve âyâtı tekviniyyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercümanı ebedisi; ve şu âlemi gayb ve şehadet kitabının müfessiridir; ve sutûru hâdisatın altında muzmer hakâikın miftahı; ve şu âlemi insaniyetin mürebbisi; ve nevi beşerin hikmeti hakikiyesi ve insaniyeti saadete sevkeden hakiki mürşidi ve hâdisi; hem bütün insanların bütün hâcatı maneviyesine merci' olacak çok kitapları tazammun eden tek câmi' bir kitabı mukaddestir Hem saltanatı âmmei Sübhaniyye hesabına bir hutbei ezeliyedir(24) gibi ifadelere yer verir Bu ifadeler çeşitli açılardan Kur'ân'ın ebedîliğine işaret ederken, eskimez bir kitap olduğunu da gösterir
Yine o, Benî Âdem'in en dâhî ediplerini, en hârika hatiplerini, en mütebahhir ûlemasını muarazaya davet edip binüçyüz senedir (şu an itibarıyla da bindörtyüz senedir) meydan okuyor Onların damarlarına şiddetle dokunuyor Muarazaya davet ettiği halde, kibir ve gururlarından başı semâvata varan o dâhîler, ona muraza için ağız açamayıp kemali zilletle boyun eğdiler(25); Hiç kimse onu taklid edemiyor Nasıl gelmiş ise öyle o üslûblar taravetini, gençliğini, garabetini daima muhafaza etmiş ve ediyor(26) derken Kur'ân'ın benzerini getirmesi ve meydan okuyuşlarına cevap verilememesi bakımından da ilk günkü gibi taze ve güçlü olduğunu anlatıyor İ'câzın, Kur'ân üzerindeki ilahî tuğra ve sikkeolduğunu gösteriyor (27)
Büyük Üstad Kur'ânı Kerimin fesahatinden bahsederken bir başka tazelik yönünü: Evet, binler defa tekrar edilse usandırmıyor, belki lezzet veriyor Küçük, basit bir çocuğun hafızasına ağır gelmiyor Az bir sözden müteezzi olan en hastalıklı bir kulağa bile nahoş gelmiyor, hoş geliyor sekârâtta olanın damağına şerbet gibi oluyor Kulûbe kût ve gıda; ve ukûle kuvvet ve gınâ; ve ruha mâ ve ziya; ve nüfûsa deva ve şifa olduğundan usandırmıyor Hergün ekmek yeriz, usanmayız Fakat en güzel bir meyveyi her gün yesek, usandırır Demek ki Kur'ân hak ve hakikat ve sıdk ve hidâyet ve harika bir fesahat olduğu için usandırmıyor, daima gençliğini muhafaza ettiği gibi, teravetini, halvetini de muhafaza ediyor(28) diyerek anlatıyor
Üstadın da dediği gibi, Kur'ân her devirde farklı kafa yapılarına ve değişik gönüllere hitap edebilmiştir Bu esnek üslûbu yüzünden, aralarındaki farklılıklara rağmen herkes ondan haz almış ve onda huzur bulmuşlardır; her devirde insanlığa yeni şeyler verebilmiştir Bundan dolayı çağımızda özellikle son elli yılda ilim alanında, her zamankinden fazla gelişme olmasına rağmen, bu Kur'ân'a bir zarar verememiş, onun kutsiyet ve doğruluğuna halel getirememiştir (29) Çünkü Kur'ân, her zaman ve zeminde insanlığa doğruyu göstermek ve insanlığın problemlerini çözmek için gelmiştir (30) ve bu güce sahiptir Nitekim Fransız ilim adamlarından Raymond Lerouge, bir Hıristiyan olmasına rağmen, insanlığı, bugün geçirmekte olduğu buhranlardan Kur'ânı Kerim'in kurtarma gücü olduğunu ve Hz Muhammed'in zamanımızda da günün adamı olduğunu söylüyor (31)
Bediüzzaman bunu şu veciz sözleri ile ifade eder: Evet, Kur'ân, bu kâinatın Halikı zü'lcelâlinin kelamı olarak, rububiyyetinin mertebei a'zamından çıkarak fehm ve zekaca muhtelif binler tabaka muhataplara feyzini dağıtıp ve nurunu neşrederek, kabiliyetçe ayrı ayrı asırlar, karnlar üzerinde yaşamış ve bu kadar mebzuliyetle manalarını saçmış olduğu halde kemali şebabetinden, gençliğinden zerre kadar zayi etmeyerek gâyet taravette, nihâyet telafette kalarak, gâyet sühûletli bir tarzda, sehli mümtenî bir surette, her âmiye anlayışlı ders verdiği gibi, aynı derste aynı sözlerle, fehimleri muhtelif ve dereceleri mütebayin pek çok tabakalara dahi ders verip iknâ eden, işba' eden bir kitaptır(32) O, mazi ve müstakbelin, ezel ve ebedin mebahisi külliyesini cemeden(33) bir kitap olarak, onun gençliği eksilmemekte, âdetâ artmaktadır Çünkü o, mazi ve müstakbele, ezel ve ebede, bir zamanı hazır gibi bakan (34) Allah Teâlâ'nın kitabıdır
Binaenaleyh Kur'ânı Azimüşşan, yalnız bir asra değil, bütün asırlara nazil olmuştur Hem bir tabaka insanlara mahsus değil, bütün tabakatı beşere şümûlü vardır Hem bir sınıf insanlara ait değil, bütün beşerin sınıflarına racidir Binaenaleyh, herkes, her tabaka, her zaman fehmine, istidadına göre Kur'ân'ın hakâikından hisse alabilir ve hissedârdır Halbuki nevi beşer derece ihtibarıyla muhtelif ve zevk cihetiyle mütefavit ve keza meyl, istihsan, lezzet, tabiat itibarıyla birbirine uymuyor Hülâsa: Kur'ân'ı Mu'cizü'lBeyan, âyetlerini, cümlelerini öyle bir şekilde nazmetmiş ve vaz'etmiştir ki her cihetin ihtimal yolları bulunsun ki, muhtelif fehimler ve istidatlar, zevklerine göre hisselerini alabilsinler Bu nükteden anlaşılıyor ki Kur'ân'ın icâz vecihlerinden biri de şudur: Nazmı öyle bir üslûptadır ki, bütün asırlara, tabakalara intibak edebilir(35) Belâgatı gereği muktezayı hale mutabık olarak, her asırdaki farklı tabakalarda bulunan muhatablarına en uygun şekilde konuşur (36) Mururu zaman o üslûbu ihtiyarlatamaz, o daima genç ve tazedir(37)
Üstad'ın işaret ettiği gibi, medeniyeti hazıra Kur'ân karşısında sadece ilmî ve amelî bakımdan değil, edebiyat ve belâgat bakımından da aciz kalmış, onun solmayan, pörsümeyen, eskimeyen söz gücü ve güzelliği önünde eğilmek mecburiyetinde kalmıştır Kur'ân bu tazeliği ile, her asırdaki tabakatı beşerin her bir tabakasına, sanki doğrudan doğruya özel olarak müteveccihdir, hitab ediyor…(38) Bunun için hep genç ve dinç kalabilmiştir Çünkü muktezayı hal, her asırda değiştiği halde, bu kitap parlaklığını sürdürmüş, hiçbir zaman çağın dışında kalmamıştır
Üstad Bediüzzaman Said Nursî'nin güzel ve veciz ifadesi ile; (Kur'ân) her asırda yeni nazil oluyor gibi tazeliğini ve gençliğini muhafaza ediyor Evet Kur'ân bir hutbei ezeliyye olarak umum asırlardaki umum tabakatı beşeriyeye birden hitab ettiği için öyle daimî bir şebabeti bulunmak lazımdır Hem de öyle görülmüş ve görünüyor Hatta efkârca muhtelif ve istidatça mütebayin asırlardan her asra göre güyâ (sanki) o asra mahsus gibi bakar, bastırır ve ders verir Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor; değişiyor, tebdil ediliyor Fakat Kur'ân'ın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve râsihdir ki asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor(39)
Kur'ân bu tazeliği ile her çağın olduğu gibi, bu çağın da ihtiyaçlarını karşılayacak güçte görünüyor Onun böyle olması, ebedîliğinin bir göstergesidir İnsanın kendinde ve kâinatta keşfettiği her âyet, Kur'ân'ın sonsuzluğunun ve hakikatinin görünen bir delilidir Bilim, tabiat kanunları ve beşeri ilimlerde yapılan keşifler, Kur'ânî bakışın doğruluğuna daha fazla katkıda bulunmaktadır (40)
Kur'ân'ın ondört asır öncesinden gelen meydan okuyuşu karşısında bütün nev'i beşerin ve belki cinnilerin de neticei efkârları olan medeniyeti hazıra(41) İnsanlar ve cinler şu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek için toplansa, yine de bunun bir benzerini getiremeyeceklerdir(İsrâ, 88) âyetini doğrulamaktan başka bir şey yapamamışlardır Kur'ân'ın hayatı ictimaiyyei beşeriyye için ortaya koyduğu prensipler ve sahip olduğu hikmetler ile, medeniyeti hazıranın geliştirdiği prensipler felsefeler ve hikmeti beşeriyye yanyana konduğunda bile, Kur'ân'ın tazeliği, medeniyeti hazıranın her an eskiyecek aldatıcılığı gün gibi ortaya çıkmaktadır (42) Evet, Kur'ân'ın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden, ebede gidecektir; medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir; daima gençtir, kuvvetlidir(43) Eğer bir kitap düsturları ile her asra, taze ve genç olarak cevap verebiliyorsa, çağın gerisinde kalmıyorsa, her türlü gelişme ile irtibatını koruyorsa ebedî bir mucizedir
İşte bundan dolayı, Üstad'a göre, Beşerin san'at ve fen cihetindeki terakkiyatının neticesi olan havârıkı san'at ve garâibi fen olarak tayyare, elektrik, şimendifer, telgraf gibi şeyler vücuda gelmiş ve beşerin hayatı maddiyesinde en büyük mevkii almışlardır Elbette umum nevi beşere hitap eden Kur'ânı Hâkim, şunları mühmel bırakmaz Evet bırakmamıştır (rumuz ve işaretlerle ışık tutmuştur)(44) Kur'ân bu açıdan da tazeliğini korumuş, keşifler ve icatlar karşısında afallayıp kalmamış, taraftarlarını çaresiz bırakmamıştır Elhasıl Kur'ânı Hâkim, hakîmdir Her şeye kıymeti nisbetinde bir makam verir İşte Kur'ân binüçyüz (bindörtyüz) sene evvel, istikbalin zulümâtında müstetir ve gaybî olan semerât ve terakkiyâtı insaniyyeyi görüyor ve gördüğünüzden ve göreceğimizden daha güzel bir surette gösteriyor Demek Kur'ân öyle bir zatın kelamıdır ki, bütün zamanları ve içindeki bütün eşyayı bir anda görüyor(45) Demek oluyor ki, beyanatı Kur'âniyye, beşerin ilmi cüz'îsine, bahusus bir ümmînin ilmine müstenid olmayıp, bir ilmi muhîta istinad ediyor ve cemî eşyayı birden görebilen, ezelebed ortasında bütün hakâıkı bir anda müşahede eden bir zatın kelamıdır(46) Tarifler karşısında ilâhî garanti altına alınmış böyle bir kelam, elbette hep taze kalacaktır
Velhasıl Kur'ân'ın her zaman yeni kalması, her asırda yeniden nazil oluyor gibi olması, yeniliğini koruyup, eskimeyip pörsümemesi, ezelî bir hutbe olarak Kur'ân'ın bütün zamanlara ve her seviyedeki insanlara hitap etmesi Üstad Nursî'nin i'câz sınırları içindedir Evet Nursî'ye göre Kur'ân, fikir ve kabiliyet cihetiyle farklı olan asırlara bakar, her asra lüzumlu olan ihtiyacını verir Her asır kendi hissesini alır, daha sonraki asırların hissesine dokunmaz böylece Kur'ân eskimez(47) Âdetâ zaman ihtiyarladıkça, Kur'ân gençleşir (48) Dünyadaki muazzam değişimler, Kur'ân'ın kıymetli hakikatlerine, güzel üslûbuna halel getirmemiş, onu ihtiyarlatamamış ve kıymetten düşürüp güzelliklerini söndürümemiştir (49)
Yazımı gelecekteki problemlere karşı sığınağın Kur'ân olduğunu haber veren ve hep genç kalacağına işaret eden şu hadis ile bitireyim Resulullah buyurur ki: O (Kur'ân)da, sizden önce olan ve sonra olacak şeylerin haberi ve aranızdaki meselelerin hükmü var O (hak ile batılı, doğru ile yanlışı) ayıran kitaptır, asla bir oyun değildir O öyle bir kitaptır ki, (büyüklenme sebebiyle) onu terkeden zorbanın, Allah boynunu kırar; hidâyeti ondan başkasında arayan kimseyi Allah saptırır İşte o, Allah'ın sağlam ipidir; o, hikmet dolu zikirdir; o dosdoğru yoldur; o, kendisinden dolayı arzuların sapmayacağı, dillerin güçlüğe düşmeyeceği; kendisine âlimlerin doyamayacağı, çok tekrar edilmekten dolayı eskimeyen, enteresanlıkları tükenmeyen bir kitaptır O kendisini dinledikleri zaman cinlerin, Doğrusu biz, şaşırtıcı (olağanüstü güzel) bir Kur'ân diledik(Cin,1) demekten kendilerini alamadıkları bir sözdür O öyle bir kitaptır ki, kim ona uygun görüş açıklarsa, doğru söylemiş olur; kim onunla hükmederse, adaletli davranmış olur; kim onunla amel ederse, sevaba erer; kim onu çağırırsa, dosdoğru yola iletilir50 Binaenaleyh o hep taze ve genç kalacaktır
Dipnotlar:
1 Prof Dr Lütfullah Cebeci, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesidir
2 Müsned, 5299, 311 (Ayrıca bkz Buhari, tefsiri sûre 45, 1; tevhid, 35, edeb, 101; Müslim elfaz, 16; Ebu Davud, edeb, 169)
3 Sadık Kılıç, Risaletin zaman Boyutu ve Kur'ân'ı Derinliğine Okumak, Ebedi risalet, 2265, Işık yayınları, İzmir, 1993
4 Ahmed Hamdi Akseki, İslâm, s333, İrfan yayınevi, İstanbul, 1966
5 SKılıç, 2271272
6 M Sait Ramazan elBûtî, Hz Muhammed'in Risaletinin Evrenselliği, Ebedi risalet, 2314315, Işık yayınları, İzmir, 1993
7 AHAksek, s 355357
8 Mahmut Kaya, İslâmın Evrenselliği Üzerine, Ebedî risalet, 2301, Işık yayınları, İzmir, 1993; Akseki, s335
9 Maurice Bucaille, Kitabı Mukaddes, Kur'ân ve Bilim, ter Suat Yıldırım, s 179180, Töv yayınları, İzmir, 1981
10 M Bucaille, s 12
11 M Bucaille, s 181
12 M Bucaille, s 188
13 Mustafa Sadık erRafi'î, İ'cazu'lKur'ân, s 114129, Daru'l Kitabi'lArabî, Beyrut, 1973
14 Suphî esSalih, mebahis fi Ulûmi'lKur'ân, s 320 vd, Daru'l İlim, Beyrut, 1874
15 İsmail Hami Darüşmend, Garp İlminin Kur'ânı Kerim Hayranlığı, s 6668, Hareket Yayınları, İstanbul, 1973
16 Dücane Cündioğlu, Sözün Özü, s 78 Tibyan Yayınları, İstanbul, 1996
17 Osman Keskioğlu, Nüzülünden Günümüze Kur'ânı Kerim Bilgileri, s 198199, TDiyanet Vakfı yayınları, Ankara, 1987; MS erRafi'î, s 166188
18 MS erRafi'i, İ'câzu'lKur'ân, s 212220, daur'l kitabi'lArabî, Beyrut, 1973; sesSalih, 334340
19 Yeni Şafak Gazetesi, İslâm ve Toplum eki, s12, Şubat, 1998
20 İH danişmend, s 5556
21 Suat Yıldırım, Kur'ânı Kerim ve Kur'ân İlimlerine Giriş, s 130131, Ensar Neşriyat, İstanbul, 1983
22 sesSalih, s 342
23 sözler, s 404407, Envâr Neşriyat, İstanbul, 1996
24 Sözler, s366367; İşarâtü'lİ'câz, s 1011, Envâr Neşriyat, İstanbul, 1996
25 Sözler, s 368
26 Sözler, s 374; İşarâtü'lİ'câz, s 3435
27 Sözler, s 382384; Mehmet Kilerci, risalei Nur'da Kur'ân Mucizesi, s 37, İz yayınları, İstanbul 1997
28 Sözler, s 378
29 M Gazalî, Kur'ân'ı Anlamada Yöntem, s 332, Sor yayıncılık, Ankara, 1993
30 M Gazalî, s 131
31 İ H Danişmend, s 5455, Vie de Mahomet, 1939, Paris, s 21'den naklen
32 Sözler, s 390395
33 Sözler, s 396
34 Sözler, s 397
35 İşârâtü'lİ'câz, s 3940
36 İşârâtü'lİ'câz, s 47; kilerci, s 132133
37 Mektubat, s 181, Envâr Neşriyat, İstanbul, 1996
38 Sözler, s 411414
39 Sözler, s 407
40 M Gazalî, s 330
41 Sözler, s 407
42 Sözler, s 407411, Ayrıca bkn Kilerci, s 261266
43 Sözler, s 407 vd
44 Sözler, s 252253
45 Sözler, s 267
46 Sözler, s 141
47 Kilerci s 39
48 Kilerci, s 318 319
49 Kilerci, s 319
50 Tirmîzî, fezâilip Kur'ân, 14 (5172
Lütfullah Cebeci (Prof Dr)