iltasyazilim
FD Üye
Dini, Hurâfeler Yığını Haline Getirmek, Yozlaştırmak; Tahrif Çabasıdır
Din ve Kitap üzerinde o kadar oynanıyor ki, hakkı hâkim kılmak ve sadece Allah’a kulluk için gönderilen din, özellikle laik ülkelerde, artık statükoyu ayakta tutma ve zorluklar esnasında zâlim yönetimlere koltuk değneği olma görevi görüyor Her canı isteyen, istediği şekilde Allah'ın âyetlerini amacı dışına çıkarıyor, istismar edebiliyor Yani Allah'ın vahyi, hevâ ve isteklere göre yorumlanıp şekillendiriliyor
İşte din, böyle garip bırakalınca, düşmanlar tarafından bid'at, hurâfe, israiliyat ve şirk unsurlarından niceleri Hak Dine katılmaya başlandı Ve yıllar sonra da bunlar İslâm'dan sayıldı ve câhil halka dinin esası gibi sunulmaya çalışıldı Bunların Kur'an ve sahih sünnete göre yeniden sağlamasını yapıp bâtıl ve hurâfeleri ayıklamak, ilim sahibi mü'minleri beklemektedir Bu çok zor görünse de mutlaka yapılmalıdır Bizim Ehli Kitap'tan farklı bir yönümüz vardır ki o da Allah kelâmı olan Kur'an'ın dokunulmazlığı, Allah tarafından korunmasıdır (Bkz 15Hıcr, 9) İşte bu konum itibarıyla biz yeniden Kitabımız'a sahip çıkabiliriz Yeter ki bu bilinci kazanalım, yeter ki bu konuda yeterince formasyona sahip olalım
Mûsâ ümmetinin Tevrat'a yaptığının benzerini Muhmmed ümmeti de Kur'an'a yaptı Onu taşıması ve iki ayaklı Kur'an olması gerekenler Allah'tan değil de, yöneticilerden korktukları için görevlerini ihmal ettiler Toplum içerisinde hükmedilmek için indirilen âyetler, para karşılığı ölülere okunmaya, muskalar yazılmaya, anma günlerinde müsekkinolarak kullanılmaya başlandı Ümmeti Muhammed, ümmeti Mûsâ gibi yahudileşme temâyülüne kapılsa da, Kur'an'ın metni, Tevrat gibi tahrif edilemedi Çünkü bu iki kitap arasında bir fark vardı Allah Tevrat'ın korunmasını İsrâiloğulları âlimlerine tevdî etmişken, Kur'an'ın korunmasını bu ümmetin âlimlerine bırakmayıp bizzat kendisi üstlenmişti: Elbette Biz, Biz indirdik Zikr'i (Kur'an'ı) ve elbette onu koruyacak olan da Biziz(15Hicr, 9)
Kur'an, Tevrat'ın tahrifini ifade ederken, tahrifin hangi şekillerde yapıldığını farklı kavram ve terimlerle ifade eder:
a Tahrif yoluyla: (2Bakara, 75; 4Nisâ, 46; 5Mâide, 13, 41)
b Tebdil yoluyla: (7A'râf, 162)
c Gizleme yoluyla: (2Bakara, 159, 174; 3Âli İmran, 71)
d Unutma yoluyla: (5Mâide, 13)
e Uydurma yoluyla: Uydurdukları yalanları, ya da tefsirleri bir müddet sonra Kitab'ın metnine ilâve ediyorlar, sonraki kuşaklar onu da Kitab'ın metninden zannediyorlardı Her tahrif, tahliti (karıştırma) beraberinde getiriyordu Kur'an buna dikkat çeker: Ey ehli kitab, niçin hakka bâtılı karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?(3Ali İmran, 71)
Aynı tip tahrifi müslümanlar da kendi şeriatlarında yaptılar Hadis uydurmacılığı bunun en tipik örneğiydi Allah'ın koyduğu haramlarla yetinmeyip uydurma hadislerle yeni haramlar ihdas ettiler Allah tarafından korunmuş kitaplarının tahrif olduğu sonucunu doğuracak yalan rivayetleri en güvenilir kitaplarına (tefsirlerine, hadis kitaplarına) aldılar Selman Rüşti ve Turan Dursun gibi kendi inancına düşman edilmiş zavallıların elinde İslâm'a karşı kullanacakları birer koza dönüşecek Garaniktürü rivayetlerle doldurdular kitaplarını
Nâsihmensûh ile ilgili tuhaf ve Kur'an'dan şüphe uyandıracak rivayetlerle, tefsir ve te'vil adı altında nice tahrifat içinde Kur'an'a yaklaşımlar söz konusudur
Müslüman İsrâiloğullarının yahudileşme alâmetleri, ümmeti Muhammed içerisinde de tezahür etmiştir Bunların başında din âlimlerinin Kitab'ı birtakım gerekçelerle keyfî yoruma tâbi tutmaları gelmektedir Bu eğilimin günümüzdeki temsilcileri, Allah'ın hükmüyle hükmetmemek, faiz, zina, içki, piyango, heykel ve tesettür gibi konularda tam bir yahudileşme temayülü sergilemektedirler Özellikle Bel'am kılıklı âlim müsveddeleri âyetleri işine geldiği gibi yorumlayarak tahrif etmeye çalışmaktadırlar
Yoksa, siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?(2Bakara, 85) Ümmeti Muhammed, özellikle nesh konusunda İsrâiloğullarının düştüğü yanlışa düştü Kur'an'ın iki kapağı arasında yazılı olup da hükmü geçersiz olan hiçbir âyet yoktur Şeriatların maksatlarından biri olan tedrîciliksünnetini göz önüne almayan bir kısım ulemâ, bazı âyetler arasında çelişki olduğunu zannedip bir kısmını bir kısmıyla mensuh addetmişlerdir Lâkin, Hz Peygamber'den Kur'an'da metni bulunan hiçbir âyet için bu âyet mensuhturbiçiminde sahih bir rivayet gelmemiştir Ayrıca, mensuh olduğu üzerinde tüm ümmet âlimlerinin ittifak ettikleri bir tek âyet yoktur
Sünnetin tahrifi ve İsrâiliyât (hem yahudi ve hıristiyan kaynaklarından ve hem de modern hurâfelerçağdaş İsrâiliyat) tahrif ve tahripleri insanımızın zihinlerini ve gönüllerini allak bullak etmeye yetmiştir Çağdaş tahrif akımlarından Bahâilik, Kadıyanilik, Hurufîlik, Ebcedcilik, Cifircilik, Ondokuzculuk, İskenderi Ekber taraftarları, devlet âlimi (kapıkulu ulemâsı) olan Bel'amlar, modernist muharrifler (reformcular) ve daha niceleri sayılabilir (23)
Tahrifin ve hurâfeciliğin ikinci bir sebebi de, siyasal sebeplerdir Bu da, yine bâtıl zihniyetlerin yönetim anlayışlarını aynen almak ve Allah’ın hükmü yerine, bâtıl yönetimin her çeşit kurallarına mutlak bir şekilde uymak şeklinde olmaktadır Bâtıl yönetime ve zâlim tâğutlara itaat için hak din en önemli engel olduğu için din, uydurma te’villerle tahrif edilmeye çalışılacak veya hak gizlenecektir Hakkın râzı olduğu din, halkın ve tâğutların râzı olacağı şekilde çarpıtılacaktır ki, bu da dine bid’at ve hurâfelerin, hatta açıkça şirk unsurlarının katılmasıyla veya bazı hakikatlerin örtbas edilip yok sayılmasıyla gerçekleşecektir İşte dine bu müdâhele, atma ve katma, tahrif kavramıyla ilgilidir ve hak dine en büyük ihânettir
Benden sonra birtakım emîrler (idareciler) olacaktır Kim onların yalanlarını tasdik eder, yaptıkları zulümde kendilerine yardımcı olursa benden değildir Ben de onlardan değilim O kimse benim 'havz'ımın etrafına yaklaşamayacaktır Kim onların yalanlarını tasdik etmez, zulümlerinde onlara yardım etmezse bendendir Ben de onunla beraberim Ve o kimse havzımın kenarında bana ulaşacaktır(Süneni Tirmizî, 121, hadis no: 2360; Tâc Terc III106, hadis no: 168)
Benden sonra, yakında birtakım sultanlar peydah olur Kapılarında fitneler develerin yatakları gibidir Kimseye bir hayır göstermezler (ellerinden kimse hayır görmez) Bir şey verirlerse, ancak onların dinlerinden bir tâviz kopararak verirler(Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî, Râmûzu'lEhâdîs, I302; Taberânî, Kebir; Hâkim, Müstedrek)
Sünnetin Tahrif Çabaları
Sünnet, Kur’an’ın hayata dönüşmüş şeklidir Sünnetin kavramsal alanı, kitabî ve teorik olanla değil; hayatî ve pratik olanla ilgilidir Zaten “sünnet sözlükte alışılmış yol, takip edilen örnek, taklit edilen davranış şekli gibi anlamlara gelmektedir Onun içindir ki Kur’an, kendisini değil; Rasûlullah’ı örnek gösterir (33Ahzâb, 21)
İsrâiloğullarının kendi Kitapları üzerinde yaptıkları tahrifatın aynısını bu ümmet de hadiste yapmıştır Önceki ümmetlerin vahyin aydınlık yolundan nasıl saptığını çok iyi bilen Rasûlullah, onların kötü sünnetlerini takip etmemesi için bu ümmeti tekrar tekrar uyarmıştır Özellikle müslüman İsrâiloğullarının nasıl yahûdileştiklerini bu ümmete ibretâmiz bir örnek olarak gösteren Allah Rasûlü, bu ümmetin de “onların yolunu karış karış, adım adım izleyeceğini (Buhâri, İ’tisam, 14; Müslim, İlim 6) bir mûcize olarak daha o günden beyan etmiştir Rasûlullah’ın, bu ümmetin yahûdileşmesi konusunda gösterdiği hassâsiyet, Kur’an’dan kaynaklanmaktadır Kur’an’ın bu konudaki en büyük uyarısı “Kitabın arkaya atılması konusundadır Çünkü müslüman İsrâiloğullarını yahûdileştiren en büyük sebep, Kitaplarını arkaya atarak onun hükümlerini terketmeleridir: “Kitap verilenlerden bir grup, Allah’ın kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi arkalarına attılar (2Bakara, 101) “Allah, kendilerine kitap verilenlerden ‘onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz’ diye söz almıştı Fakat onlar verdikleri sözü arkalarına attılar ve ona karşılık bir miktar ücret aldılar (3Âli İmrân, 187)
Vahyin arkaya atılıp “metrûk bir tarihî hâtıra haline getirilmesi yalnız Allah'a karşı değil; Peygamber’e karşı da bir hakarettir Ümmetinin bu yâhudileşme alâmetini Rasûlullah’ın kıyâmette Allah Teâlâ’ya nasıl şikâyet edeceği Kur’an’da şöyle ifade edilir: “Peygamber der ki: ‘Ya Rabbi, halkım, bu Kur’an’ı terkedilmiş bir halde bıraktılar! (25Furkan, 30)
Rasûlullah’ın kesin emirle “Benden bir şey yazmayın Benden Kur’an dışında bir şey yazan hemen onu imha etsin! (Müslim, Zühd 72; hadis no: 3004; Dârimî, Mukaddime 42; Ahmed bin Hanbel, 312, 21, 39) buyurması, sahâbenin kendi sözlerini yazmak için izin istediklerinde bu isteği defaatle reddedip buna izin vermemesi (Dârimî, Mukaddime 42, Tirmizî, İlim 11) hep bu ümmetin Kitab’ı tahrif ederek yahûdileşeceği korkusu yüzündendir
Sünnetin temiz ırmağını bulandırmak için, onun bir bölümünü oluşturan hadisleri tahrif etmek, en uygun yoldu İsrâiloğulları, tahrife daha çok ekonomik çıkarlar yüzünden girişmişlerdi Müslümanlar ise tahrif işine siyasal çıkarlar yüzünden bulaştılar İlk uydurulan rivâyetler, hizip savaşlarında kullanılmak için uyduruldu Örneğin “Kaderiyye, bu ümmetin mecûsileridir sözü bunlardan biriydi Rasûlullah’ın vefatından onlarca yıl sonra ortaya çıkan bir mezhep hakkında, Onun ağzından yalan uydurmaktan çekinmemişlerdi Kaderiyye’nin muhâlifleri Tabii Kaderiyye de karşı taraf için uyduruyordu Mürcie hakkında uydurulan şu mevzû hadis onlardan biri: “Nebi buyurdu ki: ‘Mürcie’ye yetmiş peygamberin dili lânet okusun! (Bağdâdî, elFark, s 190)
Uydurmacılık, sadece kelâmî mezhepler arasında kalmıyor, fıkhî mezhepleri de kapsıyordu Müfrit bir Hanefî mezhebi müntesibinin uydurduğu şu söz bunlardan biri: “Allah Rasûlü buyurdu: ‘Ümmetimden bir adam çıkar; Ona Muhammed bin İdris (İmam Şâfii) denir O adam, ümmetime İblisten daha zararlıdır Yine ümmetimden bir adam çıkar; ona Ebû Hanife (İmam Âzam) denilir O ümmetimin kandilidir (Zehebî, elMîzan3129; Cezerî, Câmiu’l Usûl 1137)
Uydurmacılığın en tehlikeli yanlarından biri, Allah’ın koyduğu haram ve helâl sınırlarını değiştirmekti İsrâiloğullarına mubah olan birçok şeyi hahamların haram kıldığını Kur’an’dan öğreniyoruz: “Tevrat indirilmeden önce, İsrâil (Yakup Peygamber)’in kendisine haram kıldığı şeyler dışında İsrâiloğullarına bütün yiyecekler helâldi De ki: Getirip okuyun Tevrat’ı, eğer doğruysanız! (3Âli İmrân, 93) (Gerçekten de İsrâiloğullarının kendilerine yasak kıldıkları inek etinin Tevrat’ta helâl kılındığını görüyoruz: Levliler, 222030)
Allah’ın koymadığı yasakları koymak, sünnetullaha aykırı olduğu gibi, fıtrata da aykırıydı Çünkü, eğer vahiy bir konuda yasak koymamışsa elbette bunun bir hikmeti vardı Bu hikmet dün çıkmamışsa bugün, bugün değilse yarın kendini gösterebilirdi Çünkü din evrenseldi ve getirdiği kurallar da bütün insanlığın ihtiyacını karşılayacak çapta olmalıydı
Arap ırkına has hayat tarzını, giyim stilini, damak zevkini, estetik anlayışını din pâyesi altında tüm dünyaya dayatmaya kalkmak, öncelikle dinin “değişken ve “sâbitelerini birbirine karıştırmak demekti Bu, dinde lâubâlileşme sonucunu doğururdu Çünkü insanlar, hayatî sorunlarını çözmede hiç gereği yokken yerliyersiz din ile karşı karşıya getirildiğinde, din, kalabalıkların dini olmaktan çıkıp bir seçkinler sınıfının dini olmaya başlıyor; kalabalıklar ise artık dinin değişmez değerlerine karşı lâubâlileşiyordu Bu, tam İsrâiloğullarının Hz Mûsâ’dan sonra dinlerine karşı lâubâli oluş serüveninin aynısıydı
Dün, tiyatro konusunda konulan sınırı belirlenmemiş yasakların ardından, bugün “İslâmî tiyatronun farziyyeti derecesine, dün “erkek çocuklarını dahi okula göndermeme ifrâtının ardından bugün delikanlı kızların okuması hatırına “başlarını açıversinler canım tefritine, dün vesikalık resmin dahi zarûrete binâen ancak tecvîzinden, bugün Altın Portakala aday “hidâyet filmlerine, dün telli çalgıların haramlığından bugün telli çalgıların, yanında dut yemiş bülbüle döndüğü orglar ve orkestralar eşliğinde verilen “İslâmî konserlere, dün dinlenmesi “haram olan radyodan bugün kurulması “farz olan televizyon istasyonuna kadar bir yığın örnek, yukarıda vardığımız yargıyı sadece doğrulamakla kalmıyor, içine düşülen çıkmazı da bir kara mizah halinde gözlerimizin önüne seriyor (24)
İsrâiliyyât
Tahrif ve hadis uydurmacılığı bahsinde önemli bir konu da İsrâiliyyât’tır İsrâiliyyât, önceleri İsrâiloğulları kaynaklı tüm rivâyetlere verilen bir isimken, daha sonra İslâm kültürüne (daha doğrusu bazı müslümanların kültürüne) girmiş tüm yabancı kaynaklı bilgilerin ortak ismi haline gelmiştir İsrâiliyyât kaynaklarının başında Tevrât ve onun şerhleri gelir
Uydurma olduğu kesin olan İsrâiliyyâta karşı Rasûlullah’ın tavrına şu rivâyet delildir: Rasûlullah’a elinde İsrâiloğullarına ait kitaplardan –ki bu kitap, bazı hadis şârihlerinin zannettiği gibi Tevrat değildi, baştan sona uydurma rivâyetler içeren yahûdi sözlü geleneğinin kaynağı olan Mişna adlı bir kitaptı biriyle gelen Hz Ömer’i Rasûlullah azarlamıştı (Ahmed bin Hanbel, 3378)
Kur’an’ın ve sünnetin yaklaşımı esas alınarak İsrâiliyyât, üç kısımda değerlendirilir: 1 Doğruluğu tasdik edilen İsrâiliyyât, 2 Yalan olunduğundan emin olunan İsrâiliyyât, 3 Doğru ya da yalan olduğu bilinemeyen İsrâiliyyât Kur’an, Tevrat’ın mihenk taşıdır Kur’an’ın kabul ettikleri doğru, reddettikleri yalan, sükût ettikleri ise meçhuldür Meçhul rivâyetler karşısında tavrımızın ne olması gerektiğini Rasûlullah açıklamıştır: “Kitap ehlini ne yalanlayın, ne de tasdik edin Deyin ki: ‘Allah'a ve Allah’ın bize ve size indirdiği âyetlere iman ettik (Buhârî, İ’tisâm 25, Tevhid 51)
Rasûlullah, müslümanlara yaptığı bu tavsiyeyi (her konuda olduğu gibi) önce kendi tutmuş, kitap ehlinin Tevrat’tan İbrânice okuyup da Arapçaya çevirerek anlattıkları kimi hikâyeleri sadece dinlemekle yetinmiştir Esasen bu hikâyeler, asırlardır o bölgede oturmakta olan yahûdiler tarafından sürekli anlatıla anlatıla artık bölge halkının ortak kültürü haline dönüşmüştü Bunlar içerisinde Tevrat’ta yer alan bir cümlenin atasözü haline gelmişi olan “kadın, kürekeğe kemiğinden yaratılmıştır sözü örnek olarak anılabilir
Deccâl, mehdî, kıyâmet alâmetleri gibi birçok konuda yığınlarca rivâyet nakledilir Birçoğunun aslı araştırıldığında bunların İsrâiliyyâttan olduğu ortaya çıkmaktadır Ancak kimi râvîler mârifetiyle bu rivâyetler Rasûlullah’ın ağzından çıkmış gibi nakledilmektedir (Bu gibi rivâyetlerin asıl kaynağı olan Kâ’bu’lAhbar, Vehb bin Münebbih gibi kimselerden bazı sahâbiler dahi rivâyet etmişlerdir Bir sahâbinin kendisinden sonraki nesle mensup birinden rivâyetine usûlde “tedlis denir)
İşte buna benzer “senedi sahih, metni illetli bir rivâyetin aslını araştıran bir muhakkikin tesbiti: “Zübeyr bin Avvam, hadis rivâyet eden bir adam duydu Adam hadisi bitirene dek bekleyen Zübeyr ona şöyle dedi: ‘Sen bunu Rasûlullah’tan mı duydun?’ Adam ‘evet’ dedi Zübeyr şöyle dedi: ‘İşte bu ve benzerleri beni Nebî’den hadis rivâyet etmekten soğutanlardır Ömrüme yemin olsun ki, ben bunu Rasûl’den duydum ve bu söylediğinde Rasûlün yanındaydım Fakat Rasûl bu hadise başladığında biz ona kitap ehlinden bir adamın sözünü aktardık Ve sen, ‘evet, duydum’ diyen kişi, sen hadisin başı bittikten sonra geldin ve kitap ehlinden bir adamın anlattıklarını Rasûlullah’ın hadisinden zannettin (İbnu’l Cevzî, Def’u Şübheti’t Teşbih, s 38)
İşte bu rivâyet, bazı sahâbilerin dahi yahûdilere ait birtakım rivâyetleri sözün başına yetişemedikleri için Rasûlullah’ın söylediğini zannederek rivâyet ettiklerinin en ilginç delili Bu gibi örnekler, mûteber hadis kaynaklarındaki senedi sahih, lâkin metninde İsrâilî rivâyetler olan hadislere nasıl bakmamız gerektiğini göstermektedir İşte şu hadis de onlardan biri: “Ölüm meleği Mûsâ’ya gönderildi Mûsâ ona bir yumruk vurdu ve gözünü çıkardı Melek Rabbine geri dönüp dedi ki: ‘Beni ölmek istemeyen birine gönderdin’ Allah, gözünü geri iâde etti ve buyurdu ki: ‘Dön, eğer yaşamak istiyorsa elini öküzün sırtına koymasını söyle, avucunun aldığı her kıla karşılık bir yıl yaşar Mûsâ sordu: ‘Ya Rab, ya sonra?’ Allah cevapladı: ‘Ölüm!’ Mûsâ dedi: ‘O zaman şimdi gelsin (Buhâri, Cenâiz 69)
Sözkonusu hadislerden biri de şudur: “Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil cennet nehirlerindendir (Müslim, Cennet 26) Bu hadis rivâyeti, Tevrat’taki cümlelere çok benzemektedir (Her bakımdan yanlış bilgilerle dolu olan Tevrat’taki konuyla ilgili cümleler için bkz Tekvin, 21014) Kur’an’a aykırı olan İsrâiliyyât, tefsirlerde de çokça yer alır İsrâiliyyât, Kur’an ve sünnet ölçüsüne vurularak süzgeçten geçmeden ulu orta kaynak olarak kullanılırsa, geçmişte olduğu gibi bir yığın hurâfe ve yalanın müslümanların kaynaklarına karışması sonucunu doğuracağı gibi, dinin tahrifini de beraberinde getirir
Çağdaş İsrâiliyyât
Bugün, İslâmî kültürü tehdit eden, eski İsrâiliyyât değil; adı İsrâiliyyât olmayan ve çoğu kimsenin dikkatini çekmeyen çağdaş İsrâiliyyâttır İsrâiliyyât, bizce “tahrif kültürünü sembolize eden bir isimdir İslâm kültürünü tahrife yönelen her kültür, “isrâiliyyât kapsamına girer Bu yüzden orta çağda İslâm kültürünü istilâ eden Yunan felsefesi de döneminin isrâiliyyâtıydı Her yabancı kültür gibi girdiği kültüre hem katkıda bulundu, hem yozlaştırdı Yüzyıllardır boşu boşuna tartışılan ve “imanın kelâmlaşması demeye gelen Allah’ın sıfatları meselesi, dünyanın “kadîmhâdisliği meselesi, “haşir meselesi, “cüz’ü lâ yetecezzâ meselesi hep bu kültürün İslâm kültürüne etkisiyle ortaya çıkan incir çekirdeğini doldurmayan meselelerdi
Bugünün en tehlikeli isrâiliyyâtı çağdaş ideolojiler ve sistemlerdir Marksizm, sosyalizm, şövenizm, kapitalizm ve Kemalizm birer isrâiliyyât olduğu gibi, pozitivizm, materyalizm, sekülarizm ve laisizm gibi felsefî ve siyasî akımlar da bugünün İslâm kültürünü ve hatta varlığını ciddi bir biçimde tehdit eden isrâiliyyâttır Türkİslâmcılık, İslâmî sol, İslâm sosyalizmi şimdilerde moda olan laik İslâm da “hakkın bâtılla karıştırılarak bir tür “düşünce şirki elde edilen yahûdileşme ve gâvurlaşma temâyüllerindendir Bu gibi düşünce şirklerine fetva tedarik etmekle görevlendirilen resmî din adamları taifesiyle Kur'an’ın “hakka bâtılı karıştırıp bile bile hakkı gizledikleri için kınadığı yahûdileşmiş din adamları arasında garip bir ilişki var
Laisizm, son moda isrâiliyyât olarak günümüz Türkiye müslümanları için çok ciddi bir tehlike olarak hissettirmektedir kendisini Müslümanca düşünme ve yaşama felsefesini kökten tehdit eden laisizm sadece kültürümüzü değil; imanımızı da tehdit etmekte Kadimeski isrâiliyyât, kelimeleri yerlerinden ederek düşünceyi tahrif ve hayatı tahrip ediyordu Çağdaş isrâiliyyât olan laisizm ise eşyayı menşeinden, gayesinden ve illetinden ederek düşünceyi tahrif ve imanı tahrip etmektedir Bu çağdaş ilhad modası, hayatla imanın arasını ayırarak eşyanın tabiatına aykırı bir konum almakta, bu modaya kapılanlar ise dini “vicdanîleştirerek hıristiyanlaşmaktadırlar Laisizm, Kur’an’ın diliyle “sapıtanların yolu, yani bir “hıristiyanlaşmadır
Ancak, şu bir gerçektir ki, isrâiliyyâtın ister eski, ister çağdaş olsun tüm çeşitlerinde yahûdilerin parmağı hep olagelmiştir İslâmî kaynaklara girmiş kadim isrâilî rivâyetlerin başında deccal ve mehdi haberleri gelirdi Çağımız yahûdileri, tekellerinde tuttukları basınyayın ve iletişim araçları vasıtasıyla süper güç adı altında insanların zihninde “heyûlâ haline getirilen yeni “deccal ve “mehdiler imal etmektedir İnsanlığın bilnçaltına yerleştirilen bu güçler, kimi için “korku, kimi için “umut haline getirilmektedir
Bugün iletişim organları sayesinde çağdaş teknoloji muazzam bir hurâfe haline getirmektedir İnsanlar makinelerde, onlarda olmayan birtakım güçler vehmeder olmuşlardır Çağdaş isrâiliyyât, “yazılı âyetler dışındaki üç âyeti de tahrife yönelmiştir
İnsanın tahrifi: Allah’ın âyetlerinden bir âyet olan insan, hem fiziğiyle hem metafiziğiyle tahrip edilmekte, kitlesel imha silâhlarıyla bedeni tehdit altındayken, kitle iletişim araçlarıyla da duygu ve düşüncesi tahrip ile karşı karşıya kalmaktadır
Olayların tahrifi: Yine, Allah’ın âyetlerinden bir âyet olan “âyâtı hâdisât da yahûdi kartellerin elinde tuttuğu uluslararası medya tarafından tahrif edilerek insanların haber alma emniyeti katledilmektedir Olaylar, olduğu gibi değil; haberi aktaranların istediği gibi, tahrife uğrayarak insanlara sunulmaktadır
Tabiatın tahrifi: Allah’ın âyetlerinden dördüncüsü olan “âyâtı kâinât, yani tabiat, teknoloji adlı canavarın tahrifine uğramakta, ekolojik ve biyolojik denge tahrip olmaktadır Allah’ın kevnî âyeti olan tabiatın tahribine yol açan bu “teknolojik tahrifi de, insanlığın istikbalini tehdit eden bir tahrif çeşidi olarak görmek yerinde olacaktır
Türkiye gibi pozitivist eğitimin tutmadığı, bunun sonucunda da genç kitlelerde büyük bir inanç boşluğu meydana gelen taklitçi ülkelerde şimdilerin en moda isrâiliyyâtı, yıldız falcılığı, astroloji ve burç falcılığı, medyumluk gibi sapkınlıklardır Bir asra yakın zamandır dinî olan her şeyi yok etmek için insafsızca savaşan resmî ideoloji, dinin yerine koyacak bir şey bulamayınca, ortalığı bu sahte dinler, nazar boncuğu, uğur totemleri vs gibi sosyete putları kapladı Bu sahte dinlerin peygamberleri de medyum, astrolog, nümerolog, müneccim adı altında ortaya çıkan kimselerdi
Bazı Hurâfeci Tahrif Akımları
Tahrif konusu işlenirken, örnek olarak gösterilen tahrifçi akımlar, hep hicrî ilk üç yüz yıllık bir dilimden gösterilir Oysa ki, İslâm ümmeti içerisinde daha sonra ortaya çıkan tahrifçi mezhepler, dinde yaptıkları tahribat açısından öncekilerden hiç de aşağı değildirler Bunların en önemlileri Bahâîlik, Kadıyânîlik, Hurûfilik, Ebced ve Cifircilik, On dokuzculuk, İskendercilik gibi bâtıl mezhep ve akımlardır
İran ve HindistanPakistan gibi ülkelerde yaygın olduğunu gördüğümüz Bahâîlik ve Kadıyânîliğin Türkiye toprakları üzerinde pek etkisi olmadığını belirtelim
Hurâfeci Tahrif Akımlarından Hurûfîlik, Ebcedcilik, Cifircilik:
İnsanlık tarihinde tevhid akîdesini bulandıran bir yığın hurâfe çeşidi olagelmiştir Bunlar bazen ağaç, ırmak, inek, yıldız, güneş, ateş, yer, gök gibi müşahhassomut varlıklar olabildiği gibi, bazen de peri, gulyabânî, dev, hortlak vs gibi mücerretsoyut tasavvurlar da olabilmektedir İnsanın, olmayan bir şeyi vehmetmesiyle, eşyada olmayan bir gücü onda varmış gibi hissetmesi arasında temelde bir fark yoktur Bunların tümü birer “tahriftir, imanın tahrifi
Somut birer varlık olan eşyada güç vehmetmekten daha beter bir hurâfe olan soyut birer sembol olan harf ve rakamlarda birtakım sırlar ve manalar vehmetmek, insanoğlunun en eski hurâfelerinden biridir Bu hurâfeler, kendisine inanan insanlarda gösterdiği etki sayesinde yaygınlaşmakta, bâtıl da olsa, insanın duyuları üzerindeki baskısı sonucunda gerçekleşen birtakım fizikî tezâhürler, “evhamlı insanların hurâfelere inanmasına delil olmaktadır
Din, her şeye gücü yeten bir varlığa (Allah); sihir ise, tabiattaki somut ya da soyut bir güce yönelmektir Dinin bir cemaati, sihrin ise sadece müşterisi vardır Dinde günah ve haram anlayışı varken, sihirde yoktur Dinde açıklık ve anlaşılırlık, sihirde ise kapalılık ve gizem esastır Dinde erdem, itaat ve bağlanma; sihirde ise menfaat vardır Sihir, ilâhî otorite ve ahlâkî kuralların dışındadır İddiası, tanrı(lar)ı zorlayarak bir şey yaptırmaktır Sihirbaz, menfaati için her kutsalı kullanmakta bir beis görmez
Hurûfîlik, tarihin en eski hurâfe yöntemlerinden biridir Harfler ve rakamlarla insanların duyguları üzerinde baskı kurma, onları, tabiat üstü varlıkları harekete geçiren birer parola olarak kullanma işinin bir parçası olan rakam değerli harf sistemini (ebced, cifir), yahûdileşen İsrâiloğulları sistematik bir biçimde kullanmışlardır
Sihirbazlık ve yıldız falcılığı Tevrat’ta yasaklanmasına rağmen (bkz Levililer, 1926, 31; 2027; Çıkış, 2218; İşaya, 47 814) yahûdiler bu işi yapagelmişlerdir Hatta Kabala adı verilen ve ebced hesabına çok benzeyen bir rakamsal sihir sistemi yahûdilere atfedilir Kur’ânı Kerim, Hz Süleyman’ın “peygamber değil de; büyücü olduğunu iddia eden yahûdileri reddederek sihrin ilk defa nasıl ortaya çıktığını Bakara sûresi, 102 âyette bildirir
Yahûdiler, eski alışkanlıkları gereği hep gizemli şeylerin ardına düşüyorlar, tabiatta insanla uyum içerisinde yaşayan şeffaf güçleri, hasımlarının aleyhine kullanmanın yollarını arıyorlardı Ayrıca “Ebû Câd hesabı diye bilinip Türkçeye “ebced hesabı olarak geçen rakam değerli harf sistemiyle, gelecekte vuku bulacak birtakım olayları bileceklerini iddia ediyorlardı
İslâm âlimleri, ebced sistemine hurâfe olarak bakarlar İbn Hacer bu sistemle varılan sonuçların bâtıl olduğunu, ona itimat etmenin câiz olmadığını söyler İbn Abbas (ra)’ın da ebced hesabından insanları sakındırdığı ve onu sihrin bir çeşidi sayarak “bu hesabın şeriatta yeri yoktur dediği aktarılır (Süyûti, elİtkan, 326)
Cifr, ebced, cümmel vs gibi adlar verilen rakam değerli harf sistemiyle olayların zamanını, yerini, durumunu, sırrını keşfetmek için yapılan bu hurâfecilik işlemine “hurûfîlik adını verebiliriz Tarihte bu adla ünlenmiş bir ekol de bulunmaktadır İran’lı Fazlullah Hurûfî (ö 1394) adlı bir şeyhin kurduğu bu tarikatta, görülmeyen güçleri harekete geçirmek ve tabiat üstü kuvvetleri kullanmak için birtakım harf, rakam ve şekillere özel anlamlar yüklenir
On Dokuzculuk; Hem Çağdaş, Hem Hurâfe:
Hurûfîliğin çağdaş bir tezâhürü de 19’culuk akımıdır Amerika’da yaşamış Türk asıllı bir Mısır vatandaşı olan biyokimya doktoru Reşat Halife’nin bilgisayar analizlerine dayanarak icad ettiği “on dokuz mûcizesi, piyasaya ilk sürüldüğünde hayli taraftar buldu kendisine Reşat Halife iddiasını, “on dokuz sayısının Kur’an’ın kodu olduğu tezi üzerine kurmuştu Tarihte çıkan her fırka gibi o da delillerini Kur’an’dan getirmeye çalışıyordu Ama, on dokuz sayısının mûcizeliğinin ispatı yapılırken, Kur’an’da bu rakamla uyuşmayan bazı sayımlar elde edilince, Kur’an’ın bazı âyetleri (meselâ Tevbe sûresinin son iki âyeti) inkâr edilmeye, bu âyetlerin –hâşâ Kur’an’a sonradan ilâve edildiği gibi çok âdice bir iftiraya varılıyordu Hurâfenin mantığı, her yer ve her çağda aynı Uydurulan hurâfeye uymadı diye, hurâfeden vazgeçilmek yerine âyetten vazgeçiliyordu Buna “Kur’an’a iman etmek değil; “19’a iman etmek derler Halbuki sadece bu iki âyetteki kelimeler değil; nice örnekte görüldüğü şekilde bazı kelimeler yanlış sayılıyor, veya uydurma te’villerle zorlanarak sayı tutmuş gösteriliyordu
En sonunda bu iddiaları ortaya atan Reşat Halife, ağzından baklayı çıkardı O, beklenen “peygamberliğini ilân ediyordu “Reşat Halife Allahn Rasûlü imzasını attığı “Allah’ın Dünyaya Bildirisi başlıklı bir metin ile peygamberliğini dünyaya duyurur ve herkesi kendisine inanmaya dâvet eder Bu sapık mütenebbî ve bağlıları, bununla da yetinmeyip bazı âyetleri tahrif etmekten geri durmazlar Kur’an’ın Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini ısrarla söylediği kıyametin kopma tarihini, yahûdilerin yaptığı gibi, hurûfı mukattaa’nın cifr hesabındaki toplam rakamsal karşılığı olarak ilân ederler
19’cular, çok ilginç bir şeyi daha yaparlar Tıpkı, Kadıyânîler’in İngilizlerin Hindistan’daki varlığını; Bahâîlerin, yine İngiliz ve Rusların İran’daki sömürüsünü meşrûlaştırdığı gibi, bunlar da Türkiye’de ateizmin taşeronluğunu yapan Kemalizm’in varlığını meşrûlaştırmaya çalışırlar Bu sapık dine göre, Kur’ânı Kerim’e hâşâ Muhammedin yâveleri diyecek kadar Kur’an’a düşman olan Mustafa Kemal, Kur’an’ın kodu olan kutsal 19 rakamıyla geleceği haber verilen “mûcizevî bir müceddiddir “Şeytanî bir hilâfete son veren Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını kuşatmış bulunan 19 sistemi Fussılet, 53 âyetinde belirtilen işaretlerden biridir diyerek (Edip Yüksel, Müslüman Din Adamlarına 19 Soru, Ozan Y s 70) yer yer sahtekârlık derecesine varan bir çarpıklıkla Atatürkün hayatındaki 19 rakamıyla ilişkiyi ortaya atarlar (25)
Değil hadisleri, tüm sünneti “şeytanî öğreti adı altında acımasızca süpürüp, ezanda Peygamber Efendimiz’in adının anılmasını “putperestlik olarak niteleyebilecek kadar modernist ve “Kur’an’cı, bilgisayara dayalı bir öğreti geliştirecek kadar yenilikçi ve devrimci geçinen 19’cular da pekâlâ tarihin en mistik hurâfe ve hezeyanlarından hiç de aşağı kalmayan bir hurâfenin ve tahrif akımının mimarı olabilmektedirler Bu durum, bir kez daha göstermiştir ki, hurâfecilik ve tahrif, hiçbir zümreye has değildir; bu bir yahûdileşme mantığıdır Bu mantığa saplanan insan, kimi zaman sünnet, kimi zaman gelenek, kimi zaman da çağdaşlık adına âyetleri tahrif, dini tahrip edebilmektedir
İskender elEkber Tâifesi:
Kendisini önce mehdî, sonra peygamber ilân edip “Risâlet Nurları isimli bir de hâşâ Allah tarafından kitap indirildiğini iddia eden mistik Mihr’cilerin tahrifi de rasyonalist 19’cuların tahrifiyle özde aynıdır İşte Kur’an’dan sonra dünyaya indirilen “Risâlet Nurlarından âyetler(!): “Onlara aralarındaki anlaşmazlıkları halletmelerini söyle Hepsi ile ayrı ayrı toplantı tertip et Sonra Demirel, Erbakan, Türkeş ve Feyzioğlu kullarımızla toplan (Anlaşmazlık sûresi, s 1) “Bugün öğleden sonra Sanayi Bakanlığına git Soner’in sağ tarafında sana yardımcı kıldıklarımızdan birini göreceksin Ona bu satırları göster sana biat edecek (Mehdi suresi, s 13) “Beni defalarca gördün Vaktiyle dayı beyin düştüğü hataya düşme Beni defalarca gördün Cibril’i, Muhammed kulumuzu, kendini de gördün (Allah Teâlâ, suresi, s 1516) “Gördün ki sen uçtuğun zaman kimse senin uçtuğunun farkına varmıyor (s 26) “Ey İskende elEkber hazretleri kulumuz Evet, sen hakiki bir hazretsin Bozoklu Han bir veli idi ve senin ceddindir, seyyiddir Sen de seyyidsin, 12 imamsın, son imamsın (Tayyı Mekân suresi, s 44) “Evet, şeytan senin voltajına dayanamaz Dalga uzunluğu konusunu sana tekrar yazdıracağız (s 62)
Bunlar gibi, baştan sona abuksabuk cümleler ve hezeyanlarla dolu olan bu kitapçık, bir gerçeği açık seçik ortaya koymuştur: İnsanlar eğer sâdık peygamberlerine tâbi olmazlarsa, onları arkalarına takacak sahte peygamberler çıkmaya devam edecektir Eğer içinde şüphe bulunmayan Allah’ın vahyi Kur’an’a sarılmazlarsa, bu ümmetin içinden çıkan ya da çıkacak olan muharriflerintahrif edicilerin elleriyle yazıp ‘bu Allah’tandır’ diyerek piyasaya sürdürleri şeytanî vahiylerin tuzağına düşeceklerdir
Muharrifler ve Müceddidler
Tecdîd, tahrîfin zıddıdır Tahrif edileni aslına döndürmeye, tahrip edileni onarmaya, bozulanı yapmaya, eskiyeni yenilemeye “tecdîd, bunu yapana da “müceddid denir Tecdîd, sonradan uydurmak değildir Aksine tecdîd, sonradan uydurulmuş şeyleri “asıldan temizlemektir Bir bid’attan arındırma ameliyesidir Tecdîd, kesinlikle reform değildir Reformda, öze bağlılık aranmaz “Deforme olmakla “tahrif arasında benzerlik varsa da, bunların izâlesi için yapılan “reform ile “tecdîd arasında mâhiyet farkı vardır
Reform, orijinali şart koşmaz Reformun karşılığı “tecdîd değil; “ıslahtır Reformasyon, düzeltme, iyileştirme, daha kullanışlı hale getirme işidir Elde deforme olmamış bir “asıl olmadan bir şey reforme edilebilir, ancak elde tahrif olmamış bir “asıl olmadan tecdid gerçekleştirilemez
Tarih, müceddidlerle muharrifler arasındaki bitmez tükenmez mücadelenin en büyük şâhididir Muharrifler, tarih boyunca hep müceddidlere düşman olagelmişlerdir Ekmeğini tahriften çıkaran her tahrifçi, tecdid yanlılarının amansız düşmanıdır Bu nedenle de tarihte bir inancın müceddidlerine en çok düşman olanlar, o inancı inkâr edenler değil; o inancın tahrif edilmiş biçimini kabul edenler olmuştur
Benî İsrâilin Tahrifi ile Bu Ümmetin Tahrifi Arasında Karşılaştırma ve Sonuç:
Tahrif, İslâm ümmetinin yahûdileşme tehlikesine en çok mâruz kaldığı bir temayüldür İsrâiloğulları dinlerini tahrif edince; ahlâkî, sosyal ve siyasal yapıları da tahrip olmuştur Bu ümmet de dinini tahrif edince aynı âkıbete uğrayarak ahlâkî, sosyal ve siyasal bir çöküş sürecine girmiştir İsrâiloğullarının Tevrat’a sarılarak öze dönmesi artık mümkün değildir Çünkü Tevrat’ın muhâfazası benî İsrâil bilginlerine bırakıldığı için aslı kaybolacak bir biçimde tahrif edilmiştir Ancak ümmeti Muhammed’in Kur’an’a sarılarak dinini tecdid etmesi mümkündür Çünkü Kur’an, bizzat Allah tarafından korunmuştur
İsrâiloğullarını tahrife yönelten sebeplerin başında iki şey gelir: Kör taassup ve dünyevîleşme Bu ümmetin tarihindeki tahrifin sebeplerinin başında da bu iki unsur gelmektedir: Siyaset, mezhep, meşrep, soy, ırk, ulus asabiyeti ve makammevki, malmülk, servetşöhret ihtirası
Bu ümmetin muharrifleri Kur’an’ın metninde tahrifat yapamamışlarsa da, onun manasında te’vil, tefsir, nesh, tahsis adı altında birçok tahrifat yapmışlar, bunu müteşâbih âyetler sınırında da tutmayıp muhkem âyetleri dahi mezhep, meşrep ve politik kavgalarında silâhlarının ucuna takmaktan çekinmemişlerdir İsrâiloğullarının en ünlü tahrif biçimi olan uydurmacılığı Kur’an’da gerçekleştiremeyenler, sünnetin büyük bir bölümünü oluşturan “hadiste gerçekleştirmişlerdir
Müslüman İsrâiloğullarının yahûdileşmesinde nasıl eski Mısır, Yunan, Filistin putperest kültürlerinin etkisi olmuşsa, bu ümmetin yahûdileşme temayülüne sapmasında da başta isrâilliyyât olmak üzere Yunan, Roma, Bizans, kadim Türk ve çağdaş Batı kültürlerinin tahrip edici etkileri olmuştur
İsrâiloğulları içerisinden çıkıp da kendilerine has peygamberler ve kitaplar ihdas eden sapık grupların benzeri bu ümmetin içerisinden de çıkmıştır Bahâîlik, Kadıyanîlik, Hurûfîlik, 19’culuk ve İskender elEkber taifesi bunlardan birkaçı Bu sapkınlıklardan birçoğunun ortak yanı da bir tür rakam gizemciliğine dayalı cifrve “ebcede aşırı düşkünlükleridir
Hurâfe, tarih boyunca tahrifin sonucu olarak ortaya çıkmıştır Tarihte ve günümüzde din ne kadar tahrif edilirse, hurâfe de o kadar itibar kazanmaktadır Şimdilerde toplumumuzda hayli ilgi toplayan medyumlar, tarotçular, burççular, falcılar, büyücüler, cinciler ve bilumum çağdaş üfürükçüler din düşmanı rejimin açtığı boşluktan istifadeyle ortaya çıkmışlardır
Hurâfecilik, öteden beri sanıldığı gibi yalnızca mistik, geleneksel ve gizemci çevrelerin müptelâ olduğu özel bir sapma değil; 19’culuk sapkınlığında da görüldüğü gibi akılcı, modern ve bilimci çevrelerin de pekâlâ sarılabileceği genel bir sapmadır
Bel’am, “din âlimine karşı çıkarılan “devlet âlimi tipidir Her din ve dinî toplum, kendi içerisinden çıkardığı “Bel’amların tahrif ve tahribine mâruz kalmıştır Bu konuda ümmeti Mûsâ ile ümmeti Muhammed’in kaderleri garip bir biçimde birbirine benzemektedir
Tahrif ile tecdid arasındaki savaş, neredeyse insanlıkla yaşıttır İlk tahrifçi şeytandır Tarih boyunca, bir dinin muharrifleri, aynı dinin müceddidlerinin en büyük hasmı olagelmiştir Bu ezelî kural, bu ümmette de bozulmamıştır Günümüzdeki İslâmî mücadelenin içinde olanlar, bu tarihî gerçeğin çağdaş tezâhürlerinin acı hâtıralarıyla doludurlar (26)
Halk, herşeyden önce kasıtlı olarak câhil bırakılmış, halkı gerekli İslâmî bilgilerden mahrum bırakanlar, dünya ve âhirette lâzım olacak kültürden mahrum bırakanlar bununla yetinmeyip, nice dayatmalar ve yönlendirmelerle halkı saptırmışlar, doğruyu eğri ve eğriyi doğru olarak göstermişlerdir Halk, kızılmaktan daha çok acınacak bir zavallı, düzen ve çevrenin kurbanı durumundadır Onlara tevhid öğretilmeden, tevhidî bilinç ve ibâdet anlayışı kazandırılmadan, sahih bir din öğretilmeden bâtıl inançların ve hurâfelerin önünün alınamayacağı bilinmelidir Bununla birlikte görülen bâtıllara müdâhale edilmeli, halkın hurâfeci yaklaşımları en güzel üslûpla önlenmeye çalışılmalıdır Ama, bataklık kurutulmadan sivrisineklerle mücâdelede ciddîi bir mesafe kat edilemeyeceği unutulmamalıdır Hurâfe üreten düzen ve çevre şartları değiştirilmeden eski ve yeni câhiliyye hurâfelerinin, bâtıl inanış ve bid’atların önünün alınamayacağı bir gerçektir
Hakk’a ve hak dine inanmayan insanların bize din biçmelerine, kendi bâtıl dinlerini bize dayatmalarına, hak dini tahrif etmeye çalışmalarına, Allah’a ve Allah’ın dinine iftira etmelerine göz yumacak ve boyun eğecek değiliz Onların ilâhlıklarını, rabliklerini reddedeceğiz; onların tuzaklarına düşmeyeceğiz Onların (b)alıkları avlamak için oltalarına taktıkları “dini yutmayacağız
Allahumme erina’lhakka hakkan ve’rzuknâ’littibâa ileyh Ve erinâ’lbâtıle bâtılen ve’rzuknâl ictinâba anh Ey Allah’ım, bize hakkı hak olarak göster ve hakka ittibâ etmeyi nasip et Bâtılı bâtıl olarak görmeyi ve bâtıllardan kaçınmayı nasip et
Ahmed Kalkan
23 Mustafa İslâmoğlu, Yahûdileşme Temâyülü, s 181 vd
24 Age s 206 vd
25 Bu tezler ve bu sahtekârlığın eleştirisiyle ilgili olarak bkz M İslâmoğlu, Yahûdileşme Temâyülü, s 235239; Mahmut Toptaş, K Kerim ve 19 Efsânesi, İnkılâb Y; E Şenlikoğlu, İnsanlar da Kayar, Mektup Y; B Sağlam, 19 Meselesi ve Edip Yüksel’e Cevaplar, Tebliğ Y ve 19 Meselesini doğrulayan ve Atatürk’ü savunan eser olarak bkz Cenk Koray, Kur’anİslâmiyet, Atatürk ve 19 Mûcizesi, Altın Kitaplar Y)
26 M İslâmoğlu, age s 212 vd
Din ve Kitap üzerinde o kadar oynanıyor ki, hakkı hâkim kılmak ve sadece Allah’a kulluk için gönderilen din, özellikle laik ülkelerde, artık statükoyu ayakta tutma ve zorluklar esnasında zâlim yönetimlere koltuk değneği olma görevi görüyor Her canı isteyen, istediği şekilde Allah'ın âyetlerini amacı dışına çıkarıyor, istismar edebiliyor Yani Allah'ın vahyi, hevâ ve isteklere göre yorumlanıp şekillendiriliyor
İşte din, böyle garip bırakalınca, düşmanlar tarafından bid'at, hurâfe, israiliyat ve şirk unsurlarından niceleri Hak Dine katılmaya başlandı Ve yıllar sonra da bunlar İslâm'dan sayıldı ve câhil halka dinin esası gibi sunulmaya çalışıldı Bunların Kur'an ve sahih sünnete göre yeniden sağlamasını yapıp bâtıl ve hurâfeleri ayıklamak, ilim sahibi mü'minleri beklemektedir Bu çok zor görünse de mutlaka yapılmalıdır Bizim Ehli Kitap'tan farklı bir yönümüz vardır ki o da Allah kelâmı olan Kur'an'ın dokunulmazlığı, Allah tarafından korunmasıdır (Bkz 15Hıcr, 9) İşte bu konum itibarıyla biz yeniden Kitabımız'a sahip çıkabiliriz Yeter ki bu bilinci kazanalım, yeter ki bu konuda yeterince formasyona sahip olalım
Mûsâ ümmetinin Tevrat'a yaptığının benzerini Muhmmed ümmeti de Kur'an'a yaptı Onu taşıması ve iki ayaklı Kur'an olması gerekenler Allah'tan değil de, yöneticilerden korktukları için görevlerini ihmal ettiler Toplum içerisinde hükmedilmek için indirilen âyetler, para karşılığı ölülere okunmaya, muskalar yazılmaya, anma günlerinde müsekkinolarak kullanılmaya başlandı Ümmeti Muhammed, ümmeti Mûsâ gibi yahudileşme temâyülüne kapılsa da, Kur'an'ın metni, Tevrat gibi tahrif edilemedi Çünkü bu iki kitap arasında bir fark vardı Allah Tevrat'ın korunmasını İsrâiloğulları âlimlerine tevdî etmişken, Kur'an'ın korunmasını bu ümmetin âlimlerine bırakmayıp bizzat kendisi üstlenmişti: Elbette Biz, Biz indirdik Zikr'i (Kur'an'ı) ve elbette onu koruyacak olan da Biziz(15Hicr, 9)
Kur'an, Tevrat'ın tahrifini ifade ederken, tahrifin hangi şekillerde yapıldığını farklı kavram ve terimlerle ifade eder:
a Tahrif yoluyla: (2Bakara, 75; 4Nisâ, 46; 5Mâide, 13, 41)
b Tebdil yoluyla: (7A'râf, 162)
c Gizleme yoluyla: (2Bakara, 159, 174; 3Âli İmran, 71)
d Unutma yoluyla: (5Mâide, 13)
e Uydurma yoluyla: Uydurdukları yalanları, ya da tefsirleri bir müddet sonra Kitab'ın metnine ilâve ediyorlar, sonraki kuşaklar onu da Kitab'ın metninden zannediyorlardı Her tahrif, tahliti (karıştırma) beraberinde getiriyordu Kur'an buna dikkat çeker: Ey ehli kitab, niçin hakka bâtılı karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?(3Ali İmran, 71)
Aynı tip tahrifi müslümanlar da kendi şeriatlarında yaptılar Hadis uydurmacılığı bunun en tipik örneğiydi Allah'ın koyduğu haramlarla yetinmeyip uydurma hadislerle yeni haramlar ihdas ettiler Allah tarafından korunmuş kitaplarının tahrif olduğu sonucunu doğuracak yalan rivayetleri en güvenilir kitaplarına (tefsirlerine, hadis kitaplarına) aldılar Selman Rüşti ve Turan Dursun gibi kendi inancına düşman edilmiş zavallıların elinde İslâm'a karşı kullanacakları birer koza dönüşecek Garaniktürü rivayetlerle doldurdular kitaplarını
Nâsihmensûh ile ilgili tuhaf ve Kur'an'dan şüphe uyandıracak rivayetlerle, tefsir ve te'vil adı altında nice tahrifat içinde Kur'an'a yaklaşımlar söz konusudur
Müslüman İsrâiloğullarının yahudileşme alâmetleri, ümmeti Muhammed içerisinde de tezahür etmiştir Bunların başında din âlimlerinin Kitab'ı birtakım gerekçelerle keyfî yoruma tâbi tutmaları gelmektedir Bu eğilimin günümüzdeki temsilcileri, Allah'ın hükmüyle hükmetmemek, faiz, zina, içki, piyango, heykel ve tesettür gibi konularda tam bir yahudileşme temayülü sergilemektedirler Özellikle Bel'am kılıklı âlim müsveddeleri âyetleri işine geldiği gibi yorumlayarak tahrif etmeye çalışmaktadırlar
Yoksa, siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?(2Bakara, 85) Ümmeti Muhammed, özellikle nesh konusunda İsrâiloğullarının düştüğü yanlışa düştü Kur'an'ın iki kapağı arasında yazılı olup da hükmü geçersiz olan hiçbir âyet yoktur Şeriatların maksatlarından biri olan tedrîciliksünnetini göz önüne almayan bir kısım ulemâ, bazı âyetler arasında çelişki olduğunu zannedip bir kısmını bir kısmıyla mensuh addetmişlerdir Lâkin, Hz Peygamber'den Kur'an'da metni bulunan hiçbir âyet için bu âyet mensuhturbiçiminde sahih bir rivayet gelmemiştir Ayrıca, mensuh olduğu üzerinde tüm ümmet âlimlerinin ittifak ettikleri bir tek âyet yoktur
Sünnetin tahrifi ve İsrâiliyât (hem yahudi ve hıristiyan kaynaklarından ve hem de modern hurâfelerçağdaş İsrâiliyat) tahrif ve tahripleri insanımızın zihinlerini ve gönüllerini allak bullak etmeye yetmiştir Çağdaş tahrif akımlarından Bahâilik, Kadıyanilik, Hurufîlik, Ebcedcilik, Cifircilik, Ondokuzculuk, İskenderi Ekber taraftarları, devlet âlimi (kapıkulu ulemâsı) olan Bel'amlar, modernist muharrifler (reformcular) ve daha niceleri sayılabilir (23)
Tahrifin ve hurâfeciliğin ikinci bir sebebi de, siyasal sebeplerdir Bu da, yine bâtıl zihniyetlerin yönetim anlayışlarını aynen almak ve Allah’ın hükmü yerine, bâtıl yönetimin her çeşit kurallarına mutlak bir şekilde uymak şeklinde olmaktadır Bâtıl yönetime ve zâlim tâğutlara itaat için hak din en önemli engel olduğu için din, uydurma te’villerle tahrif edilmeye çalışılacak veya hak gizlenecektir Hakkın râzı olduğu din, halkın ve tâğutların râzı olacağı şekilde çarpıtılacaktır ki, bu da dine bid’at ve hurâfelerin, hatta açıkça şirk unsurlarının katılmasıyla veya bazı hakikatlerin örtbas edilip yok sayılmasıyla gerçekleşecektir İşte dine bu müdâhele, atma ve katma, tahrif kavramıyla ilgilidir ve hak dine en büyük ihânettir
Benden sonra birtakım emîrler (idareciler) olacaktır Kim onların yalanlarını tasdik eder, yaptıkları zulümde kendilerine yardımcı olursa benden değildir Ben de onlardan değilim O kimse benim 'havz'ımın etrafına yaklaşamayacaktır Kim onların yalanlarını tasdik etmez, zulümlerinde onlara yardım etmezse bendendir Ben de onunla beraberim Ve o kimse havzımın kenarında bana ulaşacaktır(Süneni Tirmizî, 121, hadis no: 2360; Tâc Terc III106, hadis no: 168)
Benden sonra, yakında birtakım sultanlar peydah olur Kapılarında fitneler develerin yatakları gibidir Kimseye bir hayır göstermezler (ellerinden kimse hayır görmez) Bir şey verirlerse, ancak onların dinlerinden bir tâviz kopararak verirler(Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî, Râmûzu'lEhâdîs, I302; Taberânî, Kebir; Hâkim, Müstedrek)
Sünnetin Tahrif Çabaları
Sünnet, Kur’an’ın hayata dönüşmüş şeklidir Sünnetin kavramsal alanı, kitabî ve teorik olanla değil; hayatî ve pratik olanla ilgilidir Zaten “sünnet sözlükte alışılmış yol, takip edilen örnek, taklit edilen davranış şekli gibi anlamlara gelmektedir Onun içindir ki Kur’an, kendisini değil; Rasûlullah’ı örnek gösterir (33Ahzâb, 21)
İsrâiloğullarının kendi Kitapları üzerinde yaptıkları tahrifatın aynısını bu ümmet de hadiste yapmıştır Önceki ümmetlerin vahyin aydınlık yolundan nasıl saptığını çok iyi bilen Rasûlullah, onların kötü sünnetlerini takip etmemesi için bu ümmeti tekrar tekrar uyarmıştır Özellikle müslüman İsrâiloğullarının nasıl yahûdileştiklerini bu ümmete ibretâmiz bir örnek olarak gösteren Allah Rasûlü, bu ümmetin de “onların yolunu karış karış, adım adım izleyeceğini (Buhâri, İ’tisam, 14; Müslim, İlim 6) bir mûcize olarak daha o günden beyan etmiştir Rasûlullah’ın, bu ümmetin yahûdileşmesi konusunda gösterdiği hassâsiyet, Kur’an’dan kaynaklanmaktadır Kur’an’ın bu konudaki en büyük uyarısı “Kitabın arkaya atılması konusundadır Çünkü müslüman İsrâiloğullarını yahûdileştiren en büyük sebep, Kitaplarını arkaya atarak onun hükümlerini terketmeleridir: “Kitap verilenlerden bir grup, Allah’ın kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi arkalarına attılar (2Bakara, 101) “Allah, kendilerine kitap verilenlerden ‘onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz’ diye söz almıştı Fakat onlar verdikleri sözü arkalarına attılar ve ona karşılık bir miktar ücret aldılar (3Âli İmrân, 187)
Vahyin arkaya atılıp “metrûk bir tarihî hâtıra haline getirilmesi yalnız Allah'a karşı değil; Peygamber’e karşı da bir hakarettir Ümmetinin bu yâhudileşme alâmetini Rasûlullah’ın kıyâmette Allah Teâlâ’ya nasıl şikâyet edeceği Kur’an’da şöyle ifade edilir: “Peygamber der ki: ‘Ya Rabbi, halkım, bu Kur’an’ı terkedilmiş bir halde bıraktılar! (25Furkan, 30)
Rasûlullah’ın kesin emirle “Benden bir şey yazmayın Benden Kur’an dışında bir şey yazan hemen onu imha etsin! (Müslim, Zühd 72; hadis no: 3004; Dârimî, Mukaddime 42; Ahmed bin Hanbel, 312, 21, 39) buyurması, sahâbenin kendi sözlerini yazmak için izin istediklerinde bu isteği defaatle reddedip buna izin vermemesi (Dârimî, Mukaddime 42, Tirmizî, İlim 11) hep bu ümmetin Kitab’ı tahrif ederek yahûdileşeceği korkusu yüzündendir
Sünnetin temiz ırmağını bulandırmak için, onun bir bölümünü oluşturan hadisleri tahrif etmek, en uygun yoldu İsrâiloğulları, tahrife daha çok ekonomik çıkarlar yüzünden girişmişlerdi Müslümanlar ise tahrif işine siyasal çıkarlar yüzünden bulaştılar İlk uydurulan rivâyetler, hizip savaşlarında kullanılmak için uyduruldu Örneğin “Kaderiyye, bu ümmetin mecûsileridir sözü bunlardan biriydi Rasûlullah’ın vefatından onlarca yıl sonra ortaya çıkan bir mezhep hakkında, Onun ağzından yalan uydurmaktan çekinmemişlerdi Kaderiyye’nin muhâlifleri Tabii Kaderiyye de karşı taraf için uyduruyordu Mürcie hakkında uydurulan şu mevzû hadis onlardan biri: “Nebi buyurdu ki: ‘Mürcie’ye yetmiş peygamberin dili lânet okusun! (Bağdâdî, elFark, s 190)
Uydurmacılık, sadece kelâmî mezhepler arasında kalmıyor, fıkhî mezhepleri de kapsıyordu Müfrit bir Hanefî mezhebi müntesibinin uydurduğu şu söz bunlardan biri: “Allah Rasûlü buyurdu: ‘Ümmetimden bir adam çıkar; Ona Muhammed bin İdris (İmam Şâfii) denir O adam, ümmetime İblisten daha zararlıdır Yine ümmetimden bir adam çıkar; ona Ebû Hanife (İmam Âzam) denilir O ümmetimin kandilidir (Zehebî, elMîzan3129; Cezerî, Câmiu’l Usûl 1137)
Uydurmacılığın en tehlikeli yanlarından biri, Allah’ın koyduğu haram ve helâl sınırlarını değiştirmekti İsrâiloğullarına mubah olan birçok şeyi hahamların haram kıldığını Kur’an’dan öğreniyoruz: “Tevrat indirilmeden önce, İsrâil (Yakup Peygamber)’in kendisine haram kıldığı şeyler dışında İsrâiloğullarına bütün yiyecekler helâldi De ki: Getirip okuyun Tevrat’ı, eğer doğruysanız! (3Âli İmrân, 93) (Gerçekten de İsrâiloğullarının kendilerine yasak kıldıkları inek etinin Tevrat’ta helâl kılındığını görüyoruz: Levliler, 222030)
Allah’ın koymadığı yasakları koymak, sünnetullaha aykırı olduğu gibi, fıtrata da aykırıydı Çünkü, eğer vahiy bir konuda yasak koymamışsa elbette bunun bir hikmeti vardı Bu hikmet dün çıkmamışsa bugün, bugün değilse yarın kendini gösterebilirdi Çünkü din evrenseldi ve getirdiği kurallar da bütün insanlığın ihtiyacını karşılayacak çapta olmalıydı
Arap ırkına has hayat tarzını, giyim stilini, damak zevkini, estetik anlayışını din pâyesi altında tüm dünyaya dayatmaya kalkmak, öncelikle dinin “değişken ve “sâbitelerini birbirine karıştırmak demekti Bu, dinde lâubâlileşme sonucunu doğururdu Çünkü insanlar, hayatî sorunlarını çözmede hiç gereği yokken yerliyersiz din ile karşı karşıya getirildiğinde, din, kalabalıkların dini olmaktan çıkıp bir seçkinler sınıfının dini olmaya başlıyor; kalabalıklar ise artık dinin değişmez değerlerine karşı lâubâlileşiyordu Bu, tam İsrâiloğullarının Hz Mûsâ’dan sonra dinlerine karşı lâubâli oluş serüveninin aynısıydı
Dün, tiyatro konusunda konulan sınırı belirlenmemiş yasakların ardından, bugün “İslâmî tiyatronun farziyyeti derecesine, dün “erkek çocuklarını dahi okula göndermeme ifrâtının ardından bugün delikanlı kızların okuması hatırına “başlarını açıversinler canım tefritine, dün vesikalık resmin dahi zarûrete binâen ancak tecvîzinden, bugün Altın Portakala aday “hidâyet filmlerine, dün telli çalgıların haramlığından bugün telli çalgıların, yanında dut yemiş bülbüle döndüğü orglar ve orkestralar eşliğinde verilen “İslâmî konserlere, dün dinlenmesi “haram olan radyodan bugün kurulması “farz olan televizyon istasyonuna kadar bir yığın örnek, yukarıda vardığımız yargıyı sadece doğrulamakla kalmıyor, içine düşülen çıkmazı da bir kara mizah halinde gözlerimizin önüne seriyor (24)
İsrâiliyyât
Tahrif ve hadis uydurmacılığı bahsinde önemli bir konu da İsrâiliyyât’tır İsrâiliyyât, önceleri İsrâiloğulları kaynaklı tüm rivâyetlere verilen bir isimken, daha sonra İslâm kültürüne (daha doğrusu bazı müslümanların kültürüne) girmiş tüm yabancı kaynaklı bilgilerin ortak ismi haline gelmiştir İsrâiliyyât kaynaklarının başında Tevrât ve onun şerhleri gelir
Uydurma olduğu kesin olan İsrâiliyyâta karşı Rasûlullah’ın tavrına şu rivâyet delildir: Rasûlullah’a elinde İsrâiloğullarına ait kitaplardan –ki bu kitap, bazı hadis şârihlerinin zannettiği gibi Tevrat değildi, baştan sona uydurma rivâyetler içeren yahûdi sözlü geleneğinin kaynağı olan Mişna adlı bir kitaptı biriyle gelen Hz Ömer’i Rasûlullah azarlamıştı (Ahmed bin Hanbel, 3378)
Kur’an’ın ve sünnetin yaklaşımı esas alınarak İsrâiliyyât, üç kısımda değerlendirilir: 1 Doğruluğu tasdik edilen İsrâiliyyât, 2 Yalan olunduğundan emin olunan İsrâiliyyât, 3 Doğru ya da yalan olduğu bilinemeyen İsrâiliyyât Kur’an, Tevrat’ın mihenk taşıdır Kur’an’ın kabul ettikleri doğru, reddettikleri yalan, sükût ettikleri ise meçhuldür Meçhul rivâyetler karşısında tavrımızın ne olması gerektiğini Rasûlullah açıklamıştır: “Kitap ehlini ne yalanlayın, ne de tasdik edin Deyin ki: ‘Allah'a ve Allah’ın bize ve size indirdiği âyetlere iman ettik (Buhârî, İ’tisâm 25, Tevhid 51)
Rasûlullah, müslümanlara yaptığı bu tavsiyeyi (her konuda olduğu gibi) önce kendi tutmuş, kitap ehlinin Tevrat’tan İbrânice okuyup da Arapçaya çevirerek anlattıkları kimi hikâyeleri sadece dinlemekle yetinmiştir Esasen bu hikâyeler, asırlardır o bölgede oturmakta olan yahûdiler tarafından sürekli anlatıla anlatıla artık bölge halkının ortak kültürü haline dönüşmüştü Bunlar içerisinde Tevrat’ta yer alan bir cümlenin atasözü haline gelmişi olan “kadın, kürekeğe kemiğinden yaratılmıştır sözü örnek olarak anılabilir
Deccâl, mehdî, kıyâmet alâmetleri gibi birçok konuda yığınlarca rivâyet nakledilir Birçoğunun aslı araştırıldığında bunların İsrâiliyyâttan olduğu ortaya çıkmaktadır Ancak kimi râvîler mârifetiyle bu rivâyetler Rasûlullah’ın ağzından çıkmış gibi nakledilmektedir (Bu gibi rivâyetlerin asıl kaynağı olan Kâ’bu’lAhbar, Vehb bin Münebbih gibi kimselerden bazı sahâbiler dahi rivâyet etmişlerdir Bir sahâbinin kendisinden sonraki nesle mensup birinden rivâyetine usûlde “tedlis denir)
İşte buna benzer “senedi sahih, metni illetli bir rivâyetin aslını araştıran bir muhakkikin tesbiti: “Zübeyr bin Avvam, hadis rivâyet eden bir adam duydu Adam hadisi bitirene dek bekleyen Zübeyr ona şöyle dedi: ‘Sen bunu Rasûlullah’tan mı duydun?’ Adam ‘evet’ dedi Zübeyr şöyle dedi: ‘İşte bu ve benzerleri beni Nebî’den hadis rivâyet etmekten soğutanlardır Ömrüme yemin olsun ki, ben bunu Rasûl’den duydum ve bu söylediğinde Rasûlün yanındaydım Fakat Rasûl bu hadise başladığında biz ona kitap ehlinden bir adamın sözünü aktardık Ve sen, ‘evet, duydum’ diyen kişi, sen hadisin başı bittikten sonra geldin ve kitap ehlinden bir adamın anlattıklarını Rasûlullah’ın hadisinden zannettin (İbnu’l Cevzî, Def’u Şübheti’t Teşbih, s 38)
İşte bu rivâyet, bazı sahâbilerin dahi yahûdilere ait birtakım rivâyetleri sözün başına yetişemedikleri için Rasûlullah’ın söylediğini zannederek rivâyet ettiklerinin en ilginç delili Bu gibi örnekler, mûteber hadis kaynaklarındaki senedi sahih, lâkin metninde İsrâilî rivâyetler olan hadislere nasıl bakmamız gerektiğini göstermektedir İşte şu hadis de onlardan biri: “Ölüm meleği Mûsâ’ya gönderildi Mûsâ ona bir yumruk vurdu ve gözünü çıkardı Melek Rabbine geri dönüp dedi ki: ‘Beni ölmek istemeyen birine gönderdin’ Allah, gözünü geri iâde etti ve buyurdu ki: ‘Dön, eğer yaşamak istiyorsa elini öküzün sırtına koymasını söyle, avucunun aldığı her kıla karşılık bir yıl yaşar Mûsâ sordu: ‘Ya Rab, ya sonra?’ Allah cevapladı: ‘Ölüm!’ Mûsâ dedi: ‘O zaman şimdi gelsin (Buhâri, Cenâiz 69)
Sözkonusu hadislerden biri de şudur: “Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil cennet nehirlerindendir (Müslim, Cennet 26) Bu hadis rivâyeti, Tevrat’taki cümlelere çok benzemektedir (Her bakımdan yanlış bilgilerle dolu olan Tevrat’taki konuyla ilgili cümleler için bkz Tekvin, 21014) Kur’an’a aykırı olan İsrâiliyyât, tefsirlerde de çokça yer alır İsrâiliyyât, Kur’an ve sünnet ölçüsüne vurularak süzgeçten geçmeden ulu orta kaynak olarak kullanılırsa, geçmişte olduğu gibi bir yığın hurâfe ve yalanın müslümanların kaynaklarına karışması sonucunu doğuracağı gibi, dinin tahrifini de beraberinde getirir
Çağdaş İsrâiliyyât
Bugün, İslâmî kültürü tehdit eden, eski İsrâiliyyât değil; adı İsrâiliyyât olmayan ve çoğu kimsenin dikkatini çekmeyen çağdaş İsrâiliyyâttır İsrâiliyyât, bizce “tahrif kültürünü sembolize eden bir isimdir İslâm kültürünü tahrife yönelen her kültür, “isrâiliyyât kapsamına girer Bu yüzden orta çağda İslâm kültürünü istilâ eden Yunan felsefesi de döneminin isrâiliyyâtıydı Her yabancı kültür gibi girdiği kültüre hem katkıda bulundu, hem yozlaştırdı Yüzyıllardır boşu boşuna tartışılan ve “imanın kelâmlaşması demeye gelen Allah’ın sıfatları meselesi, dünyanın “kadîmhâdisliği meselesi, “haşir meselesi, “cüz’ü lâ yetecezzâ meselesi hep bu kültürün İslâm kültürüne etkisiyle ortaya çıkan incir çekirdeğini doldurmayan meselelerdi
Bugünün en tehlikeli isrâiliyyâtı çağdaş ideolojiler ve sistemlerdir Marksizm, sosyalizm, şövenizm, kapitalizm ve Kemalizm birer isrâiliyyât olduğu gibi, pozitivizm, materyalizm, sekülarizm ve laisizm gibi felsefî ve siyasî akımlar da bugünün İslâm kültürünü ve hatta varlığını ciddi bir biçimde tehdit eden isrâiliyyâttır Türkİslâmcılık, İslâmî sol, İslâm sosyalizmi şimdilerde moda olan laik İslâm da “hakkın bâtılla karıştırılarak bir tür “düşünce şirki elde edilen yahûdileşme ve gâvurlaşma temâyüllerindendir Bu gibi düşünce şirklerine fetva tedarik etmekle görevlendirilen resmî din adamları taifesiyle Kur'an’ın “hakka bâtılı karıştırıp bile bile hakkı gizledikleri için kınadığı yahûdileşmiş din adamları arasında garip bir ilişki var
Laisizm, son moda isrâiliyyât olarak günümüz Türkiye müslümanları için çok ciddi bir tehlike olarak hissettirmektedir kendisini Müslümanca düşünme ve yaşama felsefesini kökten tehdit eden laisizm sadece kültürümüzü değil; imanımızı da tehdit etmekte Kadimeski isrâiliyyât, kelimeleri yerlerinden ederek düşünceyi tahrif ve hayatı tahrip ediyordu Çağdaş isrâiliyyât olan laisizm ise eşyayı menşeinden, gayesinden ve illetinden ederek düşünceyi tahrif ve imanı tahrip etmektedir Bu çağdaş ilhad modası, hayatla imanın arasını ayırarak eşyanın tabiatına aykırı bir konum almakta, bu modaya kapılanlar ise dini “vicdanîleştirerek hıristiyanlaşmaktadırlar Laisizm, Kur’an’ın diliyle “sapıtanların yolu, yani bir “hıristiyanlaşmadır
Ancak, şu bir gerçektir ki, isrâiliyyâtın ister eski, ister çağdaş olsun tüm çeşitlerinde yahûdilerin parmağı hep olagelmiştir İslâmî kaynaklara girmiş kadim isrâilî rivâyetlerin başında deccal ve mehdi haberleri gelirdi Çağımız yahûdileri, tekellerinde tuttukları basınyayın ve iletişim araçları vasıtasıyla süper güç adı altında insanların zihninde “heyûlâ haline getirilen yeni “deccal ve “mehdiler imal etmektedir İnsanlığın bilnçaltına yerleştirilen bu güçler, kimi için “korku, kimi için “umut haline getirilmektedir
Bugün iletişim organları sayesinde çağdaş teknoloji muazzam bir hurâfe haline getirmektedir İnsanlar makinelerde, onlarda olmayan birtakım güçler vehmeder olmuşlardır Çağdaş isrâiliyyât, “yazılı âyetler dışındaki üç âyeti de tahrife yönelmiştir
İnsanın tahrifi: Allah’ın âyetlerinden bir âyet olan insan, hem fiziğiyle hem metafiziğiyle tahrip edilmekte, kitlesel imha silâhlarıyla bedeni tehdit altındayken, kitle iletişim araçlarıyla da duygu ve düşüncesi tahrip ile karşı karşıya kalmaktadır
Olayların tahrifi: Yine, Allah’ın âyetlerinden bir âyet olan “âyâtı hâdisât da yahûdi kartellerin elinde tuttuğu uluslararası medya tarafından tahrif edilerek insanların haber alma emniyeti katledilmektedir Olaylar, olduğu gibi değil; haberi aktaranların istediği gibi, tahrife uğrayarak insanlara sunulmaktadır
Tabiatın tahrifi: Allah’ın âyetlerinden dördüncüsü olan “âyâtı kâinât, yani tabiat, teknoloji adlı canavarın tahrifine uğramakta, ekolojik ve biyolojik denge tahrip olmaktadır Allah’ın kevnî âyeti olan tabiatın tahribine yol açan bu “teknolojik tahrifi de, insanlığın istikbalini tehdit eden bir tahrif çeşidi olarak görmek yerinde olacaktır
Türkiye gibi pozitivist eğitimin tutmadığı, bunun sonucunda da genç kitlelerde büyük bir inanç boşluğu meydana gelen taklitçi ülkelerde şimdilerin en moda isrâiliyyâtı, yıldız falcılığı, astroloji ve burç falcılığı, medyumluk gibi sapkınlıklardır Bir asra yakın zamandır dinî olan her şeyi yok etmek için insafsızca savaşan resmî ideoloji, dinin yerine koyacak bir şey bulamayınca, ortalığı bu sahte dinler, nazar boncuğu, uğur totemleri vs gibi sosyete putları kapladı Bu sahte dinlerin peygamberleri de medyum, astrolog, nümerolog, müneccim adı altında ortaya çıkan kimselerdi
Bazı Hurâfeci Tahrif Akımları
Tahrif konusu işlenirken, örnek olarak gösterilen tahrifçi akımlar, hep hicrî ilk üç yüz yıllık bir dilimden gösterilir Oysa ki, İslâm ümmeti içerisinde daha sonra ortaya çıkan tahrifçi mezhepler, dinde yaptıkları tahribat açısından öncekilerden hiç de aşağı değildirler Bunların en önemlileri Bahâîlik, Kadıyânîlik, Hurûfilik, Ebced ve Cifircilik, On dokuzculuk, İskendercilik gibi bâtıl mezhep ve akımlardır
İran ve HindistanPakistan gibi ülkelerde yaygın olduğunu gördüğümüz Bahâîlik ve Kadıyânîliğin Türkiye toprakları üzerinde pek etkisi olmadığını belirtelim
Hurâfeci Tahrif Akımlarından Hurûfîlik, Ebcedcilik, Cifircilik:
İnsanlık tarihinde tevhid akîdesini bulandıran bir yığın hurâfe çeşidi olagelmiştir Bunlar bazen ağaç, ırmak, inek, yıldız, güneş, ateş, yer, gök gibi müşahhassomut varlıklar olabildiği gibi, bazen de peri, gulyabânî, dev, hortlak vs gibi mücerretsoyut tasavvurlar da olabilmektedir İnsanın, olmayan bir şeyi vehmetmesiyle, eşyada olmayan bir gücü onda varmış gibi hissetmesi arasında temelde bir fark yoktur Bunların tümü birer “tahriftir, imanın tahrifi
Somut birer varlık olan eşyada güç vehmetmekten daha beter bir hurâfe olan soyut birer sembol olan harf ve rakamlarda birtakım sırlar ve manalar vehmetmek, insanoğlunun en eski hurâfelerinden biridir Bu hurâfeler, kendisine inanan insanlarda gösterdiği etki sayesinde yaygınlaşmakta, bâtıl da olsa, insanın duyuları üzerindeki baskısı sonucunda gerçekleşen birtakım fizikî tezâhürler, “evhamlı insanların hurâfelere inanmasına delil olmaktadır
Din, her şeye gücü yeten bir varlığa (Allah); sihir ise, tabiattaki somut ya da soyut bir güce yönelmektir Dinin bir cemaati, sihrin ise sadece müşterisi vardır Dinde günah ve haram anlayışı varken, sihirde yoktur Dinde açıklık ve anlaşılırlık, sihirde ise kapalılık ve gizem esastır Dinde erdem, itaat ve bağlanma; sihirde ise menfaat vardır Sihir, ilâhî otorite ve ahlâkî kuralların dışındadır İddiası, tanrı(lar)ı zorlayarak bir şey yaptırmaktır Sihirbaz, menfaati için her kutsalı kullanmakta bir beis görmez
Hurûfîlik, tarihin en eski hurâfe yöntemlerinden biridir Harfler ve rakamlarla insanların duyguları üzerinde baskı kurma, onları, tabiat üstü varlıkları harekete geçiren birer parola olarak kullanma işinin bir parçası olan rakam değerli harf sistemini (ebced, cifir), yahûdileşen İsrâiloğulları sistematik bir biçimde kullanmışlardır
Sihirbazlık ve yıldız falcılığı Tevrat’ta yasaklanmasına rağmen (bkz Levililer, 1926, 31; 2027; Çıkış, 2218; İşaya, 47 814) yahûdiler bu işi yapagelmişlerdir Hatta Kabala adı verilen ve ebced hesabına çok benzeyen bir rakamsal sihir sistemi yahûdilere atfedilir Kur’ânı Kerim, Hz Süleyman’ın “peygamber değil de; büyücü olduğunu iddia eden yahûdileri reddederek sihrin ilk defa nasıl ortaya çıktığını Bakara sûresi, 102 âyette bildirir
Yahûdiler, eski alışkanlıkları gereği hep gizemli şeylerin ardına düşüyorlar, tabiatta insanla uyum içerisinde yaşayan şeffaf güçleri, hasımlarının aleyhine kullanmanın yollarını arıyorlardı Ayrıca “Ebû Câd hesabı diye bilinip Türkçeye “ebced hesabı olarak geçen rakam değerli harf sistemiyle, gelecekte vuku bulacak birtakım olayları bileceklerini iddia ediyorlardı
İslâm âlimleri, ebced sistemine hurâfe olarak bakarlar İbn Hacer bu sistemle varılan sonuçların bâtıl olduğunu, ona itimat etmenin câiz olmadığını söyler İbn Abbas (ra)’ın da ebced hesabından insanları sakındırdığı ve onu sihrin bir çeşidi sayarak “bu hesabın şeriatta yeri yoktur dediği aktarılır (Süyûti, elİtkan, 326)
Cifr, ebced, cümmel vs gibi adlar verilen rakam değerli harf sistemiyle olayların zamanını, yerini, durumunu, sırrını keşfetmek için yapılan bu hurâfecilik işlemine “hurûfîlik adını verebiliriz Tarihte bu adla ünlenmiş bir ekol de bulunmaktadır İran’lı Fazlullah Hurûfî (ö 1394) adlı bir şeyhin kurduğu bu tarikatta, görülmeyen güçleri harekete geçirmek ve tabiat üstü kuvvetleri kullanmak için birtakım harf, rakam ve şekillere özel anlamlar yüklenir
On Dokuzculuk; Hem Çağdaş, Hem Hurâfe:
Hurûfîliğin çağdaş bir tezâhürü de 19’culuk akımıdır Amerika’da yaşamış Türk asıllı bir Mısır vatandaşı olan biyokimya doktoru Reşat Halife’nin bilgisayar analizlerine dayanarak icad ettiği “on dokuz mûcizesi, piyasaya ilk sürüldüğünde hayli taraftar buldu kendisine Reşat Halife iddiasını, “on dokuz sayısının Kur’an’ın kodu olduğu tezi üzerine kurmuştu Tarihte çıkan her fırka gibi o da delillerini Kur’an’dan getirmeye çalışıyordu Ama, on dokuz sayısının mûcizeliğinin ispatı yapılırken, Kur’an’da bu rakamla uyuşmayan bazı sayımlar elde edilince, Kur’an’ın bazı âyetleri (meselâ Tevbe sûresinin son iki âyeti) inkâr edilmeye, bu âyetlerin –hâşâ Kur’an’a sonradan ilâve edildiği gibi çok âdice bir iftiraya varılıyordu Hurâfenin mantığı, her yer ve her çağda aynı Uydurulan hurâfeye uymadı diye, hurâfeden vazgeçilmek yerine âyetten vazgeçiliyordu Buna “Kur’an’a iman etmek değil; “19’a iman etmek derler Halbuki sadece bu iki âyetteki kelimeler değil; nice örnekte görüldüğü şekilde bazı kelimeler yanlış sayılıyor, veya uydurma te’villerle zorlanarak sayı tutmuş gösteriliyordu
En sonunda bu iddiaları ortaya atan Reşat Halife, ağzından baklayı çıkardı O, beklenen “peygamberliğini ilân ediyordu “Reşat Halife Allahn Rasûlü imzasını attığı “Allah’ın Dünyaya Bildirisi başlıklı bir metin ile peygamberliğini dünyaya duyurur ve herkesi kendisine inanmaya dâvet eder Bu sapık mütenebbî ve bağlıları, bununla da yetinmeyip bazı âyetleri tahrif etmekten geri durmazlar Kur’an’ın Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini ısrarla söylediği kıyametin kopma tarihini, yahûdilerin yaptığı gibi, hurûfı mukattaa’nın cifr hesabındaki toplam rakamsal karşılığı olarak ilân ederler
19’cular, çok ilginç bir şeyi daha yaparlar Tıpkı, Kadıyânîler’in İngilizlerin Hindistan’daki varlığını; Bahâîlerin, yine İngiliz ve Rusların İran’daki sömürüsünü meşrûlaştırdığı gibi, bunlar da Türkiye’de ateizmin taşeronluğunu yapan Kemalizm’in varlığını meşrûlaştırmaya çalışırlar Bu sapık dine göre, Kur’ânı Kerim’e hâşâ Muhammedin yâveleri diyecek kadar Kur’an’a düşman olan Mustafa Kemal, Kur’an’ın kodu olan kutsal 19 rakamıyla geleceği haber verilen “mûcizevî bir müceddiddir “Şeytanî bir hilâfete son veren Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını kuşatmış bulunan 19 sistemi Fussılet, 53 âyetinde belirtilen işaretlerden biridir diyerek (Edip Yüksel, Müslüman Din Adamlarına 19 Soru, Ozan Y s 70) yer yer sahtekârlık derecesine varan bir çarpıklıkla Atatürkün hayatındaki 19 rakamıyla ilişkiyi ortaya atarlar (25)
Değil hadisleri, tüm sünneti “şeytanî öğreti adı altında acımasızca süpürüp, ezanda Peygamber Efendimiz’in adının anılmasını “putperestlik olarak niteleyebilecek kadar modernist ve “Kur’an’cı, bilgisayara dayalı bir öğreti geliştirecek kadar yenilikçi ve devrimci geçinen 19’cular da pekâlâ tarihin en mistik hurâfe ve hezeyanlarından hiç de aşağı kalmayan bir hurâfenin ve tahrif akımının mimarı olabilmektedirler Bu durum, bir kez daha göstermiştir ki, hurâfecilik ve tahrif, hiçbir zümreye has değildir; bu bir yahûdileşme mantığıdır Bu mantığa saplanan insan, kimi zaman sünnet, kimi zaman gelenek, kimi zaman da çağdaşlık adına âyetleri tahrif, dini tahrip edebilmektedir
İskender elEkber Tâifesi:
Kendisini önce mehdî, sonra peygamber ilân edip “Risâlet Nurları isimli bir de hâşâ Allah tarafından kitap indirildiğini iddia eden mistik Mihr’cilerin tahrifi de rasyonalist 19’cuların tahrifiyle özde aynıdır İşte Kur’an’dan sonra dünyaya indirilen “Risâlet Nurlarından âyetler(!): “Onlara aralarındaki anlaşmazlıkları halletmelerini söyle Hepsi ile ayrı ayrı toplantı tertip et Sonra Demirel, Erbakan, Türkeş ve Feyzioğlu kullarımızla toplan (Anlaşmazlık sûresi, s 1) “Bugün öğleden sonra Sanayi Bakanlığına git Soner’in sağ tarafında sana yardımcı kıldıklarımızdan birini göreceksin Ona bu satırları göster sana biat edecek (Mehdi suresi, s 13) “Beni defalarca gördün Vaktiyle dayı beyin düştüğü hataya düşme Beni defalarca gördün Cibril’i, Muhammed kulumuzu, kendini de gördün (Allah Teâlâ, suresi, s 1516) “Gördün ki sen uçtuğun zaman kimse senin uçtuğunun farkına varmıyor (s 26) “Ey İskende elEkber hazretleri kulumuz Evet, sen hakiki bir hazretsin Bozoklu Han bir veli idi ve senin ceddindir, seyyiddir Sen de seyyidsin, 12 imamsın, son imamsın (Tayyı Mekân suresi, s 44) “Evet, şeytan senin voltajına dayanamaz Dalga uzunluğu konusunu sana tekrar yazdıracağız (s 62)
Bunlar gibi, baştan sona abuksabuk cümleler ve hezeyanlarla dolu olan bu kitapçık, bir gerçeği açık seçik ortaya koymuştur: İnsanlar eğer sâdık peygamberlerine tâbi olmazlarsa, onları arkalarına takacak sahte peygamberler çıkmaya devam edecektir Eğer içinde şüphe bulunmayan Allah’ın vahyi Kur’an’a sarılmazlarsa, bu ümmetin içinden çıkan ya da çıkacak olan muharriflerintahrif edicilerin elleriyle yazıp ‘bu Allah’tandır’ diyerek piyasaya sürdürleri şeytanî vahiylerin tuzağına düşeceklerdir
Muharrifler ve Müceddidler
Tecdîd, tahrîfin zıddıdır Tahrif edileni aslına döndürmeye, tahrip edileni onarmaya, bozulanı yapmaya, eskiyeni yenilemeye “tecdîd, bunu yapana da “müceddid denir Tecdîd, sonradan uydurmak değildir Aksine tecdîd, sonradan uydurulmuş şeyleri “asıldan temizlemektir Bir bid’attan arındırma ameliyesidir Tecdîd, kesinlikle reform değildir Reformda, öze bağlılık aranmaz “Deforme olmakla “tahrif arasında benzerlik varsa da, bunların izâlesi için yapılan “reform ile “tecdîd arasında mâhiyet farkı vardır
Reform, orijinali şart koşmaz Reformun karşılığı “tecdîd değil; “ıslahtır Reformasyon, düzeltme, iyileştirme, daha kullanışlı hale getirme işidir Elde deforme olmamış bir “asıl olmadan bir şey reforme edilebilir, ancak elde tahrif olmamış bir “asıl olmadan tecdid gerçekleştirilemez
Tarih, müceddidlerle muharrifler arasındaki bitmez tükenmez mücadelenin en büyük şâhididir Muharrifler, tarih boyunca hep müceddidlere düşman olagelmişlerdir Ekmeğini tahriften çıkaran her tahrifçi, tecdid yanlılarının amansız düşmanıdır Bu nedenle de tarihte bir inancın müceddidlerine en çok düşman olanlar, o inancı inkâr edenler değil; o inancın tahrif edilmiş biçimini kabul edenler olmuştur
Benî İsrâilin Tahrifi ile Bu Ümmetin Tahrifi Arasında Karşılaştırma ve Sonuç:
Tahrif, İslâm ümmetinin yahûdileşme tehlikesine en çok mâruz kaldığı bir temayüldür İsrâiloğulları dinlerini tahrif edince; ahlâkî, sosyal ve siyasal yapıları da tahrip olmuştur Bu ümmet de dinini tahrif edince aynı âkıbete uğrayarak ahlâkî, sosyal ve siyasal bir çöküş sürecine girmiştir İsrâiloğullarının Tevrat’a sarılarak öze dönmesi artık mümkün değildir Çünkü Tevrat’ın muhâfazası benî İsrâil bilginlerine bırakıldığı için aslı kaybolacak bir biçimde tahrif edilmiştir Ancak ümmeti Muhammed’in Kur’an’a sarılarak dinini tecdid etmesi mümkündür Çünkü Kur’an, bizzat Allah tarafından korunmuştur
İsrâiloğullarını tahrife yönelten sebeplerin başında iki şey gelir: Kör taassup ve dünyevîleşme Bu ümmetin tarihindeki tahrifin sebeplerinin başında da bu iki unsur gelmektedir: Siyaset, mezhep, meşrep, soy, ırk, ulus asabiyeti ve makammevki, malmülk, servetşöhret ihtirası
Bu ümmetin muharrifleri Kur’an’ın metninde tahrifat yapamamışlarsa da, onun manasında te’vil, tefsir, nesh, tahsis adı altında birçok tahrifat yapmışlar, bunu müteşâbih âyetler sınırında da tutmayıp muhkem âyetleri dahi mezhep, meşrep ve politik kavgalarında silâhlarının ucuna takmaktan çekinmemişlerdir İsrâiloğullarının en ünlü tahrif biçimi olan uydurmacılığı Kur’an’da gerçekleştiremeyenler, sünnetin büyük bir bölümünü oluşturan “hadiste gerçekleştirmişlerdir
Müslüman İsrâiloğullarının yahûdileşmesinde nasıl eski Mısır, Yunan, Filistin putperest kültürlerinin etkisi olmuşsa, bu ümmetin yahûdileşme temayülüne sapmasında da başta isrâilliyyât olmak üzere Yunan, Roma, Bizans, kadim Türk ve çağdaş Batı kültürlerinin tahrip edici etkileri olmuştur
İsrâiloğulları içerisinden çıkıp da kendilerine has peygamberler ve kitaplar ihdas eden sapık grupların benzeri bu ümmetin içerisinden de çıkmıştır Bahâîlik, Kadıyanîlik, Hurûfîlik, 19’culuk ve İskender elEkber taifesi bunlardan birkaçı Bu sapkınlıklardan birçoğunun ortak yanı da bir tür rakam gizemciliğine dayalı cifrve “ebcede aşırı düşkünlükleridir
Hurâfe, tarih boyunca tahrifin sonucu olarak ortaya çıkmıştır Tarihte ve günümüzde din ne kadar tahrif edilirse, hurâfe de o kadar itibar kazanmaktadır Şimdilerde toplumumuzda hayli ilgi toplayan medyumlar, tarotçular, burççular, falcılar, büyücüler, cinciler ve bilumum çağdaş üfürükçüler din düşmanı rejimin açtığı boşluktan istifadeyle ortaya çıkmışlardır
Hurâfecilik, öteden beri sanıldığı gibi yalnızca mistik, geleneksel ve gizemci çevrelerin müptelâ olduğu özel bir sapma değil; 19’culuk sapkınlığında da görüldüğü gibi akılcı, modern ve bilimci çevrelerin de pekâlâ sarılabileceği genel bir sapmadır
Bel’am, “din âlimine karşı çıkarılan “devlet âlimi tipidir Her din ve dinî toplum, kendi içerisinden çıkardığı “Bel’amların tahrif ve tahribine mâruz kalmıştır Bu konuda ümmeti Mûsâ ile ümmeti Muhammed’in kaderleri garip bir biçimde birbirine benzemektedir
Tahrif ile tecdid arasındaki savaş, neredeyse insanlıkla yaşıttır İlk tahrifçi şeytandır Tarih boyunca, bir dinin muharrifleri, aynı dinin müceddidlerinin en büyük hasmı olagelmiştir Bu ezelî kural, bu ümmette de bozulmamıştır Günümüzdeki İslâmî mücadelenin içinde olanlar, bu tarihî gerçeğin çağdaş tezâhürlerinin acı hâtıralarıyla doludurlar (26)
Halk, herşeyden önce kasıtlı olarak câhil bırakılmış, halkı gerekli İslâmî bilgilerden mahrum bırakanlar, dünya ve âhirette lâzım olacak kültürden mahrum bırakanlar bununla yetinmeyip, nice dayatmalar ve yönlendirmelerle halkı saptırmışlar, doğruyu eğri ve eğriyi doğru olarak göstermişlerdir Halk, kızılmaktan daha çok acınacak bir zavallı, düzen ve çevrenin kurbanı durumundadır Onlara tevhid öğretilmeden, tevhidî bilinç ve ibâdet anlayışı kazandırılmadan, sahih bir din öğretilmeden bâtıl inançların ve hurâfelerin önünün alınamayacağı bilinmelidir Bununla birlikte görülen bâtıllara müdâhale edilmeli, halkın hurâfeci yaklaşımları en güzel üslûpla önlenmeye çalışılmalıdır Ama, bataklık kurutulmadan sivrisineklerle mücâdelede ciddîi bir mesafe kat edilemeyeceği unutulmamalıdır Hurâfe üreten düzen ve çevre şartları değiştirilmeden eski ve yeni câhiliyye hurâfelerinin, bâtıl inanış ve bid’atların önünün alınamayacağı bir gerçektir
Hakk’a ve hak dine inanmayan insanların bize din biçmelerine, kendi bâtıl dinlerini bize dayatmalarına, hak dini tahrif etmeye çalışmalarına, Allah’a ve Allah’ın dinine iftira etmelerine göz yumacak ve boyun eğecek değiliz Onların ilâhlıklarını, rabliklerini reddedeceğiz; onların tuzaklarına düşmeyeceğiz Onların (b)alıkları avlamak için oltalarına taktıkları “dini yutmayacağız
Allahumme erina’lhakka hakkan ve’rzuknâ’littibâa ileyh Ve erinâ’lbâtıle bâtılen ve’rzuknâl ictinâba anh Ey Allah’ım, bize hakkı hak olarak göster ve hakka ittibâ etmeyi nasip et Bâtılı bâtıl olarak görmeyi ve bâtıllardan kaçınmayı nasip et
Ahmed Kalkan
23 Mustafa İslâmoğlu, Yahûdileşme Temâyülü, s 181 vd
24 Age s 206 vd
25 Bu tezler ve bu sahtekârlığın eleştirisiyle ilgili olarak bkz M İslâmoğlu, Yahûdileşme Temâyülü, s 235239; Mahmut Toptaş, K Kerim ve 19 Efsânesi, İnkılâb Y; E Şenlikoğlu, İnsanlar da Kayar, Mektup Y; B Sağlam, 19 Meselesi ve Edip Yüksel’e Cevaplar, Tebliğ Y ve 19 Meselesini doğrulayan ve Atatürk’ü savunan eser olarak bkz Cenk Koray, Kur’anİslâmiyet, Atatürk ve 19 Mûcizesi, Altın Kitaplar Y)
26 M İslâmoğlu, age s 212 vd
Türkiye'nin en güncel forumlardan olan forumdas.com.tr'de forumda aktif ve katkısı olabilecek kişilerden gönüllü katkıda sağlayabilecek kişiler aranmaktadır.