iltasyazilim
FD Üye
Kur’an’ın Mislinin Getirilememesi İspat Eder ki, Kur’an, Allah’ın Kelamıdır
Hz Musa (AS) zamanında sihir revaçta olduğu için, mucizelerinin çoğu ona benzer bir tarzda gelmiştir Asasının yılan olması ve parlak el mucizeleri gibi…
Hz İsa (AS) zamanında ise tıp revaçta olduğundan, mucizelerinin çoğu o cinsten gelmiştir Ölüleri diriltmesi, alaca hastalığını tedavi etmesi gibi…
Bu sayede hakka karşı gelen kâfirlere, en mâhir oldukları sahada meydan okumuşlar ve Allah’ın izniyle de galip gelmişlerdir
Hz Muhammed (Sav) zamanında ise dört şey revaçtaydı:
1 Belagat ve fesahat
Fesahat: sözün, lafız, mana ve ahenk itibariyle kusursuz olması ve kelimelerin söylenişinin tatlı, manasının da söylenirken hemen zihne girmesidir Bu keyfiyetlerin birincisi kelime ve cümle ahengi ile ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile alakadardır Fesahatin daha yüksek olan derecesine ise belagat denir
2 Şiir ve hitabet
3 Kâhinlik ve gaybdan haber vermek
4 Geçmiş hadiseleri, kâinatın ve varlıkların yaratılış sırlarını bilmekti
İşte Kur’an geldiği zaman bu dört nevi bilgi sahiplerine karşı meydan okudu Her birine diz çöktürdü Hepsi hayretle Kur’an’ı dinlediler
Kur’an’ın nazil olduğu asırda, Arap yarımadası ahalisi tarihi hadiselerini ve yazıtlarını, şiir ve belagat kaydı ile muhafaza ediyorlardı
Şiir ve belagat o derece revaçta idi ki, her sene yarışmalar düzenlenir, yedi edibin yedi kasidesi “muallakatı seba namıyla, altın yazı ile Kâbe’nin duvarına asılırdı Ancak Kur’an geldikten sonra Meşhur şair Lebid’in kızı, babasının kasidesini Kâbe’nin duvarından indirirken şöyle diyor:
“Kur’an geldi artık bunun kıymeti kalmadı
Hatta her kabilenin edibi, en büyük milli kahramanı kabul edilirdi En fazla o edip ile iftihar edilirdi Bazen bir edibin sözü ile iki kavim savaş eder ve bir sözüyle barışırlardı İşte Kur’anı Hakîm böyle bir zamanda 23 sene mütemadiyen şu gibi ayetlerle meydan okudu:
“Bu Kur’an, Allah’tandır Başkası tarafından uydurulmuş bir şey değildir Ancak kendinden önceki kitabı doğrulayan ve o kitabı açıklayandır Onda şüphe yoktur O âlemlerin rabbindendir Yoksa “onu Muhammed uydurdu mu diyorlar? De ki: eğer sizler doğru iseniz, Allah’tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da hep beraber onun benzeri bir sure getirin (Yunus: 3738)
“Yoksa onu kendisi mi uydurdu diyorlar? De ki: Eğer bu davada sadık iseniz Allah’tan başka güvendiklerinizden, çağırabildiklerinizi çağırın da Kur’an’ın misli on sure getirin Velev ki haberleri uydurulmuş olsun, sadece belagatine benzer olsun (Hud: 13)
“De ki: Andolsun ki, bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler bir araya toplansa, birbirine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler (İsra: 88)
“Kulumuza indirdiğimiz kitaptan dolayı bir şüphe içinde iseniz onun benzeri bir sûre de siz getirin, Allah'tan başka taptıklarınızı da yardıma ça*ğırın; eğer iddianızda samimi iseniz!
Bunu yapamazsanız ki asla yapa*mayacaksınız yakıtı insanlar ve taş olan ateşten sakınm; o inkarcılar için ha*zırlanmıştır (Bakara: 2324)
Evet, Kur’an bu gibi ayetlerle o asrın dâhi ediplerini muaraza yani söz meydanına davet etti ve sekiz mertebe de onlara meydan okudu:
1 “Madem bu Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğuna inanmıyorsunuz ve bir insanın sözüdür diyorsunuz, o halde Muhammed (Sav) gibi okuma yazma bilmeyen, ümmi bir kişi böyle bir kitap yazsın da görelim
Kur’an’ın bu meydan okumasına karşı hiçbir ümmi meydana çıkamadı
Ve Kur'an 2 defa meydan okudu: “Haydi bunu yapamıyorsunuz Muhammed (Sav) gibi okuma yazma bilmeyen bir kişiden böyle bir kitap getiremiyorsunuz O halde o zat gayet âlim ve kâtip olsun Ve Kur’an gibi bir kitap yazsın
Kur’an’ın bu meydan okumasına karşı da hiçbir âlim ve kâtip Kur’an gibi bir kitap getiremedi
Ve Kur’an 3 defa meydan okudu: “Haydi bir tek âlim ve kâtip zat Kur’an gibi bir kitap getiremiyor, o halde bir tek zat olmasın, bütün âlimleriniz, edipleriniz ve söz ustalarınız toplansın, birbirine yardım etsin Hatta güvendiğiniz ilahlarınızı da çağırın size yardım etsin ve Kur’an gibi bir kitap getirin
Kâfirler bu meydan okumaya da sessiz kaldılar ve Kur’an gibi bir kitap getiremediler
Ve Kur’an 4 defa meydan okudu: “Haydi bunu da yapamıyorsunuz O halde eskiden yazılmış edebî eserlerden de istifade edin, hatta gelecekte yazılacak olanları da yardıma çağırın ve Kur’an gibi bir kitap getirin
Kur’an’ın bu meydan okumasına karşı yine kâfirler suskunluklarını bozamadılar
Ve Kur’an 5 kez meydan okudu: “Haydi bunu da yapamıyorsunuz, Kur’an’ın tamamına benzer bir kitap getiremiyorsunuz O halde Kur’an’ın tamamına değil, sadece 10 suresinin benzerini getiriniz
Kâfirler bu meydan okumaya karşı da parmaklarını bile kıpırdatamadılar
Ve Kur’an 6 kez meydan okudu: “Madem 10 suresine mukabil, hakiki ve doğru bir benzer getiremiyor ve onu taklit edemiyorsunuz, O halde hikâyelerden, asılsız kıssalardan olsun Sadece Kur’an’ın nazmına ve belagatına benzesin Bu da yeter
Kâfirler bunu dahi yapamadılar Kur’an’ın nazmına benzeyen asılsız hikâyelerden 10 sure getiremediler
Ve Kur’an 7 defa meydan okudu: “Haydi bunu da yapamıyorsunuz Asılsız kıssa ve hikâyelerden Kur’an’ın 10 suresine nazımca benzeyen bir misil getiremiyorsunuz O halde Kur’an’ın bir tek suresinin benzerini getiriniz
Ama kâfirler bu meydan okumaya karşı da sessizliklerini bozamadılar
Ve Kur’an 8 mertebede şöyle meydan okudu “Madem Kur’an’ın bir tek suresine bile benzer getiremediniz O halde haydi o sure uzun olmasın, kısa bir sure olsun Sadece kısa bir sureye benzer getiriniz Eğer bunu da yapamazsanız bilin ki, din, can ve mallarınız dünyada da ahirette de tehlikededir
İşte Kur’an sekiz tabakada 23 senede değil, belki 1400 senedir bütün insanlara ve cinlere karşı meydan okumuş ve okuyor, damarlarına şiddetle vuruyor, gururlarını dehşetli bir surette tahrik ediyor O kibirli akıllarını küçümsüyor
Ve diyor ki: “Ya benzerini getiriniz ya da canınız ve malınız tehlikededir Eğer iman getirmezseniz mesulsünüz Cehenneme gireceksiniz
Zira benzerini getiremezlerse islamı yok etmek için bir tek yol vardı ki o da savaşmak Yani canın ve malın tehlikede olduğu bir yol
Hâlbuki Kur’an’ın bir suresine benzer getirebilselerdi, Hz Muhammed’in davasını iptal edeceklerdi Canları, malları ve dinleri kurtulacaktı
Acaba hiç mümkün müdür ki, bir iki satırla benzerini getirip, Hz Muhammed’in (Sav) davasını iptal etmek gibi kolay ve kısa bir yol varken en tehlikeli, canın ve malın helak olabileceği savaş yolu tercih edilsin
Evet, o zeki kavim, o siyasi millet ki, bir zaman âlemi siyasetle idare ettiği halde en kısa ve rahat yolu terk etsin de, en tehlikeli, mal ve canı belaya atacak uzun bir yolu tercih etsin Bu hiç mümkün müdür?
Hâlbuki edipleri, birkaç harfle Kur’an’ın velev ki bir suresine benzer getirebilselerdi, Kur’an davasından vazgeçerdi Onlar da maddî ve manevî helak’tan kurtulurlardı
Nasıl ki, siz bir dava ile ortaya çıksanız ve davanızın doğruluğunu ispat etmek için “şu taşı kimse kaldıramaz diyerek güçlü insanlara meydan okusanız, sizin davanızı iptal etmek için en kısa yol; “kaldıramazsınız diyerek işaret ettiğiniz taşı kaldırmaktır O taş kaldırıldığı zaman siz ve davanız çürür gider O taşın kaldırılmayıp, sizinle savaş edilmesi ise ispat eder ki; o taş, kimse tarafından kaldırılamayan bir taştır ve siz davanızda sadıksınızdır
İşte bu misalde olduğu gibi Efendimiz (Sav) “Bu Kur’an’ın bir suresinin bile mislini getiremezsiniz diyerek meydan okudu Hâlbuki kibir ve azametleri, benlik ve gururları gereği gece gündüz çalışıp Kur’an’ın bir benzerini yapmalıydılar ki, âleme karşı rezil olmasınlar
Hem Onlar, bir surenin mislini getirebilselerdi Kur’an’ın davası iptal olacaktı Hâlbuki onlar savaş gibi en dehşetli ve uzun bir yolu tercih ettiler
Demek meşhur Cahız’ın dediği gibi “Muarazai bil huruf mümkün değildi, Muharebei bissuyufa mecbur oldular yani harfler ile söz meydanına çıkmak mümkün olmadığından, kılıçlarla harp meydanına çıkmaya mecbur oldular
Eğer desen: Nasıl biliyoruz ki kimse söz meydanına çıkamadı ve Kur’an gibi bir kitabı getirmeye teşebbüs edemedi ve Kur’an gibi bir kitap getirilemedi Hem birbirlerine yardımda mı fayda vermedi?
Eğer muaraza yani sözle mücadele ve Kur’an’ın benzeri bir kitap getirmek mümkün olsaydı herhalde kati teşebbüs edilecekti Çünkü dinleri, canları, malları ve izzetleri tehlikedeydi
Eğer teşebbüs edilseydi ve Kur’an’a benzer bir kitap getirilseydi her halükarda pek çok taraftar bulacaktı Çünkü Kur’an’a karşı gelen kâfirler ve münafıklar gayet çok ve kalabalık idi
Eğer taraftar bulsaydı her halükarda şöhret bulacaktı Çünkü küçük bir mücadele bile beşerin fikrini celb edip destanlarda yer alıyor Böyle acayip bir mücadele ise asla gizli kalamaz Nasıl ki kâfirler, İslamiyet’in aleyhinde her şeyi neşretmişler, elbette bunu da herkese neşredip, âleme yayacaklardı
Ve eğer neşretselerdi, tarihlere ve kitaplara şaşalı bir surette geçecekti İşte meydanda bütün tarihler ve kitaplar Her yerini araştırsanız Müseylemei kezzabın kendisini rezil ettiği bir iki fıkradan başka hiçbir şey bulamazsınız
Demek Kur’an’ın taklidini getirmek mümkün değildir Ve getirilememiştir Bu da ispat eder ki Kur’an, Allah’ın kelamıdır
Eğer denilse: “Kur’an’ın bir suresine değil, bir tek ayetine, hatta bir tek cümlesine, hatta bir tek kelimesine bile muaraza edilemez ve edilememiş sözünde mübalağa görünüyor ve akıl kabul etmiyor Çünkü insanların sözlerinde Kur’an cümlelerine benzeyen çok cümleler var
Cevap: Her kelam kendisini söyleyenin mührünü taşımaktadır Lisan aynı da olsa, kabiliyetlerin farklılığı, ilim ve belagattaki üstünlük gibi hususlar, kelamlara ayrı ayrı meziyetler kazandırmakta ve ehli için, o sözün kime ait olduğunu adeta haykırmaktadır
Mesela, hepimiz Türkçe konuştuğumuz halde Yunus Emre’nin veya Mehmet Akif’in bir şiirini işittiğimizde bu şiirlerin şairlerini derhal ayırt edebiliyoruz
Demek ki sözlerde Türkçe’nin ötesinde bir şey var O da bu zatlardaki kemâlâtın, belâgatın ve ilmin söze aksetmesinden ibaret olan mahsus bir mühürdür ki, bizim sözlerimizde bulunmuyor
Her ilim ve kemal ehlinin sözü sahibinin mührünü taşırsa, elbette O Allah ki, bütün kemâlât, onun kemaline nispeten zayıf bir gölgedir Öyleyse O’nun kelamı da, o kemale yakışır bir mucizelik mührünü taşıyacaktır
Bu sırrı idrak edemeyen ve kelamdan anlamayan bazı haddini bilmez kimseler, Kur’an’ın Arapça nazil olması cihetiyle “aynı lisandan Kur’an’ın neden benzeri getirilmesin gibi cahilâne bir iddiada bulunuyorlar
İnsanlar, Cenabı Hakkın yarattığı odundan ancak tahta, tahtadan da masa ve sandalye gibi şeyler yapabilmektedir Allah ise, odundan meyve yapıyor, yaprak ve çiçek çıkarıyor Demek ki iş odun da değil, ustadadır
Aynı şekilde insanlar topraktan çömlek yapmakta, kâinatın sanatkârı ise topraktan insan yapmaktadır Kâinatta ki 300 elementi, birer harfe benzetirsek, Allah bu harflerle, bitkilerden, hayvanlara; insanlardan, denizlere ve yıldızlara kadar bütün mahlûkatını yazmıştır
Cenabı Hakkın, element harfleriyle yazdığı bir kelime olan elmanın, insanlarca taklit edilmesi mümkün değildir Hâlbuki onun yapılmasında kullanılan elementleri, insanların da kullanabilmeleri imkân dâhilindedir İnsanların bir güneş yapmaları ve duha vaktini getirmeleri mümkün olmadığı gibi “veşşemsi ve duhâha (güneşe ve duhâ vaktine yemin olsun ki) ayetinin benzerini getirmeleri de mümkün değildir
Kur’an’da ki ifadenin güzelliği ve manaların meziyetini taklit etmek, beşerin kuvvetinin üstündedir ve taklit edemezler Zira Kur’anı Hâkimin cümleleri, kelimeleri birbirine bakar Bazı olur, bir kelime on yere bakar Onda, on belagat nüktesi ve on münasebet bulunur Mesela, nasıl ki, nakışlı ve süslü bir sarayda, muhtelif nakışların düğümü hükmündeki bir taşı, bütün nakışlara bakacak bir yerde yerleştirmek, bütün o duvarı nakışlarıyla bilmeye bağlıdır Bütün duvarı, nakışlarıyla bilemeyen, o duvara bir nakşı ilave edemez Eğer etse, güzelliğini bozar
Hem nasıl ki, insanın başındaki gözü, yerine yerleştirmek, bütün cesedin münasebetlerini, acayip vazifelerini ve gözün o vazifelere karşı vaziyetini bilmekle olur Öyle de Kur’an’ın kelimelerinde pek çok muhtelif münasebetler ve diğer ayetlere, cümlelere bakan çok vecihler ve alakalar vardır Hatta harflerden mana çıkarıp açıklayan âlimler bir Kur’an harfinde bir sayfa kadar sırrı beyan ederek bu hakikati ispat etmişlerdir
İşte insanın sözlerinde Kur’an kelimeleri gibi kelimeler belki cümleler olabilir Fakat Kur’an’da ki o kelimeler ve cümleler, diğer kelime ve cümlelerle çok münasebetler içindedir Beşer ise, sözünde bu tür münasebetleri gözetmekten acizdir
Bu yüzden Kur’an’ın mislini getirmek mümkün değildir Şimdi bu hakikatin binlerce numunesinden bazı misalleri beyan edelim ki, Kur’an’ın mislini getirmenin mümkün olmadığı, iki kere iki dört eder katiyetinde anlaşılsın
Kur’an’ın Nazmındaki Cezalet Harikadır
Kur’an’ın nazmında bir cezalet, yani ayetlerin tertip ve düzeninde bir güzellik vardır ki, beşer sözünde bu güzellik bulunmaz Bu güzelliğin binlerce numunesi Kur’an’da mevcuttur Bizler iki misalle Kur’an’ın nazmındaki güzelliği göstereceğiz:
1 ??????? ???????????? ???????? ????? ??????? ???????
“Andolsun, onlara rabbinin azabından bir esinti dokunmuş olsa (Enbiya: 46)
Allahu Teala bu ayette, azabın dehşetini göstermek için, en azının şiddetli tesirini göstermek ister Yani “bırakın azabın dokunmasını, azabın bir esintisi bile dokunsa onlara yeter
Demek ki ayet, azabın bir parçasını ifade ediyor ve büyüğünü düşündürmekle tehdit ediyor
İşte Kur’an’ın nazmındaki güzelliğe bakın ki, ayetin bütün kelimeleri o azlığa bakıp, manaya kuvvet verecek şekildedir;
Lein lafzı; Arapça’da teşkik yani şüphe edatıdır Şüphe ise azlığı ifade eder
Mess lafzı; “azıcık dokunmak manasındadır ki, yine azlığı ifade eder
Nefhatün lafzı; bu kelimenin manası “bir esinti, bir kokucuk olup azlığı ifade ettiği gibi, sîgası da “bire delalet eder Demek bu lafız hem mana hem sîga cihetiyle azlığa işaret eder
Min lafzı; Arapça da “teb’iz edatıdır, “bir parça demektir Demek bu edat da azlığı ifade eder
Rabbike lafzı; Allah bu ayette kendisini “rab ismiyle beyan buyurmuş Bu isim, kahhar (kahreden), cebbar istediğini mutlak yapan azamet sahibi), mûntakim (intikam alan) isimlerine bedel, yine şefkati ve merhameti hissettirmekle, azlığa işaret ediyor Allah, diğer isimlerinden birini burada zikir edebilecek iken ayetin umum manası “az bir azaptan bahsettiği için azlığı ifade edecek rab ismiyle beyan buyurmuştur
Ayet bu bütünlük ile şu manayı ifade eder “bu kadar az bir azap böyle tesirli ise, azabın kendisi ne kadar dehşetli olur kıyas edin,
İşte gördüğünüz gibi ayette geçen her kelime manaya kuvvet verecek şekilde gelmiştir Adeta her bir kelime kendi lisanıyla umum manaya kuvvet verir ve onu takviye eder Beşer sözünde ise böyle ince nükteler olmaz
Şimdi öyle bir cümle kuracaksınız ki, kısa olsun, üç kelimeden oluşsun ve bu üç kelimede yedi farklı hüküm olsun Ve kelimenin her bir hecesi bu manalara kuvvet versin
Böyle bir cümle kurmak, beşerin kuvvetinin üstündedir Beşerin en dâhi edipleri bile bunu yapamamıştır Nerede kaldı ki bunu ümmî olan, okuma yazma bilmeyen bir zat yapabilsin?
Şimdi ikinci misalimiz:
???????? ????????????? ??????????
“Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler (Bakara: 3)
Sadakanın ve zekâtın kabulü için bazı şartlar vardır ki, bu ayet, bu kısa ifadesiyle bütün bu şartları beyan eder:
1 Sadakayı vermekte israf etmemek ve sadakaya muhtaç olacak şekilde sadaka vermemek: Bu manayı ayetin başındaki “mimmâ lafzındaki “min ifade eder “min teb’iz edatı olduğundan azlığı ifade ederek, bütün malın sadaka olarak verilmemesi ve sadakaya muhtaç olunmamasını beyan eder
2 Başkasından alıp, başkasına vermek değil, kendi malından vermektir: Bu şartı da “mimmâ lafzının takdimi yani ayetin başında gelmesi ifade ediyor Yani “size rızık olandan veriniz, başkasının rızkından değil
3 Sadakayı verirken başa kakmamak ve minnet beklememektir: Bu şarta “razeknâ (biz rızık verdik) lafzı işaret eder Yani “ben size rızkı veriyorum Rızkın sahibi benim Sizler benim malımdan, benim kuluma vermektesiniz Bundan dolayı başa kakmaya ve minnet beklemeye hakkınız yoktur
4 Fakirlik korkusuyla sadaka terk edilmemelidir: Bu manayı “razeknâ daki “nâ işaret eder Rızkın “nâ ya isnadı fakirlikten korkulmamasına işaret eder Yani “biz verdik, bizim ise hazinelerimiz bitmez ve vermekle tükenmez
5 Sadaka öyle adama verilmeli ki, nafakasını ve geçimini temin etsin, yoksa zevke, eğlenceye ve haram şeylere sarf edenlere sadaka olmaz Şu şarta “yunfikûn lafzındaki “nafaka ifadesi işaret eder Zira nafaka, geçim için lüzumlu olan şey manasındadır
6 Sadaka sadece mala münhasır değildir, ilimle, fiille, söz ile nasihat ile de olur: Bu manaya “mimmâ lafzındaki “mâ ile, rızkın mutlak bırakılması yani rızık türünün belirtilmemesi işaret eder Zira türünün belirtilmemesi, bütün rızıkları içine alır
7 Sadaka Allah namına verilmelidir: Bu şartı da “razeknâ ifade ediyor Yani “mal benimdir, benim namımla vermelisiniz
İşte sadakayı ifade eden şu kısacık cümlede, sadakanın 7 şartına birden işaret edilmiş
Ayetteki kelimeler bu şartları beyan edecek şekilde seçilmiş Hâlbuki beşer böyle ince nükteleri kelamında düşünemez
Kur’an’ın nazmındaki güzelliği beyan edebileceğimiz yüzlerce ayet var Bizler bu bahsi bu iki misalle kapatarak Kur’an’ın manasındaki belagatın ne kadar harika olduğu bahsine geçiyoruz
Kur’an’ın Manasında Ki Belagat Harikadır
Kur’an’ın manasındaki belagat yani sözü, yerinde, etkili ve en güzel bir şekilde ifade etmesi o kadar harikadır ki, taklidi mümkün değildir Ve beşer sözü olmadığının delilidir
Bizler iki misal ile Kur’an’ın manasındaki belagatı zevk ettireceğiz Diğer ayetlerin manalarında ki kuvvet, belagat ve ulvi ifade bunlara kıyas edilebilir
Misal:
??????? ??????? ??? ??? ????????????? ????? ??? ????????? ?????? ?????????? ??????????
“Göklerde ve yerlerde olan her şey Allah’ı tesbih eder O azizdir ve hakîmdir (Saf: 1)
Bu ayetin manasındaki belagatı zevk etmek istersek, kendimizi, Kur’an’ın nuru inmeden evvel, cahiliyet asrında farz edelim
Görürüz ki, ; her şey cehalet karanlığı ve gaflet perdesi altında ölü, cansız, vazifesiz, şuursuz, perişan olarak, şu boş ve ıssız fezada ve kararsız ve fani bir dünya da bulunuyor Küfrün gözüyle kâinat; manasız, kıymetsiz ve tesadüfün oyuncağı
İşte böyle bir zamanda Kur’an, “Yerde ve gökte her şey Allah’ı tesbih eder ayetiyle, kâinatın üstünde ve dünyanın yüzünde öyle bir perde açtı ki, bu kâinatı bir mescit hükmüne getirdi Başta gökyüzü ve yeryüzü olarak, içindeki bütün varlıklar bu mescitte zikir ve tesbihte, ve vazife başında coşup taşarak, mesut ve memnun bir vaziyette bulunuyorlar
Adeta o ölü, perişan ve vazifesiz zannedilen mevcudat “sebbeha (tesbih ediyorlar) sedasıyla, ayeti dinleyenlerin zihninde diriliyor, uyanık oluyor ve kıyam edip zikrediyor
Ve ayetin manasındaki ulviyet ile gökyüzü sanki bir ağız, yıldızlar o ağzın hikmetli kelimeleri ve yeryüzü bir baş, deniz ve karalar o başın dilleri ve bütün hayvan ve bitkiler ise, o dilin, çok tesbih eden kelimeleri suretinde gözükür
2 Misal:
Rahman suresi 33 ve 36 ayetler arası:
??? ???????? ???????? ?????????? ???? ????????????? ??? ????????? ???? ????????? ????????????? ??????????? ?????????? ??? ?????????? ?????? ??????????? * ????????? ????? ?????????? ????????????* ???????? ??????????? ??????? ???? ?????? ????????? ????? ???????????? * ????????? ????? ?????????? ????????????
“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye gücünüz yeterse geçin gidin Allah'ın verdiği bir güç olmadan geçemezsiniz Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? Üzerinize ateşten alev ve duman gönderilir, kendinizi savunamazsınız Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz
İmtihan sırrından dolayı insanlara ve cinlere, kötülüğü, fenalığı ve inkârı tercih etme izni verildiğinden, nihayetsiz bir inat ve inkârda bulunabilirler Ve kendilerini yoktan var eden Allaha düşman olurlar
İşte bunun için Kur’anı Kerim öyle belagatlı ve yüksek bir üslupla hitap eder ki, cinleri ve insanları, mananın kuvvetiyle isyandan ve azgınlıktan sakındırır Okuduğumuz ayetin manasına kulak vererek bu belagata şahit olalım:
“Ey acz ve küçüklüğü içinde gururlu ve hakka karşı direnen ve zaaf ve fakirliği içinde asi ve inatçı olan insanlar ve cinler! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi elinizden gelirse mülkümün sınırlarından çıkınız
Nasıl cesaret edersiniz ki;
Öyle bir sultanın emirlerine karşı gelirsiniz ki, yıldızlar, aylar, güneşler itaatkâr askerler gibi emirlerine boyun eğerler
Hem azgınlığınız ile öyle celal sahibi bir hâkime karşı mücadele ediyorsunuz ki, O’nun öyle azâmetli, itaatkar askerleri var ki, faraza şeytanlarınız dayanabilseler, onları dağ gibi güllelerle taşlarlardı
Hem inkârınızla öyle celal sahibi bir mâlikin memleketinde isyan ediyorsunuz ki, Onun askerlerinden öyleleri var ki, değil sizin gibi küçük, aciz mahluklar, belki farzı muhal olarak dağ ve yer büyüklüğünde birer kafir düşman olsaydınız, dağ ve yer büyüklüğündeki yıldızları, ateşli demirleri size atabilir ve sizi dağıtabilirlerdi
Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki, onunla öyleleri bağlıdır ki, eğer lüzum olsa dünyanızı yüzünüze çarpar, gülleler hükmündeki yıldızları üstünüze Allah’ın izniyle yağdırabilirler
Diğer ayetlerin manalarındaki kuvvet ve belagatı ve ayetlerin ifadesindeki ulviyeti bunlara kıyas edelim
Peygamber efendimiz (Sav) ümmî idi Yani okuma yazma bilmezdi Kur’anı Kerim efendimizin ümmîliğini Ankebut suresi 48 ayette şöyle ifade eder: “Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın Öyle olsaydı batıla uyanlar kuşku duyarlardı
İşte efendimiz bu ayetin de beyanıyla bir harf bile yazmamıştır
Acaba böyle ulvi ifadelerin ümmi olan yani okuma yazma bilmeyen bir zattan çıkması hiç mümkün müdür?
Kur’an’ın Üslubundaki Bedâet Harikadır
Kur’an’ın üslubundaki bedâet yani ifade tarzındaki güzellik hayret vericidir Üslubu hem harikadır, hem ikna edicidir Hiçbir şeyi ve hiç kimseyi taklit etmemiş, hiç kimse de onu taklit edememiştir Kur’an’ın ifade tarzındaki güzelliği ve harikalığı anlamak istersek, Kur’an ayetlerinin tamamına müracaat etmek gerekir Biz sadece birkaç misal ile bu bahsi izah edeceğiz
Mesela bir kısım surelerin başında şifre misal “Elif lam mim ,“elif lam râ ,“tâ hâ, “yâsîn gibi mukattaa harfleri zikir edilmiş Şimdi, bu harflerin icazından kısa bir bölümü beyan edeceğiz Bununla, Kur’an’ın beyanındaki güzelliği ve harikalığı bir derece görebiliriz:
1 Hece harflerinin adedi; sakin elif sayılmamak kaydıyla 28’dir Kur’an’da, surelerin başında, bu harflerin yarısı zikir edilmiş, yarısı terk edilmiştir
2 Kur’an’ın aldığı yarım, terk ettiği yarıma kıyasla daha fazla kullanılan harflerdir
3 Telaffuzu lisana daha kolay olan “elif lam mim, diğer harflere kıyasla daha çok tekrar edilmiştir
4 Kur’an’da geçen bu harfler, hece harflerinin sayısı kadar surelere bölüştürülmüştür Yani 28 hece harfinden on dört’ü alınmış ve bunlar 28 surenin başında zikir edilmiştir
5 Hece harfleri mechure, mehmuse, şedide, rahve, zelaka, kalkale gibi kısımlara ayrılır Kur’an bu kısımların her birisinden, yarısını almıştır
6 Eşi olmayan “evtar denilen harflerden ise, hafifinden çok, ağırından azını almıştır
Kur’an’ı Kerim’in surelerinin başında geçen mukattaa harflerinin bu şekilde zikri; 504 ihtimalden bir ihtimaldir Ve seçilen şu yoldan başka hiçbir yol ile bu tasnif mümkün değildir
Adeta Kur’an, sadece bu harflerin dizilişindeki harikalığı göstererek bile düşmanlarına meydan okuyor ve diyor ki:
“Benim mislim bir kitap getiremiyorsunuz, o halde sadece bu harflerden bir benzer yapınız, lakin bunu da yapamazsınız
Kur’an’ın üslubunda öyle bir güzellik vardır ki, Mekkeli müşrikler, Hz Muhammed’in (Sav) peygamberliğini inkâr etseler bile, bu üslubun güzelliğinden, geceleyin gizlice Efendimiz (Sav) in evinin etrafına gider ve Kur’an’ı dinlerlerdi Birbirlerine rast geldiklerinde ise bunu kimseye söylememek üzere karşılıklı yeminleşirlerdi
Kur’an’ın üslubu adeta mıknatıs gibi onları kendine çekerdi Onlar bile Kur’an’ın üslubundaki bu güzelliği inkâr edememiş, ancak bu güzelliğe “Bu bir sihirdir demişlerdir
Aslında Kur’an’ın üslubundaki bu güzelliği anlamak için çok Arapça bilmeye ihtiyaç bile yoktur Hatta hiç Arapça bilmese bile, insaflı bir kulak sahibi, Kur’an’ın üslubundaki bu güzellik karşısında hayret secdesine kapanır İşte birkaç numuneye bakalım! Bu emsalsiz ifadenin bir beşer sözü olması hiç mümkün mü?
“Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar kararıp döküldüğünde, dağlar sallanıp yürütüldüğünde, gebe develer salıverildiğinde, vahşi hayvanlar hasredildiğinde, denizler kaynatıldığında, nefisler birleştiğinde, diri diri gömülen kızlara “suçunuz neydi diye sorulduğunda, defterler getirilip açıldığında, gökyüzü kazınıp yerinden oynatıldığında, cehennem tutuşturulduğunda ve cennet yakınlaştırıldığında, her kişi ne hazırladığını bilir (Tekvir: 114)
“Gökyüzü yarıldığında, yıldızlar döküldüğünde, denizler birbirine katıldığında, kabirler deşildiğinde her nefis ne gönderdiğini ve neyi geride bıraktığını anlar Ey insan! seni rabbine karşı azdıran nedir? Hâlbuki o seni yoktan yarattı, seni düzgün ve endamlı kıldı ve sana adaletle muamele etti (İnfitar: 18)
İşte Kur’an’ın üslubundaki şu güzelliğe şahit ol, hiç mümkün müdür ki, bu harika üslup, ümmi olan, okuma yazma bilmeyen bir zatın malı olsun? Hâşâ! Asla olamaz
Hem Efendimizin sözleri olan Hadisi şeriflerdeki ifade tarzı ile Kur’an’ın üslubu arasında bariz fark vardır İkisi birbirine benzemez Hatta Kur’an’ın üslubuna azıcık âşinalığı olan birisi bile bu farkı fark eder Kendisine, Kur’an’dan başka bir şey okunduğunda; “bu, Kur’an’ın ifadesine benzemiyor der
İşte hadisler ile ayetlerin arasındaki ifade tarzının farklılığı ve Kur’an’ın üslubunun harikalığı ve bu ifade tarzının beşer tarafından taklit edilemeyişi ispat eder ki; Kur’an Allah’ın kelamıdır
Kur’an’ın Lafzındaki Fesahat Harikadır
Nasıl ki Kur’an’ın manalarında bir güzellik vardır Beşer taklit edemiyor Aynen öyle de Kur’an’ın lafzında yani kelimelerinde de bir güzellik ve bir selâset vardır ki taklidi mümkün değildir
Selâset: okunuşunun kolay ve akıcı olması ve ahenkli bir ifadenin bulunmasıdır Selâsetin varlığına şunlar delildir:
1 Okunduğunda usandırmaması; Evet Kur’an ayetleri binler defa tekrar edilse yine usandırmıyor, aksine lezzet veriyor
2 Kur’an’ın kelimelerindeki kusursuzluğa ve selasete, belagatın dahi âlimleri şahittir Malumdur ki, bir fende ve sanatta, münakaşaya sebep olan bir meselede, o fen ve sanatın dâhilerinin sözü geçer En büyük bir mimarın sözü, küçük bir hastalığın keşfinde, küçük bir doktor kadar geçmez ve sözünün, onun sözü kadar kıymeti yoktur
O halde madem konumuz Kur’an’ın kelimelerindeki mükemmellik ve akıcılıktır Elbette belagat ve edebiyatın dahi âlimlerinin sözü, bu fenden olmayan binlerce insanın sözüne tercih edilir İşte o dâhilerden Zemahşeri, Sekkâki, Abdülkâhir Cürcâni gibi âlimler Kur’an’ı harf harf tetkik etmişler ve kelimelerindeki selâsete hayran olarak, bu selaseti beyan ve ispat etmişlerdir
3 Selâsetin varlığına; küçük bir çocuğun hafızasına kolayca girmesi ve ona ağır gelmemesi delildir Küçük bir çocuk kendi lisanında olan bir şiiri bile ezberleyemez iken 600 sayfalık Kur’an’ı kolayca ezberleyebiliyor Bu, selasetten başka ne ile izah edilebilir?
4 Hem en hastalıklı, az bir sözden rahatsız olan kulağa, nahoş gelmiyor, hoş geliyor O hasta, Kur’an’ı dinlerken teneffüs ediyor Bu da Kur’an’ın ifadesindeki akıcılığa delildir
5 Kur’an, ölüm sekerâtında olanın damağına şerbet gibi oluyor, ona leziz geliyor
6 Kur’an’ın düşmanları dahi selasetine hayran olmuşlardır Hatta Kureyşin reislerinden âlim bir zat, müşrikler tarafından, Kur’an’ı dinlemek için gönderilmiş O da gitmiş ve dinlemiş Ve döndüğünde demiş ki: “Şu kelamın öyle bir tatlılığı var ki, insan sözüne benzemez Ben şairleri, kâhinleri biliyorum Bu, onların sözlerine hiç benzemez Olsa olsa bize tabi olanları kandırmak için buna sihir demeliyiz İşte, Kur’an’ı kerimin ifadelerine, en inatçı düşmanları bile hayran oluyorlar
Şimdi Kur’an’ın kelimelerindeki harika fesahate ve selasete yani ifadelerinin düzgün ve okunuşunun kolay ve akıcı oluşuna, binler numuneden bir numuneyi misal olarak beyan edelim
????? ??????? ????????? ???? ?????? ???????? ???????? ????????? ??????? ????????? ????????
(Ali İmran: 154)
İşte şu ayette bütün hece harfleri mevcuttur Buna rağmen selâset ve akıcılık bozulmamış Okunması dile zor gelmiyor Hem şu mucizeliğe dikkat edelim:
1 Hece harflerinden “yâ ile “elif, en hafif ve birbirine dönüştüğü için iki kardeş gibi 21 kere tekrar edilmiş
2 “mim ile “nun birbirinin kardeşi ve birbirinin yerine geçtiği için her birisi 33’er defa zikir edilmiş
3 “sin “şın “sad mahreçce, sıfatça, sesçe kardeş oldukları için her biri üçer defa zikredilmiş
4 “ayın “gayın kardeş oldukları halde “ayın daha hafif “gayın daha ağır olduğundan “ayın 6 defa “gayın onun yarısı kadar 3 defa zikir edilmiş
5 “zel “zı “tı ve “zı mahreççe, sıfatça, sesçe kardeş oldukları için her birisi 2’şer defa zikredilmiş
6 “lam ile “elif beraber ikisi “lamelif suretinde birleştikleri için ve “elifin “lamelif suretinde hissesi “lam ın yarısıdır Onun için “lam 42 defa, “elif onun yarısı kadar, 21 defa zikredilmiş
7 “hemze “he ile mahreçte kardeş oldukları için “hemze 13, “he bir derece hafif olduğu için on dört defa zikir edilmiş
8 “fe “kaf “kef harfleri kardeş oldukları için ve “kafın bir noktası fazla olduğundan “kaf 10, “fe 9 “kef 9 defa zikredilmiş Ve yine “be harfi noktalı olduğundan 9 kere, “te ise derecesi 3 olduğu ve alfabenin üçüncü harfi olduğu için 9 artı 3 toplam 12 defa zikir edilmiş
9“ha “hı “se(peltek) ve “dad harfleri ağırlıklarından dolayı sadece birer defa zikredilmiş
10 “vav; “he den ve hemzeden daha hafif, “ye den ve “eliften daha ağır olduğu için 17 defa; ağır hemzeden 4 derece yukarı, hafif eliften 4 derece aşağı zikir edilmiştir
İşte şu harflerin bu harika ve muntazam vaziyetleri iki kere iki dört eder derecesinde ispat eder ki; bu söz Allah’ın sözüdür
Beşerin haddine değildir ki şu vaziyeti yapabilsin Tesadüf de imkânsızdır ki, ona karışabilsin
Hem madem harflerinde bile böyle intizam gözetilmiş, elbette kelimelerinde, cümlelerinde, manalarında öyle esrarlı bir intizam gözetilmiştir ki; göz görse “maşallah, akıl anlasa “bârekallah diyecektir
Kur’an’ın Beyanındaki Beraat Harikadır
Kur’an’ın beyanındaki beraat yani ifadesindeki üstünlük ve haşmet harikadır Evet, Kur’anı Kerim, ifade çeşitlerinden ve hitap derecelerinden olan:
Tergib; yani şevklendirme ve ümitlendirme,
Terhib; yani korkutma,
Medih ve zemm; yani övme ve yerme,
İfham ve talim; yani bildirme ve öğretme ve
İspat ve irşad gibi, beyanın ve ifadenin bütün mertebelerinde emsalsizdir
Mesela teşvik makamının yüzlerce misallerinden sadece İnsan suresine bakalım Orjinali okumayı veya dinlemeyi tavsiye ederek, sadece malinin bile Nasıl kevser suyu gibi hoş, selsebil suyu gibi tatlı olduğunu görelim:
“İyiler ise kâfur katılmış bir kadehten içerler Bu Allah’ın has kullarının içtikleri ve istedikleri yere akıttıkları bir pınardır
Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri lütfeder Orada koltuklara kurulmuş olarak, ne yakıcı bir sıcak görülür, ne de dondurucu bir soğuk Cennet ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar Kolayca koparılan meyveler istifadelerine sunulur
Yanlarında gümüş kaplar ve billur kâseler, gümüşî beyazlıkta şeffaf kupalarla dolaşılır ki, cennet sakinlerine, iştahları ölçüsünce tayin ve takdir ederler Orada onlara bir kâseden içirilir ki, bu şarabın karışımında zencefil vardır
Bu şarap orada bir pınardır ki adına sel sebil denir O insanların etrafında öyle ölümsüz genç hizmetçiler dolaşır ki, onları gördüğünde, kendilerini, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın Ne yana bakarsan bak nimet ve ulu bir saltanat görürsün Üzerlerinde yeşil renkli, ince ve kalın elbiseler vardır Gümüş bilezikler takınmışlardır
Rableri onlara tertemiz bir içki verir Onlara şöyle denir: bu, sizin için bir mükâfattır Sizin gayretiniz, karşılığını bulmuştur (İnsan: 522)
Ve şimdi de korkutma ve tehdit makamının onlarca misalinden sadece Gâşiye ve Duhan surelerine bakalım ve bu makamda dahi Kur’an’ın hitabının emsalsiz olduğuna şahit olalım:
“Gâşiyenin haberi sana geldi mi?
O gün bir takım yüzler alçalır, durmadan çalışır ve yorulur, kızgın ateşe atılır, kaynar su akıtan pınardan içirilir, onlar için yemek yoktur
Ancak onlara, gıda olmayan ve açlığı da gidermeyen kuru dikenden yapılmış bir yiyecek verilir (Gaşiye: 17)
“Şüphesiz hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı gündür O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez
Zakkum ağacı günahkârların yemeğidir Tıpkı erimiş madenler gibi karınlarında kaynar Kaynar suyun kaynaması gibi
Allah, zebanilere emreder: Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra azap olarak üstüne kaynar su dökün ve deyin ki; tat bakalım, çünkü sen kendince üstündün ve şerefliydin
İşte muhakkak ki bu, şüphe edip durduğunuz şeydir (Duhan: 4050)
Ve medih makamında dahi Kur’an’ın emsalsiz olduğunu anlamak için başlarında “Elhamdülillah (Allaha hamd olsun) ifadesi olan surelere bak ve gör ki, Kur’an’ın ifadeleri güneş gibi parlak, yıldız gibi ziynetli, gökyüzü ve zemin gibi haşmetli, melekler gibi sevimli, dünya da yavrulara rahmet gibi şefkatli ve ahirette cennet gibi güzeldir:
Medih makamında, Kur’an’ın beyanlarına hiçbir beşer sözü yetişemediği gibi, Sakındırma ve men etme makamında da Kur’an’ın ifadesi eşsizdir İşte bu makamın binler misallerinden bir misal:
????????? ?????????? ??? ???????? ?????? ??????? ???????
“Sizden birisi ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı (Hucurat: 12)
İşte bu ayet gıybet etmeği yani: Başkasının hakkında, o kişinin bulunmadığı bir yerde, işittiğinde hoşlanmayacağı bir şekilde konuşmayı, şu kısacık ifadesiyle 6 derece kötüler ve şiddetle yasaklar şöyle ki:
1Ayetin başındaki “hemze, hayret ifade eden bir soru edatıdır Bu kelimeler, cümlenin bütün kelimelerine girer İşte birinci “hemze ile der: hayret, soru ve cevap mahalli olan aklınız yok mudur ki, bu derece çirkin bir işi anlamıyor?
2 “Yuhibbu (hoşlanır) lafzı ile der, “acaba, sevmek ve nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en nefret edilen bir işi sever
3 “Ehadüküm (Sizden biri) kelimesiyle der ki: “cemaatten hayatını alan, sosyal hayat ve medeniyetiniz ne olmuş ki böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder
4 “En ye’küle lahme (etini yemek) kelamıyla der: “insaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına, arkadaşınızı dişle parçalamayı yapıyorsunuz
5 “Ehîhi (kardeşi) kelimesiyle der, “hiç kendi cinsinize karşı şefkat duygusu yok mu ki, çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun manevî şahsiyetini insafsızca dişliyorsunuz
6 “Meyten (ölmüş olan) kelimesiyle der: vicdanınız nerede, fıtratınız bozulmuş mu ki, ölmüş kardeşine karşı etini yemek gibi en çirkin bir işi yapıyorsunuz
Demek gıybet, aklen, kalben, insaniyeten, vicdanen, fıtraten ve kendi soyunu sevmek cihetiyle kötülenmiştir İşte bak, şu ayet nasıl her kelimesiyle 6 mertebede gıybeti kötülemekle, menetme makamında dahi emsalsiz olduğunu ispat ediyor
Hem Kur’an’ın ispat makamında da emsali yoktur İşte bu makamın yüzler misallerinden bir misal:
???????? ????? ?????? ???????? ??????? ?????? ??????? ????????? ?????? ????????? ????? ?????? ????????? ?????????? ?????? ????? ????? ?????? ???????
“Allah’ın rahmet eserlerine bakınız, ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir O her şeye gücü yetendir (Rum: 50)
Bu ayet, öldükten sonra dirilmeyi ispat etmek için öyle bir tarzda beyan eder ki, bunun üstünde beyan olamaz
Şöyle ki; her bahar mevsiminde, yeryüzünü diriltmek keyfiyetinde, kışın ölen mahlûkları, yazın tekrar iade etmekle, öldükten sonra dirilmenin numunelerini insana gösteriyor ve diyor ki:
“Bunları böyle yapan zata, kıyamet ve öldükten sonra diriltme ağır gelmez, şu zeminin yüzünde yüz binler çeşit canlıları; beraber, birbiri içinde, hatasız ve kusursuz icat eden zata ne ağır gelebilir ki?
İşte Kur’an, öldükten sonra dirilmeyi, kışın ölüp, yazın dirilen bitkileri ve hayvanları göstermekle ispat eder Ve ispat makamında dahi emsalsiz olduğunu ilan eder
Kur’an’ın, ispat makamında eşi olmadığı gibi, irşad, yani “doğru yolu gösterme, aklı ve kalbi ikna edici ve tesirli sözlerle gafletten uyandırıp hidayet yoluna ulaştırma makamında da eşi yoktur
Kur’an’ı okuyarak gafletten kurtulan ve hidayet bulan yüz milyonlar buna şahittir Hatta bazen, en azgınları bile, bir ayetiyle irşad eder Onları tövbe kapısına sevk eder
Amma ifham ve talimde yani anlatma ve öğretme makamında Kur’an’ın beyanı o kadar harikadır ki, en basit bir insan bile onun ifadesiyle en derin bir hakikati kolayca anlar
Evet, nasıl ki, bir çocuk ile konuşulsa, çocukça tabirler kullanılır, öyle de, Kur’an da, muhatabın derecesine göre konuşur, en büyük âlimlerin fikirlerinin yetişemediği derin ve ince hakikatler ve sırlar, bir kısım temsiller ve teşbihler ile en cahil kimseye bile ifade edilir
Kur’an’ın manaları, dağ gibi akılları doyurduğu gibi, küçücük ve basit akılları da ihmal etmez, onları da aynı sözlerle tatmin eder En âlim ile en cahil, omuz omuza, diz dize vererek Kur’an’ın dersini dinler ve istifade eder Her kalp ve her akıl o sofradan gıdalarını bulur Şu makama misal istersen Kur’an baştan sona bu makamın misalleridir
Linkleri sadece kayıtlı üyelerimiz görebilirForumTR üyesi olmak için tıklayınız
Hz Musa (AS) zamanında sihir revaçta olduğu için, mucizelerinin çoğu ona benzer bir tarzda gelmiştir Asasının yılan olması ve parlak el mucizeleri gibi…
Hz İsa (AS) zamanında ise tıp revaçta olduğundan, mucizelerinin çoğu o cinsten gelmiştir Ölüleri diriltmesi, alaca hastalığını tedavi etmesi gibi…
Bu sayede hakka karşı gelen kâfirlere, en mâhir oldukları sahada meydan okumuşlar ve Allah’ın izniyle de galip gelmişlerdir
Hz Muhammed (Sav) zamanında ise dört şey revaçtaydı:
1 Belagat ve fesahat
Fesahat: sözün, lafız, mana ve ahenk itibariyle kusursuz olması ve kelimelerin söylenişinin tatlı, manasının da söylenirken hemen zihne girmesidir Bu keyfiyetlerin birincisi kelime ve cümle ahengi ile ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile alakadardır Fesahatin daha yüksek olan derecesine ise belagat denir
2 Şiir ve hitabet
3 Kâhinlik ve gaybdan haber vermek
4 Geçmiş hadiseleri, kâinatın ve varlıkların yaratılış sırlarını bilmekti
İşte Kur’an geldiği zaman bu dört nevi bilgi sahiplerine karşı meydan okudu Her birine diz çöktürdü Hepsi hayretle Kur’an’ı dinlediler
Kur’an’ın nazil olduğu asırda, Arap yarımadası ahalisi tarihi hadiselerini ve yazıtlarını, şiir ve belagat kaydı ile muhafaza ediyorlardı
Şiir ve belagat o derece revaçta idi ki, her sene yarışmalar düzenlenir, yedi edibin yedi kasidesi “muallakatı seba namıyla, altın yazı ile Kâbe’nin duvarına asılırdı Ancak Kur’an geldikten sonra Meşhur şair Lebid’in kızı, babasının kasidesini Kâbe’nin duvarından indirirken şöyle diyor:
“Kur’an geldi artık bunun kıymeti kalmadı
Hatta her kabilenin edibi, en büyük milli kahramanı kabul edilirdi En fazla o edip ile iftihar edilirdi Bazen bir edibin sözü ile iki kavim savaş eder ve bir sözüyle barışırlardı İşte Kur’anı Hakîm böyle bir zamanda 23 sene mütemadiyen şu gibi ayetlerle meydan okudu:
“Bu Kur’an, Allah’tandır Başkası tarafından uydurulmuş bir şey değildir Ancak kendinden önceki kitabı doğrulayan ve o kitabı açıklayandır Onda şüphe yoktur O âlemlerin rabbindendir Yoksa “onu Muhammed uydurdu mu diyorlar? De ki: eğer sizler doğru iseniz, Allah’tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da hep beraber onun benzeri bir sure getirin (Yunus: 3738)
“Yoksa onu kendisi mi uydurdu diyorlar? De ki: Eğer bu davada sadık iseniz Allah’tan başka güvendiklerinizden, çağırabildiklerinizi çağırın da Kur’an’ın misli on sure getirin Velev ki haberleri uydurulmuş olsun, sadece belagatine benzer olsun (Hud: 13)
“De ki: Andolsun ki, bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler bir araya toplansa, birbirine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler (İsra: 88)
“Kulumuza indirdiğimiz kitaptan dolayı bir şüphe içinde iseniz onun benzeri bir sûre de siz getirin, Allah'tan başka taptıklarınızı da yardıma ça*ğırın; eğer iddianızda samimi iseniz!
Bunu yapamazsanız ki asla yapa*mayacaksınız yakıtı insanlar ve taş olan ateşten sakınm; o inkarcılar için ha*zırlanmıştır (Bakara: 2324)
Evet, Kur’an bu gibi ayetlerle o asrın dâhi ediplerini muaraza yani söz meydanına davet etti ve sekiz mertebe de onlara meydan okudu:
1 “Madem bu Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğuna inanmıyorsunuz ve bir insanın sözüdür diyorsunuz, o halde Muhammed (Sav) gibi okuma yazma bilmeyen, ümmi bir kişi böyle bir kitap yazsın da görelim
Kur’an’ın bu meydan okumasına karşı hiçbir ümmi meydana çıkamadı
Ve Kur'an 2 defa meydan okudu: “Haydi bunu yapamıyorsunuz Muhammed (Sav) gibi okuma yazma bilmeyen bir kişiden böyle bir kitap getiremiyorsunuz O halde o zat gayet âlim ve kâtip olsun Ve Kur’an gibi bir kitap yazsın
Kur’an’ın bu meydan okumasına karşı da hiçbir âlim ve kâtip Kur’an gibi bir kitap getiremedi
Ve Kur’an 3 defa meydan okudu: “Haydi bir tek âlim ve kâtip zat Kur’an gibi bir kitap getiremiyor, o halde bir tek zat olmasın, bütün âlimleriniz, edipleriniz ve söz ustalarınız toplansın, birbirine yardım etsin Hatta güvendiğiniz ilahlarınızı da çağırın size yardım etsin ve Kur’an gibi bir kitap getirin
Kâfirler bu meydan okumaya da sessiz kaldılar ve Kur’an gibi bir kitap getiremediler
Ve Kur’an 4 defa meydan okudu: “Haydi bunu da yapamıyorsunuz O halde eskiden yazılmış edebî eserlerden de istifade edin, hatta gelecekte yazılacak olanları da yardıma çağırın ve Kur’an gibi bir kitap getirin
Kur’an’ın bu meydan okumasına karşı yine kâfirler suskunluklarını bozamadılar
Ve Kur’an 5 kez meydan okudu: “Haydi bunu da yapamıyorsunuz, Kur’an’ın tamamına benzer bir kitap getiremiyorsunuz O halde Kur’an’ın tamamına değil, sadece 10 suresinin benzerini getiriniz
Kâfirler bu meydan okumaya karşı da parmaklarını bile kıpırdatamadılar
Ve Kur’an 6 kez meydan okudu: “Madem 10 suresine mukabil, hakiki ve doğru bir benzer getiremiyor ve onu taklit edemiyorsunuz, O halde hikâyelerden, asılsız kıssalardan olsun Sadece Kur’an’ın nazmına ve belagatına benzesin Bu da yeter
Kâfirler bunu dahi yapamadılar Kur’an’ın nazmına benzeyen asılsız hikâyelerden 10 sure getiremediler
Ve Kur’an 7 defa meydan okudu: “Haydi bunu da yapamıyorsunuz Asılsız kıssa ve hikâyelerden Kur’an’ın 10 suresine nazımca benzeyen bir misil getiremiyorsunuz O halde Kur’an’ın bir tek suresinin benzerini getiriniz
Ama kâfirler bu meydan okumaya karşı da sessizliklerini bozamadılar
Ve Kur’an 8 mertebede şöyle meydan okudu “Madem Kur’an’ın bir tek suresine bile benzer getiremediniz O halde haydi o sure uzun olmasın, kısa bir sure olsun Sadece kısa bir sureye benzer getiriniz Eğer bunu da yapamazsanız bilin ki, din, can ve mallarınız dünyada da ahirette de tehlikededir
İşte Kur’an sekiz tabakada 23 senede değil, belki 1400 senedir bütün insanlara ve cinlere karşı meydan okumuş ve okuyor, damarlarına şiddetle vuruyor, gururlarını dehşetli bir surette tahrik ediyor O kibirli akıllarını küçümsüyor
Ve diyor ki: “Ya benzerini getiriniz ya da canınız ve malınız tehlikededir Eğer iman getirmezseniz mesulsünüz Cehenneme gireceksiniz
Zira benzerini getiremezlerse islamı yok etmek için bir tek yol vardı ki o da savaşmak Yani canın ve malın tehlikede olduğu bir yol
Hâlbuki Kur’an’ın bir suresine benzer getirebilselerdi, Hz Muhammed’in davasını iptal edeceklerdi Canları, malları ve dinleri kurtulacaktı
Acaba hiç mümkün müdür ki, bir iki satırla benzerini getirip, Hz Muhammed’in (Sav) davasını iptal etmek gibi kolay ve kısa bir yol varken en tehlikeli, canın ve malın helak olabileceği savaş yolu tercih edilsin
Evet, o zeki kavim, o siyasi millet ki, bir zaman âlemi siyasetle idare ettiği halde en kısa ve rahat yolu terk etsin de, en tehlikeli, mal ve canı belaya atacak uzun bir yolu tercih etsin Bu hiç mümkün müdür?
Hâlbuki edipleri, birkaç harfle Kur’an’ın velev ki bir suresine benzer getirebilselerdi, Kur’an davasından vazgeçerdi Onlar da maddî ve manevî helak’tan kurtulurlardı
Nasıl ki, siz bir dava ile ortaya çıksanız ve davanızın doğruluğunu ispat etmek için “şu taşı kimse kaldıramaz diyerek güçlü insanlara meydan okusanız, sizin davanızı iptal etmek için en kısa yol; “kaldıramazsınız diyerek işaret ettiğiniz taşı kaldırmaktır O taş kaldırıldığı zaman siz ve davanız çürür gider O taşın kaldırılmayıp, sizinle savaş edilmesi ise ispat eder ki; o taş, kimse tarafından kaldırılamayan bir taştır ve siz davanızda sadıksınızdır
İşte bu misalde olduğu gibi Efendimiz (Sav) “Bu Kur’an’ın bir suresinin bile mislini getiremezsiniz diyerek meydan okudu Hâlbuki kibir ve azametleri, benlik ve gururları gereği gece gündüz çalışıp Kur’an’ın bir benzerini yapmalıydılar ki, âleme karşı rezil olmasınlar
Hem Onlar, bir surenin mislini getirebilselerdi Kur’an’ın davası iptal olacaktı Hâlbuki onlar savaş gibi en dehşetli ve uzun bir yolu tercih ettiler
Demek meşhur Cahız’ın dediği gibi “Muarazai bil huruf mümkün değildi, Muharebei bissuyufa mecbur oldular yani harfler ile söz meydanına çıkmak mümkün olmadığından, kılıçlarla harp meydanına çıkmaya mecbur oldular
Eğer desen: Nasıl biliyoruz ki kimse söz meydanına çıkamadı ve Kur’an gibi bir kitabı getirmeye teşebbüs edemedi ve Kur’an gibi bir kitap getirilemedi Hem birbirlerine yardımda mı fayda vermedi?
Eğer muaraza yani sözle mücadele ve Kur’an’ın benzeri bir kitap getirmek mümkün olsaydı herhalde kati teşebbüs edilecekti Çünkü dinleri, canları, malları ve izzetleri tehlikedeydi
Eğer teşebbüs edilseydi ve Kur’an’a benzer bir kitap getirilseydi her halükarda pek çok taraftar bulacaktı Çünkü Kur’an’a karşı gelen kâfirler ve münafıklar gayet çok ve kalabalık idi
Eğer taraftar bulsaydı her halükarda şöhret bulacaktı Çünkü küçük bir mücadele bile beşerin fikrini celb edip destanlarda yer alıyor Böyle acayip bir mücadele ise asla gizli kalamaz Nasıl ki kâfirler, İslamiyet’in aleyhinde her şeyi neşretmişler, elbette bunu da herkese neşredip, âleme yayacaklardı
Ve eğer neşretselerdi, tarihlere ve kitaplara şaşalı bir surette geçecekti İşte meydanda bütün tarihler ve kitaplar Her yerini araştırsanız Müseylemei kezzabın kendisini rezil ettiği bir iki fıkradan başka hiçbir şey bulamazsınız
Demek Kur’an’ın taklidini getirmek mümkün değildir Ve getirilememiştir Bu da ispat eder ki Kur’an, Allah’ın kelamıdır
Eğer denilse: “Kur’an’ın bir suresine değil, bir tek ayetine, hatta bir tek cümlesine, hatta bir tek kelimesine bile muaraza edilemez ve edilememiş sözünde mübalağa görünüyor ve akıl kabul etmiyor Çünkü insanların sözlerinde Kur’an cümlelerine benzeyen çok cümleler var
Cevap: Her kelam kendisini söyleyenin mührünü taşımaktadır Lisan aynı da olsa, kabiliyetlerin farklılığı, ilim ve belagattaki üstünlük gibi hususlar, kelamlara ayrı ayrı meziyetler kazandırmakta ve ehli için, o sözün kime ait olduğunu adeta haykırmaktadır
Mesela, hepimiz Türkçe konuştuğumuz halde Yunus Emre’nin veya Mehmet Akif’in bir şiirini işittiğimizde bu şiirlerin şairlerini derhal ayırt edebiliyoruz
Demek ki sözlerde Türkçe’nin ötesinde bir şey var O da bu zatlardaki kemâlâtın, belâgatın ve ilmin söze aksetmesinden ibaret olan mahsus bir mühürdür ki, bizim sözlerimizde bulunmuyor
Her ilim ve kemal ehlinin sözü sahibinin mührünü taşırsa, elbette O Allah ki, bütün kemâlât, onun kemaline nispeten zayıf bir gölgedir Öyleyse O’nun kelamı da, o kemale yakışır bir mucizelik mührünü taşıyacaktır
Bu sırrı idrak edemeyen ve kelamdan anlamayan bazı haddini bilmez kimseler, Kur’an’ın Arapça nazil olması cihetiyle “aynı lisandan Kur’an’ın neden benzeri getirilmesin gibi cahilâne bir iddiada bulunuyorlar
İnsanlar, Cenabı Hakkın yarattığı odundan ancak tahta, tahtadan da masa ve sandalye gibi şeyler yapabilmektedir Allah ise, odundan meyve yapıyor, yaprak ve çiçek çıkarıyor Demek ki iş odun da değil, ustadadır
Aynı şekilde insanlar topraktan çömlek yapmakta, kâinatın sanatkârı ise topraktan insan yapmaktadır Kâinatta ki 300 elementi, birer harfe benzetirsek, Allah bu harflerle, bitkilerden, hayvanlara; insanlardan, denizlere ve yıldızlara kadar bütün mahlûkatını yazmıştır
Cenabı Hakkın, element harfleriyle yazdığı bir kelime olan elmanın, insanlarca taklit edilmesi mümkün değildir Hâlbuki onun yapılmasında kullanılan elementleri, insanların da kullanabilmeleri imkân dâhilindedir İnsanların bir güneş yapmaları ve duha vaktini getirmeleri mümkün olmadığı gibi “veşşemsi ve duhâha (güneşe ve duhâ vaktine yemin olsun ki) ayetinin benzerini getirmeleri de mümkün değildir
Kur’an’da ki ifadenin güzelliği ve manaların meziyetini taklit etmek, beşerin kuvvetinin üstündedir ve taklit edemezler Zira Kur’anı Hâkimin cümleleri, kelimeleri birbirine bakar Bazı olur, bir kelime on yere bakar Onda, on belagat nüktesi ve on münasebet bulunur Mesela, nasıl ki, nakışlı ve süslü bir sarayda, muhtelif nakışların düğümü hükmündeki bir taşı, bütün nakışlara bakacak bir yerde yerleştirmek, bütün o duvarı nakışlarıyla bilmeye bağlıdır Bütün duvarı, nakışlarıyla bilemeyen, o duvara bir nakşı ilave edemez Eğer etse, güzelliğini bozar
Hem nasıl ki, insanın başındaki gözü, yerine yerleştirmek, bütün cesedin münasebetlerini, acayip vazifelerini ve gözün o vazifelere karşı vaziyetini bilmekle olur Öyle de Kur’an’ın kelimelerinde pek çok muhtelif münasebetler ve diğer ayetlere, cümlelere bakan çok vecihler ve alakalar vardır Hatta harflerden mana çıkarıp açıklayan âlimler bir Kur’an harfinde bir sayfa kadar sırrı beyan ederek bu hakikati ispat etmişlerdir
İşte insanın sözlerinde Kur’an kelimeleri gibi kelimeler belki cümleler olabilir Fakat Kur’an’da ki o kelimeler ve cümleler, diğer kelime ve cümlelerle çok münasebetler içindedir Beşer ise, sözünde bu tür münasebetleri gözetmekten acizdir
Bu yüzden Kur’an’ın mislini getirmek mümkün değildir Şimdi bu hakikatin binlerce numunesinden bazı misalleri beyan edelim ki, Kur’an’ın mislini getirmenin mümkün olmadığı, iki kere iki dört eder katiyetinde anlaşılsın
Kur’an’ın Nazmındaki Cezalet Harikadır
Kur’an’ın nazmında bir cezalet, yani ayetlerin tertip ve düzeninde bir güzellik vardır ki, beşer sözünde bu güzellik bulunmaz Bu güzelliğin binlerce numunesi Kur’an’da mevcuttur Bizler iki misalle Kur’an’ın nazmındaki güzelliği göstereceğiz:
1 ??????? ???????????? ???????? ????? ??????? ???????
“Andolsun, onlara rabbinin azabından bir esinti dokunmuş olsa (Enbiya: 46)
Allahu Teala bu ayette, azabın dehşetini göstermek için, en azının şiddetli tesirini göstermek ister Yani “bırakın azabın dokunmasını, azabın bir esintisi bile dokunsa onlara yeter
Demek ki ayet, azabın bir parçasını ifade ediyor ve büyüğünü düşündürmekle tehdit ediyor
İşte Kur’an’ın nazmındaki güzelliğe bakın ki, ayetin bütün kelimeleri o azlığa bakıp, manaya kuvvet verecek şekildedir;
Lein lafzı; Arapça’da teşkik yani şüphe edatıdır Şüphe ise azlığı ifade eder
Mess lafzı; “azıcık dokunmak manasındadır ki, yine azlığı ifade eder
Nefhatün lafzı; bu kelimenin manası “bir esinti, bir kokucuk olup azlığı ifade ettiği gibi, sîgası da “bire delalet eder Demek bu lafız hem mana hem sîga cihetiyle azlığa işaret eder
Min lafzı; Arapça da “teb’iz edatıdır, “bir parça demektir Demek bu edat da azlığı ifade eder
Rabbike lafzı; Allah bu ayette kendisini “rab ismiyle beyan buyurmuş Bu isim, kahhar (kahreden), cebbar istediğini mutlak yapan azamet sahibi), mûntakim (intikam alan) isimlerine bedel, yine şefkati ve merhameti hissettirmekle, azlığa işaret ediyor Allah, diğer isimlerinden birini burada zikir edebilecek iken ayetin umum manası “az bir azaptan bahsettiği için azlığı ifade edecek rab ismiyle beyan buyurmuştur
Ayet bu bütünlük ile şu manayı ifade eder “bu kadar az bir azap böyle tesirli ise, azabın kendisi ne kadar dehşetli olur kıyas edin,
İşte gördüğünüz gibi ayette geçen her kelime manaya kuvvet verecek şekilde gelmiştir Adeta her bir kelime kendi lisanıyla umum manaya kuvvet verir ve onu takviye eder Beşer sözünde ise böyle ince nükteler olmaz
Şimdi öyle bir cümle kuracaksınız ki, kısa olsun, üç kelimeden oluşsun ve bu üç kelimede yedi farklı hüküm olsun Ve kelimenin her bir hecesi bu manalara kuvvet versin
Böyle bir cümle kurmak, beşerin kuvvetinin üstündedir Beşerin en dâhi edipleri bile bunu yapamamıştır Nerede kaldı ki bunu ümmî olan, okuma yazma bilmeyen bir zat yapabilsin?
Şimdi ikinci misalimiz:
???????? ????????????? ??????????
“Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler (Bakara: 3)
Sadakanın ve zekâtın kabulü için bazı şartlar vardır ki, bu ayet, bu kısa ifadesiyle bütün bu şartları beyan eder:
1 Sadakayı vermekte israf etmemek ve sadakaya muhtaç olacak şekilde sadaka vermemek: Bu manayı ayetin başındaki “mimmâ lafzındaki “min ifade eder “min teb’iz edatı olduğundan azlığı ifade ederek, bütün malın sadaka olarak verilmemesi ve sadakaya muhtaç olunmamasını beyan eder
2 Başkasından alıp, başkasına vermek değil, kendi malından vermektir: Bu şartı da “mimmâ lafzının takdimi yani ayetin başında gelmesi ifade ediyor Yani “size rızık olandan veriniz, başkasının rızkından değil
3 Sadakayı verirken başa kakmamak ve minnet beklememektir: Bu şarta “razeknâ (biz rızık verdik) lafzı işaret eder Yani “ben size rızkı veriyorum Rızkın sahibi benim Sizler benim malımdan, benim kuluma vermektesiniz Bundan dolayı başa kakmaya ve minnet beklemeye hakkınız yoktur
4 Fakirlik korkusuyla sadaka terk edilmemelidir: Bu manayı “razeknâ daki “nâ işaret eder Rızkın “nâ ya isnadı fakirlikten korkulmamasına işaret eder Yani “biz verdik, bizim ise hazinelerimiz bitmez ve vermekle tükenmez
5 Sadaka öyle adama verilmeli ki, nafakasını ve geçimini temin etsin, yoksa zevke, eğlenceye ve haram şeylere sarf edenlere sadaka olmaz Şu şarta “yunfikûn lafzındaki “nafaka ifadesi işaret eder Zira nafaka, geçim için lüzumlu olan şey manasındadır
6 Sadaka sadece mala münhasır değildir, ilimle, fiille, söz ile nasihat ile de olur: Bu manaya “mimmâ lafzındaki “mâ ile, rızkın mutlak bırakılması yani rızık türünün belirtilmemesi işaret eder Zira türünün belirtilmemesi, bütün rızıkları içine alır
7 Sadaka Allah namına verilmelidir: Bu şartı da “razeknâ ifade ediyor Yani “mal benimdir, benim namımla vermelisiniz
İşte sadakayı ifade eden şu kısacık cümlede, sadakanın 7 şartına birden işaret edilmiş
Ayetteki kelimeler bu şartları beyan edecek şekilde seçilmiş Hâlbuki beşer böyle ince nükteleri kelamında düşünemez
Kur’an’ın nazmındaki güzelliği beyan edebileceğimiz yüzlerce ayet var Bizler bu bahsi bu iki misalle kapatarak Kur’an’ın manasındaki belagatın ne kadar harika olduğu bahsine geçiyoruz
Kur’an’ın Manasında Ki Belagat Harikadır
Kur’an’ın manasındaki belagat yani sözü, yerinde, etkili ve en güzel bir şekilde ifade etmesi o kadar harikadır ki, taklidi mümkün değildir Ve beşer sözü olmadığının delilidir
Bizler iki misal ile Kur’an’ın manasındaki belagatı zevk ettireceğiz Diğer ayetlerin manalarında ki kuvvet, belagat ve ulvi ifade bunlara kıyas edilebilir
Misal:
??????? ??????? ??? ??? ????????????? ????? ??? ????????? ?????? ?????????? ??????????
“Göklerde ve yerlerde olan her şey Allah’ı tesbih eder O azizdir ve hakîmdir (Saf: 1)
Bu ayetin manasındaki belagatı zevk etmek istersek, kendimizi, Kur’an’ın nuru inmeden evvel, cahiliyet asrında farz edelim
Görürüz ki, ; her şey cehalet karanlığı ve gaflet perdesi altında ölü, cansız, vazifesiz, şuursuz, perişan olarak, şu boş ve ıssız fezada ve kararsız ve fani bir dünya da bulunuyor Küfrün gözüyle kâinat; manasız, kıymetsiz ve tesadüfün oyuncağı
İşte böyle bir zamanda Kur’an, “Yerde ve gökte her şey Allah’ı tesbih eder ayetiyle, kâinatın üstünde ve dünyanın yüzünde öyle bir perde açtı ki, bu kâinatı bir mescit hükmüne getirdi Başta gökyüzü ve yeryüzü olarak, içindeki bütün varlıklar bu mescitte zikir ve tesbihte, ve vazife başında coşup taşarak, mesut ve memnun bir vaziyette bulunuyorlar
Adeta o ölü, perişan ve vazifesiz zannedilen mevcudat “sebbeha (tesbih ediyorlar) sedasıyla, ayeti dinleyenlerin zihninde diriliyor, uyanık oluyor ve kıyam edip zikrediyor
Ve ayetin manasındaki ulviyet ile gökyüzü sanki bir ağız, yıldızlar o ağzın hikmetli kelimeleri ve yeryüzü bir baş, deniz ve karalar o başın dilleri ve bütün hayvan ve bitkiler ise, o dilin, çok tesbih eden kelimeleri suretinde gözükür
2 Misal:
Rahman suresi 33 ve 36 ayetler arası:
??? ???????? ???????? ?????????? ???? ????????????? ??? ????????? ???? ????????? ????????????? ??????????? ?????????? ??? ?????????? ?????? ??????????? * ????????? ????? ?????????? ????????????* ???????? ??????????? ??????? ???? ?????? ????????? ????? ???????????? * ????????? ????? ?????????? ????????????
“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye gücünüz yeterse geçin gidin Allah'ın verdiği bir güç olmadan geçemezsiniz Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? Üzerinize ateşten alev ve duman gönderilir, kendinizi savunamazsınız Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz
İmtihan sırrından dolayı insanlara ve cinlere, kötülüğü, fenalığı ve inkârı tercih etme izni verildiğinden, nihayetsiz bir inat ve inkârda bulunabilirler Ve kendilerini yoktan var eden Allaha düşman olurlar
İşte bunun için Kur’anı Kerim öyle belagatlı ve yüksek bir üslupla hitap eder ki, cinleri ve insanları, mananın kuvvetiyle isyandan ve azgınlıktan sakındırır Okuduğumuz ayetin manasına kulak vererek bu belagata şahit olalım:
“Ey acz ve küçüklüğü içinde gururlu ve hakka karşı direnen ve zaaf ve fakirliği içinde asi ve inatçı olan insanlar ve cinler! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi elinizden gelirse mülkümün sınırlarından çıkınız
Nasıl cesaret edersiniz ki;
Öyle bir sultanın emirlerine karşı gelirsiniz ki, yıldızlar, aylar, güneşler itaatkâr askerler gibi emirlerine boyun eğerler
Hem azgınlığınız ile öyle celal sahibi bir hâkime karşı mücadele ediyorsunuz ki, O’nun öyle azâmetli, itaatkar askerleri var ki, faraza şeytanlarınız dayanabilseler, onları dağ gibi güllelerle taşlarlardı
Hem inkârınızla öyle celal sahibi bir mâlikin memleketinde isyan ediyorsunuz ki, Onun askerlerinden öyleleri var ki, değil sizin gibi küçük, aciz mahluklar, belki farzı muhal olarak dağ ve yer büyüklüğünde birer kafir düşman olsaydınız, dağ ve yer büyüklüğündeki yıldızları, ateşli demirleri size atabilir ve sizi dağıtabilirlerdi
Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki, onunla öyleleri bağlıdır ki, eğer lüzum olsa dünyanızı yüzünüze çarpar, gülleler hükmündeki yıldızları üstünüze Allah’ın izniyle yağdırabilirler
Diğer ayetlerin manalarındaki kuvvet ve belagatı ve ayetlerin ifadesindeki ulviyeti bunlara kıyas edelim
Peygamber efendimiz (Sav) ümmî idi Yani okuma yazma bilmezdi Kur’anı Kerim efendimizin ümmîliğini Ankebut suresi 48 ayette şöyle ifade eder: “Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın Öyle olsaydı batıla uyanlar kuşku duyarlardı
İşte efendimiz bu ayetin de beyanıyla bir harf bile yazmamıştır
Acaba böyle ulvi ifadelerin ümmi olan yani okuma yazma bilmeyen bir zattan çıkması hiç mümkün müdür?
Kur’an’ın Üslubundaki Bedâet Harikadır
Kur’an’ın üslubundaki bedâet yani ifade tarzındaki güzellik hayret vericidir Üslubu hem harikadır, hem ikna edicidir Hiçbir şeyi ve hiç kimseyi taklit etmemiş, hiç kimse de onu taklit edememiştir Kur’an’ın ifade tarzındaki güzelliği ve harikalığı anlamak istersek, Kur’an ayetlerinin tamamına müracaat etmek gerekir Biz sadece birkaç misal ile bu bahsi izah edeceğiz
Mesela bir kısım surelerin başında şifre misal “Elif lam mim ,“elif lam râ ,“tâ hâ, “yâsîn gibi mukattaa harfleri zikir edilmiş Şimdi, bu harflerin icazından kısa bir bölümü beyan edeceğiz Bununla, Kur’an’ın beyanındaki güzelliği ve harikalığı bir derece görebiliriz:
1 Hece harflerinin adedi; sakin elif sayılmamak kaydıyla 28’dir Kur’an’da, surelerin başında, bu harflerin yarısı zikir edilmiş, yarısı terk edilmiştir
2 Kur’an’ın aldığı yarım, terk ettiği yarıma kıyasla daha fazla kullanılan harflerdir
3 Telaffuzu lisana daha kolay olan “elif lam mim, diğer harflere kıyasla daha çok tekrar edilmiştir
4 Kur’an’da geçen bu harfler, hece harflerinin sayısı kadar surelere bölüştürülmüştür Yani 28 hece harfinden on dört’ü alınmış ve bunlar 28 surenin başında zikir edilmiştir
5 Hece harfleri mechure, mehmuse, şedide, rahve, zelaka, kalkale gibi kısımlara ayrılır Kur’an bu kısımların her birisinden, yarısını almıştır
6 Eşi olmayan “evtar denilen harflerden ise, hafifinden çok, ağırından azını almıştır
Kur’an’ı Kerim’in surelerinin başında geçen mukattaa harflerinin bu şekilde zikri; 504 ihtimalden bir ihtimaldir Ve seçilen şu yoldan başka hiçbir yol ile bu tasnif mümkün değildir
Adeta Kur’an, sadece bu harflerin dizilişindeki harikalığı göstererek bile düşmanlarına meydan okuyor ve diyor ki:
“Benim mislim bir kitap getiremiyorsunuz, o halde sadece bu harflerden bir benzer yapınız, lakin bunu da yapamazsınız
Kur’an’ın üslubunda öyle bir güzellik vardır ki, Mekkeli müşrikler, Hz Muhammed’in (Sav) peygamberliğini inkâr etseler bile, bu üslubun güzelliğinden, geceleyin gizlice Efendimiz (Sav) in evinin etrafına gider ve Kur’an’ı dinlerlerdi Birbirlerine rast geldiklerinde ise bunu kimseye söylememek üzere karşılıklı yeminleşirlerdi
Kur’an’ın üslubu adeta mıknatıs gibi onları kendine çekerdi Onlar bile Kur’an’ın üslubundaki bu güzelliği inkâr edememiş, ancak bu güzelliğe “Bu bir sihirdir demişlerdir
Aslında Kur’an’ın üslubundaki bu güzelliği anlamak için çok Arapça bilmeye ihtiyaç bile yoktur Hatta hiç Arapça bilmese bile, insaflı bir kulak sahibi, Kur’an’ın üslubundaki bu güzellik karşısında hayret secdesine kapanır İşte birkaç numuneye bakalım! Bu emsalsiz ifadenin bir beşer sözü olması hiç mümkün mü?
“Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar kararıp döküldüğünde, dağlar sallanıp yürütüldüğünde, gebe develer salıverildiğinde, vahşi hayvanlar hasredildiğinde, denizler kaynatıldığında, nefisler birleştiğinde, diri diri gömülen kızlara “suçunuz neydi diye sorulduğunda, defterler getirilip açıldığında, gökyüzü kazınıp yerinden oynatıldığında, cehennem tutuşturulduğunda ve cennet yakınlaştırıldığında, her kişi ne hazırladığını bilir (Tekvir: 114)
“Gökyüzü yarıldığında, yıldızlar döküldüğünde, denizler birbirine katıldığında, kabirler deşildiğinde her nefis ne gönderdiğini ve neyi geride bıraktığını anlar Ey insan! seni rabbine karşı azdıran nedir? Hâlbuki o seni yoktan yarattı, seni düzgün ve endamlı kıldı ve sana adaletle muamele etti (İnfitar: 18)
İşte Kur’an’ın üslubundaki şu güzelliğe şahit ol, hiç mümkün müdür ki, bu harika üslup, ümmi olan, okuma yazma bilmeyen bir zatın malı olsun? Hâşâ! Asla olamaz
Hem Efendimizin sözleri olan Hadisi şeriflerdeki ifade tarzı ile Kur’an’ın üslubu arasında bariz fark vardır İkisi birbirine benzemez Hatta Kur’an’ın üslubuna azıcık âşinalığı olan birisi bile bu farkı fark eder Kendisine, Kur’an’dan başka bir şey okunduğunda; “bu, Kur’an’ın ifadesine benzemiyor der
İşte hadisler ile ayetlerin arasındaki ifade tarzının farklılığı ve Kur’an’ın üslubunun harikalığı ve bu ifade tarzının beşer tarafından taklit edilemeyişi ispat eder ki; Kur’an Allah’ın kelamıdır
Kur’an’ın Lafzındaki Fesahat Harikadır
Nasıl ki Kur’an’ın manalarında bir güzellik vardır Beşer taklit edemiyor Aynen öyle de Kur’an’ın lafzında yani kelimelerinde de bir güzellik ve bir selâset vardır ki taklidi mümkün değildir
Selâset: okunuşunun kolay ve akıcı olması ve ahenkli bir ifadenin bulunmasıdır Selâsetin varlığına şunlar delildir:
1 Okunduğunda usandırmaması; Evet Kur’an ayetleri binler defa tekrar edilse yine usandırmıyor, aksine lezzet veriyor
2 Kur’an’ın kelimelerindeki kusursuzluğa ve selasete, belagatın dahi âlimleri şahittir Malumdur ki, bir fende ve sanatta, münakaşaya sebep olan bir meselede, o fen ve sanatın dâhilerinin sözü geçer En büyük bir mimarın sözü, küçük bir hastalığın keşfinde, küçük bir doktor kadar geçmez ve sözünün, onun sözü kadar kıymeti yoktur
O halde madem konumuz Kur’an’ın kelimelerindeki mükemmellik ve akıcılıktır Elbette belagat ve edebiyatın dahi âlimlerinin sözü, bu fenden olmayan binlerce insanın sözüne tercih edilir İşte o dâhilerden Zemahşeri, Sekkâki, Abdülkâhir Cürcâni gibi âlimler Kur’an’ı harf harf tetkik etmişler ve kelimelerindeki selâsete hayran olarak, bu selaseti beyan ve ispat etmişlerdir
3 Selâsetin varlığına; küçük bir çocuğun hafızasına kolayca girmesi ve ona ağır gelmemesi delildir Küçük bir çocuk kendi lisanında olan bir şiiri bile ezberleyemez iken 600 sayfalık Kur’an’ı kolayca ezberleyebiliyor Bu, selasetten başka ne ile izah edilebilir?
4 Hem en hastalıklı, az bir sözden rahatsız olan kulağa, nahoş gelmiyor, hoş geliyor O hasta, Kur’an’ı dinlerken teneffüs ediyor Bu da Kur’an’ın ifadesindeki akıcılığa delildir
5 Kur’an, ölüm sekerâtında olanın damağına şerbet gibi oluyor, ona leziz geliyor
6 Kur’an’ın düşmanları dahi selasetine hayran olmuşlardır Hatta Kureyşin reislerinden âlim bir zat, müşrikler tarafından, Kur’an’ı dinlemek için gönderilmiş O da gitmiş ve dinlemiş Ve döndüğünde demiş ki: “Şu kelamın öyle bir tatlılığı var ki, insan sözüne benzemez Ben şairleri, kâhinleri biliyorum Bu, onların sözlerine hiç benzemez Olsa olsa bize tabi olanları kandırmak için buna sihir demeliyiz İşte, Kur’an’ı kerimin ifadelerine, en inatçı düşmanları bile hayran oluyorlar
Şimdi Kur’an’ın kelimelerindeki harika fesahate ve selasete yani ifadelerinin düzgün ve okunuşunun kolay ve akıcı oluşuna, binler numuneden bir numuneyi misal olarak beyan edelim
????? ??????? ????????? ???? ?????? ???????? ???????? ????????? ??????? ????????? ????????
(Ali İmran: 154)
İşte şu ayette bütün hece harfleri mevcuttur Buna rağmen selâset ve akıcılık bozulmamış Okunması dile zor gelmiyor Hem şu mucizeliğe dikkat edelim:
1 Hece harflerinden “yâ ile “elif, en hafif ve birbirine dönüştüğü için iki kardeş gibi 21 kere tekrar edilmiş
2 “mim ile “nun birbirinin kardeşi ve birbirinin yerine geçtiği için her birisi 33’er defa zikir edilmiş
3 “sin “şın “sad mahreçce, sıfatça, sesçe kardeş oldukları için her biri üçer defa zikredilmiş
4 “ayın “gayın kardeş oldukları halde “ayın daha hafif “gayın daha ağır olduğundan “ayın 6 defa “gayın onun yarısı kadar 3 defa zikir edilmiş
5 “zel “zı “tı ve “zı mahreççe, sıfatça, sesçe kardeş oldukları için her birisi 2’şer defa zikredilmiş
6 “lam ile “elif beraber ikisi “lamelif suretinde birleştikleri için ve “elifin “lamelif suretinde hissesi “lam ın yarısıdır Onun için “lam 42 defa, “elif onun yarısı kadar, 21 defa zikredilmiş
7 “hemze “he ile mahreçte kardeş oldukları için “hemze 13, “he bir derece hafif olduğu için on dört defa zikir edilmiş
8 “fe “kaf “kef harfleri kardeş oldukları için ve “kafın bir noktası fazla olduğundan “kaf 10, “fe 9 “kef 9 defa zikredilmiş Ve yine “be harfi noktalı olduğundan 9 kere, “te ise derecesi 3 olduğu ve alfabenin üçüncü harfi olduğu için 9 artı 3 toplam 12 defa zikir edilmiş
9“ha “hı “se(peltek) ve “dad harfleri ağırlıklarından dolayı sadece birer defa zikredilmiş
10 “vav; “he den ve hemzeden daha hafif, “ye den ve “eliften daha ağır olduğu için 17 defa; ağır hemzeden 4 derece yukarı, hafif eliften 4 derece aşağı zikir edilmiştir
İşte şu harflerin bu harika ve muntazam vaziyetleri iki kere iki dört eder derecesinde ispat eder ki; bu söz Allah’ın sözüdür
Beşerin haddine değildir ki şu vaziyeti yapabilsin Tesadüf de imkânsızdır ki, ona karışabilsin
Hem madem harflerinde bile böyle intizam gözetilmiş, elbette kelimelerinde, cümlelerinde, manalarında öyle esrarlı bir intizam gözetilmiştir ki; göz görse “maşallah, akıl anlasa “bârekallah diyecektir
Kur’an’ın Beyanındaki Beraat Harikadır
Kur’an’ın beyanındaki beraat yani ifadesindeki üstünlük ve haşmet harikadır Evet, Kur’anı Kerim, ifade çeşitlerinden ve hitap derecelerinden olan:
Tergib; yani şevklendirme ve ümitlendirme,
Terhib; yani korkutma,
Medih ve zemm; yani övme ve yerme,
İfham ve talim; yani bildirme ve öğretme ve
İspat ve irşad gibi, beyanın ve ifadenin bütün mertebelerinde emsalsizdir
Mesela teşvik makamının yüzlerce misallerinden sadece İnsan suresine bakalım Orjinali okumayı veya dinlemeyi tavsiye ederek, sadece malinin bile Nasıl kevser suyu gibi hoş, selsebil suyu gibi tatlı olduğunu görelim:
“İyiler ise kâfur katılmış bir kadehten içerler Bu Allah’ın has kullarının içtikleri ve istedikleri yere akıttıkları bir pınardır
Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri lütfeder Orada koltuklara kurulmuş olarak, ne yakıcı bir sıcak görülür, ne de dondurucu bir soğuk Cennet ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar Kolayca koparılan meyveler istifadelerine sunulur
Yanlarında gümüş kaplar ve billur kâseler, gümüşî beyazlıkta şeffaf kupalarla dolaşılır ki, cennet sakinlerine, iştahları ölçüsünce tayin ve takdir ederler Orada onlara bir kâseden içirilir ki, bu şarabın karışımında zencefil vardır
Bu şarap orada bir pınardır ki adına sel sebil denir O insanların etrafında öyle ölümsüz genç hizmetçiler dolaşır ki, onları gördüğünde, kendilerini, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın Ne yana bakarsan bak nimet ve ulu bir saltanat görürsün Üzerlerinde yeşil renkli, ince ve kalın elbiseler vardır Gümüş bilezikler takınmışlardır
Rableri onlara tertemiz bir içki verir Onlara şöyle denir: bu, sizin için bir mükâfattır Sizin gayretiniz, karşılığını bulmuştur (İnsan: 522)
Ve şimdi de korkutma ve tehdit makamının onlarca misalinden sadece Gâşiye ve Duhan surelerine bakalım ve bu makamda dahi Kur’an’ın hitabının emsalsiz olduğuna şahit olalım:
“Gâşiyenin haberi sana geldi mi?
O gün bir takım yüzler alçalır, durmadan çalışır ve yorulur, kızgın ateşe atılır, kaynar su akıtan pınardan içirilir, onlar için yemek yoktur
Ancak onlara, gıda olmayan ve açlığı da gidermeyen kuru dikenden yapılmış bir yiyecek verilir (Gaşiye: 17)
“Şüphesiz hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı gündür O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez
Zakkum ağacı günahkârların yemeğidir Tıpkı erimiş madenler gibi karınlarında kaynar Kaynar suyun kaynaması gibi
Allah, zebanilere emreder: Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra azap olarak üstüne kaynar su dökün ve deyin ki; tat bakalım, çünkü sen kendince üstündün ve şerefliydin
İşte muhakkak ki bu, şüphe edip durduğunuz şeydir (Duhan: 4050)
Ve medih makamında dahi Kur’an’ın emsalsiz olduğunu anlamak için başlarında “Elhamdülillah (Allaha hamd olsun) ifadesi olan surelere bak ve gör ki, Kur’an’ın ifadeleri güneş gibi parlak, yıldız gibi ziynetli, gökyüzü ve zemin gibi haşmetli, melekler gibi sevimli, dünya da yavrulara rahmet gibi şefkatli ve ahirette cennet gibi güzeldir:
Medih makamında, Kur’an’ın beyanlarına hiçbir beşer sözü yetişemediği gibi, Sakındırma ve men etme makamında da Kur’an’ın ifadesi eşsizdir İşte bu makamın binler misallerinden bir misal:
????????? ?????????? ??? ???????? ?????? ??????? ???????
“Sizden birisi ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı (Hucurat: 12)
İşte bu ayet gıybet etmeği yani: Başkasının hakkında, o kişinin bulunmadığı bir yerde, işittiğinde hoşlanmayacağı bir şekilde konuşmayı, şu kısacık ifadesiyle 6 derece kötüler ve şiddetle yasaklar şöyle ki:
1Ayetin başındaki “hemze, hayret ifade eden bir soru edatıdır Bu kelimeler, cümlenin bütün kelimelerine girer İşte birinci “hemze ile der: hayret, soru ve cevap mahalli olan aklınız yok mudur ki, bu derece çirkin bir işi anlamıyor?
2 “Yuhibbu (hoşlanır) lafzı ile der, “acaba, sevmek ve nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en nefret edilen bir işi sever
3 “Ehadüküm (Sizden biri) kelimesiyle der ki: “cemaatten hayatını alan, sosyal hayat ve medeniyetiniz ne olmuş ki böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder
4 “En ye’küle lahme (etini yemek) kelamıyla der: “insaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına, arkadaşınızı dişle parçalamayı yapıyorsunuz
5 “Ehîhi (kardeşi) kelimesiyle der, “hiç kendi cinsinize karşı şefkat duygusu yok mu ki, çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun manevî şahsiyetini insafsızca dişliyorsunuz
6 “Meyten (ölmüş olan) kelimesiyle der: vicdanınız nerede, fıtratınız bozulmuş mu ki, ölmüş kardeşine karşı etini yemek gibi en çirkin bir işi yapıyorsunuz
Demek gıybet, aklen, kalben, insaniyeten, vicdanen, fıtraten ve kendi soyunu sevmek cihetiyle kötülenmiştir İşte bak, şu ayet nasıl her kelimesiyle 6 mertebede gıybeti kötülemekle, menetme makamında dahi emsalsiz olduğunu ispat ediyor
Hem Kur’an’ın ispat makamında da emsali yoktur İşte bu makamın yüzler misallerinden bir misal:
???????? ????? ?????? ???????? ??????? ?????? ??????? ????????? ?????? ????????? ????? ?????? ????????? ?????????? ?????? ????? ????? ?????? ???????
“Allah’ın rahmet eserlerine bakınız, ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir O her şeye gücü yetendir (Rum: 50)
Bu ayet, öldükten sonra dirilmeyi ispat etmek için öyle bir tarzda beyan eder ki, bunun üstünde beyan olamaz
Şöyle ki; her bahar mevsiminde, yeryüzünü diriltmek keyfiyetinde, kışın ölen mahlûkları, yazın tekrar iade etmekle, öldükten sonra dirilmenin numunelerini insana gösteriyor ve diyor ki:
“Bunları böyle yapan zata, kıyamet ve öldükten sonra diriltme ağır gelmez, şu zeminin yüzünde yüz binler çeşit canlıları; beraber, birbiri içinde, hatasız ve kusursuz icat eden zata ne ağır gelebilir ki?
İşte Kur’an, öldükten sonra dirilmeyi, kışın ölüp, yazın dirilen bitkileri ve hayvanları göstermekle ispat eder Ve ispat makamında dahi emsalsiz olduğunu ilan eder
Kur’an’ın, ispat makamında eşi olmadığı gibi, irşad, yani “doğru yolu gösterme, aklı ve kalbi ikna edici ve tesirli sözlerle gafletten uyandırıp hidayet yoluna ulaştırma makamında da eşi yoktur
Kur’an’ı okuyarak gafletten kurtulan ve hidayet bulan yüz milyonlar buna şahittir Hatta bazen, en azgınları bile, bir ayetiyle irşad eder Onları tövbe kapısına sevk eder
Amma ifham ve talimde yani anlatma ve öğretme makamında Kur’an’ın beyanı o kadar harikadır ki, en basit bir insan bile onun ifadesiyle en derin bir hakikati kolayca anlar
Evet, nasıl ki, bir çocuk ile konuşulsa, çocukça tabirler kullanılır, öyle de, Kur’an da, muhatabın derecesine göre konuşur, en büyük âlimlerin fikirlerinin yetişemediği derin ve ince hakikatler ve sırlar, bir kısım temsiller ve teşbihler ile en cahil kimseye bile ifade edilir
Kur’an’ın manaları, dağ gibi akılları doyurduğu gibi, küçücük ve basit akılları da ihmal etmez, onları da aynı sözlerle tatmin eder En âlim ile en cahil, omuz omuza, diz dize vererek Kur’an’ın dersini dinler ve istifade eder Her kalp ve her akıl o sofradan gıdalarını bulur Şu makama misal istersen Kur’an baştan sona bu makamın misalleridir
Linkleri sadece kayıtlı üyelerimiz görebilirForumTR üyesi olmak için tıklayınız