iltasyazilim
FD Üye
Madde ne hayâldir
NE DE VEHİM
HAYÂL YİYİP
HAYÂL İÇİYORUZ
Maddenin var olmadığı, hayâlden ibaret olduğu meselesi üzerine birkaç yıldır, sürekli mesajlar almaktayız Geçtiğimiz ağustos ayı içinde de gelen yoğun talepler üzerine sizler için bu çalışmayı yaptık Mesele kamuoyuna yansıyan ismi ile maddenin ardındaki sır Bu isimlendirme, bilenlerine yabancı olmamakla beraber bilmeyenlere bu başlıkta bir sorun gözükmüyor dedirtebilir
Şimdi biraz sonra maddenin ardındaki sırdan ne anlatılmak istendiği göreceksiniz Maddenin ardındaki sırdan kasıt gerçekte madde yoktur, bu yaşadığımız, yani algıladığımız varlık âlemi bir vehimler âlemidir,daha açık bir ifade ile hayâl âlemidir
Yazar hangi mantık ve düşünce ile bu düşünceye vardı bilemiyoruz, ancak bildiğimiz bir şey var, o da bu hususta birçok insanın kafasının karıştığıdır Konu ile ilgili olarak bu tezi ortaya atan yazar şu kanaate varmış:
Maddenin, evrenin ve içindeki her şeyin bir hayâl, bir algılar bütünüolduğudur(1)
Yazar bu durumun nasıl meydana geldiğini insanların anlayabilmesi için içilmeye hazır bir bardak çayın örneğini veriyor:
İnsan, bunların beyninde bir algı olduğunu hiç fark etmeden, bardağı dışarıda zannederek, zevkle çayını içer ve yine görüntüsü beyinde oluşan arkadaşı ile neşe içinde sohbet eder İnsanın, bardağının sertliğinden, ısısından, kokusundan, tadından etkilenerek gördüklerinin gerçek olduğunu sanması, bardağın uzaklığının beyninde bir algı olduğunu bilmemesi, verilen hislerin hayret verici netliğini ve mükemmelliğini göstermektedir(2)
Yazarın anlattıklarından şunu anlıyoruz: İnsanlar çay içerken gerçekte çay içmiyorlar, çayı beyinlerinde tasarlamışlar, çay meydana gelmiş, yanında da bir arkadaşın varsa o da beyinde meydana gelmiş, gerçekte ne çay var, ne de arkadaş, hepsi birer hayâl
İçtiğimiz çay hayâl olduğuna göre, yediklerimizin de hayâl olması gerekir Peki, burada şu sorunun cevabı nasıl verilecek: İçecekleri içen, yiyecekleri de yiyen insan bunları def–i hacet ederek dışarı çıkarıyor Hayâl yiyip içen insan, yine hayâl def–i hacet mi yapıyor? Olmayan şeyin def–i haceti niçin olsun?
Yazarın yanıldığı bir başka husus da şudur:
Beyninizde algıladığınız hislerin kafatasınızın dışında bir varlığı olduğunu düşünmek için hiçbir deliliniz yoktur Eğer beyninize giden görme sinirlerini kesseniz, bir anda görüntü yok olur Aynı şekilde işitme sinirlerinde bir problem olsa, dışarıda var olduğunu zannettiğiniz ses de bir anda kesilir(3)
Burada körler nasıl izah edilecek, körler göremiyor, dolayısıyla da yazarında dediği gibi görmeyenin görüntüsü bir anda kesiliyor Görüntü kesilince maddenin de ortadan kalkması gerekir
Fakat körler görmemesine rağmen, maddede bir değişiklik olmuyor Aynı şey sağırlar içinde geçerli, sağır duymuyor diye sesler ortadan kaybolmuyor
Yazarın maddenin yokluğunu kimler istemeztezi de son derece isabetsizdir
Maddenin bir hayâlden ibaret olduğu anlaşıldığında, lüks kafelerde, eğlence merkezlerinde gösteriş yapmanın, insanları aşağılamanın, büyüklenmenin, diğerleri ile alay etmenin, kaş göz işaretleri yapmanın ne derece anlamsız olduğu idrak edilecektir Materyalist zihniyetteki insanların tüm korkularının ve gerçekten kaçmalarının nedeni budur(4)
Madde var olunca herkes için, bütün mahlûkat için var oluyor Madde yok, sadece bir hayâl olsa, o zaman da herkes için hayâl olacak Yani değerde ya da değersizlikte bir şey değişmeyecek Varlığın yerini hayâl alacak İnsan hayatında fiilî olarak bir şey değişmeyeceğine göre, hayat aynı devam edeceğine göre, elimizdeki imkânların gerçek olması ile hayâl olmasının arasında bir fark yok Bir insan düşünün, binek olarak bir merkebi var, diğerinin de uçağı var Maddenin hayâl olduğunu düşünürsek, merkep de hayâl, uçak da hayâl olmuş oluyor Madde var olsa, merkep de gerçek, uçak da gerçek oluyor Bu durum ise, kimseye bir artı ve eksi kazandırmaz
ZAMANIN
VE MEKÂNIN
OLMADIĞI TEZİ
Yazarın Müddessir sûresi 11 âyet–i kerimesi ile maddenin hayâl ürünü olması arasında nasıl bir bağlantı kurduğunu anlamakta zorlanıyoruz Müddessir sûresi başında uyarı ile başlıyor, sekizinci âyetten itibaren Sur'a üfürüleceği gün ve o günün dehşetinden bahsediyor Sonra da o dehşetli günde, Vay kâfirlerin hâline, onlar için o gün çok çetin olacak!diyor Yazar bu âyet–i kerime için şu açıklamayı yapmaktadır:
Bu gerçekle birlikte, bir Allah, bir de kendileri kalmıştır Nitekim Allah, kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı bana bırak(Müddessir sûresi,11) âyetiyle, her insanın kendi katında aslında yapayalnız olduğu gerçeğine dikkat çekmiştir
Oysa âyetin devamı olan âyetlerde şöyle denilmektedir:
Tek olarak yaratıp, kendisine geniş servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisi için (nimetleri önüne) serdikçe serdiğim o kimseyi bana bırak!(Müddessir; 11–14,)
Bu âyetlerin maddenin hayâl olması ile ne alâkasının olduğunu biz anlayamadık, baktığımız tüm tefsirlerde, yazarın açıklamasına benzer bir açıklamaya rastlamadık Demek ki tefsir âlimleri de bu âyet–i kerimeleri yazar gibi anlamamış
Yazarın büyük çelişkiye düştüğü ve tamamen gerçek dışı olan bir düşüncesine daha tanık olduk:
21 yüzyılda, 19 yüzyılın materyalist inançları tarihin çöplüğüne atılacak, Allah'ın varlığı ve yaratışı kavranacak, mekânsızlık, zamansızlık gibi gerçekler anlaşılacak, insanlık asırlardır gözünün önüne çekilen perdelerden, aldatmacalardan ve bâtıl inanışlardan kurtulacaktır(5)
Bu tespitte geçmiş İslâm âlimlerine hakaretler olduğu gibi bilinçle, şuurla yapılması hâlinde bu tespitlerden, Allah korusun küfür kokuları gelmektedir Şöyle ki:
Yazar burada bir doğru tespitin yanında bir de ciddî bir hataya düşmektedir Materyalist inancın çöplüğe atılacağıtezine kimse karşı çıkmaz, ancak bunun yanında mekânsızlık ve zamansızlık gibi gerçekler de anlaşılacakdiyor
Halbuki zamanın varlığını Allah Celle Celâluhu Kur'an–ı Kerim'de bize şöyle haber veriyor:
Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir Sonra bütün bu işler, sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar(Secde sûresi, 5)
Allah bu âyet–i kerimede zamanın varlığını haber veriyor Zaman birimlerini saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay, yıl olarak dikkate aldığımızda bu âyet–i kerime de öyle bir günden bahsediliyor ki, bizim zaman ölçüsü günlerimizle bin gün kadar olan bir gün Bir başka âyet–i kerimede de:
ve Ruh, oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar(Mearic sûresi, 4) buyrulmaktadır Burada da yine zaman birimi olarak günhaber verilmektedir Demek ki zaman vardır, zamanla direk bağlantılı olarak da mekân devreye girmektedir Zaman ile mekân birbirlerini tamamlayan varlıklardır Hâl böyle olunca da zamanın ve mekânın yok olduğunu iddia etmek akılla izah edilir bir şey değildir
Yazar, tezine dayanak olarak İmam Rabbânî'yi göstermektedir
MADDE VARDIR,
ZAMAN VARDIR,
MEKÂN VARDIR
İmam Rabbânî Kuddise Sırruhu Hazretleri Mektûbâtında konu ile ilgili üç görüşe yer verir Önce sofestai yani Allah Celle Celâluhu'nun yok saymak için bütün eşyayı da yok sayan akıma değinir İmam Rabbânî Hazretleri önce bunların görüşüne açıklar:
Evrenin sadece vehim ve hayâllerden ibaret olduğunu kabul eden sofestai taifesi, zanneder ki vehim ve hayâl ortadan kalkarsa, bütün kainat da ortadan kalkar Bu görüşlerini şu tez üzerine oturturlar: Maddenin varlığı, bizim inancımıza tâbidir Gerçekte madde yoktur Eğer gökyüzünü yer olarak düşünür ve öyle iman edersek, gökyüzü yer olur Tersini düşünürsek, yeryüzü gökyüzü olur Ya da tatlıyı acı olarak düşünürsek, tatlı şey acı olur, acıyı da tatlı düşünürsek, acı da tatlı olur
Hülâsa bu akılsız deliler yüce yaratıcının güç, kudret ve iradesini inkâr ederler Maddeyi Allah Teâlâ'nın yoktan yarattığını inkâr ederler Bunlar hem sapıtmış hem de insanları saptırmışlardır
Sofilere gelince, onlar maddenin dış âlemde vehim ve hayâl ürünü olduğuna inanırlar Ancak onlar sürekli var olan sabit ve istikrarlı bir varlığın var olduğuna da inanırlar Onlar derler ki, Var olan, istikrarlı olan varlık, vehim ve hayâlin ortadan kalkması ile ortadan kalkmazOnlar bu dünya hayatının o varlık sayesinde ebedî âhiret hayatı ile birbirine bağlı olduğunu söylerler(6)
İmam Rabbânî sofilerin görüşünü de anlattıktan sonra İslâm ulemâsının görüşüne gelir:
Ulemâ maddenin var olduğunu, kâinattaki her şeyin Allah tarafından yaratıldığını ve ilâhî kanun gereği var olduğunu söylerler Eğer Hak Teâlâ'nın varlığının yanında, maddeyi kıyaslayacak olursanız, o zaman madde çok zayıf ve sönük kalır Hatta Allah Celle Celâluhu'nun varlığının yanında maddenin varlığı yok hükmündedir, derler
Her üç görüşten sonra İmam Rabbânî kendi düşüncesini açıklar:
Her iki görüşten anlaşılan maddenin varlığının sabit olduğudur Bu dünyanın ve âhiretin hükümleri dahi maddeye bağlıdır Ve bu var olmak, vehmin ve hayâlin ortadan kalkması ile kalkmaz Sonuç böyle olunca da sofiler ve ulemâ arasında ihtilaf da ortadan kalkar
Burada sofilerin durumunu şöyle açıklayabiliriz Sofiler, yükseliş zamanlarında maddenin varlığı onların nazarlarından silinir, onlar bu yükselişlerinde Allah'ın varlığından başka bir şey düşünmezler, bilmezler İşte bu anda Hak Teâlâ'nın varlığından başka bir şey kalmadığını düşünen sofiler maddeyi vehim olarak kabul ederler
Ulemâ, varlığa, maddeye, vehim ya da hayâl demekten kaçınmıştır Bu ve benzeri ifadeleri kullanmaları durumunda, işin aslını kavramaktan yoksun olan cahiller derler ki, madem ki, madde vehim ve hayâldir, vehim ve hayâl ortadan kalkınca, madde de ortadan kalkacak, dolayısıyla ebedî ceza da, ebedî mükâfat da olmayacaktırİşte cahillere bu kapının açılması ulemâyı korkutmuştur(7)
Maddenin vehim ve hayâl olduğuna dair âyet–i kerimelerde en küçük bir işaret ve bilgi bulunmamakta, âyetler bunun aksini söylemektedir Hadis–i şeriflere gelince, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin, Madde yoktur, varlık bir hayâl ürünüdürbiçimindeki tezi uzaktan yakından destekleyecek ne bir sözü ne de uygulaması bulunmaktadır
İslâm ulemâsına gelince; başta itikadî ve amelî mezhep imamlarımızın, müçtehit imamlarımızın hiçbirinin konuyu destekleyen beyan ve açıklamaları yoktur
Sadece, bir kısım sofilerin, cezbe hâllerinde yaşadıkları hadiseler vardır ki, bunlar sadece kendilerini bağlar Buna örnek, Hallac–ı Mansur Kuddise Sırruhu ve Muhyiddin–i Arabî Kuddise Sırruhu gösterilebilir Bu sofilerde cezbe ile meydana gelen sekr hâli, onlara çok farklı şeyler göstermiş ve söyletmiştir Örneğin, Ene'l–Hakdemişlerdir Sonraki ulemâ bu konuda şöyle demiştir Onlar bunu söyledikleri makam itibariyle hoş görülmüşlerdir O makamın haricinde, söylendiğinde küfür olur İşte sofilere cezbede gelen sekr hâlinde, maddeyi vehim ve hayâl olarak görmeleri, o hâl ve makamda değerlendirilecek bir husustur O hâl ve makamın haricinde söylenmez, söylense de bir mâna ifade etmediği gibi gerçeği de yansıtmaz
NE DE VEHİM
HAYÂL YİYİP
HAYÂL İÇİYORUZ
Maddenin var olmadığı, hayâlden ibaret olduğu meselesi üzerine birkaç yıldır, sürekli mesajlar almaktayız Geçtiğimiz ağustos ayı içinde de gelen yoğun talepler üzerine sizler için bu çalışmayı yaptık Mesele kamuoyuna yansıyan ismi ile maddenin ardındaki sır Bu isimlendirme, bilenlerine yabancı olmamakla beraber bilmeyenlere bu başlıkta bir sorun gözükmüyor dedirtebilir
Şimdi biraz sonra maddenin ardındaki sırdan ne anlatılmak istendiği göreceksiniz Maddenin ardındaki sırdan kasıt gerçekte madde yoktur, bu yaşadığımız, yani algıladığımız varlık âlemi bir vehimler âlemidir,daha açık bir ifade ile hayâl âlemidir
Yazar hangi mantık ve düşünce ile bu düşünceye vardı bilemiyoruz, ancak bildiğimiz bir şey var, o da bu hususta birçok insanın kafasının karıştığıdır Konu ile ilgili olarak bu tezi ortaya atan yazar şu kanaate varmış:
Maddenin, evrenin ve içindeki her şeyin bir hayâl, bir algılar bütünüolduğudur(1)
Yazar bu durumun nasıl meydana geldiğini insanların anlayabilmesi için içilmeye hazır bir bardak çayın örneğini veriyor:
İnsan, bunların beyninde bir algı olduğunu hiç fark etmeden, bardağı dışarıda zannederek, zevkle çayını içer ve yine görüntüsü beyinde oluşan arkadaşı ile neşe içinde sohbet eder İnsanın, bardağının sertliğinden, ısısından, kokusundan, tadından etkilenerek gördüklerinin gerçek olduğunu sanması, bardağın uzaklığının beyninde bir algı olduğunu bilmemesi, verilen hislerin hayret verici netliğini ve mükemmelliğini göstermektedir(2)
Yazarın anlattıklarından şunu anlıyoruz: İnsanlar çay içerken gerçekte çay içmiyorlar, çayı beyinlerinde tasarlamışlar, çay meydana gelmiş, yanında da bir arkadaşın varsa o da beyinde meydana gelmiş, gerçekte ne çay var, ne de arkadaş, hepsi birer hayâl
İçtiğimiz çay hayâl olduğuna göre, yediklerimizin de hayâl olması gerekir Peki, burada şu sorunun cevabı nasıl verilecek: İçecekleri içen, yiyecekleri de yiyen insan bunları def–i hacet ederek dışarı çıkarıyor Hayâl yiyip içen insan, yine hayâl def–i hacet mi yapıyor? Olmayan şeyin def–i haceti niçin olsun?
Yazarın yanıldığı bir başka husus da şudur:
Beyninizde algıladığınız hislerin kafatasınızın dışında bir varlığı olduğunu düşünmek için hiçbir deliliniz yoktur Eğer beyninize giden görme sinirlerini kesseniz, bir anda görüntü yok olur Aynı şekilde işitme sinirlerinde bir problem olsa, dışarıda var olduğunu zannettiğiniz ses de bir anda kesilir(3)
Burada körler nasıl izah edilecek, körler göremiyor, dolayısıyla da yazarında dediği gibi görmeyenin görüntüsü bir anda kesiliyor Görüntü kesilince maddenin de ortadan kalkması gerekir
Fakat körler görmemesine rağmen, maddede bir değişiklik olmuyor Aynı şey sağırlar içinde geçerli, sağır duymuyor diye sesler ortadan kaybolmuyor
Yazarın maddenin yokluğunu kimler istemeztezi de son derece isabetsizdir
Maddenin bir hayâlden ibaret olduğu anlaşıldığında, lüks kafelerde, eğlence merkezlerinde gösteriş yapmanın, insanları aşağılamanın, büyüklenmenin, diğerleri ile alay etmenin, kaş göz işaretleri yapmanın ne derece anlamsız olduğu idrak edilecektir Materyalist zihniyetteki insanların tüm korkularının ve gerçekten kaçmalarının nedeni budur(4)
Madde var olunca herkes için, bütün mahlûkat için var oluyor Madde yok, sadece bir hayâl olsa, o zaman da herkes için hayâl olacak Yani değerde ya da değersizlikte bir şey değişmeyecek Varlığın yerini hayâl alacak İnsan hayatında fiilî olarak bir şey değişmeyeceğine göre, hayat aynı devam edeceğine göre, elimizdeki imkânların gerçek olması ile hayâl olmasının arasında bir fark yok Bir insan düşünün, binek olarak bir merkebi var, diğerinin de uçağı var Maddenin hayâl olduğunu düşünürsek, merkep de hayâl, uçak da hayâl olmuş oluyor Madde var olsa, merkep de gerçek, uçak da gerçek oluyor Bu durum ise, kimseye bir artı ve eksi kazandırmaz
ZAMANIN
VE MEKÂNIN
OLMADIĞI TEZİ
Yazarın Müddessir sûresi 11 âyet–i kerimesi ile maddenin hayâl ürünü olması arasında nasıl bir bağlantı kurduğunu anlamakta zorlanıyoruz Müddessir sûresi başında uyarı ile başlıyor, sekizinci âyetten itibaren Sur'a üfürüleceği gün ve o günün dehşetinden bahsediyor Sonra da o dehşetli günde, Vay kâfirlerin hâline, onlar için o gün çok çetin olacak!diyor Yazar bu âyet–i kerime için şu açıklamayı yapmaktadır:
Bu gerçekle birlikte, bir Allah, bir de kendileri kalmıştır Nitekim Allah, kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı bana bırak(Müddessir sûresi,11) âyetiyle, her insanın kendi katında aslında yapayalnız olduğu gerçeğine dikkat çekmiştir
Oysa âyetin devamı olan âyetlerde şöyle denilmektedir:
Tek olarak yaratıp, kendisine geniş servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisi için (nimetleri önüne) serdikçe serdiğim o kimseyi bana bırak!(Müddessir; 11–14,)
Bu âyetlerin maddenin hayâl olması ile ne alâkasının olduğunu biz anlayamadık, baktığımız tüm tefsirlerde, yazarın açıklamasına benzer bir açıklamaya rastlamadık Demek ki tefsir âlimleri de bu âyet–i kerimeleri yazar gibi anlamamış
Yazarın büyük çelişkiye düştüğü ve tamamen gerçek dışı olan bir düşüncesine daha tanık olduk:
21 yüzyılda, 19 yüzyılın materyalist inançları tarihin çöplüğüne atılacak, Allah'ın varlığı ve yaratışı kavranacak, mekânsızlık, zamansızlık gibi gerçekler anlaşılacak, insanlık asırlardır gözünün önüne çekilen perdelerden, aldatmacalardan ve bâtıl inanışlardan kurtulacaktır(5)
Bu tespitte geçmiş İslâm âlimlerine hakaretler olduğu gibi bilinçle, şuurla yapılması hâlinde bu tespitlerden, Allah korusun küfür kokuları gelmektedir Şöyle ki:
Yazar burada bir doğru tespitin yanında bir de ciddî bir hataya düşmektedir Materyalist inancın çöplüğe atılacağıtezine kimse karşı çıkmaz, ancak bunun yanında mekânsızlık ve zamansızlık gibi gerçekler de anlaşılacakdiyor
Halbuki zamanın varlığını Allah Celle Celâluhu Kur'an–ı Kerim'de bize şöyle haber veriyor:
Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir Sonra bütün bu işler, sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar(Secde sûresi, 5)
Allah bu âyet–i kerimede zamanın varlığını haber veriyor Zaman birimlerini saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay, yıl olarak dikkate aldığımızda bu âyet–i kerime de öyle bir günden bahsediliyor ki, bizim zaman ölçüsü günlerimizle bin gün kadar olan bir gün Bir başka âyet–i kerimede de:
ve Ruh, oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar(Mearic sûresi, 4) buyrulmaktadır Burada da yine zaman birimi olarak günhaber verilmektedir Demek ki zaman vardır, zamanla direk bağlantılı olarak da mekân devreye girmektedir Zaman ile mekân birbirlerini tamamlayan varlıklardır Hâl böyle olunca da zamanın ve mekânın yok olduğunu iddia etmek akılla izah edilir bir şey değildir
Yazar, tezine dayanak olarak İmam Rabbânî'yi göstermektedir
MADDE VARDIR,
ZAMAN VARDIR,
MEKÂN VARDIR
İmam Rabbânî Kuddise Sırruhu Hazretleri Mektûbâtında konu ile ilgili üç görüşe yer verir Önce sofestai yani Allah Celle Celâluhu'nun yok saymak için bütün eşyayı da yok sayan akıma değinir İmam Rabbânî Hazretleri önce bunların görüşüne açıklar:
Evrenin sadece vehim ve hayâllerden ibaret olduğunu kabul eden sofestai taifesi, zanneder ki vehim ve hayâl ortadan kalkarsa, bütün kainat da ortadan kalkar Bu görüşlerini şu tez üzerine oturturlar: Maddenin varlığı, bizim inancımıza tâbidir Gerçekte madde yoktur Eğer gökyüzünü yer olarak düşünür ve öyle iman edersek, gökyüzü yer olur Tersini düşünürsek, yeryüzü gökyüzü olur Ya da tatlıyı acı olarak düşünürsek, tatlı şey acı olur, acıyı da tatlı düşünürsek, acı da tatlı olur
Hülâsa bu akılsız deliler yüce yaratıcının güç, kudret ve iradesini inkâr ederler Maddeyi Allah Teâlâ'nın yoktan yarattığını inkâr ederler Bunlar hem sapıtmış hem de insanları saptırmışlardır
Sofilere gelince, onlar maddenin dış âlemde vehim ve hayâl ürünü olduğuna inanırlar Ancak onlar sürekli var olan sabit ve istikrarlı bir varlığın var olduğuna da inanırlar Onlar derler ki, Var olan, istikrarlı olan varlık, vehim ve hayâlin ortadan kalkması ile ortadan kalkmazOnlar bu dünya hayatının o varlık sayesinde ebedî âhiret hayatı ile birbirine bağlı olduğunu söylerler(6)
İmam Rabbânî sofilerin görüşünü de anlattıktan sonra İslâm ulemâsının görüşüne gelir:
Ulemâ maddenin var olduğunu, kâinattaki her şeyin Allah tarafından yaratıldığını ve ilâhî kanun gereği var olduğunu söylerler Eğer Hak Teâlâ'nın varlığının yanında, maddeyi kıyaslayacak olursanız, o zaman madde çok zayıf ve sönük kalır Hatta Allah Celle Celâluhu'nun varlığının yanında maddenin varlığı yok hükmündedir, derler
Her üç görüşten sonra İmam Rabbânî kendi düşüncesini açıklar:
Her iki görüşten anlaşılan maddenin varlığının sabit olduğudur Bu dünyanın ve âhiretin hükümleri dahi maddeye bağlıdır Ve bu var olmak, vehmin ve hayâlin ortadan kalkması ile kalkmaz Sonuç böyle olunca da sofiler ve ulemâ arasında ihtilaf da ortadan kalkar
Burada sofilerin durumunu şöyle açıklayabiliriz Sofiler, yükseliş zamanlarında maddenin varlığı onların nazarlarından silinir, onlar bu yükselişlerinde Allah'ın varlığından başka bir şey düşünmezler, bilmezler İşte bu anda Hak Teâlâ'nın varlığından başka bir şey kalmadığını düşünen sofiler maddeyi vehim olarak kabul ederler
Ulemâ, varlığa, maddeye, vehim ya da hayâl demekten kaçınmıştır Bu ve benzeri ifadeleri kullanmaları durumunda, işin aslını kavramaktan yoksun olan cahiller derler ki, madem ki, madde vehim ve hayâldir, vehim ve hayâl ortadan kalkınca, madde de ortadan kalkacak, dolayısıyla ebedî ceza da, ebedî mükâfat da olmayacaktırİşte cahillere bu kapının açılması ulemâyı korkutmuştur(7)
Maddenin vehim ve hayâl olduğuna dair âyet–i kerimelerde en küçük bir işaret ve bilgi bulunmamakta, âyetler bunun aksini söylemektedir Hadis–i şeriflere gelince, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin, Madde yoktur, varlık bir hayâl ürünüdürbiçimindeki tezi uzaktan yakından destekleyecek ne bir sözü ne de uygulaması bulunmaktadır
İslâm ulemâsına gelince; başta itikadî ve amelî mezhep imamlarımızın, müçtehit imamlarımızın hiçbirinin konuyu destekleyen beyan ve açıklamaları yoktur
Sadece, bir kısım sofilerin, cezbe hâllerinde yaşadıkları hadiseler vardır ki, bunlar sadece kendilerini bağlar Buna örnek, Hallac–ı Mansur Kuddise Sırruhu ve Muhyiddin–i Arabî Kuddise Sırruhu gösterilebilir Bu sofilerde cezbe ile meydana gelen sekr hâli, onlara çok farklı şeyler göstermiş ve söyletmiştir Örneğin, Ene'l–Hakdemişlerdir Sonraki ulemâ bu konuda şöyle demiştir Onlar bunu söyledikleri makam itibariyle hoş görülmüşlerdir O makamın haricinde, söylendiğinde küfür olur İşte sofilere cezbede gelen sekr hâlinde, maddeyi vehim ve hayâl olarak görmeleri, o hâl ve makamda değerlendirilecek bir husustur O hâl ve makamın haricinde söylenmez, söylense de bir mâna ifade etmediği gibi gerçeği de yansıtmaz