iltasyazilim
FD Üye
Dünyanın geçici makamlarını elde etmek için mi koşturup duruyoruz, yoksa Kur'an'da (Sâffât, 60) fevz'ülazîmdenilen en büyük kazançiçin mi?
Semerkand Dergisi Ali Yurtgezen Nisan 124 sayı
Dünyanın geçici makamlarını elde etmek için mi koşturup duruyoruz, yoksa Kur'an'da (Sâffât, 60) fevz'ülazîmdenilen en büyük kazançiçin mi?
Bu dünyadaki kurtuluşu mu istiyoruz, ahiretteki kurtuluşu mu?
Eğer ahireti, Allah'ın mükafatını, ebedî mutluluğu talep ediyorsak, ki öyle olması gerekir, o zaman ancak nefsinin hırs ve tamahkârlığından korunabilmiş kimselerin felaha erecekleri(Haşr, 9) gerçeğini unutmamak gerekiyor
Büyüklerimiz der ki; Hac farizasını yerine getirirken Mina'da zahiren cemeratta atılan taşların asıl hedefi, içimizdeki şeytan olmalıdırÇünkü şeytan, kanın damarlarda dolaştığı gibi dolaşır durur insanın içinde Onun böyle rahatça cirit atmasına izin verilirse eğer, nefsin bütün kötülüklerini, bütün zaaflarını toplar, kalbe doldurur Artık kalp, kalp olmaktan çıkmış; vücut ikliminin başkenti şeytanın eline geçmiştir
Şeytanın istilasına uğrayan bir kalpte kibir vardır, haset vardır, öfke vardır, riya vardır, ucb (gurur) vardır, hubbı câh (makam sevgisi) vardır, hubbı dünya (mal ve dünyalık sevgisi) vardır Bu yedi kötü huyla yedi başlı korkunç bir ejderha gibi kalpte hüküm sürer şeytan
Mina'da şeytan taşlanırken her seferinde yedi tane taş atılması bundandır
Hubbı câh nedir?
Hubbı câh, şeytanın kalbe bulaştırdığı bu yedi hastalığın en masum görüneni, en sinsi ve hızlı büyüyeni, bu nedenle de galiba en tehlikelisi Kabaca makam sevgisidiye çevrilen hubbı câh'taki câh, aslında dünyevî menfaat, üstünlük ve itibar, insanların teveccühüne mahzar olmayı sağlayan şeydemektir Böyle bir itibar genellikle idari, siyasi, ilmi bakımdan yüksek bir mevkide bulunmakla kazanıldığından, câh, zamanla mevki, makam, rütbeanlamına kullanılır olmuştur Nitekim bazı kaynaklarda hubbı câh yerine, yönetme, baş olma, liderlik tutkusuanlamına gelen hubbı riyâsettabiri tercih edilir
Bu tabirlerdeki hubbkelimesiyle de bir şeye ölçüyü kaçıracak tarzda ihtirasla yönelmenin kastedildiğini söyleyip hubbı câh'ı şöyle tanımlayalım:
Sırf insanlar nazarında itibar kazanmak, uhrevî olmayan menfaatler elde etmek için bir mevki ya da makama gelmeyi istemek, bunun için her yolu mübah görmek
Hubbı câh, zühddediğimiz, insanı Allah Tealâ ile meşgul olmaktan alıkoyan her şeyi terk etme hal ve kararlılığının tam tersi bir tutum kısaca Hem fert hem toplum için büyük tehlike Fakat insanları hayatın bir mücadele olduğuna inandırıp dünyadan ne koparırsam o kârdırdüşüncesiyle birbirine rakip kabul ettiren modern anlayış, bu hastalığı bırakın bir tehlike saymayı, meziyet gibi gösteriyor
Bir kalp illeti
Hz Peygamber sav, iki kişi bile olsak, birimizin yönetme sorumluluğunu üstlenmesini tavsiye etmiştir Küçük büyük bütün toplumlar bir yönetilenyöneten, astüst hiyerarşisine dayanmak durumundadır Toplumsal yapılanmada görev, yetki ve sorumlulukların zorunlu kıldığı farklı mevkiler vardır
Kaçınılmaz olarak birileri bu mevki ve makamlarda görev yapacaktır Bu birileri niçin ben olmayayımdiye düşünebilir insan Kendini bir makama daha layık görebilir, diğer insanlardan daha iyi hizmet vereceğini zannedebilir
Fakat makam taleplerinin arkasında kendini başkalarından üstün görme, bencillik, takdir edilme duygularının yahut çıkar sağlama, şöhret ve daha rahat yaşama niyetinin olması da mümkündür Hatta kişi bu süflî duygu ve hesapların farkında bile değildir çoğu zaman
İşte bu yüzdendir ki hubbı câh denilen kalp illeti ince bir meseledir Fıtrî bir duyguyu, mükemmelleşme arzusunu istismar eder Masum görünür ama çok tehlikelidir Diğer manevi kalp hastalıklarının artmasına sebep olacak bir potansiyeli vardır çünkü
EdhemliğeTalip Olmak
Kasas suresinin 79 ile 80 ayetlerinde, serveti, mevki ve imkânları dolayısıyla kendisine imrenilen Karun, ihtişam içinde kavminin karşısına çıktığında, onu gören insanların iki farklı tutumu aktarılır Bir kısmı Keşke Karun'a verilenlerin benzeri bizim de olsaydıdiye iç geçirir Bunlar dünya hayatını arzulayanlardır Kendilerine ilim verilenlerise Allah'ın mükafatını daha üstüntutanlardır Bu mükafatı dünyalığa yani Karun'un konumunda olmaya tercih ettiklerini imanlarını koruyup salih ameller işlemeksuretiyle ortaya koyanlardır
Esas mesele budur Dünyanın geçici makamlarını elde etmek için mi koşturup duruyoruz, yoksa Kur'an'da (Sâffât, 60) fevz'ülazîmdenilen en büyük kazançiçin mi? Bu dünyadaki kurtuluşu mu istiyoruz, ahiretteki kurtuluşu mu? Eğer ahireti, Allah'ın mükafatını, ebedî mutluluğu talep ediyorsak, ki öyle olması gerekir, o zaman ancak nefsinin şuhhundan (hırs ve tamahkârlığından) korunabilmiş kimselerin felaha erecekleri(Haşr, 9) gerçeğini unutmamak gerekiyor
Kaldı ki Allah'tan ve O'nun rızasından gayrısına rağbet, rağbet edilen şey ne kadar büyük ve yüksek görünürse görünsün insan için tenezzüldür Mümin, maksudum Allah, talebim O'nun rızasıdırdiye diye ulaşılan takvanın en üstün makam olduğunun farkındadır Allah indinde firavunların, karunların, kisraların değil, İbrahim Edhemlerin makamının yüksek olduğunu bilir; taca tahta meyletmez
Peşin olanı sevmek
Olması gereken budur ama olan genellikle Kıyamet suresinin 20 ve 21 ayetlerinde ifade buyurulduğu gibidir maalesef (Ey insanlar!) Gerçek şu ki siz peşin olanı (hazırda bulunanı, çarçabuk geçecek dünya hayatını ve nimetlerini) seviyorsunuz da ahireti bırakıyorsunuz
Dünya sevgisi, hırs, riyaset tutkusu, insanı dünyevî makamlara yükseltirken, çoğu zaman sahip olduğu en yüksek makamdan, yaradılmışların en şereflisimevkiinden indiriyor oysa Allah'ın yeryüzündeki halifeliğinden alıyor, nefsinin ve şeytanın oyuncağı haline getiriyor onu Meşhur hikâyede anlatıldığı gibi mevki, makam, rütbe sahibi oluyor belki ama adamolamıyor ya da âdemiyetini kaybediyor
Çünkü insan bir makama sahip olmak için, sahip olduğu mevkiini korumak için yahut daha yukarılara çıkmak için türlü ayak oyunları yapabiliyor, yalan söyleyebiliyor, olduğundan farklı görünmeye çalışabiliyor Artan meşguliyeti, kulluk vazifelerini ihmale hatta büsbütün terk etmeye sebep olabiliyor Yakalandığı şöhret afeti benliğini kabartıyor Övülmekten hoşlandıkça feraset ve basiretini kaybediyor; hak ve bâtılı seçemez, günahlarını göremez hale geliyor
Hele bir de bulunduğu makamın gerektirdiği niteliklerden yoksunsa, böylece zulmettiği insanların âhını almakla kalmıyor, sonunda mutlaka rezil rüsva olup ayrılıyor Yetmiyor, o makamı bıraktıktan sonra da iyi hatırlanmıyor, hakaretlerle anılıyor
Sürüye salınan kurt
Bulunulan veya arzulanan bir makam, bütün bunlara yol açabilecekse, zannedildiği gibi her zaman bir güç ve mutluluk vasıtası olmayabiliyor demek ki Öte yandan makam sevgisi ve bu uğurda girişilen mücadele sadece kişinin kalbini öldürmüyor, toplumu da bozulmaya doğru yönlendiriyor Kamplaşmalar, suçlamalar, dedikodular, yalanlar, iftiralar kardeşliği, karşılıklı sevgi ve saygıyı yok ediyor Onun için Efendimiz sav, kişinin mal, mülk, makam, şeref, itibar hırsıyla dine ve ümmete verdiği zararın bir sürüye salınan iki aç kurdun, sürüye verdiği zarardan daha büyükolduğunu söylemiştir
Başka bir hadislerinde de yukarda zikrettiğimiz Haşr suresi 9 ayetinde geçen ve aşırı hırs, tamahkârlık, başkalarının elinde olana göz dikmek, kıskançlık anlamlarını içeren şuhhkavramına dikkat çekerek; Şuhh'tan sakının, çünkü şuhh sizden evvelkileri helâk etmiştir Onlar (bu yüzden) birbirlerinin kanlarını döktüler ve haramları helâl saydılarbuyurmuştur
Nisa suresinin 32 ayetinde kadın erkek farkı ve miras paylaşımı sadedinde ifade buyurulan Allah'ın bazılarınıza diğerinden fazla verdiği şeyleri (hırs ve hasetle) temenni etmeyinikazına uymayınca aile içinde çatışma kaçınılmaz olur Tıpkı bunun gibi, Allah Tealâ'nın takdir ettiği fıtrî farklılıklara rıza göstermeyen, ehliyet ve liyakati olsun olmasın her makama talip olan kişi ve grupların bulunduğu toplumlarda da çatışma çıkar
Zor sorular
Özetle mümin, insanlar nezdinde değil Allah katında itibarlı olmaya meyleder Dünyalık makam peşinde koşmaz Peygamberimiz sav'in Bir topluluğun efendisi, onlara hizmet edendirhadisi mucibince efendiliği, izzet ve şerefi makamda değil hizmette arar İnsana hizmetin Rabbimizin muradı ve belirlediği sınırlar dahilinde yapılması gerektiğini de, bunun için mevki ve makamın şart olmadığını da bilir
Peki bu tavır, her halükârda dünyalık mevki ve makamlardan kaçınmayı mı gerektirir? Her makam isteği hubbı câh mıdır? Hakkını vereceğimize inansak bile bir makama talip olamaz mıyız? Toplumsal yapıda hemen her alanda zorunlu olarak makamlar silsilesi bulunduğuna, bu makamların mutlaka birileriyle doldurulması gerektiğine göre, bizim sakınmamız ehil olmayanlara fırsat vermez mi? Maksat hizmetse yüksek bir mevkiye gelerek, iktidar olarak bu hizmeti daha iyi göremez miyiz?
Bu soruların cevabı sanıldığı kadar kolay değil Birtakım kayıt ve şartları var Elbette bir makamın hakkını verebileceğimizi düşünmek hubbı câh olmaz Elbette iktidar daha çok hizmete vesiledir Makamı hedef kabul etmek başkadır, vesile saymak başka Tevazuyu, adaleti elden bırakmayacak, kulluğumuzu aksatmayacak, meşru hedefler için çalışacaksak, bir makama getirilmekte beis yok Fakat özelikle kişinin bir makamı kendiliğinden talep etmesi azimet ve ruhsat çerçevesinde ihtilaflı bir konu
Terazi kendini tartamaz
Hz Peygamber sav'in ashabına Emirliğe kendiliğinizden talip olmayıntavsiyesi, kendisinden yöneticilik isteyen hiç kimseye görev ve yetki vermemesi sebebiyle, ulemanın çoğunluğu makam talebinin mekruholduğu görüşündedir Bunu en azından edebe aykırı bulurlar
Yusuf suresinin 55 ayetinde Hz Yusuf as'ın Mısır melikine Beni bu arzın (ülkenin) hazineleri üzerine getirdediğinin nakledildiğine dikkat çeken bazı âlimler ise buradan hareketle makam talebinin mübah olduğunu söylemişlerdir Ancak bu, ruhsatmahiyetinde bir mübahlıktır Ruhsat, dinin bir hükmüne uymada, getireceği zorluk veya zaruret sebebiyle dinimizce izin verilen istisnaî bir kolaylıktır Söz konusu ayetin bağlamından çıkan gayri müslim yahut imanı zayıf bir çevrede, ehliyet ve liyakat bakımından daha üstün birinin bulunmamasızarureti, normalde mekruh olan makam talebine ruhsat vermenin sebebidir
Bir konuda zaruret yahut güçlüğe rağmen kolaylığı tercih etmemeye, ilk ve asıl hükme uymaya azimetderler Ruhsat da azimet de caizdir ama tasavvuf azimeti tercih eder Bir terbiye metodu olduğu için nefs konusunda daima uyanıktır İnsanın kendini bir makama layık görmesini, yanılabileceğini hesaba katarak hoş görmez Çünkü terazi kendini tartamaz Falanca oluyor da ben niye olmayayımgerekçesi hem kötü misal misal olmazhükmünce geçersizdir, hem de Resuli Ekrem sav'in bize tavsiye ettiği bakış tarzına aykırıdır Müslüman, dünyalıkta kendisinden aşağıda olanlara bakar
Semerkand Dergisi Ali Yurtgezen Nisan 124 sayı
Dünyanın geçici makamlarını elde etmek için mi koşturup duruyoruz, yoksa Kur'an'da (Sâffât, 60) fevz'ülazîmdenilen en büyük kazançiçin mi?
Bu dünyadaki kurtuluşu mu istiyoruz, ahiretteki kurtuluşu mu?
Eğer ahireti, Allah'ın mükafatını, ebedî mutluluğu talep ediyorsak, ki öyle olması gerekir, o zaman ancak nefsinin hırs ve tamahkârlığından korunabilmiş kimselerin felaha erecekleri(Haşr, 9) gerçeğini unutmamak gerekiyor
Büyüklerimiz der ki; Hac farizasını yerine getirirken Mina'da zahiren cemeratta atılan taşların asıl hedefi, içimizdeki şeytan olmalıdırÇünkü şeytan, kanın damarlarda dolaştığı gibi dolaşır durur insanın içinde Onun böyle rahatça cirit atmasına izin verilirse eğer, nefsin bütün kötülüklerini, bütün zaaflarını toplar, kalbe doldurur Artık kalp, kalp olmaktan çıkmış; vücut ikliminin başkenti şeytanın eline geçmiştir
Şeytanın istilasına uğrayan bir kalpte kibir vardır, haset vardır, öfke vardır, riya vardır, ucb (gurur) vardır, hubbı câh (makam sevgisi) vardır, hubbı dünya (mal ve dünyalık sevgisi) vardır Bu yedi kötü huyla yedi başlı korkunç bir ejderha gibi kalpte hüküm sürer şeytan
Mina'da şeytan taşlanırken her seferinde yedi tane taş atılması bundandır
Hubbı câh nedir?
Hubbı câh, şeytanın kalbe bulaştırdığı bu yedi hastalığın en masum görüneni, en sinsi ve hızlı büyüyeni, bu nedenle de galiba en tehlikelisi Kabaca makam sevgisidiye çevrilen hubbı câh'taki câh, aslında dünyevî menfaat, üstünlük ve itibar, insanların teveccühüne mahzar olmayı sağlayan şeydemektir Böyle bir itibar genellikle idari, siyasi, ilmi bakımdan yüksek bir mevkide bulunmakla kazanıldığından, câh, zamanla mevki, makam, rütbeanlamına kullanılır olmuştur Nitekim bazı kaynaklarda hubbı câh yerine, yönetme, baş olma, liderlik tutkusuanlamına gelen hubbı riyâsettabiri tercih edilir
Bu tabirlerdeki hubbkelimesiyle de bir şeye ölçüyü kaçıracak tarzda ihtirasla yönelmenin kastedildiğini söyleyip hubbı câh'ı şöyle tanımlayalım:
Sırf insanlar nazarında itibar kazanmak, uhrevî olmayan menfaatler elde etmek için bir mevki ya da makama gelmeyi istemek, bunun için her yolu mübah görmek
Hubbı câh, zühddediğimiz, insanı Allah Tealâ ile meşgul olmaktan alıkoyan her şeyi terk etme hal ve kararlılığının tam tersi bir tutum kısaca Hem fert hem toplum için büyük tehlike Fakat insanları hayatın bir mücadele olduğuna inandırıp dünyadan ne koparırsam o kârdırdüşüncesiyle birbirine rakip kabul ettiren modern anlayış, bu hastalığı bırakın bir tehlike saymayı, meziyet gibi gösteriyor
Bir kalp illeti
Hz Peygamber sav, iki kişi bile olsak, birimizin yönetme sorumluluğunu üstlenmesini tavsiye etmiştir Küçük büyük bütün toplumlar bir yönetilenyöneten, astüst hiyerarşisine dayanmak durumundadır Toplumsal yapılanmada görev, yetki ve sorumlulukların zorunlu kıldığı farklı mevkiler vardır
Kaçınılmaz olarak birileri bu mevki ve makamlarda görev yapacaktır Bu birileri niçin ben olmayayımdiye düşünebilir insan Kendini bir makama daha layık görebilir, diğer insanlardan daha iyi hizmet vereceğini zannedebilir
Fakat makam taleplerinin arkasında kendini başkalarından üstün görme, bencillik, takdir edilme duygularının yahut çıkar sağlama, şöhret ve daha rahat yaşama niyetinin olması da mümkündür Hatta kişi bu süflî duygu ve hesapların farkında bile değildir çoğu zaman
İşte bu yüzdendir ki hubbı câh denilen kalp illeti ince bir meseledir Fıtrî bir duyguyu, mükemmelleşme arzusunu istismar eder Masum görünür ama çok tehlikelidir Diğer manevi kalp hastalıklarının artmasına sebep olacak bir potansiyeli vardır çünkü
EdhemliğeTalip Olmak
Kasas suresinin 79 ile 80 ayetlerinde, serveti, mevki ve imkânları dolayısıyla kendisine imrenilen Karun, ihtişam içinde kavminin karşısına çıktığında, onu gören insanların iki farklı tutumu aktarılır Bir kısmı Keşke Karun'a verilenlerin benzeri bizim de olsaydıdiye iç geçirir Bunlar dünya hayatını arzulayanlardır Kendilerine ilim verilenlerise Allah'ın mükafatını daha üstüntutanlardır Bu mükafatı dünyalığa yani Karun'un konumunda olmaya tercih ettiklerini imanlarını koruyup salih ameller işlemeksuretiyle ortaya koyanlardır
Esas mesele budur Dünyanın geçici makamlarını elde etmek için mi koşturup duruyoruz, yoksa Kur'an'da (Sâffât, 60) fevz'ülazîmdenilen en büyük kazançiçin mi? Bu dünyadaki kurtuluşu mu istiyoruz, ahiretteki kurtuluşu mu? Eğer ahireti, Allah'ın mükafatını, ebedî mutluluğu talep ediyorsak, ki öyle olması gerekir, o zaman ancak nefsinin şuhhundan (hırs ve tamahkârlığından) korunabilmiş kimselerin felaha erecekleri(Haşr, 9) gerçeğini unutmamak gerekiyor
Kaldı ki Allah'tan ve O'nun rızasından gayrısına rağbet, rağbet edilen şey ne kadar büyük ve yüksek görünürse görünsün insan için tenezzüldür Mümin, maksudum Allah, talebim O'nun rızasıdırdiye diye ulaşılan takvanın en üstün makam olduğunun farkındadır Allah indinde firavunların, karunların, kisraların değil, İbrahim Edhemlerin makamının yüksek olduğunu bilir; taca tahta meyletmez
Peşin olanı sevmek
Olması gereken budur ama olan genellikle Kıyamet suresinin 20 ve 21 ayetlerinde ifade buyurulduğu gibidir maalesef (Ey insanlar!) Gerçek şu ki siz peşin olanı (hazırda bulunanı, çarçabuk geçecek dünya hayatını ve nimetlerini) seviyorsunuz da ahireti bırakıyorsunuz
Dünya sevgisi, hırs, riyaset tutkusu, insanı dünyevî makamlara yükseltirken, çoğu zaman sahip olduğu en yüksek makamdan, yaradılmışların en şereflisimevkiinden indiriyor oysa Allah'ın yeryüzündeki halifeliğinden alıyor, nefsinin ve şeytanın oyuncağı haline getiriyor onu Meşhur hikâyede anlatıldığı gibi mevki, makam, rütbe sahibi oluyor belki ama adamolamıyor ya da âdemiyetini kaybediyor
Çünkü insan bir makama sahip olmak için, sahip olduğu mevkiini korumak için yahut daha yukarılara çıkmak için türlü ayak oyunları yapabiliyor, yalan söyleyebiliyor, olduğundan farklı görünmeye çalışabiliyor Artan meşguliyeti, kulluk vazifelerini ihmale hatta büsbütün terk etmeye sebep olabiliyor Yakalandığı şöhret afeti benliğini kabartıyor Övülmekten hoşlandıkça feraset ve basiretini kaybediyor; hak ve bâtılı seçemez, günahlarını göremez hale geliyor
Hele bir de bulunduğu makamın gerektirdiği niteliklerden yoksunsa, böylece zulmettiği insanların âhını almakla kalmıyor, sonunda mutlaka rezil rüsva olup ayrılıyor Yetmiyor, o makamı bıraktıktan sonra da iyi hatırlanmıyor, hakaretlerle anılıyor
Sürüye salınan kurt
Bulunulan veya arzulanan bir makam, bütün bunlara yol açabilecekse, zannedildiği gibi her zaman bir güç ve mutluluk vasıtası olmayabiliyor demek ki Öte yandan makam sevgisi ve bu uğurda girişilen mücadele sadece kişinin kalbini öldürmüyor, toplumu da bozulmaya doğru yönlendiriyor Kamplaşmalar, suçlamalar, dedikodular, yalanlar, iftiralar kardeşliği, karşılıklı sevgi ve saygıyı yok ediyor Onun için Efendimiz sav, kişinin mal, mülk, makam, şeref, itibar hırsıyla dine ve ümmete verdiği zararın bir sürüye salınan iki aç kurdun, sürüye verdiği zarardan daha büyükolduğunu söylemiştir
Başka bir hadislerinde de yukarda zikrettiğimiz Haşr suresi 9 ayetinde geçen ve aşırı hırs, tamahkârlık, başkalarının elinde olana göz dikmek, kıskançlık anlamlarını içeren şuhhkavramına dikkat çekerek; Şuhh'tan sakının, çünkü şuhh sizden evvelkileri helâk etmiştir Onlar (bu yüzden) birbirlerinin kanlarını döktüler ve haramları helâl saydılarbuyurmuştur
Nisa suresinin 32 ayetinde kadın erkek farkı ve miras paylaşımı sadedinde ifade buyurulan Allah'ın bazılarınıza diğerinden fazla verdiği şeyleri (hırs ve hasetle) temenni etmeyinikazına uymayınca aile içinde çatışma kaçınılmaz olur Tıpkı bunun gibi, Allah Tealâ'nın takdir ettiği fıtrî farklılıklara rıza göstermeyen, ehliyet ve liyakati olsun olmasın her makama talip olan kişi ve grupların bulunduğu toplumlarda da çatışma çıkar
Zor sorular
Özetle mümin, insanlar nezdinde değil Allah katında itibarlı olmaya meyleder Dünyalık makam peşinde koşmaz Peygamberimiz sav'in Bir topluluğun efendisi, onlara hizmet edendirhadisi mucibince efendiliği, izzet ve şerefi makamda değil hizmette arar İnsana hizmetin Rabbimizin muradı ve belirlediği sınırlar dahilinde yapılması gerektiğini de, bunun için mevki ve makamın şart olmadığını da bilir
Peki bu tavır, her halükârda dünyalık mevki ve makamlardan kaçınmayı mı gerektirir? Her makam isteği hubbı câh mıdır? Hakkını vereceğimize inansak bile bir makama talip olamaz mıyız? Toplumsal yapıda hemen her alanda zorunlu olarak makamlar silsilesi bulunduğuna, bu makamların mutlaka birileriyle doldurulması gerektiğine göre, bizim sakınmamız ehil olmayanlara fırsat vermez mi? Maksat hizmetse yüksek bir mevkiye gelerek, iktidar olarak bu hizmeti daha iyi göremez miyiz?
Bu soruların cevabı sanıldığı kadar kolay değil Birtakım kayıt ve şartları var Elbette bir makamın hakkını verebileceğimizi düşünmek hubbı câh olmaz Elbette iktidar daha çok hizmete vesiledir Makamı hedef kabul etmek başkadır, vesile saymak başka Tevazuyu, adaleti elden bırakmayacak, kulluğumuzu aksatmayacak, meşru hedefler için çalışacaksak, bir makama getirilmekte beis yok Fakat özelikle kişinin bir makamı kendiliğinden talep etmesi azimet ve ruhsat çerçevesinde ihtilaflı bir konu
Terazi kendini tartamaz
Hz Peygamber sav'in ashabına Emirliğe kendiliğinizden talip olmayıntavsiyesi, kendisinden yöneticilik isteyen hiç kimseye görev ve yetki vermemesi sebebiyle, ulemanın çoğunluğu makam talebinin mekruholduğu görüşündedir Bunu en azından edebe aykırı bulurlar
Yusuf suresinin 55 ayetinde Hz Yusuf as'ın Mısır melikine Beni bu arzın (ülkenin) hazineleri üzerine getirdediğinin nakledildiğine dikkat çeken bazı âlimler ise buradan hareketle makam talebinin mübah olduğunu söylemişlerdir Ancak bu, ruhsatmahiyetinde bir mübahlıktır Ruhsat, dinin bir hükmüne uymada, getireceği zorluk veya zaruret sebebiyle dinimizce izin verilen istisnaî bir kolaylıktır Söz konusu ayetin bağlamından çıkan gayri müslim yahut imanı zayıf bir çevrede, ehliyet ve liyakat bakımından daha üstün birinin bulunmamasızarureti, normalde mekruh olan makam talebine ruhsat vermenin sebebidir
Bir konuda zaruret yahut güçlüğe rağmen kolaylığı tercih etmemeye, ilk ve asıl hükme uymaya azimetderler Ruhsat da azimet de caizdir ama tasavvuf azimeti tercih eder Bir terbiye metodu olduğu için nefs konusunda daima uyanıktır İnsanın kendini bir makama layık görmesini, yanılabileceğini hesaba katarak hoş görmez Çünkü terazi kendini tartamaz Falanca oluyor da ben niye olmayayımgerekçesi hem kötü misal misal olmazhükmünce geçersizdir, hem de Resuli Ekrem sav'in bize tavsiye ettiği bakış tarzına aykırıdır Müslüman, dünyalıkta kendisinden aşağıda olanlara bakar