iltasyazilim
FD Üye
MEVLEVİLİK
1 Kuruluşu
Ölüm gününü Hakk’la vuslat, sevgiliye kavuşma günü sayan HzMevlânâ’nın bu dünyadan göçüp, sonsuzluk âlemine doğmasıyla onu tanıyanlar, fikir ve görüşlerini benimseyenler büyük acılara boğuldular Başta oğlu Sultan Veled, Çelebi Hüsâmeddin ve diğerleri
HzMevlânâ’nın fikirleri ve yaşantısı kurumlaşmalı, yüzyıllar boyu tüm insanlığa uzanan bir el olmalıydı İnsanlığı sevgiye, hoşgörüye, iyiliğe, doğruluğa ve güzel ahlâka yani İslâm’a çağıran bir el
İslâm Peygamberi, yaratılmışların en yücesi HzMuhammed’in yüzyıllar önce tüm insanlığa yaptığı çağrıyı HzMevlânâ da yineliyordu
Bâzâ! Bâzâ! Her ân çi hestî bâzâ
Ger kâfîr u gebr u bûtperestî bâzâ
İn dergehi mâ, dergehi novmîdî nîst
Sad bâr eger tövbeşikestî bâzâ
Gel! Ne olursan ol, yine gel
İster kâfir ol, ister ateşe tap, ister puta
İster yüz kere tevbe etmiş ol, ister yüz kere bozmuş ol tevbeni
Bizim kapımız umutsuzluk kapısı değil, nasılsan öyle gel
Çelebi Hüsâmeddin döneminde başlayarak, Sultan Veled ve onun oğlu Ulu Ârif Çelebi zamanında toplanan Mevlânâ âşıkları, Mevlevîlik Tarîkatı’nın temelini attılar ve sistemini oluşturdular Muhtelif yerlerde tekkeler kurdular, vakıflar sağladılar, insanların gönüllerine ışık götürdüler
Mevlana Celaleddin Rumi'nin düşünceleri çevresinde kurulan tarikat Babasının düşüncelerini sistemleştirdiği ve tarikat biçiminde örgütlendirdiği için Mevlana'nın oğlu Sultan Veled, Mevlevilik'in asıl kurucusu ve ikinci piri sayılır
Mevlana'nın hayatı boyunca tarikatlara özgü birtakım kurallara uymadığı, kendisine bağlananlar için özel kurallar koymadığı bilinmektedir Sözgelimi kendisine bağlananlar için ne bir giriş töreni düzenler, ne de belli bir zikir öngörürdü Diğer tarikatlar gibi özel giysilerle ayrılma yoluna da gitmemişti Bilinen başlıca uygulaması müridliğe kabul edilenlerin saç, sakal, bıyık ve kaşlarından birkaç kıl kesmek, kendisine halifelik verilenlere de bugün hırka denilen geniş kollu, yakasız, önü açık bir giysi olan fereci giydirmek, halkı aydınlatma görevini simgelemek üzere bir çerağ vermekti Mevlevilik'in başlıca kurallarından birisi olan semayı da yalnızca aşk ve cezbe için yardımcı bir öğe sayardı Ancak oğlu Sultan Veled, halifeliği döneminde Mevlana'nın düşüncelerini temel olarak Mevleviliği kendine özgü kuralları, törenleri olan bir tarikat durumuna getirdi
Mevleviliğe göre tasavvufi eğitimin amacı insanın kendine gelmesini, kendini bulmasını sağlamaktır Gerçeğe ulaşmak için insan tabiatına aykırı yöntemlere başvurulmamalıdır Zikir ve çile gerçeğe ulaşmanın temel yöntemi değildir Zikir ancak düşünceyi harekete geçirdiği ölçüde yararlıdır Gerçeğe ulaşmanın asıl yolu aşk ve cezbedir Bunun için de isimlerden ve kelimelerden geçip Allah'ı bulmak Allah dışındaki varlıklardan (masiva) arınmak gerekir Bütün varlığı kuşatan Allah'ın varlığı tek gerçektir Varmış gibi görülen varlıklar gerçekte yoktur; varolan, bu varlıklar aracılığı ile kendini gösteren Allah'tır Evren her an yeniden yaratılmaktadır Zıdlar alemi olan bu dünyada herşey izafidir Allah'ı gerçek anlamda tanımayan insanlar dünyanın, altın ve gümüşün kulu, kölesi olurlar Bu kölelikten kurtulmanın tek yolu da Allah aşkıdır
Mevleviliğe göre mürid kendini mürşidinde yok etmeli, kendine baktığında mürşidini görmelidir Mürşidinin tüm isteklerini tereddüt etmeden kabul etmeli, ona itaatı Allah'a ve Peygamber (sas)'e itaat, muhalefeti de Allah ve Peygamber (sas)'e muhalefet bilmelidir Kendisini şeyhinden uzaklaştıracak hiçbir sözü dinlememeli, onun iyiliğin mutlak temsilcisi olduğuna inanmalı, hakkında kötü düşünmemeli, yanında çok konuşmamalıdır Nefsini zayıflatmaya, riyazet ve mücahede ile öldürmeye çalışmalıdır Kötülüğü buyuran nefsi (nefsi emmare) ancak mürşid öldürebilir Bu nedenle mürid mürşidinin irşadına sıkı biçimde sarılmalıdır
Mevlevilikte başlıca tarikat ayini, âyini şerif de denilen semadır Belli kurallar içinde ve müzik eşliğinde yapılan semadan başka zikir telkini, tac ve hırka giyme, halvet, tarikata giriş, halifelik verme de belli kurallara bağlanmıştır Sözgelimi zikir telkininde şeyh müridi önüne oturtarak elini tutar, bütün günahlardan sakınacağına, iyilik ve takva üzere bulunacağına dair söz alır, kelimei tevhidi üç kez telkin eder, sonra da onun için dua eder Duanın arkasından şeyh, dünya ile ilgisini kestiğini simgelemek üzere müridin saçından birkaç kıl keser Halvet, diğer tarikatlarda olduğu gibi kırk gün süren bir ibadet, riyazet biçiminde değil, tekkede hizmet biçiminde uygulanır Binbir gün süren bu halveti (çile) tamamlayan kişiye derviş adı verilir
Tac ve hırka giydirme de küçük bir törenle yapılır Tac giyecek mürid başını açarak şeyhin önüne oturur, başını şeyhin dizine koyar Mevlevi silsilesini okuyan şeyh Allah'tan müridi fakirlik yolunda (tasavvuf) başarılı kılmasını, başına manevi bir tac ihsan etmesini dileyerek tacı giydirir Fatiha sûresini okuyarak dua eder Hırka ise ayakta giydirilir Yine mevlevi şeyhleri silsilesi ve Fatiha okunur, dua edilir Duanın arkasından hırkası giydirilen mürid şeyhin ve orada bulunan büyüklerin ellerini öper
Halvetten çıkmış, eğitimini tamamlamış ve gerekli olgunluğa ulaşmış dervişlere verilen üç tür halifelik vardır Bunlar sureti hilafet, manayı hilafet ve hakikatı hilafet olarak anılır Sureti hilafet, bir dervişe bir tekkenin yönetimini yürütmesi amacıyla verilen halifeliktir Bu tür halifeler irşad yetkisine sahip değildir Manayı hilafet, seyrü süluk denilen tasavvufi yolculuğun makam ve mertebelerini iyi bilen, Allah'ı tam anlamıyla tanıyan dervişe halkı irşad etmesi amacıyla verilen halifeliktir Hakikatı hilafet de doğrudan irşad ve şeyhlik yetkisiyle verilen halifeliktir Şeyhlik makamı boş olan tekkelere atanacak şeyhler bu halifeler arasından seçilir
Mevleviliğe mensup kişiler seyrü sülukteki durumlarına göre çeşitli derecelere ayrılır İlk dereceyi mevlevilerin büyük çoğunluğunu temsil eden muhibler oluşturur Seven kişi demek olan muhib, mevlevi kurallarına göre sikke tekbirletip tarikata giren, ancak dervişliğe ikrar vermeyen müriddir İkinci derecede dede de denilen dervişler yeralır Derviş ikrar verip tekke mutfağında (matbah) üç gün saka postunda oturan, kararından dönmezse arakiye ve hizmet tennuresi giyinip çeşitli hizmetlerle binbir gün halvet (çile) çıkaran, onsekiz gün süren hücre çilesini de tamamlayan mevleviye verilen addır Şeyhler üçüncü dereceyi oluşturur Şeyh, bir tekkeyi yönetmek, muhib ve dervişlerin yetiştirme yetkisine sahip olan mevlevidir Mevlevilikte son dereceyi halifeler meydana getirir Halifeler, başkasına halifelik verme yetkisine sahip şeyhlerdir
Sultan Veled'ten sonra bütün Mevleviliği temsil eden Konya'daki merkez tekke şeyhliğinin babadan oğula ya da ailenin büyüğüne geçmesi gelenekleşti Bu geleneğe bağlı olarak şeyhlik makamına oturan kişiye Çelebi adı verildi ve zamanla merkez tekke şeyhliği Çelebilik makamı olarak anılmaya başladı Çelebiler, başlangıçta, şeyhlik makamında oturan kişi tarafından önceden belirlenirdi Sonraları çelebiler dedelerin onayıyla atanmaya başladı Daha sonra da, adaylar arasındaki çekişmeler nedeniyle çelebiler padişah iradesiyle atanır oldular
Çok uzun bir süre geçmemesine rağmen Anadolu’nun pek çok yerinde Mevlânâ âşıkları mevlevîhânelerde toplanmaya başladılar Oradan Arap Yarımadası’na,
Asya ve Avrupa’ya yayıldılar Artık padişahlar da, gedâlar da aynı posta baş kesmedeydiler Sultan IIISelîm, Sultan IIMahmud gibi bir döneme damgasını vuran Osmanlı sultanları mevlevîhânelerde şeyhlerinin dizlerine baş koymadaydılar Aşk, sınır tanımaksızın yüreklere ateşler yaktı, yaktı
Mevlevilik Türk düşünce ve sanat hayatına önemli etki ve katkıları olan bir tarikattır Mevlana'nın vahdeti vücud (varlık birliği) anlayışına dayanan düşünceleri yüzyıllar boyunca etkisini sürdürmüş, günümüze kadar canlılığını koruyabilmiştir Mevlevi tekkeleri, tarikat faaliyetlerinin yanısıra bir sanat ve kültür kurumu gibi çalışmış, baştan beri birçok şair, yazar ve bestecinin yetiştiği merkezler olmuştur
Osmanlılar döneminde Türkiye'de en yaygın tarikatlardan birisi olan Mevleviliğin faaliyetine, diğer tarikatlarla birlikte, 13 Eylül 1925 tarihli bir kanunla son verildi Faaliyetini bir süre Şam'da sürdürmeyi denediyse de başarılı olamadı Ancak 1926 yılında Konya'daki merkez tekke ve Mevlana türbesi müze olarak yeniden açıldı
2 Çile Sistemi
Mevlevîlik, mânevî bir eğitim sistemi olarak tarîkate giren nevniyâzları binbir gün süren “çile denilen bir eğitimden geçiyordu Çile şöyle uygulanıyordu:
Mevlevî olmaya karar veren kişi gençse, ailesinin rızâsı alınırdı Kendisine bu yolun güçlükleri anlatılır, ısrâr eder ve kabûl olunursa “matbah denilen eğitim bölümünde, kapıdan girince hemen sol tarafta, kapı dibinde bulunan postta üç gün oturtulurdu Bu üç gün içinde iki diz üstünde başı eğik olarak oturan aday, orada yapılan işleri seyreder, mecbûriyet olmadıkça konuşmaz, mecbûr olmadıkça posttan kalkıp bir yere gidemezdi Üç gün sonra huzûra çıkar, kararında durduğunu söylerse, geldiği elbiseyle on sekiz gün getirgötür işlerine bakardı On sekiz günün sonunda ona artık mevlevîlerin özel kıyafetleri giydirilir ve çilesi başlamış olurdu
Çile esnasında ortalığı silip süpürmek, odun getirmek, çarşıdan alışveriş yapmak, çamaşır yıkamak gibi günlük işleri yapmaktan başka mutlaka sema’ meşk eder, mesnevî okur, kâbiliyeti varsa ney üflemek, kudüm vurmak, âyin okumak gibi mûsikî sanatı ile yahut hat, tezhîb, minyatür gibi diğer güzel sanatlarla ilgilenirdi Bu meşklere, çilesini doldurmuş, hücre sahibi olmuş “dede ler nezâret ederdi
3 Mevlevîlik ve Sanat
İslâm dininde mûsikî ve raksla ilgili ilk belgelere Meraga’lı Abdülkâdir’in Makâsidü’l Elhân adındaki eserinde, sema’a ise mîlâdî Xyüzyıldan itibaren bazı kaynaklarda rastlanır
Mevlânâ’nın büyük bir din ve sanat bilgini olarak mûsikî hakkında yüceltici fikirleri vardı Sofiyane vecd ve isitiğrakın, ilâhî ilham ve neşvenin kaynağı haline gelmiş olan gönlünü şiir, mûsikî ve sema’ gibi üç güzel sanatın ulviyet ve kudsiyetinde eritmişti Bilhassa mûsikîyi bütün maddî ve fizîkî hâdiselerin üstünde tamamen ilâhî bir anlayış ve sezişle “Elest Bezmi’nin âvâzesi diye târif etmişti Bu yüzden mevlevihâneler, mânevî eğitim işlevlerinin yanı sıra devrin güzel sanatlar akademileri yahut konservatuarlarıydılar
Mevlevîlerin zikri olan sema’, mutlaka mûsikî eşliğinde yapıldığından, mevlevîhânelerde nazarî ve amelî mûsikî eğitimi yaptırılmış, bu sebeple Türk Mûsikîsi’nin en büyük bestekârları mevlevîhânelerden yetişmişlerdir Bu eğitimin yanı sıra edvârlar ve muhtelif nota mecmuaları tertip edilerek, eserlerin gelecek nesillere intikâli de sağlanmıştır
Mûsikî sanatımız üzerinde Mevlevîliğin tesiri o kadar büyüktür ki, “Türk Klâsik Müziği mevlevîhânelerde gelişmiştir denebilir
Nefî, Neşâti, Fasih Ahmed Dede, Esrâr Dede, Nâbi, Şeyh Gâlib gibi ân edebiyatımızın büyük şairleri de mevlevîdirler
HzMevlânâ’nın tasavvufunda gâye aşktır HzMevlânâ, insanın sûretiyle değil, sîretiyle yani iç âlemiyle ilgilenmiş, rûhî olgunlaşmayı ve ahlâk kaidelerinin en yücelerine ulaşmayı hedef almıştır Mevlevîlikte, tamamen rûhî bir tezâhür olan şiir, mûsikî, raks ve diğer güzel sanatlar insanı kötülüklerden uzaklaştırıp, ilâhî amaca yaklaştıracak araçlar olarak görülmüş, bu yüzden Mevlevîliğin önemli rükünleri hâline gelmiştir
MEVLEVİ AYİNLERİ
Mûsikî tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir Bilim adamları insanların konuşmayı bilmedikleri devirde duygu ve düşüncelerini mûsikî ile anlattıklarını söylüyorlar Mûsikînin dinden doğduğu düşüncesi de bugün mûsikî tarihçileri, felsefeciler ve sosyologlar tarafından benimsenmektedir
İlkel toplumlarda mûsikî bir ibâdet, insanları Yüce Yaratıcı’ ya ulaştıran bir olgu, hatta Tanrı'nın insanlara bir lûtfu kabul edilirdi
Totemizm, Şamanizm, Animizm gibi dinlerde mûsikînin önemli rolü vardı Bu dinlerin etkisindeki toplumlarda müzisyenler aynı zamanda din adamlarıydılar İslâmiyet’ i kabûlden önce atalarımızın dini olan Şamanizm’de “kam, “baksı ya da “şaman denilen din adamları ellerindeki çalgı ile çalıp söyleyerek dînî mesajlarını iletirlerdi
İslâmiyet de bu sanatın karşısında olmamıştır Ancak her olgu gibi mûsikînin de iyi ve doğru yolda; iyi ve doğru duyguları hissettirip, ortaya çıkaracak şekilde kullanılması istenmiştir
İslâm Peygamberi Hz Muhammed (sas), Kur’an’ın güzel sesle ve bir kaideye bağlı âhenkle okunmasını emretmiştir Tecvid ve kıraat böylece doğmuştur ki, bu ilimlerin mûsikî ile yakın ilişkileri vardır
Mûsikî, İslâmiyet’i kabûlden sonra da müslüman Türkler’in yaşamlarının her safhasında önce olduğu gibi yer almaya devam etmiştir Düğünlerde, bayramlarda, asker uğurlama ve karşılama törenlerinde, her türlü dînî törenlerde, hatta savaşlarda bile mûsikî yer almıştır
Dînî Türk Mûsikîsi icrâ edildiği mekânlara göre Câmi Mûsikîsi ve Tekke Mûsikîsi başlıkları altında ikiye ayrılabilir Birbirine yakın bu iki türden Tekke Mûsikîsi’nde insan seslerinin yanı sıra enstrümanlara da yer verilmiştir Câmi Mûsikîsi’ nde ise enstrüman kullanılmaz Ezan, kaamet, salâ, salâtü’sselâm, mi’râciye, mevlîd, tekbîr, temcîd, tesbîh, mahfel sürmesi, münâcaat gibi câmiye ait formlarla; mevlevî âyini, nefes, durak gibi tekkeye ait formlar ve her iki mekânda da ortak kullanılan ilâhi, tevşîh, şugl, na’ t gibi formlar Dînî Türk Mûsikîsi’ ni oluşturur
Câmi Mûsikîsi eserlerinde görülen zâhidâne, ağır başlı üslûp, Tekke Mûsikîsi eserlerinde yerini tasavvufî bir coşkuya bırakır Bu coşkulu oluşumda bir çok tarikatta yer alan ve mûsikî eşliğinde yapılan “zikir in rol oynadığı söylenebilir
Tekke Mûsikîsi formlarından en gelişmiş olanı Mevlevi Âyinleri’ dir Bu eserler aynı zamanda tüm Türk Mûsikîsi’ nin en geniş, en sanatlı ve en önemli eserleridir
Mevlevî Âyinleri; HzMevlânâ’ nın ebedî âleme intikâlinden sonra ona ve onun düşüncelerine âşık insanların kurdukları “Mevlevîlik tarîkatının ürünleridir
Hiç şüphe yok ki, Mevlevî Âyinleri konusu bir değil yüzlerce kitap konusu olabilecek, üzerine ciltlerce eserler yazılabilecek kadar geniştir
Mevlevî Âyini bestekârlarının doğum ölüm tarihlerini tespitte hicrî tarih bildiren kaynaklara ve varsa ebced hesabıyla düşürülen tarih dizelerine yönelip, onları titizlikle milâdî tarihe çevirdik Burada karşımıza çıkan hicrî yılın, milâdî yılın bir değil çoğu kez iki yılına karşılık gelmesi problemini her iki yılı da yazıp; kuvvetle muhtemel olan uzun yılın altını çizmek sûretiyle çözmeyi uygun gördük Bir örnek vermek gerekirse:
Dellâlzâde İsmâil Efendi hicrî 1212 yılında doğmuştur Ölümü için Hâfız’ın mezar taşına düşürdüğü tarih mısrâı ise hicrî 1286’ ya karşılık gelir
“Huld’ü Dellâlzâde’ye dâim mekân ede Hudâ H1286
H1212 yılı milâdi 1797 yılının 26 Haziran’ında başlayıp, 1798 yılının 14 Haziran’ında biter Dolayısıyla doğumu 17971798 yıllarından birisi olup çok az da olsa 1797 olma ihtimali daha fazladır
Ölümü olan H1286 yılı ise milâdi 1869 yılının 13 Nisan’ında başlayıp, 1870 yılının 2 Nisan’ında son bulur Dolayısıyla ölümü 1869 1870 yılarından birisi olup, büyük ihtimalle 1869 yılıdır (Kitapta verilen cetvel incelenirse her iki yılın da yazılmış, ihtimâli yüksek olan yılların altının çizilmiş olduğu görülür)
Yine Mevlevî Âyini bestekârlarını listelerken vefât etmiş olanlarla yaşayanları ayrı ayrı sıralamayı uygun gördük Vefât etmiş olanları ölüm tarihlerine, yaşayanları ise doğum tarihlerine göre sıraladık
Bestelenmiş bütün Mevlevî Âyinleri’ne hakkında ne söyleniyor olursa olsun kitapta yer verdik Forma uygunluğu, geleneğe uygunluğu konusunda hiçbir ayırıma gitmeyip bunu müzikolog ve icrâcıların yorumlarına bıraktık
MEVLEVÎ ÂYİNLERİ
1 Özellikleri
Kitabımızın asıl konusunu teşkîl eden Mevlevî Âyinleri, mevlevîhânelerde Sema’ Töreni (yani mukâbele) esnasında “mutrıb denilen mûsikî topluluğunun çalıp söylediği, mevlevî bestekârlarca sema’a eşlik amacıyla bestelenmiş eserlere denir
Tıpkı Sema’ Töreni gibi Mevlevî Âyini formunun da XVXVIyüzyıllarda kalıp halinde tespit edilip, günümüze kadar gelen son şeklini aldığı söylenebilir
Mevlevî Âyinleri’nin önemli özelliklerinden biri farklı devirlerin ve farklı bestekârların eserlerinin bir araya getirilebilmesidir XV veya XVIyüzyılda bestelendiği sanılan Pencgâh Âyini Şerîf’in başında XIXyüzyıl bestekârlarımızdan Neyzen Sâlih Dede’nin peşrevinin çalınması yahut bir âyinin başka bir âyinden alınan bölümlerle tamamlanması bu duruma örnek olarak gösterilebilir
Kendilerine has husûsiyetleri aşağıda açıklanacak olan bu eserlerin ana bölümleri HzMevlânâ’nın Mesnevî, Dîvânı Kebîr ve Rubâiyyat’ından alınmış Farsça şiirlerinden bestelenir Ender olarak bazı mevlevî şâirlerin şiirlerine de yer verildiği görülmektedir Bunlar arasında Sultan Veled, Ulu Ârif Çelebi, Eflâkî Dede, Şeyh Gâlip, Molla Câmî, Şeyhî, Semtî, Gâvsî Dede sayılabilir50
Ayrı âyinlerde aynı güftenin yer aldığı da gözlenmektedir Ama tüm âyinlerde Eflâkî Dede’ nin,
Ey ki hezâr âferin bu nice sultân olur,
Kulu olan kişiler, hüsrev ü hâkân olur
Her ki bugün Veled’e inanûben yüz süre,
Yoksul ise bây olur, bay ise sultân olur
dörtlüğü mutlaka üçüncü selâmda yürüksemâî usûlünden bestelenmiştir Ayrıca yine tüm âyinlerin IVSelâm’ında (ki çoğunlukla IISelâm ile aynıdır) HzMevlânâ’nın meşhur,
Sultânı menî, sultânı menî
Ender dil ü cân îmânı menî
Der men bidemî men zinde şevem
Yek cân çi şeved, sad cânı menî
Sultânımsın, sultânımsın,
Gönlümdesin, cânımdasın, îmânımsın
İçimdeysen ancak ben dirilirim,
Bir cân ne demek, sen benim yüz cânımsın
dörtlüğü Ağır Evfer usûlünden bestelenerek kullanılmıştır
Tıpkı sema’ gibi Mevlevî Âyini de her birine “selâm adı verilen dört bölümden oluşur Başta çalınan Devri Kebîr usûlündeki peşrevler Türk Klâsik Müziği’ndeki Devri Kebîr peşrevlerden farklılık gösterir
Mevlevî bestekârlarca Muzaaf Devri Kebîr adı verilen bu usûl iki Devri Kebîr’ in birleştirilmesinden oluşturulmuştur ve 56 zamanlıdır Bu özellik peşrevin Sema’ Töreni kısmında anlatılan Devri Veledî’ye eşlik amacıyla olmasındandır Nitekim Devri Kebîr usûlü, diğer usûllere göre Devri Veledî’ deki yürüyüşe en uygun olanıdır Bu usûlde herhangi bir aksak bölünme olmaz İki Devri Kebîr’ in birleştirilmesinin sebebi ise daha uzun peşrevler bestelemek, böylece tekrarı azaltmak amacını güder Çünkü âyin peşrevleri Devri Veledî tamamlanıncaya kadar bitince başa dönmek sûretiyle tekrar edilirler
Devri Veledî’nin bitmesiyle peşrev durur Burası peşrevin herhangi bir yeri olabilir Bu sebeple bazı âyin peşrevlerinde karar bölümleri dahî yer almamıştır
Mevlevî Âyinleri’nin ISelâm’ı çoğunlukla Devri Revân, bazen de Ağır Düyek usûlleri ile ölçülmüştür II ve IVSelâm’lar mutlaka Ağır Evfer usûlündedir Âyinlerde bu usûle genellikle son beş zamanından girilir Bazı âyinlerde bu iki selâm güfte ve melodi olarak birbiriyle aynı olabilmekte, bâzı âyinlerde ise melodi aynı kalırken güfte farklı olabilmektedir
Mevlevî Âyinleri’ nin IIISelâm’ları en geniş ve sanatlı bölümleridir Bu bölümde usûl geçkilerinin yanısıra çarpıcı makam geçkileri de görülür IIISelâm genellikle 28 zamanlı Devri Kebîr usûlüyle başlar Devri Kebîr yerine bazen Ağır Düyek, Frenkçin, Fahte, Çifte Düyek de kullanılmıştır
IIISelâm’da bu ilk kısımdan sonra, aksaksemâî usûlünden bestelenmiş bir saz terennümü ile Eflâkî Dede’nin:
Ey ki hezâr âferîn bu nice sultân olur
mısraı ile başlayan Türkçe dörtlük yürüksemâî usûlü ile bestelenir Bunu aynı usûlden bestelenmiş saz terennümleriyle birbirine bağlanan güfteler izler, yürüksemâî hızlanarak devam eder, coştukça coşar
Mevlevî Âyinleri’nin selâmları, Semâ’ Töreni kısmında belirttiğimiz selâmların mânâ ve tezâhürlerine uygun olarak, hatta bu duyguları oluşturacak nağmelerle
bestelenmiştir Semâ’ Töreni’nin IIISelâm’ı Allah’ın büyüklüğü ve kudreti karşısında duyulan hayranlığın aşka dönüşmesiyle oluşan bir cezbe hâlini sembolize eder Yani bir nevî mîrâc hâlidir Mevlevî Âyinleri’nde de bu bölümler gittikçe yürüyen ritmlerle ve gittikçe yükselen perdelerle bestelenmiştir
IVSelâm ise insanın kulluğa dönüşünü ve kulluğunu idrâkini temsîl eder Burada kullanılan Ağır Evfer usûlü ile melodi ve ritmdeki coşkunluk yerini kararlı bir huzûra bırakır
IVSelâm’dan sonra sazlarla icrâ edilen Düyek usûlünde bir Son Peşrev ve Son Yürüksemâî ile âyin sona erer
Bu yapısı ile Mevlevî Âyinleri Türk Mûsikîsi’nin en büyük ve sanatlı eserleridir Bu yüzden âyin bestelemek bestekârlıkta zirve kabûl edilir
XVXVIyüzyıla ait “Bestei Kadîm adıyla tanınan ve bestekârları bilinmeyen Pencgâh, Hüseynî ve Dügâh Âyini Şerîflerden Pencgâh makamındaki âyin mevlevî bestekârlara tam bir numûne olmuştur ve tam bir bestekârlık âbidesidir Daha sonra bestelenmiş ve bestekârı bilinen ilk âyin olan Köçek Derviş Mustafa Dede’nin Bayâtî Âyini Şerîf’î ise kendinden öncekileri gölgede bırakacak kadar üstün bir sanat eseridir
Daha sonra Buhûrîzâde Mustafa Efendi (Itrî) tarafından bestelenen Segâh Âyini Şerîf’de Türk Mûsikîsi’nin şâheserlerindendir
Bestekârı bilinen bu ilk âyinlerden sonra günümüze kadar tespit edebildiğimiz kadarıyla 161 âyin daha bestelenmiştir ki, üç Bestei Kadîm ile birlikte toplamı 166’ya varır Bu âyinler içerisinde form ve üslûba uygunluğu tartışılabilecek olanları elbette vardır Bunlar arasında merhum Hüseyin Saadeddin Arel’ in muhtelif makamlardan bestelediği 51 âyin pek çok münekkid tarafından kıymeti hâvî bulunmamaktadır Günümüzde bestelenen âyinlerin çoğu da eleştirilere mâruz kalmaktadır Biz böyle bir tartışmaya girmeden tamamını listelemeyi uygun görüyoruz
MEVLEVÎ ÂYİNLERİ
(Bestelendiği Yüzyıllara Göre)
XVIIyüzyıl öncesi
1 Hüseynî Âyini Şerîf
Bestei Kadîm
2 Dügâh Âyini Şerîf
Bestei Kadîm
3 Pencgâh Âyini Şerîf
Bestei Kadîm
XVIIyüzyıl
4 Bayâtî Âyini Şerîf
Derviş Mustafa Dede (Kûçek)
5 Segâh Âyini Şerîf
Buhûrîzâde Mustafa Efendi (Itrî)
6 Çargâh Âyini Şerîf
Kutbü’n Nâyî Osman Dede
7 Hicaz Âyini Şerîf
Kutbü’n Nâyî Osman Dede
8 Rast Âyini Şerîf
Kutbü’n Nâyî Osman Dede
9 Uşşak Âyini Şerîf
Kutbü’n Nâyî Osman Dede
10 Nühüft Âyini Şerîf
Eyyûbî Hüseyin Dede
11 Nihâvend Âyini Şerîf
Musâhib Ahmed Ağa
12 Hicaz Âyini Şerîf
Musâhib Ahmed Ağa
13 Sabâ Âyini Şerîf
Musâhib Ahmed Ağa
14 Bestenigâr Âyini Şerîf
Bursalı Âmâ Sâdık Efendi
15 Irak Âyini Şerîf
Abdürrahîm Dede (Hâfız Şeydâ)
16 Hicâzeyn Âyini Şerîf
Abdürrahîm Dede (Hâfız Şeydâ)
17 Isfahan Âyini Şerîf
Abdürrahîm Dede (Hâfız Şeydâ)
XIXyüzyıl
20 Şevkutarab Âyini Şerîf
Ali Nutkî Dede
21 Sûzidilârâ Âyini Şerîf
Sultan IIISelîm Han
22 Yegâh Âyini Şerîf
Derviş Abdülkerîm Dede
23 Acembûselik Âyini Şerîf
Nâsır Abdülbâkî Dede
24 Isfahan Âyini Şerîf
Nâsır Abdülbâkî Dede
25 Hicaz Âyini Şerîf
Künhî Abdürrâhîm Dede
26 Nühüft Âyini Şerîf
Künhî Abdürrâhîm Dede
27 Sabâ Âyini Şerîf
Hammâmîzâde İsmâîl Dede
28 Nevâ Âyini Şerîf
Hammâmîzâde İsmâîl Dede
29 Bestenigâr Âyini Şerîf
Hammâmîzâde İsmâîl Dede
30 Sabâbûselik Âyini Şerîf
Hammâmîzâde İsmâîl Dede
31 Hüzzam Âyini Şerîf
Hammâmîzâde İsmâîl Dede
32 Isfahan Âyini Şerîf
Hammâmîzâde İsmâîl Dede
33 Ferahfezâ Âyini Şerîf
Hammâmîzâde İsmâîl Dede
34 Şedaraban Âyini Şerîf
Mustafa Nakşî Dede
35 Sûzinâk Âyini Şerîf
Hâşim Bey
36 Şehnâz Âyini Şerîf
Hâşim Bey
37 Sûzidil Âyini Şerîf
Nesîb Dede
38 Sûzinâk Âyini Şerîf
Dellâlzâde İsmâîl Efendi
39 Isfahan Âyini Şerîf
İsmet Ağa
40 Müstear Âyini Şerîf
İsmet Ağa
41 Rahatfezâ Âyini Şerîf
İsmet Ağa
42 Mâhur Âyini Şerîf
Ârif Hikmetî Dede
43 Hicazkâr Âyini Şerîf
Manisalı Câzim Dede
44 Yegâh Âyini Şerîf
Tanbûrî Kâmil Dede
45 Sûzinak Âyini Şerîf
Selânikli Derviş Necib Dede
46 Neveser Âyini Şerif
Rifat Bey
47 Ferahnâk Âyini Şerîf
Rifat Bey
48 Şedaraban Âyini Şerîf
Neyzen Sâlih Dede
49 Yegâh Âyin Şerif
Hacı Fâik Bey
50 Sûzinâk Âyini Şerîf
Hacı Fâik Bey
51 Hüseyniaşîran Âyini Şerîf
Ali Aşkî Efendi
52 Sûzidil Âyini Şerîf
MZekâî Dede
53 Mâye Âyini Şerîf
MZekâî Dede
54 Isfahan Âyini Şerîf
MZekâî Dede
55 Sûzinak Âyini Şerîf
MZekâî Dede
56 Sabâzemzeme Âyini Şerîf
MZekâî Dede
57 Nühüft Âyini Şerîf
Bursalı Osman Dede
XXyüzyıl
58 Rahatülervah Âyini Şerîf
Ahmed Hüsâmeddin Dede
59 Dügâh Âyini Şerîf
Mehmed Celâleddin Dede
60 Bûselik Âyini Şerîf
Bolâhenk Nûri Bey
61 Karcığar Âyini Şerîf
Bolâhenk Nûri Bey
62 Acemaşîran Âyini Şerîf
Hüseyin Fahreddin Dede
63 Hüseynî Âyini Şerîf
Musullu Hâfız Osman Efendi
64 Yegâh Âyini Şerîf
Rauf Yektâ Bey
65 Sultâniyegâh Âyini Şerîf
Kâzım Uz
66 Bûselikaşîran Âyini Şerîf
Ahmed Avni Konuk
67 Dilkeşîde Âyini Şerîf
Ahmed Avni Konuk
68 Rûyi Irak Âyini Şerîf
Ahmed Avni Konuk
69 Bayâtîbûselik Âyini Şerîf
Zekâîzâde Hâfız Ahmed Irsoy
70 Müstear Âyini Şerîf
Zekâîzâde Hâfız Ahmed Irsoy
71 Karcığar Âyini Şerîf
Râkım Elkutlu
72 Kürdîlihicazkâr Âyini Şerîf
Halepli Şeyh Ali Dede
73 Acemaşîran Âyini Şerîf I
Hüseyin Saadettin Arel
74 Acemaşîran Âyini Şerîf II
Hüseyin Saadettin Arel
75 Acemkürdî Âyini Şerîf I
Hüseyin Saadettin Arel
76 Acemkürdî Âyini Şerîf II
Hüseyin Saadettin Arel
77 Aşkefzâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
78 Besteısfahan Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
79 Bestenigâr Âyini Şerîf I
Hüseyin Saadettin Arel
80 Bestenigâr Âyini Şerîf II
Hüseyin Saadettin Arel
81 Bayâtî Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
82 Bûselik Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
83 Dilkeşhâverân Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
84 Eviç Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
85 Evcârâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
86 Ferahfezâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
87 Ferahnâk Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
88 Ferahnümâ Âyini Şerîf I
Hüseyin Saadettin Arel
89 Ferahnümâ Âyini Şerîf II
Hüseyin Saadettin Arel
90 Heftgâh Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
91 Hicaz Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
92 Hicazkâr Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
93 Hüseynî Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
94 Hüzzam Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
95 Isfahan Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
96 Karcığar Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
97 Kürdîlihicazkâr Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
98 Lâlegül Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
99 Mâhur Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
100 Müstear Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
101 Nevâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
102 Neveser Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
103 Nihâvend Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
104 Nikriz Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
105 Nişâbur Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
106 Nişâburek Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
107 Nühüft Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
108 Rahatfezâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
109 Rahatülervah Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
110 Rast Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
111 Sabâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
112 Segâh Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
113 Sultânîyegâh Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
114 Sûzidil Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
115 Sûzinâk Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
116 Şederaban Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
117 Şehnâz Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
118 Şerefnümâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
119 Şevkefzâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
120 Tâhir Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
121 Uşşak Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
122 Uzzâl Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
123 Yegâh Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
124 Rast Âyini Şerîf
Refik Fersan
125 Selmek Âyini Şerîf
Refik Fersan
126 Şevkefzâ Âyini Şerîf
Halil Can
127 Hisarbûselik Âyini Şerîf
Saadeddin Heper
128 Nikriz Âyini Şerîf
Hâfız Kemâl Batanay
129Bayâtîaraban Âyini Şerîf
Cinuçen Tanrıkorur
130Evcârâ Âyini Şerif
Cinuçen Tanrıkorur
131Zâvilaşîran Âyini Şerîf
Cinuçen Tanrıkorur
132Nişâbûrek Âyini Şerîf
Cinuçen Tanrıkorur
133Ferahnâkaşîrân Âyini Şerîf
Doğan Ergin
134 ?
Bedri Noyan 51
135 Nihâvend Âyini Şerîf
Kemâl Tezergil
136 Neveser Âyini Şerîf
A Necdet Tanlak
137 Tâhir Âyini Şerîf
A Necdet Tanlak
138 Eviç Âyini Şerîf
A Necdet Tanlak
139 Acem Âyini Şerîf
Alâeddin Yavaşça
140 Mâhur Âyini Şerîf
İrfan Doğrusöz
141 Muhayyersünbüle Âyini Şerîf
İrfan Doğrusöz
142 Segâh Âyini Şerîf
İrfan Doğrusöz
143 Nişâbur Âyini Şerîf
Cüneyd Kosal
144 Nevâ Âyini Şerîf
Ali Rıza Avni Tınaz
145 Sâzkâr Âyini Şerîf
Sâdun Aksüt
146 Hisar Âyini Şerîf
Fırat Kızıltuğ
147 Muhayyersünbüle Âyini Şerîf
Bekir Sıdkı Sezgin
148 Eviç Âyini Şerîf
Erol Sayan
149 Ferahfezâ Âyini Şerîf
MOkyay Yiğitbaş
150 Şevkutarab Âyini Şerîf
MOkyay Yiğitbaş
151 Bayâtî Âyini Şerîf
MOkyay Yiğitbaş
152 Hüzzam Âyini Şerîf
MOkyay Yiğitbaş
153 Şehnâz Âyini Şerîf
Mutlu Torun
154 Acemkürdî Âyini Şerîf
Zeki Atkoşar
155 Sazkâr Âyini Şerîf
Zeki Atkoşar
156 Mâhur Âyini Şerîf
Zeki Atkoşar
157 Uşşak Âyini Şerîf
Fâtih Salgar
158 Vecdidil Âyini Şerîf
Gürsel Koçak
159 Şehnâz Âyini Şerîf
Hasan Esen
160?
İsmet Doğru 51
Bestekârları yaşayan Âyini Şerîfler
Bestekârı Bilinmeyen Diğer Âyini Şerîf’ler (Üç Bestei Kadîm’den Başka)
161 Muhayyer Âyini Şerîf
162 Canfezâ Âyini Şerîf
163 Baba Tâhir Âyini Şerîf
164 Eviç Âyini Şerîf
165 Bûselik Âyini Şerîf
166 Nevrûz Âyini Şerîf
2 Bestekârları
Mevlevî Âyini besteleyebilmek için iyi bir bestekâr olmak şarttır ama yeterli olmaz Mevlevî Âyini Bestekârının âyin rûhuna ve üslûbuna uygun eser yapabilmesi için HzMevlânâ’yı, Mevlevîliği ve Sema’ı iyi anlamış; kendinden önce bestelenmiş olan âyinleri iyi incelemiş olması gerekir Bu şartlar sağlandıktan sonra Dîvânı Kebîr, Rubâiyyât ve Mesnevî’den kullanılacak usûllere ve anlam bakımından birbirine uygun şiirler seçilecek ve eser bestelenecektir
Mevlevî Âyini bestekârları arasında yukarıda verdiğimiz listede en fazla dikkat çeken isim hiç şüphesiz Hüseyin Saadeddin Arel’dir Yılmaz Öztuna’nın Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi’nde 700 kadar eseri kayıtlı olan ve daha çok nazariyatçı olarak tanınan son dönemin bu müzikolog bestekârının 51 âyininden tüm araştırmalarımıza rağmen yalnız Mûsikî Mecmuası’nın 154sayısında neşrolunan Nikriz Âyini Şerîf’inin ve Karcığar Âyini Şerîf’inden küçük bir bölümünün notasını bulabildik Bestekârın elimizdeki bu örnekleri incelendiğinde güfte ve usûl geleneğine uyulmadığı hemen göze çarpar Ama dediğimiz gibi bulabildiğimiz örnekler çok azdır
Türk Mûsikîsi’nin gelmiş geçmiş en büyük bestekârlarından biri olan Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi 7 Âyini Şerîf bestelemiştir Bu eserlerin tamamı üstün bir müzikalite ve olağanüstü bir duyuş ürünüdür Dede Efendi’nin tüm eserleri içerisinde en çok Hüzzam Âyini Şerîf’ini beğendiği rivâyet olunmaktadır ki, bu eser Türk Mûsikî Sanatı’nın en kıymetli eserlerindendir
Kendisi de mevlevî olan Sultan IIMahmud’un isteği üzerine son olarak bestelediği âyini olan Ferâhfeza Âyini Şerîf’i ise fevkalâde renklidir ve en çok sevilen âyinlerdendir
Dede Efendi’nin öğrencilerinden MZekâî Dede de 5 âyin bestelemiştir Bunlar arasında en beğenileni gerçek bir dehâ ürünü olarak nitelenen Sûzidil makâmındakidir
Zamanının neyzenlerinin kutbu manasında “Kutbü’n Nâyî ünvânıyla tanınan Osman Dede, son dönemin önemli bestekârlarından merhum Cinuçen Tanrıkorur ve günümüz bestekârlarından M Okyay Yiğitbaş da dörder âyin bestelemişlerdir
Musâhib Seyyid Ahmed Ağa, “Hâfız Şeydâ adıyla tanınan Abdürrahîm Dede, İsmet Ağa, Ahmed Avni Konuk ile yaşayan bestekârlardan Zeki Atkoşar, Necdet Tanlak ve İrfan Doğrusöz ise repertuarımıza üçer âyin kazandırmışlardır Ancak İrfan Doğrusöz’ün elimizde bulunan Segâh Âyini Şerîf’i bir çok sesli deneme olarak Türk Mûsikîsi ve Mevlevî Âyini rûhuna kanımızca hiç uygun değildir ve içinde HzMevlânâ’dan hiçbir güfte bulundurmamakla geleneğe de uymamaktadır
Şüphesiz ki bestekârlıkta fazla eser bestelemekten daha önemlisi sanat değeri taşıyan eser bestelemektir Sultan III Selîm yalnızca bir âyin bestelemiştir Ama bu eseri Mevlevî Âyini repertuarının en kıymetli örneklerinden birisi olmuştur Bunun gibi Hüseyin Fahreddin Dede’nin Acemaşîran Âyini Şerîf’i de tek âyinidir ve bir sanat âbidesidir
mevlâna’nın düşüncesi etrafında şekillenen mevlevîliğin, babasının düşüncelerini sistemleştirip tarikat biçiminde örgütlediğinden ötürü oğlu sultan veled (ö 1312) tarafından kurulduğu kabul edilir ilhâmını kur’an ve peygamberimizin sünnet’inden alan mevlevîlik insanlığı, pek çok âşık, âlim ve kâmil mürşid yoluyla, doğruya, güzel ahlâka ve sevgiye davet etmiştir
mevlevîlik, diğer tarikatlerde olduğu gibi insanı, kendisini bulması ve kendisine gelmesini sağlamak üzere tasavvufî bir eğitimden geçirir diğer tarikatlerdekinin aksine, kendisine intisâb edenlerden özel bir kıyafet giymelerini ve belirli bir zikri sürdürmelerini istemeyen mevlâna’nın bilinen başlıca uygulaması ise, müridliğe kabul edilenlerin saç, sakal, bıyık ve kaşlarından birkaç kıl kesmek, kendisine hilâfet verilenlere de bugün hırka denilen geniş kollu, yakasız, önü açık bir giysi olan fereci giydirmek, halkı aydınlatma görevini simgelemek üzere bir çerağ vermekti başlangıçta özel bir ritüeli olmayan mevlevîlik, babasının düşüncelerini temel alan oğul sultan veled tarafından kendine özgü kuralları, törenleri olan bir tarikat haline getirildi
mevlâna’nın ‘güneşimiz’ dediği şemsi tebrîzi’nin kişiliğiyle kavramlaşan ‘mürşid’ tabiri, mevlevîliğin insantanrı ilişkisi bağlamında geliştirdiği önemli bir mefhumdur öyle ki mürid kendini mürşidinde yok etmeli ve kendine baktığında mürşidini görmelidir mürşide muhalefeti allah’a ve peygamberine (sas) muhalefet bilmeli kötülük buyuran (nefsi emmare) nefsi ancak bir mürşidin öldürebileceğini bilen mürid, mürşidinin irşâdına sıkı bir şekilde sarılmalıdır mevlevîliğin çoğu tarikatlerden farklı olarak üzerinde durduğu noktalardan biri de, müridin zikir ve çile aşamalarından geçme zorunluluğunun olmamasıdır mevlevîlere göre zikir ve çile gerçeğe ulaşmanın temel bir yöntemi değil, düşünceyi harekete geçirebilecek bir dinamiktir gerçeğe ulaşmanın biricik yolu vardır, o da; aşk ve cezbedir
semâ:
dilimizde dönmek, duymak ve gökyüzü anlamlarına gelen semâ, bir mevlevi âyininde bu üç anlamı da kapsayan bir işleve dönüşür âyini şerîf olarak da bilinen semâ, belli kurallar içinde müzik eşliğinde yapılır pisagor gibi düşünen filozoflara göre musikî, göklerin dönüşünden hâsıl olan sesten ve bu sesin âhenginden meydana gelir ilginçtir ki mevlâna musikî hakkında mesnevî’de şunları söyler: ‘zurnanın ağlayışı, davulun korkutuşu birazcık sûr sesine benzer; öyle ki hikmet sahipleri, biz bu makamları gökyüzünün dönüşünden aldık derler halkın tamburuyla çaldığı, söylediği ezgiler, göğün dönüşünün sesidir; inananlar tüm seslerin cennetin sesiyle güzelleştiğini söyler; biz, hepimiz âdemi’in cüzleriydik; cennette o güzel sesleri duyduk, dinledik’
semâ ile yani dinlemek ve duymakla manevî ve estetik duyguların gelişeceğini söyleyen mevlana’nın mesnevî’de bu terimi işitmek, dinlemek, anı kebîr’de ise bugünki mevlevi âyinlerinde kullanıldığı üzere dönmek anlamında kullanmıştır mevlevi tarikatının başlıca ayini olan semâ, insanın miracını, manevî yolculuğunu sembolize eder semâ esnasında mürid, benliğini (hırkasını) terk ederek hak’ta yok olur başında sikkesi (mezar taşı), üstünde tennuresiyle (kefeni) manevî bir yolculuğa çıkar
semâ beş bölümden oluşur:
1 peygamber efendimizin nâtı şerîfi’nin okunması
2 her şeye can veren nefesi temsil eden ney taksimi
3 semâzenlerin birbirlerini selamlayarak başladığı üç kez tekrarlanan dairesel yürüyüş (sultan veled devri denir)
4 semâ ayini (1 selâm bilgiyle doğan insanı, 2 selâm yaratılıştaki azameti, 3 selâm tam teslimiyeti (fenâfillah) sembolize eder)
zikir telkini:
belli bir manevî olgunluğa ulaşmış mürid için bazı âyinler yapılır zikir telkini’nde şeyh müridi önüne oturtarak elini tutar, tüm günahlardan sakınacağına, iyilik ve takva üzere bulunacağına dair söz alır, kelimei tevhidi üç kez telkin eder, sonra da onun için dua eder duanın ardından şeyh, dünya ile ilgisini kestiğini simgelemek için müridin saçından bir kıl keser binbir gün tekke hizmetinde bulunan mürid artık bir derviştir
tac ve hırka giyme:
tac ya da hırka giyecek mürid şeyhin önüne oturur, başını şeyhin dizine koyar mevlevî silsilesini okuyan şeyh allah’tan müridi tasavvuf yolunda başarılı kılmasını dileyerek tacı ya da hırkayı giydirir ve fatihâ okur
şebi arûs
mevlâna’nın ölüm gününün hatırası olarak yapılan merasim için kullanılan bir tabirdir ikindi vaktinden sonra kur’an okumak ve aynu’lcem yapılmak suretiyle icra edilen bu merâsim gecesine ‘leyletü’larûs’ da denilir mevlâna 17 aralık 1273’de pazar akşamı vefat etmiştir bu geceyi, yani ‘şebi arûs’ gecesini, sevgiliye, hakk’a kavuşma günü kabul eden mevlâna iki türlü ölüm olduğundan söz eder; birincisi, hz peygamberimizin ‘ölmeden önce ölünüz’ hadisine işaret eden, nefsi (ego) yok ederek gerçekleşen manevî ölümdür mevlâna bu ölüme ‘vuslat’ adını verir ikinci ise ‘fiziki ölüm’dür
ölümü, ayrılıktan ziyade, bir kavuşma olarak gören mevlâna, manevî tekâmüle erişmiş ruhun aşk yoluyla ölümsüzleştiğini, insanın bu yolla gerçek saadete eriştiğine mesnevî’de şöyle değinir: ‘ tevbesiz ömür, hepten can çekişmektedir; gelip çatan, adamı yaşayan ölü yapan ölüm ise, allah’tan habersiz olmaktır ömür de allah’la hoştur, ölüm de; allah’a kavuşmadıktan sonra âbı hayât bile ateştir’ ankebut sûresindeki; ’her nefis ölümü tadacaktır sonra ancak bize döndürüleceksiniz’ ayetindeki ‘dönmek’ kelimesinin allah’a kavuşulacağının bir müjdesi olduğunu söyleyen mevlâna, ‘canı allah aldıysa ölüm şeker gibidir, o’nunla olduktan sonra, ölmek candan tatlıdır bize’ beytinde söz ettiği gibi ölümün bir son değil bir başlangıç olduğunu söyler
mevlâna, her yıl vuslata erdiği 17 aralık tarihinde, konya’da gerçekleştirilen şebi arûs âyiniyle anılıyor
SEM'A
Mevlevîlik deyince ilk akla gelen semâ’, lügatte işitmek mânâsındadır Terim olarak, mûsikî nağmelerin dinlerken vecde gelip hareket etmek, kendinden geçip dönmektir HzMevlânâ zamanında belli bir nizâma bağlı kalmaksızın dînî ve tasavvûfî bir coşkunluk vesîlesiyle icrâ edilen sema’, sonradan Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi zamanından başlayarak Pîr Âdil Çelebi zamanına kadar tam bir disiplin içine alınmış, sıkı bir nizâma bağlanmış; icrâsı öğrenilir ve öğretilir olmuştur 34 Böylece XVyüzyılda son şeklini alan Sema’ Töreni’ ne daha sonra sadece XVIIyüzyılda Nâ’t ı Şerîf eklenmiştir
Sema’, sembolik olarak, kâinatın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini, Yüce Yaratıcı’ya olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip “İnsan ı Kâmil e doğru yönelişini ifâde eder
Mutrıb ve semâzenlerin şeyh postunu selâmlayıp, semâhânede yerlerini almalarından sonra şeyh efendi semâhâneye girer, mutrıb ve semâzenleri selâmlayıp posta oturur
Mutrıbdaki saz grubu asıl olarak neylerden oluşur Bulunduğu takdirde bu heyete rebab, kanun, tanbur gibi diğer sazlar da ilâve edilir Neyzenlerin başında bir neyzenbaşı, âyinhanların başında da kudümzenbaşı vardır Bütün mukaabeleyi kudümzenbaşı yönetir Âyinhanlar iki veye üç kudümle usûl vurarak eseri okurlar Ayrıca âyinhanlardan biri halîle (zil) ile, bir diğeri de zilsiz def (bendir) ile usûle iştirak eder
file:C:Users5A7C2%7E1ELEAppDataLocalTempmsohtmlclip101clipimage001gif
Sema’ Töreni, “Nâ’tı Şerîf’le başlar Nâ’tı Şerîf kâinatın yaratılmasına vesîle olan, yaratılmışların en yücesi HzMuhammed’i öven, HzMevlânâ’nın bir şiiridir XVIIyüzyılda bestekârlarından “Itrî adıyla tanınan Buhûrîzâde Mustafa Efendi’nin Rast makamından bestelediği bu na’ti, na’thân ayakta ve sazsız okur
file:C:Users5A7C2%7E1ELEAppDataLocalTempmsohtmlclip101clipimage001gif
Na’t’i, kudüm darbları izler Bu Yüce Yaratıcı’nın kâinata “ol emridir İslâm inanışına göre Allah, insanın önce cansız bedenini yaratmış, sonra ona kendi ruhundan üfleyerek diriltmiştir
file:C:Users5A7C2%7E1ELEAppDataLocalTempmsohtmlclip101clipimage001gif
Na'’t’den sonra yapılan ney taksimi işte bu ilâhî nefesi temsîl eder
Taksimden sonra peşrevin başlaması ile şeyh efendi ve semâzenler, sema’ meydanında sağdan sola doğru dârevî bir yürüyüşe başlarlar Semâ’ meydanını üç kez dolaşmaktan ibâret olan bu yürüyüşe “Devri Veledî denir
file:C:Users5A7C2%7E1ELEAppDataLocalTempmsohtmlclip101clipimage001gif
Semâhânenin giriş kapısı ile tam karşıdaki kırmızı post arasında var olduğu kabul edilen bir çizgi, semâhâneyi iki yarım daireye böler “Hattı istivâ denilen bu çizgi, mevlevîlerce kutsal sayılır ve aslâ üzerine basılmaz
Dördüncü bölüm, Sultan Veled devridir Bu, Semazenlerin birbirine üç kere selam vererek, bir peşrevle dairevi yürüyüşüdür Şekilde gizli ruhun ruha selamıdırSemâ’ meydanının sağ tarafından post hizasına gelen semâzen, Hattı İstivâ’ya basmadan ve posta sırt çevirmeden dönerek karşıya geçer Böylece arkasından gelen semâzenle karşı karşıya gelir Bir an göz göze gelen iki derviş, aynı anda öne doğru eğilerek birbirlerine baş keserler Buna “Mukâbele denir
Postun tam karşısında Hattı İstivâ’nın sema’ meydanını kestiği noktaya gelen derviş burada da baş keser ve Hattı İstivâ’ya basmadan yürüyüşüne devam eder
Üçüncü devrin sonunda şeyh efendinin posttaki yerini almasıyla Devri Veledî tamamlanır Bu devirler, şeyh denilen mânevî terbiyecinin rehberliğinde Mutlak Hakîkat’i “İlmel Yakîn olarak bilişi, “Aynel Yakîn olarak görüşü, “Hakkal Yakîn olarak da O’na erişi sembolize eder
Kudümzenbaşının Devri Veledî’nin bittiğini îkâz eden vuruşları ile neyzenbaşı kısa bir taksim yapar ve âyin çalınmaya başlar
Semazen üstündeki siyah hırkayı çıkararak, sembolik olarak, hakikate doğar kollarını bağlayarak bir rakkamını temsil eder Böylece Allah'ın birliğine şehadet eder
file:C:Users5A7C2%7E1ELEAppDataLocalTempmsohtmlclip101clipimage001gif
Semâzenler tek tek şeyh efendinin elini öperek izin alır ve sema’a başlarlar
file:C:Users5A7C2%7E1ELEAppDataLocalTempmsohtmlclip101clipimage003
Sema’, her birine “selâm adı verilen dört bölümden oluşur ve semâzenbaşı tarafından idâre edilir Semâzenbaşı, semâzenlerin dönüşlerini kontrol ederek intizâmı temin eder
ISelâm, insanın kendi kulluğunu idrâk etmesidir
IISelâm, Allah’ın büyüklüğü ve kudreti karşısında hayranlık duymayı ifâde eder
IIISelâm bu hayranlık duygusunun aşka dönüşmesidir
IVSelâm ise insanın yaratılıştaki vazîfesine yani kulluğa dönüşüdür Çünkü İslâm’ da en yüce makam, kulluktur
file:C:Users5A7C2%7E1ELEAppDataLocalTempmsohtmlclip101clipimage001gif
IVSelâm’ın başlaması ile “postnişîn yani şeyh efendi de hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan sema’ a girer Postundan sema’ meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek postuna gider Buna “Post Semâ’ı denir
Bu arada IVSelâm bitmiş, Son Peşrev ve Son Yürüksemâî çalınmış, son taksim yapılmaktadır
Şeyhin posttaki yerini almasıyla Son Taksim de sona erer ve Kur’anı Kerîm’den bir bölüm yani “Aşrı Şerîf okunur Son dualar, Allah’ın adı olan “Hû nidâları ile son selamlaşmalarla Semâ’ Töreni sona erer Şeyh Efendi’den sonra semâzenler ve mutrıp da şeyh postunu selâmlayıp semâhâneyi terkederler
1 Kuruluşu
Ölüm gününü Hakk’la vuslat, sevgiliye kavuşma günü sayan HzMevlânâ’nın bu dünyadan göçüp, sonsuzluk âlemine doğmasıyla onu tanıyanlar, fikir ve görüşlerini benimseyenler büyük acılara boğuldular Başta oğlu Sultan Veled, Çelebi Hüsâmeddin ve diğerleri
HzMevlânâ’nın fikirleri ve yaşantısı kurumlaşmalı, yüzyıllar boyu tüm insanlığa uzanan bir el olmalıydı İnsanlığı sevgiye, hoşgörüye, iyiliğe, doğruluğa ve güzel ahlâka yani İslâm’a çağıran bir el
İslâm Peygamberi, yaratılmışların en yücesi HzMuhammed’in yüzyıllar önce tüm insanlığa yaptığı çağrıyı HzMevlânâ da yineliyordu
Bâzâ! Bâzâ! Her ân çi hestî bâzâ
Ger kâfîr u gebr u bûtperestî bâzâ
İn dergehi mâ, dergehi novmîdî nîst
Sad bâr eger tövbeşikestî bâzâ
Gel! Ne olursan ol, yine gel
İster kâfir ol, ister ateşe tap, ister puta
İster yüz kere tevbe etmiş ol, ister yüz kere bozmuş ol tevbeni
Bizim kapımız umutsuzluk kapısı değil, nasılsan öyle gel
Çelebi Hüsâmeddin döneminde başlayarak, Sultan Veled ve onun oğlu Ulu Ârif Çelebi zamanında toplanan Mevlânâ âşıkları, Mevlevîlik Tarîkatı’nın temelini attılar ve sistemini oluşturdular Muhtelif yerlerde tekkeler kurdular, vakıflar sağladılar, insanların gönüllerine ışık götürdüler
Mevlana Celaleddin Rumi'nin düşünceleri çevresinde kurulan tarikat Babasının düşüncelerini sistemleştirdiği ve tarikat biçiminde örgütlendirdiği için Mevlana'nın oğlu Sultan Veled, Mevlevilik'in asıl kurucusu ve ikinci piri sayılır
Mevlana'nın hayatı boyunca tarikatlara özgü birtakım kurallara uymadığı, kendisine bağlananlar için özel kurallar koymadığı bilinmektedir Sözgelimi kendisine bağlananlar için ne bir giriş töreni düzenler, ne de belli bir zikir öngörürdü Diğer tarikatlar gibi özel giysilerle ayrılma yoluna da gitmemişti Bilinen başlıca uygulaması müridliğe kabul edilenlerin saç, sakal, bıyık ve kaşlarından birkaç kıl kesmek, kendisine halifelik verilenlere de bugün hırka denilen geniş kollu, yakasız, önü açık bir giysi olan fereci giydirmek, halkı aydınlatma görevini simgelemek üzere bir çerağ vermekti Mevlevilik'in başlıca kurallarından birisi olan semayı da yalnızca aşk ve cezbe için yardımcı bir öğe sayardı Ancak oğlu Sultan Veled, halifeliği döneminde Mevlana'nın düşüncelerini temel olarak Mevleviliği kendine özgü kuralları, törenleri olan bir tarikat durumuna getirdi
Mevleviliğe göre tasavvufi eğitimin amacı insanın kendine gelmesini, kendini bulmasını sağlamaktır Gerçeğe ulaşmak için insan tabiatına aykırı yöntemlere başvurulmamalıdır Zikir ve çile gerçeğe ulaşmanın temel yöntemi değildir Zikir ancak düşünceyi harekete geçirdiği ölçüde yararlıdır Gerçeğe ulaşmanın asıl yolu aşk ve cezbedir Bunun için de isimlerden ve kelimelerden geçip Allah'ı bulmak Allah dışındaki varlıklardan (masiva) arınmak gerekir Bütün varlığı kuşatan Allah'ın varlığı tek gerçektir Varmış gibi görülen varlıklar gerçekte yoktur; varolan, bu varlıklar aracılığı ile kendini gösteren Allah'tır Evren her an yeniden yaratılmaktadır Zıdlar alemi olan bu dünyada herşey izafidir Allah'ı gerçek anlamda tanımayan insanlar dünyanın, altın ve gümüşün kulu, kölesi olurlar Bu kölelikten kurtulmanın tek yolu da Allah aşkıdır
Mevleviliğe göre mürid kendini mürşidinde yok etmeli, kendine baktığında mürşidini görmelidir Mürşidinin tüm isteklerini tereddüt etmeden kabul etmeli, ona itaatı Allah'a ve Peygamber (sas)'e itaat, muhalefeti de Allah ve Peygamber (sas)'e muhalefet bilmelidir Kendisini şeyhinden uzaklaştıracak hiçbir sözü dinlememeli, onun iyiliğin mutlak temsilcisi olduğuna inanmalı, hakkında kötü düşünmemeli, yanında çok konuşmamalıdır Nefsini zayıflatmaya, riyazet ve mücahede ile öldürmeye çalışmalıdır Kötülüğü buyuran nefsi (nefsi emmare) ancak mürşid öldürebilir Bu nedenle mürid mürşidinin irşadına sıkı biçimde sarılmalıdır
Mevlevilikte başlıca tarikat ayini, âyini şerif de denilen semadır Belli kurallar içinde ve müzik eşliğinde yapılan semadan başka zikir telkini, tac ve hırka giyme, halvet, tarikata giriş, halifelik verme de belli kurallara bağlanmıştır Sözgelimi zikir telkininde şeyh müridi önüne oturtarak elini tutar, bütün günahlardan sakınacağına, iyilik ve takva üzere bulunacağına dair söz alır, kelimei tevhidi üç kez telkin eder, sonra da onun için dua eder Duanın arkasından şeyh, dünya ile ilgisini kestiğini simgelemek üzere müridin saçından birkaç kıl keser Halvet, diğer tarikatlarda olduğu gibi kırk gün süren bir ibadet, riyazet biçiminde değil, tekkede hizmet biçiminde uygulanır Binbir gün süren bu halveti (çile) tamamlayan kişiye derviş adı verilir
Tac ve hırka giydirme de küçük bir törenle yapılır Tac giyecek mürid başını açarak şeyhin önüne oturur, başını şeyhin dizine koyar Mevlevi silsilesini okuyan şeyh Allah'tan müridi fakirlik yolunda (tasavvuf) başarılı kılmasını, başına manevi bir tac ihsan etmesini dileyerek tacı giydirir Fatiha sûresini okuyarak dua eder Hırka ise ayakta giydirilir Yine mevlevi şeyhleri silsilesi ve Fatiha okunur, dua edilir Duanın arkasından hırkası giydirilen mürid şeyhin ve orada bulunan büyüklerin ellerini öper
Halvetten çıkmış, eğitimini tamamlamış ve gerekli olgunluğa ulaşmış dervişlere verilen üç tür halifelik vardır Bunlar sureti hilafet, manayı hilafet ve hakikatı hilafet olarak anılır Sureti hilafet, bir dervişe bir tekkenin yönetimini yürütmesi amacıyla verilen halifeliktir Bu tür halifeler irşad yetkisine sahip değildir Manayı hilafet, seyrü süluk denilen tasavvufi yolculuğun makam ve mertebelerini iyi bilen, Allah'ı tam anlamıyla tanıyan dervişe halkı irşad etmesi amacıyla verilen halifeliktir Hakikatı hilafet de doğrudan irşad ve şeyhlik yetkisiyle verilen halifeliktir Şeyhlik makamı boş olan tekkelere atanacak şeyhler bu halifeler arasından seçilir
Mevleviliğe mensup kişiler seyrü sülukteki durumlarına göre çeşitli derecelere ayrılır İlk dereceyi mevlevilerin büyük çoğunluğunu temsil eden muhibler oluşturur Seven kişi demek olan muhib, mevlevi kurallarına göre sikke tekbirletip tarikata giren, ancak dervişliğe ikrar vermeyen müriddir İkinci derecede dede de denilen dervişler yeralır Derviş ikrar verip tekke mutfağında (matbah) üç gün saka postunda oturan, kararından dönmezse arakiye ve hizmet tennuresi giyinip çeşitli hizmetlerle binbir gün halvet (çile) çıkaran, onsekiz gün süren hücre çilesini de tamamlayan mevleviye verilen addır Şeyhler üçüncü dereceyi oluşturur Şeyh, bir tekkeyi yönetmek, muhib ve dervişlerin yetiştirme yetkisine sahip olan mevlevidir Mevlevilikte son dereceyi halifeler meydana getirir Halifeler, başkasına halifelik verme yetkisine sahip şeyhlerdir
Sultan Veled'ten sonra bütün Mevleviliği temsil eden Konya'daki merkez tekke şeyhliğinin babadan oğula ya da ailenin büyüğüne geçmesi gelenekleşti Bu geleneğe bağlı olarak şeyhlik makamına oturan kişiye Çelebi adı verildi ve zamanla merkez tekke şeyhliği Çelebilik makamı olarak anılmaya başladı Çelebiler, başlangıçta, şeyhlik makamında oturan kişi tarafından önceden belirlenirdi Sonraları çelebiler dedelerin onayıyla atanmaya başladı Daha sonra da, adaylar arasındaki çekişmeler nedeniyle çelebiler padişah iradesiyle atanır oldular
Çok uzun bir süre geçmemesine rağmen Anadolu’nun pek çok yerinde Mevlânâ âşıkları mevlevîhânelerde toplanmaya başladılar Oradan Arap Yarımadası’na,
Asya ve Avrupa’ya yayıldılar Artık padişahlar da, gedâlar da aynı posta baş kesmedeydiler Sultan IIISelîm, Sultan IIMahmud gibi bir döneme damgasını vuran Osmanlı sultanları mevlevîhânelerde şeyhlerinin dizlerine baş koymadaydılar Aşk, sınır tanımaksızın yüreklere ateşler yaktı, yaktı
Mevlevilik Türk düşünce ve sanat hayatına önemli etki ve katkıları olan bir tarikattır Mevlana'nın vahdeti vücud (varlık birliği) anlayışına dayanan düşünceleri yüzyıllar boyunca etkisini sürdürmüş, günümüze kadar canlılığını koruyabilmiştir Mevlevi tekkeleri, tarikat faaliyetlerinin yanısıra bir sanat ve kültür kurumu gibi çalışmış, baştan beri birçok şair, yazar ve bestecinin yetiştiği merkezler olmuştur
Osmanlılar döneminde Türkiye'de en yaygın tarikatlardan birisi olan Mevleviliğin faaliyetine, diğer tarikatlarla birlikte, 13 Eylül 1925 tarihli bir kanunla son verildi Faaliyetini bir süre Şam'da sürdürmeyi denediyse de başarılı olamadı Ancak 1926 yılında Konya'daki merkez tekke ve Mevlana türbesi müze olarak yeniden açıldı
2 Çile Sistemi
Mevlevîlik, mânevî bir eğitim sistemi olarak tarîkate giren nevniyâzları binbir gün süren “çile denilen bir eğitimden geçiyordu Çile şöyle uygulanıyordu:
Mevlevî olmaya karar veren kişi gençse, ailesinin rızâsı alınırdı Kendisine bu yolun güçlükleri anlatılır, ısrâr eder ve kabûl olunursa “matbah denilen eğitim bölümünde, kapıdan girince hemen sol tarafta, kapı dibinde bulunan postta üç gün oturtulurdu Bu üç gün içinde iki diz üstünde başı eğik olarak oturan aday, orada yapılan işleri seyreder, mecbûriyet olmadıkça konuşmaz, mecbûr olmadıkça posttan kalkıp bir yere gidemezdi Üç gün sonra huzûra çıkar, kararında durduğunu söylerse, geldiği elbiseyle on sekiz gün getirgötür işlerine bakardı On sekiz günün sonunda ona artık mevlevîlerin özel kıyafetleri giydirilir ve çilesi başlamış olurdu
Çile esnasında ortalığı silip süpürmek, odun getirmek, çarşıdan alışveriş yapmak, çamaşır yıkamak gibi günlük işleri yapmaktan başka mutlaka sema’ meşk eder, mesnevî okur, kâbiliyeti varsa ney üflemek, kudüm vurmak, âyin okumak gibi mûsikî sanatı ile yahut hat, tezhîb, minyatür gibi diğer güzel sanatlarla ilgilenirdi Bu meşklere, çilesini doldurmuş, hücre sahibi olmuş “dede ler nezâret ederdi
3 Mevlevîlik ve Sanat
İslâm dininde mûsikî ve raksla ilgili ilk belgelere Meraga’lı Abdülkâdir’in Makâsidü’l Elhân adındaki eserinde, sema’a ise mîlâdî Xyüzyıldan itibaren bazı kaynaklarda rastlanır
Mevlânâ’nın büyük bir din ve sanat bilgini olarak mûsikî hakkında yüceltici fikirleri vardı Sofiyane vecd ve isitiğrakın, ilâhî ilham ve neşvenin kaynağı haline gelmiş olan gönlünü şiir, mûsikî ve sema’ gibi üç güzel sanatın ulviyet ve kudsiyetinde eritmişti Bilhassa mûsikîyi bütün maddî ve fizîkî hâdiselerin üstünde tamamen ilâhî bir anlayış ve sezişle “Elest Bezmi’nin âvâzesi diye târif etmişti Bu yüzden mevlevihâneler, mânevî eğitim işlevlerinin yanı sıra devrin güzel sanatlar akademileri yahut konservatuarlarıydılar
Mevlevîlerin zikri olan sema’, mutlaka mûsikî eşliğinde yapıldığından, mevlevîhânelerde nazarî ve amelî mûsikî eğitimi yaptırılmış, bu sebeple Türk Mûsikîsi’nin en büyük bestekârları mevlevîhânelerden yetişmişlerdir Bu eğitimin yanı sıra edvârlar ve muhtelif nota mecmuaları tertip edilerek, eserlerin gelecek nesillere intikâli de sağlanmıştır
Mûsikî sanatımız üzerinde Mevlevîliğin tesiri o kadar büyüktür ki, “Türk Klâsik Müziği mevlevîhânelerde gelişmiştir denebilir
Nefî, Neşâti, Fasih Ahmed Dede, Esrâr Dede, Nâbi, Şeyh Gâlib gibi ân edebiyatımızın büyük şairleri de mevlevîdirler
HzMevlânâ’nın tasavvufunda gâye aşktır HzMevlânâ, insanın sûretiyle değil, sîretiyle yani iç âlemiyle ilgilenmiş, rûhî olgunlaşmayı ve ahlâk kaidelerinin en yücelerine ulaşmayı hedef almıştır Mevlevîlikte, tamamen rûhî bir tezâhür olan şiir, mûsikî, raks ve diğer güzel sanatlar insanı kötülüklerden uzaklaştırıp, ilâhî amaca yaklaştıracak araçlar olarak görülmüş, bu yüzden Mevlevîliğin önemli rükünleri hâline gelmiştir
MEVLEVİ AYİNLERİ
Mûsikî tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir Bilim adamları insanların konuşmayı bilmedikleri devirde duygu ve düşüncelerini mûsikî ile anlattıklarını söylüyorlar Mûsikînin dinden doğduğu düşüncesi de bugün mûsikî tarihçileri, felsefeciler ve sosyologlar tarafından benimsenmektedir
İlkel toplumlarda mûsikî bir ibâdet, insanları Yüce Yaratıcı’ ya ulaştıran bir olgu, hatta Tanrı'nın insanlara bir lûtfu kabul edilirdi
Totemizm, Şamanizm, Animizm gibi dinlerde mûsikînin önemli rolü vardı Bu dinlerin etkisindeki toplumlarda müzisyenler aynı zamanda din adamlarıydılar İslâmiyet’ i kabûlden önce atalarımızın dini olan Şamanizm’de “kam, “baksı ya da “şaman denilen din adamları ellerindeki çalgı ile çalıp söyleyerek dînî mesajlarını iletirlerdi
İslâmiyet de bu sanatın karşısında olmamıştır Ancak her olgu gibi mûsikînin de iyi ve doğru yolda; iyi ve doğru duyguları hissettirip, ortaya çıkaracak şekilde kullanılması istenmiştir
İslâm Peygamberi Hz Muhammed (sas), Kur’an’ın güzel sesle ve bir kaideye bağlı âhenkle okunmasını emretmiştir Tecvid ve kıraat böylece doğmuştur ki, bu ilimlerin mûsikî ile yakın ilişkileri vardır
Mûsikî, İslâmiyet’i kabûlden sonra da müslüman Türkler’in yaşamlarının her safhasında önce olduğu gibi yer almaya devam etmiştir Düğünlerde, bayramlarda, asker uğurlama ve karşılama törenlerinde, her türlü dînî törenlerde, hatta savaşlarda bile mûsikî yer almıştır
Dînî Türk Mûsikîsi icrâ edildiği mekânlara göre Câmi Mûsikîsi ve Tekke Mûsikîsi başlıkları altında ikiye ayrılabilir Birbirine yakın bu iki türden Tekke Mûsikîsi’nde insan seslerinin yanı sıra enstrümanlara da yer verilmiştir Câmi Mûsikîsi’ nde ise enstrüman kullanılmaz Ezan, kaamet, salâ, salâtü’sselâm, mi’râciye, mevlîd, tekbîr, temcîd, tesbîh, mahfel sürmesi, münâcaat gibi câmiye ait formlarla; mevlevî âyini, nefes, durak gibi tekkeye ait formlar ve her iki mekânda da ortak kullanılan ilâhi, tevşîh, şugl, na’ t gibi formlar Dînî Türk Mûsikîsi’ ni oluşturur
Câmi Mûsikîsi eserlerinde görülen zâhidâne, ağır başlı üslûp, Tekke Mûsikîsi eserlerinde yerini tasavvufî bir coşkuya bırakır Bu coşkulu oluşumda bir çok tarikatta yer alan ve mûsikî eşliğinde yapılan “zikir in rol oynadığı söylenebilir
Tekke Mûsikîsi formlarından en gelişmiş olanı Mevlevi Âyinleri’ dir Bu eserler aynı zamanda tüm Türk Mûsikîsi’ nin en geniş, en sanatlı ve en önemli eserleridir
Mevlevî Âyinleri; HzMevlânâ’ nın ebedî âleme intikâlinden sonra ona ve onun düşüncelerine âşık insanların kurdukları “Mevlevîlik tarîkatının ürünleridir
Hiç şüphe yok ki, Mevlevî Âyinleri konusu bir değil yüzlerce kitap konusu olabilecek, üzerine ciltlerce eserler yazılabilecek kadar geniştir
Mevlevî Âyini bestekârlarının doğum ölüm tarihlerini tespitte hicrî tarih bildiren kaynaklara ve varsa ebced hesabıyla düşürülen tarih dizelerine yönelip, onları titizlikle milâdî tarihe çevirdik Burada karşımıza çıkan hicrî yılın, milâdî yılın bir değil çoğu kez iki yılına karşılık gelmesi problemini her iki yılı da yazıp; kuvvetle muhtemel olan uzun yılın altını çizmek sûretiyle çözmeyi uygun gördük Bir örnek vermek gerekirse:
Dellâlzâde İsmâil Efendi hicrî 1212 yılında doğmuştur Ölümü için Hâfız’ın mezar taşına düşürdüğü tarih mısrâı ise hicrî 1286’ ya karşılık gelir
“Huld’ü Dellâlzâde’ye dâim mekân ede Hudâ H1286
H1212 yılı milâdi 1797 yılının 26 Haziran’ında başlayıp, 1798 yılının 14 Haziran’ında biter Dolayısıyla doğumu 17971798 yıllarından birisi olup çok az da olsa 1797 olma ihtimali daha fazladır
Ölümü olan H1286 yılı ise milâdi 1869 yılının 13 Nisan’ında başlayıp, 1870 yılının 2 Nisan’ında son bulur Dolayısıyla ölümü 1869 1870 yılarından birisi olup, büyük ihtimalle 1869 yılıdır (Kitapta verilen cetvel incelenirse her iki yılın da yazılmış, ihtimâli yüksek olan yılların altının çizilmiş olduğu görülür)
Yine Mevlevî Âyini bestekârlarını listelerken vefât etmiş olanlarla yaşayanları ayrı ayrı sıralamayı uygun gördük Vefât etmiş olanları ölüm tarihlerine, yaşayanları ise doğum tarihlerine göre sıraladık
Bestelenmiş bütün Mevlevî Âyinleri’ne hakkında ne söyleniyor olursa olsun kitapta yer verdik Forma uygunluğu, geleneğe uygunluğu konusunda hiçbir ayırıma gitmeyip bunu müzikolog ve icrâcıların yorumlarına bıraktık
MEVLEVÎ ÂYİNLERİ
1 Özellikleri
Kitabımızın asıl konusunu teşkîl eden Mevlevî Âyinleri, mevlevîhânelerde Sema’ Töreni (yani mukâbele) esnasında “mutrıb denilen mûsikî topluluğunun çalıp söylediği, mevlevî bestekârlarca sema’a eşlik amacıyla bestelenmiş eserlere denir
Tıpkı Sema’ Töreni gibi Mevlevî Âyini formunun da XVXVIyüzyıllarda kalıp halinde tespit edilip, günümüze kadar gelen son şeklini aldığı söylenebilir
Mevlevî Âyinleri’nin önemli özelliklerinden biri farklı devirlerin ve farklı bestekârların eserlerinin bir araya getirilebilmesidir XV veya XVIyüzyılda bestelendiği sanılan Pencgâh Âyini Şerîf’in başında XIXyüzyıl bestekârlarımızdan Neyzen Sâlih Dede’nin peşrevinin çalınması yahut bir âyinin başka bir âyinden alınan bölümlerle tamamlanması bu duruma örnek olarak gösterilebilir
Kendilerine has husûsiyetleri aşağıda açıklanacak olan bu eserlerin ana bölümleri HzMevlânâ’nın Mesnevî, Dîvânı Kebîr ve Rubâiyyat’ından alınmış Farsça şiirlerinden bestelenir Ender olarak bazı mevlevî şâirlerin şiirlerine de yer verildiği görülmektedir Bunlar arasında Sultan Veled, Ulu Ârif Çelebi, Eflâkî Dede, Şeyh Gâlip, Molla Câmî, Şeyhî, Semtî, Gâvsî Dede sayılabilir50
Ayrı âyinlerde aynı güftenin yer aldığı da gözlenmektedir Ama tüm âyinlerde Eflâkî Dede’ nin,
Ey ki hezâr âferin bu nice sultân olur,
Kulu olan kişiler, hüsrev ü hâkân olur
Her ki bugün Veled’e inanûben yüz süre,
Yoksul ise bây olur, bay ise sultân olur
dörtlüğü mutlaka üçüncü selâmda yürüksemâî usûlünden bestelenmiştir Ayrıca yine tüm âyinlerin IVSelâm’ında (ki çoğunlukla IISelâm ile aynıdır) HzMevlânâ’nın meşhur,
Sultânı menî, sultânı menî
Ender dil ü cân îmânı menî
Der men bidemî men zinde şevem
Yek cân çi şeved, sad cânı menî
Sultânımsın, sultânımsın,
Gönlümdesin, cânımdasın, îmânımsın
İçimdeysen ancak ben dirilirim,
Bir cân ne demek, sen benim yüz cânımsın
dörtlüğü Ağır Evfer usûlünden bestelenerek kullanılmıştır
Tıpkı sema’ gibi Mevlevî Âyini de her birine “selâm adı verilen dört bölümden oluşur Başta çalınan Devri Kebîr usûlündeki peşrevler Türk Klâsik Müziği’ndeki Devri Kebîr peşrevlerden farklılık gösterir
Mevlevî bestekârlarca Muzaaf Devri Kebîr adı verilen bu usûl iki Devri Kebîr’ in birleştirilmesinden oluşturulmuştur ve 56 zamanlıdır Bu özellik peşrevin Sema’ Töreni kısmında anlatılan Devri Veledî’ye eşlik amacıyla olmasındandır Nitekim Devri Kebîr usûlü, diğer usûllere göre Devri Veledî’ deki yürüyüşe en uygun olanıdır Bu usûlde herhangi bir aksak bölünme olmaz İki Devri Kebîr’ in birleştirilmesinin sebebi ise daha uzun peşrevler bestelemek, böylece tekrarı azaltmak amacını güder Çünkü âyin peşrevleri Devri Veledî tamamlanıncaya kadar bitince başa dönmek sûretiyle tekrar edilirler
Devri Veledî’nin bitmesiyle peşrev durur Burası peşrevin herhangi bir yeri olabilir Bu sebeple bazı âyin peşrevlerinde karar bölümleri dahî yer almamıştır
Mevlevî Âyinleri’nin ISelâm’ı çoğunlukla Devri Revân, bazen de Ağır Düyek usûlleri ile ölçülmüştür II ve IVSelâm’lar mutlaka Ağır Evfer usûlündedir Âyinlerde bu usûle genellikle son beş zamanından girilir Bazı âyinlerde bu iki selâm güfte ve melodi olarak birbiriyle aynı olabilmekte, bâzı âyinlerde ise melodi aynı kalırken güfte farklı olabilmektedir
Mevlevî Âyinleri’ nin IIISelâm’ları en geniş ve sanatlı bölümleridir Bu bölümde usûl geçkilerinin yanısıra çarpıcı makam geçkileri de görülür IIISelâm genellikle 28 zamanlı Devri Kebîr usûlüyle başlar Devri Kebîr yerine bazen Ağır Düyek, Frenkçin, Fahte, Çifte Düyek de kullanılmıştır
IIISelâm’da bu ilk kısımdan sonra, aksaksemâî usûlünden bestelenmiş bir saz terennümü ile Eflâkî Dede’nin:
Ey ki hezâr âferîn bu nice sultân olur
mısraı ile başlayan Türkçe dörtlük yürüksemâî usûlü ile bestelenir Bunu aynı usûlden bestelenmiş saz terennümleriyle birbirine bağlanan güfteler izler, yürüksemâî hızlanarak devam eder, coştukça coşar
Mevlevî Âyinleri’nin selâmları, Semâ’ Töreni kısmında belirttiğimiz selâmların mânâ ve tezâhürlerine uygun olarak, hatta bu duyguları oluşturacak nağmelerle
bestelenmiştir Semâ’ Töreni’nin IIISelâm’ı Allah’ın büyüklüğü ve kudreti karşısında duyulan hayranlığın aşka dönüşmesiyle oluşan bir cezbe hâlini sembolize eder Yani bir nevî mîrâc hâlidir Mevlevî Âyinleri’nde de bu bölümler gittikçe yürüyen ritmlerle ve gittikçe yükselen perdelerle bestelenmiştir
IVSelâm ise insanın kulluğa dönüşünü ve kulluğunu idrâkini temsîl eder Burada kullanılan Ağır Evfer usûlü ile melodi ve ritmdeki coşkunluk yerini kararlı bir huzûra bırakır
IVSelâm’dan sonra sazlarla icrâ edilen Düyek usûlünde bir Son Peşrev ve Son Yürüksemâî ile âyin sona erer
Bu yapısı ile Mevlevî Âyinleri Türk Mûsikîsi’nin en büyük ve sanatlı eserleridir Bu yüzden âyin bestelemek bestekârlıkta zirve kabûl edilir
XVXVIyüzyıla ait “Bestei Kadîm adıyla tanınan ve bestekârları bilinmeyen Pencgâh, Hüseynî ve Dügâh Âyini Şerîflerden Pencgâh makamındaki âyin mevlevî bestekârlara tam bir numûne olmuştur ve tam bir bestekârlık âbidesidir Daha sonra bestelenmiş ve bestekârı bilinen ilk âyin olan Köçek Derviş Mustafa Dede’nin Bayâtî Âyini Şerîf’î ise kendinden öncekileri gölgede bırakacak kadar üstün bir sanat eseridir
Daha sonra Buhûrîzâde Mustafa Efendi (Itrî) tarafından bestelenen Segâh Âyini Şerîf’de Türk Mûsikîsi’nin şâheserlerindendir
Bestekârı bilinen bu ilk âyinlerden sonra günümüze kadar tespit edebildiğimiz kadarıyla 161 âyin daha bestelenmiştir ki, üç Bestei Kadîm ile birlikte toplamı 166’ya varır Bu âyinler içerisinde form ve üslûba uygunluğu tartışılabilecek olanları elbette vardır Bunlar arasında merhum Hüseyin Saadeddin Arel’ in muhtelif makamlardan bestelediği 51 âyin pek çok münekkid tarafından kıymeti hâvî bulunmamaktadır Günümüzde bestelenen âyinlerin çoğu da eleştirilere mâruz kalmaktadır Biz böyle bir tartışmaya girmeden tamamını listelemeyi uygun görüyoruz
MEVLEVÎ ÂYİNLERİ
(Bestelendiği Yüzyıllara Göre)
XVIIyüzyıl öncesi
1 Hüseynî Âyini Şerîf
Bestei Kadîm
2 Dügâh Âyini Şerîf
Bestei Kadîm
3 Pencgâh Âyini Şerîf
Bestei Kadîm
XVIIyüzyıl
4 Bayâtî Âyini Şerîf
Derviş Mustafa Dede (Kûçek)
5 Segâh Âyini Şerîf
Buhûrîzâde Mustafa Efendi (Itrî)
6 Çargâh Âyini Şerîf
Kutbü’n Nâyî Osman Dede
7 Hicaz Âyini Şerîf
Kutbü’n Nâyî Osman Dede
8 Rast Âyini Şerîf
Kutbü’n Nâyî Osman Dede
9 Uşşak Âyini Şerîf
Kutbü’n Nâyî Osman Dede
10 Nühüft Âyini Şerîf
Eyyûbî Hüseyin Dede
11 Nihâvend Âyini Şerîf
Musâhib Ahmed Ağa
12 Hicaz Âyini Şerîf
Musâhib Ahmed Ağa
13 Sabâ Âyini Şerîf
Musâhib Ahmed Ağa
14 Bestenigâr Âyini Şerîf
Bursalı Âmâ Sâdık Efendi
15 Irak Âyini Şerîf
Abdürrahîm Dede (Hâfız Şeydâ)
16 Hicâzeyn Âyini Şerîf
Abdürrahîm Dede (Hâfız Şeydâ)
17 Isfahan Âyini Şerîf
Abdürrahîm Dede (Hâfız Şeydâ)
XIXyüzyıl
20 Şevkutarab Âyini Şerîf
Ali Nutkî Dede
21 Sûzidilârâ Âyini Şerîf
Sultan IIISelîm Han
22 Yegâh Âyini Şerîf
Derviş Abdülkerîm Dede
23 Acembûselik Âyini Şerîf
Nâsır Abdülbâkî Dede
24 Isfahan Âyini Şerîf
Nâsır Abdülbâkî Dede
25 Hicaz Âyini Şerîf
Künhî Abdürrâhîm Dede
26 Nühüft Âyini Şerîf
Künhî Abdürrâhîm Dede
27 Sabâ Âyini Şerîf
Hammâmîzâde İsmâîl Dede
28 Nevâ Âyini Şerîf
Hammâmîzâde İsmâîl Dede
29 Bestenigâr Âyini Şerîf
Hammâmîzâde İsmâîl Dede
30 Sabâbûselik Âyini Şerîf
Hammâmîzâde İsmâîl Dede
31 Hüzzam Âyini Şerîf
Hammâmîzâde İsmâîl Dede
32 Isfahan Âyini Şerîf
Hammâmîzâde İsmâîl Dede
33 Ferahfezâ Âyini Şerîf
Hammâmîzâde İsmâîl Dede
34 Şedaraban Âyini Şerîf
Mustafa Nakşî Dede
35 Sûzinâk Âyini Şerîf
Hâşim Bey
36 Şehnâz Âyini Şerîf
Hâşim Bey
37 Sûzidil Âyini Şerîf
Nesîb Dede
38 Sûzinâk Âyini Şerîf
Dellâlzâde İsmâîl Efendi
39 Isfahan Âyini Şerîf
İsmet Ağa
40 Müstear Âyini Şerîf
İsmet Ağa
41 Rahatfezâ Âyini Şerîf
İsmet Ağa
42 Mâhur Âyini Şerîf
Ârif Hikmetî Dede
43 Hicazkâr Âyini Şerîf
Manisalı Câzim Dede
44 Yegâh Âyini Şerîf
Tanbûrî Kâmil Dede
45 Sûzinak Âyini Şerîf
Selânikli Derviş Necib Dede
46 Neveser Âyini Şerif
Rifat Bey
47 Ferahnâk Âyini Şerîf
Rifat Bey
48 Şedaraban Âyini Şerîf
Neyzen Sâlih Dede
49 Yegâh Âyin Şerif
Hacı Fâik Bey
50 Sûzinâk Âyini Şerîf
Hacı Fâik Bey
51 Hüseyniaşîran Âyini Şerîf
Ali Aşkî Efendi
52 Sûzidil Âyini Şerîf
MZekâî Dede
53 Mâye Âyini Şerîf
MZekâî Dede
54 Isfahan Âyini Şerîf
MZekâî Dede
55 Sûzinak Âyini Şerîf
MZekâî Dede
56 Sabâzemzeme Âyini Şerîf
MZekâî Dede
57 Nühüft Âyini Şerîf
Bursalı Osman Dede
XXyüzyıl
58 Rahatülervah Âyini Şerîf
Ahmed Hüsâmeddin Dede
59 Dügâh Âyini Şerîf
Mehmed Celâleddin Dede
60 Bûselik Âyini Şerîf
Bolâhenk Nûri Bey
61 Karcığar Âyini Şerîf
Bolâhenk Nûri Bey
62 Acemaşîran Âyini Şerîf
Hüseyin Fahreddin Dede
63 Hüseynî Âyini Şerîf
Musullu Hâfız Osman Efendi
64 Yegâh Âyini Şerîf
Rauf Yektâ Bey
65 Sultâniyegâh Âyini Şerîf
Kâzım Uz
66 Bûselikaşîran Âyini Şerîf
Ahmed Avni Konuk
67 Dilkeşîde Âyini Şerîf
Ahmed Avni Konuk
68 Rûyi Irak Âyini Şerîf
Ahmed Avni Konuk
69 Bayâtîbûselik Âyini Şerîf
Zekâîzâde Hâfız Ahmed Irsoy
70 Müstear Âyini Şerîf
Zekâîzâde Hâfız Ahmed Irsoy
71 Karcığar Âyini Şerîf
Râkım Elkutlu
72 Kürdîlihicazkâr Âyini Şerîf
Halepli Şeyh Ali Dede
73 Acemaşîran Âyini Şerîf I
Hüseyin Saadettin Arel
74 Acemaşîran Âyini Şerîf II
Hüseyin Saadettin Arel
75 Acemkürdî Âyini Şerîf I
Hüseyin Saadettin Arel
76 Acemkürdî Âyini Şerîf II
Hüseyin Saadettin Arel
77 Aşkefzâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
78 Besteısfahan Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
79 Bestenigâr Âyini Şerîf I
Hüseyin Saadettin Arel
80 Bestenigâr Âyini Şerîf II
Hüseyin Saadettin Arel
81 Bayâtî Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
82 Bûselik Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
83 Dilkeşhâverân Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
84 Eviç Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
85 Evcârâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
86 Ferahfezâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
87 Ferahnâk Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
88 Ferahnümâ Âyini Şerîf I
Hüseyin Saadettin Arel
89 Ferahnümâ Âyini Şerîf II
Hüseyin Saadettin Arel
90 Heftgâh Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
91 Hicaz Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
92 Hicazkâr Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
93 Hüseynî Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
94 Hüzzam Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
95 Isfahan Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
96 Karcığar Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
97 Kürdîlihicazkâr Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
98 Lâlegül Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
99 Mâhur Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
100 Müstear Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
101 Nevâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
102 Neveser Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
103 Nihâvend Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
104 Nikriz Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
105 Nişâbur Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
106 Nişâburek Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
107 Nühüft Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
108 Rahatfezâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
109 Rahatülervah Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
110 Rast Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
111 Sabâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
112 Segâh Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
113 Sultânîyegâh Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
114 Sûzidil Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
115 Sûzinâk Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
116 Şederaban Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
117 Şehnâz Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
118 Şerefnümâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
119 Şevkefzâ Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
120 Tâhir Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
121 Uşşak Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
122 Uzzâl Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
123 Yegâh Âyini Şerîf
Hüseyin Saadettin Arel
124 Rast Âyini Şerîf
Refik Fersan
125 Selmek Âyini Şerîf
Refik Fersan
126 Şevkefzâ Âyini Şerîf
Halil Can
127 Hisarbûselik Âyini Şerîf
Saadeddin Heper
128 Nikriz Âyini Şerîf
Hâfız Kemâl Batanay
129Bayâtîaraban Âyini Şerîf
Cinuçen Tanrıkorur
130Evcârâ Âyini Şerif
Cinuçen Tanrıkorur
131Zâvilaşîran Âyini Şerîf
Cinuçen Tanrıkorur
132Nişâbûrek Âyini Şerîf
Cinuçen Tanrıkorur
133Ferahnâkaşîrân Âyini Şerîf
Doğan Ergin
134 ?
Bedri Noyan 51
135 Nihâvend Âyini Şerîf
Kemâl Tezergil
136 Neveser Âyini Şerîf
A Necdet Tanlak
137 Tâhir Âyini Şerîf
A Necdet Tanlak
138 Eviç Âyini Şerîf
A Necdet Tanlak
139 Acem Âyini Şerîf
Alâeddin Yavaşça
140 Mâhur Âyini Şerîf
İrfan Doğrusöz
141 Muhayyersünbüle Âyini Şerîf
İrfan Doğrusöz
142 Segâh Âyini Şerîf
İrfan Doğrusöz
143 Nişâbur Âyini Şerîf
Cüneyd Kosal
144 Nevâ Âyini Şerîf
Ali Rıza Avni Tınaz
145 Sâzkâr Âyini Şerîf
Sâdun Aksüt
146 Hisar Âyini Şerîf
Fırat Kızıltuğ
147 Muhayyersünbüle Âyini Şerîf
Bekir Sıdkı Sezgin
148 Eviç Âyini Şerîf
Erol Sayan
149 Ferahfezâ Âyini Şerîf
MOkyay Yiğitbaş
150 Şevkutarab Âyini Şerîf
MOkyay Yiğitbaş
151 Bayâtî Âyini Şerîf
MOkyay Yiğitbaş
152 Hüzzam Âyini Şerîf
MOkyay Yiğitbaş
153 Şehnâz Âyini Şerîf
Mutlu Torun
154 Acemkürdî Âyini Şerîf
Zeki Atkoşar
155 Sazkâr Âyini Şerîf
Zeki Atkoşar
156 Mâhur Âyini Şerîf
Zeki Atkoşar
157 Uşşak Âyini Şerîf
Fâtih Salgar
158 Vecdidil Âyini Şerîf
Gürsel Koçak
159 Şehnâz Âyini Şerîf
Hasan Esen
160?
İsmet Doğru 51
Bestekârları yaşayan Âyini Şerîfler
Bestekârı Bilinmeyen Diğer Âyini Şerîf’ler (Üç Bestei Kadîm’den Başka)
161 Muhayyer Âyini Şerîf
162 Canfezâ Âyini Şerîf
163 Baba Tâhir Âyini Şerîf
164 Eviç Âyini Şerîf
165 Bûselik Âyini Şerîf
166 Nevrûz Âyini Şerîf
2 Bestekârları
Mevlevî Âyini besteleyebilmek için iyi bir bestekâr olmak şarttır ama yeterli olmaz Mevlevî Âyini Bestekârının âyin rûhuna ve üslûbuna uygun eser yapabilmesi için HzMevlânâ’yı, Mevlevîliği ve Sema’ı iyi anlamış; kendinden önce bestelenmiş olan âyinleri iyi incelemiş olması gerekir Bu şartlar sağlandıktan sonra Dîvânı Kebîr, Rubâiyyât ve Mesnevî’den kullanılacak usûllere ve anlam bakımından birbirine uygun şiirler seçilecek ve eser bestelenecektir
Mevlevî Âyini bestekârları arasında yukarıda verdiğimiz listede en fazla dikkat çeken isim hiç şüphesiz Hüseyin Saadeddin Arel’dir Yılmaz Öztuna’nın Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi’nde 700 kadar eseri kayıtlı olan ve daha çok nazariyatçı olarak tanınan son dönemin bu müzikolog bestekârının 51 âyininden tüm araştırmalarımıza rağmen yalnız Mûsikî Mecmuası’nın 154sayısında neşrolunan Nikriz Âyini Şerîf’inin ve Karcığar Âyini Şerîf’inden küçük bir bölümünün notasını bulabildik Bestekârın elimizdeki bu örnekleri incelendiğinde güfte ve usûl geleneğine uyulmadığı hemen göze çarpar Ama dediğimiz gibi bulabildiğimiz örnekler çok azdır
Türk Mûsikîsi’nin gelmiş geçmiş en büyük bestekârlarından biri olan Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi 7 Âyini Şerîf bestelemiştir Bu eserlerin tamamı üstün bir müzikalite ve olağanüstü bir duyuş ürünüdür Dede Efendi’nin tüm eserleri içerisinde en çok Hüzzam Âyini Şerîf’ini beğendiği rivâyet olunmaktadır ki, bu eser Türk Mûsikî Sanatı’nın en kıymetli eserlerindendir
Kendisi de mevlevî olan Sultan IIMahmud’un isteği üzerine son olarak bestelediği âyini olan Ferâhfeza Âyini Şerîf’i ise fevkalâde renklidir ve en çok sevilen âyinlerdendir
Dede Efendi’nin öğrencilerinden MZekâî Dede de 5 âyin bestelemiştir Bunlar arasında en beğenileni gerçek bir dehâ ürünü olarak nitelenen Sûzidil makâmındakidir
Zamanının neyzenlerinin kutbu manasında “Kutbü’n Nâyî ünvânıyla tanınan Osman Dede, son dönemin önemli bestekârlarından merhum Cinuçen Tanrıkorur ve günümüz bestekârlarından M Okyay Yiğitbaş da dörder âyin bestelemişlerdir
Musâhib Seyyid Ahmed Ağa, “Hâfız Şeydâ adıyla tanınan Abdürrahîm Dede, İsmet Ağa, Ahmed Avni Konuk ile yaşayan bestekârlardan Zeki Atkoşar, Necdet Tanlak ve İrfan Doğrusöz ise repertuarımıza üçer âyin kazandırmışlardır Ancak İrfan Doğrusöz’ün elimizde bulunan Segâh Âyini Şerîf’i bir çok sesli deneme olarak Türk Mûsikîsi ve Mevlevî Âyini rûhuna kanımızca hiç uygun değildir ve içinde HzMevlânâ’dan hiçbir güfte bulundurmamakla geleneğe de uymamaktadır
Şüphesiz ki bestekârlıkta fazla eser bestelemekten daha önemlisi sanat değeri taşıyan eser bestelemektir Sultan III Selîm yalnızca bir âyin bestelemiştir Ama bu eseri Mevlevî Âyini repertuarının en kıymetli örneklerinden birisi olmuştur Bunun gibi Hüseyin Fahreddin Dede’nin Acemaşîran Âyini Şerîf’i de tek âyinidir ve bir sanat âbidesidir
mevlâna’nın düşüncesi etrafında şekillenen mevlevîliğin, babasının düşüncelerini sistemleştirip tarikat biçiminde örgütlediğinden ötürü oğlu sultan veled (ö 1312) tarafından kurulduğu kabul edilir ilhâmını kur’an ve peygamberimizin sünnet’inden alan mevlevîlik insanlığı, pek çok âşık, âlim ve kâmil mürşid yoluyla, doğruya, güzel ahlâka ve sevgiye davet etmiştir
mevlevîlik, diğer tarikatlerde olduğu gibi insanı, kendisini bulması ve kendisine gelmesini sağlamak üzere tasavvufî bir eğitimden geçirir diğer tarikatlerdekinin aksine, kendisine intisâb edenlerden özel bir kıyafet giymelerini ve belirli bir zikri sürdürmelerini istemeyen mevlâna’nın bilinen başlıca uygulaması ise, müridliğe kabul edilenlerin saç, sakal, bıyık ve kaşlarından birkaç kıl kesmek, kendisine hilâfet verilenlere de bugün hırka denilen geniş kollu, yakasız, önü açık bir giysi olan fereci giydirmek, halkı aydınlatma görevini simgelemek üzere bir çerağ vermekti başlangıçta özel bir ritüeli olmayan mevlevîlik, babasının düşüncelerini temel alan oğul sultan veled tarafından kendine özgü kuralları, törenleri olan bir tarikat haline getirildi
mevlâna’nın ‘güneşimiz’ dediği şemsi tebrîzi’nin kişiliğiyle kavramlaşan ‘mürşid’ tabiri, mevlevîliğin insantanrı ilişkisi bağlamında geliştirdiği önemli bir mefhumdur öyle ki mürid kendini mürşidinde yok etmeli ve kendine baktığında mürşidini görmelidir mürşide muhalefeti allah’a ve peygamberine (sas) muhalefet bilmeli kötülük buyuran (nefsi emmare) nefsi ancak bir mürşidin öldürebileceğini bilen mürid, mürşidinin irşâdına sıkı bir şekilde sarılmalıdır mevlevîliğin çoğu tarikatlerden farklı olarak üzerinde durduğu noktalardan biri de, müridin zikir ve çile aşamalarından geçme zorunluluğunun olmamasıdır mevlevîlere göre zikir ve çile gerçeğe ulaşmanın temel bir yöntemi değil, düşünceyi harekete geçirebilecek bir dinamiktir gerçeğe ulaşmanın biricik yolu vardır, o da; aşk ve cezbedir
semâ:
dilimizde dönmek, duymak ve gökyüzü anlamlarına gelen semâ, bir mevlevi âyininde bu üç anlamı da kapsayan bir işleve dönüşür âyini şerîf olarak da bilinen semâ, belli kurallar içinde müzik eşliğinde yapılır pisagor gibi düşünen filozoflara göre musikî, göklerin dönüşünden hâsıl olan sesten ve bu sesin âhenginden meydana gelir ilginçtir ki mevlâna musikî hakkında mesnevî’de şunları söyler: ‘zurnanın ağlayışı, davulun korkutuşu birazcık sûr sesine benzer; öyle ki hikmet sahipleri, biz bu makamları gökyüzünün dönüşünden aldık derler halkın tamburuyla çaldığı, söylediği ezgiler, göğün dönüşünün sesidir; inananlar tüm seslerin cennetin sesiyle güzelleştiğini söyler; biz, hepimiz âdemi’in cüzleriydik; cennette o güzel sesleri duyduk, dinledik’
semâ ile yani dinlemek ve duymakla manevî ve estetik duyguların gelişeceğini söyleyen mevlana’nın mesnevî’de bu terimi işitmek, dinlemek, anı kebîr’de ise bugünki mevlevi âyinlerinde kullanıldığı üzere dönmek anlamında kullanmıştır mevlevi tarikatının başlıca ayini olan semâ, insanın miracını, manevî yolculuğunu sembolize eder semâ esnasında mürid, benliğini (hırkasını) terk ederek hak’ta yok olur başında sikkesi (mezar taşı), üstünde tennuresiyle (kefeni) manevî bir yolculuğa çıkar
semâ beş bölümden oluşur:
1 peygamber efendimizin nâtı şerîfi’nin okunması
2 her şeye can veren nefesi temsil eden ney taksimi
3 semâzenlerin birbirlerini selamlayarak başladığı üç kez tekrarlanan dairesel yürüyüş (sultan veled devri denir)
4 semâ ayini (1 selâm bilgiyle doğan insanı, 2 selâm yaratılıştaki azameti, 3 selâm tam teslimiyeti (fenâfillah) sembolize eder)
zikir telkini:
belli bir manevî olgunluğa ulaşmış mürid için bazı âyinler yapılır zikir telkini’nde şeyh müridi önüne oturtarak elini tutar, tüm günahlardan sakınacağına, iyilik ve takva üzere bulunacağına dair söz alır, kelimei tevhidi üç kez telkin eder, sonra da onun için dua eder duanın ardından şeyh, dünya ile ilgisini kestiğini simgelemek için müridin saçından bir kıl keser binbir gün tekke hizmetinde bulunan mürid artık bir derviştir
tac ve hırka giyme:
tac ya da hırka giyecek mürid şeyhin önüne oturur, başını şeyhin dizine koyar mevlevî silsilesini okuyan şeyh allah’tan müridi tasavvuf yolunda başarılı kılmasını dileyerek tacı ya da hırkayı giydirir ve fatihâ okur
şebi arûs
mevlâna’nın ölüm gününün hatırası olarak yapılan merasim için kullanılan bir tabirdir ikindi vaktinden sonra kur’an okumak ve aynu’lcem yapılmak suretiyle icra edilen bu merâsim gecesine ‘leyletü’larûs’ da denilir mevlâna 17 aralık 1273’de pazar akşamı vefat etmiştir bu geceyi, yani ‘şebi arûs’ gecesini, sevgiliye, hakk’a kavuşma günü kabul eden mevlâna iki türlü ölüm olduğundan söz eder; birincisi, hz peygamberimizin ‘ölmeden önce ölünüz’ hadisine işaret eden, nefsi (ego) yok ederek gerçekleşen manevî ölümdür mevlâna bu ölüme ‘vuslat’ adını verir ikinci ise ‘fiziki ölüm’dür
ölümü, ayrılıktan ziyade, bir kavuşma olarak gören mevlâna, manevî tekâmüle erişmiş ruhun aşk yoluyla ölümsüzleştiğini, insanın bu yolla gerçek saadete eriştiğine mesnevî’de şöyle değinir: ‘ tevbesiz ömür, hepten can çekişmektedir; gelip çatan, adamı yaşayan ölü yapan ölüm ise, allah’tan habersiz olmaktır ömür de allah’la hoştur, ölüm de; allah’a kavuşmadıktan sonra âbı hayât bile ateştir’ ankebut sûresindeki; ’her nefis ölümü tadacaktır sonra ancak bize döndürüleceksiniz’ ayetindeki ‘dönmek’ kelimesinin allah’a kavuşulacağının bir müjdesi olduğunu söyleyen mevlâna, ‘canı allah aldıysa ölüm şeker gibidir, o’nunla olduktan sonra, ölmek candan tatlıdır bize’ beytinde söz ettiği gibi ölümün bir son değil bir başlangıç olduğunu söyler
mevlâna, her yıl vuslata erdiği 17 aralık tarihinde, konya’da gerçekleştirilen şebi arûs âyiniyle anılıyor
SEM'A
Mevlevîlik deyince ilk akla gelen semâ’, lügatte işitmek mânâsındadır Terim olarak, mûsikî nağmelerin dinlerken vecde gelip hareket etmek, kendinden geçip dönmektir HzMevlânâ zamanında belli bir nizâma bağlı kalmaksızın dînî ve tasavvûfî bir coşkunluk vesîlesiyle icrâ edilen sema’, sonradan Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi zamanından başlayarak Pîr Âdil Çelebi zamanına kadar tam bir disiplin içine alınmış, sıkı bir nizâma bağlanmış; icrâsı öğrenilir ve öğretilir olmuştur 34 Böylece XVyüzyılda son şeklini alan Sema’ Töreni’ ne daha sonra sadece XVIIyüzyılda Nâ’t ı Şerîf eklenmiştir
Sema’, sembolik olarak, kâinatın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini, Yüce Yaratıcı’ya olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip “İnsan ı Kâmil e doğru yönelişini ifâde eder
Mutrıb ve semâzenlerin şeyh postunu selâmlayıp, semâhânede yerlerini almalarından sonra şeyh efendi semâhâneye girer, mutrıb ve semâzenleri selâmlayıp posta oturur
Mutrıbdaki saz grubu asıl olarak neylerden oluşur Bulunduğu takdirde bu heyete rebab, kanun, tanbur gibi diğer sazlar da ilâve edilir Neyzenlerin başında bir neyzenbaşı, âyinhanların başında da kudümzenbaşı vardır Bütün mukaabeleyi kudümzenbaşı yönetir Âyinhanlar iki veye üç kudümle usûl vurarak eseri okurlar Ayrıca âyinhanlardan biri halîle (zil) ile, bir diğeri de zilsiz def (bendir) ile usûle iştirak eder
file:C:Users5A7C2%7E1ELEAppDataLocalTempmsohtmlclip101clipimage001gif
Sema’ Töreni, “Nâ’tı Şerîf’le başlar Nâ’tı Şerîf kâinatın yaratılmasına vesîle olan, yaratılmışların en yücesi HzMuhammed’i öven, HzMevlânâ’nın bir şiiridir XVIIyüzyılda bestekârlarından “Itrî adıyla tanınan Buhûrîzâde Mustafa Efendi’nin Rast makamından bestelediği bu na’ti, na’thân ayakta ve sazsız okur
file:C:Users5A7C2%7E1ELEAppDataLocalTempmsohtmlclip101clipimage001gif
Na’t’i, kudüm darbları izler Bu Yüce Yaratıcı’nın kâinata “ol emridir İslâm inanışına göre Allah, insanın önce cansız bedenini yaratmış, sonra ona kendi ruhundan üfleyerek diriltmiştir
file:C:Users5A7C2%7E1ELEAppDataLocalTempmsohtmlclip101clipimage001gif
Na'’t’den sonra yapılan ney taksimi işte bu ilâhî nefesi temsîl eder
Taksimden sonra peşrevin başlaması ile şeyh efendi ve semâzenler, sema’ meydanında sağdan sola doğru dârevî bir yürüyüşe başlarlar Semâ’ meydanını üç kez dolaşmaktan ibâret olan bu yürüyüşe “Devri Veledî denir
file:C:Users5A7C2%7E1ELEAppDataLocalTempmsohtmlclip101clipimage001gif
Semâhânenin giriş kapısı ile tam karşıdaki kırmızı post arasında var olduğu kabul edilen bir çizgi, semâhâneyi iki yarım daireye böler “Hattı istivâ denilen bu çizgi, mevlevîlerce kutsal sayılır ve aslâ üzerine basılmaz
Dördüncü bölüm, Sultan Veled devridir Bu, Semazenlerin birbirine üç kere selam vererek, bir peşrevle dairevi yürüyüşüdür Şekilde gizli ruhun ruha selamıdırSemâ’ meydanının sağ tarafından post hizasına gelen semâzen, Hattı İstivâ’ya basmadan ve posta sırt çevirmeden dönerek karşıya geçer Böylece arkasından gelen semâzenle karşı karşıya gelir Bir an göz göze gelen iki derviş, aynı anda öne doğru eğilerek birbirlerine baş keserler Buna “Mukâbele denir
Postun tam karşısında Hattı İstivâ’nın sema’ meydanını kestiği noktaya gelen derviş burada da baş keser ve Hattı İstivâ’ya basmadan yürüyüşüne devam eder
Üçüncü devrin sonunda şeyh efendinin posttaki yerini almasıyla Devri Veledî tamamlanır Bu devirler, şeyh denilen mânevî terbiyecinin rehberliğinde Mutlak Hakîkat’i “İlmel Yakîn olarak bilişi, “Aynel Yakîn olarak görüşü, “Hakkal Yakîn olarak da O’na erişi sembolize eder
Kudümzenbaşının Devri Veledî’nin bittiğini îkâz eden vuruşları ile neyzenbaşı kısa bir taksim yapar ve âyin çalınmaya başlar
Semazen üstündeki siyah hırkayı çıkararak, sembolik olarak, hakikate doğar kollarını bağlayarak bir rakkamını temsil eder Böylece Allah'ın birliğine şehadet eder
file:C:Users5A7C2%7E1ELEAppDataLocalTempmsohtmlclip101clipimage001gif
Semâzenler tek tek şeyh efendinin elini öperek izin alır ve sema’a başlarlar
file:C:Users5A7C2%7E1ELEAppDataLocalTempmsohtmlclip101clipimage003
Sema’, her birine “selâm adı verilen dört bölümden oluşur ve semâzenbaşı tarafından idâre edilir Semâzenbaşı, semâzenlerin dönüşlerini kontrol ederek intizâmı temin eder
ISelâm, insanın kendi kulluğunu idrâk etmesidir
IISelâm, Allah’ın büyüklüğü ve kudreti karşısında hayranlık duymayı ifâde eder
IIISelâm bu hayranlık duygusunun aşka dönüşmesidir
IVSelâm ise insanın yaratılıştaki vazîfesine yani kulluğa dönüşüdür Çünkü İslâm’ da en yüce makam, kulluktur
file:C:Users5A7C2%7E1ELEAppDataLocalTempmsohtmlclip101clipimage001gif
IVSelâm’ın başlaması ile “postnişîn yani şeyh efendi de hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan sema’ a girer Postundan sema’ meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek postuna gider Buna “Post Semâ’ı denir
Bu arada IVSelâm bitmiş, Son Peşrev ve Son Yürüksemâî çalınmış, son taksim yapılmaktadır
Şeyhin posttaki yerini almasıyla Son Taksim de sona erer ve Kur’anı Kerîm’den bir bölüm yani “Aşrı Şerîf okunur Son dualar, Allah’ın adı olan “Hû nidâları ile son selamlaşmalarla Semâ’ Töreni sona erer Şeyh Efendi’den sonra semâzenler ve mutrıp da şeyh postunu selâmlayıp semâhâneyi terkederler