iltasyazilim
FD Üye
Mü´minlerin Ölüm Halleri
Allahü teâlâ, insanı hayâtı boyunca, dünyâda
durdurur Belli olan eceli gelinceye kadar ve rızkı tükeninceye
kadar ve ezelde takdîr edilmiş olan amelleri bitinceye kadar,
dünyâda durur
Dünyâdaki ölümü yaklaşdığı vakt, dört melek gelir
Bunların biri, rûhunu sağ ayağından ve biri sol ayağından ve biri
sağ elinden ve biri sol elinden çekerler Çok defa, rûhu gargara
hâline gelmezden evvel (Âlemi melekûtî)yi görmeğe başlar
i, yapdıkları işlerin hakîkatini, âlemlerinde durdukları hâl
üzere görür Eğer dili söyler ise, onların vücûdünü haber verir Çok
defa da, gördüğü şeyleri, şeytânın bir işi zan eder Lisânı
tutuluncaya kadar hareketsiz kalır Bu hâlde, yine melâike rûhunu
parmak uçlarından çekerler Soluğu ise, sanki saka kırbasından su
boşalır gibi, gırıl gırıl öter Fâcirin rûhu da yaş keçeye takılmış olan
diken çekilir gibi çıkarılır ki, bunu insanların en üstünü olan
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem haber verdi Bu hâlde
ölü karnını diken ile dolu zân eder Rûhunu da, sanki bir iğne
deliğinden çıkıyor ve gök yere bitişiyor ve kendisi arasında kalıyor
zan eder
Peygamberlerin efendisi sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem
buyurdu ki, (Elbette ölüm acılarından birinin şiddeti, üçyüz
kerre kılınç vurmakdan dahâ şiddetlidir)
İşte bu zemânda insanın cesedi terler Gözleri sürat ile iki
tarafa gider Burnunun iki tarafı çekilir Göğüs kemikleri kalkar,
soluğu kabarır, benzi sararır Âişei sıddîka radıyallahü anhâ
vâlidemiz, Resûlullah kucağında iken, bu hâli görünce, gözünden
yaş dökerek şu meâlde şir söyledi:
(Nefsimi sana fedâ ederim yâ Resûlallah ki, seni fenâ
hareketlerden birşey kederlendirmedi, incitmedi Bu zemâna kadar
seni cin de çarpmadı Birşeyden dahî korkmadın Şimdi ne oldu ki,
güzel yüzün inci gibi terle örtülmüş görüyorum Her ölünün rengi
solduğu hâlde, senin mubârek yüzünün nûrları hakîkaten her tarafı
aydınlatıyor)
Rûhu kalbe gelince dili tutulur Hiç kimse rûhu göğsüne gelmiş
iken konuşamaz Bunun iki sebebi vardır Biri, iş gâyet büyük
olduğundan, göğüs nefeslerle sıkışıp, daralmışdır
Nefes alıpveremediği için, bedenin harâreti kalmaz, soğur
Bu zemânda mevtâların hâlleri muhtelif olur
Cenâbı Hak bir kuluna hidâyet ve îmânda sebâtını dilerse, o
kimseye rahmeti ilâhiyye gelir Bazıları, bu rahmetden maksad
Cebrâîl aleyhisselâmdır, dediler
Rahmeti ilâhiyye, şeytânı uzaklaşdırıp, hastanın yüzünden o
yorgunluğu giderir O zemân insan ferahlar, güler Çok kimselerin
bu hâlde güldüğü görülür ki, Allahü teâlâ tarafından rahmet gelmesi
ile onu müjdeleyip, (Beni bilir misin, ben Cebrâîlim Bunlar ise,
senin düşmanların olan şeytânlardır Sen Milleti Hanîfiyye ve dîni
Muhammediyye üzre vefât et!) der İnsana işte bu melekden dahâ
çok sevgili ve ferahlandırıcı bir şey yokdur (Yâ Rabbî, bize
rahmetini ihsân eyle İhsân sâhibi ancak sensin) meâli
şerîfindeki, Âli İmrân sûresi sekizinci âyeti kerîmesi, bu hâli haber
vermekdedir
Ölünün his duygularından en son gayb edeceği şey işitmesidir
Zîrâ rûh kalbden ayrıldığı vakt yalnız görmesi bozulur Fekat
işitmek, rûh kabz oluncaya kadar gayb olmaz Bunun için Fahri
âlem sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz, (Ölüm
hastalığında olanlara şehâdeteyni kelimeteyn ki, Lâ ilâhe
illallah Muhammedün Resûlullahdır Bu kelimeyi telkin
ediniz!) buyurmuşdur Ölüm hâlinde olanın yanında çok söz
söylemekden de nehy buyurmuşdur Çünki o zemân, insan şiddetli
sıkıntı içindedir
Eğer görür isen ki, ağzı açık, sanki gülüyor, yüzü gülümsiyor,
gözü dahî kırpık gibidir Bilmiş ol ki, o kimse âhıretde kavuşacağı
sürûr ile tebşir (müjde) olunmuşdur
, bu rûhu Cennet ipeklerinden bir ipeğe sararlar O
saîd olan kimsenin rûhu, bal arısı kadar insan şeklindedir Aklından
ve ilminden hiçbirşey gayb etmemişdir Dünyâda ne yapmış ise,
hepsini bilir O melekler, bu rûhla berâber semâya doğru uçarak
yükselirler Bu yükselmeyi bazı ölü bilir, bazı ölü ise bilmez
Böylece, önceki geçmiş Peygamberlerin aleyhimüsselâm
ümmetlerini ve yeni ölmüş olanları, bir yere yayılmış olan çekirgeler
gibi görerek geçerler ve birinci kat semâ olan dünyâ semâsına
varırlar
Bu meleklerin başında olan Cebrâîl aleyhisselâm, dünyâ
semâsına çıkar Kimsin diye sorulur Ben Cebrâîlim, yanımdaki de
filândır, diyerek o kimsenin güzel ve sevdiği ismleri ile haber verir
Dünyâ semâsının bekçileri olan melekler, (Bu ne iyi bir kimsedir ki,
itikâdı, inancı güzel idi Ve hiç şübhesi yokdu) derler
Bundan sonra ikinci kat semâya çıkarlar Kimsin denir Cebrâîl
aleyhisselâm birinci kat semâdaki meleklere söylediği sözünü
tekrâr eder İkinci kat semâdaki melekler, o sâlih rûha, (Hoş safâ
geldi Dünyâda iken nemâzlarını bütün farzlarına riâyet ederek edâ
ederdi) derler
Sonra geçer, üçüncü kat semâya ulaşırlar Kimsin denir Cebrâîl
aleyhisselâm dahâ önce söylediklerini tekrâr eder Bunun üzerine
(Malının hakkını muhâfaza edip zekâtını, tarladan aldığı mahsûlün
uşrunu emr olunan kimselere seve seve verip, hiç esirgemeyen bu
zât hoş ve safâ geldi) denir Oradan da geçerler
Dördüncü kat semâya varırlar Kimsin denir Dahâ önce
söylediği gibi cevâb verir (Dünyâda, Ramezân orucunu tutup da,
orucu bozan şeylerden ve yabancı kadınlarla görüşmekden ve
harâm yemekden kendini muhâfaza eden kimse, hoş ve safâ geldi)
denir
Sonra geçerler Beşinci kat semâya varırlar Kimsin denir Dahâ
önce söylediği gibi cevâb verir (Farz olduğu zemân haccını riyâsız
ve Allahü teâlâ için edâ eden kimse hoş ve safâ geldi) denir
Sonra geçerler Altıncı kat semâya varırlar Kimsin denir
Evvelce vermiş olduğu cevâbı verir (Seher vaktlerinde çok istiğfâr
eden, gizli çok sadaka veren ve yetimlere yardım eden zât, hoş,
safâ geldi) denir
Oradan da geçerek (Surâdikâti celâl) denilen, celâl
perdelerinin bulunduğu bir makâma varırlar Kimsin diye sorulunca,
öncekiler gibi cevâb verir Yine (Hoş ve safâ geldi Çok istiğfâr edip,
çoluk çocuğuna ve sözü geçenlere emri marûf yapan, Allahü
teâlânın dînini, Onun kullarına öğreten, miskinlere ve darda
kalanlara yardım eden, sâlih kula ve güzel rûha merhabâlar olsun)
denir Sonra meleklerden bir cemâate uğrarlar ki, hepsi onu
Cennet ile müjdeleyip, onunla müsâfeha ederler
Sonra (sidretülmüntehâya) kadar giderler Yine kimdir diye
sorulunca, öncekiler gibi cevâb verir (Hoş safâ geldi Her iyiliğini
Allahü teâlânın rızâsı için yapan zâta merhabâ) denir
Bundan sonra ateş tabakasından geçer Sonra nûr, zulmet, su
ve kar tabakalarından geçer Sonra soğuk denizine uğrar ve
geçerler Her tabakanın birbirine uzaklığı bin senelik yoldur
Sonra ArşurRahmân üzerine örtülmüş olan perdeler açılır ki,
seksen bin perdedir Her perdede seksen bin şerefe vardır Her
şerefede bin kamer yanî ay vardır ki, Allahü teâlâyı tehlîl ve tesbîh
ederler Onlardan bir kamer dünyâda görünse, nûru âlemi yakar ve
herkes Allahü teâlâdan başka olarak ona ibâdet ederdi Bu
zemânda, perde arkasından bir münâdî nidâ eder ki, bu getirdiğiniz
rûh kimdir? Cebrâîl aleyhisselâm filân oğlu filândır, der
Allahü teâlâ, (Bunu yakınlaşdırın Ve sen ne güzel kulumsun
buyurur) Allahü teâlânın huzûri maneviyei ilâhiyyesinde durduğu
vakt, bazı levmü itâb (azarlamak) ile Hak teâlâ onu utandırır
Hattâ o kul, zan eder ki, hakîkaten helâk oldu Sonra, Cenâbı Hak
onu afv eder
Nitekim Kâdî Yahyâ bin Eksem hazretlerinden rivâyet olundu
Vefâtından sonra rüyâda görülüp de süâl olundu ki, Hak teâlâ sana
ne muâmele eyledi Yahyâ bin Eksem, (Allahü teâlâ beni manevî
huzûrunda durdurdu Ey Şeyhi Sû yanî fenâ ihtiyâr! Sen şunu ve
bunu işlemedin mi? buyurdu Allahü teâlânın yapdıklarımı bildiğini
anladığım zemân, beni korku kapladı ve yâ Rabbî, böyle süâl
soracağını bana dünyâda bildirmediler, dedim (Sana nasıl bildirildi)
buyurdu Ben de, bana Muammer, İmâmı Zührîden, o da
Urveden, o da Âişei Sıddîka radıyallahü anhâdan, O da hazreti
Peygamberden sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem, O da hazreti
Cibrîlden, O da Zâti teâlâdan haber verdiler Raûf ve rahîm olan
Allahü teâlâ, (Ben azîmüşşan, islâmda ağaran saç ve sakala
azâb etmekden hayâ ederim) buyurdu; dedim O zemân Allahü
teâlâ buyurdu ki, (Sen ve Muammer ve İmâmı Zührî ve Urve ve
Âişe ve Muhammed aleyhisselâm ve Cibrîl sâdıksınız Ben de seni
mağfiret etdim)
Kâdî Yahyâ bin Eksem rahmetullahi aleyh Bağdâdda kâdî
iken 242 m 856 de Medînede vefât etdi Şâfiî fıkh âlimi idi
(Tenbîh) adındaki kitâbı meşhûrdur
Kaynak: KURÂNI KERÎMDE KIYÂMET ve ÂHIRET (Müellifi İmâmı Gazâlî)
alıntıdır
Allahü teâlâ, insanı hayâtı boyunca, dünyâda
durdurur Belli olan eceli gelinceye kadar ve rızkı tükeninceye
kadar ve ezelde takdîr edilmiş olan amelleri bitinceye kadar,
dünyâda durur
Dünyâdaki ölümü yaklaşdığı vakt, dört melek gelir
Bunların biri, rûhunu sağ ayağından ve biri sol ayağından ve biri
sağ elinden ve biri sol elinden çekerler Çok defa, rûhu gargara
hâline gelmezden evvel (Âlemi melekûtî)yi görmeğe başlar
i, yapdıkları işlerin hakîkatini, âlemlerinde durdukları hâl
üzere görür Eğer dili söyler ise, onların vücûdünü haber verir Çok
defa da, gördüğü şeyleri, şeytânın bir işi zan eder Lisânı
tutuluncaya kadar hareketsiz kalır Bu hâlde, yine melâike rûhunu
parmak uçlarından çekerler Soluğu ise, sanki saka kırbasından su
boşalır gibi, gırıl gırıl öter Fâcirin rûhu da yaş keçeye takılmış olan
diken çekilir gibi çıkarılır ki, bunu insanların en üstünü olan
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem haber verdi Bu hâlde
ölü karnını diken ile dolu zân eder Rûhunu da, sanki bir iğne
deliğinden çıkıyor ve gök yere bitişiyor ve kendisi arasında kalıyor
zan eder
Peygamberlerin efendisi sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem
buyurdu ki, (Elbette ölüm acılarından birinin şiddeti, üçyüz
kerre kılınç vurmakdan dahâ şiddetlidir)
İşte bu zemânda insanın cesedi terler Gözleri sürat ile iki
tarafa gider Burnunun iki tarafı çekilir Göğüs kemikleri kalkar,
soluğu kabarır, benzi sararır Âişei sıddîka radıyallahü anhâ
vâlidemiz, Resûlullah kucağında iken, bu hâli görünce, gözünden
yaş dökerek şu meâlde şir söyledi:
(Nefsimi sana fedâ ederim yâ Resûlallah ki, seni fenâ
hareketlerden birşey kederlendirmedi, incitmedi Bu zemâna kadar
seni cin de çarpmadı Birşeyden dahî korkmadın Şimdi ne oldu ki,
güzel yüzün inci gibi terle örtülmüş görüyorum Her ölünün rengi
solduğu hâlde, senin mubârek yüzünün nûrları hakîkaten her tarafı
aydınlatıyor)
Rûhu kalbe gelince dili tutulur Hiç kimse rûhu göğsüne gelmiş
iken konuşamaz Bunun iki sebebi vardır Biri, iş gâyet büyük
olduğundan, göğüs nefeslerle sıkışıp, daralmışdır
Nefes alıpveremediği için, bedenin harâreti kalmaz, soğur
Bu zemânda mevtâların hâlleri muhtelif olur
Cenâbı Hak bir kuluna hidâyet ve îmânda sebâtını dilerse, o
kimseye rahmeti ilâhiyye gelir Bazıları, bu rahmetden maksad
Cebrâîl aleyhisselâmdır, dediler
Rahmeti ilâhiyye, şeytânı uzaklaşdırıp, hastanın yüzünden o
yorgunluğu giderir O zemân insan ferahlar, güler Çok kimselerin
bu hâlde güldüğü görülür ki, Allahü teâlâ tarafından rahmet gelmesi
ile onu müjdeleyip, (Beni bilir misin, ben Cebrâîlim Bunlar ise,
senin düşmanların olan şeytânlardır Sen Milleti Hanîfiyye ve dîni
Muhammediyye üzre vefât et!) der İnsana işte bu melekden dahâ
çok sevgili ve ferahlandırıcı bir şey yokdur (Yâ Rabbî, bize
rahmetini ihsân eyle İhsân sâhibi ancak sensin) meâli
şerîfindeki, Âli İmrân sûresi sekizinci âyeti kerîmesi, bu hâli haber
vermekdedir
Ölünün his duygularından en son gayb edeceği şey işitmesidir
Zîrâ rûh kalbden ayrıldığı vakt yalnız görmesi bozulur Fekat
işitmek, rûh kabz oluncaya kadar gayb olmaz Bunun için Fahri
âlem sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz, (Ölüm
hastalığında olanlara şehâdeteyni kelimeteyn ki, Lâ ilâhe
illallah Muhammedün Resûlullahdır Bu kelimeyi telkin
ediniz!) buyurmuşdur Ölüm hâlinde olanın yanında çok söz
söylemekden de nehy buyurmuşdur Çünki o zemân, insan şiddetli
sıkıntı içindedir
Eğer görür isen ki, ağzı açık, sanki gülüyor, yüzü gülümsiyor,
gözü dahî kırpık gibidir Bilmiş ol ki, o kimse âhıretde kavuşacağı
sürûr ile tebşir (müjde) olunmuşdur
, bu rûhu Cennet ipeklerinden bir ipeğe sararlar O
saîd olan kimsenin rûhu, bal arısı kadar insan şeklindedir Aklından
ve ilminden hiçbirşey gayb etmemişdir Dünyâda ne yapmış ise,
hepsini bilir O melekler, bu rûhla berâber semâya doğru uçarak
yükselirler Bu yükselmeyi bazı ölü bilir, bazı ölü ise bilmez
Böylece, önceki geçmiş Peygamberlerin aleyhimüsselâm
ümmetlerini ve yeni ölmüş olanları, bir yere yayılmış olan çekirgeler
gibi görerek geçerler ve birinci kat semâ olan dünyâ semâsına
varırlar
Bu meleklerin başında olan Cebrâîl aleyhisselâm, dünyâ
semâsına çıkar Kimsin diye sorulur Ben Cebrâîlim, yanımdaki de
filândır, diyerek o kimsenin güzel ve sevdiği ismleri ile haber verir
Dünyâ semâsının bekçileri olan melekler, (Bu ne iyi bir kimsedir ki,
itikâdı, inancı güzel idi Ve hiç şübhesi yokdu) derler
Bundan sonra ikinci kat semâya çıkarlar Kimsin denir Cebrâîl
aleyhisselâm birinci kat semâdaki meleklere söylediği sözünü
tekrâr eder İkinci kat semâdaki melekler, o sâlih rûha, (Hoş safâ
geldi Dünyâda iken nemâzlarını bütün farzlarına riâyet ederek edâ
ederdi) derler
Sonra geçer, üçüncü kat semâya ulaşırlar Kimsin denir Cebrâîl
aleyhisselâm dahâ önce söylediklerini tekrâr eder Bunun üzerine
(Malının hakkını muhâfaza edip zekâtını, tarladan aldığı mahsûlün
uşrunu emr olunan kimselere seve seve verip, hiç esirgemeyen bu
zât hoş ve safâ geldi) denir Oradan da geçerler
Dördüncü kat semâya varırlar Kimsin denir Dahâ önce
söylediği gibi cevâb verir (Dünyâda, Ramezân orucunu tutup da,
orucu bozan şeylerden ve yabancı kadınlarla görüşmekden ve
harâm yemekden kendini muhâfaza eden kimse, hoş ve safâ geldi)
denir
Sonra geçerler Beşinci kat semâya varırlar Kimsin denir Dahâ
önce söylediği gibi cevâb verir (Farz olduğu zemân haccını riyâsız
ve Allahü teâlâ için edâ eden kimse hoş ve safâ geldi) denir
Sonra geçerler Altıncı kat semâya varırlar Kimsin denir
Evvelce vermiş olduğu cevâbı verir (Seher vaktlerinde çok istiğfâr
eden, gizli çok sadaka veren ve yetimlere yardım eden zât, hoş,
safâ geldi) denir
Oradan da geçerek (Surâdikâti celâl) denilen, celâl
perdelerinin bulunduğu bir makâma varırlar Kimsin diye sorulunca,
öncekiler gibi cevâb verir Yine (Hoş ve safâ geldi Çok istiğfâr edip,
çoluk çocuğuna ve sözü geçenlere emri marûf yapan, Allahü
teâlânın dînini, Onun kullarına öğreten, miskinlere ve darda
kalanlara yardım eden, sâlih kula ve güzel rûha merhabâlar olsun)
denir Sonra meleklerden bir cemâate uğrarlar ki, hepsi onu
Cennet ile müjdeleyip, onunla müsâfeha ederler
Sonra (sidretülmüntehâya) kadar giderler Yine kimdir diye
sorulunca, öncekiler gibi cevâb verir (Hoş safâ geldi Her iyiliğini
Allahü teâlânın rızâsı için yapan zâta merhabâ) denir
Bundan sonra ateş tabakasından geçer Sonra nûr, zulmet, su
ve kar tabakalarından geçer Sonra soğuk denizine uğrar ve
geçerler Her tabakanın birbirine uzaklığı bin senelik yoldur
Sonra ArşurRahmân üzerine örtülmüş olan perdeler açılır ki,
seksen bin perdedir Her perdede seksen bin şerefe vardır Her
şerefede bin kamer yanî ay vardır ki, Allahü teâlâyı tehlîl ve tesbîh
ederler Onlardan bir kamer dünyâda görünse, nûru âlemi yakar ve
herkes Allahü teâlâdan başka olarak ona ibâdet ederdi Bu
zemânda, perde arkasından bir münâdî nidâ eder ki, bu getirdiğiniz
rûh kimdir? Cebrâîl aleyhisselâm filân oğlu filândır, der
Allahü teâlâ, (Bunu yakınlaşdırın Ve sen ne güzel kulumsun
buyurur) Allahü teâlânın huzûri maneviyei ilâhiyyesinde durduğu
vakt, bazı levmü itâb (azarlamak) ile Hak teâlâ onu utandırır
Hattâ o kul, zan eder ki, hakîkaten helâk oldu Sonra, Cenâbı Hak
onu afv eder
Nitekim Kâdî Yahyâ bin Eksem hazretlerinden rivâyet olundu
Vefâtından sonra rüyâda görülüp de süâl olundu ki, Hak teâlâ sana
ne muâmele eyledi Yahyâ bin Eksem, (Allahü teâlâ beni manevî
huzûrunda durdurdu Ey Şeyhi Sû yanî fenâ ihtiyâr! Sen şunu ve
bunu işlemedin mi? buyurdu Allahü teâlânın yapdıklarımı bildiğini
anladığım zemân, beni korku kapladı ve yâ Rabbî, böyle süâl
soracağını bana dünyâda bildirmediler, dedim (Sana nasıl bildirildi)
buyurdu Ben de, bana Muammer, İmâmı Zührîden, o da
Urveden, o da Âişei Sıddîka radıyallahü anhâdan, O da hazreti
Peygamberden sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem, O da hazreti
Cibrîlden, O da Zâti teâlâdan haber verdiler Raûf ve rahîm olan
Allahü teâlâ, (Ben azîmüşşan, islâmda ağaran saç ve sakala
azâb etmekden hayâ ederim) buyurdu; dedim O zemân Allahü
teâlâ buyurdu ki, (Sen ve Muammer ve İmâmı Zührî ve Urve ve
Âişe ve Muhammed aleyhisselâm ve Cibrîl sâdıksınız Ben de seni
mağfiret etdim)
Kâdî Yahyâ bin Eksem rahmetullahi aleyh Bağdâdda kâdî
iken 242 m 856 de Medînede vefât etdi Şâfiî fıkh âlimi idi
(Tenbîh) adındaki kitâbı meşhûrdur
Kaynak: KURÂNI KERÎMDE KIYÂMET ve ÂHIRET (Müellifi İmâmı Gazâlî)
alıntıdır