TEVHİD İMAMI MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB HAYATI, DAVETİ VE HAKKINDA YAPILAN İFTİRALAR
derleyen: Ebu Umeyr bin Muhammed et-Turki
KİTAB VE SÜNNETE DAVET YAYINLARI
2012/1433
YAYIN HAKKI İSLAM ÜMMETİNE VAKIFTIR, DİLEYEN ÇOĞALTABİLİR
FİHRİST
MUKADDİME…………………………….....................………………........................7
VAHHABİLİK NEDİR?...............................................................................9
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN DAVETİNE BAŞLAMASININ SEBEPLERİ.........13
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN HAYATI……….....................………..17
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN AKİDESİ NEDİR?..........................29
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’I SELEF AKİDESİNE YÖNLENDİREN NEDİR VE ONDAN ÖNCE NECİD’TE BU MENHEC MEVCUT MUYDU?.......37
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN DAVETİNİN HEDEFLERİ VE KAYNAKLARI…......…..41
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN DAVETİNİ İLKELERİ......................49
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’A KİMLER DÜŞMANLIK EDİYOR.......79
ŞEYH HAKKINDA YALAN VE İFTİRALARLA DOLU OLAN “İNGİLİZ CASUSUNUN İTİRAFLARI“ KİTABININ MAHİYETİ NEDİR?......81
“İNGİLİZ CASUSUNUN İTİRAFLARI“ KİTABININ İÇERİĞİNDEN BAZI YALANLAR…….....89
İNGİLİZ AJANININ İSMİ “HEMPHER” VEYA “HAMPHER” Mİ?................93
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB OSMANLI’YA İSYAN ETMİŞ MİDİR?.........97
VAHHABİLİK LAKABIYLA NE KASDOLUNUYOR?....................................103
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB'IN KARDEŞİ SÜLEYMAN BİN ABDULVAHHAB ŞEYHE KARŞI ÇIKMIŞ MIDIR? .....107
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB VE DAVETİNE UYANLAR ŞEFAATI İNKAR MI EDİYORLAR?.......111
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB VE DAVETİNE UYANLAR NEDEN YÜKSELTİLEN KABİR VE TÜRBELERİ YIKMIŞLARDIR?.....115
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN TEKFİR HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ…......119
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB VE DAVETE UYANLAR NEDEN TÜM BİD’ATÇILAR TARAFINDAN TEHLİKELİ GÖRÜLÜYOR?..................125
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN MÜSLÜMANA NASİHATİ...........129
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN TÜRKÇE YAYINLANMIŞ ESERLERİ….........135
SONUÇ................................................................................................137
KAYNAKLAR………………………………………………………................................139
"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun; zira onlar, hidayet üzeredirler." (Yasin Suresi, 21. Ayet)
"Ümmetimden bir taife daima Allah'ın emrine bağlı kalacaktır ve kendilerine muhalefet edenler, onlara zarar veremeyecektir." (Süneni İbn Mace, hasen-sahihtir)
"Ben, bir tasavvufçunun, bir fakihin, bir kelamcının, veya İbn Kayyim, Zehebi, İbn Kesir gibi büyük imamlardan bir imamın mezhebine davet etmiyorum. Aksine ben, yalnızca Allah (subhanehu ve teala)'ya ibadet etmeye ve onun hiçbir ortağının bulunmadığına davet ediyorum.Yine ben, ümmetinden sahabe ile onlardan sonra gelecek olanlara kendisine sımsıkı sarılmalarını vasiyet ettiği Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetine davet ediyorum." (Muhammed bin AbdulVahhab,el-Risalet'ul-Ula)
Rahman, Rahim Allah'ın İsmiyle
Hamd, ancak Allah içindir. O'na hamdeder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden O'na sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.
Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Resulu'dur.
Günümüzde Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab’ın selefi davetini bazı bid'atçı çevreler sürekli gündemde tutup kötülemektedir. Bunun sebebi de Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in davet ettiği gerçek İslam olan selefi daveti iptal edip yerine bid'atın, hurafelerin ve şirkin cirit attığı batıl olan bir dini insanlara sunmak istemeleridir.
Bu risalede Şeyhulİslam Muhammed bin AbdulVahhab (rahimehUllah)'ın hayatını, davetini ve onunla alakalı yapılan iftiraları zikredeceğiz.
Bir kaç sene önce nette bu derleme tarafımızdan yayınlanmış ve elhamduli(A)llah oldukça ilgi görmüş ve hatta bazı yerlerde kaynak olarak gösterilmeye başlanmıştır.
7
Bir abimizin ricası üzerine ona netteki verziyonunu yazıcıdan çıkartıp bir dosya yapmıştım, lakin içindeki bilgilere daha birkaç bölüm eklemem gerektiğini düşündüm ve yine nette yayınlamaya ve basılı kitap olarak neşretmeye karar verdim.
Niyetim bu davetten insanların faydalanması, bid'atlara ve hurafelere karşı daha duyarlı olmalarıdır. Bu çalışmamızda sadece Şeyh Muhammed'in hayatının sonuna kadar olan zaman dilimini ele alacağız.
Zira ölümünden sonraki dönemde bazı sapmaların olduğunu Şeyh AbdulAziz bin Baz (rahimehUllah)'ta şöyle dile getirir: "Üstad Muhammed'in vefatından uzun bir müddet sonra, çocuklarının ve yardımcılarının çoğunun vefatının ardından bazı sapmalar olunca sınama geldi."1
Dolayısıyla ölümünden sonra ki dönemi Şeyhin hayatıyla alakalı görmediğimiz için zikretmeyeceğiz. İnşeAllah hayırlara vesile olur…
Ebu Umeyr bin Muhammed et-Turki
1 İmam Muhammed bin AbdulVahhab, Davetehu ve Siretehu; AbdulAziz bin Baz
8
VAHHABİLİK NEDİR?
Vahhabilik lakabı selefi akideyi benimsemiş insanlar için Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab'ın babasının adına nisbeten kullanılmaya başlanmıştır. Muhammed bin AbdulVahhab hicri 12./miladi 18. yüzyılda selef akidesine çağırmaya başlamış davetçi bir şahsiyettir.
Selefi davet ise Allah'ın kitabı Kur'an'a ve Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sahih sünnetine dayanır. Sonradan ortaya atılmış tüm bid'atlardan ve hurafelerden uzak İslam dininin aslıdır.
Bu davet Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'e bağlıdır. Selef, sahabe, tabiin,tebe tabiin ve onları akide ve amelde takip edenler için kullanılan genel bir tabirdir.
Günümüzde ise "Vahhabilik" lakabı tevhid ve sünnet düşmanları tarafından selefi daveti kötülemek amacıyla kullanılmaktadır.
Artık bu durum öyle bir hal almıştır ki bu kişiler selefe davet eden herkesi "Vahhabi" olarak adlandırırlar. Hatta Muhammed bin AbdulVahhab'tan yüzyıllar önce yaşamış İbn Teymiyye'ye bile bu lakabı taktıklarını görürsünüz. Bilmeliyiz ki bu lakab daveti kötülemek amacıyla
9
kasıtlı olarak kullanılmakta ve dikkatle incelendiğinde lugat açısından da hatalı olduğu görülmektedir. Zira daveti başlatan babası değil Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab'tır. Buna ilaveten bu lakab ne Şeyhin kendisi tarafından, ne evladları, ne öğrencileri ve ne de günümüzde de davete uyanlar tarafından kullanılmıştır. Zira ileride geleceği gibi bu lakablandırma Şeyhin ölümünden 20 küsur sene sonra tevhid ve sünnet davetine muhalifler tarafından ortaya atılmıştır.
Sünnete tabi olanları "Vahhabi" diye lakablandıranlar, dinini araştıran bir çok samimi insanların gerçeği öğrenmesine engel olmuş ve hakkı sürekli örtmüşlerdir. Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab her ne kadar bu yolda bir çok engelle ve muhaliflerle karşılaşmış olsa da, kitaplarını kaleme alırken özellikle insanları tevhid akidesine geri dönmeleri ve Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetine bağlılık göstermeleri için hassasiyet ve çaba göstermiştir.
Maalesef İslam dünyasının bir çok yerinde Şeyh hakkında İslam'ı yıkmak için İslam düşmanlarıyla işbirliği yaptığı iftirası atılmış ve bu düşünce yaygınlaştırılmıştır. İşin gerçeği ise Şeyhin ancak ölümünden sonra davetini dünyaya duyurabildiğidir. Şeyhin kafirlerle işbirliği yaptığı iddiası ilerideki sayfalarda ispatlayacağımız gibi büyük bir yalan ve iftiradan ibarettir. Zira hakkı arayan bir kişi
10
Şeyhin eserlerini okuduğunda içeriğinin Allah (subhanehu ve teala)'nın kitabından ayetler ve Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in hadislerinden ibaret olduğunu, Şeyhin kendi sözlerinin çok az bir kısmını teşkil ettiğinin rahatça farkına varabilir. Hatta öyleki bazı eserleri sadece ayet ve hadislerden müteşekkildir.
Kendisi daveti hakkında o şöyle demektedir: "Ben, bir tasavvufçunun, bir fakihin, bir kelamcının, veya İbn Kayyim, Zehebi, İbn Kesir gibi büyük imamlardan bir imamın mezhebine davet etmiyorum.
Aksine ben, yalnızca Allah (subhanehu ve teala)'ya ibadet etmeye ve onun hiçbir ortağının bulunmadığına davet ediyorum.
Yine ben, ümmetinden sahabe ile onlardan sonra gelecek olanlara kendisine sımsıkı sarılmalarını vasiyet ettiği Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetine davet ediyorum."2
2 Muhammed bin AbdulVahhab,el-Risalet'ul-Ula, İbn Gannam s.211
11
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB'IN DAVETİNE BAŞLAMASININ SEBEPLERİ
Bid'atçılar ve heva ehli asrı saadetten sonra sahabe-tabiin-tebe tabiin dönemlerinin sonunda denizdeki köpükler gibi çoğalmış ve tüm İslam alemini sarmışlardır. Toplumları ve yöneticileri ağlarına düşürmeyi başarmışlar, arkalarındaki bu güçler sayesinde kimse onlara karşı gelmeye cesaret edememiştir, çok küçük bir grup müstesna.
Hicri 7./miladi 13. asırda Şeyhulİslam Ebu'l-Abbas İbn Teymiyye (rahimehUllah) bu bid'atçılar ve hurafecilerin karşısında tek başına durana kadar bu böyle devam etti. İbn Teymiyye bid'atçılar ve kafirlerle mücadele ediyor, Kur'an, Sünnet ve selefin menheciyle onlara karşı koyuyor ve ümmeti bu baygınlığından uyandırıyordu. Hatta öyle ki günümüzde yazdığı bazı kitapları hala yankı uyandırmakta ve bid'atçılara karşı adeta kınından sıyrılmış bir kılıç görevi görmektedir.
Mesela "Minhac'us-Sunneh" isimli kitabının şok etkisinden şiiler kendilerini hala kurtaramamışlardır.
13
İbn Teymiyye'nin vefatından sonra İbn Kayyim el-Cevziyye ve İbn Kesir gibi talebeleri bu mücadeleye devam etmişlerdir. Lakin yüzyıllar geçtikçe bid'at ve hurafeler yine hortlamaya başlamış, etrafını içine çeken dev bir yangın misali ortalığı kasıp kavurmuştur.
Hicri 12./miladi 18. yüzyılda Muhammed bin AbdulVahhab Kur'an ve Sünnet kılıcını tekrar kuşanmış ve bid'at ve heva ehliyle selefleri gibi Kur'an ve Sünnetten delillerle mücadeleye girmiştir. Bu mücadele sonucunda Kur'an ve Sünnetin yeniden hakim olmasını sağlamış, tevhidin nurunu yaymış ve insanları tekrar Sünnete geri dönmeye ve sarılmaya teşvik etmiştir, çünkü onun davetinin metodu ve hedefi Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in metodu ve hedefiydi.
Muhammed bin AbdulVahhab davetini Allah (subhanehu ve teala)'nın kitabı Kur'an'a ve Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetine bina etmiştir. Zira Şeyhin daveti selefin davetidir ve selef bu davetin metodunu bizzat Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'den, ashabından (Allah cümlesinden razı olsun) ve ihsanda onlara tabi olanlardan alıp öğrenmişlerdir.
Bu sahih bir metod olup en doğru yoldur. Bu sebepten dolayı tüm müslümanların bu yolda olup, bu metod üzere hareket etmeleri gerekir. Sünnet düşmanları kendi aralarında bölük pörçük oldukları halde tevhid ve
14
ve sünnet ehline karşı ittifak kurup güya karşı hamle adına çeşitli hilelere başvurmuşlar ve iftiralarda bulunmuşlardır. Şeyhin hayatını ve akidesini öğrendikten sonra bu yapılan iftiraları ve yalanları açıklayacağız biizni(A)llah...
15
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN HAYATI
Muhammed bin AbdulVahhab hicri 1115/miladi 1703 yılında Uyeyne'de doğmuştur. Uyeyne Necid bölgesinde Yemame'de bir kasabadır. Babası Üstad AbdulVahhab bin Süleyman'ın gözetiminde küçük yaşta Kur'an'ı okudu, ilme ve fıkha yöneldi.
Uyeyne kadısı olan babası büyük bir fakih, kıymetli bir alimdi. Büluğa girdikten sonra haccettmiştir. Haccın akabinde Mekke'de kalmaya karar vermiş ve Harem-i Şerif'teki bazı hocalardan ilim tahsil etmiştir.
Ardından Medine'ye gitmiştir. Oranın alimleriyle biraraya gelmiştir. Burada da bir müddet kalmış ve meşhur büyük iki alimden istifade etmiştir. Muhtemelen bu iki alimin dışında bizim bilmediğimiz hocalardan da dersler almıştır.
Üstad ilim talebi için bilahare Irak tarafına yönelip Basra'ya geldi. Buradaki ulemayla birlikte oldu. Onlardan çok faydalanmıştır. Allah (subhanehu ve teala)'yı tevhide davete de burada başladı ve insanları sünnete çağırdı.
17
Müslümanlara gerekli olanın, dinlerini doğrudan Kur'an ve sünnetten öğrenmeleri olduğunu söylemiştir. Bu hususta oradaki ulemayla münakaşa, müzakere ve münazaralarda bulundu. Basra'daki bazı kötü niyetli ulema ona karşı ayaklanınca, kendisi ve hocası bir takım eziyetlere maruz kalmışlardır. Bu sebepten Basra'dan ayrıldı, niyeti Şam bölgesine gitmekti. Lakin yeterli maddi imkanı olmadığından bunu gerçekleştiremedi.
Basra'dan çıkıp Zubeyr'e, oradan da İhsa'ya geçmiştir. Burada ulemayla birlikte oldu ve kelama dair bazı meselelerde müzakerelerde bulundu. Akabinde Hureymila beldesine yöneldi. Buraya yerleşip babası hicri 1153/miladi 1740 yılında vefat edene kadar ilim, tedrisat ve davetle meşgul olmayı sürdürmüştür. Bu arada Hureymila'lı bazı kimseler onu rahatsız etmişler, bazı sefil kimseler öldürmek bile istemişlerdir.
Nitekim birkaç kişinin saldırmak için bir duvarda tuzak kurdukları, birilerinin bunu fark etmeleri üzerine kaçtıkları söylenmiştir. Bu sefil kimselerin ona buğzetmelerinin sebebi, emri bi'l-ma'ruf nehyi ani'l-munker yapması; emirleri, insanları soyan, onlara eziyet eden ve mallarını yağmalayanları cezalandırmaya teşvik etmesidir.
El-Abid denilen kimseler de bu sefiller güruhundandılar. Bunlar üstadın karşılarında olduğunu, yaptıklarına razı olmadığını, emirleri onları cezalandırmaya ve şerlerine
18
engel olmaya teşvik ettiğini fark edince ona buğz ettiler ve katletmek istediler.
Ardından Uyeyne'ye dönmüştür. O vakit oranın emiri Osman bin Muhammed bin Muammer'di. Uyeyne'ye varınca yanına gitmiş, emir onu güzel karşılamıştır. Ona: "Kalk, insanları Allah'a davet et, biz seninle beraberiz, yardımcıyız." demiştir, davetini benimseyip sevgi ve muvafakat göstermiştir. Üstad da öğretmeye, irşada, Allah'a, hayra, kadın erkek herkesi birbirlerini Allah için sevmeye davete başlamıştır.
Uyeyne'de şöhret bulup ünü etrafa yayıldı ve civar beldelerden insanlar gelmeye başladılar. Üstad birgün emire dedi ki: "Bize müsaade et te Zeyd bin el-Hattab'ın mezarı üzerindeki türbeyi yıkalım. Zira bu doğru yapılmış bir şey değildir. Hem Allah (subhanehu ve teala) bu işe razı değildir. Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'de kabirlere kubbe (türbe) yapılmasını, üzerlerinin mescid edinilmesini yasaklamıştır. Oysa bu türbe insanları saptırmakta ve akideleri değiştirmekte, halk şirke düşmektedir. Bu sebepten yıkılması gerekir."
Emir Osman ona: "Yıkmaya bir mani yoktur" karşılığını verdi. Üstad "Cebilelilerin (Cebile kabrin yakınındaki köyün ismidir) yıktırmamak için ayaklanmalarından korkarım" deyince, Emir Osman yaklaşık 600 kişilik ordu ve üstadla birlikte türbeyi yıkmak için yola çıktı. Türbeye
19
yaklaştıklarında geldiklerini duyan Cebileliler türbeyi savunmak için karşılarına çıktılar. Lakin Emir Osman ve ordusunu görünce, geri çekilip vaz geçtiler.
Üstad türbenin yıkılıp kaldırılmasına bizzat katıldı. Üstad Uyeyne'deki davetini eğitim ve irşadla devam etti. Sözlü davetin tek başına etkili olmadığını görünce, imkanlar elverdiğince fiili çalışmaya girişti ve bilfiil şirk eserlerini yıkmaya yöneldi.
Bu gayeyle Emir Osman bin Muammer'e -yukarıda değindiğimiz- Zeyd'in kabri üzerindeki türbenin yıkılmasını söylemiştir. Zeyd bin el-Hattab Ömer (radiyAllahu anh)'ın kardeşidir. Hicri 12/miladi 633'de Museylemetu'l-Kezzab'la yapılan savaşta şehid olanlardandır. Söylediklerine göre, burada öldürülmüş ve kabri üzerine bir türbe yapılmış. Mamafih burası bir başkasının kabri de olabilir. Yukarıda zikredildiği üzere, Emir Osman Üstad’a muvafakat etti ve türbe yıkıldı, eseri bugüne değin ortadan kalktı.
Salihane bir niyet, isabetli bir gaye ve hakka yardım gayesiyle yıkılan bu türbeyi ortadan kaldıran Allah'a hamdolsun. Burada başka türbeler de vardı. Bunlardan birisi de (ashabtan) Dırar bin el-Ezver'e ait olduğu söylenen kabirdi. Üzerindeki türbe yıkıldı. Etrafta böyle başka mezarlar da vardı. Ayrıca bu civarda Allah (subhanehu ve teala)'dan gayrı ibadet edilen mağara ve
20
ağaçlar mevcuttu. Hepsi ortadan kaldırıldı, halka da ziyaret yasağı getirildi. Böylelikle Üstad yukarıda ifade edildiği gibi, davete hem sözlü hem de fiili olarak devam etti.
Üstadın Allah'a davet ettiği, türbeleri yıktığı ve hadleri yerine getirdiği haberi, İhsa ve civar beldelerin emiri Halidoğullarından Suleyman bin Uray'ir el-Halidi'ye ulaşınca, Üstadın durumu bedeviyi korkuttu. Zira Allah'ın hidayet verdikleri hariç, bedevilerin adeti zulmetmek, kan akıtmak, malları yağmalamak ve namuslara halel getirmekti.
Emir, Üstadın işi büyütüp kendi saltanatını ortadan kaldıracağından korkar. Hemen Emir Osman'a tehditkar bir mektup yazdı ve Allah'a davetle meşgul olan bu zatı öldürmesini emreder. Mektubunda şöyle der: "Yanınızda tebliğ faaliyetlerinde bulunan kişinin şunları şunları yaptığı haberi bize ulaştı. Ya onu öldürürsün ya da bizdeki vergini keseriz."
Yanında Emir Osman'a ait altın cinsinden vergi vardı. Emir'in emri Osman'a ağır gelir, karşı gelmesi durumunda vergisini kesmesinden veya savaş açmasından korkar. Üstad'a der ki: "Bu emir bana şu minvalde bir mektup yazdı. Seni öldürmek bize yakışmaz ancak, bu emirden de korkarız, onunla savaşamayız. İstersen sen buradan ayrıl."
Üstad'ta ona şöyle demiştir: "Benim davet ettiğim şey Allah'ın dinidir, la ilahe illAllah kavlini yerleştirmektir,
21
Muhammed'ur-ResulUllah şehadetini hakim kılmaktır. Kim bu dine tutunur, ona yardım eder ve bunda sadık olursa, Allah ona yardım eder, güçlendirir ve düşmanlarının beldelerine hakim kılar. Eğer sabreder, istikamet üzere bulunur ve bu hayrı kabul edersen, sana şimdiden müjdeler olsun ki, Allah (subhanehu ve teala) sana yardım edecek ve bu bedeviden ve diğerlerinden seni koruyacaktır. Hem de onun hakim olduğu beldelerin ve aşiretinin idaresini sana sunacaktır."
Bunun üzerine emir ona şöyle dedi: "Üstad! Biz onunla savaşamayız. Ona karşı dayanma gücümüz yoktur." Bu söz üzerine Üstad Uyeyne'den ayrılıp Der'iyye bölgesine geçmiştir. Söylediklerine göre, buraya yürüyerek akşam üzeri vardı. Uyeyne'den sabahleyin yayan yola çıkmıştı. Emir Osman ona bir binek bile vermemişti. Beldenin iyi zevatından olan ve üst kısmında oturan Muhammed bin Suveylim el-Urayni'ye misafir olmuştur.
Anlatıldığına göre, bu zat, Üstadın kendisine misafir olmasından korkuya kapılmış, çok geniş olan yeryüzü ona dar gelmiş ve Der'iyye emiri Muhammed bin Suud’un kendisini cezalandırmasından korkmuştur. Üstad ise onu sakinleştirmiş ve: "Sana hayırlı müjdeler olsun. Benim insanları davet ettiğim şey, Allah'ın dinidir ve Allah bu dini galip kılacaktır!" demiştir.
Üstad Muhammed'in Der'iyye'de olduğu haberi Muhammed bin Suud'a ulaşır. Haberi aktaranın emirin . 22
hanımı olduğu söylenmektedir. Salih bir insan hanımının yanına varıp: "(Eşine) bu zatı haber ver. Davetini kabul etmesi için cesaretlendir, yardımcı olup desteklemesi için teşvik et" demiştir.
Hanımı saliha, iyi bir kadınmış. Der'iyye ve civar beldelerin emiri olan kocası Muhammed bin Suud yanına gelince, ona: "Büyük bir ganimet var. Sana müjdeler olsun. Bu Allah’ın sana gönderdiği bir ganimettir, bir davetçi Allah’ın dinine çağırıyor, Allah’ın kitabına davet ediyor, Allah Resulu (sallAllahu alryhi ve sellem)'in sünnetine sesleniyor. Bu ne büyük bir ganimettir. Onu kabul edip yardımcı olmada acele et. Kesinlikle geri durma" demiştir.
Emir hanımının teklifini kabul etmiş: "Ancak ben mi ona gideyim yoksa yanımamı mı çağırtayım." diye tereddüt etmiştir. Ona: "Buraya çağırtmanız doğru olmaz. Bilakis sizlerin onu ziyaret etmeniz, ilme ve hayra çağıran davetçiye saygı göstermeniz gerekir." tavsiyesinde bulunulmuş.
Bu tavsiyeyi kabul eden Emir, Muhammed bin Suveylim'in evinde bulunan Üstad'ı ziyarete gitmiştir, yanına varıp, selam vermiş ve sohbet etmiştir.
Sonra dedi ki: "Üstad Muhammed! Müjde sana, destekleneceksin, emniyet içinde olacaksın ve yardım edileceksin." Muhammed bin AbdulVahhab'ta ona: "Sana da müjde olsun. Siz de yardıma mazhar olacaksınız,
23
durumunuz güçlenecek ve güzel bir halde olacaksınız. Bu Allah'ın dinidir, kim ona yardım ederse Allah (subhanehu ve teala)'da ona yardım eder.
Kim ona destek olursa Allah'ta onu kuvvetlendirir. Bunun neticelerini çok çabuk göreceksiniz." karşılığını verdi. Emir devamla dedi ki: "Allah ve Resulunun dini üzerinde durmak, Allah yolunda cihad etmek için, size beyat edeceğim. Ancak destekleyip de Allah sizi İslam düşmanlarına karşı muzaffer kıldığında, beldemizden ayrılıp başka bir yere göç etmenizden korkarım."
Üstad ona: "Sadece bu hususta beyatlaşmıyorum. Sizinle kana karşı kan alınması, yıkmaya karşı yıkım yapılması ve bölgenizden kesinlikle ayrılmayacağım hususunda beyatlaşıyorum." karşılığını verir. Beldede kalacağı, onun yanında bulunup yardımcı olacağı ve Allah'ın dini galip gelene dek beraberinde Allah yolunda cihada katılacağına dair beyatlaştı. Beyat bunlarla akdedilmiş oldu.
İnsanlar her yerden, Uyeyne, Araka, Menfuha, Riyad ve etraftaki diğer beldelerden gruplar halinde gelmeye başladılar. Der'iyye insanların her yerden hicret ettikleri bir yer oldu.
Halk Üstadın haberlerini, Der'iyye'deki derslerini, Allah'a davetini ve irşadını birbirlerine aktardılar, bunun sonucunda tek başlarına veya gruplar halinde buraya akın etmeye başladılar.
24
Üstad Der'iyye'de büyük bir sevgi, yardım ve desteğe mazhar oldu. Burada akaid, Kur'an, tefsir, fıkıh, fıkıh usulü, hadis, hadis ıstılahları, arap edebiyatı, tarih ve diğer faydalı ilimler için dersler düzenledi.
Her taraftan gruplar halinde insanlar kendisine gelmişlerdir. Genç olsun yaşlı olsun, Der'iyye'de ondan bilgilenip istifade etmişlerdir. Burada umumi ve özel pek çok ders düzenlemiştir. Der'iyye'de ilmi yaymıştır.
Bu arada davete de devam etmiştir. Ardından cihada başlamış ve önemli kişilerle bu davaya katılmaları, bölgelerindeki şirki kaldırmaları hususunda yazışmıştır. Önce Necid'lilerden başlamış, emirleri ve alimleriyle yazışmıştır.
Keza Riyad emiri Dehham bin Devvas ile beldesindeki ulema, Harac emiri ve beldesindeki ulema, Cenub, Kasım, Hail, Veşm, Sudeyr ve diğer beldelerin alimleriyle yazışmıştır. İhsa, Mekke, Medine alimleriyle de yazıştı. Yarımada dışında da Mısır, Şam, Irak, Hind, Yemen ve diğer yerlerin alimleriyle mektuplaştı.
Yazışmayı devam ettirmiş, çoğunluğun içine düştüğü şirk ve bid’atları anlatmayı sürdürmüştür. Üstad ile hasımları arasındaki karşılıklı sözlü savaşlar, sataşmalar ve övünüşler sürüp gitmiştir. Üstad onlara, onlar da üstada yazıyorlardı. Üstad davetine ve cihada devam etti. Der'iyye Emiri Muhammed bin Suud'ta yardımını sürdürdü.
25
Evet, Üstad davet ve cihada devam etti. Hicri 1158/miladi 1745 yılından, Üstad hicri 1206/miladi 1791’de vefat edene kadar cihad ve daveti sürdürdüler. Cihad ve çağrı yaklaşık 50 yıl boyunca hak için cenk, cidal, Allah ve Resulunun buyurduğunu izah, dine davet ve Allah Resulunun getirdiklerini aktarmakla devam etti.
Sonunda insanlar itaat edip Allah'ın dinine girdiler, etraflarındaki türbeleri yıktılar, civarlarındaki mezarlar üzerinde inşa edilmiş mescidleri kaldırdılar, Şeriata yöneldiler, onu din edindiler, baba ve dedelerinden tevarüs ettikleri hukuki uygulama ve kanunları terk ettiler, hakka döndüler.
Mescidler namaz ve ilim halkalarıyla ihya edildi, zekatlar verildi, halk ramazan oruçlarını tutmaya başlamıştır.
Üstad, Allah (subhanehu ve teala)'nın emir buyurduğu gibi ma'rufu emretmiş, münkerden nehyetmiştir. Artık şehirlerde, köylerde, yollarda, badiyelerde emniyet hakim olmuştur.
Badiyeliler hadlerini bilmişler ve Allah'ın dinine girip hakkı kabul etmişlerdir. Üstad bunların arasında daveti yaymış ve onlara rehberler, sahra ve badiyelere de davetçiler göndermiş, kasabalara ve köylere de hocalar, eğiticiler ve kadılar göndermiştir.
Bu büyük hayır ve apaçık hidayet tüm Necid bölgesini kaplamış, hak yayılmış, Allah'ın dini hakim olmuştur.
26
Toparlarsak, Üstad Muhammed bin AbdulVahhab Allah'ın dinini ilan, insanları Allah'ı tevhide irşad, dine katılan hurafe ve bid'atları reddetmek için kıyam etmiştir.
Ve yine insanları hakka tabi olmaya mecbur etmek, batıldan men etmek, ma'rufu emretmek, münkerden nehyetmek için kıyam etmiştir. Onun davetinin özeti işte budur.
O akidede selefi salihinin yolu üzerindedir. Allah'a, isimlerine, sıfatlarına, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, ahiret gününe, hayrı ve şerriyle kadere inanan birisidir.
O tevhid üzere Allah'a inanmada, ibadeti Allah'a has kılmada, zatına yakışır şekilde O'nun isimlerine ve sıfatlarına inanmada İslam imamlarının yolu üzerindedir. Allah’ın sıfatlarını iptal etmez, O’nu mahlukatına benzetmez.
Ölümden sonra dirilip kalkmaya, cezaya, hesaba, cennete-cehenneme ve diğer şeylere imanda da böyledir. İman hususunda selefin düşündüğü gibi düşünür: İman söz ve ameldir, artar ve eksilir, taatla artar, ma'siyetle azalır der. Bunların tümü onun inandıkları şeylerdendir.
O hem söz, hem de fiil olarak selefin yolu ve itikadı üzereydi. Onların yolundan kesinlikle ayrılmamıştır. Bu konularda bir mezhep veya bir ekole bağlı kalmamıştır.
27
Ashab (radiyAllahu anhum)'un ve onlara hakkıyla tabi olan selefi salihinin yolundan gitmiştir.3
3 İmam Muhammed bin AbdulVahhab, Davetehu ve Siretehu; AbdulAziz bin AbdUllah bin Baz
28
ŞEYH MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB'IN AKİDESİ NEDİR?
Kasım halkına yazdığı bir mektubta Şeyh akidesini şöyle açıklar: "Allah'ı ve meleklerden yanımda bulunanları ve sizleri şahit tutarak, diyorum ki, şübhesiz ben akidemde 'Fırkayı Naciyye/Kurtulan Fırka' akidesi üzereyim. Ehli Sünnet ve'l-Cemaat'ın Allah'a, meleklerine, kitaplarına, resullerine, ölümden sonra dirilişe iman etmek ve hayrıyla, şerriyle kadere iman ettiklerine bende aynen iman ediyorum.
Allah'a iman konusunda: Allah kendisini kitabı Kur'an'da ve resulunun lisanıyla nasıl vasıflandırmışsa, tahrif ve ta'til etmeden iman ediyorum. Bilakis Allah (subhanehu ve teala)'nın benzeri hiç bir sey yoktur. O işitendir ve görendir. O'nun kendisini vasfettiği hiç bir şeyi O'ndan reddetmem, Allah'ın ayetlerini konumlarından saptırmam ne de isimlerinde ve ayetlerinde ilhada saparım. Ne keyfiyetini/nasıllığını takdir ederim ne de O'nun sıfatlarını yaratılmışların sıfatlarına misallendiririm/benzetirim. Zira Allah'ın bir dengi, bir ortağı olmadığı gibi, O'nun yüceliğini de hiç bir şey ulaşamaz ve O yarattıklarıyla
29
yüceliğini de hiç bir şey ulaşamaz ve O yarattıklarıyla kıyaslanamaz. O kendini ve başkasını da herkesten en iyi bilen, kelamında en doğru ve en güzel olandır.
O nefsini muhaliflerden tekyif ve temsil ehlinin vasfettiklerinden tenzih etmiş, tahrif ve ta'til ehlinin nefyedip inkar ettiklerinden beri kılmıştır. Ve şöyle buyurmuştur:
"Daima kudret ve galebenin rabbi olan rabbin, onların isnad ettikleri sıfatlar*dan münezzehtir. Peygamberlere selam olsun. Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur."4
"Fırkayı Naciyye/Kurtulan Fırka" Allah'ın fiilleri konusunda Kaderiyye ve Cebriyye arasında vasat bir yol takib ettiği gibi, Allah'ın azabı konusunda Mürcie ile Vaidiyye arasında, İman ve din konusunda Mu'tezile ve Haruriyye ile Mürcie ve Cehmiyye arasında, Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in ashabı konusunda Hariciler ile Rafiziler arasında vasattırlar.
İman ediyorum ki, Kur'an Allah'ın kelamıdır O'ndan indirilmiştir, mahluk değildir. O'ndan başlamış ve yine O’na dönecektir. Allah (subhanehu ve teala) onunla hakikaten konuşmuş, onu kulu, resulu, vahyinin emini, kendisiyle kulları ile arasındaki elçisi nebimiz Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'e indirmiştir. Ve inanıyorum
4 Saffat Suresi 180.-182. ayetler
30
ki Allah dilediğini yapandır, O'nun iradesi ve meşiieti dışında bir şey vuku bulamaz. Alemde meydana gelen her şey O’nun takdir ve tedbiri iledir. Hiç kimse kendisine belirlenen kaderi değiştiremez ve levhi mahfuzda yazılan neyse kesinkes gerçekleşecektir.
Nebi (sallAllahu aleyhi ve sellem) ölümden sonra olacak şeylere dair haber verdiklerine, kabir fitnesine ve nimetine, ruhların bedenlere tekrar iadesine, insanların yalınayak, çıplak ve sölpük bir halde kalkacaklarına, güneşin onlara yaklaşacağına, terazinin kurulacağına, kulların amellerinin tartılacağına, tartıları ağır gelenlerin kurtulanlardan, hafif gelenlerin ise hüsrana uğrayıp, cehenneme atılacakarına, divanların yayılacağına ve iyilerin kitablarını sağlarından, kötülerin kitablarını sol taraflarından alacaklarına inanıyorum.
Nebimiz Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in havzına, onun suyunun sütten daha beyaz, baldan daha tatlı olduğuna, içinde gökteki yıldızlar misali su kabı bulunduğuna, ondan bir kez içenin bir daha asla susamayacağına, arasat meydanına, sıratın cehennemin kenarı üzerine kurulacağına ve insanların amellerinin miktarınca oradan geçeceklerine inanıyorum.
Nebi (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in şefaatına, ilk şefaat eden ve ilk şefaatçı kılınan olduğuna, O’nun şefaatını ancak bid’at ve dalalet ehlinin inkar edeceğine, yanlız bu
31
şefaatın Allah’ın izin ve rızasıyla olacağına inanıyorum. Çünkü Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurmaktadır:
"Onlar da O’nun razı olduğundan başkasına şefaat etmezler."5
"Kimmiş, izni olmadıkça O’nun katında şefaat edecek olan?"6
"Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatlerı dilediği ve razı olduğu kimse hakkında Allah’ın izin vermesinden sonra olması müstesna hiç bir işe yaramaz."7
Allah (subhanehu ve teala) ancak tevhidten razı olur, ve şefaat içinde ancak tevhid ehline izin verir. Ama müşriklere gelince, şefaatten onlara pay yoktur. Zira Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurur:
"Artık şefaatçıların şefaatı onlara fayda vermez."8
Cennet ve cehennemin yaratıldığına, ve günümüzde var olduklarına inanıyorum. Onlar fena bulmayacaklardır. Mü‘minler ayın onbeşinde ayı gördükleri gibi kıyamet günü rablerini gözleriyle göreceklerdir.
Ve inanıyorum ki, Nebimiz Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) nebi ve resullerin sonuncusudur. Bir kul
5 Enbiya Suresi, 28.ayet 6 Bakara Suresi, 255.ayet 7 Necm Suresi, 26.ayet 8 Müddessir Suresi, 48.ayet
32
O'nun nübüvvet ve risaletine iman etmedikçe imanı sahih değildir.
Ümmetinin en hayırlısı Ebu Bekr es-Sıddık, sonra Ömer el-Faruk, sonra iki nur sahibi Osman, sonra Ali el-Murteza, sonra cennetle müjdelenmiş on sahabe, sonra Bedir ehli, sonra ağaç altında Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'e bey'at eden (Beyat'ur-Rıdvan) ehli, sonra da diğer sahabilerdir (Allah hepsinden razı olsun).
Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in ashabını dost edinir, onların iyiliklerini zikreder, Allah'ın onlardan razı olmasını ve onları bağışlamasını dileyerek, onların olumsuz yönlerinden uzak durur, aralarında geçenleri dile getirmem ve onların faziletli insanlar olduğuna inanırım.
Zira Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurmuştur: "Onlardan sonra gelenler Rabbimiz derler bizi ve imanda bizden önce gelmiş ve geçmiş kardeşlerimize mağfiret et. Kalplerimizde iman edenlere karşı kin tutturma. Rabbimiz şüphe yok ki sen rauf ve rahim olansın."9
Allah'ın, her tür kötülükten beri ve tertemiz olan mü'minlerin annelerinden razı olmasını dilerim.
Evliyanın keramet ve keşiflerine inanırım, ancak onların Allah üzerinde bir hakları olmadığı gibi, Allah'tan başkasının güç yetiremeyeceği şeyleri de on(lar)dan
9 Haşr Suresi, 10.ayet
33
istemeyi caiz görmem.
Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in cennet ve cehennem ile müjdeledikleri hariç, hicbir müslümanın cennetlik ya da cehennemlik olduğuna karışmam. Ancak mü'minin cennetine girmesini diler, kötü akibetinden korkarım. Müslümanlardan hiç kimseyi günahı dolayısıyla tekfir etmem ve onu İslam dairesinden çıkarmam.
Salih olsun facir olsun her imamla birlikte cihad yapılmasını uygun görürüm. Onların arkalarında namaz kılmak caizdir. Cihad Allah(subhanehu ve teala)'nın Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'i gönderilmesiyle başlamış ve bu ümmetin sonuncularının Deccal ile savaşmasına kadar da devam edecektir. Onu ne zalimin zulmü, ne de adilin adaleti ortadan kaldıramayacaktır. Salih olsun facir olsun müslümanların imamlarına itaatin vacip olduğunu söylüyorum, ta ki Allah'a isyan emredinceye kadar.
Kim hilafete atanır, insanlar onun etrafında toplanır ve kendisinden razı olurlarsa o da kılıcıyla onlara galib gelirse halife kabul edilir ve itaati vacip, isyanı haram olur.
Bid'at ehlinden tevbe edinceye kadar onlardan uzaklaşılması gerekir. Onları dinden çıkarmam, hallerini Allaha'a havale ederim.
Ve İslam'a sonradan sokulan her şeyin bid'at olduğunu görürüm.
34
İnanıyorum ki iman dil ile ikrar, rukünlarla amel etmek ve kalp ile tasdiktir. Taat ile artar, günahlar ile eksilir. İman yetmiş küsur şubedir. Bu şubelerin en yükseği la ilahe illAllah'a şehadet etmek en aşağısı eziyet veren şeyi yoldan kaldırmaktır.
Tertemiz olan Muhammedi şeriatın uygun gördüğü gibi iyiliğin emredilip, kötülüğün yasaklanması vaciptir. Bu, inancımı ifade ettiğim bir risaledir. Bunun böyle olduğuna Allah en güzel vekildir ."10
10 Muhammed bin AbdulVahhab: "ed-Durer es-Sunniyye fi'l-Ecvibetin-Necdiyye" adlı kitabın "Kassim Halkına Gönderdiği Mektup" kısmından alınmıştır. Derleyen: AbdurRahman bin Kasım. Cilt:1.Sayfa:14-17
35
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’I SELEF AKİDESİNE YÖNLENDİREN NEDİR VE ONDAN ÖNCE NECİD’TE BU MENHEC MEVCUT MUYDU?
Muhammed bin AbdulVahhab'tan önce ve onun döneminde yaşayan alimler de bid'atların yayılması, kabirde yatanlara kurban kesmek, onlara adak adamak, onlardan medet ummak gibi İslam inancına aykırı olan şirklerin yaygınlaştığını müşahede etmişlerdir. Zira o alimlerde Muhammed bin AbdulVahhab'ın aldığı kaynaklardan faydalanmışlardı.
Muhammed bin AbdulVahhab'ın aldığı bu kaynaklar Kur'an ve Sünnet olmakla birlikte Şeyhulİslam İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn Kayyim el-Cevziyye ile selefi salihinin te'lif etmiş olduğu kitaplardı.
Ancak Muhammed bin AbdulVahhab ile aynı fikirde olan bu alimler kendi halklarıyla karşı karşıya gelmekten çekindikleri için olsa gerek fikirlerini yayma imkanı bulamamışlardı. Muhammed bin AbdulVahhab davetinden önce Necid bölgesinde, Mısır ve Şam gibi yerlerde ilim
37
öğrenmiş alimler vardı. Bunlar Hanbeli mezhebi üzereydiler. Hanbeli mezhebi, hicri 10. yüzyıldan önce Necid bölgesinde yayılmaya başlamıştı.
Hanbeli mezhebinin o dönemde Necid bölgesinde yaygınlaşması sonucu oradaki alimlerin ellerinde Hanbeli mezhebinin kitapları, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim'in eserleri vardı.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab özellikle İbn Teymiyye ve tilmizi İbn Kayyim'in kitaplarını okudu, öyle ki o kitapların çoğunu kendi elleriyle istinsah ve bazılarını da ihtisar etmiştir (mesela Zad'ul Mead Muhtasarı gibi), hatta bazı müzelerde hala Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab'ın İbn Teymiyye'nin eserlerinin elyazması mevcudtur.11
Muhammed bin AbdulVahhab'ın kitaplarını inceleyen herkes onun Şeyhulİslam İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyim el-Cevziyye'den çok faydalandığını açık bir şekilde görecektir. Muhammed bin AbdulVahhab bu ikisinin sözlerine itibar ederek fikirlerinden etkilenmiş ve görüşleriyle aydınlanmıştı.
Bundan dolayı Muhammed bin AbdulVahhab'ın inancını/akidesini düzeltmede, hayatına ve davet metoduna yön vermede bu iki alimin çok büyük etkisi olmuştur. Bu nedenle Muhammed bin AbdulVahhab yazdığı eserlerde
11 Muhammed bin AbdulVahhab, te’lif: Hasan AbdUllah al-i Şeyh
38
Şeyhulİslam İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye'nin eserlerinden çok alıntılar yaptığı açık bir şekilde görülür.12
12 Muhammed bin AbdulVahhab’ın Davetinin Hakikati, İbn Selman
39
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN DAVETİNİN HEDEFLERİ VE KAYNAKLARI
Muhammed bin AbdulVahhab'ın daveti, İslam inancını düzeltmeyi, her türlü şirk, bid'at ve hurafe lekelerinden arındırmayı hedefler. Bu ise, yaratılanın her işinde Allah'ın kendisinin üzerinde güç sahibi olduğunu itiraf etmesi, yaratıcı Allah ile yaratılan arasındaki alakayı düzenlemesiyle gerçekleşir.
Bu sebeple, Allah'tan başkasına önem verilmemesi ve yalnızca O'na bağlanılması gerekir. Ayrıca bu davet, insani faaliyetlere ağırlık vererek İslam ahkamını, hadlerini, açık ve gizli şiarını tatbik ederek İslam dinine inanç, ibadet, şeriat ve hayat metodu olarak inanan müslüman bir toplum meydana getirmek için Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in devrindeki İslam dinini yeniden getirmeyi hedeflemektedir. Muhammed bin AbdulVahhab'ın daveti üç önemli kaynağa dayanmaktadır:
Birincisi: Kur'an'ı Kerim
Kur’an, İslam dininin birinci kaynağıdır. Davetin sahibi
41
Muhammed bin AbdulVahhab'ın daha on yaşına gelmeden Kur'an'ı ezberlemesi, onun Kur’an’a ne kadar önem verdiğini gösterir. Muhammed bin AbdulVahhab'ın yazdığı kitap ve risalelerini okuyan birisi görüşlerini desteklemek için Kur'an ayetlerini sıralarken onun Allah’ın kitabı Kur’an’a verdiği değeri ve onu ne kadar takdir ettiğini görecektir.
Öyle ki onun bazı eserleri, Kur'an ve sünnetin naslarından oluşacak seviyeye ulaşacak dereceye varır. Muhammed bin AbdulVahhab'ın "İman Esasları" adlı kitabına, "Allah'ın kitabıyla amel etmeyi emretme" diye bir bölüm eklemiştir. Muhammed bin AbdulVahhab, Kassım halkına yazdığı risalede, Kur’an hakkındaki inancını şöyle açıklamaktadır:
"Ben, Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğuna, Allah tarafından indirildiğine, mahluk (yaratılmış) olmadığına, Allah'tan başladığına, (ahir zamanda) tekrar O'na döneceğine, Allah'ın Kur'an ile gerçekten konuştuğuna, onu, kulu, elçisi, vahyinin emini, kendisiyle kulları arasındaki elçisi Peygamberimiz Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'e indirdiğine inanırım."13
Muhammed bin AbdulVehhab, muhaliflerinin "Ravdu'r-Reyahin" ve "Delailu'l-Hayrat" gibi kitaplara Allah'ın
13 Muhammed bin AbdulVehhab: "ed-Durer es-Sünniyye fi'l-Ecvibetin-Necdiyye" adlı kitabın "Kassım Halkına Gönderdiği Mektup" kısmından alınmıştır. Derleyen Abdurrahman b. Kâsim. Cilt:1.Sayfa:14-17
42
kitabından daha fazla önem vermelelerini inkar edip reddetmiştir. Ama Muhammed bin AbdulVahhab'ın muhalifleri Kur'an ayetlerini bile delil göstermekte cahil kaldılar.
Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab kendisine uyanlara kalplerinde Allah’ın kitabından daha kıymetli bir şey bulunmamasını emretti. Davet alimleri, davetlerine karşı gelen muhaliflerinden görüşlerini desteklemeleri için çoğu kez Kur’an ve sünnetten delil sunmalarını istiyorlardı.
İkincisi: Sünneti Nebeviyye
Sünneti Nebeviyye, İslam dininin ikinci kaynağıdır. Muhammed bin AbdulVahhab, küçüklüğünden beri okumak ve ezberlemek suretiyle Kur'an'a önem verdiği gibi, ayrıca Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in hadislerini, özellikle daha önce zikredilen meşhur seyahatleri sırasında ziyaret ettiği o ülkelerin alimlerinden öğrenmeye önem verdi.
Muhammed bin AbdulVahhab ve kendisine uyan davet alimlerinin kitaplarında Kur'an ayetlerini zikrettikten sonra bunlarla Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in hadislerini birlikte zikretmedikleri neredeyse yok denecek kadar azdır. Örneğin Muhammed bin AbdulVahhab, "İman Esasları" adlı kitabına "Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem) sünnete sarılmayı teşvik etmiştir" adıyla bir bölüm eklemiştir.
43
Muhammed bin AbdulVahhab'ın davete başlarken kendisine uyanlara kolaylık sağlaması için İbn Hacer'in "Feth'ul-Bari fi Şerhi Sahih'il-Buhari" adlı eseriyle İbn Hişam'ın "Siretu'r-Resul (sallAllahu aleyhi ve sellem)" adlı eserini özetlemesiyle Sünneti Nebeviyye'ye ne kadar önem verdiği görülür.
Davet alimleri, İmam Malik'in (rahimehUllah): "Herkesin sözü alınır veya reddedilir, ancak Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sözü bundan müstesnadır (reddedilmez)" sözünü onaylamaktadırlar.
Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'den sahih bir hadis kendilerine ulaşınca onunla amel eder, kimin sözü olursa olsun Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sözünün önüne geçirmez ve peygamberlerin en faziletlisi Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem), ümmetinin de en faziletlisinin Raşid halifeleri sonra da geri kalan ashabı olduğuna inanırlar. Yine Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in yaratılmışların en yüce mertebesi olduğuna inanırlar.
Üçüncüsü: Selefi Salihin Eserleri
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona uyan davet alimleri, kendilerine salah ve ilimle şahitlik edilen İslam ümmetinin geçmiş nesillerinden sahih olarak haber verilen eserlerine önem vermişlerdir. Muhammed bin AbdulVahhab, selefi salih alimlerinden üç kişiden çok
42
etkilenmişti. Bu alimler, Ahmed bin Hanbel, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim'dir.
İmam Ahmed bin Hanbel (Hicri 164-241):
Muhammed bin AbdulVahhab, İmam Ahmed'in dindarlığından, takvasından, mevki ve makamlardan uzak duruşundan, sünnetin üstün gelmesi için gösterdiği çabadan ve bid'atlara karşı verdiği mücadelesinden etkilenmişti.
Muhammed bin AbdulVahhab'ın hicri 10. yüzyıldan itibaren Necd bölgesinde yayılmaya başlayan İmam Ahmed bin Hanbel'in mezhebinden etkilenmesi pek tabii idi. Hanbeli mezhebi, içtihadda Kur'an ve Sünnetin etrafında toplanmaya davet etmede ve mezhep imamlarının istinbat ettikleri hükümlerle yetinilmemesi gerektiğini savunan önde gelen mezhep olmasının yanında, dindeki bid'atları reddedip inkar eden mezheplerin de en şiddetlisi idi.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab bütün bunlardan etkilenmişti. Kendilerine Kur'an ve Sünnetten bir delil belli olduktan sonra İmam Ahmed'in mezhebine aykırı doğru bir görüş ortaya çıksa, Hanbelilerin görüşüne aykırı da olsa hemen onunla amel etmeye gayret ederlerdi. Muhammed bin AbdulVahhab ve ona uyan davet alimleri, inançta Ehli Sünnet ve'l-Cemaat mezhebi üzere idiler. Üzerinde bulundukları yol, İmam Ahmed'in üzerinde bulunduğu selefin yoluydu. Muhammed bin AbdulVahhab'ın devrinde
45
yaşayanlar Allah'ın isim ve sıfatları konusunda onu kendi taraflarına çekmek için konuşmaya zorladıklarında, İmam Ahmed'in bu konudaki üslubunu kullanıp onlara şu beyitle cevap verirdi: "İbn Hanbel'in üzerinde bulunduğu büyük nimet inancıdır. Sırların ortaya çıkarılacağı günde benim de inancım odur."
Şeyhulislam İbn Teymiyye (Hicri 661-728):
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona uyan davet alimlerinin kendisinden etkilendikleri en önemli selef alimlerinden birisi de, Şeyhulİslam İbn Teymiyye'dir. Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab, İbn Teymiyye'nin kitaplarına önem vermiş, bazılarını elleriyle yazmış ve görüşlerini hayatına tatbik etmişti.
Muhammed bin AbdulVahhab Şeyhulİslam İbn Teymiyye'nin görüşlerinden çok etkilenmişti. Şeyhulİslam İbn Teymiyye'nin Hanbeli mezhebinden olması ve onun da Ahmed bin Hanbel gibi taklitçiliğe, her türlü bid'at ve şirki amellerle mücadele etmesi, Muhammed bin AbdulVahhab'ın da hoşuna gitmişti.
Şeyhulİslam İbn Teymiyye'nin tasavvufçulara, yunan felsefecilerine saldırması ve Kur'an, sünnet ve selefi salihin görüşlerine bağlı kalması gibi, Muhammed bin AbdulVahhab'ta öyle yapmıştır. Şeyhulİslam İbn Teymiyye'nin Şam diyarında pek çok cahil insanın ibadet ettiği taş ve ağacı kestiği gibi, Muhammed bin
46
AbdulVahhab'ta insanların ibadet ettikleri ağaçları kesmiş ve mezarların üzerine bina edilen türbeleri aynı gaye ile yıkmıştır.
İşte bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab ve ona uyan davet alimlerine göre en değerli kitaplar, Şeyhulİslam İbn Teymiyye ile öğrencisi İbn Kayyim'in kitapları idi.
İbn Kayyim el-Cevziyye (691-751):
İbn Kayyim el-Cevziyye, Şeyhulİslam İbn Teymiyye'nin en tanınmış öğrencilerinden birisidir. Muhammed bin AbdulVahhab, bir yandan onun zühd ve takvasından, diğer yandan onun her türlü bid'at ve şirki amellerle mücadele etmesinden etkilenmişti.
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona uyan davet alimlerinin yazdıkları kitaplarda, İbn Kayyim'in kitaplarından ve onun birçok görüşünden alıntılar içerir.
Muhammed bin AbdulVahhab'ın, İbni Kayyim'in "Zad'ul-Mead" adlı kitabını özetlemesi, onun İbn Kayyim'in kitaplarına verdiği değeri ve onlardan ne kadar etkilendiğini açıkça gösterir.
İbni Kayyim bu kitabın önsözünde la ilahe illAllah'ın anlamını gerçekleştirme konusuna değinmişti. Nitekim Muhammed bin AbdulVehhab bundan çok etkilenmiş, kitap ve risalelerinin pek çoğunda özellikle "Kitab'ut-Tevhid" adlı eserinde bu konuya ağırlık vermişti.
45
Kur'an'ı Kerim ve Allah Resulu (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sünnetinden sonra davetin ilkelerini açıklamakta dayandığı nakli esaslardan birisi olması için, zikredilen bütün bu hususların Muhammed bin AbdulVahhab'ın selefi salihin eserlerine ne kadar değer verdiğini idrak etmiş oluyoruz.14
14 Muhammed bin AbdulVehhab'ın Davetinin Hakikati, Muhammed bin Selman
48
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN DAVETİNİN İLKELERİ
Muhammed bin AbdulVahhab ile o dönemde yaşayan din alimleri arasında meydana gelen görüş ayrılıklarına neden olan onun davetinin temel ilkelerine ışık tutmaya çalışacağız. Bu görüş ayrılıklarını aşağıdaki yedi meselede sınırlandırmak mümkündür:
Tevhid, şefaat, kabir ziyaretleri, kabirlerin üzerine türbe ve kubbe gibi şeyler bina etmek, bid'atlar, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, tekfir, kital (savaş), ictihad ve taklid. Bu meselelerin hepsini tek tek tanımaya çalışacağız.
Birinci Mesele: Tevhid
Muhammed bin AbdulVahhab'ın davetinin en önemli meselesinin tevhid meselesi olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışındaki tüm meseleler ya tevhid meselesine girer ya da bu meselenin bir kolu sayılır.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab tevhidi şöyle tanımlamaktadır: "Tevhid: İbadette Allah Teala'yı birlemektir. Tevhid, Allah Teala'nın kullarına gönderdiği peygamberlerin dinidir."15
15 Kesf'uş-Şubuhat
49
(Davet İmamları) Tevhidi üç kısma ayırmaktadır:
1.Rububiyyet Tevhidi: Yaratmak, rızık vermek, diriltmek, öldürmek, kainattaki işleri idare etmek ve yağmur yağdırmak gibi fiillerde Allah Teala'yı birlemek demektir. Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in zamanındaki kafirler, Rububiyyet Tevhidini ikrar etmişler, ancak bu ikrarları, onları müslüman kılmamıştı.
Nitekim Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem) onlarla savaşmış, kanlarını ve mallarını helal kılmıştır. Rububiyyet Tevhidine delil teşkil eden ayet, Allah Teala'nın şu sözüdür:
"(Ey Peygamber! O müşriklere) de ki:Size gökten (yağmur yağdırarak) ve yerden (bitkiler yeşerterek) kim rızık veriyor? Kulaklara ve gözlere kim sahip bulunuyor? Ölüden diriyi, diriden de ölüyü kim çıkarıyor? (Yerde ve gökte olan bütün) işleri kim idare ediyor? (Sana, bütün bunları yapan) Allah’tır diyeceklerdir. O halde onlara de ki: (Başkasına ibadet ettiğiniz zaman) Allah’ın azabından sakınmıyor musunuz?"16 Bu anlamdaki ayetler pek çoktur.
2. Uluhiyyet Tevhidi: Yalvarıp yakarmak, dua etmek, adak adamak, yardım istemek, imdat dilemek ve tevekkül etmek gibi, Allah Teala'nın kullarına ibadet etmelerini emrettiği ve onlara din olarak kıldığı fiillerde Allah
16 Yunus Suresi, 31. Ayet
50
Teala'yı birlemeleri demektir. Tevhidin bu türü hakkında eskiden beri anlaşmazlık vuku bulmuştur. Kafirlerin inkar ettikleri Tevhid, Uluhiyet Tevhidi'dir. Nuh (aleyhisselam)'dan Peygamberimiz Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'e kadar olan peygamberler ile ümmetleri arasındaki düşmanlıkların vuku bulduğu tevhid, Uluhiyyet Tevhidi'dir.
Nitekim Allah Teala bu konuda şöyle buyurmuştur: "(Ey Peygamber!) Hiç şüphe yok ki sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyolundu: Allah’a (başkasını) ortak koşarsan, muhakkak ki amelin boşa gider ve mutlaka hüsrana uğrayanlardan olursun."17
3.İsim ve Sıfatlar Tevhidi: Allah Teala'nın isim ve sıfatları hakkında Kur'an ve sahih sünnette haber verilen her şeye iman etmek, Allah Teala'yı bu isim ve sıfatların gerçek anlamlarına göre vasfetmek, bu isim ve sıfatlarına keyfiyyet (nasıllık) vermemek, teşbihte bulunmamak (yarattıklarına benzetmemek), isim ve sıfatlarını te'vil etmemek veya tahrif etmemek veyahut da anlamlarını ta'til etmemek (boşa çıkarmamak) demektir.
Allah Teala'yı kendisini Kur'an'da vasfettiği gibi olduğuna inanmaktır. Nitekim Allah Teala bu konuda şöyle buyurmuştur:
"O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyle
17 Şura Suresi, 11.-12. ayetler
51
işitendir; hakkıyla görendir)."18
Davet alimlerinin Allah'ın isim ve sıfatları hakkındaki inançları budur. Bu, Ehli Sünnet ve'l-Cemaat olan selefi salihin, inançtaki mezhebidir. Davet alimlerinin selefi salihin mezhebinin hak mezhep olduğuna inandıklarından dolayı ve İslami mezhepler arasındaki ayrılıkları kışkırtıp birbirlerine düşman kılan mezhep kavgalarından uzak durmak için bu mezhebe tabi olmuşlardı.
Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet alimleri, davet çalışmalarında bu iki Tevhid (Rububiyyet ve Uluhiyyet Tevhidi) üzerinde durmuşlardır. Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet alimlerinin yazdıkları kitap ve risalelerin büyük bir kısmı, Uluhiyyet Tevhidi hakkında olmuştur. Onlarla muhalifleri olan düşmanları arasında bu meselede anlaşmazlıkların çıkmasında şaşılmaması gerekir.
Muhammed bin AbdulVahhab, Tevhid'in kalp, dil ve amelle gerçekleşmesi gerektiğine inanıyordu. Çünkü Tevhid'i bildiği halde yapmayan, Firavun ve İblis gibi kafir ve inatçıdır. Muhammed bin AbdulVahhab'ın ilim talep etmeye başlamasından itibaren Tevhid meselesiyle ilgilenmesi sonucu, bu konuda bir kitap yazmış ve "Allah'ın, Kulları Üzerindeki Hakkı Olan Tevhid Kitabı" adını vermiştir.
18 Şura Suresi, 11. ayet
52
Muhammed bin AbdulVahhab Tevhidi açıklamak, onu istekli kılıp ona teşvik etmek, şirki açıklamak ve insanları ondan sakındırmak için ayet ve hadisleri bu kitapta toplayarak bu ayet ve hadislerden delil olarak gösterilebilecek meselelere dikkat çekmiştir. Muhammed bin AbdulVahhab Tevhid Kitabı'na şu ayetle başlamıştır:
"Ben, cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım."19
Daha sonra Allah'a ibadet etmek, Tevhid ve Kelime-i Şehadet'in anlamını açıklamak ve Kelime-i Şehadeti samimi bir şekilde söyleyip, şirkten uzak duran ve Kelime-i Şehadetin gereğini yerine getirenin günahlarının bağışlanacağına dair birtakım ayet ve hadisleri sıralamıştır. Sonra Muhammed bin AbdulVahhab, bid'atlar ve bazıları şirk olan, bazıları da belayı gidermesi veya uzaklaştırması için ip ve halka bağlamak, muska ve nazarlıklar takmak, ağaç ve taşlardan bereket ummak (teberrük), Allah'tan başkasına kurban kesmek, Allah'tan başkasından yardım ve imdat dilemek, Allah'tan başkasına yalvarmak ve salih insanlar hakkında aşırıya gitmek gibi, şirke götüren birçok batıl şeyi zikretmiştir.
Muhammed bin AbdulVahhab'ın görüşlerini araştıran birisi, onun yazdığı kitap ve risaleleri ve ona tabi olan davet alimlerinin risale ve kitaplarını okumadan bu konuda
19 Zariyat Suresi, 56. ayet
53
ilmi olarak bir fikir sahibi olamaz. Aynı şekilde Muhammed bin AbdulVahhab Tevhid'i açıklamaya büyük önem verdiği gibi Tevhid'in zıddı olan şirki ve ona götüren bütün yolları da açıklamıştır. Hatta kendisi bu konuda özet olarak bir kitap yazmış ve "Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in Cahiliye Ehline Muhalefet Ettiği Meseleler" adını vermiştir.
Bu kitaba şöyle giriş yapmıştır: "Müslümanın bu meseleleri bilmesi gerekir. Bir şeyin güzel tarafını, o şeyin zıddı ortaya çıkarır. Eşyalar zıddı ile birbirinden ayırt edilir." 120 meseleyi içeren bu kitaptaki meseleleri, Muhammed bin AbdulVahhab öz ve kısa olarak zikretmiştir.
Tevhid, ibadette Allah Teala'yı birlemek olduğuna göre, ibadete şirk karışınca o ibadeti bozar ve sahibinin amelini boşa götürür. Nitekim Allah Teala bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Hiç şüphe yok ki Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışındakileri (günahları) dilediğine bağışlar."20
Muhammed bin AbdulVahhab ibadeti, ibadetin içerdiği şeyleri ve çeşitlerini şöyle tanımlar: "İbadet, Allah'ın hoşuna giden ve onun razı olduğu açık ve gizli söz ve fiilleri ifade eden ve büyük anlam içeren bir isimdir.
20 Nisa Suresi, 48. ayet
54
Yalnızca Allah'a ibadet etmeyi ifade eden ve büyük anlam içeren söz nedir? diye sorulacak olursa, derim ki: Allah'a itaat etmek, emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır. Allah'tan başkasına yapılması asla caiz olmayan ibadet çeşitleri nelerdir? diye sorulacak olursa, derim ki: Yalvarıp yakarmak, yardım istemek, kurban kesmek, adak adamak, korkmak ve ümit etmek, tevekkül etmek, tevbe etmek, sevmek, haşyet, reğbet ve rahbet, uluhiyyet (ibadet etmek), rüku (eğilmek), secde etmek, boyun eğmek ve uluhiyyet özelliklerinden olan tazim göstermektir."
Muhammed bin AbdulVahhab devamla şöyle der: "Her kim, bu ibadet çeşitlerinden herhangi birisini Allah Teala'dan başkasına yaparsa, Allah'a başkasını ortak koşmuş olur." Doğrusu yukarıda sayılan bu ibadet çeşitlerinin hepsi, Allah'tan başkasına yapılması, Uluhiyyet Tevhidi’ne ters düşer. Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab'ın davetinin hedefi, bu Tevhid'e ters düşen şirk ve putçuluğu ortadan kaldırmaktı.
Şeyhulİslam İbn Teymiyye (Allah ona rahmet etsin) Muhammed bin Abdulvehhab'ın kendisini örnek aldığı önemli birisiydi. Nitekim o bu konuda şöyle der: "Nitekim Allah Teala kitabında bu Tevhid'i açıklamış ve şirke götüren yolları keserek Allah'tan başka hiç kimseden korkulmaması, O'ndan başkasından ümit edilmemesi ve
55
ancak O'na tevekkül edilmesi gerektiğini açıklamıştır.' Muhammed bin AbdulVahhab bazı risalelerinde Allah'tan başkasına yapıldığı takdirde Uluhiyyet Tevhidi'ne ters düşen konuları detaylı bir şekilde açıklamıştır.
Örneğin bir risalesinde şöyle der: "Her kim, Allah Teala'ya gece-gündüz ibadet eder, daha sonra kabrinin yanında bir peygambere veya veliye yalvarırsa, iki ilah edinmiş olur, Allah'tan başka hakkıyla ibadet edilecek bir ilah olmadığına şehadet etmemiş olur. Çünkü kendisine dua edilen ve yalvarılan şey, ilahtır. Yine her kim, Allah için bin tane kurban keser, daha sonra da bir peygamber veya başka birisi için kurban keserse, iki tane ilah edinmiş olur. Nitekim Allah Teala bu konuda:
"De ki: Şüphesiz namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm, alemlerin Rabbi olan Allah içindir."21 buyurmuştur."
İkinci Mesele: Şefaat
Muhammed bin AbdulVahhab şefaatı, müsbet ve menfi olmak üzere iki kısma ayırır ve Şeyhulİslam İbn Teymiyye'nin bu anlamdaki sözünü aktarır. Abdurrahman bin Hasan, dedesi Muhammed bin AbdulVahhab'ın şefaat hakkındaki sözünü şöyle açıklar: "Şefaat iki türlüdür: (Birincisi): Kur'an'da menfi olan (reddedilen) şefaattir ki bu, kafir ve müşrikler için menfi olan şefaattir.
21 En’am Suresi, 162. Ayet
56
Nitekim Allah Teala bu şefaat hakkında şöyle buyurmuştur:
"Artık şefaat edicilerin şefaatı onlara fayda veremez."22
(İkincisi): Kur'an'da sabit olan şefaattır ki bu şefaat Tevhid ehline hastır. Fakat Allah Teala bu şefaatı iki şeyle sınırlı kılmıştır:
1. Allah Teala'nın şefaat eden kimseye, şefaat etmesi için izin vermesi. Nitekim Allah Teala bu konuda şöyle buyurmuştur:
"O’nun (Allah’ın) izni olmadan, O'nun katında kim şefaatedebilir?"23
2. Allah Teala’nın şefaat edilmesine izin verdiği kimseden razı olması. Nitekim Allah Teala bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Onlar (melekler), Allah’ın (şefaat edilmesine) razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler."24
Allah Teala, Tevhid ehlinden başkasına şefaat edilmesine razı olmaz. Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet alimlerinin selefi salihi örnek alarak te'yid edip doğruladıkları şefaat türlerinden birisi de Kur'an veya sahih sünnette haber verilen peygamberlerin, meleklerin,
22 Müddessir Suresi, 48. ayet 23 Bakara Suresi, 255. ayet 24 Enbiya Suresi, 28. ayet
57
evliyanın ve çocukların şefaatıdır. Bütün bunlar, Allah Teala'nın iznine ve şefaat edilen kimseden razı olmasına bağlıdır. Sana şefaat etmeleri için bunlardan şefaat talep etmen asla caiz değildir. Şefaatı ancak Allah Teala'dan talep edersin.
Davet alimleri, Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem) bile olsa onların Allah nezdinde saygın kimseler oldukları iddiasıyla ölülerden şefaat talep etmenin Allah'a ortak koşmak (şirk) olduğunu ikrar etmişlerdir. Nitekim Allah Teala Mekke’li müşriklerin diliyle onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Onu (Allah’ı) bırakıp da kendilerine birtakım dostlar edinen (müşrik)ler: 'Biz, o putlara ancak bizi Allah'a iyice yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz' derler."25
Başka bir ayette şöyle buyurmuştur:
"Onlar, Allah’ı bırakıp kendilerine zarar veya yarar veremeyen şeylere ibadet ederler ve: 'Bunlar Allah katındaki şefaatçılarımızdır' derler."26
Davet alimlerinin bu bakış açıları genel bir kaideden doğar ki o kaide de şudur: "İhtiyacını gidermesi için ölüye yalvarmak asla caiz değildir. Aksine bu, Allah'a ortak koşmaktır. En güzeli, ölüye dua etmek ve ona rahmet
25 Zümer Suresi, 3. ayet 26 Yunus Suresi, 18. ayet
58
okumaktır. Çünkü ölünün bu gibi şeylere ihtiyacı vardır. Hayatta olana gelince, gücü yettiği şeylerde ondan yardım dilemek, caizdir. Örneğin hayatta olan salih bir kimseden sana dua etmesini istemen gibi."
Davet alimleri, peygamberler, melekler, evliya ve çocukların şefaatlarını isbat noktasından hereketle Peygamberimiz Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in de kıyamet günü şefaatının olacağını ikrar etmişlerdir. Zira sahih sünnette O'nun (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in şefaatı sabittir. Bu şefaatı altı kısma ayırmaktadırlar ki bunların hepsi kıyamet günü olacaktır:
Birincisi: Büyük şefaatı
İkincisi: Cennete girmeleri için cennet ehline şefaat edecektir.
Üçüncüsü: Ümmetinden günahkar olanlara cehenneme girmemeleri için şefaat edecektir.
Dördüncüsü: Tevhid ehlinden olan günahkarları cehennemden çıkarmak için şefaat edecektir.
Beşincisi: Cennet ehlinden bazı kimseleri derecelerini yükseltmek için şefaat edecektir.
Altıncısı: Amcası Ebu Talib'den cehennem azabını hafifletmesi için şefaat edecektir. Bu şefaat, diğer kafirlere değil de sadece Ebu Talib'e hastır.
59
Muhammed bin AbdulVahhab'ın şefaat konusundaki davetine kısa bir bakışla, onun ve ona tabi olan davet alimlerinin Tevhid'i korumak, şirke götüren her türlü sebepten ve salih kimseler hakkında aşırıya gitmekten uzaklaşmak için gösterdikleri çabayı öğrenmiş olmaktayız.
Üçüncü Mesele: Kabir ziyaretleri ve kabirlerin üzerine bina yapmak
Muhammed bin AbdulVahhab ile onun muhalifleri arasında tartışma ve düşmanlıkların çıkmasına sebep olan en önemli meselenin kabir ziyaretleri ve kabirlerin üzerine bina yapma meselesi olduğunu söyleyebiliriz. Şaşılmaması gereken bir şey var ki, Muhammed bin AbdulVahhab'ın yaşadığı dönemde İslam dünyasındaki cahil insanlar, evliya ve salih kimselerin kabirlerini takdis etmeleri, onlara yönelerek ibadet etmeleri veya onlara yaklaşabilmek için ibadet çeşitlerinden herhangi birisini onlar için yapmak, yaygın olan putçuluk şekillerinden birisi haline gelmişti.
Muhammed bin AbdulVahhab bazı İslam ülkelerine seyahata çıktığında bu putçuluk şekillerinin yaygınlaştığını görmüş, gücü yettiğince bu durumu düzeltmeye azmetmişti.
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet alimlerinin yazdıkları kitapları iyice araştıran birisi, onların yazmış oldukları birçok kitap ve risalelerde bu konu üzerinde çokça durduklarını görecektir.
60
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab Tevhid Kitabı'nda başlı başına bir bölüm açmış ve Nuh (aleyhisselam)'dan beri insanların kafir olmalarının sebebinin salih kimselerin kabirlerinde aşırıya gitmek olduğunu zikretmiş, ardından salih kimsenin kabrinin yanında Allah'a ibadet edenler hakkında Allah'ın şiddetli azabını belirten başka bir bölüm açmıştır. O halde kabirde yatan salih bir kimseye ibadet edenin hali nice olur?
Sonra üçüncü bir bölüm açmış ve orada Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in Tevhid'i koruma uğruna gösterdiği çabasını belirtmiştir.
Muhammed bin AbdulVahhab başka bir yerde cahil insanların evliya ve salih kimselerin kabirlerinin yanında yaptıkları ve Uluhiyyet Tevhidi'ne tamamen ters düşen şeyleri açıklamıştır. Öyle ki bu insanlar, kabirlerde yatanlara kurban kesmek, adak adamak,onlara yalvarıp yakarmak ve onlardan medet dilemek gibi Allah'tan başkasına yapılması asla caiz olmayan şeyler yapmaktaydılar.
Nitekim Mekke'li müşrikler de putlarına böyle yapıyorlardı. Mekke'li müşrikler, Allah Teala'nın rızık veren, yaşatan ve öldüren, kainattaki işleri idare eden olduğuna iman ediyorlardı. Fakat onlar, Allah'a yakın olabilmek için bu putlara yöneliyorlardı. İşte cahil insanlar, evliya ve salih kimseler hakkında da böyle zannediyorlar.
61
Bu sebeple bu cahil insanlar da Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in döneminde düştükleri şirke düşmüş oldular. Hatta Muhammed bin AbdulVahhab kendi döneminde vuku bulan şirkin, öncekilerin (Mekke'li müşriklerin) şirkinden iki konuda daha şiddetli olduğuna inanıyordu:
Birincisi: İlk müşrikler, melekler, evliya, salih kimseler ve putlar gibi ilahlarına ancak bolluk anında ibadet ediyorlar, şiddet ve darlık zamanında ise yalnızca Allah'a ibadet ediyorlardı. Nitekim Allah Teala ilk müşrikler hakkında şöyle buyurmuştur:
"(Müşrikler gemiye bindikleri ve) dalgalar onları dağlar gibi kuşattığında (boğulma korkusuyla dehşete kapıldıkları için) dini tamamen Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar."27
Muhammed bin AbdulVahhab'ın zamanında yaşayan müşriklere gelince, onlar hem bolluk, hem de darlık anında kabirlerde yatanlara yöneliyorlardı.
İkincisi: İlk müşrikler Allah ile birlikte peygamberler, veliler ve melekler gibi Allah'a yakın olan varlıklara yalvarıyor veya Allah'a isyan etmeyen, aksine O'na itaat eden ağaçlar ve taşlar gibi varlıklara tapıyorlardı. Halbuki Muhammed bin AbdulVahhab'ın zamanında yaşayan bazı müşrikler Allah ile birlikte zinakar, hırsız ve namaz
27 Lokman Suresi, 32. ayet
62
kılmayan kimseler oldukları bilinen en fasık insanlara yalvarıyorlardı. Bunun içindir ki Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet alimleri, fıkıh usulü ilminde "Haram'a götüren her şey, haram gibidir" anlamına gelen "Seddu'z-Zeria" kaidesine sımsıkı sarılmışlardır.
Bu sebeple Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem) kabirlerin üzerine mescidler yapılmasını yasaklamıştır. Çünkü bu durum, kabirde yatanlara tazim göstermeye, ardından da onlara ibadet etmeye sebep olabilir. Aynı şekilde Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem) şirk olan kendisine tazim gösterilmesine, daha sonra da ibadet edilmesine vesile olacak kendisi hakkında aşırıya gitmeyi, kendisini gereğinden fazla methetmeyi ve kabrini ibadet edilen bir yer haline getirmeyi yasaklamıştır.
Dördüncü Mesele: Bid'atlar
Muhammed bin AbdulVahhab bazı risalelerinde dinde çıkarılan her yeniliğin bid'at olduğunu belirtmekte, kendisi ve ona tabi olan davet alimleri de dindeki bu yenilikleri bid’atlar olarak adlandırmaktadırlar. Bu konuda Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in hadisini delil göstermektedirler. Muhammed bin AbdulVahhab davete başlamasından itibaren her türlü bid'atlarla savaşmıştır. Bu sebeple, dinde bid'at olan bir çok şeyi içerdiği için "Delailu'l-Hayrat" ve "Ravd'ur-Reyahin" adlı iki kitabı okumayı öğrencilerine yasaklamıştı.
63
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet alimlerinin yazdıkları kitap ve risalelerde dine sonradan sokulan bid'atlar konusu büyük bir yer tutmuştur. Öyleki bu kitap ve risalelerde bid'atlar hakkında bir şeye rastlamamak neredeyse yok gibidir.
Nitekim bu kitap ve risaleler, İslam dinine sonradan sokulan, müslümanları gerçek ve katıksız İslam dininden kendilerini uzaklaştıran bid'atlar konusuna detaylı veya özet olarak değinmiştir. Bu bid'atların en önemlileri şunlar idi:
1. Mevlidi Nebevi’yi kutlama bid'atı:
Muhammed bin AbdulVahhab önderliğindeki davet alimleri, Mevlidi Nebevi'yi kutlamayı, dine sonradan sokulan bir bid'at olarak görmektedirler. Çünkü bu ümmetin ilk müslümanlarından bu konuda böyle birşey rivayet olunmamıştır. Bunların başında da sahabe gelmektedir. Sahabenin, Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'i bizden daha fazla sevdiklerinde hiç şüphe yoktur.
Şayet O'nun doğum gününü kutlamak hayırlı birşey olsaydı, bunu ilk önce onlar yaparlardı. Bunun yanında, bu kutlama dinin prensip ve öğretilerinden tamamen uzak olan çirkinlikler içermekte idi. Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab Riyad'ın kadısı Süleyman bin Suheym'in Mevlidi Nebevi'yi kutlama merasimine iştirak etmesine itiraz etmiş ve ona şöyle demiştir: "İnsanlar, Mevlidi
64
Nebevi'yi kutlama merasimine gidip onlara mevlid okuduğuna ve orada hazır bulunduğuna dair senin aleyhine şahitlik yapacaklardır. Oradakiler yardım etmeleri için şeyhlerini çağırdıklarını, onlardan yardım ve medet istediklerini biliyorsun. Ve sen de bu merasim için hazırlanan yemekten yiyorsun. Şayet bunun küfür olduğunu biliyorsan, nasıl olur da merasimlerine giderek bu fiillerinde onlara yardım eder ve küfür olan bu merasimlerinde hazır bulunursun."
Bu bid'atı ilk defa inkar edip reddeden sadece davet alimleri değildi. Nitekim onlardan önce Şeyhulislam İbn Teymiyye (Allah ona rahmet etsin) bu bid'atı inkar edip reddetmiş ve bu olayı, İsa (aleyhisselam)'ın doğum gününü kendilerine bayram ilan edip kutlayan hristiyanlara benzemek olarak görmüştür. Bunun da ötesinde, bu ümmetin ilk müslümanları bunu hiç yapmadılar. Şayet bunda hayır olsaydı, ilk önce onlar yaparlardı.
2. Tasavvufçuluk bid'atı:
Muhammed bin AbdulVahhab, ibadet ve halvetlerinde İslam dinine aykırı dua ve zikirler olması, içerisinde bir çok bid'at ve Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetine aykırı çeşitli yollar bulunması sebebiyle tasavvufçuluğu bozuk bir yol olarak görmüştür.
Davet alimlerinin tasavvufçuluk ve tasavvufçularla olan savaşı, işte bu noktadan başlamıştır. Zira tasavvufçuluğun
65
içerisine İslam dini ile hiç bir ilgisi olmayan çeşitli bid'atlar girmiş ve tasavvufçuluğu İslam toplumunda bozuk fırkalardan birisi haline getirmişti.
Hüseyin bin Ğannam, Muhammed bin Abdulvahhab'ın tasavvufçuluğun saçmalıklarına ve hayal ürünü şeylerine karşı çıkmasının sebebini, bu gibi şeylerin Kur'an, sünnet ve ümmetin ilk müslümanlarının izledikleri yola aykırı olmakla açıklamıştır. Gerçek şu ki Muhammed bin AbdulVahhab'ın tasavvufçuluğun bid'atlarını inkar etmesi, bu mübarek davete başladığı ilk andan itibaren ortaya çıkmıştı.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab Basra'da iken Basra'daki tarikatçılarla şianın şeyhlerine hücum etmeye başlamış ve onların bid'atlarına karşı çıkarak bu bid'atları inkar etmişti. Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab, onların eziyetlerine maruz kalmış ve -daha önce de belirtildiği gibi- onu Basra'dan çıkmak zorunda bırakmıştı.
Muhammed bin AbdulVahhab ve onun daveti, evliya ve salih kimselerin kerametlerini inkar ediyor anlamında değildir. Bunun içindir ki Muhammed bin AbdulVahhab Kassım halkına yazdığı mektupta şöyle demiştir: "Ben, evliyayı ve onların sahip oldukları kerametleri ikrar ediyorum. Ancak onlar Allah Teala’ya yapılması gereken şeylerin hiç birisini hak etmiyorlar. Allah’tan başka hiç kimsenin gücünün yetmediği şeyler, onlardan istenemez."
66
Beşinci Mesele: İyiliği Emretmek ve Kötülükten Alıkoymak
Muhammed bin AbdulVahhab'ın başlattığı selefi davetin en belirgin özelliği, davetin teorik yönü ile uygulama yönü arasında bir mesafenin olmamasıdır. Aksine prensiplerine sahip çıkan ve uygulama alanında buna sıkı sıkıya bağlı kalan selefi davet gibi başka bir İslami hareket bilinmemektedir.
Bu sebeple davetin benimsediği temel prensiplerden birisi, bu davete tabi olanlara İslam dininin emirlerini yerine getirmelerini ve yasaklarından da kaçınmalarını uygulamaya karar vermek olmuştur. İslam toplumunda yaşayan her müslümanı gücünün yettiği kadarıyla bunları uygulamakla sorumlu tutmuştur. Buna, Muhammed bin AbdulVahhab'ın daveti, "İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak" anlamına gelen "Emri bi'l-ma'ruf ve'n-nehyi ani'l-münker" adını vermiştir.
Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab, İslam şeriatıyla onun prensiplerinin gerekli kıldığı kadarıyla iyiliği emretmeyi ve kötülükten de alıkoymayı farz görmektedir. Muhammed bin Abdullatîf b. Abdurrahman b. Hasan Âl eş-Şeyh, davetin iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma nizamı hakkındaki görüşünü şöyle özetlemiştir:
"İyiliği emretme ve kötülükten alıkoymayı, her gücü yetenin, gücü nisbetince eliyle, eliyle yerine getiremiyorsa
67
diliyle, diliyle de yerine getiremiyorsa, kalbiyle yerine getirmesini farz görmekteyiz. Nitekim Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem) sahih bir hadiste şöyle buyurmuştur:
"Sizden kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, onu diliyle (söyleyerek) değiştirsin. Diliyle değiştirmeye gücü yermezse, onu kalbiyle değiştirsin (çirkin görsün).İşte bu (fiil) imanın en zayıf olanıdır."27
Gerçekte iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma nizamı, Muhammed bin AbdulVahhab ve onun davetinin ortaya çıkardığı yeni bir şey değildi. Bu, prensibi ve temeli olan İslami bir nizamdır. Nitekim İslam devletinde eskiden bir mevki vardı. Bu mevkiye "Hisbe", bu mevkinin sahibine de "Muhtesib" denilmekteydi. Bunun görevi, iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma kaidesini uygulamaktı. Muhtesib ile birlikte, insanların işlerini, genel ahlakı, ticareti, meslek sahiplerini, fiyatları, ölçüleri ve diğer şeyleri kontrol eden yardımcılar vardı.
Muhammed bin AbdulVahhab'ın daveti ibadetlere ve genel ahlak üzerine yoğunlaşmış olsa bile yukarıda zikrettiğimiz nizâm, selefi davette büyük ölçüde iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma nizâmına benziyordu. Nitekim selefi davetçiler, insanları cuma namazına gelmeye ve cemaatle namaz kılmaya yönlendirmeleri, 27 Sahih bir Hadistir. Muslim ve diğerleri rivayet etmiştir
68
insanların Ramazan ayında oruç yemelerini yasaklamaları gibi şeyleri yerine getiriyorlardı.
Ayrıca, içki içmek, bütün bozuk oyunlar ve genel olarak açıktan günah işlemek gibi, her türlü bozukluklardan toplumu korumaya çalışıyorlardı.
Muhammed bin AbdulVahhab kendisine tabi olanları iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma nizamına sıkı sıkıya bağlı kalmalarını emrediyor ve onları bu konuda Allah'ın yoluna hikmet ve güzel öğüt üzerine kurulu olan İslami yön olan Allah'ın şu emri doğrultusunda yönlendiriyordu:
"Rabbinin (dinine ve O'nun dosdoğru) yoluna, hikmet ve güzel öğütle davet et."28
Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab bir risalesinde şöyle demiştir:
"İlim ehli der ki, iyiliği emreden ve kötülükten yasaklamaya çalışanın üç şeye ihtiyacı vardır: Emretmeye ve yasaklamaya çalıştığı şeyi iyi bilmesi, emretmeye ve yasaklamaya çalıştığı şeyde yumuşak olması ve bu uğurda gelebilecek eziyetlere karşı sabırlı olması."
Muhammed bin AbdulVahhab, kendisine tabi olanları iyiliği emretme ve kötülükten alıkoymanın adabına riayet etmeye gayret etmekte, ister emir olsun, ister başkası olsun bir müslümandan kötülük sâdır olursa, kendisine yumuşak 28 Nahl Suresi, 125. Ayet
69
bir şekilde ve gizli olarak öğüt verilmesini, şayet bu öğüdü kabul etmezse, ona nasihat edecek birisinin gönderilmesini belirtmektedir. Bununla da iflah olmazsa, bu kötülük açıktan inkar edilir.
Fakat kötülüğü işleyen kimse emir ise, bunun durumu kendisinden daha yüksek makama gizli olarak bildirilir. Bu direktif, İslam ümmetini birleştirmek ve tefrikaya düşmemesi için Muhammed bin AbdulVahhab'ın gösterdiği gayret idi.
Altıncı Mesele: Tekfir (kafir sayma) ve kıtal (savaşma)
Muhammed bin AbdulVahhab'ın selefi davete, bu davetin düşmanlarına ve muhaliflerine karşı bu daveti yaymak için onu korumanın gerekli olduğuna tamamen inanıyordu. Bu sebeple o dönemde kendisine dayanacağı bir dayanak aramaya başladı. Sonunda kendisine bu dâveti savunma ve yayma sözü veren Der'iyye emiri Muhammed bin Suud'u buldu. Bu, selefi davetin kılıç zoruyla yayıldı anlamına gelmez. Doğru olan bunun tam tersidir. Bu dâvetin tarihini iyice araştıran bir kimse, böyle olduğunu görecektir.
Muhammed bin AbdulVahhab bu davetini yaymak için bir çok yola başvurdu. Cihad ve savaşmak, bu yolların son merhalesiydi. İlk olarak vaaz ve öğretme üslubuna başvurmuş, öğrencilerine dâvetin prensiplerini öğretmek
70
için her gün birden fazla ilim meclisi oluşturmuştu. Ayrıca dâvetin prensiplerini açıklamak için hitâbet üslûbuna da başvurmuştu. Yine kendisi ile çeşitli ülke halklarına yazdığı mektuplar gibi, mektuplar yazıp yollamak, o ülke âlimleri ile münâzaralar düzenlemek ve davetin hakikatini anlatan kitaplar yazmak gibi üslûplara başvurmuştu...
Muhammed bin AbdulVahhab tekfir konusunda aynen şunu söylemiştir: "Tekfîr meselesine gelince, ben Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in bildikten sonra ona küfreden, insanları onun dininden yasaklayan ve bu dinin emirlerini yerine getirenlere düşmanlık besleyenleri tekfir ediyorum (kafir sayıyorum)."
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet âlimlerinin yazdıkları risâle ve kitaplarda Kur'an, Sünnet ve selefi salihin sözlerinden deliller sunarak dâvetin bu meseledeki görüşünü açıklamış ve bu davete karşı çıkanları ikna etmeye çalışmıştır.
Muhammed bin AbdulVahhab Tevhid'in yalnızca Allah Teala’ya halis kılınmasının kalple iman, dille ikrar ve azalarla amel etmek olduğunu, bu sayılanlardan birisi ihlal edildiğinde, o şahsın müslüman olamayacağını onaylamıştır.
Muhammed bin AbdulVahhab tekfir edilmesi gerekenleri dört grupta toplamıştır:
1. Tevhidi, onun Allah Teala halis kılınması gerektiğine
71
ve ondan başkasına inanmanın şirk olduğunu bildiği halde, bunu önemsemeyen, onunla amel etmeyen, Tevhid'e girmeyen, şirki de terketmeyen kimse kafirdir.
2. Bütün bunları bildiği halde, Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in dinine küfreden, şirk ehlini öven kimse, birinci maddede sayılan kimseden daha kafirdir.
3. Tevhidi bilip ona tabi olduğu ve şirki bilip onu terkettiği halde, Tevhid’e girenden nefret edip şirk üzere kalana sevgi besleyen kimse de kafirdir. Nitekim Allah Teala bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Bu, onların, Allah'ın indirdiklerinden hoşlanmamaları sebebiyledir. Allah da onların amellerini iptal etmiştir."29
4. Bütün bunlardan kurtulduğu halde, o beldeden hicret etme imkânına sahip olduğu halde oradan hicret etmeyip yaşadığı belde halkının Tevhid ehline düşmanlık beslemesi ve onlarla savaşması sebebiyle belde halkıyla birlikte malı ve canıyla Tevhid ehline karşı savaşan kimse de kafirdir.
Yedinci Mesele: İctihad ve Taklid
Şüphesiz ki Muhammed bin AbdulVahhab'ın davetinin gerçekleştirmeye çalıştığı en önemli esaslardan birisi, Kur’an ve Sünnete uymaya, o dönemde müslümanların akıllarına hâkim olan taklit anlayışı ile savaşmaya davet
29 Muhammed Suresi, 9. ayet
72
etmek olmuştur. Bu taklid anlayışından dolayı müslümanlar, Kur'an'ı Kerim'den, Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetinden ve selefi salihin eserlerinden yüz çevirip eski imamlarını körü körüne taklid etmeye yönelmişlerdi.
Böylelikle onlar imamlarının huzurunda ölü yıkayan kimsenin önündeki cenaze haline geldiler. Bununla birlikte davet alimleri, dinin esaslarındaki mezheplerinin Ehli Sünnet ve'l-Cemaat mezhebi, amelde ise Ahmed bin Hanbel'in mezhebi olduğunu açıkça ifâde ediyorlardı. Aynı şekilde dâvet âlimleri dinin esaslarında ictihâdın olmadığını açıkça ifâde ediyorlardı.
Muhammed bin AbdulVahhab, hangi imamdan olursa olsun, amelde kendisine gelecek hak sözü kabul edeceğini, bunun dışındakileri terk edeceğini bizzat kendisi açıkça ifâde etmiştir. Fakat Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem) bunun dışındadır. Zira hak ondan hiç ayrılmazdı.
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tâbi olanların bağlı oldukları Hanbelî Mezhebi, öğrencilerini ictihada dâvet etmektedir. Aksine Hanbelî Mezhebi, ictihada dönmeye çağıran İslâmî mezheplerin ilkidir.
Bu sebeple Hanbelî mezhebinden Şeyhulİslâm İbn Teymiyye gibi becerikli müctehid âlimler çıkmıştır. Bundan dolayı Muhammed bin Abdulvahhab'ın taklidçilikle savaşması, Kur'an'a ve selefi sâlihin eserlerine
73
bakmaya davet etmesi pek tabiî idi. Öyle ki bunlara dönüp bakmadıkça ictihad etmek mümkün değildir.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab, Kur'an ve sünnetten yüz çevirmeleri ve yeni âlimlerin yazmış oldukları eserlerle uğraşmaları sebebiyle, müslümanların gerçek İslam dininden sapmış olduklarını idrak etmiştir. Bunun sebebi, insanların ictihad makamına erişilmesinin imkansız olduğuna inanmalarıdır.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab, ıslahat için taklidçilik prangasını yıkmaktan, Kur'an ve sahih sünnete dönmekten başka bir çarenin olmadığına, Kur'an'ın anlamı anlaşılmayan kitab ve sünneti de anlamak isteyene onu anlamanın imkansız bir şey olmadığına inanmıştı. Muhammed bin AbdulVahhab bir çok münasebette taklidçiliği yermiş ve onu Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in müşriklere muhalefet ettiği şeylerden saymıştır.
Nitekim bu konuda şöyle demiştir: "Müşriklerin dininin en büyük esası, taklidçilik üzerine bina olunmuştur. Bu, ilk kafirlerden son kafirlere kadar olan bütün kafirlerin en büyük kaidesidir."
Muhammed bin AbdulVahhab'ın taklitçiliğe savaş açmış olması, onun taklidin her türlüsüne ve şartlarına savaş açtığı anlamına gelmez. Fakat Muhammed bin AbdulVahhab'a göre taklidçilik, bazen haram, bazen da
74
mübah ve izin verilmiş olabilir. Buna göre, zaruri haller dışında delilleri detaylı bir şekilde bilen ve bunlardan hüküm çıkarabilen bir kimsenin taklid etmesi haramdır. Her işinde delilleri detaylı bir şekilde bilemeyen kimsenin taklid etmesi mübah ve kendisine ruhsat verilmiştir.
Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab, kendisinin taklitçiliği tamamen iptal edip yok saymakla itham edenleri yalanlamıştır. Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olanlar, amelde belirli bir mezhebe bağlı kalmışlarsa da -ki bu Ahmed bin Hanbel’in mezhebidir- fakat mezhep taassubuna girmemiş, mezhebin görüşünü kesin bir nassa tercih etmemişlerdir.
Bundan dolayı Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet alimleri, kendilerine göre tercih edilen görüşü onaylamak için birçok münasebette dört mezhep imamının bazı meselelerdeki görüşlerini aktardıklarını görmekteyiz. Aynı şekilde onlar, bir çok araştırmalarında değişik İslami mezheplere ait kitaplara dayanmışlardır.
Bunun içindir ki Muhammed bin AbdulVahhab şöyle demiştir: "Sonra biz, Allah’ın kitabını anlamak için elimizdeki yaygın tefsir kitaplarından yararlanıyoruz. Bizdeki bu tefsir kitaplarının en kıymetlisi İbn Cerir et-Taberi'nin tefsiridir. Onun özeti durumundaki Şafii mezhebine mensup olan İbn Kesir'in tefsiridir. Aynı şekilde Beğavi, Beydavi, Hazin, Haddad, Celaleyn ve diğer
75
tefsir kitaplarıdır. Hadisi anlamak için, Buhari'nin sahihini şerheden İbn Hacer Askalani ve Kastalani, Müslim'in sahihini şerheden Nevevi ve Cami'us –Sağir'i şerheden Münavi gibi tanınmış imamların kitaplarından yararlanıyoruz. Hadis kitaplarına, özellikle de Kütübi Sitte ve bunların şerhlerine önem veriyoruz."
Muhammed bin AbdulVahhab devamla şöyle demiştir: "(Bu ilimlerin dışında) diğer dallardaki usul, furu', kavaid, siyer, nahiv, sarf ve bütün imamların ilimleri hakkında yazılan kitaplarla da ilgileniyoruz."
Şüphesiz ki Muhammed bin AbdulVahhab'ın bu konuda sözleri bize bir çok ipucu ve veriler vermektedir ki bunların en önemlisi, bu davete tabi olan alimler, Hanbeli mezhebinin kitaplarıyla ve bu mezhebin alimlerine bir bağnazlık yapmamakta, aksine onlar kaynağı ne olursa olsun kendilerini hakka ulaştıracak her şeyle ilgilenen açık görüşlü alimlerdir.
Bu sebeple davet alimleri, yazdıkları bazı risalelerde, müctehid hak kendisine apaçık belli olduktan sonra dört mezhep imamının görüşlerine aykırı da olsa başka görüşleri tercih etmiş ve bu ictihaddan ise, bunun ictihad olduğunu ikrar etmişlerdir.
Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab, Süveydî denilen şahsa yazdığı mektupta şöyle demiştir: "Ben, bir
76
tasavvufçu, fakih, kelamcı veya İbn Kayyim, Zehebi ve İbn Kesîr gibi büyük imamlardan bir imamın mezhebine dâvet etmiyorum. Aksine ben, yalnızca Allah Teâlâ'ya ibâdet etmeye ve onun hiçbir ortağının bulunmadığına dâvet ediyorum. Yine ben, ümmetinden sahâbe ile onlardan sonra gelecek olanlara kendisine sımsıkı sarılmalarını vasiyet ettiği Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetine dâvet ediyorum."
Burada belirtilmesi gereken şeylerden birisi de, Muhammed bin Abdulvahhab ve ona tâbi olan dâvet âlimlerinin Şeyhulislâm İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn Kayyim'in (Allah ikisine de rahmet etsin) görüşlerine hayranlık duymaları ve birçok görüşlerinde onlara tâbi olmalarıydı.
Fakat bu, bazı araştırmacıların iddiâ etttikleri gibi Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tâbi olan dâvet âlimlerinin Şeyhulİslâm İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn Kayyim'i taklid ettikleri anlamında değildir. Aksine bu, hakkın hak olana mutabık olmasıdır.
Taklidin anlamı, delillere bakmaksızın selef âlimlerinin bir meselede vermiş oldukları fetvâları olduğu gibi alıp kabul etmektir. Bunlara delilleriyle îmân edip iknâ olmak, taklid olarak adlandırılamaz.
Bundan dolayı dâvet âlimleri, Şeyhulİslâm İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn Kayyim'i hak olanın dışında taklid
77
etmediklerini açıkça ifâde etmişlerdir. Kaynağı ne olursa olsun, bu ikisinin dışındaki âlimlerinin sözlerini doğru buldukları zaman ona tâbi olurlardı.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab'ın oğlu Abdullah bu konuda şöyle demiştir: "Bize göre, İbn Kayyim ve hocası İbn Teymiyye Ehli Sünnet'in hak üzere olan iki âlimidir. Bu ikisinin kitapları bizim yanımızda kitapların en kıymetlisidir. Fakat biz, her meselede onları taklid etmiyoruz. Çünkü Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in sözünden başka herkesin sözü kabul edilir veya terkedilir. Bilindiği gibi biz, bir çok meselede onlara muhâlefet etmekteyiz. Bu meselelerden birisi de, bir mecliste bir lafızla üç talakın vukû bulacağını söylememizdir. Çünkü biz, bu meselede dört mezhep imamının dediklerine uyarız."
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tâbi olan dâvet âlimleri -daha önce de belirtildiği gibi-, amelde İmam Ahmed'in mezhebine tâbi olduklarından dolayı, dört mezhebin dışındaki diğer mezheplerin bir ölçüsü olmadığı için dört mezhep imamından herhangi birisini taklid edene itiraz etmemişlerdir.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab bunu, adı geçen risalesinde belirtmiştir.30
30 Muhammed bin AbdulVahhab'ın Davetinin Hakikati, Muhammed ibn Selman
78
ŞEYH MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB'A KİMLER DÜŞMANLIK EDİYOR?
Şeyh AbdilAziz bin Baz şöyle der: "Düşmanlık edip husumet besleyenler iki kısımdır:
1-İlim ve din adına ona düşmanlık edenler.
2-Siyasi sebeplerle düşmanlık edenler ama bunu ilim ve din kisvesiyle gizleyenler.
Bunlar Üstad'a düşmanlıklarını ortaya koyan alimlerin husumetini istismar ettiler ve: "O hak üzere değildir; şöyledir, böyledir" dediler. Üstad ise davete devamla şüpheleri izale etti, delillerini açıkladı ve insanları Kitab ve Sünnet temelli hakikatlara yöneltti. Onun için bazen "Haricidir" diyorlar, bazen de "İcmayı bırakıp mutlak ictihad sahibi olduğunu iddia ediyor, kendisinden önceki alimler ve fakihleri önemsemiyor" diyorlar, bazen de başka şeylerle iftira ediyorlardı.
Böyle yapanların bir kısmı ilimlerinin azlığından bunları söylüyor, bazıları da başkalarının sözlerine kapılıyordu. Diğer bir kısmı da makamlarını kaybetmekten korktuklarından siyasi sebeplerle düşmanlık gösteriyor,
79
ama bunu, İslam ve din ile örtüyor, sözleri çarpıtıp saptıranların değerlendirmelerini kendilerine mesned ediniyorlardı. Hasım olanları esasında üç kısma ayırmak daha doğru olur:
Birincisi, hakkı batıl, batılı hak gören şaşkın alimler. Bunlar kabirlerin üzerine türbe yapmayı, üzerlerine mescid inşa edilmesini, Allah dışında onlara dua edilip yardım dilenmesini ve benzeri şeyleri din ve doğru şey olarak kabul edip inanırlar. Bunları kabul etmeyenlerin de salihlere, velilere buğzettiklerini, dolayısıyla cihad edilmesi gereken düşmanlar olduklarını düşünürler.
İkinci kısım, ilim ehli olup bu zatın durumunu bilmeyen, davet ettiği şey hakkında doğru bilgiye sahip olmayan fakat başkalarını taklid edip şaşkın saptırıcıların onun hakkında söylediklerine inanan; evliyaya, enbiyaya buğzettiği, onlara düşman olduğu, velilerin kerametlerini inkar ettiği şeklindeki suçlamalarında doğru söylediklerini sananlardır. Bunlar da Üstadı kınayıp, davetini yerdiler ve ondan yüz çevirdiler.
Üçüncü kısım ise, mansıb ve makamlarını kaybetmekten korkanlardır. Bunlar İslam davetine yardımcı olanların ellerinin kendilerine uzanıp, makamlarından alaşağı edileceğinden ve beldelerinin ellerinden alınacağından korkarak düşmanlık yapanlardır."31
31 Muhammed bin AbdulVahhab, Daveti ve Hayatı, AbdulAziz bin Baz
80
ŞEYH HAKKINDA YALAN VE İFTİRALARLA DOLU OLAN "İNGİLİZ CASUSUNUN İTİRAFLARI" KİTABININ MAHİYETİ NEDİR?
Hüseyin Hilmi Işık bu kitabı İstanbul'da 1991 yılında M.Sıddık Gümüş takma adını kullanarak tercüme etmiş ve kitap Hakikat Kitabevi tarafından basılmıştır. Bu baskıda hangi dilden tercüme edildiğine dair bir bilgi verilmemiştir. Bilahare kitap arapçaya, ingilizceye ve almancaya tercüme edilip aynı yayınevi tarafından yayınlanmıştır.
Kitabın türkçe olarak başka yayınevleri tarafından yayınlanan baskılarında farklı ve birbiri ile çelişkili kısımlar vardır. Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab'ın şianın sapıklığına inandığı halde, kitaptaki şiileri öven ifadelerin çokça olması bu kitabın kimler tarafından ve hangi maksatla yazıldığının ipuçlarını vermektedir aslında. Peki bu kitabın aslı hangi dildedir? Yukarıda beyan ettiğimiz gibi M.Sıddık Gümüş tarafından böyle bir açıklama yoktur.
Bu kitap hicri 1359 veya 1361 (1940-1942 miladi) senesinde Tahran'da "Hatırat-ı Hempher" isminde Muhsin
81
Müeyyidi tarafından farsça olarak basılıp ilk defa tarih sahnesine çıkmıştır. Görünen o dur ki selef akidesine düşmanlık yapanların "bu çok önemli" kaynağı refarans göstermemeleri kitabın unutulmuş veya uzun seneler pek yankı bulmamış olduğunu göstermektedir.
Daha sonraları 1980'li yıllarda muhtemelen şiilerin Hac'ta Suudi emniyet güçleriyle kanlı çatışmalarından etkilenerek değişik versiyonlarda yeniden basılıp piyasaya sürülmüştür, hakeza farsça olarak.
Şii afganlıların pek kitap okumadıkları ve dindar olmadıkları halde bu kitabı elden ele dolaştırdıklarını ve sünni afganlılara: "Bak siz sünniler ne haltlar karıştırıyorsunuz!" dercesine birbirleriyle tartıştıklarını gördüm. Afgan şiileri de farsça konuşur, demek ki bu kitap şii farslılarda bir "manifesto" gibi elden ele dolaştırılıp her zaman okunuyor.
Bence bu kitap sünniliğe tepki olarak kaleme alınmıştır, zira Muhammed bin AbdulVahhab hanbeli/selefi olarak şiilerce koyu sünnidir, lakin bu kitabı türkçeye çevirenler bunu anlamamış veya anlamak istememişler ve dolaylı yoldan sünnilik aleyhine şiiliğe hizmet etmişlerdir.
Mezkur kitabın içeriğine göre Hempher bir ingiliz casusudur ve icraat bölgesi Arabistan'dır, peki bu kitabın ilk tarih sahnesine çıkışı ingilizce veya en azından arapça olması gerekirken niye farsçadır?
82
İslam'a ve müslümanlara zarar vermek için uzmanlaşmış müsteşrikler bile kitaplarını kendilerine güvenemeyerek ve gülünç duruma düşmemek için kendi dillerinde yazarlar, zira genelde anadili hariç sonradan öğrenilen bir dilde hata yapmamak mümkün değildir.
Mesela meşhur müsteşrik İgnaz Goldzieher kitaplarını almanca yazmaktadır. Bu adamın "Tefsir Ekolleri" kitabı bir arap tarafından arapçaya çevrilmiş, bir şii hayranı ve mu'tezili olan Mustafa İslamoğlu'da bu alanda İslam alimlerinin kitabı yokmuş gibi "İslam'da Tefsir Ekolleri" olarak türkçeye çevirmiş ve yayınlamıştır.
Enteresan bir tefavuktur ki ingiliz casusu kitabı yine Mustafa İslamoğlu'na yakın bir dostumuz tarafından elimize ulaştırılmıştır. Bu arkadaşımıza: "Mustafa İslamoğlu hadis inkarcısıdır!" dediğimizde bize darılmıştı, daha sonraları bunu kendisininde anladığını öğrendim, bu arkadaşımız çok samimidir ve ben kendisini Allah için seviyorum, duam onun selef akidesine intisab etmesidir.
Konumuza geri dönecek olursak: İngiliz casus Hempher sadece bir ajandır ve konunun uzmanı müsteşriklerin bile göze alamadığı yabancı bir dille bir kitap yazması ihtimal dışıdır, dolayısıyla bu kitabın aslı ingilizce olması gerekmektedir. Ama aşağıda görüleceği gibi bu kitabın aslı farsçadır ve orijinal ingilizce metin piyasada yoktur. (Sonradan Hakikat Yayınevi tarafından ingilizceye çevrilen
83
malzemeyi kasdetmiyorum, farsça tercümenin sözde baz aldığı 18. yüzyıl ingilizcesiyle yazılmış orijinal metni kastediyorum, zaten mezkur yayınevinin bu dillere çevirileri, okulda yabancı dil ögrenmiş acemiler tarafından yapılmış basit tercümelerdir.)
Mezkur kitabın Nehir Yayınları tarafından yayınlanan bir baskısının kapağında, içindeki bilgilerin başka kaynaklarda bulunmadığını yazmaları veya yazmak mecburiyetinde kalmaları dediklerimizi adeta doğrulamaktadır. Aynı baskıda şöyle bir detay gözünüze çarpar:
[Yayıncının Notu: "Hatırat-ı Hampher Casus-ı İngilisi Der Memalik-i İslami" adıyla, Dr. Muhsin Müeyyidi tarafından Farsça'ya çevrilen bu eseri, Farsça baskısından Türkçe'ye Nevzat Göktaş çevirdi. Türkçe (Orijinal Dili:İngilizce. Nehir Yayınları) İstanbul, 1995]
Yukarıda 1940'lı yıllarda casus kitabının yazarının Muhsin Müeyyidi olduğunu öğrenmiştik (sadece muhterem Müeyyidi'nin doktor olduğu gözümüzden kaçmış). Ama bu baskıda eserin orijinalinin ingilizceden farsçaya çevrilmiş olduğu ve farsçadan türkçeye çevrilmiş olduğu ifade edilmiştir, Hüseyin Hilmi Işık/M.Sıddık Gümüş tarafından yapılan tercümede bu ayrıntı yoktur.
Demek ki farsça olarak basılan nüsha bir tercümeymiş. Peki bu orijinal 18. yüzyıl ingilizcesiyle yazılan elyazma nerededir? Muhsin Müeyyidi bu orijinal belgeye ulaşıp
84
tercüme ettiyse bir aslının olması gerekir. Tercüme edip imha etmiştir denilebilir. Oysa iddialarını doğrulamak için ileride önemli olacak bu delili imha etmesi bir yana çok çok iyi saklaması gerekirdi. Zira şia sözde tercümeyle övündüğü gibi "sünnilerin pisliklerini ifşa ediyoruz" dercesine orijinal belge ile de övünebilirdi.
Peki Müeyyidi bu çok gizli ve Dünya'da kendisinden başka kimsenin bilmediği ve görmediği kitaba nasıl ulaşmış ve varsa aslı neden sır gibi saklanmıştır? Ebu'l Haris isminde bir müslüman dünya bilgi bankalarındaki kütübhaneleri ve nadir kitap listelerini taratmış ve bu kitapla alakalı herhangi bir buluntuya rastlamamıştır. Mevcut olan farsça ve türkçe tercümeler hariç.
Düşünebiliyor musunuz, milyonlarca veya milyarlarca belge bilgisayar ortamında aranıyor ve herhangi bir orijinal dökümana rastlanılmıyor? Ama mesela Lorans gibi başka ajanlarla alakalı herşeyi bulmak mümkün. On yıllar önce bu imkanlar olmadığı için herhangi bir yerde bir belge gözden kaçmış olabilirdi. Ama günümüzde 3 milyar net sitesinin olduğunu ve bu sitelerin içlerinde yüzlerce hatta binlerce sayfaların olduğunu, arama makinalarının size kısa bir anda aradığınız bilgiyi ulaştırdığını düşünün.
Emin olun ki ajan Hempher'in yazdığı orijinal elyazma ingilizce bir metin olsa bu anında elinizdeydi ki böyle bir döküman yoktur.
85
Bu uydurmaların yazarı bizzat Muhsin Müeyyidi'dir ve bu yalanlara çanak tutanlardır.
Zaten kitabın dili 1700'lü yıllarda bir ingiliz casusunun konuşma veya yazma dili olamayacağı ingilizceyi iyi bilenler tarafından beyan edilmiş, yakın doğu tarzında ifadelerin yer aldığı, ağdalı bir dil kullanıldığı için ancak bu mıntıka insanı tarafından kaleme alınabileceği ifade edilmiştir.
İstanbul'da Hakikat Yayınevi tarafından ingilizce ve almanca olarak basılanlar ise türkçe tercümeden veya farsçadan bu dillere çevrilmiştir.Yani kitabın orijinal ingilizce nüshası dünya çapında arandığı halde yoktur. Bir hocamızın yayınevini arayıp bu kitabın orijinalinin bir kopyasını istediği halde olumsuz cevab alması, yayınevlerinde de böyle bir belgenin olmadığını gösterir.
Oysa 1400 senelik İslam tarihinde kütübhanelerde ve müzelerde bir çok orijinal elyazma belgeler mevcudtur. Hatta o kadar ki çoğu basılmamıştır bile. Bu sebepten dolayı 250-300 senelik olan bir eserin orijinalini bulmak pek zor olmasa gerekir.
Mezkur kitapta uydurulan şeylerin bir dayanakları olmadığı gibi, Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab'ın yazdığı eserlerde bu uydurmalara işaret eden bir iz yoktur. Mesela Şeyhin mut'a nikahı yaptığı, içki içtiği, sahabeleri kötülediği vs. gibi.
86
Şeyh hakkında bu yalanları söyleyen şia bunları gayet iyi biliyor. Tapınaklarının önlerinde zinaları için geçici nikah yaptıklarını ve özel günlerinde sahabeye sövüp la'net okudukları vs.. İmam Şafii der ki: "Şiiler kadar yalancı insanlar görmedim." Nasıl olmasın ki, şiilerin inançlarının onda dokuzu takiyyedir/yalandır.
Bilindiği gibi uydurulan şeyin bir hududu yoktur. Hedefi okuyucunun ve dinleyicinin zihnini bulandırmaktır. Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab'ın davetine hücum ederek yazı yazanlar onun yazdığı kitaplardan hiçbirini okumamışlardır.
Ne tevhid, ne akide, ne fıkıh ve ahkamda, ne de tefsir ve siyerde. Hatta onun söylediği bir sözü müzakere dahi etmemişlerdir. Zira hevaları onları kör etmiştir.
87
"İNGİLİZ CASUSUNUN İTİRAFLARI" KİTABININ İÇERİĞİNDEN BAZI YALANLAR
Bu kitabın miladi 20. asırdan önce yazılmış olamayacağına ve tarihle uyuşmayan yalanlarla dolu olduğuna bir kaç örnek verebiliriz:
Ajan Hempher "Rasputin" isminde bir oğlundan bahseder. Oysa tarih sahnesinde bu isim ilk defa çarlık Rusya'sında 1869-1916 miladi yıllarında yaşamış, mistik şarlatanlık yapıp çarın oğlunu tedavi edip güya şifa bulmasını sağlayıp sarayda kendine yer edinmiş ve bir çok gayri ahlaki olaylarda ismi geçmiş bir zavallıya aittir ve “ahlaksız“ anlamına gelir.
Zavallı diyorum, zira zamanı dolduğunda defteri dürülüp, vurulup, buzlu Volga nehrine atılmıştır. Ajan Hempher'in yaşadığı dönemi, Muhammed bin AbdulVahhab'ın doğumundan ölümüne kadar ki zaman dilimini baz alırsak (1703-1791 seneleridir) "Rasputin" denen adam neredeyse birbuçuk asır sonra tarih sahnesindedir. Öte yandan hiçbir insan kafir olsun müşrik olsun farketmez oğluna "ahlaksız" manasına gelen bir isim koymaz.
89
Bu da casus kitabının yazarı Müeyyidi'nin tarih bilgisinden ve genel kültürden ne derece yoksun bir yalancı ve aynı Rasputin gibi bir zavallı olduğunu göstermektedir. İstanbul'daki mütercimlerimiz de onun mislidirler.
Başka bir yalan: Kitabın başka bir yerinde ajan Hempher Osmanlı için "Hasta Adam" tabirini kullanmaktadır. Oysa Osmanlı'yı böyle bir isimle anmak 1700'lü yılların ortasında kesinlikle bilinmemekte ve kullanılmamaktaydı.
Rus çar I.Nikola 1852'de ingiliz büyükelçisine: (Osmanlı'yı kasdederek): "Kollarımızda hasta bir adam var…" demiş ve bu lakab Avrupa'da meşhur olup kullanılmaya başlanmıştır.
Türkçe tercümesinin önsözünden bir yalan: M.Sıddık Gümüş kitabın önsözünde "Müstemlekeler Nezâreti" (ing. Minister of Colonies, mezkur kitabın ingilizce tercümesinden) 1713'te ajan Hempher'i Arabistan'a yolladığını ve onun da Basra'da Muhammed bin AbdulVahhab'ı 14 yaşında "avladığını" yazar. Öncelikle miladi 1713'te Muhammed bin AbdulVahhab 9-10 yaşlarındadır ve 1722 senesinden evvel hiç Necid mıntıkasından dışarıya çıkmamıştır. Dolayısıyla Hempher onu 1713'te Basra'da "avlamış" olamaz, burda avlanmış olan olsa olsa önsözün yazarıdır.
İlaveten Müstemlekeler Nezâreti (ing. Minister of Colonies) 1801 senesinden sonra icraatlarına başlamış ve
90
1884 yılından sonra bu isim altında anılmaya başlanmıştır. Yani Hempher'in güya yaşadığı 1700'lü yıllarda böyle bir bakanlık (eski dildeki "nezâretin" günümüzdeki karşılığıdır) daha kurulmamıştır. Zira İngiltere'nin sömürgecilik tarihi 1875 yıllarından sonra başlamış ve 1700'lü yıllarda dünya çapında daha pek rol oynayamamıştır.
Maalesef casus kitabı yazarımız ve mütercimlerimiz "tarihe ve doğruluğa sadık kalma" dağıtılırken pek nasibini alamamışlardır.
Bu zikrettiğimiz örnekler her ne kadar tüm kitabın uydurma olduğunu düşünsekte bizim gözümüze ilk etapta çarpan yalanlardır. Acaba gözümüzden kaçan böyle bariz daha kaç tane yalan bu kitapta vardır?
Aslında verdiğimiz örnekler bir bardak temiz suya atılan bir kaç damla kanın tüm suyu necis ettiği gibi kitabın kirliliği için yeterlidir.
derleyen: Ebu Umeyr bin Muhammed et-Turki
KİTAB VE SÜNNETE DAVET YAYINLARI
2012/1433
YAYIN HAKKI İSLAM ÜMMETİNE VAKIFTIR, DİLEYEN ÇOĞALTABİLİR
FİHRİST
MUKADDİME…………………………….....................………………........................7
VAHHABİLİK NEDİR?...............................................................................9
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN DAVETİNE BAŞLAMASININ SEBEPLERİ.........13
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN HAYATI……….....................………..17
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN AKİDESİ NEDİR?..........................29
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’I SELEF AKİDESİNE YÖNLENDİREN NEDİR VE ONDAN ÖNCE NECİD’TE BU MENHEC MEVCUT MUYDU?.......37
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN DAVETİNİN HEDEFLERİ VE KAYNAKLARI…......…..41
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN DAVETİNİ İLKELERİ......................49
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’A KİMLER DÜŞMANLIK EDİYOR.......79
ŞEYH HAKKINDA YALAN VE İFTİRALARLA DOLU OLAN “İNGİLİZ CASUSUNUN İTİRAFLARI“ KİTABININ MAHİYETİ NEDİR?......81
“İNGİLİZ CASUSUNUN İTİRAFLARI“ KİTABININ İÇERİĞİNDEN BAZI YALANLAR…….....89
İNGİLİZ AJANININ İSMİ “HEMPHER” VEYA “HAMPHER” Mİ?................93
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB OSMANLI’YA İSYAN ETMİŞ MİDİR?.........97
VAHHABİLİK LAKABIYLA NE KASDOLUNUYOR?....................................103
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB'IN KARDEŞİ SÜLEYMAN BİN ABDULVAHHAB ŞEYHE KARŞI ÇIKMIŞ MIDIR? .....107
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB VE DAVETİNE UYANLAR ŞEFAATI İNKAR MI EDİYORLAR?.......111
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB VE DAVETİNE UYANLAR NEDEN YÜKSELTİLEN KABİR VE TÜRBELERİ YIKMIŞLARDIR?.....115
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN TEKFİR HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ…......119
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB VE DAVETE UYANLAR NEDEN TÜM BİD’ATÇILAR TARAFINDAN TEHLİKELİ GÖRÜLÜYOR?..................125
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN MÜSLÜMANA NASİHATİ...........129
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN TÜRKÇE YAYINLANMIŞ ESERLERİ….........135
SONUÇ................................................................................................137
KAYNAKLAR………………………………………………………................................139
"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun; zira onlar, hidayet üzeredirler." (Yasin Suresi, 21. Ayet)
"Ümmetimden bir taife daima Allah'ın emrine bağlı kalacaktır ve kendilerine muhalefet edenler, onlara zarar veremeyecektir." (Süneni İbn Mace, hasen-sahihtir)
"Ben, bir tasavvufçunun, bir fakihin, bir kelamcının, veya İbn Kayyim, Zehebi, İbn Kesir gibi büyük imamlardan bir imamın mezhebine davet etmiyorum. Aksine ben, yalnızca Allah (subhanehu ve teala)'ya ibadet etmeye ve onun hiçbir ortağının bulunmadığına davet ediyorum.Yine ben, ümmetinden sahabe ile onlardan sonra gelecek olanlara kendisine sımsıkı sarılmalarını vasiyet ettiği Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetine davet ediyorum." (Muhammed bin AbdulVahhab,el-Risalet'ul-Ula)
Rahman, Rahim Allah'ın İsmiyle
Hamd, ancak Allah içindir. O'na hamdeder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden O'na sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.
Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Resulu'dur.
Günümüzde Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab’ın selefi davetini bazı bid'atçı çevreler sürekli gündemde tutup kötülemektedir. Bunun sebebi de Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in davet ettiği gerçek İslam olan selefi daveti iptal edip yerine bid'atın, hurafelerin ve şirkin cirit attığı batıl olan bir dini insanlara sunmak istemeleridir.
Bu risalede Şeyhulİslam Muhammed bin AbdulVahhab (rahimehUllah)'ın hayatını, davetini ve onunla alakalı yapılan iftiraları zikredeceğiz.
Bir kaç sene önce nette bu derleme tarafımızdan yayınlanmış ve elhamduli(A)llah oldukça ilgi görmüş ve hatta bazı yerlerde kaynak olarak gösterilmeye başlanmıştır.
7
Bir abimizin ricası üzerine ona netteki verziyonunu yazıcıdan çıkartıp bir dosya yapmıştım, lakin içindeki bilgilere daha birkaç bölüm eklemem gerektiğini düşündüm ve yine nette yayınlamaya ve basılı kitap olarak neşretmeye karar verdim.
Niyetim bu davetten insanların faydalanması, bid'atlara ve hurafelere karşı daha duyarlı olmalarıdır. Bu çalışmamızda sadece Şeyh Muhammed'in hayatının sonuna kadar olan zaman dilimini ele alacağız.
Zira ölümünden sonraki dönemde bazı sapmaların olduğunu Şeyh AbdulAziz bin Baz (rahimehUllah)'ta şöyle dile getirir: "Üstad Muhammed'in vefatından uzun bir müddet sonra, çocuklarının ve yardımcılarının çoğunun vefatının ardından bazı sapmalar olunca sınama geldi."1
Dolayısıyla ölümünden sonra ki dönemi Şeyhin hayatıyla alakalı görmediğimiz için zikretmeyeceğiz. İnşeAllah hayırlara vesile olur…
Ebu Umeyr bin Muhammed et-Turki
1 İmam Muhammed bin AbdulVahhab, Davetehu ve Siretehu; AbdulAziz bin Baz
8
VAHHABİLİK NEDİR?
Vahhabilik lakabı selefi akideyi benimsemiş insanlar için Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab'ın babasının adına nisbeten kullanılmaya başlanmıştır. Muhammed bin AbdulVahhab hicri 12./miladi 18. yüzyılda selef akidesine çağırmaya başlamış davetçi bir şahsiyettir.
Selefi davet ise Allah'ın kitabı Kur'an'a ve Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sahih sünnetine dayanır. Sonradan ortaya atılmış tüm bid'atlardan ve hurafelerden uzak İslam dininin aslıdır.
Bu davet Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'e bağlıdır. Selef, sahabe, tabiin,tebe tabiin ve onları akide ve amelde takip edenler için kullanılan genel bir tabirdir.
Günümüzde ise "Vahhabilik" lakabı tevhid ve sünnet düşmanları tarafından selefi daveti kötülemek amacıyla kullanılmaktadır.
Artık bu durum öyle bir hal almıştır ki bu kişiler selefe davet eden herkesi "Vahhabi" olarak adlandırırlar. Hatta Muhammed bin AbdulVahhab'tan yüzyıllar önce yaşamış İbn Teymiyye'ye bile bu lakabı taktıklarını görürsünüz. Bilmeliyiz ki bu lakab daveti kötülemek amacıyla
9
kasıtlı olarak kullanılmakta ve dikkatle incelendiğinde lugat açısından da hatalı olduğu görülmektedir. Zira daveti başlatan babası değil Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab'tır. Buna ilaveten bu lakab ne Şeyhin kendisi tarafından, ne evladları, ne öğrencileri ve ne de günümüzde de davete uyanlar tarafından kullanılmıştır. Zira ileride geleceği gibi bu lakablandırma Şeyhin ölümünden 20 küsur sene sonra tevhid ve sünnet davetine muhalifler tarafından ortaya atılmıştır.
Sünnete tabi olanları "Vahhabi" diye lakablandıranlar, dinini araştıran bir çok samimi insanların gerçeği öğrenmesine engel olmuş ve hakkı sürekli örtmüşlerdir. Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab her ne kadar bu yolda bir çok engelle ve muhaliflerle karşılaşmış olsa da, kitaplarını kaleme alırken özellikle insanları tevhid akidesine geri dönmeleri ve Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetine bağlılık göstermeleri için hassasiyet ve çaba göstermiştir.
Maalesef İslam dünyasının bir çok yerinde Şeyh hakkında İslam'ı yıkmak için İslam düşmanlarıyla işbirliği yaptığı iftirası atılmış ve bu düşünce yaygınlaştırılmıştır. İşin gerçeği ise Şeyhin ancak ölümünden sonra davetini dünyaya duyurabildiğidir. Şeyhin kafirlerle işbirliği yaptığı iddiası ilerideki sayfalarda ispatlayacağımız gibi büyük bir yalan ve iftiradan ibarettir. Zira hakkı arayan bir kişi
10
Şeyhin eserlerini okuduğunda içeriğinin Allah (subhanehu ve teala)'nın kitabından ayetler ve Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in hadislerinden ibaret olduğunu, Şeyhin kendi sözlerinin çok az bir kısmını teşkil ettiğinin rahatça farkına varabilir. Hatta öyleki bazı eserleri sadece ayet ve hadislerden müteşekkildir.
Kendisi daveti hakkında o şöyle demektedir: "Ben, bir tasavvufçunun, bir fakihin, bir kelamcının, veya İbn Kayyim, Zehebi, İbn Kesir gibi büyük imamlardan bir imamın mezhebine davet etmiyorum.
Aksine ben, yalnızca Allah (subhanehu ve teala)'ya ibadet etmeye ve onun hiçbir ortağının bulunmadığına davet ediyorum.
Yine ben, ümmetinden sahabe ile onlardan sonra gelecek olanlara kendisine sımsıkı sarılmalarını vasiyet ettiği Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetine davet ediyorum."2
2 Muhammed bin AbdulVahhab,el-Risalet'ul-Ula, İbn Gannam s.211
11
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB'IN DAVETİNE BAŞLAMASININ SEBEPLERİ
Bid'atçılar ve heva ehli asrı saadetten sonra sahabe-tabiin-tebe tabiin dönemlerinin sonunda denizdeki köpükler gibi çoğalmış ve tüm İslam alemini sarmışlardır. Toplumları ve yöneticileri ağlarına düşürmeyi başarmışlar, arkalarındaki bu güçler sayesinde kimse onlara karşı gelmeye cesaret edememiştir, çok küçük bir grup müstesna.
Hicri 7./miladi 13. asırda Şeyhulİslam Ebu'l-Abbas İbn Teymiyye (rahimehUllah) bu bid'atçılar ve hurafecilerin karşısında tek başına durana kadar bu böyle devam etti. İbn Teymiyye bid'atçılar ve kafirlerle mücadele ediyor, Kur'an, Sünnet ve selefin menheciyle onlara karşı koyuyor ve ümmeti bu baygınlığından uyandırıyordu. Hatta öyle ki günümüzde yazdığı bazı kitapları hala yankı uyandırmakta ve bid'atçılara karşı adeta kınından sıyrılmış bir kılıç görevi görmektedir.
Mesela "Minhac'us-Sunneh" isimli kitabının şok etkisinden şiiler kendilerini hala kurtaramamışlardır.
13
İbn Teymiyye'nin vefatından sonra İbn Kayyim el-Cevziyye ve İbn Kesir gibi talebeleri bu mücadeleye devam etmişlerdir. Lakin yüzyıllar geçtikçe bid'at ve hurafeler yine hortlamaya başlamış, etrafını içine çeken dev bir yangın misali ortalığı kasıp kavurmuştur.
Hicri 12./miladi 18. yüzyılda Muhammed bin AbdulVahhab Kur'an ve Sünnet kılıcını tekrar kuşanmış ve bid'at ve heva ehliyle selefleri gibi Kur'an ve Sünnetten delillerle mücadeleye girmiştir. Bu mücadele sonucunda Kur'an ve Sünnetin yeniden hakim olmasını sağlamış, tevhidin nurunu yaymış ve insanları tekrar Sünnete geri dönmeye ve sarılmaya teşvik etmiştir, çünkü onun davetinin metodu ve hedefi Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in metodu ve hedefiydi.
Muhammed bin AbdulVahhab davetini Allah (subhanehu ve teala)'nın kitabı Kur'an'a ve Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetine bina etmiştir. Zira Şeyhin daveti selefin davetidir ve selef bu davetin metodunu bizzat Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'den, ashabından (Allah cümlesinden razı olsun) ve ihsanda onlara tabi olanlardan alıp öğrenmişlerdir.
Bu sahih bir metod olup en doğru yoldur. Bu sebepten dolayı tüm müslümanların bu yolda olup, bu metod üzere hareket etmeleri gerekir. Sünnet düşmanları kendi aralarında bölük pörçük oldukları halde tevhid ve
14
ve sünnet ehline karşı ittifak kurup güya karşı hamle adına çeşitli hilelere başvurmuşlar ve iftiralarda bulunmuşlardır. Şeyhin hayatını ve akidesini öğrendikten sonra bu yapılan iftiraları ve yalanları açıklayacağız biizni(A)llah...
15
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN HAYATI
Muhammed bin AbdulVahhab hicri 1115/miladi 1703 yılında Uyeyne'de doğmuştur. Uyeyne Necid bölgesinde Yemame'de bir kasabadır. Babası Üstad AbdulVahhab bin Süleyman'ın gözetiminde küçük yaşta Kur'an'ı okudu, ilme ve fıkha yöneldi.
Uyeyne kadısı olan babası büyük bir fakih, kıymetli bir alimdi. Büluğa girdikten sonra haccettmiştir. Haccın akabinde Mekke'de kalmaya karar vermiş ve Harem-i Şerif'teki bazı hocalardan ilim tahsil etmiştir.
Ardından Medine'ye gitmiştir. Oranın alimleriyle biraraya gelmiştir. Burada da bir müddet kalmış ve meşhur büyük iki alimden istifade etmiştir. Muhtemelen bu iki alimin dışında bizim bilmediğimiz hocalardan da dersler almıştır.
Üstad ilim talebi için bilahare Irak tarafına yönelip Basra'ya geldi. Buradaki ulemayla birlikte oldu. Onlardan çok faydalanmıştır. Allah (subhanehu ve teala)'yı tevhide davete de burada başladı ve insanları sünnete çağırdı.
17
Müslümanlara gerekli olanın, dinlerini doğrudan Kur'an ve sünnetten öğrenmeleri olduğunu söylemiştir. Bu hususta oradaki ulemayla münakaşa, müzakere ve münazaralarda bulundu. Basra'daki bazı kötü niyetli ulema ona karşı ayaklanınca, kendisi ve hocası bir takım eziyetlere maruz kalmışlardır. Bu sebepten Basra'dan ayrıldı, niyeti Şam bölgesine gitmekti. Lakin yeterli maddi imkanı olmadığından bunu gerçekleştiremedi.
Basra'dan çıkıp Zubeyr'e, oradan da İhsa'ya geçmiştir. Burada ulemayla birlikte oldu ve kelama dair bazı meselelerde müzakerelerde bulundu. Akabinde Hureymila beldesine yöneldi. Buraya yerleşip babası hicri 1153/miladi 1740 yılında vefat edene kadar ilim, tedrisat ve davetle meşgul olmayı sürdürmüştür. Bu arada Hureymila'lı bazı kimseler onu rahatsız etmişler, bazı sefil kimseler öldürmek bile istemişlerdir.
Nitekim birkaç kişinin saldırmak için bir duvarda tuzak kurdukları, birilerinin bunu fark etmeleri üzerine kaçtıkları söylenmiştir. Bu sefil kimselerin ona buğzetmelerinin sebebi, emri bi'l-ma'ruf nehyi ani'l-munker yapması; emirleri, insanları soyan, onlara eziyet eden ve mallarını yağmalayanları cezalandırmaya teşvik etmesidir.
El-Abid denilen kimseler de bu sefiller güruhundandılar. Bunlar üstadın karşılarında olduğunu, yaptıklarına razı olmadığını, emirleri onları cezalandırmaya ve şerlerine
18
engel olmaya teşvik ettiğini fark edince ona buğz ettiler ve katletmek istediler.
Ardından Uyeyne'ye dönmüştür. O vakit oranın emiri Osman bin Muhammed bin Muammer'di. Uyeyne'ye varınca yanına gitmiş, emir onu güzel karşılamıştır. Ona: "Kalk, insanları Allah'a davet et, biz seninle beraberiz, yardımcıyız." demiştir, davetini benimseyip sevgi ve muvafakat göstermiştir. Üstad da öğretmeye, irşada, Allah'a, hayra, kadın erkek herkesi birbirlerini Allah için sevmeye davete başlamıştır.
Uyeyne'de şöhret bulup ünü etrafa yayıldı ve civar beldelerden insanlar gelmeye başladılar. Üstad birgün emire dedi ki: "Bize müsaade et te Zeyd bin el-Hattab'ın mezarı üzerindeki türbeyi yıkalım. Zira bu doğru yapılmış bir şey değildir. Hem Allah (subhanehu ve teala) bu işe razı değildir. Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'de kabirlere kubbe (türbe) yapılmasını, üzerlerinin mescid edinilmesini yasaklamıştır. Oysa bu türbe insanları saptırmakta ve akideleri değiştirmekte, halk şirke düşmektedir. Bu sebepten yıkılması gerekir."
Emir Osman ona: "Yıkmaya bir mani yoktur" karşılığını verdi. Üstad "Cebilelilerin (Cebile kabrin yakınındaki köyün ismidir) yıktırmamak için ayaklanmalarından korkarım" deyince, Emir Osman yaklaşık 600 kişilik ordu ve üstadla birlikte türbeyi yıkmak için yola çıktı. Türbeye
19
yaklaştıklarında geldiklerini duyan Cebileliler türbeyi savunmak için karşılarına çıktılar. Lakin Emir Osman ve ordusunu görünce, geri çekilip vaz geçtiler.
Üstad türbenin yıkılıp kaldırılmasına bizzat katıldı. Üstad Uyeyne'deki davetini eğitim ve irşadla devam etti. Sözlü davetin tek başına etkili olmadığını görünce, imkanlar elverdiğince fiili çalışmaya girişti ve bilfiil şirk eserlerini yıkmaya yöneldi.
Bu gayeyle Emir Osman bin Muammer'e -yukarıda değindiğimiz- Zeyd'in kabri üzerindeki türbenin yıkılmasını söylemiştir. Zeyd bin el-Hattab Ömer (radiyAllahu anh)'ın kardeşidir. Hicri 12/miladi 633'de Museylemetu'l-Kezzab'la yapılan savaşta şehid olanlardandır. Söylediklerine göre, burada öldürülmüş ve kabri üzerine bir türbe yapılmış. Mamafih burası bir başkasının kabri de olabilir. Yukarıda zikredildiği üzere, Emir Osman Üstad’a muvafakat etti ve türbe yıkıldı, eseri bugüne değin ortadan kalktı.
Salihane bir niyet, isabetli bir gaye ve hakka yardım gayesiyle yıkılan bu türbeyi ortadan kaldıran Allah'a hamdolsun. Burada başka türbeler de vardı. Bunlardan birisi de (ashabtan) Dırar bin el-Ezver'e ait olduğu söylenen kabirdi. Üzerindeki türbe yıkıldı. Etrafta böyle başka mezarlar da vardı. Ayrıca bu civarda Allah (subhanehu ve teala)'dan gayrı ibadet edilen mağara ve
20
ağaçlar mevcuttu. Hepsi ortadan kaldırıldı, halka da ziyaret yasağı getirildi. Böylelikle Üstad yukarıda ifade edildiği gibi, davete hem sözlü hem de fiili olarak devam etti.
Üstadın Allah'a davet ettiği, türbeleri yıktığı ve hadleri yerine getirdiği haberi, İhsa ve civar beldelerin emiri Halidoğullarından Suleyman bin Uray'ir el-Halidi'ye ulaşınca, Üstadın durumu bedeviyi korkuttu. Zira Allah'ın hidayet verdikleri hariç, bedevilerin adeti zulmetmek, kan akıtmak, malları yağmalamak ve namuslara halel getirmekti.
Emir, Üstadın işi büyütüp kendi saltanatını ortadan kaldıracağından korkar. Hemen Emir Osman'a tehditkar bir mektup yazdı ve Allah'a davetle meşgul olan bu zatı öldürmesini emreder. Mektubunda şöyle der: "Yanınızda tebliğ faaliyetlerinde bulunan kişinin şunları şunları yaptığı haberi bize ulaştı. Ya onu öldürürsün ya da bizdeki vergini keseriz."
Yanında Emir Osman'a ait altın cinsinden vergi vardı. Emir'in emri Osman'a ağır gelir, karşı gelmesi durumunda vergisini kesmesinden veya savaş açmasından korkar. Üstad'a der ki: "Bu emir bana şu minvalde bir mektup yazdı. Seni öldürmek bize yakışmaz ancak, bu emirden de korkarız, onunla savaşamayız. İstersen sen buradan ayrıl."
Üstad'ta ona şöyle demiştir: "Benim davet ettiğim şey Allah'ın dinidir, la ilahe illAllah kavlini yerleştirmektir,
21
Muhammed'ur-ResulUllah şehadetini hakim kılmaktır. Kim bu dine tutunur, ona yardım eder ve bunda sadık olursa, Allah ona yardım eder, güçlendirir ve düşmanlarının beldelerine hakim kılar. Eğer sabreder, istikamet üzere bulunur ve bu hayrı kabul edersen, sana şimdiden müjdeler olsun ki, Allah (subhanehu ve teala) sana yardım edecek ve bu bedeviden ve diğerlerinden seni koruyacaktır. Hem de onun hakim olduğu beldelerin ve aşiretinin idaresini sana sunacaktır."
Bunun üzerine emir ona şöyle dedi: "Üstad! Biz onunla savaşamayız. Ona karşı dayanma gücümüz yoktur." Bu söz üzerine Üstad Uyeyne'den ayrılıp Der'iyye bölgesine geçmiştir. Söylediklerine göre, buraya yürüyerek akşam üzeri vardı. Uyeyne'den sabahleyin yayan yola çıkmıştı. Emir Osman ona bir binek bile vermemişti. Beldenin iyi zevatından olan ve üst kısmında oturan Muhammed bin Suveylim el-Urayni'ye misafir olmuştur.
Anlatıldığına göre, bu zat, Üstadın kendisine misafir olmasından korkuya kapılmış, çok geniş olan yeryüzü ona dar gelmiş ve Der'iyye emiri Muhammed bin Suud’un kendisini cezalandırmasından korkmuştur. Üstad ise onu sakinleştirmiş ve: "Sana hayırlı müjdeler olsun. Benim insanları davet ettiğim şey, Allah'ın dinidir ve Allah bu dini galip kılacaktır!" demiştir.
Üstad Muhammed'in Der'iyye'de olduğu haberi Muhammed bin Suud'a ulaşır. Haberi aktaranın emirin . 22
hanımı olduğu söylenmektedir. Salih bir insan hanımının yanına varıp: "(Eşine) bu zatı haber ver. Davetini kabul etmesi için cesaretlendir, yardımcı olup desteklemesi için teşvik et" demiştir.
Hanımı saliha, iyi bir kadınmış. Der'iyye ve civar beldelerin emiri olan kocası Muhammed bin Suud yanına gelince, ona: "Büyük bir ganimet var. Sana müjdeler olsun. Bu Allah’ın sana gönderdiği bir ganimettir, bir davetçi Allah’ın dinine çağırıyor, Allah’ın kitabına davet ediyor, Allah Resulu (sallAllahu alryhi ve sellem)'in sünnetine sesleniyor. Bu ne büyük bir ganimettir. Onu kabul edip yardımcı olmada acele et. Kesinlikle geri durma" demiştir.
Emir hanımının teklifini kabul etmiş: "Ancak ben mi ona gideyim yoksa yanımamı mı çağırtayım." diye tereddüt etmiştir. Ona: "Buraya çağırtmanız doğru olmaz. Bilakis sizlerin onu ziyaret etmeniz, ilme ve hayra çağıran davetçiye saygı göstermeniz gerekir." tavsiyesinde bulunulmuş.
Bu tavsiyeyi kabul eden Emir, Muhammed bin Suveylim'in evinde bulunan Üstad'ı ziyarete gitmiştir, yanına varıp, selam vermiş ve sohbet etmiştir.
Sonra dedi ki: "Üstad Muhammed! Müjde sana, destekleneceksin, emniyet içinde olacaksın ve yardım edileceksin." Muhammed bin AbdulVahhab'ta ona: "Sana da müjde olsun. Siz de yardıma mazhar olacaksınız,
23
durumunuz güçlenecek ve güzel bir halde olacaksınız. Bu Allah'ın dinidir, kim ona yardım ederse Allah (subhanehu ve teala)'da ona yardım eder.
Kim ona destek olursa Allah'ta onu kuvvetlendirir. Bunun neticelerini çok çabuk göreceksiniz." karşılığını verdi. Emir devamla dedi ki: "Allah ve Resulunun dini üzerinde durmak, Allah yolunda cihad etmek için, size beyat edeceğim. Ancak destekleyip de Allah sizi İslam düşmanlarına karşı muzaffer kıldığında, beldemizden ayrılıp başka bir yere göç etmenizden korkarım."
Üstad ona: "Sadece bu hususta beyatlaşmıyorum. Sizinle kana karşı kan alınması, yıkmaya karşı yıkım yapılması ve bölgenizden kesinlikle ayrılmayacağım hususunda beyatlaşıyorum." karşılığını verir. Beldede kalacağı, onun yanında bulunup yardımcı olacağı ve Allah'ın dini galip gelene dek beraberinde Allah yolunda cihada katılacağına dair beyatlaştı. Beyat bunlarla akdedilmiş oldu.
İnsanlar her yerden, Uyeyne, Araka, Menfuha, Riyad ve etraftaki diğer beldelerden gruplar halinde gelmeye başladılar. Der'iyye insanların her yerden hicret ettikleri bir yer oldu.
Halk Üstadın haberlerini, Der'iyye'deki derslerini, Allah'a davetini ve irşadını birbirlerine aktardılar, bunun sonucunda tek başlarına veya gruplar halinde buraya akın etmeye başladılar.
24
Üstad Der'iyye'de büyük bir sevgi, yardım ve desteğe mazhar oldu. Burada akaid, Kur'an, tefsir, fıkıh, fıkıh usulü, hadis, hadis ıstılahları, arap edebiyatı, tarih ve diğer faydalı ilimler için dersler düzenledi.
Her taraftan gruplar halinde insanlar kendisine gelmişlerdir. Genç olsun yaşlı olsun, Der'iyye'de ondan bilgilenip istifade etmişlerdir. Burada umumi ve özel pek çok ders düzenlemiştir. Der'iyye'de ilmi yaymıştır.
Bu arada davete de devam etmiştir. Ardından cihada başlamış ve önemli kişilerle bu davaya katılmaları, bölgelerindeki şirki kaldırmaları hususunda yazışmıştır. Önce Necid'lilerden başlamış, emirleri ve alimleriyle yazışmıştır.
Keza Riyad emiri Dehham bin Devvas ile beldesindeki ulema, Harac emiri ve beldesindeki ulema, Cenub, Kasım, Hail, Veşm, Sudeyr ve diğer beldelerin alimleriyle yazışmıştır. İhsa, Mekke, Medine alimleriyle de yazıştı. Yarımada dışında da Mısır, Şam, Irak, Hind, Yemen ve diğer yerlerin alimleriyle mektuplaştı.
Yazışmayı devam ettirmiş, çoğunluğun içine düştüğü şirk ve bid’atları anlatmayı sürdürmüştür. Üstad ile hasımları arasındaki karşılıklı sözlü savaşlar, sataşmalar ve övünüşler sürüp gitmiştir. Üstad onlara, onlar da üstada yazıyorlardı. Üstad davetine ve cihada devam etti. Der'iyye Emiri Muhammed bin Suud'ta yardımını sürdürdü.
25
Evet, Üstad davet ve cihada devam etti. Hicri 1158/miladi 1745 yılından, Üstad hicri 1206/miladi 1791’de vefat edene kadar cihad ve daveti sürdürdüler. Cihad ve çağrı yaklaşık 50 yıl boyunca hak için cenk, cidal, Allah ve Resulunun buyurduğunu izah, dine davet ve Allah Resulunun getirdiklerini aktarmakla devam etti.
Sonunda insanlar itaat edip Allah'ın dinine girdiler, etraflarındaki türbeleri yıktılar, civarlarındaki mezarlar üzerinde inşa edilmiş mescidleri kaldırdılar, Şeriata yöneldiler, onu din edindiler, baba ve dedelerinden tevarüs ettikleri hukuki uygulama ve kanunları terk ettiler, hakka döndüler.
Mescidler namaz ve ilim halkalarıyla ihya edildi, zekatlar verildi, halk ramazan oruçlarını tutmaya başlamıştır.
Üstad, Allah (subhanehu ve teala)'nın emir buyurduğu gibi ma'rufu emretmiş, münkerden nehyetmiştir. Artık şehirlerde, köylerde, yollarda, badiyelerde emniyet hakim olmuştur.
Badiyeliler hadlerini bilmişler ve Allah'ın dinine girip hakkı kabul etmişlerdir. Üstad bunların arasında daveti yaymış ve onlara rehberler, sahra ve badiyelere de davetçiler göndermiş, kasabalara ve köylere de hocalar, eğiticiler ve kadılar göndermiştir.
Bu büyük hayır ve apaçık hidayet tüm Necid bölgesini kaplamış, hak yayılmış, Allah'ın dini hakim olmuştur.
26
Toparlarsak, Üstad Muhammed bin AbdulVahhab Allah'ın dinini ilan, insanları Allah'ı tevhide irşad, dine katılan hurafe ve bid'atları reddetmek için kıyam etmiştir.
Ve yine insanları hakka tabi olmaya mecbur etmek, batıldan men etmek, ma'rufu emretmek, münkerden nehyetmek için kıyam etmiştir. Onun davetinin özeti işte budur.
O akidede selefi salihinin yolu üzerindedir. Allah'a, isimlerine, sıfatlarına, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, ahiret gününe, hayrı ve şerriyle kadere inanan birisidir.
O tevhid üzere Allah'a inanmada, ibadeti Allah'a has kılmada, zatına yakışır şekilde O'nun isimlerine ve sıfatlarına inanmada İslam imamlarının yolu üzerindedir. Allah’ın sıfatlarını iptal etmez, O’nu mahlukatına benzetmez.
Ölümden sonra dirilip kalkmaya, cezaya, hesaba, cennete-cehenneme ve diğer şeylere imanda da böyledir. İman hususunda selefin düşündüğü gibi düşünür: İman söz ve ameldir, artar ve eksilir, taatla artar, ma'siyetle azalır der. Bunların tümü onun inandıkları şeylerdendir.
O hem söz, hem de fiil olarak selefin yolu ve itikadı üzereydi. Onların yolundan kesinlikle ayrılmamıştır. Bu konularda bir mezhep veya bir ekole bağlı kalmamıştır.
27
Ashab (radiyAllahu anhum)'un ve onlara hakkıyla tabi olan selefi salihinin yolundan gitmiştir.3
3 İmam Muhammed bin AbdulVahhab, Davetehu ve Siretehu; AbdulAziz bin AbdUllah bin Baz
28
ŞEYH MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB'IN AKİDESİ NEDİR?
Kasım halkına yazdığı bir mektubta Şeyh akidesini şöyle açıklar: "Allah'ı ve meleklerden yanımda bulunanları ve sizleri şahit tutarak, diyorum ki, şübhesiz ben akidemde 'Fırkayı Naciyye/Kurtulan Fırka' akidesi üzereyim. Ehli Sünnet ve'l-Cemaat'ın Allah'a, meleklerine, kitaplarına, resullerine, ölümden sonra dirilişe iman etmek ve hayrıyla, şerriyle kadere iman ettiklerine bende aynen iman ediyorum.
Allah'a iman konusunda: Allah kendisini kitabı Kur'an'da ve resulunun lisanıyla nasıl vasıflandırmışsa, tahrif ve ta'til etmeden iman ediyorum. Bilakis Allah (subhanehu ve teala)'nın benzeri hiç bir sey yoktur. O işitendir ve görendir. O'nun kendisini vasfettiği hiç bir şeyi O'ndan reddetmem, Allah'ın ayetlerini konumlarından saptırmam ne de isimlerinde ve ayetlerinde ilhada saparım. Ne keyfiyetini/nasıllığını takdir ederim ne de O'nun sıfatlarını yaratılmışların sıfatlarına misallendiririm/benzetirim. Zira Allah'ın bir dengi, bir ortağı olmadığı gibi, O'nun yüceliğini de hiç bir şey ulaşamaz ve O yarattıklarıyla
29
yüceliğini de hiç bir şey ulaşamaz ve O yarattıklarıyla kıyaslanamaz. O kendini ve başkasını da herkesten en iyi bilen, kelamında en doğru ve en güzel olandır.
O nefsini muhaliflerden tekyif ve temsil ehlinin vasfettiklerinden tenzih etmiş, tahrif ve ta'til ehlinin nefyedip inkar ettiklerinden beri kılmıştır. Ve şöyle buyurmuştur:
"Daima kudret ve galebenin rabbi olan rabbin, onların isnad ettikleri sıfatlar*dan münezzehtir. Peygamberlere selam olsun. Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur."4
"Fırkayı Naciyye/Kurtulan Fırka" Allah'ın fiilleri konusunda Kaderiyye ve Cebriyye arasında vasat bir yol takib ettiği gibi, Allah'ın azabı konusunda Mürcie ile Vaidiyye arasında, İman ve din konusunda Mu'tezile ve Haruriyye ile Mürcie ve Cehmiyye arasında, Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in ashabı konusunda Hariciler ile Rafiziler arasında vasattırlar.
İman ediyorum ki, Kur'an Allah'ın kelamıdır O'ndan indirilmiştir, mahluk değildir. O'ndan başlamış ve yine O’na dönecektir. Allah (subhanehu ve teala) onunla hakikaten konuşmuş, onu kulu, resulu, vahyinin emini, kendisiyle kulları ile arasındaki elçisi nebimiz Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'e indirmiştir. Ve inanıyorum
4 Saffat Suresi 180.-182. ayetler
30
ki Allah dilediğini yapandır, O'nun iradesi ve meşiieti dışında bir şey vuku bulamaz. Alemde meydana gelen her şey O’nun takdir ve tedbiri iledir. Hiç kimse kendisine belirlenen kaderi değiştiremez ve levhi mahfuzda yazılan neyse kesinkes gerçekleşecektir.
Nebi (sallAllahu aleyhi ve sellem) ölümden sonra olacak şeylere dair haber verdiklerine, kabir fitnesine ve nimetine, ruhların bedenlere tekrar iadesine, insanların yalınayak, çıplak ve sölpük bir halde kalkacaklarına, güneşin onlara yaklaşacağına, terazinin kurulacağına, kulların amellerinin tartılacağına, tartıları ağır gelenlerin kurtulanlardan, hafif gelenlerin ise hüsrana uğrayıp, cehenneme atılacakarına, divanların yayılacağına ve iyilerin kitablarını sağlarından, kötülerin kitablarını sol taraflarından alacaklarına inanıyorum.
Nebimiz Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in havzına, onun suyunun sütten daha beyaz, baldan daha tatlı olduğuna, içinde gökteki yıldızlar misali su kabı bulunduğuna, ondan bir kez içenin bir daha asla susamayacağına, arasat meydanına, sıratın cehennemin kenarı üzerine kurulacağına ve insanların amellerinin miktarınca oradan geçeceklerine inanıyorum.
Nebi (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in şefaatına, ilk şefaat eden ve ilk şefaatçı kılınan olduğuna, O’nun şefaatını ancak bid’at ve dalalet ehlinin inkar edeceğine, yanlız bu
31
şefaatın Allah’ın izin ve rızasıyla olacağına inanıyorum. Çünkü Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurmaktadır:
"Onlar da O’nun razı olduğundan başkasına şefaat etmezler."5
"Kimmiş, izni olmadıkça O’nun katında şefaat edecek olan?"6
"Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatlerı dilediği ve razı olduğu kimse hakkında Allah’ın izin vermesinden sonra olması müstesna hiç bir işe yaramaz."7
Allah (subhanehu ve teala) ancak tevhidten razı olur, ve şefaat içinde ancak tevhid ehline izin verir. Ama müşriklere gelince, şefaatten onlara pay yoktur. Zira Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurur:
"Artık şefaatçıların şefaatı onlara fayda vermez."8
Cennet ve cehennemin yaratıldığına, ve günümüzde var olduklarına inanıyorum. Onlar fena bulmayacaklardır. Mü‘minler ayın onbeşinde ayı gördükleri gibi kıyamet günü rablerini gözleriyle göreceklerdir.
Ve inanıyorum ki, Nebimiz Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) nebi ve resullerin sonuncusudur. Bir kul
5 Enbiya Suresi, 28.ayet 6 Bakara Suresi, 255.ayet 7 Necm Suresi, 26.ayet 8 Müddessir Suresi, 48.ayet
32
O'nun nübüvvet ve risaletine iman etmedikçe imanı sahih değildir.
Ümmetinin en hayırlısı Ebu Bekr es-Sıddık, sonra Ömer el-Faruk, sonra iki nur sahibi Osman, sonra Ali el-Murteza, sonra cennetle müjdelenmiş on sahabe, sonra Bedir ehli, sonra ağaç altında Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'e bey'at eden (Beyat'ur-Rıdvan) ehli, sonra da diğer sahabilerdir (Allah hepsinden razı olsun).
Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in ashabını dost edinir, onların iyiliklerini zikreder, Allah'ın onlardan razı olmasını ve onları bağışlamasını dileyerek, onların olumsuz yönlerinden uzak durur, aralarında geçenleri dile getirmem ve onların faziletli insanlar olduğuna inanırım.
Zira Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurmuştur: "Onlardan sonra gelenler Rabbimiz derler bizi ve imanda bizden önce gelmiş ve geçmiş kardeşlerimize mağfiret et. Kalplerimizde iman edenlere karşı kin tutturma. Rabbimiz şüphe yok ki sen rauf ve rahim olansın."9
Allah'ın, her tür kötülükten beri ve tertemiz olan mü'minlerin annelerinden razı olmasını dilerim.
Evliyanın keramet ve keşiflerine inanırım, ancak onların Allah üzerinde bir hakları olmadığı gibi, Allah'tan başkasının güç yetiremeyeceği şeyleri de on(lar)dan
9 Haşr Suresi, 10.ayet
33
istemeyi caiz görmem.
Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in cennet ve cehennem ile müjdeledikleri hariç, hicbir müslümanın cennetlik ya da cehennemlik olduğuna karışmam. Ancak mü'minin cennetine girmesini diler, kötü akibetinden korkarım. Müslümanlardan hiç kimseyi günahı dolayısıyla tekfir etmem ve onu İslam dairesinden çıkarmam.
Salih olsun facir olsun her imamla birlikte cihad yapılmasını uygun görürüm. Onların arkalarında namaz kılmak caizdir. Cihad Allah(subhanehu ve teala)'nın Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'i gönderilmesiyle başlamış ve bu ümmetin sonuncularının Deccal ile savaşmasına kadar da devam edecektir. Onu ne zalimin zulmü, ne de adilin adaleti ortadan kaldıramayacaktır. Salih olsun facir olsun müslümanların imamlarına itaatin vacip olduğunu söylüyorum, ta ki Allah'a isyan emredinceye kadar.
Kim hilafete atanır, insanlar onun etrafında toplanır ve kendisinden razı olurlarsa o da kılıcıyla onlara galib gelirse halife kabul edilir ve itaati vacip, isyanı haram olur.
Bid'at ehlinden tevbe edinceye kadar onlardan uzaklaşılması gerekir. Onları dinden çıkarmam, hallerini Allaha'a havale ederim.
Ve İslam'a sonradan sokulan her şeyin bid'at olduğunu görürüm.
34
İnanıyorum ki iman dil ile ikrar, rukünlarla amel etmek ve kalp ile tasdiktir. Taat ile artar, günahlar ile eksilir. İman yetmiş küsur şubedir. Bu şubelerin en yükseği la ilahe illAllah'a şehadet etmek en aşağısı eziyet veren şeyi yoldan kaldırmaktır.
Tertemiz olan Muhammedi şeriatın uygun gördüğü gibi iyiliğin emredilip, kötülüğün yasaklanması vaciptir. Bu, inancımı ifade ettiğim bir risaledir. Bunun böyle olduğuna Allah en güzel vekildir ."10
10 Muhammed bin AbdulVahhab: "ed-Durer es-Sunniyye fi'l-Ecvibetin-Necdiyye" adlı kitabın "Kassim Halkına Gönderdiği Mektup" kısmından alınmıştır. Derleyen: AbdurRahman bin Kasım. Cilt:1.Sayfa:14-17
35
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’I SELEF AKİDESİNE YÖNLENDİREN NEDİR VE ONDAN ÖNCE NECİD’TE BU MENHEC MEVCUT MUYDU?
Muhammed bin AbdulVahhab'tan önce ve onun döneminde yaşayan alimler de bid'atların yayılması, kabirde yatanlara kurban kesmek, onlara adak adamak, onlardan medet ummak gibi İslam inancına aykırı olan şirklerin yaygınlaştığını müşahede etmişlerdir. Zira o alimlerde Muhammed bin AbdulVahhab'ın aldığı kaynaklardan faydalanmışlardı.
Muhammed bin AbdulVahhab'ın aldığı bu kaynaklar Kur'an ve Sünnet olmakla birlikte Şeyhulİslam İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn Kayyim el-Cevziyye ile selefi salihinin te'lif etmiş olduğu kitaplardı.
Ancak Muhammed bin AbdulVahhab ile aynı fikirde olan bu alimler kendi halklarıyla karşı karşıya gelmekten çekindikleri için olsa gerek fikirlerini yayma imkanı bulamamışlardı. Muhammed bin AbdulVahhab davetinden önce Necid bölgesinde, Mısır ve Şam gibi yerlerde ilim
37
öğrenmiş alimler vardı. Bunlar Hanbeli mezhebi üzereydiler. Hanbeli mezhebi, hicri 10. yüzyıldan önce Necid bölgesinde yayılmaya başlamıştı.
Hanbeli mezhebinin o dönemde Necid bölgesinde yaygınlaşması sonucu oradaki alimlerin ellerinde Hanbeli mezhebinin kitapları, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim'in eserleri vardı.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab özellikle İbn Teymiyye ve tilmizi İbn Kayyim'in kitaplarını okudu, öyle ki o kitapların çoğunu kendi elleriyle istinsah ve bazılarını da ihtisar etmiştir (mesela Zad'ul Mead Muhtasarı gibi), hatta bazı müzelerde hala Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab'ın İbn Teymiyye'nin eserlerinin elyazması mevcudtur.11
Muhammed bin AbdulVahhab'ın kitaplarını inceleyen herkes onun Şeyhulİslam İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyim el-Cevziyye'den çok faydalandığını açık bir şekilde görecektir. Muhammed bin AbdulVahhab bu ikisinin sözlerine itibar ederek fikirlerinden etkilenmiş ve görüşleriyle aydınlanmıştı.
Bundan dolayı Muhammed bin AbdulVahhab'ın inancını/akidesini düzeltmede, hayatına ve davet metoduna yön vermede bu iki alimin çok büyük etkisi olmuştur. Bu nedenle Muhammed bin AbdulVahhab yazdığı eserlerde
11 Muhammed bin AbdulVahhab, te’lif: Hasan AbdUllah al-i Şeyh
38
Şeyhulİslam İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye'nin eserlerinden çok alıntılar yaptığı açık bir şekilde görülür.12
12 Muhammed bin AbdulVahhab’ın Davetinin Hakikati, İbn Selman
39
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN DAVETİNİN HEDEFLERİ VE KAYNAKLARI
Muhammed bin AbdulVahhab'ın daveti, İslam inancını düzeltmeyi, her türlü şirk, bid'at ve hurafe lekelerinden arındırmayı hedefler. Bu ise, yaratılanın her işinde Allah'ın kendisinin üzerinde güç sahibi olduğunu itiraf etmesi, yaratıcı Allah ile yaratılan arasındaki alakayı düzenlemesiyle gerçekleşir.
Bu sebeple, Allah'tan başkasına önem verilmemesi ve yalnızca O'na bağlanılması gerekir. Ayrıca bu davet, insani faaliyetlere ağırlık vererek İslam ahkamını, hadlerini, açık ve gizli şiarını tatbik ederek İslam dinine inanç, ibadet, şeriat ve hayat metodu olarak inanan müslüman bir toplum meydana getirmek için Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in devrindeki İslam dinini yeniden getirmeyi hedeflemektedir. Muhammed bin AbdulVahhab'ın daveti üç önemli kaynağa dayanmaktadır:
Birincisi: Kur'an'ı Kerim
Kur’an, İslam dininin birinci kaynağıdır. Davetin sahibi
41
Muhammed bin AbdulVahhab'ın daha on yaşına gelmeden Kur'an'ı ezberlemesi, onun Kur’an’a ne kadar önem verdiğini gösterir. Muhammed bin AbdulVahhab'ın yazdığı kitap ve risalelerini okuyan birisi görüşlerini desteklemek için Kur'an ayetlerini sıralarken onun Allah’ın kitabı Kur’an’a verdiği değeri ve onu ne kadar takdir ettiğini görecektir.
Öyle ki onun bazı eserleri, Kur'an ve sünnetin naslarından oluşacak seviyeye ulaşacak dereceye varır. Muhammed bin AbdulVahhab'ın "İman Esasları" adlı kitabına, "Allah'ın kitabıyla amel etmeyi emretme" diye bir bölüm eklemiştir. Muhammed bin AbdulVahhab, Kassım halkına yazdığı risalede, Kur’an hakkındaki inancını şöyle açıklamaktadır:
"Ben, Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğuna, Allah tarafından indirildiğine, mahluk (yaratılmış) olmadığına, Allah'tan başladığına, (ahir zamanda) tekrar O'na döneceğine, Allah'ın Kur'an ile gerçekten konuştuğuna, onu, kulu, elçisi, vahyinin emini, kendisiyle kulları arasındaki elçisi Peygamberimiz Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'e indirdiğine inanırım."13
Muhammed bin AbdulVehhab, muhaliflerinin "Ravdu'r-Reyahin" ve "Delailu'l-Hayrat" gibi kitaplara Allah'ın
13 Muhammed bin AbdulVehhab: "ed-Durer es-Sünniyye fi'l-Ecvibetin-Necdiyye" adlı kitabın "Kassım Halkına Gönderdiği Mektup" kısmından alınmıştır. Derleyen Abdurrahman b. Kâsim. Cilt:1.Sayfa:14-17
42
kitabından daha fazla önem vermelelerini inkar edip reddetmiştir. Ama Muhammed bin AbdulVahhab'ın muhalifleri Kur'an ayetlerini bile delil göstermekte cahil kaldılar.
Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab kendisine uyanlara kalplerinde Allah’ın kitabından daha kıymetli bir şey bulunmamasını emretti. Davet alimleri, davetlerine karşı gelen muhaliflerinden görüşlerini desteklemeleri için çoğu kez Kur’an ve sünnetten delil sunmalarını istiyorlardı.
İkincisi: Sünneti Nebeviyye
Sünneti Nebeviyye, İslam dininin ikinci kaynağıdır. Muhammed bin AbdulVahhab, küçüklüğünden beri okumak ve ezberlemek suretiyle Kur'an'a önem verdiği gibi, ayrıca Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in hadislerini, özellikle daha önce zikredilen meşhur seyahatleri sırasında ziyaret ettiği o ülkelerin alimlerinden öğrenmeye önem verdi.
Muhammed bin AbdulVahhab ve kendisine uyan davet alimlerinin kitaplarında Kur'an ayetlerini zikrettikten sonra bunlarla Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in hadislerini birlikte zikretmedikleri neredeyse yok denecek kadar azdır. Örneğin Muhammed bin AbdulVahhab, "İman Esasları" adlı kitabına "Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem) sünnete sarılmayı teşvik etmiştir" adıyla bir bölüm eklemiştir.
43
Muhammed bin AbdulVahhab'ın davete başlarken kendisine uyanlara kolaylık sağlaması için İbn Hacer'in "Feth'ul-Bari fi Şerhi Sahih'il-Buhari" adlı eseriyle İbn Hişam'ın "Siretu'r-Resul (sallAllahu aleyhi ve sellem)" adlı eserini özetlemesiyle Sünneti Nebeviyye'ye ne kadar önem verdiği görülür.
Davet alimleri, İmam Malik'in (rahimehUllah): "Herkesin sözü alınır veya reddedilir, ancak Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sözü bundan müstesnadır (reddedilmez)" sözünü onaylamaktadırlar.
Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'den sahih bir hadis kendilerine ulaşınca onunla amel eder, kimin sözü olursa olsun Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sözünün önüne geçirmez ve peygamberlerin en faziletlisi Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem), ümmetinin de en faziletlisinin Raşid halifeleri sonra da geri kalan ashabı olduğuna inanırlar. Yine Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in yaratılmışların en yüce mertebesi olduğuna inanırlar.
Üçüncüsü: Selefi Salihin Eserleri
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona uyan davet alimleri, kendilerine salah ve ilimle şahitlik edilen İslam ümmetinin geçmiş nesillerinden sahih olarak haber verilen eserlerine önem vermişlerdir. Muhammed bin AbdulVahhab, selefi salih alimlerinden üç kişiden çok
42
etkilenmişti. Bu alimler, Ahmed bin Hanbel, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim'dir.
İmam Ahmed bin Hanbel (Hicri 164-241):
Muhammed bin AbdulVahhab, İmam Ahmed'in dindarlığından, takvasından, mevki ve makamlardan uzak duruşundan, sünnetin üstün gelmesi için gösterdiği çabadan ve bid'atlara karşı verdiği mücadelesinden etkilenmişti.
Muhammed bin AbdulVahhab'ın hicri 10. yüzyıldan itibaren Necd bölgesinde yayılmaya başlayan İmam Ahmed bin Hanbel'in mezhebinden etkilenmesi pek tabii idi. Hanbeli mezhebi, içtihadda Kur'an ve Sünnetin etrafında toplanmaya davet etmede ve mezhep imamlarının istinbat ettikleri hükümlerle yetinilmemesi gerektiğini savunan önde gelen mezhep olmasının yanında, dindeki bid'atları reddedip inkar eden mezheplerin de en şiddetlisi idi.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab bütün bunlardan etkilenmişti. Kendilerine Kur'an ve Sünnetten bir delil belli olduktan sonra İmam Ahmed'in mezhebine aykırı doğru bir görüş ortaya çıksa, Hanbelilerin görüşüne aykırı da olsa hemen onunla amel etmeye gayret ederlerdi. Muhammed bin AbdulVahhab ve ona uyan davet alimleri, inançta Ehli Sünnet ve'l-Cemaat mezhebi üzere idiler. Üzerinde bulundukları yol, İmam Ahmed'in üzerinde bulunduğu selefin yoluydu. Muhammed bin AbdulVahhab'ın devrinde
45
yaşayanlar Allah'ın isim ve sıfatları konusunda onu kendi taraflarına çekmek için konuşmaya zorladıklarında, İmam Ahmed'in bu konudaki üslubunu kullanıp onlara şu beyitle cevap verirdi: "İbn Hanbel'in üzerinde bulunduğu büyük nimet inancıdır. Sırların ortaya çıkarılacağı günde benim de inancım odur."
Şeyhulislam İbn Teymiyye (Hicri 661-728):
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona uyan davet alimlerinin kendisinden etkilendikleri en önemli selef alimlerinden birisi de, Şeyhulİslam İbn Teymiyye'dir. Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab, İbn Teymiyye'nin kitaplarına önem vermiş, bazılarını elleriyle yazmış ve görüşlerini hayatına tatbik etmişti.
Muhammed bin AbdulVahhab Şeyhulİslam İbn Teymiyye'nin görüşlerinden çok etkilenmişti. Şeyhulİslam İbn Teymiyye'nin Hanbeli mezhebinden olması ve onun da Ahmed bin Hanbel gibi taklitçiliğe, her türlü bid'at ve şirki amellerle mücadele etmesi, Muhammed bin AbdulVahhab'ın da hoşuna gitmişti.
Şeyhulİslam İbn Teymiyye'nin tasavvufçulara, yunan felsefecilerine saldırması ve Kur'an, sünnet ve selefi salihin görüşlerine bağlı kalması gibi, Muhammed bin AbdulVahhab'ta öyle yapmıştır. Şeyhulİslam İbn Teymiyye'nin Şam diyarında pek çok cahil insanın ibadet ettiği taş ve ağacı kestiği gibi, Muhammed bin
46
AbdulVahhab'ta insanların ibadet ettikleri ağaçları kesmiş ve mezarların üzerine bina edilen türbeleri aynı gaye ile yıkmıştır.
İşte bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab ve ona uyan davet alimlerine göre en değerli kitaplar, Şeyhulİslam İbn Teymiyye ile öğrencisi İbn Kayyim'in kitapları idi.
İbn Kayyim el-Cevziyye (691-751):
İbn Kayyim el-Cevziyye, Şeyhulİslam İbn Teymiyye'nin en tanınmış öğrencilerinden birisidir. Muhammed bin AbdulVahhab, bir yandan onun zühd ve takvasından, diğer yandan onun her türlü bid'at ve şirki amellerle mücadele etmesinden etkilenmişti.
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona uyan davet alimlerinin yazdıkları kitaplarda, İbn Kayyim'in kitaplarından ve onun birçok görüşünden alıntılar içerir.
Muhammed bin AbdulVahhab'ın, İbni Kayyim'in "Zad'ul-Mead" adlı kitabını özetlemesi, onun İbn Kayyim'in kitaplarına verdiği değeri ve onlardan ne kadar etkilendiğini açıkça gösterir.
İbni Kayyim bu kitabın önsözünde la ilahe illAllah'ın anlamını gerçekleştirme konusuna değinmişti. Nitekim Muhammed bin AbdulVehhab bundan çok etkilenmiş, kitap ve risalelerinin pek çoğunda özellikle "Kitab'ut-Tevhid" adlı eserinde bu konuya ağırlık vermişti.
45
Kur'an'ı Kerim ve Allah Resulu (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sünnetinden sonra davetin ilkelerini açıklamakta dayandığı nakli esaslardan birisi olması için, zikredilen bütün bu hususların Muhammed bin AbdulVahhab'ın selefi salihin eserlerine ne kadar değer verdiğini idrak etmiş oluyoruz.14
14 Muhammed bin AbdulVehhab'ın Davetinin Hakikati, Muhammed bin Selman
48
MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB’IN DAVETİNİN İLKELERİ
Muhammed bin AbdulVahhab ile o dönemde yaşayan din alimleri arasında meydana gelen görüş ayrılıklarına neden olan onun davetinin temel ilkelerine ışık tutmaya çalışacağız. Bu görüş ayrılıklarını aşağıdaki yedi meselede sınırlandırmak mümkündür:
Tevhid, şefaat, kabir ziyaretleri, kabirlerin üzerine türbe ve kubbe gibi şeyler bina etmek, bid'atlar, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, tekfir, kital (savaş), ictihad ve taklid. Bu meselelerin hepsini tek tek tanımaya çalışacağız.
Birinci Mesele: Tevhid
Muhammed bin AbdulVahhab'ın davetinin en önemli meselesinin tevhid meselesi olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışındaki tüm meseleler ya tevhid meselesine girer ya da bu meselenin bir kolu sayılır.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab tevhidi şöyle tanımlamaktadır: "Tevhid: İbadette Allah Teala'yı birlemektir. Tevhid, Allah Teala'nın kullarına gönderdiği peygamberlerin dinidir."15
15 Kesf'uş-Şubuhat
49
(Davet İmamları) Tevhidi üç kısma ayırmaktadır:
1.Rububiyyet Tevhidi: Yaratmak, rızık vermek, diriltmek, öldürmek, kainattaki işleri idare etmek ve yağmur yağdırmak gibi fiillerde Allah Teala'yı birlemek demektir. Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in zamanındaki kafirler, Rububiyyet Tevhidini ikrar etmişler, ancak bu ikrarları, onları müslüman kılmamıştı.
Nitekim Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem) onlarla savaşmış, kanlarını ve mallarını helal kılmıştır. Rububiyyet Tevhidine delil teşkil eden ayet, Allah Teala'nın şu sözüdür:
"(Ey Peygamber! O müşriklere) de ki:Size gökten (yağmur yağdırarak) ve yerden (bitkiler yeşerterek) kim rızık veriyor? Kulaklara ve gözlere kim sahip bulunuyor? Ölüden diriyi, diriden de ölüyü kim çıkarıyor? (Yerde ve gökte olan bütün) işleri kim idare ediyor? (Sana, bütün bunları yapan) Allah’tır diyeceklerdir. O halde onlara de ki: (Başkasına ibadet ettiğiniz zaman) Allah’ın azabından sakınmıyor musunuz?"16 Bu anlamdaki ayetler pek çoktur.
2. Uluhiyyet Tevhidi: Yalvarıp yakarmak, dua etmek, adak adamak, yardım istemek, imdat dilemek ve tevekkül etmek gibi, Allah Teala'nın kullarına ibadet etmelerini emrettiği ve onlara din olarak kıldığı fiillerde Allah
16 Yunus Suresi, 31. Ayet
50
Teala'yı birlemeleri demektir. Tevhidin bu türü hakkında eskiden beri anlaşmazlık vuku bulmuştur. Kafirlerin inkar ettikleri Tevhid, Uluhiyet Tevhidi'dir. Nuh (aleyhisselam)'dan Peygamberimiz Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'e kadar olan peygamberler ile ümmetleri arasındaki düşmanlıkların vuku bulduğu tevhid, Uluhiyyet Tevhidi'dir.
Nitekim Allah Teala bu konuda şöyle buyurmuştur: "(Ey Peygamber!) Hiç şüphe yok ki sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyolundu: Allah’a (başkasını) ortak koşarsan, muhakkak ki amelin boşa gider ve mutlaka hüsrana uğrayanlardan olursun."17
3.İsim ve Sıfatlar Tevhidi: Allah Teala'nın isim ve sıfatları hakkında Kur'an ve sahih sünnette haber verilen her şeye iman etmek, Allah Teala'yı bu isim ve sıfatların gerçek anlamlarına göre vasfetmek, bu isim ve sıfatlarına keyfiyyet (nasıllık) vermemek, teşbihte bulunmamak (yarattıklarına benzetmemek), isim ve sıfatlarını te'vil etmemek veya tahrif etmemek veyahut da anlamlarını ta'til etmemek (boşa çıkarmamak) demektir.
Allah Teala'yı kendisini Kur'an'da vasfettiği gibi olduğuna inanmaktır. Nitekim Allah Teala bu konuda şöyle buyurmuştur:
"O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyle
17 Şura Suresi, 11.-12. ayetler
51
işitendir; hakkıyla görendir)."18
Davet alimlerinin Allah'ın isim ve sıfatları hakkındaki inançları budur. Bu, Ehli Sünnet ve'l-Cemaat olan selefi salihin, inançtaki mezhebidir. Davet alimlerinin selefi salihin mezhebinin hak mezhep olduğuna inandıklarından dolayı ve İslami mezhepler arasındaki ayrılıkları kışkırtıp birbirlerine düşman kılan mezhep kavgalarından uzak durmak için bu mezhebe tabi olmuşlardı.
Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet alimleri, davet çalışmalarında bu iki Tevhid (Rububiyyet ve Uluhiyyet Tevhidi) üzerinde durmuşlardır. Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet alimlerinin yazdıkları kitap ve risalelerin büyük bir kısmı, Uluhiyyet Tevhidi hakkında olmuştur. Onlarla muhalifleri olan düşmanları arasında bu meselede anlaşmazlıkların çıkmasında şaşılmaması gerekir.
Muhammed bin AbdulVahhab, Tevhid'in kalp, dil ve amelle gerçekleşmesi gerektiğine inanıyordu. Çünkü Tevhid'i bildiği halde yapmayan, Firavun ve İblis gibi kafir ve inatçıdır. Muhammed bin AbdulVahhab'ın ilim talep etmeye başlamasından itibaren Tevhid meselesiyle ilgilenmesi sonucu, bu konuda bir kitap yazmış ve "Allah'ın, Kulları Üzerindeki Hakkı Olan Tevhid Kitabı" adını vermiştir.
18 Şura Suresi, 11. ayet
52
Muhammed bin AbdulVahhab Tevhidi açıklamak, onu istekli kılıp ona teşvik etmek, şirki açıklamak ve insanları ondan sakındırmak için ayet ve hadisleri bu kitapta toplayarak bu ayet ve hadislerden delil olarak gösterilebilecek meselelere dikkat çekmiştir. Muhammed bin AbdulVahhab Tevhid Kitabı'na şu ayetle başlamıştır:
"Ben, cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım."19
Daha sonra Allah'a ibadet etmek, Tevhid ve Kelime-i Şehadet'in anlamını açıklamak ve Kelime-i Şehadeti samimi bir şekilde söyleyip, şirkten uzak duran ve Kelime-i Şehadetin gereğini yerine getirenin günahlarının bağışlanacağına dair birtakım ayet ve hadisleri sıralamıştır. Sonra Muhammed bin AbdulVahhab, bid'atlar ve bazıları şirk olan, bazıları da belayı gidermesi veya uzaklaştırması için ip ve halka bağlamak, muska ve nazarlıklar takmak, ağaç ve taşlardan bereket ummak (teberrük), Allah'tan başkasına kurban kesmek, Allah'tan başkasından yardım ve imdat dilemek, Allah'tan başkasına yalvarmak ve salih insanlar hakkında aşırıya gitmek gibi, şirke götüren birçok batıl şeyi zikretmiştir.
Muhammed bin AbdulVahhab'ın görüşlerini araştıran birisi, onun yazdığı kitap ve risaleleri ve ona tabi olan davet alimlerinin risale ve kitaplarını okumadan bu konuda
19 Zariyat Suresi, 56. ayet
53
ilmi olarak bir fikir sahibi olamaz. Aynı şekilde Muhammed bin AbdulVahhab Tevhid'i açıklamaya büyük önem verdiği gibi Tevhid'in zıddı olan şirki ve ona götüren bütün yolları da açıklamıştır. Hatta kendisi bu konuda özet olarak bir kitap yazmış ve "Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in Cahiliye Ehline Muhalefet Ettiği Meseleler" adını vermiştir.
Bu kitaba şöyle giriş yapmıştır: "Müslümanın bu meseleleri bilmesi gerekir. Bir şeyin güzel tarafını, o şeyin zıddı ortaya çıkarır. Eşyalar zıddı ile birbirinden ayırt edilir." 120 meseleyi içeren bu kitaptaki meseleleri, Muhammed bin AbdulVahhab öz ve kısa olarak zikretmiştir.
Tevhid, ibadette Allah Teala'yı birlemek olduğuna göre, ibadete şirk karışınca o ibadeti bozar ve sahibinin amelini boşa götürür. Nitekim Allah Teala bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Hiç şüphe yok ki Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışındakileri (günahları) dilediğine bağışlar."20
Muhammed bin AbdulVahhab ibadeti, ibadetin içerdiği şeyleri ve çeşitlerini şöyle tanımlar: "İbadet, Allah'ın hoşuna giden ve onun razı olduğu açık ve gizli söz ve fiilleri ifade eden ve büyük anlam içeren bir isimdir.
20 Nisa Suresi, 48. ayet
54
Yalnızca Allah'a ibadet etmeyi ifade eden ve büyük anlam içeren söz nedir? diye sorulacak olursa, derim ki: Allah'a itaat etmek, emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır. Allah'tan başkasına yapılması asla caiz olmayan ibadet çeşitleri nelerdir? diye sorulacak olursa, derim ki: Yalvarıp yakarmak, yardım istemek, kurban kesmek, adak adamak, korkmak ve ümit etmek, tevekkül etmek, tevbe etmek, sevmek, haşyet, reğbet ve rahbet, uluhiyyet (ibadet etmek), rüku (eğilmek), secde etmek, boyun eğmek ve uluhiyyet özelliklerinden olan tazim göstermektir."
Muhammed bin AbdulVahhab devamla şöyle der: "Her kim, bu ibadet çeşitlerinden herhangi birisini Allah Teala'dan başkasına yaparsa, Allah'a başkasını ortak koşmuş olur." Doğrusu yukarıda sayılan bu ibadet çeşitlerinin hepsi, Allah'tan başkasına yapılması, Uluhiyyet Tevhidi’ne ters düşer. Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab'ın davetinin hedefi, bu Tevhid'e ters düşen şirk ve putçuluğu ortadan kaldırmaktı.
Şeyhulİslam İbn Teymiyye (Allah ona rahmet etsin) Muhammed bin Abdulvehhab'ın kendisini örnek aldığı önemli birisiydi. Nitekim o bu konuda şöyle der: "Nitekim Allah Teala kitabında bu Tevhid'i açıklamış ve şirke götüren yolları keserek Allah'tan başka hiç kimseden korkulmaması, O'ndan başkasından ümit edilmemesi ve
55
ancak O'na tevekkül edilmesi gerektiğini açıklamıştır.' Muhammed bin AbdulVahhab bazı risalelerinde Allah'tan başkasına yapıldığı takdirde Uluhiyyet Tevhidi'ne ters düşen konuları detaylı bir şekilde açıklamıştır.
Örneğin bir risalesinde şöyle der: "Her kim, Allah Teala'ya gece-gündüz ibadet eder, daha sonra kabrinin yanında bir peygambere veya veliye yalvarırsa, iki ilah edinmiş olur, Allah'tan başka hakkıyla ibadet edilecek bir ilah olmadığına şehadet etmemiş olur. Çünkü kendisine dua edilen ve yalvarılan şey, ilahtır. Yine her kim, Allah için bin tane kurban keser, daha sonra da bir peygamber veya başka birisi için kurban keserse, iki tane ilah edinmiş olur. Nitekim Allah Teala bu konuda:
"De ki: Şüphesiz namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm, alemlerin Rabbi olan Allah içindir."21 buyurmuştur."
İkinci Mesele: Şefaat
Muhammed bin AbdulVahhab şefaatı, müsbet ve menfi olmak üzere iki kısma ayırır ve Şeyhulİslam İbn Teymiyye'nin bu anlamdaki sözünü aktarır. Abdurrahman bin Hasan, dedesi Muhammed bin AbdulVahhab'ın şefaat hakkındaki sözünü şöyle açıklar: "Şefaat iki türlüdür: (Birincisi): Kur'an'da menfi olan (reddedilen) şefaattir ki bu, kafir ve müşrikler için menfi olan şefaattir.
21 En’am Suresi, 162. Ayet
56
Nitekim Allah Teala bu şefaat hakkında şöyle buyurmuştur:
"Artık şefaat edicilerin şefaatı onlara fayda veremez."22
(İkincisi): Kur'an'da sabit olan şefaattır ki bu şefaat Tevhid ehline hastır. Fakat Allah Teala bu şefaatı iki şeyle sınırlı kılmıştır:
1. Allah Teala'nın şefaat eden kimseye, şefaat etmesi için izin vermesi. Nitekim Allah Teala bu konuda şöyle buyurmuştur:
"O’nun (Allah’ın) izni olmadan, O'nun katında kim şefaatedebilir?"23
2. Allah Teala’nın şefaat edilmesine izin verdiği kimseden razı olması. Nitekim Allah Teala bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Onlar (melekler), Allah’ın (şefaat edilmesine) razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler."24
Allah Teala, Tevhid ehlinden başkasına şefaat edilmesine razı olmaz. Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet alimlerinin selefi salihi örnek alarak te'yid edip doğruladıkları şefaat türlerinden birisi de Kur'an veya sahih sünnette haber verilen peygamberlerin, meleklerin,
22 Müddessir Suresi, 48. ayet 23 Bakara Suresi, 255. ayet 24 Enbiya Suresi, 28. ayet
57
evliyanın ve çocukların şefaatıdır. Bütün bunlar, Allah Teala'nın iznine ve şefaat edilen kimseden razı olmasına bağlıdır. Sana şefaat etmeleri için bunlardan şefaat talep etmen asla caiz değildir. Şefaatı ancak Allah Teala'dan talep edersin.
Davet alimleri, Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem) bile olsa onların Allah nezdinde saygın kimseler oldukları iddiasıyla ölülerden şefaat talep etmenin Allah'a ortak koşmak (şirk) olduğunu ikrar etmişlerdir. Nitekim Allah Teala Mekke’li müşriklerin diliyle onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Onu (Allah’ı) bırakıp da kendilerine birtakım dostlar edinen (müşrik)ler: 'Biz, o putlara ancak bizi Allah'a iyice yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz' derler."25
Başka bir ayette şöyle buyurmuştur:
"Onlar, Allah’ı bırakıp kendilerine zarar veya yarar veremeyen şeylere ibadet ederler ve: 'Bunlar Allah katındaki şefaatçılarımızdır' derler."26
Davet alimlerinin bu bakış açıları genel bir kaideden doğar ki o kaide de şudur: "İhtiyacını gidermesi için ölüye yalvarmak asla caiz değildir. Aksine bu, Allah'a ortak koşmaktır. En güzeli, ölüye dua etmek ve ona rahmet
25 Zümer Suresi, 3. ayet 26 Yunus Suresi, 18. ayet
58
okumaktır. Çünkü ölünün bu gibi şeylere ihtiyacı vardır. Hayatta olana gelince, gücü yettiği şeylerde ondan yardım dilemek, caizdir. Örneğin hayatta olan salih bir kimseden sana dua etmesini istemen gibi."
Davet alimleri, peygamberler, melekler, evliya ve çocukların şefaatlarını isbat noktasından hereketle Peygamberimiz Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in de kıyamet günü şefaatının olacağını ikrar etmişlerdir. Zira sahih sünnette O'nun (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in şefaatı sabittir. Bu şefaatı altı kısma ayırmaktadırlar ki bunların hepsi kıyamet günü olacaktır:
Birincisi: Büyük şefaatı
İkincisi: Cennete girmeleri için cennet ehline şefaat edecektir.
Üçüncüsü: Ümmetinden günahkar olanlara cehenneme girmemeleri için şefaat edecektir.
Dördüncüsü: Tevhid ehlinden olan günahkarları cehennemden çıkarmak için şefaat edecektir.
Beşincisi: Cennet ehlinden bazı kimseleri derecelerini yükseltmek için şefaat edecektir.
Altıncısı: Amcası Ebu Talib'den cehennem azabını hafifletmesi için şefaat edecektir. Bu şefaat, diğer kafirlere değil de sadece Ebu Talib'e hastır.
59
Muhammed bin AbdulVahhab'ın şefaat konusundaki davetine kısa bir bakışla, onun ve ona tabi olan davet alimlerinin Tevhid'i korumak, şirke götüren her türlü sebepten ve salih kimseler hakkında aşırıya gitmekten uzaklaşmak için gösterdikleri çabayı öğrenmiş olmaktayız.
Üçüncü Mesele: Kabir ziyaretleri ve kabirlerin üzerine bina yapmak
Muhammed bin AbdulVahhab ile onun muhalifleri arasında tartışma ve düşmanlıkların çıkmasına sebep olan en önemli meselenin kabir ziyaretleri ve kabirlerin üzerine bina yapma meselesi olduğunu söyleyebiliriz. Şaşılmaması gereken bir şey var ki, Muhammed bin AbdulVahhab'ın yaşadığı dönemde İslam dünyasındaki cahil insanlar, evliya ve salih kimselerin kabirlerini takdis etmeleri, onlara yönelerek ibadet etmeleri veya onlara yaklaşabilmek için ibadet çeşitlerinden herhangi birisini onlar için yapmak, yaygın olan putçuluk şekillerinden birisi haline gelmişti.
Muhammed bin AbdulVahhab bazı İslam ülkelerine seyahata çıktığında bu putçuluk şekillerinin yaygınlaştığını görmüş, gücü yettiğince bu durumu düzeltmeye azmetmişti.
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet alimlerinin yazdıkları kitapları iyice araştıran birisi, onların yazmış oldukları birçok kitap ve risalelerde bu konu üzerinde çokça durduklarını görecektir.
60
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab Tevhid Kitabı'nda başlı başına bir bölüm açmış ve Nuh (aleyhisselam)'dan beri insanların kafir olmalarının sebebinin salih kimselerin kabirlerinde aşırıya gitmek olduğunu zikretmiş, ardından salih kimsenin kabrinin yanında Allah'a ibadet edenler hakkında Allah'ın şiddetli azabını belirten başka bir bölüm açmıştır. O halde kabirde yatan salih bir kimseye ibadet edenin hali nice olur?
Sonra üçüncü bir bölüm açmış ve orada Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in Tevhid'i koruma uğruna gösterdiği çabasını belirtmiştir.
Muhammed bin AbdulVahhab başka bir yerde cahil insanların evliya ve salih kimselerin kabirlerinin yanında yaptıkları ve Uluhiyyet Tevhidi'ne tamamen ters düşen şeyleri açıklamıştır. Öyle ki bu insanlar, kabirlerde yatanlara kurban kesmek, adak adamak,onlara yalvarıp yakarmak ve onlardan medet dilemek gibi Allah'tan başkasına yapılması asla caiz olmayan şeyler yapmaktaydılar.
Nitekim Mekke'li müşrikler de putlarına böyle yapıyorlardı. Mekke'li müşrikler, Allah Teala'nın rızık veren, yaşatan ve öldüren, kainattaki işleri idare eden olduğuna iman ediyorlardı. Fakat onlar, Allah'a yakın olabilmek için bu putlara yöneliyorlardı. İşte cahil insanlar, evliya ve salih kimseler hakkında da böyle zannediyorlar.
61
Bu sebeple bu cahil insanlar da Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in döneminde düştükleri şirke düşmüş oldular. Hatta Muhammed bin AbdulVahhab kendi döneminde vuku bulan şirkin, öncekilerin (Mekke'li müşriklerin) şirkinden iki konuda daha şiddetli olduğuna inanıyordu:
Birincisi: İlk müşrikler, melekler, evliya, salih kimseler ve putlar gibi ilahlarına ancak bolluk anında ibadet ediyorlar, şiddet ve darlık zamanında ise yalnızca Allah'a ibadet ediyorlardı. Nitekim Allah Teala ilk müşrikler hakkında şöyle buyurmuştur:
"(Müşrikler gemiye bindikleri ve) dalgalar onları dağlar gibi kuşattığında (boğulma korkusuyla dehşete kapıldıkları için) dini tamamen Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar."27
Muhammed bin AbdulVahhab'ın zamanında yaşayan müşriklere gelince, onlar hem bolluk, hem de darlık anında kabirlerde yatanlara yöneliyorlardı.
İkincisi: İlk müşrikler Allah ile birlikte peygamberler, veliler ve melekler gibi Allah'a yakın olan varlıklara yalvarıyor veya Allah'a isyan etmeyen, aksine O'na itaat eden ağaçlar ve taşlar gibi varlıklara tapıyorlardı. Halbuki Muhammed bin AbdulVahhab'ın zamanında yaşayan bazı müşrikler Allah ile birlikte zinakar, hırsız ve namaz
27 Lokman Suresi, 32. ayet
62
kılmayan kimseler oldukları bilinen en fasık insanlara yalvarıyorlardı. Bunun içindir ki Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet alimleri, fıkıh usulü ilminde "Haram'a götüren her şey, haram gibidir" anlamına gelen "Seddu'z-Zeria" kaidesine sımsıkı sarılmışlardır.
Bu sebeple Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem) kabirlerin üzerine mescidler yapılmasını yasaklamıştır. Çünkü bu durum, kabirde yatanlara tazim göstermeye, ardından da onlara ibadet etmeye sebep olabilir. Aynı şekilde Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem) şirk olan kendisine tazim gösterilmesine, daha sonra da ibadet edilmesine vesile olacak kendisi hakkında aşırıya gitmeyi, kendisini gereğinden fazla methetmeyi ve kabrini ibadet edilen bir yer haline getirmeyi yasaklamıştır.
Dördüncü Mesele: Bid'atlar
Muhammed bin AbdulVahhab bazı risalelerinde dinde çıkarılan her yeniliğin bid'at olduğunu belirtmekte, kendisi ve ona tabi olan davet alimleri de dindeki bu yenilikleri bid’atlar olarak adlandırmaktadırlar. Bu konuda Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in hadisini delil göstermektedirler. Muhammed bin AbdulVahhab davete başlamasından itibaren her türlü bid'atlarla savaşmıştır. Bu sebeple, dinde bid'at olan bir çok şeyi içerdiği için "Delailu'l-Hayrat" ve "Ravd'ur-Reyahin" adlı iki kitabı okumayı öğrencilerine yasaklamıştı.
63
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet alimlerinin yazdıkları kitap ve risalelerde dine sonradan sokulan bid'atlar konusu büyük bir yer tutmuştur. Öyleki bu kitap ve risalelerde bid'atlar hakkında bir şeye rastlamamak neredeyse yok gibidir.
Nitekim bu kitap ve risaleler, İslam dinine sonradan sokulan, müslümanları gerçek ve katıksız İslam dininden kendilerini uzaklaştıran bid'atlar konusuna detaylı veya özet olarak değinmiştir. Bu bid'atların en önemlileri şunlar idi:
1. Mevlidi Nebevi’yi kutlama bid'atı:
Muhammed bin AbdulVahhab önderliğindeki davet alimleri, Mevlidi Nebevi'yi kutlamayı, dine sonradan sokulan bir bid'at olarak görmektedirler. Çünkü bu ümmetin ilk müslümanlarından bu konuda böyle birşey rivayet olunmamıştır. Bunların başında da sahabe gelmektedir. Sahabenin, Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'i bizden daha fazla sevdiklerinde hiç şüphe yoktur.
Şayet O'nun doğum gününü kutlamak hayırlı birşey olsaydı, bunu ilk önce onlar yaparlardı. Bunun yanında, bu kutlama dinin prensip ve öğretilerinden tamamen uzak olan çirkinlikler içermekte idi. Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab Riyad'ın kadısı Süleyman bin Suheym'in Mevlidi Nebevi'yi kutlama merasimine iştirak etmesine itiraz etmiş ve ona şöyle demiştir: "İnsanlar, Mevlidi
64
Nebevi'yi kutlama merasimine gidip onlara mevlid okuduğuna ve orada hazır bulunduğuna dair senin aleyhine şahitlik yapacaklardır. Oradakiler yardım etmeleri için şeyhlerini çağırdıklarını, onlardan yardım ve medet istediklerini biliyorsun. Ve sen de bu merasim için hazırlanan yemekten yiyorsun. Şayet bunun küfür olduğunu biliyorsan, nasıl olur da merasimlerine giderek bu fiillerinde onlara yardım eder ve küfür olan bu merasimlerinde hazır bulunursun."
Bu bid'atı ilk defa inkar edip reddeden sadece davet alimleri değildi. Nitekim onlardan önce Şeyhulislam İbn Teymiyye (Allah ona rahmet etsin) bu bid'atı inkar edip reddetmiş ve bu olayı, İsa (aleyhisselam)'ın doğum gününü kendilerine bayram ilan edip kutlayan hristiyanlara benzemek olarak görmüştür. Bunun da ötesinde, bu ümmetin ilk müslümanları bunu hiç yapmadılar. Şayet bunda hayır olsaydı, ilk önce onlar yaparlardı.
2. Tasavvufçuluk bid'atı:
Muhammed bin AbdulVahhab, ibadet ve halvetlerinde İslam dinine aykırı dua ve zikirler olması, içerisinde bir çok bid'at ve Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetine aykırı çeşitli yollar bulunması sebebiyle tasavvufçuluğu bozuk bir yol olarak görmüştür.
Davet alimlerinin tasavvufçuluk ve tasavvufçularla olan savaşı, işte bu noktadan başlamıştır. Zira tasavvufçuluğun
65
içerisine İslam dini ile hiç bir ilgisi olmayan çeşitli bid'atlar girmiş ve tasavvufçuluğu İslam toplumunda bozuk fırkalardan birisi haline getirmişti.
Hüseyin bin Ğannam, Muhammed bin Abdulvahhab'ın tasavvufçuluğun saçmalıklarına ve hayal ürünü şeylerine karşı çıkmasının sebebini, bu gibi şeylerin Kur'an, sünnet ve ümmetin ilk müslümanlarının izledikleri yola aykırı olmakla açıklamıştır. Gerçek şu ki Muhammed bin AbdulVahhab'ın tasavvufçuluğun bid'atlarını inkar etmesi, bu mübarek davete başladığı ilk andan itibaren ortaya çıkmıştı.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab Basra'da iken Basra'daki tarikatçılarla şianın şeyhlerine hücum etmeye başlamış ve onların bid'atlarına karşı çıkarak bu bid'atları inkar etmişti. Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab, onların eziyetlerine maruz kalmış ve -daha önce de belirtildiği gibi- onu Basra'dan çıkmak zorunda bırakmıştı.
Muhammed bin AbdulVahhab ve onun daveti, evliya ve salih kimselerin kerametlerini inkar ediyor anlamında değildir. Bunun içindir ki Muhammed bin AbdulVahhab Kassım halkına yazdığı mektupta şöyle demiştir: "Ben, evliyayı ve onların sahip oldukları kerametleri ikrar ediyorum. Ancak onlar Allah Teala’ya yapılması gereken şeylerin hiç birisini hak etmiyorlar. Allah’tan başka hiç kimsenin gücünün yetmediği şeyler, onlardan istenemez."
66
Beşinci Mesele: İyiliği Emretmek ve Kötülükten Alıkoymak
Muhammed bin AbdulVahhab'ın başlattığı selefi davetin en belirgin özelliği, davetin teorik yönü ile uygulama yönü arasında bir mesafenin olmamasıdır. Aksine prensiplerine sahip çıkan ve uygulama alanında buna sıkı sıkıya bağlı kalan selefi davet gibi başka bir İslami hareket bilinmemektedir.
Bu sebeple davetin benimsediği temel prensiplerden birisi, bu davete tabi olanlara İslam dininin emirlerini yerine getirmelerini ve yasaklarından da kaçınmalarını uygulamaya karar vermek olmuştur. İslam toplumunda yaşayan her müslümanı gücünün yettiği kadarıyla bunları uygulamakla sorumlu tutmuştur. Buna, Muhammed bin AbdulVahhab'ın daveti, "İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak" anlamına gelen "Emri bi'l-ma'ruf ve'n-nehyi ani'l-münker" adını vermiştir.
Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab, İslam şeriatıyla onun prensiplerinin gerekli kıldığı kadarıyla iyiliği emretmeyi ve kötülükten de alıkoymayı farz görmektedir. Muhammed bin Abdullatîf b. Abdurrahman b. Hasan Âl eş-Şeyh, davetin iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma nizamı hakkındaki görüşünü şöyle özetlemiştir:
"İyiliği emretme ve kötülükten alıkoymayı, her gücü yetenin, gücü nisbetince eliyle, eliyle yerine getiremiyorsa
67
diliyle, diliyle de yerine getiremiyorsa, kalbiyle yerine getirmesini farz görmekteyiz. Nitekim Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem) sahih bir hadiste şöyle buyurmuştur:
"Sizden kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, onu diliyle (söyleyerek) değiştirsin. Diliyle değiştirmeye gücü yermezse, onu kalbiyle değiştirsin (çirkin görsün).İşte bu (fiil) imanın en zayıf olanıdır."27
Gerçekte iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma nizamı, Muhammed bin AbdulVahhab ve onun davetinin ortaya çıkardığı yeni bir şey değildi. Bu, prensibi ve temeli olan İslami bir nizamdır. Nitekim İslam devletinde eskiden bir mevki vardı. Bu mevkiye "Hisbe", bu mevkinin sahibine de "Muhtesib" denilmekteydi. Bunun görevi, iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma kaidesini uygulamaktı. Muhtesib ile birlikte, insanların işlerini, genel ahlakı, ticareti, meslek sahiplerini, fiyatları, ölçüleri ve diğer şeyleri kontrol eden yardımcılar vardı.
Muhammed bin AbdulVahhab'ın daveti ibadetlere ve genel ahlak üzerine yoğunlaşmış olsa bile yukarıda zikrettiğimiz nizâm, selefi davette büyük ölçüde iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma nizâmına benziyordu. Nitekim selefi davetçiler, insanları cuma namazına gelmeye ve cemaatle namaz kılmaya yönlendirmeleri, 27 Sahih bir Hadistir. Muslim ve diğerleri rivayet etmiştir
68
insanların Ramazan ayında oruç yemelerini yasaklamaları gibi şeyleri yerine getiriyorlardı.
Ayrıca, içki içmek, bütün bozuk oyunlar ve genel olarak açıktan günah işlemek gibi, her türlü bozukluklardan toplumu korumaya çalışıyorlardı.
Muhammed bin AbdulVahhab kendisine tabi olanları iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma nizamına sıkı sıkıya bağlı kalmalarını emrediyor ve onları bu konuda Allah'ın yoluna hikmet ve güzel öğüt üzerine kurulu olan İslami yön olan Allah'ın şu emri doğrultusunda yönlendiriyordu:
"Rabbinin (dinine ve O'nun dosdoğru) yoluna, hikmet ve güzel öğütle davet et."28
Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab bir risalesinde şöyle demiştir:
"İlim ehli der ki, iyiliği emreden ve kötülükten yasaklamaya çalışanın üç şeye ihtiyacı vardır: Emretmeye ve yasaklamaya çalıştığı şeyi iyi bilmesi, emretmeye ve yasaklamaya çalıştığı şeyde yumuşak olması ve bu uğurda gelebilecek eziyetlere karşı sabırlı olması."
Muhammed bin AbdulVahhab, kendisine tabi olanları iyiliği emretme ve kötülükten alıkoymanın adabına riayet etmeye gayret etmekte, ister emir olsun, ister başkası olsun bir müslümandan kötülük sâdır olursa, kendisine yumuşak 28 Nahl Suresi, 125. Ayet
69
bir şekilde ve gizli olarak öğüt verilmesini, şayet bu öğüdü kabul etmezse, ona nasihat edecek birisinin gönderilmesini belirtmektedir. Bununla da iflah olmazsa, bu kötülük açıktan inkar edilir.
Fakat kötülüğü işleyen kimse emir ise, bunun durumu kendisinden daha yüksek makama gizli olarak bildirilir. Bu direktif, İslam ümmetini birleştirmek ve tefrikaya düşmemesi için Muhammed bin AbdulVahhab'ın gösterdiği gayret idi.
Altıncı Mesele: Tekfir (kafir sayma) ve kıtal (savaşma)
Muhammed bin AbdulVahhab'ın selefi davete, bu davetin düşmanlarına ve muhaliflerine karşı bu daveti yaymak için onu korumanın gerekli olduğuna tamamen inanıyordu. Bu sebeple o dönemde kendisine dayanacağı bir dayanak aramaya başladı. Sonunda kendisine bu dâveti savunma ve yayma sözü veren Der'iyye emiri Muhammed bin Suud'u buldu. Bu, selefi davetin kılıç zoruyla yayıldı anlamına gelmez. Doğru olan bunun tam tersidir. Bu dâvetin tarihini iyice araştıran bir kimse, böyle olduğunu görecektir.
Muhammed bin AbdulVahhab bu davetini yaymak için bir çok yola başvurdu. Cihad ve savaşmak, bu yolların son merhalesiydi. İlk olarak vaaz ve öğretme üslubuna başvurmuş, öğrencilerine dâvetin prensiplerini öğretmek
70
için her gün birden fazla ilim meclisi oluşturmuştu. Ayrıca dâvetin prensiplerini açıklamak için hitâbet üslûbuna da başvurmuştu. Yine kendisi ile çeşitli ülke halklarına yazdığı mektuplar gibi, mektuplar yazıp yollamak, o ülke âlimleri ile münâzaralar düzenlemek ve davetin hakikatini anlatan kitaplar yazmak gibi üslûplara başvurmuştu...
Muhammed bin AbdulVahhab tekfir konusunda aynen şunu söylemiştir: "Tekfîr meselesine gelince, ben Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in bildikten sonra ona küfreden, insanları onun dininden yasaklayan ve bu dinin emirlerini yerine getirenlere düşmanlık besleyenleri tekfir ediyorum (kafir sayıyorum)."
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet âlimlerinin yazdıkları risâle ve kitaplarda Kur'an, Sünnet ve selefi salihin sözlerinden deliller sunarak dâvetin bu meseledeki görüşünü açıklamış ve bu davete karşı çıkanları ikna etmeye çalışmıştır.
Muhammed bin AbdulVahhab Tevhid'in yalnızca Allah Teala’ya halis kılınmasının kalple iman, dille ikrar ve azalarla amel etmek olduğunu, bu sayılanlardan birisi ihlal edildiğinde, o şahsın müslüman olamayacağını onaylamıştır.
Muhammed bin AbdulVahhab tekfir edilmesi gerekenleri dört grupta toplamıştır:
1. Tevhidi, onun Allah Teala halis kılınması gerektiğine
71
ve ondan başkasına inanmanın şirk olduğunu bildiği halde, bunu önemsemeyen, onunla amel etmeyen, Tevhid'e girmeyen, şirki de terketmeyen kimse kafirdir.
2. Bütün bunları bildiği halde, Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in dinine küfreden, şirk ehlini öven kimse, birinci maddede sayılan kimseden daha kafirdir.
3. Tevhidi bilip ona tabi olduğu ve şirki bilip onu terkettiği halde, Tevhid’e girenden nefret edip şirk üzere kalana sevgi besleyen kimse de kafirdir. Nitekim Allah Teala bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Bu, onların, Allah'ın indirdiklerinden hoşlanmamaları sebebiyledir. Allah da onların amellerini iptal etmiştir."29
4. Bütün bunlardan kurtulduğu halde, o beldeden hicret etme imkânına sahip olduğu halde oradan hicret etmeyip yaşadığı belde halkının Tevhid ehline düşmanlık beslemesi ve onlarla savaşması sebebiyle belde halkıyla birlikte malı ve canıyla Tevhid ehline karşı savaşan kimse de kafirdir.
Yedinci Mesele: İctihad ve Taklid
Şüphesiz ki Muhammed bin AbdulVahhab'ın davetinin gerçekleştirmeye çalıştığı en önemli esaslardan birisi, Kur’an ve Sünnete uymaya, o dönemde müslümanların akıllarına hâkim olan taklit anlayışı ile savaşmaya davet
29 Muhammed Suresi, 9. ayet
72
etmek olmuştur. Bu taklid anlayışından dolayı müslümanlar, Kur'an'ı Kerim'den, Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetinden ve selefi salihin eserlerinden yüz çevirip eski imamlarını körü körüne taklid etmeye yönelmişlerdi.
Böylelikle onlar imamlarının huzurunda ölü yıkayan kimsenin önündeki cenaze haline geldiler. Bununla birlikte davet alimleri, dinin esaslarındaki mezheplerinin Ehli Sünnet ve'l-Cemaat mezhebi, amelde ise Ahmed bin Hanbel'in mezhebi olduğunu açıkça ifâde ediyorlardı. Aynı şekilde dâvet âlimleri dinin esaslarında ictihâdın olmadığını açıkça ifâde ediyorlardı.
Muhammed bin AbdulVahhab, hangi imamdan olursa olsun, amelde kendisine gelecek hak sözü kabul edeceğini, bunun dışındakileri terk edeceğini bizzat kendisi açıkça ifâde etmiştir. Fakat Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem) bunun dışındadır. Zira hak ondan hiç ayrılmazdı.
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tâbi olanların bağlı oldukları Hanbelî Mezhebi, öğrencilerini ictihada dâvet etmektedir. Aksine Hanbelî Mezhebi, ictihada dönmeye çağıran İslâmî mezheplerin ilkidir.
Bu sebeple Hanbelî mezhebinden Şeyhulİslâm İbn Teymiyye gibi becerikli müctehid âlimler çıkmıştır. Bundan dolayı Muhammed bin Abdulvahhab'ın taklidçilikle savaşması, Kur'an'a ve selefi sâlihin eserlerine
73
bakmaya davet etmesi pek tabiî idi. Öyle ki bunlara dönüp bakmadıkça ictihad etmek mümkün değildir.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab, Kur'an ve sünnetten yüz çevirmeleri ve yeni âlimlerin yazmış oldukları eserlerle uğraşmaları sebebiyle, müslümanların gerçek İslam dininden sapmış olduklarını idrak etmiştir. Bunun sebebi, insanların ictihad makamına erişilmesinin imkansız olduğuna inanmalarıdır.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab, ıslahat için taklidçilik prangasını yıkmaktan, Kur'an ve sahih sünnete dönmekten başka bir çarenin olmadığına, Kur'an'ın anlamı anlaşılmayan kitab ve sünneti de anlamak isteyene onu anlamanın imkansız bir şey olmadığına inanmıştı. Muhammed bin AbdulVahhab bir çok münasebette taklidçiliği yermiş ve onu Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in müşriklere muhalefet ettiği şeylerden saymıştır.
Nitekim bu konuda şöyle demiştir: "Müşriklerin dininin en büyük esası, taklidçilik üzerine bina olunmuştur. Bu, ilk kafirlerden son kafirlere kadar olan bütün kafirlerin en büyük kaidesidir."
Muhammed bin AbdulVahhab'ın taklitçiliğe savaş açmış olması, onun taklidin her türlüsüne ve şartlarına savaş açtığı anlamına gelmez. Fakat Muhammed bin AbdulVahhab'a göre taklidçilik, bazen haram, bazen da
74
mübah ve izin verilmiş olabilir. Buna göre, zaruri haller dışında delilleri detaylı bir şekilde bilen ve bunlardan hüküm çıkarabilen bir kimsenin taklid etmesi haramdır. Her işinde delilleri detaylı bir şekilde bilemeyen kimsenin taklid etmesi mübah ve kendisine ruhsat verilmiştir.
Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab, kendisinin taklitçiliği tamamen iptal edip yok saymakla itham edenleri yalanlamıştır. Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olanlar, amelde belirli bir mezhebe bağlı kalmışlarsa da -ki bu Ahmed bin Hanbel’in mezhebidir- fakat mezhep taassubuna girmemiş, mezhebin görüşünü kesin bir nassa tercih etmemişlerdir.
Bundan dolayı Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tabi olan davet alimleri, kendilerine göre tercih edilen görüşü onaylamak için birçok münasebette dört mezhep imamının bazı meselelerdeki görüşlerini aktardıklarını görmekteyiz. Aynı şekilde onlar, bir çok araştırmalarında değişik İslami mezheplere ait kitaplara dayanmışlardır.
Bunun içindir ki Muhammed bin AbdulVahhab şöyle demiştir: "Sonra biz, Allah’ın kitabını anlamak için elimizdeki yaygın tefsir kitaplarından yararlanıyoruz. Bizdeki bu tefsir kitaplarının en kıymetlisi İbn Cerir et-Taberi'nin tefsiridir. Onun özeti durumundaki Şafii mezhebine mensup olan İbn Kesir'in tefsiridir. Aynı şekilde Beğavi, Beydavi, Hazin, Haddad, Celaleyn ve diğer
75
tefsir kitaplarıdır. Hadisi anlamak için, Buhari'nin sahihini şerheden İbn Hacer Askalani ve Kastalani, Müslim'in sahihini şerheden Nevevi ve Cami'us –Sağir'i şerheden Münavi gibi tanınmış imamların kitaplarından yararlanıyoruz. Hadis kitaplarına, özellikle de Kütübi Sitte ve bunların şerhlerine önem veriyoruz."
Muhammed bin AbdulVahhab devamla şöyle demiştir: "(Bu ilimlerin dışında) diğer dallardaki usul, furu', kavaid, siyer, nahiv, sarf ve bütün imamların ilimleri hakkında yazılan kitaplarla da ilgileniyoruz."
Şüphesiz ki Muhammed bin AbdulVahhab'ın bu konuda sözleri bize bir çok ipucu ve veriler vermektedir ki bunların en önemlisi, bu davete tabi olan alimler, Hanbeli mezhebinin kitaplarıyla ve bu mezhebin alimlerine bir bağnazlık yapmamakta, aksine onlar kaynağı ne olursa olsun kendilerini hakka ulaştıracak her şeyle ilgilenen açık görüşlü alimlerdir.
Bu sebeple davet alimleri, yazdıkları bazı risalelerde, müctehid hak kendisine apaçık belli olduktan sonra dört mezhep imamının görüşlerine aykırı da olsa başka görüşleri tercih etmiş ve bu ictihaddan ise, bunun ictihad olduğunu ikrar etmişlerdir.
Bu sebeple Muhammed bin AbdulVahhab, Süveydî denilen şahsa yazdığı mektupta şöyle demiştir: "Ben, bir
76
tasavvufçu, fakih, kelamcı veya İbn Kayyim, Zehebi ve İbn Kesîr gibi büyük imamlardan bir imamın mezhebine dâvet etmiyorum. Aksine ben, yalnızca Allah Teâlâ'ya ibâdet etmeye ve onun hiçbir ortağının bulunmadığına dâvet ediyorum. Yine ben, ümmetinden sahâbe ile onlardan sonra gelecek olanlara kendisine sımsıkı sarılmalarını vasiyet ettiği Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetine dâvet ediyorum."
Burada belirtilmesi gereken şeylerden birisi de, Muhammed bin Abdulvahhab ve ona tâbi olan dâvet âlimlerinin Şeyhulislâm İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn Kayyim'in (Allah ikisine de rahmet etsin) görüşlerine hayranlık duymaları ve birçok görüşlerinde onlara tâbi olmalarıydı.
Fakat bu, bazı araştırmacıların iddiâ etttikleri gibi Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tâbi olan dâvet âlimlerinin Şeyhulİslâm İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn Kayyim'i taklid ettikleri anlamında değildir. Aksine bu, hakkın hak olana mutabık olmasıdır.
Taklidin anlamı, delillere bakmaksızın selef âlimlerinin bir meselede vermiş oldukları fetvâları olduğu gibi alıp kabul etmektir. Bunlara delilleriyle îmân edip iknâ olmak, taklid olarak adlandırılamaz.
Bundan dolayı dâvet âlimleri, Şeyhulİslâm İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn Kayyim'i hak olanın dışında taklid
77
etmediklerini açıkça ifâde etmişlerdir. Kaynağı ne olursa olsun, bu ikisinin dışındaki âlimlerinin sözlerini doğru buldukları zaman ona tâbi olurlardı.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab'ın oğlu Abdullah bu konuda şöyle demiştir: "Bize göre, İbn Kayyim ve hocası İbn Teymiyye Ehli Sünnet'in hak üzere olan iki âlimidir. Bu ikisinin kitapları bizim yanımızda kitapların en kıymetlisidir. Fakat biz, her meselede onları taklid etmiyoruz. Çünkü Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in sözünden başka herkesin sözü kabul edilir veya terkedilir. Bilindiği gibi biz, bir çok meselede onlara muhâlefet etmekteyiz. Bu meselelerden birisi de, bir mecliste bir lafızla üç talakın vukû bulacağını söylememizdir. Çünkü biz, bu meselede dört mezhep imamının dediklerine uyarız."
Muhammed bin AbdulVahhab ve ona tâbi olan dâvet âlimleri -daha önce de belirtildiği gibi-, amelde İmam Ahmed'in mezhebine tâbi olduklarından dolayı, dört mezhebin dışındaki diğer mezheplerin bir ölçüsü olmadığı için dört mezhep imamından herhangi birisini taklid edene itiraz etmemişlerdir.
Nitekim Muhammed bin AbdulVahhab bunu, adı geçen risalesinde belirtmiştir.30
30 Muhammed bin AbdulVahhab'ın Davetinin Hakikati, Muhammed ibn Selman
78
ŞEYH MUHAMMED BİN ABDULVAHHAB'A KİMLER DÜŞMANLIK EDİYOR?
Şeyh AbdilAziz bin Baz şöyle der: "Düşmanlık edip husumet besleyenler iki kısımdır:
1-İlim ve din adına ona düşmanlık edenler.
2-Siyasi sebeplerle düşmanlık edenler ama bunu ilim ve din kisvesiyle gizleyenler.
Bunlar Üstad'a düşmanlıklarını ortaya koyan alimlerin husumetini istismar ettiler ve: "O hak üzere değildir; şöyledir, böyledir" dediler. Üstad ise davete devamla şüpheleri izale etti, delillerini açıkladı ve insanları Kitab ve Sünnet temelli hakikatlara yöneltti. Onun için bazen "Haricidir" diyorlar, bazen de "İcmayı bırakıp mutlak ictihad sahibi olduğunu iddia ediyor, kendisinden önceki alimler ve fakihleri önemsemiyor" diyorlar, bazen de başka şeylerle iftira ediyorlardı.
Böyle yapanların bir kısmı ilimlerinin azlığından bunları söylüyor, bazıları da başkalarının sözlerine kapılıyordu. Diğer bir kısmı da makamlarını kaybetmekten korktuklarından siyasi sebeplerle düşmanlık gösteriyor,
79
ama bunu, İslam ve din ile örtüyor, sözleri çarpıtıp saptıranların değerlendirmelerini kendilerine mesned ediniyorlardı. Hasım olanları esasında üç kısma ayırmak daha doğru olur:
Birincisi, hakkı batıl, batılı hak gören şaşkın alimler. Bunlar kabirlerin üzerine türbe yapmayı, üzerlerine mescid inşa edilmesini, Allah dışında onlara dua edilip yardım dilenmesini ve benzeri şeyleri din ve doğru şey olarak kabul edip inanırlar. Bunları kabul etmeyenlerin de salihlere, velilere buğzettiklerini, dolayısıyla cihad edilmesi gereken düşmanlar olduklarını düşünürler.
İkinci kısım, ilim ehli olup bu zatın durumunu bilmeyen, davet ettiği şey hakkında doğru bilgiye sahip olmayan fakat başkalarını taklid edip şaşkın saptırıcıların onun hakkında söylediklerine inanan; evliyaya, enbiyaya buğzettiği, onlara düşman olduğu, velilerin kerametlerini inkar ettiği şeklindeki suçlamalarında doğru söylediklerini sananlardır. Bunlar da Üstadı kınayıp, davetini yerdiler ve ondan yüz çevirdiler.
Üçüncü kısım ise, mansıb ve makamlarını kaybetmekten korkanlardır. Bunlar İslam davetine yardımcı olanların ellerinin kendilerine uzanıp, makamlarından alaşağı edileceğinden ve beldelerinin ellerinden alınacağından korkarak düşmanlık yapanlardır."31
31 Muhammed bin AbdulVahhab, Daveti ve Hayatı, AbdulAziz bin Baz
80
ŞEYH HAKKINDA YALAN VE İFTİRALARLA DOLU OLAN "İNGİLİZ CASUSUNUN İTİRAFLARI" KİTABININ MAHİYETİ NEDİR?
Hüseyin Hilmi Işık bu kitabı İstanbul'da 1991 yılında M.Sıddık Gümüş takma adını kullanarak tercüme etmiş ve kitap Hakikat Kitabevi tarafından basılmıştır. Bu baskıda hangi dilden tercüme edildiğine dair bir bilgi verilmemiştir. Bilahare kitap arapçaya, ingilizceye ve almancaya tercüme edilip aynı yayınevi tarafından yayınlanmıştır.
Kitabın türkçe olarak başka yayınevleri tarafından yayınlanan baskılarında farklı ve birbiri ile çelişkili kısımlar vardır. Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab'ın şianın sapıklığına inandığı halde, kitaptaki şiileri öven ifadelerin çokça olması bu kitabın kimler tarafından ve hangi maksatla yazıldığının ipuçlarını vermektedir aslında. Peki bu kitabın aslı hangi dildedir? Yukarıda beyan ettiğimiz gibi M.Sıddık Gümüş tarafından böyle bir açıklama yoktur.
Bu kitap hicri 1359 veya 1361 (1940-1942 miladi) senesinde Tahran'da "Hatırat-ı Hempher" isminde Muhsin
81
Müeyyidi tarafından farsça olarak basılıp ilk defa tarih sahnesine çıkmıştır. Görünen o dur ki selef akidesine düşmanlık yapanların "bu çok önemli" kaynağı refarans göstermemeleri kitabın unutulmuş veya uzun seneler pek yankı bulmamış olduğunu göstermektedir.
Daha sonraları 1980'li yıllarda muhtemelen şiilerin Hac'ta Suudi emniyet güçleriyle kanlı çatışmalarından etkilenerek değişik versiyonlarda yeniden basılıp piyasaya sürülmüştür, hakeza farsça olarak.
Şii afganlıların pek kitap okumadıkları ve dindar olmadıkları halde bu kitabı elden ele dolaştırdıklarını ve sünni afganlılara: "Bak siz sünniler ne haltlar karıştırıyorsunuz!" dercesine birbirleriyle tartıştıklarını gördüm. Afgan şiileri de farsça konuşur, demek ki bu kitap şii farslılarda bir "manifesto" gibi elden ele dolaştırılıp her zaman okunuyor.
Bence bu kitap sünniliğe tepki olarak kaleme alınmıştır, zira Muhammed bin AbdulVahhab hanbeli/selefi olarak şiilerce koyu sünnidir, lakin bu kitabı türkçeye çevirenler bunu anlamamış veya anlamak istememişler ve dolaylı yoldan sünnilik aleyhine şiiliğe hizmet etmişlerdir.
Mezkur kitabın içeriğine göre Hempher bir ingiliz casusudur ve icraat bölgesi Arabistan'dır, peki bu kitabın ilk tarih sahnesine çıkışı ingilizce veya en azından arapça olması gerekirken niye farsçadır?
82
İslam'a ve müslümanlara zarar vermek için uzmanlaşmış müsteşrikler bile kitaplarını kendilerine güvenemeyerek ve gülünç duruma düşmemek için kendi dillerinde yazarlar, zira genelde anadili hariç sonradan öğrenilen bir dilde hata yapmamak mümkün değildir.
Mesela meşhur müsteşrik İgnaz Goldzieher kitaplarını almanca yazmaktadır. Bu adamın "Tefsir Ekolleri" kitabı bir arap tarafından arapçaya çevrilmiş, bir şii hayranı ve mu'tezili olan Mustafa İslamoğlu'da bu alanda İslam alimlerinin kitabı yokmuş gibi "İslam'da Tefsir Ekolleri" olarak türkçeye çevirmiş ve yayınlamıştır.
Enteresan bir tefavuktur ki ingiliz casusu kitabı yine Mustafa İslamoğlu'na yakın bir dostumuz tarafından elimize ulaştırılmıştır. Bu arkadaşımıza: "Mustafa İslamoğlu hadis inkarcısıdır!" dediğimizde bize darılmıştı, daha sonraları bunu kendisininde anladığını öğrendim, bu arkadaşımız çok samimidir ve ben kendisini Allah için seviyorum, duam onun selef akidesine intisab etmesidir.
Konumuza geri dönecek olursak: İngiliz casus Hempher sadece bir ajandır ve konunun uzmanı müsteşriklerin bile göze alamadığı yabancı bir dille bir kitap yazması ihtimal dışıdır, dolayısıyla bu kitabın aslı ingilizce olması gerekmektedir. Ama aşağıda görüleceği gibi bu kitabın aslı farsçadır ve orijinal ingilizce metin piyasada yoktur. (Sonradan Hakikat Yayınevi tarafından ingilizceye çevrilen
83
malzemeyi kasdetmiyorum, farsça tercümenin sözde baz aldığı 18. yüzyıl ingilizcesiyle yazılmış orijinal metni kastediyorum, zaten mezkur yayınevinin bu dillere çevirileri, okulda yabancı dil ögrenmiş acemiler tarafından yapılmış basit tercümelerdir.)
Mezkur kitabın Nehir Yayınları tarafından yayınlanan bir baskısının kapağında, içindeki bilgilerin başka kaynaklarda bulunmadığını yazmaları veya yazmak mecburiyetinde kalmaları dediklerimizi adeta doğrulamaktadır. Aynı baskıda şöyle bir detay gözünüze çarpar:
[Yayıncının Notu: "Hatırat-ı Hampher Casus-ı İngilisi Der Memalik-i İslami" adıyla, Dr. Muhsin Müeyyidi tarafından Farsça'ya çevrilen bu eseri, Farsça baskısından Türkçe'ye Nevzat Göktaş çevirdi. Türkçe (Orijinal Dili:İngilizce. Nehir Yayınları) İstanbul, 1995]
Yukarıda 1940'lı yıllarda casus kitabının yazarının Muhsin Müeyyidi olduğunu öğrenmiştik (sadece muhterem Müeyyidi'nin doktor olduğu gözümüzden kaçmış). Ama bu baskıda eserin orijinalinin ingilizceden farsçaya çevrilmiş olduğu ve farsçadan türkçeye çevrilmiş olduğu ifade edilmiştir, Hüseyin Hilmi Işık/M.Sıddık Gümüş tarafından yapılan tercümede bu ayrıntı yoktur.
Demek ki farsça olarak basılan nüsha bir tercümeymiş. Peki bu orijinal 18. yüzyıl ingilizcesiyle yazılan elyazma nerededir? Muhsin Müeyyidi bu orijinal belgeye ulaşıp
84
tercüme ettiyse bir aslının olması gerekir. Tercüme edip imha etmiştir denilebilir. Oysa iddialarını doğrulamak için ileride önemli olacak bu delili imha etmesi bir yana çok çok iyi saklaması gerekirdi. Zira şia sözde tercümeyle övündüğü gibi "sünnilerin pisliklerini ifşa ediyoruz" dercesine orijinal belge ile de övünebilirdi.
Peki Müeyyidi bu çok gizli ve Dünya'da kendisinden başka kimsenin bilmediği ve görmediği kitaba nasıl ulaşmış ve varsa aslı neden sır gibi saklanmıştır? Ebu'l Haris isminde bir müslüman dünya bilgi bankalarındaki kütübhaneleri ve nadir kitap listelerini taratmış ve bu kitapla alakalı herhangi bir buluntuya rastlamamıştır. Mevcut olan farsça ve türkçe tercümeler hariç.
Düşünebiliyor musunuz, milyonlarca veya milyarlarca belge bilgisayar ortamında aranıyor ve herhangi bir orijinal dökümana rastlanılmıyor? Ama mesela Lorans gibi başka ajanlarla alakalı herşeyi bulmak mümkün. On yıllar önce bu imkanlar olmadığı için herhangi bir yerde bir belge gözden kaçmış olabilirdi. Ama günümüzde 3 milyar net sitesinin olduğunu ve bu sitelerin içlerinde yüzlerce hatta binlerce sayfaların olduğunu, arama makinalarının size kısa bir anda aradığınız bilgiyi ulaştırdığını düşünün.
Emin olun ki ajan Hempher'in yazdığı orijinal elyazma ingilizce bir metin olsa bu anında elinizdeydi ki böyle bir döküman yoktur.
85
Bu uydurmaların yazarı bizzat Muhsin Müeyyidi'dir ve bu yalanlara çanak tutanlardır.
Zaten kitabın dili 1700'lü yıllarda bir ingiliz casusunun konuşma veya yazma dili olamayacağı ingilizceyi iyi bilenler tarafından beyan edilmiş, yakın doğu tarzında ifadelerin yer aldığı, ağdalı bir dil kullanıldığı için ancak bu mıntıka insanı tarafından kaleme alınabileceği ifade edilmiştir.
İstanbul'da Hakikat Yayınevi tarafından ingilizce ve almanca olarak basılanlar ise türkçe tercümeden veya farsçadan bu dillere çevrilmiştir.Yani kitabın orijinal ingilizce nüshası dünya çapında arandığı halde yoktur. Bir hocamızın yayınevini arayıp bu kitabın orijinalinin bir kopyasını istediği halde olumsuz cevab alması, yayınevlerinde de böyle bir belgenin olmadığını gösterir.
Oysa 1400 senelik İslam tarihinde kütübhanelerde ve müzelerde bir çok orijinal elyazma belgeler mevcudtur. Hatta o kadar ki çoğu basılmamıştır bile. Bu sebepten dolayı 250-300 senelik olan bir eserin orijinalini bulmak pek zor olmasa gerekir.
Mezkur kitapta uydurulan şeylerin bir dayanakları olmadığı gibi, Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab'ın yazdığı eserlerde bu uydurmalara işaret eden bir iz yoktur. Mesela Şeyhin mut'a nikahı yaptığı, içki içtiği, sahabeleri kötülediği vs. gibi.
86
Şeyh hakkında bu yalanları söyleyen şia bunları gayet iyi biliyor. Tapınaklarının önlerinde zinaları için geçici nikah yaptıklarını ve özel günlerinde sahabeye sövüp la'net okudukları vs.. İmam Şafii der ki: "Şiiler kadar yalancı insanlar görmedim." Nasıl olmasın ki, şiilerin inançlarının onda dokuzu takiyyedir/yalandır.
Bilindiği gibi uydurulan şeyin bir hududu yoktur. Hedefi okuyucunun ve dinleyicinin zihnini bulandırmaktır. Şeyh Muhammed bin AbdulVahhab'ın davetine hücum ederek yazı yazanlar onun yazdığı kitaplardan hiçbirini okumamışlardır.
Ne tevhid, ne akide, ne fıkıh ve ahkamda, ne de tefsir ve siyerde. Hatta onun söylediği bir sözü müzakere dahi etmemişlerdir. Zira hevaları onları kör etmiştir.
87
"İNGİLİZ CASUSUNUN İTİRAFLARI" KİTABININ İÇERİĞİNDEN BAZI YALANLAR
Bu kitabın miladi 20. asırdan önce yazılmış olamayacağına ve tarihle uyuşmayan yalanlarla dolu olduğuna bir kaç örnek verebiliriz:
Ajan Hempher "Rasputin" isminde bir oğlundan bahseder. Oysa tarih sahnesinde bu isim ilk defa çarlık Rusya'sında 1869-1916 miladi yıllarında yaşamış, mistik şarlatanlık yapıp çarın oğlunu tedavi edip güya şifa bulmasını sağlayıp sarayda kendine yer edinmiş ve bir çok gayri ahlaki olaylarda ismi geçmiş bir zavallıya aittir ve “ahlaksız“ anlamına gelir.
Zavallı diyorum, zira zamanı dolduğunda defteri dürülüp, vurulup, buzlu Volga nehrine atılmıştır. Ajan Hempher'in yaşadığı dönemi, Muhammed bin AbdulVahhab'ın doğumundan ölümüne kadar ki zaman dilimini baz alırsak (1703-1791 seneleridir) "Rasputin" denen adam neredeyse birbuçuk asır sonra tarih sahnesindedir. Öte yandan hiçbir insan kafir olsun müşrik olsun farketmez oğluna "ahlaksız" manasına gelen bir isim koymaz.
89
Bu da casus kitabının yazarı Müeyyidi'nin tarih bilgisinden ve genel kültürden ne derece yoksun bir yalancı ve aynı Rasputin gibi bir zavallı olduğunu göstermektedir. İstanbul'daki mütercimlerimiz de onun mislidirler.
Başka bir yalan: Kitabın başka bir yerinde ajan Hempher Osmanlı için "Hasta Adam" tabirini kullanmaktadır. Oysa Osmanlı'yı böyle bir isimle anmak 1700'lü yılların ortasında kesinlikle bilinmemekte ve kullanılmamaktaydı.
Rus çar I.Nikola 1852'de ingiliz büyükelçisine: (Osmanlı'yı kasdederek): "Kollarımızda hasta bir adam var…" demiş ve bu lakab Avrupa'da meşhur olup kullanılmaya başlanmıştır.
Türkçe tercümesinin önsözünden bir yalan: M.Sıddık Gümüş kitabın önsözünde "Müstemlekeler Nezâreti" (ing. Minister of Colonies, mezkur kitabın ingilizce tercümesinden) 1713'te ajan Hempher'i Arabistan'a yolladığını ve onun da Basra'da Muhammed bin AbdulVahhab'ı 14 yaşında "avladığını" yazar. Öncelikle miladi 1713'te Muhammed bin AbdulVahhab 9-10 yaşlarındadır ve 1722 senesinden evvel hiç Necid mıntıkasından dışarıya çıkmamıştır. Dolayısıyla Hempher onu 1713'te Basra'da "avlamış" olamaz, burda avlanmış olan olsa olsa önsözün yazarıdır.
İlaveten Müstemlekeler Nezâreti (ing. Minister of Colonies) 1801 senesinden sonra icraatlarına başlamış ve
90
1884 yılından sonra bu isim altında anılmaya başlanmıştır. Yani Hempher'in güya yaşadığı 1700'lü yıllarda böyle bir bakanlık (eski dildeki "nezâretin" günümüzdeki karşılığıdır) daha kurulmamıştır. Zira İngiltere'nin sömürgecilik tarihi 1875 yıllarından sonra başlamış ve 1700'lü yıllarda dünya çapında daha pek rol oynayamamıştır.
Maalesef casus kitabı yazarımız ve mütercimlerimiz "tarihe ve doğruluğa sadık kalma" dağıtılırken pek nasibini alamamışlardır.
Bu zikrettiğimiz örnekler her ne kadar tüm kitabın uydurma olduğunu düşünsekte bizim gözümüze ilk etapta çarpan yalanlardır. Acaba gözümüzden kaçan böyle bariz daha kaç tane yalan bu kitapta vardır?
Aslında verdiğimiz örnekler bir bardak temiz suya atılan bir kaç damla kanın tüm suyu necis ettiği gibi kitabın kirliliği için yeterlidir.