iltasyazilim
FD Üye
MÜRŞİDE TESLİMİYET KÖLELIK Mİ?
Tasavvufa dıştan bakanların anlamakta zorluk çektikleri bir mesele de mürşide teslimiyettir Özellikle tasavvuf ehlinin müridmürşid ilişkisine, ölü ve yıkayıcısı ilişkisini örnek göstermeleri itirazlara sebep olmaktadır
Tasavvuftaki mürşide teslimiyetin karakteri ve sınırları gerçekten nedir? Bu teslimiyetin insan iradesinin reddi anlamına geldiğini söyleyenler haklı olabilir mi?
Tasavvuf adabıyla ilgili birazcık kitap karıştıranlar şu ifadeyi mutlaka okumuşlardır: “Bir mürid, mürşidine hiç itirazsız teslim olmalıdır Böylece oysa, bir ölü, yıkayıcısına nasıl hiç itiraz etmez, ne tarafa çevirse dönerse, mürid de mürşidine karşısında böyle olmalıdır Mürşidine ‘niçin? ’ ‘niçin? ’ diye itiraz eden kimse maksadına eremez
Fiilen de bütün tasavvuf kollarında mürşidler, müridlerinden bu manada bir teslimiyet isterler Fakat böyle bir teslimiyet anlayışı eleştirilmekte ve şöyle itiraz gelmektedir:
“Mürşid de olsa, bir insana bu derecede teslim elde etmek içten olabilir mi?
Böyle bir teslimiyetin dinde yeri, terbiyede gereği var mıdır?
Bu şart, insan hürriyetini yok etmek ve birilerinin esaretine girmek yok midir?
Allah ve Rasulü ’nden diğer emirlerine itiraz edilmeyecek kimse var mıdır?
Mürşid hiç şaşmaz mı?
Yanılırsa, onu ikaz etmek ve yanlışını kullanmak gerekmez mi?
Böyle yapan bir kimse niçin manevi terbiyede yolda kalsın?
Esas teslim olunan Ulu Allah ’tır
Gerçekte, Ulu Marifetli ’dan diğer hiç kimsenin insanları kendisine itaat etmeye gösteri yetkisi ve görevi yoktur Her emrine uyulacak, her hükmünde teslim olunacak tek varlık, alemlerin sahibi Ulu Allah ’tır Hiç bir peygamber de kendi şahsından kaynaklanan bir sebep ve yetkiyle insanlara bir şeyi emretme ya da ambargo yetkisine sahip değildir Lakin peygamberi Yüce Allah davetle görevlendirip halkın arasına gönderdiği süre, konumu, yetkisi ve halk müziği üzerindeki etkisi değişir
Kur ’lahza ’da belirtildiği gibi, Allah ’ın gönderdiği peygambere itaat eden kimse, bizzat Allah ’a itaat etmiş olur Ona ayaklanma eden de Allah ’a isyan etmiş olur (Nisa80) Hz Peygamber AS ’a uymadan hiç kimse Allah ’ın rızasına ulaşamaz Onu annebabası dahil tüm insanlardan daha fazla sevmeyen kimse bütün mümin de olamaz (Buharî, Müslim) Onun öğrettiği dine sadece kalbiyle değil, bütün his ve hevesiyle, içi ve dışıyla uymayan kimse reel mümin sıfatını alamaz (Begavî, İbnu Asım, İbnu Recep) Çünkü Hz Peygamber AS Allah ’a dışarı giden yolun kılavuzu, bu yolda insanların terbiyecisi ve sahibidir Her hükmü Cenabı Hakk ’ın hükmü yerindedir Onu insanlığın önüne koyan Ulu Allah ’tır “Bu peygamberime uyun oysa, benim muhabbetime, rızama ve cennetime ulaşın! diyen de bizzat Yüce Allah ’tır
İçi ve dışıyla Hakk ’a teslim olan kimse, Allahu Tealâ ’dan başka her şeyin köleliğinden kurtulur, hür olur, kalbi Allah ile rahat, ilâhi aşk ile yaşam bulur Hakk ’a itiraz eden kimse ise, iradesini nefsinin eline vermiş olur Bundan daha sonra o kimse kendisini serbest irade ve bağımsızlık sahibi görse de, gerçekten bütün yaptıkları bir değişiklik köleliktir Çünkü bu kimse, aralıksız nefsine köle, şehvetine tutsak, midesine hizmetçi, maddeye bekçi, insanların aferin ve alkışına bağımlı bir halde hayat sürmektedir Böyle bir hayat haysiyet ve hürriyet değil, tam manası ile zillet ve köleliktir Esas hürriyet, Ulu Allah ’tan başka hiç bir varlığa kulluk yapmamaktır
Mürşidin yetkisi ve konumu
Kâmil mürşidin vazifesi, güzel ahlâkı temsilcilik ve tatbiktir Onun tek hedefi ilâhi hükümleri en hoş şekilde uygulamak, korumak ve yaşatmaktır Buna dini ihya etmek denir
Mürşid, Ulu Allah ’ın dostudur Bu sıfatıyla vazifesi, isteyenlere Allah ’ın dostluğunu öğretmektir O bununla birlikte ümmeti nezaket işinde Hz Peygamber AS ’ın vekili ve vârisidir Bu sıfatıyla vazifesi kalpleri Allah ’a bağlantı kurmak, gönülleri kötü ahlâktan temizlemek, insanı Allah ’ın edebiyle edeplendirmek, nefsin, şeytanın, eşyanın ve dünyanın esaretinden kurtarıp hakiki hürriyete kavuşturmaktır
Kâmil mürşid, bu sıfat ve vazifeleriyle dünyada en manâlı işi yürütmektedir Hangi iş insanın Marifetli ’sına yönelmesinden daha manâlı olabilir? İşte bu büyük işi yürüten insana karşı vazifemizi şu ayet belirlemektedir:
“Ey iman edenler! Allah ’a itaat edin Peygamber ’e ve içinizden (Allah ’ın yapmanızı istediği) işlerinizi yürüten önder ve idarecilerinize de itaat edin (Nisa59)
Keza, Hz Peygamber AS ’ın şu uyarıları da bizim için bağlayıcıdır:
“Başınızdaki kimse gözü kör, ayağı topal, rengi siyah bir köle de olsa, sizi Allah ’ın Kitabı ’na tarafından sevk ve idare ettiği sürece onun sözünü dinleyip emirlerine itaat edin (Buharî, Müslim, Nesaî)
“Bana itaat eden Allah ’a itaat etmiş olur Bana ayaklanma eden de Allah ’a isyan etmiş olur Benim emirime (dini işlerinizi yürüten imamınıza) itaat eden bana itaat etmiş olur Ona isyan eden de bana isyan etmiş olur (Buharî, Nesaî)
Şu halde, sahiden peygamber vârisi, bilgin, arif, kâmil bir mürşide bağlı olmak, fiilen Allah ve Rasulü ’ne emrindeki olmaktır
Teslim olunacak kimseyi iyi tanımalıdır
Gafile uyanın kalbi uyanmaz Cahile dert açanın derdi dinmez İşinin ehli olmayan hekim insanı samimi olarak eder Sahte mürşid de imandan eder Birisi dünyayı, diğeri ahireti mahvolmuş eder O halde hak yolunda peşine düşülen kimseyi iyi tanımalı, manevi edep için ehli olmayan kimseye yanaşmamalıdır
Kâmil mürşid, her şeyden önce kendisi terbiye olmuş kimsedir Hem insanları terbiye için izinli ve ehliyetlidir Çünkü kendisi ehliyetli bir üstadın elinde terbiye görmüş, takva ve edeple süslenmiş, hak yolunda imamlık vasfını elde etmiştir Allahu Tealâ onu kendi yolunda rehber, misal ve tanık yapmıştır Önüne Kur ’an ve Sünnet ’i koymuş, insanları onlardaki gerçeklere davet görevi vermiştir
Çare için teslim elde etmek şarttır
Allah ’ın dostu olmak isteyen kimse, bunun gereğini yapmalıdır Bu yola giren kimseye tasavvufta mürid denir Ilk aşamada mürid, ölümcül bir hastalığa yakalanmış hasta gibi düşünülür Böyle bir hastaya ne lazımsa, müride de o lazımdır
Eğer ağır bir hasta şifa bulmak istiyorsa, aklını kullanıp kendisini ehil bir doktora teslim etmelidir Hasta şunu bilmelidir oysa, kendi aklı ve tecrübesiyle ya da eline alıp okuyacağı tıp kitapları ile bu hastalığı tedavi etmesi mümkün değildir
Bu durumda aleyhinde iki seçenek vardır: Ya data, deneyim ve ehliyeti kanıt edilmiş bir doktora gidip teslim olacak ve her ne derse yerine getirecek ya da bu hastalığı çeke çeke ölecek Şüphesiz hafıza ve insaf doktora teslim olmayı seçer Çünkü bu teslimiyette sağlık durumu, hayat ve kolaylık vardır Kendi bildiğini yapmakta ise felaket, acı ve bıkkınlık vardır Böyle bir teslimiyet, aklını bir kenara vazgeçmek değil, aklını iyi kullanmaktır
Terbiye için mürşide teslim olmak da tıpkı böyledir Çünkü müridin kalbi hasta, gönlü zarar görmüş, vicdanı can sıkıntısı içindedir Kalbi, geflet, günahlara meyil, şehvetine düşkünlük, gurur, kendini beğenme, haset, gösteriş, fazla dünya sevgisi, düşüncesiz rızk endişesi, geçim kaygısı, ölüm korkusu, ibadetlere aleyhinde tembellik gibi manevi hastalıklarla hastadır Gönlü, Yüce Yaratıcısı ’nı unutup eşyaya bağlandığı için yaralıdır Vicdanı ise, içine düştüğü bu halden devamlı can sıkıntısı çekmektedir Çünkü bu dertler karşı aklı aciz kalmaktadır Nefsi her gün derdine dert katmakta, aralıksız hastalıkları artmaktadır Kendi önlem ve tecrübeleri tedavi için yetmemektedir Günler geçmekte, fakat hastalıkları geçmemektedir Bu durumda, aklı olan ne yapmalıdır?
Bu kimsenin de önünde iki seçenek vardır: Ya aklını kullanıp bu işin ehli bir mürşide gidip teslim olacak; onun önlem ve tedavi tecrübesine uyup manevi dertlerinden kurtulacak ya da bu hastalıklar içinde ölüp mahcup ve perişan bir şekilde Ulu Allah ’ın huzuruna çıkacak Kesinlikle fikir, vicdan ve tecrübe, böyle bir hastanın da bu işin ehline teslim olmasını ister Zaten Kur ’lahza ve Sünnet bunu emreder Sayısız tercübe ve görülüp yaşanmış olaylar da bunun reel olduğunu kanıt eder
Mevcut hastalığını kabul etmeyen, mütehassıs doktoruna güvenmeyen, tanımlama edilen usulde ilaçlarını içmeyen, kendi keyfine göre hareket eden kimse, maddeselmanevi hiç bir hastalığından kurtulamaz Böyle bir hasta kalkıp da ‘aklım bana yeter, ben doktor filan tanımam, kimseye teslim olmam, istediğim gibi yaşarım! ’ derse, ona akıllı değil, belki deli denir
Teslimiyet akıl ister
Arifler der ki:
Kâmil mürşide bütün teslimiyet aniden olmaz İnsan, kalbi nurlandıkça, nefsini ve şeytanı tanıdıkça, iyiyi kötüyü seçtikçe, yani akıllandıkça, Allah ’a giden yolda Allah dostuna teslim olur Mürid, zaman içinde mürşidini reel haliyle tanır Bu tanınma bir ömür sürebilir Bu yolda candan sabreden kimse sonuçta sevinir, Allah sevgisini bulur, kalbi bu sevgi ile refah bulur Düzensiz hali toplanır, ibadetlere sarılır, günahlardan uzaklaşır, bütün manevi hastalıklardan kurtulur İşte o süre hakkıyla ve tadıyla Ulu Rabbine kulluk edebilir Buna ihsan makamı denir Bu hedefe ulaşmak için rehberine bütün teslim olanlar fazla eksik olduğu için, bu makama çıkanlar da çok azdır Herkesin bu yolda nasibi, iman, sadakat, edep ve gayretine göredir Fakat, Allahu Tealâ dilediği kullarına bol ihsan ve ikramlarda bulunur
Allah dostları, “biz peygamber gibi masumuz, hiçbir kusur ve noksanımız yoktur, her sözümüz ayet ve hadis gibidir demezler Onlar, açık ve mertçe Hz Ebu Bekir RA Efendimiz ’in halife seçildiği gün, Ashabı Kiram ’a söylediği şu sözü söylerler:
“Ben Allah ve Rasulü ’ne itaat ettiğim ve size hakkı emrettiğim sürece bana itaat ediniz Çünkü bu durumda bana itaati sizden Allahu Tealâ istiyor Ben adalet çizgiden ayrılırsam, artık kimsenin bana itaat etmesi gerekmez (İbnu Kesir)
Dilaver Selvi
*
Tasavvufa dıştan bakanların anlamakta zorluk çektikleri bir mesele de mürşide teslimiyettir Özellikle tasavvuf ehlinin müridmürşid ilişkisine, ölü ve yıkayıcısı ilişkisini örnek göstermeleri itirazlara sebep olmaktadır
Tasavvuftaki mürşide teslimiyetin karakteri ve sınırları gerçekten nedir? Bu teslimiyetin insan iradesinin reddi anlamına geldiğini söyleyenler haklı olabilir mi?
Tasavvuf adabıyla ilgili birazcık kitap karıştıranlar şu ifadeyi mutlaka okumuşlardır: “Bir mürid, mürşidine hiç itirazsız teslim olmalıdır Böylece oysa, bir ölü, yıkayıcısına nasıl hiç itiraz etmez, ne tarafa çevirse dönerse, mürid de mürşidine karşısında böyle olmalıdır Mürşidine ‘niçin? ’ ‘niçin? ’ diye itiraz eden kimse maksadına eremez
Fiilen de bütün tasavvuf kollarında mürşidler, müridlerinden bu manada bir teslimiyet isterler Fakat böyle bir teslimiyet anlayışı eleştirilmekte ve şöyle itiraz gelmektedir:
“Mürşid de olsa, bir insana bu derecede teslim elde etmek içten olabilir mi?
Böyle bir teslimiyetin dinde yeri, terbiyede gereği var mıdır?
Bu şart, insan hürriyetini yok etmek ve birilerinin esaretine girmek yok midir?
Allah ve Rasulü ’nden diğer emirlerine itiraz edilmeyecek kimse var mıdır?
Mürşid hiç şaşmaz mı?
Yanılırsa, onu ikaz etmek ve yanlışını kullanmak gerekmez mi?
Böyle yapan bir kimse niçin manevi terbiyede yolda kalsın?
Esas teslim olunan Ulu Allah ’tır
Gerçekte, Ulu Marifetli ’dan diğer hiç kimsenin insanları kendisine itaat etmeye gösteri yetkisi ve görevi yoktur Her emrine uyulacak, her hükmünde teslim olunacak tek varlık, alemlerin sahibi Ulu Allah ’tır Hiç bir peygamber de kendi şahsından kaynaklanan bir sebep ve yetkiyle insanlara bir şeyi emretme ya da ambargo yetkisine sahip değildir Lakin peygamberi Yüce Allah davetle görevlendirip halkın arasına gönderdiği süre, konumu, yetkisi ve halk müziği üzerindeki etkisi değişir
Kur ’lahza ’da belirtildiği gibi, Allah ’ın gönderdiği peygambere itaat eden kimse, bizzat Allah ’a itaat etmiş olur Ona ayaklanma eden de Allah ’a isyan etmiş olur (Nisa80) Hz Peygamber AS ’a uymadan hiç kimse Allah ’ın rızasına ulaşamaz Onu annebabası dahil tüm insanlardan daha fazla sevmeyen kimse bütün mümin de olamaz (Buharî, Müslim) Onun öğrettiği dine sadece kalbiyle değil, bütün his ve hevesiyle, içi ve dışıyla uymayan kimse reel mümin sıfatını alamaz (Begavî, İbnu Asım, İbnu Recep) Çünkü Hz Peygamber AS Allah ’a dışarı giden yolun kılavuzu, bu yolda insanların terbiyecisi ve sahibidir Her hükmü Cenabı Hakk ’ın hükmü yerindedir Onu insanlığın önüne koyan Ulu Allah ’tır “Bu peygamberime uyun oysa, benim muhabbetime, rızama ve cennetime ulaşın! diyen de bizzat Yüce Allah ’tır
İçi ve dışıyla Hakk ’a teslim olan kimse, Allahu Tealâ ’dan başka her şeyin köleliğinden kurtulur, hür olur, kalbi Allah ile rahat, ilâhi aşk ile yaşam bulur Hakk ’a itiraz eden kimse ise, iradesini nefsinin eline vermiş olur Bundan daha sonra o kimse kendisini serbest irade ve bağımsızlık sahibi görse de, gerçekten bütün yaptıkları bir değişiklik köleliktir Çünkü bu kimse, aralıksız nefsine köle, şehvetine tutsak, midesine hizmetçi, maddeye bekçi, insanların aferin ve alkışına bağımlı bir halde hayat sürmektedir Böyle bir hayat haysiyet ve hürriyet değil, tam manası ile zillet ve köleliktir Esas hürriyet, Ulu Allah ’tan başka hiç bir varlığa kulluk yapmamaktır
Mürşidin yetkisi ve konumu
Kâmil mürşidin vazifesi, güzel ahlâkı temsilcilik ve tatbiktir Onun tek hedefi ilâhi hükümleri en hoş şekilde uygulamak, korumak ve yaşatmaktır Buna dini ihya etmek denir
Mürşid, Ulu Allah ’ın dostudur Bu sıfatıyla vazifesi, isteyenlere Allah ’ın dostluğunu öğretmektir O bununla birlikte ümmeti nezaket işinde Hz Peygamber AS ’ın vekili ve vârisidir Bu sıfatıyla vazifesi kalpleri Allah ’a bağlantı kurmak, gönülleri kötü ahlâktan temizlemek, insanı Allah ’ın edebiyle edeplendirmek, nefsin, şeytanın, eşyanın ve dünyanın esaretinden kurtarıp hakiki hürriyete kavuşturmaktır
Kâmil mürşid, bu sıfat ve vazifeleriyle dünyada en manâlı işi yürütmektedir Hangi iş insanın Marifetli ’sına yönelmesinden daha manâlı olabilir? İşte bu büyük işi yürüten insana karşı vazifemizi şu ayet belirlemektedir:
“Ey iman edenler! Allah ’a itaat edin Peygamber ’e ve içinizden (Allah ’ın yapmanızı istediği) işlerinizi yürüten önder ve idarecilerinize de itaat edin (Nisa59)
Keza, Hz Peygamber AS ’ın şu uyarıları da bizim için bağlayıcıdır:
“Başınızdaki kimse gözü kör, ayağı topal, rengi siyah bir köle de olsa, sizi Allah ’ın Kitabı ’na tarafından sevk ve idare ettiği sürece onun sözünü dinleyip emirlerine itaat edin (Buharî, Müslim, Nesaî)
“Bana itaat eden Allah ’a itaat etmiş olur Bana ayaklanma eden de Allah ’a isyan etmiş olur Benim emirime (dini işlerinizi yürüten imamınıza) itaat eden bana itaat etmiş olur Ona isyan eden de bana isyan etmiş olur (Buharî, Nesaî)
Şu halde, sahiden peygamber vârisi, bilgin, arif, kâmil bir mürşide bağlı olmak, fiilen Allah ve Rasulü ’ne emrindeki olmaktır
Teslim olunacak kimseyi iyi tanımalıdır
Gafile uyanın kalbi uyanmaz Cahile dert açanın derdi dinmez İşinin ehli olmayan hekim insanı samimi olarak eder Sahte mürşid de imandan eder Birisi dünyayı, diğeri ahireti mahvolmuş eder O halde hak yolunda peşine düşülen kimseyi iyi tanımalı, manevi edep için ehli olmayan kimseye yanaşmamalıdır
Kâmil mürşid, her şeyden önce kendisi terbiye olmuş kimsedir Hem insanları terbiye için izinli ve ehliyetlidir Çünkü kendisi ehliyetli bir üstadın elinde terbiye görmüş, takva ve edeple süslenmiş, hak yolunda imamlık vasfını elde etmiştir Allahu Tealâ onu kendi yolunda rehber, misal ve tanık yapmıştır Önüne Kur ’an ve Sünnet ’i koymuş, insanları onlardaki gerçeklere davet görevi vermiştir
Çare için teslim elde etmek şarttır
Allah ’ın dostu olmak isteyen kimse, bunun gereğini yapmalıdır Bu yola giren kimseye tasavvufta mürid denir Ilk aşamada mürid, ölümcül bir hastalığa yakalanmış hasta gibi düşünülür Böyle bir hastaya ne lazımsa, müride de o lazımdır
Eğer ağır bir hasta şifa bulmak istiyorsa, aklını kullanıp kendisini ehil bir doktora teslim etmelidir Hasta şunu bilmelidir oysa, kendi aklı ve tecrübesiyle ya da eline alıp okuyacağı tıp kitapları ile bu hastalığı tedavi etmesi mümkün değildir
Bu durumda aleyhinde iki seçenek vardır: Ya data, deneyim ve ehliyeti kanıt edilmiş bir doktora gidip teslim olacak ve her ne derse yerine getirecek ya da bu hastalığı çeke çeke ölecek Şüphesiz hafıza ve insaf doktora teslim olmayı seçer Çünkü bu teslimiyette sağlık durumu, hayat ve kolaylık vardır Kendi bildiğini yapmakta ise felaket, acı ve bıkkınlık vardır Böyle bir teslimiyet, aklını bir kenara vazgeçmek değil, aklını iyi kullanmaktır
Terbiye için mürşide teslim olmak da tıpkı böyledir Çünkü müridin kalbi hasta, gönlü zarar görmüş, vicdanı can sıkıntısı içindedir Kalbi, geflet, günahlara meyil, şehvetine düşkünlük, gurur, kendini beğenme, haset, gösteriş, fazla dünya sevgisi, düşüncesiz rızk endişesi, geçim kaygısı, ölüm korkusu, ibadetlere aleyhinde tembellik gibi manevi hastalıklarla hastadır Gönlü, Yüce Yaratıcısı ’nı unutup eşyaya bağlandığı için yaralıdır Vicdanı ise, içine düştüğü bu halden devamlı can sıkıntısı çekmektedir Çünkü bu dertler karşı aklı aciz kalmaktadır Nefsi her gün derdine dert katmakta, aralıksız hastalıkları artmaktadır Kendi önlem ve tecrübeleri tedavi için yetmemektedir Günler geçmekte, fakat hastalıkları geçmemektedir Bu durumda, aklı olan ne yapmalıdır?
Bu kimsenin de önünde iki seçenek vardır: Ya aklını kullanıp bu işin ehli bir mürşide gidip teslim olacak; onun önlem ve tedavi tecrübesine uyup manevi dertlerinden kurtulacak ya da bu hastalıklar içinde ölüp mahcup ve perişan bir şekilde Ulu Allah ’ın huzuruna çıkacak Kesinlikle fikir, vicdan ve tecrübe, böyle bir hastanın da bu işin ehline teslim olmasını ister Zaten Kur ’lahza ve Sünnet bunu emreder Sayısız tercübe ve görülüp yaşanmış olaylar da bunun reel olduğunu kanıt eder
Mevcut hastalığını kabul etmeyen, mütehassıs doktoruna güvenmeyen, tanımlama edilen usulde ilaçlarını içmeyen, kendi keyfine göre hareket eden kimse, maddeselmanevi hiç bir hastalığından kurtulamaz Böyle bir hasta kalkıp da ‘aklım bana yeter, ben doktor filan tanımam, kimseye teslim olmam, istediğim gibi yaşarım! ’ derse, ona akıllı değil, belki deli denir
Teslimiyet akıl ister
Arifler der ki:
Kâmil mürşide bütün teslimiyet aniden olmaz İnsan, kalbi nurlandıkça, nefsini ve şeytanı tanıdıkça, iyiyi kötüyü seçtikçe, yani akıllandıkça, Allah ’a giden yolda Allah dostuna teslim olur Mürid, zaman içinde mürşidini reel haliyle tanır Bu tanınma bir ömür sürebilir Bu yolda candan sabreden kimse sonuçta sevinir, Allah sevgisini bulur, kalbi bu sevgi ile refah bulur Düzensiz hali toplanır, ibadetlere sarılır, günahlardan uzaklaşır, bütün manevi hastalıklardan kurtulur İşte o süre hakkıyla ve tadıyla Ulu Rabbine kulluk edebilir Buna ihsan makamı denir Bu hedefe ulaşmak için rehberine bütün teslim olanlar fazla eksik olduğu için, bu makama çıkanlar da çok azdır Herkesin bu yolda nasibi, iman, sadakat, edep ve gayretine göredir Fakat, Allahu Tealâ dilediği kullarına bol ihsan ve ikramlarda bulunur
Allah dostları, “biz peygamber gibi masumuz, hiçbir kusur ve noksanımız yoktur, her sözümüz ayet ve hadis gibidir demezler Onlar, açık ve mertçe Hz Ebu Bekir RA Efendimiz ’in halife seçildiği gün, Ashabı Kiram ’a söylediği şu sözü söylerler:
“Ben Allah ve Rasulü ’ne itaat ettiğim ve size hakkı emrettiğim sürece bana itaat ediniz Çünkü bu durumda bana itaati sizden Allahu Tealâ istiyor Ben adalet çizgiden ayrılırsam, artık kimsenin bana itaat etmesi gerekmez (İbnu Kesir)
Dilaver Selvi
*