iltasyazilim
FD Üye
Mutluluk, herkesin özlediği bir sevgili ve uğrunda her fedakârlığa katlanılan yüce bir gâyedir İnsanlar arasında mes’ûd olmak istemeyen tek fert yok gibidir Ama saadet nedir? İşte zorlardan zor bir mes’ele!
Yunanlı’ya göre o, aşk ve sevda; Sezar’a göre nâm ve şöhret; Firavun’a göre iktidar ve mevki; Kârun’a göre de yığın yığın servet ve hazinelere sahip bulunmaktır Oysaki, bunlardan hiçbiri, ne gerçek saadet ne de onun vesilelerinden biridir Hakikî mutluluğu bu yollarla arayanlar, hep aldanmış ve hüsrâna uğramışlardır
Gerçek saadet, insan zihninin dağınıklık ve perîşâniyetden kurtarılması, insan kalbinin itmînan ve istirahata ermesinden ibarettir Onu, deniz kenarlarında, dağ başlarında, tenhâ koruluk ve koylarda arayanlar, hep yanılmışlardır Vâkıa, bu türlü yollardan başkasıyla, rûhunu dinlendirmesini bilmeyen avâm1 için, bunlar da birer vesile sayılabilirler Ama, gerçek huzur ve saadet için, ne zaman ne de zemine ihtiyaç yoktur O her yerde insanla beraber ve onun iç aydınlığına, onun hür irâdesine tevdi edilmiş mukaddes bir sevgilidir Her insan, istediği zaman, kanatlanan rûhuyla, kalbinin sonsuz iklimlerine doğru açılıp, temâşâsına doyamayacağı âlemlere ulaşarak, özlenen mutluluğu elde edebilir Hele, kalb hazinesi tertemiz fikirlerle donatılmış ve lebrîz2 edilmişse Boyce’nin dediği gibi: “Ruhunun derinliklerinde, böyle bir mihrabı olan insan ne bahtiyardır!
Evet, mes’ûd olabilmek için, önce rûhun iyice techîz edilmesi, gönlün pâk ve temiz fikirlerle donatılması, sonra geçmişin kanatlandırıcı hatıralarıyla, geleceğin isabetli ve ma’kûl ümitlerinin yanyana mütalâa edilmesi lâzımdır ki, bu sayede, fenalıklara karşı konulabilsin şehevî hisleri frenleyip yükseltici duyguları da takviye ederek, yaşanan hayatın her lâhzasını fazîletli kılmak mümkün olabilsin Zaten ahlâkî hayatın yegâne düsturu da fazilettir Aradığımız saadet ise, aslâ faziletten ayrı düşünülmeyen ve bir bakıma onun neticesi ve mükâfatıdır
Rûhu kanatlandırıp pervâz ettirecek ve kalbi dâima canlı tutacak tek şey, Yaratıcı’nın hoşnutluğu düşüncesidir Fazîlet düşüncesi olmadan mutluluktan bahis açmak abesdir ve ma’nâsızdır
Bezmimize saadet mührünü basan müstesnâ varlık, şu hasletleriyle hem fazîletli hem de mutlu idi: O, o kadar azimli ve kararlıydı ki Yüce Yaratıcı’nın tasvibinden geçmeyen hiçbir şeye, bütün hayatı boyunca bir kere olsun hüsnü kabul göstermemişti O kadar dürüst idi ki, en ehemmiyetsiz şeylerde dahi, kimseye haksızlık etmemişti O kadar yüce âlemlere tutkun ve o denli ulvî tecellîlere doymuş idi ki; hiçbir zaman lezzeti fazîlete tercih etmemişti Öyle üstün bir idrâk ve kavrayışa sahip idi ki; bir kere olsun, iyiyi kötüden tefrik hususunda tereddüde düşmemişti İnsanların fikirlerine karşı hep hürmetkâr kalmıştı; ama onlardan nasihat almaya hiç ihtiyaç hissetmemişdi En anlaşılmaz mes’eleleri gayet rahatlıkla halleder, bir solukta, gaflet ve dalâlette olanları fazîlet ve şerefe yükseltirdi İfâdelerinde akıl ve hikmet omuz omuzaydı; makûl ve doğru bildiklerinde fevkalâde sebat gösterirdi O kadar müttakî idi ki; tavır ve davranışlarındaki berraklık, muamelesindeki yumuşaklık ve duruluk, melekleri gıbtaya sevk edecek kadar zarifdi Böbürlenmeler, fahirlenmeler bir kerecik olsun, onun yakıcı ve eritici ikliminde görünme imkânını bulamamışlardı Şahsıyla alâkalı bütün ayıplamalara karşı mukabele etmeksizin tahammül eder ve insanları suçlamaktan fevkalâde uzak bulunurdu Korkaklık semtine sokulamamış, vesvese ve tereddütlerle hiç mi hiç tanışmamıştı Kavim ve kabilesi karşısında nasıl yılgınlık göstermemişse, topyekün dünya ile hesaplaştığı zaman da aynı şekilde polat gibi olmasını bilmişti Odası, yatağı, elbisesi ve yiyeceği şeyler gâyet sâde ve fakirceydi Ve O, içinde yaşadığı toplumun herhangi bir ferdi görünümünde idi Dostluğunda menendi olmayacak kadar sebatkâr ve muhkem, vefasında herkesi minnet altında bırakacak kadar civanmert idi
O, bunlarla serfiraz3 ve fazîletliydi Fazîletli olduğu kadar da gönlü huzur içinde ve mutluydu
O’nun vicdanı kadar saf ve duru bir vicdana sahip olmak için, fazîletin rükünleri sayılan bu şeylerde, O’nu örnek almak ve rûhumuzun rengini aksettiren bu düşüncelerin, kirlenip bozulmasına meydan vermemek lâzımdır
Evet, bu türlü yüce hasletlerin hepsine sahip çıkmak, bizi fazîletli kılacak, dolayısıyla da bizlere gerçek mutluluğun kapılarını açacaktır Aksine, bu vâdîde gösterilecek herhangi bir kusur ise, fazîlet dünyamızda meydana gelmiş bir yırtık, dolayısıyla da saadetimizi bulandıran bir keyfiyet olacaktır Nasıl ki suyu, saf ve temiz tutmanın tek çâresi, onun içine birşey atmamak ve bulandırıcı şeylerden uzak bulundurmaktır Öyle de rûhun huzur ve mutluluğu, bir an olsun onu, fazîletten mahrum bırakmamaya bağlıdır
1) Avâm: Halktan ilim ve irfanı kıt olan, okuyup yazması az olan kimse
2) Lebriz edilme: Ağzına kadar doldurulma, taşırılma
3) Serfiraz: Benzerlerinden üstün
MFG
Yunanlı’ya göre o, aşk ve sevda; Sezar’a göre nâm ve şöhret; Firavun’a göre iktidar ve mevki; Kârun’a göre de yığın yığın servet ve hazinelere sahip bulunmaktır Oysaki, bunlardan hiçbiri, ne gerçek saadet ne de onun vesilelerinden biridir Hakikî mutluluğu bu yollarla arayanlar, hep aldanmış ve hüsrâna uğramışlardır
Gerçek saadet, insan zihninin dağınıklık ve perîşâniyetden kurtarılması, insan kalbinin itmînan ve istirahata ermesinden ibarettir Onu, deniz kenarlarında, dağ başlarında, tenhâ koruluk ve koylarda arayanlar, hep yanılmışlardır Vâkıa, bu türlü yollardan başkasıyla, rûhunu dinlendirmesini bilmeyen avâm1 için, bunlar da birer vesile sayılabilirler Ama, gerçek huzur ve saadet için, ne zaman ne de zemine ihtiyaç yoktur O her yerde insanla beraber ve onun iç aydınlığına, onun hür irâdesine tevdi edilmiş mukaddes bir sevgilidir Her insan, istediği zaman, kanatlanan rûhuyla, kalbinin sonsuz iklimlerine doğru açılıp, temâşâsına doyamayacağı âlemlere ulaşarak, özlenen mutluluğu elde edebilir Hele, kalb hazinesi tertemiz fikirlerle donatılmış ve lebrîz2 edilmişse Boyce’nin dediği gibi: “Ruhunun derinliklerinde, böyle bir mihrabı olan insan ne bahtiyardır!
Evet, mes’ûd olabilmek için, önce rûhun iyice techîz edilmesi, gönlün pâk ve temiz fikirlerle donatılması, sonra geçmişin kanatlandırıcı hatıralarıyla, geleceğin isabetli ve ma’kûl ümitlerinin yanyana mütalâa edilmesi lâzımdır ki, bu sayede, fenalıklara karşı konulabilsin şehevî hisleri frenleyip yükseltici duyguları da takviye ederek, yaşanan hayatın her lâhzasını fazîletli kılmak mümkün olabilsin Zaten ahlâkî hayatın yegâne düsturu da fazilettir Aradığımız saadet ise, aslâ faziletten ayrı düşünülmeyen ve bir bakıma onun neticesi ve mükâfatıdır
Rûhu kanatlandırıp pervâz ettirecek ve kalbi dâima canlı tutacak tek şey, Yaratıcı’nın hoşnutluğu düşüncesidir Fazîlet düşüncesi olmadan mutluluktan bahis açmak abesdir ve ma’nâsızdır
Bezmimize saadet mührünü basan müstesnâ varlık, şu hasletleriyle hem fazîletli hem de mutlu idi: O, o kadar azimli ve kararlıydı ki Yüce Yaratıcı’nın tasvibinden geçmeyen hiçbir şeye, bütün hayatı boyunca bir kere olsun hüsnü kabul göstermemişti O kadar dürüst idi ki, en ehemmiyetsiz şeylerde dahi, kimseye haksızlık etmemişti O kadar yüce âlemlere tutkun ve o denli ulvî tecellîlere doymuş idi ki; hiçbir zaman lezzeti fazîlete tercih etmemişti Öyle üstün bir idrâk ve kavrayışa sahip idi ki; bir kere olsun, iyiyi kötüden tefrik hususunda tereddüde düşmemişti İnsanların fikirlerine karşı hep hürmetkâr kalmıştı; ama onlardan nasihat almaya hiç ihtiyaç hissetmemişdi En anlaşılmaz mes’eleleri gayet rahatlıkla halleder, bir solukta, gaflet ve dalâlette olanları fazîlet ve şerefe yükseltirdi İfâdelerinde akıl ve hikmet omuz omuzaydı; makûl ve doğru bildiklerinde fevkalâde sebat gösterirdi O kadar müttakî idi ki; tavır ve davranışlarındaki berraklık, muamelesindeki yumuşaklık ve duruluk, melekleri gıbtaya sevk edecek kadar zarifdi Böbürlenmeler, fahirlenmeler bir kerecik olsun, onun yakıcı ve eritici ikliminde görünme imkânını bulamamışlardı Şahsıyla alâkalı bütün ayıplamalara karşı mukabele etmeksizin tahammül eder ve insanları suçlamaktan fevkalâde uzak bulunurdu Korkaklık semtine sokulamamış, vesvese ve tereddütlerle hiç mi hiç tanışmamıştı Kavim ve kabilesi karşısında nasıl yılgınlık göstermemişse, topyekün dünya ile hesaplaştığı zaman da aynı şekilde polat gibi olmasını bilmişti Odası, yatağı, elbisesi ve yiyeceği şeyler gâyet sâde ve fakirceydi Ve O, içinde yaşadığı toplumun herhangi bir ferdi görünümünde idi Dostluğunda menendi olmayacak kadar sebatkâr ve muhkem, vefasında herkesi minnet altında bırakacak kadar civanmert idi
O, bunlarla serfiraz3 ve fazîletliydi Fazîletli olduğu kadar da gönlü huzur içinde ve mutluydu
O’nun vicdanı kadar saf ve duru bir vicdana sahip olmak için, fazîletin rükünleri sayılan bu şeylerde, O’nu örnek almak ve rûhumuzun rengini aksettiren bu düşüncelerin, kirlenip bozulmasına meydan vermemek lâzımdır
Evet, bu türlü yüce hasletlerin hepsine sahip çıkmak, bizi fazîletli kılacak, dolayısıyla da bizlere gerçek mutluluğun kapılarını açacaktır Aksine, bu vâdîde gösterilecek herhangi bir kusur ise, fazîlet dünyamızda meydana gelmiş bir yırtık, dolayısıyla da saadetimizi bulandıran bir keyfiyet olacaktır Nasıl ki suyu, saf ve temiz tutmanın tek çâresi, onun içine birşey atmamak ve bulandırıcı şeylerden uzak bulundurmaktır Öyle de rûhun huzur ve mutluluğu, bir an olsun onu, fazîletten mahrum bırakmamaya bağlıdır
1) Avâm: Halktan ilim ve irfanı kıt olan, okuyup yazması az olan kimse
2) Lebriz edilme: Ağzına kadar doldurulma, taşırılma
3) Serfiraz: Benzerlerinden üstün
MFG