iltasyazilim
FD Üye
Peygamberler, Hak erlerinin en başta gelen zirve insanlarıdır ve onlar dini en üst seviyede temsil edebilecek bir fıtratta yaratılmışlardır Fakat onların altındaki insanlar için dini en mükemmel şekilde yaşamak ciddi bir irade ve gayrete bağlıdır; dinin emirlerini arızasız, eksiksiz ve kusursuz olarak, Cenâbı Hakk’ın tayin ve takdir buyurduğu af alanına giren yerlerde bile nefse karşı müsamahasız davranarak yaşamak da bir mefkûre(gâye, hedef) olabilir Bununla beraber, din kolaylık üzerine vaz’ edilmiştir, onu şiddetlendiren ve ağırlaştıran kendi aleyhine bir iş yapmış olur ve yenik düşer ‘’Bu din kolaylıktır Hiç kimse kaldıramayacağı mükellefiyetlerin altına girerek dini geçmeye çalışmasın;(insan ne yaparsa yapsın yine de mutlaka bir kısım eksik ve kusurları vardır ve) galibiyet dinde kalır’’ mealindeki hadisi şerif de bunu ifade eder Öyleyse, dini yaşanmaz hâle getirmemek lazım Kolaylık üzere bina edilmiş ve müsamahaya dayalı gelmiş bu dinde pek çok af alanı bulunduğunu, namazda da oruçta da hacda da af alanları var olduğunu bilmek lazım Bu açıdan, dini yaşamayı bu espri içinde ele almak gerekir Ancak, dini mükemmel şekilde yaşamak da insan için bir mefkûre(gâye, hedef) hâline gelebilir İnsan ‘’Allah’ın izniyle, namazımı şu şekilde kılayım, orucumu şöyle tutayım, imkanım elverdiği ölçüde insanlara şu kadar yardım edeyim…’’ diyerek kendine daha büyük hedefler belirleyebilir Hususiyle günümüzde önem arz eden, bütün ferdî vazifelerin önüne geçen ve Üstad’ın ‘’farz içre farz’’ şeklinde işaret ettiği tebliğ ve irşad vazifesine daha bir tutkuyla bağlanabilir Öyle ki yatıp kalkıp hep onu düşünür, ‘’Acaba ne yapsam ki tavır ve davranışlarımı dinim adına daha faydalı hâle getirsem? Keşke hiç durmadan insanlara Rabbimi anlatsam, sürekli Peygamber Efendimizden bahsetsem Sesimi her yere ve doğru bir şekilde duyursam Doğru düşünsem, doğru şeyler söylesem ve söylediklerimi hâlime de aksettirerek dinimi doğru temsil etsem İnsanlar benim eksik ve kusurlarımı görerek dini yanlış algılamasalar’’ diyebilir
İşte, hayatını böyle bir gâyeye bağlayan insan, zamanla kendi kusurlarını da görmeye başlar Dolayısıyla, kendi nefsine dini hayatı, hâl ve tavırları adına eğrilmeye, eksik ve kusurlara girmeye çok fazla fırsat vermez; dikkatli yaşar, iradesinin hakkını verir Belki bazen nefsi ve şeytandan gelen bir kısım cismânî ve bedenî arzu oklarına maruz kalabilir Fakat bağlandığı gâye onun yanlış adım atmasına mani olur Mefkûre(gâye, hedef) duygusu o insanda ihsan şuurunu tetikler Allah’ı görüyor ya da O’nun tarafından görülüyor olma mülahazası herhangi bir günah ihtimaline karşı onu hemen teyakkuza çağırır Hani, Hazreti Ömer(radıyallahu anh) devrindeki iffet abidesi delikanlıyı hatırlarsınız O genç bir yerde günaha karşı hafif bir temayül gösterecek gibi olunca birdenbire ‘’Allah’a karşı gelmekten sakınanlara şeytandan bir dürtü ilişince, hemen düşünüp kendilerini toparlar, basiretlerine tam sahip olurlar’’(A’raf, 7201) mealindeki ayet diline dolanır İçinde hissettiği o günah temayülünün şeytandan gelip gönlüne çarpan bir tayf olduğunu anlar, o esnada gözü açılır, durumunu basiretle gözden geçirir ve Allah’ı hatırlar; hatırlar günahtan geriye durur Fakat gönlü ve vicdanı o günaha düşme korkusuna ve ihsan şuuruna muhalif davranmış olma endişesine dayanamaz ve genç oracığa yıkılır kalır
Evet, hayatını din esasına göre nakşetmeye çalışan müttakiler Allah’ın emirlerine karşı gelmekten çok sakınırlar; kendilerini hiçbir zaman tam emniyette hissetmezler Şeytan onlara da kanca atar, günah okları fırlatır Fakat onlar bunu bildiklerinden, şeytandan gelen bir tayfın etkisiyle muvakkaten bakışları bulansa da çok geçmeden basiretleri açılır ve gerçeği sezerler; Allah’a sığınmak gerektiğini hatırlar ve vartadan kurtulurlar Siz o çizginin insanı olarak yaşamaya karar verince, ‘’Bu benim gâyei hayâlim olsun, kendimi dine adayayım Rabbim beni hep böyle görsün O beni mutlaka görüyor; ben de onu görüyor gibi davranayım Madem, O çok meselede mukabele istiyor; mesela, ‘Anın Beni, Ben de sizi anayım’ diyor Madem, mukabele Zatı Uluhiyetçe, âdâtı İlâhiyece önemli bir şey; öyleyse ben de bir mukabelede bulunmalıyım’’ deyip ihsan tavrı ortaya koyunca, O da ayağınızın tökezlediği yerlerde düşmenize meydan vermez
Mütecessis bir insan gibi davransak ve kendi hayatımızı dikkatle gözden geçirsek, biz de göreceğiz yarım adım yanlışa doğru gittiğimiz bir yerde O’nun tarafından iki adım geriye çekildiğimizi ve muhafaza edildiğimizi Bir düşünelim, sefil insan yetiştiren bir dönemin ve sefalet hazırlayan bir ortamın çocukları olarak hepimiz sefalete sürüklenebilirdik Fakat birdenbire kendimizi sıcacık bir iklimde, aydınlık bir atmosferde bulduk Yüzlerce, binlerce insan yürüyüp gidiyor ve sel gibi bir uçuruma akıyordu fakat bizim için âdeta bir köprü kuruldu, önümüze bir kapı açıldı; bize ‘gelin içeriye’ dendi Binlerce insanın boğulduğu nehirleri belki de ayağımız bile ıslanmadan geçtik; geçtik ve davet edildiğimiz o saadet iklimine girdik Belki bulunduğumuz yerin ve konumumuzun hakkını tam veremedik belki O’na yakınlığın gerektirdiği tavra giremedik ve gönlümüzü tam ortaya koyamadık; ama her şeye rağmen, bütün bütün kaybedenlerden ve o dalâlet denizinin yuttuklarından da olmadık –Allah’a kainâtın zerreleri adedince hamd ü sena olsun Biz belki sadece O’na kul olma isteğimizi ortaya koyduk; O da bize sahip çıktı ve küçücük isteğimize karşı şükründen aciz olduğumuz nimetlerle mukabelede bulundu
İşte, hayatını böyle bir gâyeye bağlayan insan, zamanla kendi kusurlarını da görmeye başlar Dolayısıyla, kendi nefsine dini hayatı, hâl ve tavırları adına eğrilmeye, eksik ve kusurlara girmeye çok fazla fırsat vermez; dikkatli yaşar, iradesinin hakkını verir Belki bazen nefsi ve şeytandan gelen bir kısım cismânî ve bedenî arzu oklarına maruz kalabilir Fakat bağlandığı gâye onun yanlış adım atmasına mani olur Mefkûre(gâye, hedef) duygusu o insanda ihsan şuurunu tetikler Allah’ı görüyor ya da O’nun tarafından görülüyor olma mülahazası herhangi bir günah ihtimaline karşı onu hemen teyakkuza çağırır Hani, Hazreti Ömer(radıyallahu anh) devrindeki iffet abidesi delikanlıyı hatırlarsınız O genç bir yerde günaha karşı hafif bir temayül gösterecek gibi olunca birdenbire ‘’Allah’a karşı gelmekten sakınanlara şeytandan bir dürtü ilişince, hemen düşünüp kendilerini toparlar, basiretlerine tam sahip olurlar’’(A’raf, 7201) mealindeki ayet diline dolanır İçinde hissettiği o günah temayülünün şeytandan gelip gönlüne çarpan bir tayf olduğunu anlar, o esnada gözü açılır, durumunu basiretle gözden geçirir ve Allah’ı hatırlar; hatırlar günahtan geriye durur Fakat gönlü ve vicdanı o günaha düşme korkusuna ve ihsan şuuruna muhalif davranmış olma endişesine dayanamaz ve genç oracığa yıkılır kalır
Evet, hayatını din esasına göre nakşetmeye çalışan müttakiler Allah’ın emirlerine karşı gelmekten çok sakınırlar; kendilerini hiçbir zaman tam emniyette hissetmezler Şeytan onlara da kanca atar, günah okları fırlatır Fakat onlar bunu bildiklerinden, şeytandan gelen bir tayfın etkisiyle muvakkaten bakışları bulansa da çok geçmeden basiretleri açılır ve gerçeği sezerler; Allah’a sığınmak gerektiğini hatırlar ve vartadan kurtulurlar Siz o çizginin insanı olarak yaşamaya karar verince, ‘’Bu benim gâyei hayâlim olsun, kendimi dine adayayım Rabbim beni hep böyle görsün O beni mutlaka görüyor; ben de onu görüyor gibi davranayım Madem, O çok meselede mukabele istiyor; mesela, ‘Anın Beni, Ben de sizi anayım’ diyor Madem, mukabele Zatı Uluhiyetçe, âdâtı İlâhiyece önemli bir şey; öyleyse ben de bir mukabelede bulunmalıyım’’ deyip ihsan tavrı ortaya koyunca, O da ayağınızın tökezlediği yerlerde düşmenize meydan vermez
Mütecessis bir insan gibi davransak ve kendi hayatımızı dikkatle gözden geçirsek, biz de göreceğiz yarım adım yanlışa doğru gittiğimiz bir yerde O’nun tarafından iki adım geriye çekildiğimizi ve muhafaza edildiğimizi Bir düşünelim, sefil insan yetiştiren bir dönemin ve sefalet hazırlayan bir ortamın çocukları olarak hepimiz sefalete sürüklenebilirdik Fakat birdenbire kendimizi sıcacık bir iklimde, aydınlık bir atmosferde bulduk Yüzlerce, binlerce insan yürüyüp gidiyor ve sel gibi bir uçuruma akıyordu fakat bizim için âdeta bir köprü kuruldu, önümüze bir kapı açıldı; bize ‘gelin içeriye’ dendi Binlerce insanın boğulduğu nehirleri belki de ayağımız bile ıslanmadan geçtik; geçtik ve davet edildiğimiz o saadet iklimine girdik Belki bulunduğumuz yerin ve konumumuzun hakkını tam veremedik belki O’na yakınlığın gerektirdiği tavra giremedik ve gönlümüzü tam ortaya koyamadık; ama her şeye rağmen, bütün bütün kaybedenlerden ve o dalâlet denizinin yuttuklarından da olmadık –Allah’a kainâtın zerreleri adedince hamd ü sena olsun Biz belki sadece O’na kul olma isteğimizi ortaya koyduk; O da bize sahip çıktı ve küçücük isteğimize karşı şükründen aciz olduğumuz nimetlerle mukabelede bulundu