Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Neden Delirmedik?

Neden Delirmedik?
0
52

dadaş

FD Üye
Katılım
Ocak 9, 2022
Mesajlar
38,091
Etkileşim
1
Puan
38
Yaş
46
F-D Coin
70


Son çeyrek asırda içinde yaşadığımız ülkeye dair her şey aslında “delirmemiz” için oldukça elverişli bir zemindi. Sayısız toplumsal kırılmaya, travmatik toplumsal olaylara ve günlük hayatımızı birebir etkileyen onlarca duruma maruz kaldık.

Güvenlik duygumuz azaldı, hayata, insana ve topluma dair temel inançlarımız çatırdadı ve defalarca baş edilmesi zor hayat olaylarıyla baş başa kaldık. Bu olaylar içinde katliama dönüşen patlamalar, taciz, tecavüz, cinayet öyküleri, psikolojik şiddete dönüşen ötekileştirmeler, “darbe”ler, adalet kıyımları var. Tüm bunlar olurken en yaygın inançlardan biri toplum olarak “delirdiğimiz” yönündeydi. Çünkü yığınlar halinde hastanelere, tıp merkezlerine taşınıyor, kutularca antidepresan alıyorduk. Bireysel cinnetler, intiharlar ve hatta “Palu Ailesi” gibi tüyler ürpertici deformasyonlar birer birer gözler önüne seriliyordu. Gerçekten de delirdiğimize dair inançlarda bir haklılık payı var. Elimizde son on yıllar için toplumsal düzeyde ruh sağlığı sorunlarını araştıran uzun dönemli izlem çalışmaları olsa (ki yapılmakta) ruh sağlığımızdaki bozulmanın objektif kanıtlarını masaya yatırabiliriz. Ancak ben bu yazıda nasıl delirdiğimizi değil bunca toplumsal olaya rağmen nasıl delirmediğimizi anlatmaya çalışacağım. Delirmediğimize nasıl kanaat getirdin diye soran olursa referansım toplumun bireyler veya gruplar düzeyinde hali hazırda verebildiği sağlıklı reflekslerdir. Tamamen hastalanmış bir toplumda bir Gezi Direnişi ortaya çıkması, İBB Başkanlık seçimlerinde yaşanan adaletsizliğe yüzbinlerce kişilik bir fark oluşturacak şekilde toplumsal bir yanıt verilmesi, sivil toplum kuruluşları gibi görece küçük ama etkin grupların Barış Akademisyenleri ile ilgili davada olduğu gibi kararlı ve destekleyici süreçleri vb. Bu verdiğim örneklerin hepsi farklı düzlemlerde yer alsa da ortak noktada hepsi bir “canlılık” ifade ediyor. Maalesef bu ruhsal/toplumsal canlılık toplumun genelini yansıtmıyor. Çoğunlukta bir ölgünlük, vazgeçmişlik ve üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi bir ruh hali var. Ama ben bu noktada sağ kalan, diri ve canlı kalan, istikrar gösteren, sebat eden, direnen yanlarımıza odaklanmak istiyorum. Nasıl delirmedik?

Bireysel düzeyde insanın varlığını ve birliğini koruması için sağlıklı bir kendiliğe ihtiyacı var. Yaşadığımız travmatik deneyimler, olumsuz yaşam olayları, stresler bizi örseleyebiliyor hatta belli bir noktada kırılmalara yol açabiliyor. Ancak insan canlısı doğuştan itibaren olmasa da gelişim sürecinde yaşadığı koşullarla başa çıkabilme adına donanım kazanıyor. Yaşadığımız olaylara verdiğimiz tepkilerimiz büyük oranda anne/bakım veren tarafından şekillenmeye başlıyor. Temelde tüm baş etme mekanizmalarımız bilinçli ve ilerlemeci bir şekilde gelişen etkin mekanizmalar değil. Freudyen anlamda kullandığımız savunma mekanizmalarımız çoğu zaman bilinç düzeyinden uzak, istemsiz ve tamamen bireyin içinde bulunduğu denge durumunu korumak yönünde. Sigmund Freud tarafından önerilen ve sonra kızı Anna Freud tarafından sınıflandırılmaya çalışılan savunma mekanizmaları yüzyıldır geçerliliğini korumakta. Oysa uluslararası psikoloji camiası daha yeni yeni savunma mekanizmalarına kişilik psikolojisi ve sosyal psikoloji gibi alanlarda yer vermeye başlıyor. Özetle bu çalışmalarda deniyor ki biz sadece bilinçli ve kontrollü bir şekilde hayatla baş eden canlılar değiliz. Freud tarafından ortaya konan inkâr, bastırma, yansıtma, karşıt tepki oluşturma, yüceltme, gerileme, mantığa bürüme, yer değiştirme vb. sadece bireysel düzeydeki sorunlarla başa çıkarken kullandığımız mekanizmalar değil. Toplumsal anlamda da egoyu tehdit edici bir olay yaşandığında savunma mekanizmaları devreye giriyor. Örneğin bu hafta 2 Temmuz Sivas Katliamı anmasında çeyrek asırlık yaramız yeniden kanadı. Unutursak kalbimiz kurusun denir ama bu olay memleketteki bir yığın insan tarafından asla unutulmadığı gibi isyanı hep içten içe besledi. Yani en azından bir grup için “bastırılmış” olduğunu söylemek mümkün değil. Katliamı yaratanların yanında olan ve bu kıyımdaki adaleti sağlamayanlar için ise “inkâr” devreye girdi. Aslında bu ülkenin kanlı tarihinin en büyük yapı taşı “inkâr” mekanizması. Biz naifçe soruyoruz bazen bu insanlar yatağa başlarını nasıl rahat koyup uyuyabiliyorlar diye. Çok farklı bir düzlemde de olsa bu hafta davası görülen Çorlu Tren Kazası’nın kurbanların ailelerinin tepkilerinde “erk sahiplerinin” inkârı vardı. Belki de diyebiliriz ki biz inkâr edemediğimiz için bu kadar acı çekiyoruz. Ama şunu biliyoruz ki inkâr mekanizması bastırmayla birlikte hiyerarşik anlamda en ilkel mekanizmalar. Baş edemeyeceğini düşündüğün şeyi gizler, bastırır, böler, çarparsın. Daha yüksek düzeyde bir ego gücü isteyen şey onu tanımlamak, kabul etmek ve elinde o acıyla ne yapabileceğine bakmaktır. Aslında Gezi Direnişi ve teknolojik gelişmelere paralel bir şekilde sosyal medyanın hayatımızın içine daha çok girmesi vesilesiyle bahsettiğimiz savunma mekanizmaları içinde en az yükü olan diyebileceğimiz “yüceltme” devreye girdi. Anlamlandıramadığımız toplumsal acıları mizah ve sanatla aşmaya çalıştık. Bazı zamanlarda bu mizah kullanımının bayağılaşabildiğini, bir nevi “gerileme” mekanizmasına dönüştüğünü düşünsem de genele baktığımda işe yaradığını görüyorum. Bir başka kişi çıkıp ülkede mizah mı kaldı sanat mı kaldı, tüm cephelerde çepeçevre kuşatıldık diyebilir. Buna da hak vermemem mümkün değil. Ama önemli olan nokta şu ki; içinde yaşadığımız baskı, adaletsizlik, talan, zulüm bir dönüşümü zorunlu kılıyor. Olduğumuz şeyden, algıladığımız şeyden başka bir duygu durumuna geçebilmemiz şart. Bunu da mizah ve sanat sağlıyor şu an için. Daha bilinçli, daha kontrollü, daha özgür iradeye dair baş etme yöntemleri geliştirene kadar –ki sanırım bunun için daha var- bunlara tutunabiliriz.

Senelerdir sevgili Zeynep Altıok ve Eren Aysan’ı izlerim. Sürekli empati kurup duygusunu anlamaya çalışırım, toplumdaki tüm kurbanlara, yakınlarına ve Oğuz Arda Sel’in annesine yaptığım gibi. Böyle biriyle empati kurduğunuzda yaşadığınız iç sızısına katlanamamak, bastırma veya inkar mekanizmasını devreye sokmak çok kolay. Ben bakamıyorum, hemen kapatıp kaçıyorum diyenleri çok duyuyorum. Emin olun ki bu savunma mekanizması size ruhsal sıkıntılardan azat etmiyor. Toplum olarak yaşadığımız tüm travmalar toplumsal belleğe istemsizce de olsa kaydoluyor. Hayatımızın bir yerinde kaynağı belirsiz bir kaygı olarak çıkıveriyor. Yüzleşmek lazım, anlamak lazım, doğrulmak ve üretmek lazım. Bunları yapabildiğimiz oranda delirmeden kalabildik.

Seneler önce bir psikoloji kongresinde “travma sonrası büyüme” anlatan birini dinlemiş ve çok şaşırmıştım. Aradan geçen 20 yılda hep toplumsal hem de klinik anlamda bunun sayısız örneğine şahit oldum. Klişe bir bakışla bizi öldürmeyen şey bizi güçlendirebiliyor. Diyebilirsiniz ki bir enkazın ortasında kalmış son kaleyi mi görüyorsun (bu kadar deliren arasından sağ kalanları mı görüyorsun), evet bence böyle. Çünkü iyiliğe, adalete, barışa, canlılığa, sağlığa doğru her mücadele tek bir sağlam kaleden başlar.


 

Similar threads

Kim derdi kedinin uzanamadığı ciğere murdar demesinin onu başarısızlıktan koruyan bir savunma mekanizması olduğunu ? Peki ya okuldaki sınav sonucu yüksek olunca ‘… aldım.’ ama düşük olunca ‘Hoca .. verdi yaa…’ diyen o çocuğun öz – benliğini korumaya çalışmasına hangimiz hak vermedik ki ...
Cevaplar
0
Görüntüleme
111
İnsanoğlu milyonlarca yıl var olma çabaları içerisinde yaşamaktadır. Bu var olma çabası içerisinde biyolojik faktörlerin yanında psikolojik faktörler de ön plana çıkmıştır. Bu psikolojik faktörlerin insan bünyesindeki etkisini gerek başka alandaki bilim adamları tarafından gerekse insan ve...
Cevaplar
0
Görüntüleme
64
Savunma mekanizmaları günlük yaşamda da hepimizin kullanabildiği ancak kullanma yoğunluğu/ dozu arttıkça da ‘bozukluk’ diyebileceğimiz geniş bir yelpazede açıklanabilir. Savunma mekanizması psikanalize göre, içsel çatışmalardan kaynaklanan kaygıdan korunmak için egonun oluşturduğu yapılanmadır...
Cevaplar
0
Görüntüleme
133
20. yüzyılın ortalarında, özellikle Birinci Dünya Savaşı döneminde insanların vicdan duygusunu sorgulayan Freud, davranışlarımızı gelişim teorisi ekseninde inceleyerek, bilinci 3 ruhsal kategoriye ayırmaktadır. - İd - Ego - Superego Freud’a göre toplum içerisinde durum ve...
Cevaplar
0
Görüntüleme
134
Bazı günlerde şuna benzer bir cümleyi bir çok defa kullanmış veya işitmişsinizdir: “Bugün pek keyfim yok ama nedenini bilmiyorum!” Anlamsız gelen can sıkıntıları, keyifsizlikler aslında durup dururken ortaya çıkmaz. Analitik ekollere daha yakın bir psikolog olarak bu durumu şöyle yorumluyorum...
Cevaplar
0
Görüntüleme
104
858,500Konular
982,392Mesajlar
32,981Kullanıcılar
ilkinsanSon üye
Üst Alt