iltasyazilim
FD Üye
Bir kutup ayısı öyküsü vardır, iyi anlatamam ama şöyle:
Yavru kutup ayısı annesine sokulur ve sorar:
Anne, senin annen de kutup ayısı mıydı?
Evet yavrucuğum
Peki onun annesi?
Evet yavrucuğum
Peki anne, babamın annesi babası da kutup ayısı mıydı?
Evet yavrum
Peki onların anne babası da mı?
Evet yavrum Nedir bu merak, niye soruyorsun? Bizim sülalemiz binlerce yıldır kutup ayısıdır
Yavru kutup ayısı biraz daha sokulur annesine ve der ki:
Ama anne, üşüyorum!
***
İklimden, üşümekten, mevsimden, “mevsimlerin insana yaptığı fenalıklardan ne zaman söz açılsa, yavru kutup ayısı sorularıyla, “ama anne deyişiyle, “üşüyorum vurgusuyla gelir oturur karşıma
Her fırsatta, herkese bu sevimli öyküden söz etmekten kendimi alamam
Üşüyoruz ve sebepsiz sanıyoruz üşümelerimizi
Vakti evvelde yalnız üşürdük Şimdi, topluca üşüyoruz Bahara rağmen üşüyoruz Nisan bile üşütüyor
Ellerimiz, elenlerimiz, kar başlıklarımız bile üşüyor
Paylaşsaydık mevsimleri, iklimleri, kalın bir çizgi çekmeseydik “ötekiyle aramıza, üşümezdik
Kalın bir duvar örmeseydik, soluğumuz yeterdi hepimizi ısıtmaya
Lakin, ötekinden kendimizi sorumlu saymadık
Canımız yanıncaya kadar feryat etmedik, etmiyoruz
Çığlıklar, şikayetler, itirazlar çoğaldı, bakın Hem üşüdük hem oksijensiz kaldık birlikte
Birlikte; yani ben, sen, öteki
Peki ama, kendi evimizde, kendi yurdumuzda, kendi yuvamızda niye üşüyoruz
Belki de yanlış sorular üşütüyor, kim bilir
Yanlış sorulara bulduğumuz yanlış cevaplar üşütüyor olmasın
Doğru soru, “niye üşüyoruz? olmalıydı
Oysa yanlış soru yanlış cevaba bizi mecbur bırakıyor
Doğru cevap doğru sorunun içinde Doğru soru ise yanıbaşımızda
Ama, yitiğimizi yitirdiğimiz yerde aramıyoruz; insanız işte!
İnsanız, unutuyoruz Teşekkür etmiyoruz, kendi hakkımız görüyoruz iyiliği
Şükretmiyoruz, tabii hakkımız görüyoruz nimeti
Padişahın ziyafetinde garsona teşekkür ediyoruz da, padişaha teşekkür etmiyoruz
İnsanız, sıkılıyoruz, arada bir üşüyoruz
Sıcacık bir merhabada teselli arıyoruz Sıcacık bir merhaba arıyoruz ısınmak için
Dün, bir merhabanın, bir acı kahvenin kırk yıl hatırı vardı Dile kolay kırk yıl! Ya şimdi?
Şimdi üşüyoruz, merhabasız, kahvesiz, köpüksüz üşütüyoruz
Dün, eller kalbin üzerine konur ve cemaate rahmet dilenirdi Şöyle:
Selamün aleyküm, rastgele Ya da:
Selamün aleyküm, bereketli olsun
Ve aleyküm selam, merhaba!
Merhaba, cemaate rahmet
“Siftah senden, bereket ’tandı ticaret sabahının ilk sözü
“ bereket versindi son söz “Bereketini gördü karşılığı
Ne hoş, ne muhteşem gelenekti Bir yerlerde yaşıyor mudur şimdi? Yaşıyordur, kim bilir
Sıcak bir merhaba: “Benden size zarar gelmez, emin olun benden anlamındaydı
Karşı merhabanın anlamı da aynı: “Sen de bizden emin ol
Vakti evvelde “merhabamız vardır sözü, “güvenilir insandır anlamınaydı
Ve her güzel temenninin, her özel duanın ardından “ecmain denirdi
“Ecmain, yani: “cümlemiz
“Ecmain, “Ümmeti Muhammedti
Biz bıraktık, ecmain de bizi bıraktı Güzel temenniler, özel dualar da
Dilimizi dönüştürdük, ecmain çevremiz oldu Çevremiz, yani müşterimiz Velinimetimiz
Ama bakın, nasıl da bizi yalnız bırakıyor çevremiz, müşterimiz, velinimetimiz
Söz senet olmaktan çıkınca, merhabalar aşınıyor Çekler, senetler dönüyor
Önce içi boşalıyor merhabanın, ardından kesiliyor bıçak gibi
Öyle ya, karşılıksız merhabayı kim ne yapsın? Öyle ya, esas kriz bu değil mi?
Dostsuz, merhabasız kalınca krize giriyor, üşüyoruz
“Ağustosta balta kesmez buz oluyoruz Kimseye içimizi açamıyor, sırrımızı paylaşamıyoruz
Saçaksız, sığınaksız, şemsiyesiz, korunaksız kalıyoruz
İçimize, dışımıza kapanıyoruz, kimse çözemiyor şifremizi Kimseyi çözemiyoruz
***
İnsanız, yoksullaşıyor, yalnızlaşıyoruz
“Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda oluyoruz İnsanız işte
Modern zamanlardayız Rekabet çağındayız Tüketici ve üreticiyiz
Eski yalın dünyamızdaki yalın sözler yetmiyor teselliye
“Bir elin verdiğini ötekinden gizleme ilkesi, yerini bir elin verdiğini bütün eller alkışlayacak şartına bıraktı Teşhir ve çağındayız Herkes her şeyin bilinmesini istiyor; herkes, her şeyin
“Sırrını sır edene aşk olsun sırrını faş edene yuh! demiş Mevlâna
Ama, çağdaş medeniyet “mahremiyeti yollara döktü, “sır fâş oldu
Eski yalın cümleler dar geliyor dünyamıza Denizler, havalar, karalar dar geliyor arzumuza
Borsa, repo, tefeci, banker çağında “çok söz yalansız, çok mal haramsız olmaz sözü demode artık
Doğrudur, “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştayız, Akşemseddin’in yaşına erenler de var aramızda, ama biz peynir gemisini karada yürütüyoruz Hem sözle yürütüyoruz Anadoluhisarı’ndan Rumelihisarı’na, oradan Haliç’e İthalat, ihracat yapıyoruz Export, import ticaret
Güçlü, daha güçlü olmamız öğütleniyor sürekli Öğütlenmiyor, emrediliyor
Peki nedenmiş o?
Çünkü, daha güçlü olacağız ki, daha güçlü olalım
“Mutlaka izleyin, “mutlaka alın, “mutlaka biriktirin, “sakın kaçırmayın direktifleri alıyoruz her gün, her an
Melek değiliz, etkileniyoruz, “mutlaka değilse de izliyor, alıyoruz
Alıyor, izliyor, biriktiriyoruz Peki niye? Güçlü olalım diye
Alttan ve üstten ısıtmalı apartmanlarımızda, villalarımızda Hz Ebubekir’in cömertliğinden söz ediyoruz
Böyle yapıyoruz, sonra da üşüyoruz
Üşürüz tabii İki yanlı zatürree, tüberküloz bile oluruz
“Selamı yaymakla emr olunduk ki, yeryüzü üşümesin
Yavru kutup ayısı annesine sokulur ve sorar:
Anne, senin annen de kutup ayısı mıydı?
Evet yavrucuğum
Peki onun annesi?
Evet yavrucuğum
Peki anne, babamın annesi babası da kutup ayısı mıydı?
Evet yavrum
Peki onların anne babası da mı?
Evet yavrum Nedir bu merak, niye soruyorsun? Bizim sülalemiz binlerce yıldır kutup ayısıdır
Yavru kutup ayısı biraz daha sokulur annesine ve der ki:
Ama anne, üşüyorum!
***
İklimden, üşümekten, mevsimden, “mevsimlerin insana yaptığı fenalıklardan ne zaman söz açılsa, yavru kutup ayısı sorularıyla, “ama anne deyişiyle, “üşüyorum vurgusuyla gelir oturur karşıma
Her fırsatta, herkese bu sevimli öyküden söz etmekten kendimi alamam
Üşüyoruz ve sebepsiz sanıyoruz üşümelerimizi
Vakti evvelde yalnız üşürdük Şimdi, topluca üşüyoruz Bahara rağmen üşüyoruz Nisan bile üşütüyor
Ellerimiz, elenlerimiz, kar başlıklarımız bile üşüyor
Paylaşsaydık mevsimleri, iklimleri, kalın bir çizgi çekmeseydik “ötekiyle aramıza, üşümezdik
Kalın bir duvar örmeseydik, soluğumuz yeterdi hepimizi ısıtmaya
Lakin, ötekinden kendimizi sorumlu saymadık
Canımız yanıncaya kadar feryat etmedik, etmiyoruz
Çığlıklar, şikayetler, itirazlar çoğaldı, bakın Hem üşüdük hem oksijensiz kaldık birlikte
Birlikte; yani ben, sen, öteki
Peki ama, kendi evimizde, kendi yurdumuzda, kendi yuvamızda niye üşüyoruz
Belki de yanlış sorular üşütüyor, kim bilir
Yanlış sorulara bulduğumuz yanlış cevaplar üşütüyor olmasın
Doğru soru, “niye üşüyoruz? olmalıydı
Oysa yanlış soru yanlış cevaba bizi mecbur bırakıyor
Doğru cevap doğru sorunun içinde Doğru soru ise yanıbaşımızda
Ama, yitiğimizi yitirdiğimiz yerde aramıyoruz; insanız işte!
İnsanız, unutuyoruz Teşekkür etmiyoruz, kendi hakkımız görüyoruz iyiliği
Şükretmiyoruz, tabii hakkımız görüyoruz nimeti
Padişahın ziyafetinde garsona teşekkür ediyoruz da, padişaha teşekkür etmiyoruz
İnsanız, sıkılıyoruz, arada bir üşüyoruz
Sıcacık bir merhabada teselli arıyoruz Sıcacık bir merhaba arıyoruz ısınmak için
Dün, bir merhabanın, bir acı kahvenin kırk yıl hatırı vardı Dile kolay kırk yıl! Ya şimdi?
Şimdi üşüyoruz, merhabasız, kahvesiz, köpüksüz üşütüyoruz
Dün, eller kalbin üzerine konur ve cemaate rahmet dilenirdi Şöyle:
Selamün aleyküm, rastgele Ya da:
Selamün aleyküm, bereketli olsun
Ve aleyküm selam, merhaba!
Merhaba, cemaate rahmet
“Siftah senden, bereket ’tandı ticaret sabahının ilk sözü
“ bereket versindi son söz “Bereketini gördü karşılığı
Ne hoş, ne muhteşem gelenekti Bir yerlerde yaşıyor mudur şimdi? Yaşıyordur, kim bilir
Sıcak bir merhaba: “Benden size zarar gelmez, emin olun benden anlamındaydı
Karşı merhabanın anlamı da aynı: “Sen de bizden emin ol
Vakti evvelde “merhabamız vardır sözü, “güvenilir insandır anlamınaydı
Ve her güzel temenninin, her özel duanın ardından “ecmain denirdi
“Ecmain, yani: “cümlemiz
“Ecmain, “Ümmeti Muhammedti
Biz bıraktık, ecmain de bizi bıraktı Güzel temenniler, özel dualar da
Dilimizi dönüştürdük, ecmain çevremiz oldu Çevremiz, yani müşterimiz Velinimetimiz
Ama bakın, nasıl da bizi yalnız bırakıyor çevremiz, müşterimiz, velinimetimiz
Söz senet olmaktan çıkınca, merhabalar aşınıyor Çekler, senetler dönüyor
Önce içi boşalıyor merhabanın, ardından kesiliyor bıçak gibi
Öyle ya, karşılıksız merhabayı kim ne yapsın? Öyle ya, esas kriz bu değil mi?
Dostsuz, merhabasız kalınca krize giriyor, üşüyoruz
“Ağustosta balta kesmez buz oluyoruz Kimseye içimizi açamıyor, sırrımızı paylaşamıyoruz
Saçaksız, sığınaksız, şemsiyesiz, korunaksız kalıyoruz
İçimize, dışımıza kapanıyoruz, kimse çözemiyor şifremizi Kimseyi çözemiyoruz
***
İnsanız, yoksullaşıyor, yalnızlaşıyoruz
“Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda oluyoruz İnsanız işte
Modern zamanlardayız Rekabet çağındayız Tüketici ve üreticiyiz
Eski yalın dünyamızdaki yalın sözler yetmiyor teselliye
“Bir elin verdiğini ötekinden gizleme ilkesi, yerini bir elin verdiğini bütün eller alkışlayacak şartına bıraktı Teşhir ve çağındayız Herkes her şeyin bilinmesini istiyor; herkes, her şeyin
“Sırrını sır edene aşk olsun sırrını faş edene yuh! demiş Mevlâna
Ama, çağdaş medeniyet “mahremiyeti yollara döktü, “sır fâş oldu
Eski yalın cümleler dar geliyor dünyamıza Denizler, havalar, karalar dar geliyor arzumuza
Borsa, repo, tefeci, banker çağında “çok söz yalansız, çok mal haramsız olmaz sözü demode artık
Doğrudur, “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştayız, Akşemseddin’in yaşına erenler de var aramızda, ama biz peynir gemisini karada yürütüyoruz Hem sözle yürütüyoruz Anadoluhisarı’ndan Rumelihisarı’na, oradan Haliç’e İthalat, ihracat yapıyoruz Export, import ticaret
Güçlü, daha güçlü olmamız öğütleniyor sürekli Öğütlenmiyor, emrediliyor
Peki nedenmiş o?
Çünkü, daha güçlü olacağız ki, daha güçlü olalım
“Mutlaka izleyin, “mutlaka alın, “mutlaka biriktirin, “sakın kaçırmayın direktifleri alıyoruz her gün, her an
Melek değiliz, etkileniyoruz, “mutlaka değilse de izliyor, alıyoruz
Alıyor, izliyor, biriktiriyoruz Peki niye? Güçlü olalım diye
Alttan ve üstten ısıtmalı apartmanlarımızda, villalarımızda Hz Ebubekir’in cömertliğinden söz ediyoruz
Böyle yapıyoruz, sonra da üşüyoruz
Üşürüz tabii İki yanlı zatürree, tüberküloz bile oluruz
“Selamı yaymakla emr olunduk ki, yeryüzü üşümesin