iltasyazilim
FD Üye
Adem aleyhisselâm’dan beri bütün peygamberler, neslin selâmeti için nikâh husûsunda büyük bir ciddiyet göstermişlerdir Çünkü neslin muhâfazası, âile müessesesinin sağlamlığı ile mümkündür Âile müessesesi içinde terbiye edilmeyen, nikâhın dışında oluşan nesiller; hayatın âhengini bozar, iç*timâî nizâmı temelinden sarsar ve anarşiye sebep olur Nikâhın saâdetini, fuhşun murdarlığına değişmek kadar ahmaklık ve cehâlet olamaz!
Âileyi oluşturan hayat arkadaşlarının mesud günleri, ince ve derin hâtıralar, samimî neşeler, refah, huzur ve evlâd sevgisi, ancak nikâh gölgesinde ve iyi hazmedilmiş İslâmî prensiplerin sağladığı olgunluk sâyesinde gerçekleşebilir
Gerçek saâdet, erkek ve kadının aralarındaki bütün münâsebetleri ilâhî emirlere muvâfık bir üslupla gerçekleştirmeleri neticesinde husûle gelir Zîrâ Cenâbı Hak, onları hem rûhen hem de bedenen birbirlerine muhtaç bir sûrette yaratmıştır Erkek ve hanım, ikisi birbirini ikmâl eder İnsanların erkek ve kadın olarak birbirini tamamlayan iki cins şeklinde yaratılması, hayatın dengesini ve saâdetini sağlayan önemli bir unsurdur Bu denge büyük savaşlar gibi sebeplerle bozulduğunda, aradan çeyrek asır bile geçmeden ilâhî bir tanzimle tekrar düzelmektedir
Çiftlerin meşrû birliktelikleri ile toplumun temel taşları olan âileler meydana gelmektedir Âile, toplumun düzeninin kemâle ermesi ve hânelerin saâdet ve mutluluk ile dolabilmesi için temel ve vazgeçilmez bir müessesedir
Âile tesis edilirken, erkek ve kadın birbirine kesin olarak söz verir; sevgi, samimiyet ve güven esasına dayalı bir birlik kurarlar Böylece ilâhî kudret akışlarının bir tecellîsi olarak, birbirine yabancı iki kişi artık birbirine en yakın iki insan oluverir Üstelik kurdukları yuva da kendilerine, ayrıldıkları baba evinden daha sıcak hâle gelir Allâh Teâlâ, zevc ve zevcenin birbiri için ilâhî bir lutuf olduğunu şöyle beyân buyurur:
“Onun (varlığının ve birliğinin) delillerinden biri de kendilerine meyledip ülfet edesiniz diye kendi cinsinizden size eşler yaratması ve aranızda bir muhabbet ve şefkat kılmasıdır Şüphesiz ki bunda tefekkür eden bir topluluk için nice deliller vardır (erRûm, 21)
Âilede saâdet, eşler arasında karşılıklı bir anlayış ve olgunluğun meyvesi olup hassâsiyetle korunmalıdır İki taraf aslâ lâubâlî olmadan, samimiyet içinde yaşamalıdır Âile hayâtı içinde vakar ve kibir, tevâzu ve zillet, samimiyet ve lâubâlîlik arasındaki hassas sınırlara âzamî derecede dikkat edilmelidir Ayrıca bu dünyada en fazla nazara gelen şeyin “saâdet olduğu da unutulmamalıdır Bu bakımdan âilece görüşmelerde hududlara dikkat etmek ve gayri mesud insanlardan onları da incitmeden uzak durmaya çalışmak gereklidir
Ev, sâdece barınmaya mahsus bir dört duvardan ibâret değildir Orada yaşanılan hâllerin mahremiyetine dikkat etmek ve âilevî meseleleri umûma ifşâ etmemek, saâdet ve huzurun devâmının temel şartlarından biridir
İslâm, kâmil mânâsıyla doğru anlaşılıp iyi hazmedildiği takdirde âile bir “cennet hâline gelir Bundan dolayıdır ki: “Erkeğin cenneti evidir buyrulmuş*tur
***
İnsanın yaratılış gâyesi, Hâlık’ını bilmek ve tanımaktan ibârettir Bu tanıyışın zihnî merhaleleri aşarak kalbî bir mâhiyet kazanması, gerçek aşk, yâni “muhabbetullâhtır Muhabbetullâh, kalbin en seviyeli faâliyetidir Bundan dolayıdır ki, Kur’ânı Kerîm’de “…Âgâh olunuz ki kalbler ancak Allâh’ın zikri ile mutmain olur (erRa‘d, 28) hükmü yer almıştır Lâkin kalbin muhabbetullâha müsâid bir kıvâma ulaşması, ancak belli bâzı merhaleleri aşması ile mümkündür
İslâm’a göre âile ve evlâd muhabbetleri, kalbin ilâhî muhabbete medâr olacak bir vasıf kazanabilmesi için lâzım gelen ibtidâî safhalardandır Mecnûn’un “Leylâ Leylâ derken Mevlâ’yı buldum sözü, bu hikmetin bir başka ifâdesidir
Mecnûn’un kahramanlığı, sırf bu dünyâ planında takılı kalmayıp, “aşkı mecâzîden “aşkı hakîkîye, yâni fânî ve beşerî aşktan ilâhî aşka intikal edebilmesiydi Onun bidâyette hayatını adayacak kadar sevdiği Leylâ, nihâyette ilâhî muhabbete bir basamak teşkil etti Mecnûn, aradığı hakîkati ilâhî muhabbet âleminde bulunca, hayatındaki Leylâ’nın rolü sona erdi
Bu bakımdan Leylâlar ile başlayan muhabbet mâcerâsı Mevlâ’da sükûn bulursa, muhabbet gerçek gâyesine ulaşmış olur Bizler de Mecnûn gibi fânî muhabbetleri ilâhî muhabbete basamak yapıp, neyi aradığımızın farkına vardıktan sonra, yâni hakîkî ve ilâhî muhabbetin hazzını tattığımız gün, kalbimizden şu sevinç feryâdı kopacak:
“Rabbim! Seni uzaklarda ararken kalbimde buldum!
Anlaşılacağı üzere kalbin ilâhî muhabbet tecellîlerine mazhar olmasında beşerî muhabbet temrinleriyle seviye kat etmesinin mühim bir rolü vardır İşte bu istikâmette atılacak en büyük adımlardan biri de nikâh gölgesinde kemâle eren, meşrû bir muhabbettir Zîrâ karşı cinse olan muhabbet, fıtrîdir Nitekim Havvâ vâlidemiz,
Hazreti Âdem’in kaburga kemiğinden halkolunmuş ve bu vesîle ile aralarında kalbî bir akım hâsıl olmuştur
Eşler arasındaki yakınlık, meşrû bir şekilde icrâ edildiğinde ve Rabbin de takdîr ve murâd etmesi hâlinde, bu yakınlığın en büyük meyvesi evlâd sâhibi olmaktır Kalbin ilâhî muhabbet yolundaki diğer bir beşerî temrini de “evlâd iledir Bir annebabanın evlâdına olan düşkünlüğü, kendi annebabasına olan düşkünlüğü ile kıyaslanamayacak kadar büyüktür Zîrâ Hazreti Âdem aleyhisselâm ile Hazreti Havvâ vâlidemizin anababası olmadığından, muhabbetteki akış, yukarıdan aşağıya, yâni anababadan evlâd ve torunlara doğrudur Çocukların çok sevilmesinin bir hikmeti de budur Bu şiddetli sevgi, sırf dünyevî, yâni nefsânî olarak devam ederse, Kur’ânı Kerîm’de mal ve evlâd gibi nîmetler hakkında buyrulan “fitne vasfını alır
Âyeti kerîmede buyrulur:
“Biliniz ki, mallarınız ve evlâdlarınız, birer fitnedir (imtihan konusudur) Büyük mükâfât ise, (âhirette) Allâh nezdindedir (elEnfâl, 28)
Zîrâ gâfilâne yetiştirilen evlâdlar, âile için ağır bir vebâldir Şüphesiz ki israf haramdır İsrafın en kötüsü ise insan israfıdır Bu yüzden evlâdlarımızı mânevî duygularla mücehhez olarak yetiştirme husûsunda âzamî hassâsiyet göstermek, en büyük kulluk vazîfelerimizdendir
Mal ve evlâda karşı tavırlarımız, rızâyı ilâhî istikâmetinde olup îman lezzetine vesîle olursa o zaman bir “zînet hâline gelir Kur’ânı Kerîm’de buyrulur:
“Malmülk, çoluk çocuk… Bütün bunlar dünya hayatının zînetleridir Bâkî kalacak yararlı işler ise Rabbinin katında, hem mükâfât yönünden, hem de ümit bağlamak bakımından daha hayırlıdır (elKehf, 46)
Mal ve evlâdın bir âyeti kerîmede “fitne, diğerinde “zînet vasfıyla anılması, câlibi dikkattir Bunların fitne olması; kalbe köklü bir şekilde yerleşip kulu Rabbinden gâfil bırakması tehlikesine binâendir Zînet olması ise, rızâyı ilâhîye göre istikâmetlendirildiği takdirde kalbdeki îmânı seviyelendiren ve bir sadakayı câriye olarak kulun öldükten sonra da ecrinin devâmına vesîle olan en önemli iki vâsıta olmalarından dolayıdır
Hadîsi şerîfte buyrulur:
“Allâh Teâlâ, cennetteki sâlih kulunun derecesini yükseltir de, hayrete düşen kul:
«–Yâ Rabbî, bu terfî bana hangi sebeple verildi?» diye sorar
Allâh Teâlâ da:
«–Çocuğunun sana yaptığı istiğfâr ve duâ sebebiyle…» buyurur (Ahmed bin Hanbel, II, 509; İbni Mâce, Edeb, 1)
Diğer bir hadîsi şerîfte de şöyle buyrulur:
“İnsan ölünce, bütün amellerinin sevâbı kesilir Ancak şu üç şey müstesnâ:
Sadakayı câriye, kendisinden istifâde edilen ilim, ardından duâ eden sâlih bir evlâd… (Müslim, Vasiyet, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36)
Annebabanın en mühim vazifesi, İslâm fıtratı ile teslim edilen yavruyu hayırla donatmak ve onu hayırlı bir evlâd olarak yetiştirmektir Hayırlı evlâda sâhip olmak, dünyâda da âhirette de huzur ve saâdet vesîlesidir Bu tâlim ve terbiyenin verilebileceği en hayırlı iklim de âile ortamıdır
Çocuk, hakka ve hayra yönelmenin îcaplarını ilk olarak âile müessesesinde öğrenir Sonra buna toplumdaki diğer tesirler eklenir Lâkin âileden aldığı tesir temeldir Bu yüzden annebabanın, evlâdını güzel bir şekilde yetiştirmesi, yâni hayırhasenât ile donatması, kendileri için bir âhiret mesûliyetidir Bu, aynı zamanda evlâdın anababası üzerindeki en mühim hakkıdır Bu bakımdan ebeveynin, çocuklarının terbiyesinde büyük bir titizlik, îtinâ ve hassâsiyet göstermeleri îcâb eder Çocuk yetiştirme konusunda anne ve babanın bilhassa dikkat etmesi gereken başlıca hususlar şunlardır:
a Çocuğa rûhâniyet telkîn edecek güzel bir isim konulmalıdır
b Feyizli bir ortamda inkişâf etmeleri için, yedirilen lokmaların helâlliğine dikkat edilmelidir
c Çocuklarda taklid meyli hâkim olduğu için onlara örnek olacak bir davranış güzelliği sergilenmelidir Zîrâ münâkaşalı ve kavgalı ortamlardan in’ikâs alan çocuk huysuzlaşıp hırçınlaşır
d Çocukların davranışları dâimâ kontrol edilip göz önünde yapamadıkları kabahatleri gizli ve tenhâ yerlerde işlemelerine meydan verilmemelidir Zîrâ bu durumda karakterleri zaafa uğrar, çift şahsiyetli olurlar Bu hâlin ilk tezâhürleri de yalan ve riyâdır
e Çocukların güzel işleri takdir edilip mükâfatlandırılmalı, hatâları ise görmezden gelinmemelidir Çünkü müsbet davranışlar mükâfât ile pekiştirilerek çocuğun şahsiyetinde kalıcı bir yer edinir Buna mukâbil, vaktinde îkaz edilmeyen kusurlar da tekrarlana tekrarlana şahsiyetin bir parçası hâline gelir Bu yüzden bilhassa kız çocuklarının küçük yaşlardaki kıyâfet yanlışlıkları müsâmaha ile karşılanmamalıdır Zîrâ insanın alıştığı şeyler, zamanla geri dönülemeyen tiryâkilikler hâline gelebilir
f Sık sık cezâ vererek çocuk arsız hâle de getirilmemelidir
g Emir, yasak ve kâideler telkin edilirken onların kavrayabileceği bir şekilde gerekçeleri de îzâh edilerek iknâ edilmelidir
h Âdâbı muâşeret ve ahlâk kâideleri öğretilmeli, bilhassa varlıklı âileler, çocuklarının, akranlarına kaba ve kibirli davranmalarına mânî olmalıdırlar Zîrâ bunlar zamanla huy hâline gelir Onlara, tevâzû telkin edilmeli, anlayacakları bir dil ile Kasas Sûresi’ndeki “Kârûn kıssası anlatılmalıdır
ı Çocukların meşrû sınırlar dâhilinde çocukluklarını yaşamalarına imkân tanınmalıdır Fakat ne fazla serbest bırakılmalı, ne de haddinden fazla baskı yapılmalıdır Zîrâ fazla rahatlık, nefsâniyeti azdırır, tembelliğe sebep olur; fazla baskı da çocuğun ezik ve silik bir karakter sâhibi olmasına sebebiyet verir Bu yüzden ölçülü bir üslûb ile vakitlerini fazîletli birer insan olmalarına vesîle olacak davranışlarla doldurmaya gayret edilmelidir
i Kendilerine Cenâbı Hakk’ın nîmetleri hatırlatılıp hamd ve şükre alıştırılmalıdır Peygamber Efendimiz’in hayatından misâller verilerek, iç âlemlerinin rûhâniyet iklîminde yoğrulmasına gayret edilmelidir
j Daha küçük yaşlarında iken ibâdet ve hizmete alıştırılmalı, ibâdet mes’ûliyeti ve hizmetin ehemmiyeti telkin edilmelidir
Asil bir nesil yetiştirmek, insanlık muktezâsı olan ulvî bir duygudur Evlâdların yetiştirilmesi husûsunda çekilen mihnet ve meşakkatler, günahların affına vesîle olur Çocukların iyi terbiye edilmesi husûsunda Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha hayırlı bir mîras bırakmamıştır (Tirmizî, Birr, 33)
Bu bakımdan çocuklarımızı bir ibâdet vecdiyle yetiştirmeliyiz Onların rûhânî hayatları husûsunda hiçbir gayret ve himmeti esirgememeliyiz
Cenâbı Hak Kur’ânı Kerîm’de:
“Âilene namaz kılmayı emret, kendin de namaza dört elle sarıl! (Tâhâ, 132) buyurmaktadır Âyeti kerîme muktezâsınca çocuklarımıza ibâdet etmenin şuurunu kazandırmalı ve onları ibâdete alıştırmalıyız
Yine çocuklarımızı havâîlikten, haşarılıktan, lüzumsuz gezintilerden, eve geç gelmelerden, kötü arkadaşlardan, velhâsıl mânevî dünyâlarını zaafa uğratacak her türlü menfîlikten korumalıyız
Yavrularımız arasında adâlete riâyet edip hasedleşmelerine meydan vermemeliyiz Vakitleri geldiğinde imkânlar müsâid olduğu takdirde onları evlendirmeliyiz Damat veya gelin alırken de mal, mülk, mevkî gibi fânî, dünyevî ve izâfî kıymetlerden ziyâde; îmân, güzel ahlâk ve rûhânî hayâtı gözetmeliyiz Zîrâ îmânî ve ahlâkî duyguları itibâriyle birleşmeyen eşlerin sonu, ya hazin ayrılıklar veya mezara kadar süren ıztıraplar olur
Âyeti kerîmede buyrulur:
“Ey îmân edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun! (etTahrîm, 6)
Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, bu
âyeti kerîmedeki ilâhî emri şöyle tefsîr buyurmuşlardır:
“Onlara, Allâh’a kul olmayı, tâat ve itaati emreder; yine onları Allâh’a isyan etmekten ve günahlardan nehyederseniz, işte bu, onları korumak demektir (Âlûsî, Tefsîr, XXVIII, 156)
Cenâbı Hak bizlere, “gözümüzün nûru olacak bir zürriyete nâil olabilmemiz için de şöyle duâ tâliminde bulunmaktadır:
“Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sâhiplerine önder kıl! (elFurkân, 74)
***
Diğer taraftan, Cenâbı Hakk’ın kendilerine evlâd takdir etmediği âileler de rızâ hâlinde yaşamalı ve:
“Ho*şu*nu*za git*me*yen bir şey ço*ğu ke*re si*zin için ha*yır*lı ola*bi*lir Yi*ne sev*di*ği*niz bir şey de çoğu ke*re hak*kı*nız*da şer ola*bi*lir Al*lâh bi*lir, siz bilemezsiniz (elBa*ka*ra, 216) âyeti kerîmesindeki hikmeti tefekkür etmelidirler
Yine bu durumda olanlar, imkânları nisbetinde, kimsesiz, fakir ve bilhassa öksüz ve yetim çocukların elinden tutarak hem kendilerine bir tesellî yolu aramalı, hem de onları cemiyetin istismâr ettiği mazlumlar durumuna düşmekten kurtarmaya çalışmalıdırlar Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’in şu hadîsi şerîfini de düstûr edinmelidirler:
“Kendi yetimini veya başkasına âit bir yetimi himâye eden kimseyle ben, cennette şöyle yanyana bulunacağız
Hadîsi rivâyet eden Mâlik bin Enes radıyallâhu anh, Peygamber Efendimiz’in yaptığı gibi işâret parmağıyla orta parmağını gösterdi (Müslim, Zühd, 42)
Bu ictimâî ibâdet, bütün mü’minlere şâmil bir vazîfedir Zîrâ mü’min, kendi çocukları gibi başkalarının çocuklarını da düşünen, diğergâm bir gönül ufkuna sâhip insandır Rûhânî bir âile iklîminde yetiştirilen sâlih evlâdların, annebaba için sadakayı câriye olacağı mutlaktır Yetimleri himâye edenlerin de Allâh Rasûlü’nün teveccühünü kazanacağı muhakkaktır
Nitekim Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, ashâbına sık sık; “Bugün bir yetim başı okşadınız mı? diye sorarlardı
***
Son günlerde, ayakkabı boyacısı küçük çocuklarla yapılmış olan bir ankette, 9 yaşındaki üçüncü sınıf öğrencisi A G’nin lisânı hâl ile haykırdığı; “acıyın bize feryâdı, her duygulu mü’mini, böyle ictimâî mes’ûliyetler husûsunda bir vicdan muhâsebesine sevk edecek türdendir
Her kelimesi çocukluğun sâfiyetini ve mâsumluğunu sergileyen sözlerinde diyor ki boyacı çocuk:
“Ben cennete gitmek istiyorum Orada kuşlar, kelebekler, mis gibi kokan güzel renkli çiçekler var Orada elma, portakal, muz, kivi, her türlü meyveden yemek istiyorum
Benim bisikletimin olmasını istiyorum, güzel masallar okumak istiyorum ve boyacılık işini artık hiç yapmak istemiyorum Oturup dinlenmek, orada güzelce yatıp uyumak istiyorum
Kitaplar okumak istiyorum Okulumu bitirirsem doktor olmak istiyorum Hastaları iyi yapmak istiyorum
Dışarda kar yağıyor, üşüyorum!
Toplumdaki bu sessiz feryatlar, merhametsizliğin ve sefâletin anaforunda hayat mücâdelesiyle karşı karşıya bırakılıp yalnızlığa terk edilen mâsum yavruların ıztırâbını ve bizim onlara karşı mes’ûliyetimizi ne kadar acı bir sûrette ifâde etmektedir!
Bizler, onların maddî ihtiyaçlarını karşılama mecbûriyetiyle berâber, onların dînî ve ahlâkî terbiyelerinden de Hak katında mes’ûl durumdayız Toplumumuz, böyle garip ve mahrumların rûhî açlığını da giderip onların gönül ıztıraplarını tesellî edecek, onlara cennetin yolunu gösterecek gönül insanlarına ne kadar muhtaç!
Unutmayalım ki, cemiyetten yükselen “acıyın bize feryatlarını duymayanlar, hayatın şaşkın yolcularıdır Merhamet ve hizmet aşkını bütün fânî sevdâların üzerine yükseltemez isek, kendimize yazık etmiş oluruz
İnsanların nefsânî arzularını putlaştırdığı, cemiyet yaralarının vurdumduymazlıkla geçiştirildiği bir zamanda, şahsî menfaat ve endişelerini aşarak, kendisini toplumun ıztırâbından mes’ûl hisseden, yetimleri, mazlumları ve kimsesiz mâsumları kendi yavrusu gibi bağrına basabilen mü’minlere ne mutlu!
Rabbimiz bizlere takvâ üzere bir âile hayatı, çevremize merhamet ve şefkat dolu bir gönül nasîb eylesin!
Âileyi oluşturan hayat arkadaşlarının mesud günleri, ince ve derin hâtıralar, samimî neşeler, refah, huzur ve evlâd sevgisi, ancak nikâh gölgesinde ve iyi hazmedilmiş İslâmî prensiplerin sağladığı olgunluk sâyesinde gerçekleşebilir
Gerçek saâdet, erkek ve kadının aralarındaki bütün münâsebetleri ilâhî emirlere muvâfık bir üslupla gerçekleştirmeleri neticesinde husûle gelir Zîrâ Cenâbı Hak, onları hem rûhen hem de bedenen birbirlerine muhtaç bir sûrette yaratmıştır Erkek ve hanım, ikisi birbirini ikmâl eder İnsanların erkek ve kadın olarak birbirini tamamlayan iki cins şeklinde yaratılması, hayatın dengesini ve saâdetini sağlayan önemli bir unsurdur Bu denge büyük savaşlar gibi sebeplerle bozulduğunda, aradan çeyrek asır bile geçmeden ilâhî bir tanzimle tekrar düzelmektedir
Çiftlerin meşrû birliktelikleri ile toplumun temel taşları olan âileler meydana gelmektedir Âile, toplumun düzeninin kemâle ermesi ve hânelerin saâdet ve mutluluk ile dolabilmesi için temel ve vazgeçilmez bir müessesedir
Âile tesis edilirken, erkek ve kadın birbirine kesin olarak söz verir; sevgi, samimiyet ve güven esasına dayalı bir birlik kurarlar Böylece ilâhî kudret akışlarının bir tecellîsi olarak, birbirine yabancı iki kişi artık birbirine en yakın iki insan oluverir Üstelik kurdukları yuva da kendilerine, ayrıldıkları baba evinden daha sıcak hâle gelir Allâh Teâlâ, zevc ve zevcenin birbiri için ilâhî bir lutuf olduğunu şöyle beyân buyurur:
“Onun (varlığının ve birliğinin) delillerinden biri de kendilerine meyledip ülfet edesiniz diye kendi cinsinizden size eşler yaratması ve aranızda bir muhabbet ve şefkat kılmasıdır Şüphesiz ki bunda tefekkür eden bir topluluk için nice deliller vardır (erRûm, 21)
Âilede saâdet, eşler arasında karşılıklı bir anlayış ve olgunluğun meyvesi olup hassâsiyetle korunmalıdır İki taraf aslâ lâubâlî olmadan, samimiyet içinde yaşamalıdır Âile hayâtı içinde vakar ve kibir, tevâzu ve zillet, samimiyet ve lâubâlîlik arasındaki hassas sınırlara âzamî derecede dikkat edilmelidir Ayrıca bu dünyada en fazla nazara gelen şeyin “saâdet olduğu da unutulmamalıdır Bu bakımdan âilece görüşmelerde hududlara dikkat etmek ve gayri mesud insanlardan onları da incitmeden uzak durmaya çalışmak gereklidir
Ev, sâdece barınmaya mahsus bir dört duvardan ibâret değildir Orada yaşanılan hâllerin mahremiyetine dikkat etmek ve âilevî meseleleri umûma ifşâ etmemek, saâdet ve huzurun devâmının temel şartlarından biridir
İslâm, kâmil mânâsıyla doğru anlaşılıp iyi hazmedildiği takdirde âile bir “cennet hâline gelir Bundan dolayıdır ki: “Erkeğin cenneti evidir buyrulmuş*tur
***
İnsanın yaratılış gâyesi, Hâlık’ını bilmek ve tanımaktan ibârettir Bu tanıyışın zihnî merhaleleri aşarak kalbî bir mâhiyet kazanması, gerçek aşk, yâni “muhabbetullâhtır Muhabbetullâh, kalbin en seviyeli faâliyetidir Bundan dolayıdır ki, Kur’ânı Kerîm’de “…Âgâh olunuz ki kalbler ancak Allâh’ın zikri ile mutmain olur (erRa‘d, 28) hükmü yer almıştır Lâkin kalbin muhabbetullâha müsâid bir kıvâma ulaşması, ancak belli bâzı merhaleleri aşması ile mümkündür
İslâm’a göre âile ve evlâd muhabbetleri, kalbin ilâhî muhabbete medâr olacak bir vasıf kazanabilmesi için lâzım gelen ibtidâî safhalardandır Mecnûn’un “Leylâ Leylâ derken Mevlâ’yı buldum sözü, bu hikmetin bir başka ifâdesidir
Mecnûn’un kahramanlığı, sırf bu dünyâ planında takılı kalmayıp, “aşkı mecâzîden “aşkı hakîkîye, yâni fânî ve beşerî aşktan ilâhî aşka intikal edebilmesiydi Onun bidâyette hayatını adayacak kadar sevdiği Leylâ, nihâyette ilâhî muhabbete bir basamak teşkil etti Mecnûn, aradığı hakîkati ilâhî muhabbet âleminde bulunca, hayatındaki Leylâ’nın rolü sona erdi
Bu bakımdan Leylâlar ile başlayan muhabbet mâcerâsı Mevlâ’da sükûn bulursa, muhabbet gerçek gâyesine ulaşmış olur Bizler de Mecnûn gibi fânî muhabbetleri ilâhî muhabbete basamak yapıp, neyi aradığımızın farkına vardıktan sonra, yâni hakîkî ve ilâhî muhabbetin hazzını tattığımız gün, kalbimizden şu sevinç feryâdı kopacak:
“Rabbim! Seni uzaklarda ararken kalbimde buldum!
Anlaşılacağı üzere kalbin ilâhî muhabbet tecellîlerine mazhar olmasında beşerî muhabbet temrinleriyle seviye kat etmesinin mühim bir rolü vardır İşte bu istikâmette atılacak en büyük adımlardan biri de nikâh gölgesinde kemâle eren, meşrû bir muhabbettir Zîrâ karşı cinse olan muhabbet, fıtrîdir Nitekim Havvâ vâlidemiz,
Hazreti Âdem’in kaburga kemiğinden halkolunmuş ve bu vesîle ile aralarında kalbî bir akım hâsıl olmuştur
Eşler arasındaki yakınlık, meşrû bir şekilde icrâ edildiğinde ve Rabbin de takdîr ve murâd etmesi hâlinde, bu yakınlığın en büyük meyvesi evlâd sâhibi olmaktır Kalbin ilâhî muhabbet yolundaki diğer bir beşerî temrini de “evlâd iledir Bir annebabanın evlâdına olan düşkünlüğü, kendi annebabasına olan düşkünlüğü ile kıyaslanamayacak kadar büyüktür Zîrâ Hazreti Âdem aleyhisselâm ile Hazreti Havvâ vâlidemizin anababası olmadığından, muhabbetteki akış, yukarıdan aşağıya, yâni anababadan evlâd ve torunlara doğrudur Çocukların çok sevilmesinin bir hikmeti de budur Bu şiddetli sevgi, sırf dünyevî, yâni nefsânî olarak devam ederse, Kur’ânı Kerîm’de mal ve evlâd gibi nîmetler hakkında buyrulan “fitne vasfını alır
Âyeti kerîmede buyrulur:
“Biliniz ki, mallarınız ve evlâdlarınız, birer fitnedir (imtihan konusudur) Büyük mükâfât ise, (âhirette) Allâh nezdindedir (elEnfâl, 28)
Zîrâ gâfilâne yetiştirilen evlâdlar, âile için ağır bir vebâldir Şüphesiz ki israf haramdır İsrafın en kötüsü ise insan israfıdır Bu yüzden evlâdlarımızı mânevî duygularla mücehhez olarak yetiştirme husûsunda âzamî hassâsiyet göstermek, en büyük kulluk vazîfelerimizdendir
Mal ve evlâda karşı tavırlarımız, rızâyı ilâhî istikâmetinde olup îman lezzetine vesîle olursa o zaman bir “zînet hâline gelir Kur’ânı Kerîm’de buyrulur:
“Malmülk, çoluk çocuk… Bütün bunlar dünya hayatının zînetleridir Bâkî kalacak yararlı işler ise Rabbinin katında, hem mükâfât yönünden, hem de ümit bağlamak bakımından daha hayırlıdır (elKehf, 46)
Mal ve evlâdın bir âyeti kerîmede “fitne, diğerinde “zînet vasfıyla anılması, câlibi dikkattir Bunların fitne olması; kalbe köklü bir şekilde yerleşip kulu Rabbinden gâfil bırakması tehlikesine binâendir Zînet olması ise, rızâyı ilâhîye göre istikâmetlendirildiği takdirde kalbdeki îmânı seviyelendiren ve bir sadakayı câriye olarak kulun öldükten sonra da ecrinin devâmına vesîle olan en önemli iki vâsıta olmalarından dolayıdır
Hadîsi şerîfte buyrulur:
“Allâh Teâlâ, cennetteki sâlih kulunun derecesini yükseltir de, hayrete düşen kul:
«–Yâ Rabbî, bu terfî bana hangi sebeple verildi?» diye sorar
Allâh Teâlâ da:
«–Çocuğunun sana yaptığı istiğfâr ve duâ sebebiyle…» buyurur (Ahmed bin Hanbel, II, 509; İbni Mâce, Edeb, 1)
Diğer bir hadîsi şerîfte de şöyle buyrulur:
“İnsan ölünce, bütün amellerinin sevâbı kesilir Ancak şu üç şey müstesnâ:
Sadakayı câriye, kendisinden istifâde edilen ilim, ardından duâ eden sâlih bir evlâd… (Müslim, Vasiyet, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36)
Annebabanın en mühim vazifesi, İslâm fıtratı ile teslim edilen yavruyu hayırla donatmak ve onu hayırlı bir evlâd olarak yetiştirmektir Hayırlı evlâda sâhip olmak, dünyâda da âhirette de huzur ve saâdet vesîlesidir Bu tâlim ve terbiyenin verilebileceği en hayırlı iklim de âile ortamıdır
Çocuk, hakka ve hayra yönelmenin îcaplarını ilk olarak âile müessesesinde öğrenir Sonra buna toplumdaki diğer tesirler eklenir Lâkin âileden aldığı tesir temeldir Bu yüzden annebabanın, evlâdını güzel bir şekilde yetiştirmesi, yâni hayırhasenât ile donatması, kendileri için bir âhiret mesûliyetidir Bu, aynı zamanda evlâdın anababası üzerindeki en mühim hakkıdır Bu bakımdan ebeveynin, çocuklarının terbiyesinde büyük bir titizlik, îtinâ ve hassâsiyet göstermeleri îcâb eder Çocuk yetiştirme konusunda anne ve babanın bilhassa dikkat etmesi gereken başlıca hususlar şunlardır:
a Çocuğa rûhâniyet telkîn edecek güzel bir isim konulmalıdır
b Feyizli bir ortamda inkişâf etmeleri için, yedirilen lokmaların helâlliğine dikkat edilmelidir
c Çocuklarda taklid meyli hâkim olduğu için onlara örnek olacak bir davranış güzelliği sergilenmelidir Zîrâ münâkaşalı ve kavgalı ortamlardan in’ikâs alan çocuk huysuzlaşıp hırçınlaşır
d Çocukların davranışları dâimâ kontrol edilip göz önünde yapamadıkları kabahatleri gizli ve tenhâ yerlerde işlemelerine meydan verilmemelidir Zîrâ bu durumda karakterleri zaafa uğrar, çift şahsiyetli olurlar Bu hâlin ilk tezâhürleri de yalan ve riyâdır
e Çocukların güzel işleri takdir edilip mükâfatlandırılmalı, hatâları ise görmezden gelinmemelidir Çünkü müsbet davranışlar mükâfât ile pekiştirilerek çocuğun şahsiyetinde kalıcı bir yer edinir Buna mukâbil, vaktinde îkaz edilmeyen kusurlar da tekrarlana tekrarlana şahsiyetin bir parçası hâline gelir Bu yüzden bilhassa kız çocuklarının küçük yaşlardaki kıyâfet yanlışlıkları müsâmaha ile karşılanmamalıdır Zîrâ insanın alıştığı şeyler, zamanla geri dönülemeyen tiryâkilikler hâline gelebilir
f Sık sık cezâ vererek çocuk arsız hâle de getirilmemelidir
g Emir, yasak ve kâideler telkin edilirken onların kavrayabileceği bir şekilde gerekçeleri de îzâh edilerek iknâ edilmelidir
h Âdâbı muâşeret ve ahlâk kâideleri öğretilmeli, bilhassa varlıklı âileler, çocuklarının, akranlarına kaba ve kibirli davranmalarına mânî olmalıdırlar Zîrâ bunlar zamanla huy hâline gelir Onlara, tevâzû telkin edilmeli, anlayacakları bir dil ile Kasas Sûresi’ndeki “Kârûn kıssası anlatılmalıdır
ı Çocukların meşrû sınırlar dâhilinde çocukluklarını yaşamalarına imkân tanınmalıdır Fakat ne fazla serbest bırakılmalı, ne de haddinden fazla baskı yapılmalıdır Zîrâ fazla rahatlık, nefsâniyeti azdırır, tembelliğe sebep olur; fazla baskı da çocuğun ezik ve silik bir karakter sâhibi olmasına sebebiyet verir Bu yüzden ölçülü bir üslûb ile vakitlerini fazîletli birer insan olmalarına vesîle olacak davranışlarla doldurmaya gayret edilmelidir
i Kendilerine Cenâbı Hakk’ın nîmetleri hatırlatılıp hamd ve şükre alıştırılmalıdır Peygamber Efendimiz’in hayatından misâller verilerek, iç âlemlerinin rûhâniyet iklîminde yoğrulmasına gayret edilmelidir
j Daha küçük yaşlarında iken ibâdet ve hizmete alıştırılmalı, ibâdet mes’ûliyeti ve hizmetin ehemmiyeti telkin edilmelidir
Asil bir nesil yetiştirmek, insanlık muktezâsı olan ulvî bir duygudur Evlâdların yetiştirilmesi husûsunda çekilen mihnet ve meşakkatler, günahların affına vesîle olur Çocukların iyi terbiye edilmesi husûsunda Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha hayırlı bir mîras bırakmamıştır (Tirmizî, Birr, 33)
Bu bakımdan çocuklarımızı bir ibâdet vecdiyle yetiştirmeliyiz Onların rûhânî hayatları husûsunda hiçbir gayret ve himmeti esirgememeliyiz
Cenâbı Hak Kur’ânı Kerîm’de:
“Âilene namaz kılmayı emret, kendin de namaza dört elle sarıl! (Tâhâ, 132) buyurmaktadır Âyeti kerîme muktezâsınca çocuklarımıza ibâdet etmenin şuurunu kazandırmalı ve onları ibâdete alıştırmalıyız
Yine çocuklarımızı havâîlikten, haşarılıktan, lüzumsuz gezintilerden, eve geç gelmelerden, kötü arkadaşlardan, velhâsıl mânevî dünyâlarını zaafa uğratacak her türlü menfîlikten korumalıyız
Yavrularımız arasında adâlete riâyet edip hasedleşmelerine meydan vermemeliyiz Vakitleri geldiğinde imkânlar müsâid olduğu takdirde onları evlendirmeliyiz Damat veya gelin alırken de mal, mülk, mevkî gibi fânî, dünyevî ve izâfî kıymetlerden ziyâde; îmân, güzel ahlâk ve rûhânî hayâtı gözetmeliyiz Zîrâ îmânî ve ahlâkî duyguları itibâriyle birleşmeyen eşlerin sonu, ya hazin ayrılıklar veya mezara kadar süren ıztıraplar olur
Âyeti kerîmede buyrulur:
“Ey îmân edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun! (etTahrîm, 6)
Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, bu
âyeti kerîmedeki ilâhî emri şöyle tefsîr buyurmuşlardır:
“Onlara, Allâh’a kul olmayı, tâat ve itaati emreder; yine onları Allâh’a isyan etmekten ve günahlardan nehyederseniz, işte bu, onları korumak demektir (Âlûsî, Tefsîr, XXVIII, 156)
Cenâbı Hak bizlere, “gözümüzün nûru olacak bir zürriyete nâil olabilmemiz için de şöyle duâ tâliminde bulunmaktadır:
“Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sâhiplerine önder kıl! (elFurkân, 74)
***
Diğer taraftan, Cenâbı Hakk’ın kendilerine evlâd takdir etmediği âileler de rızâ hâlinde yaşamalı ve:
“Ho*şu*nu*za git*me*yen bir şey ço*ğu ke*re si*zin için ha*yır*lı ola*bi*lir Yi*ne sev*di*ği*niz bir şey de çoğu ke*re hak*kı*nız*da şer ola*bi*lir Al*lâh bi*lir, siz bilemezsiniz (elBa*ka*ra, 216) âyeti kerîmesindeki hikmeti tefekkür etmelidirler
Yine bu durumda olanlar, imkânları nisbetinde, kimsesiz, fakir ve bilhassa öksüz ve yetim çocukların elinden tutarak hem kendilerine bir tesellî yolu aramalı, hem de onları cemiyetin istismâr ettiği mazlumlar durumuna düşmekten kurtarmaya çalışmalıdırlar Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’in şu hadîsi şerîfini de düstûr edinmelidirler:
“Kendi yetimini veya başkasına âit bir yetimi himâye eden kimseyle ben, cennette şöyle yanyana bulunacağız
Hadîsi rivâyet eden Mâlik bin Enes radıyallâhu anh, Peygamber Efendimiz’in yaptığı gibi işâret parmağıyla orta parmağını gösterdi (Müslim, Zühd, 42)
Bu ictimâî ibâdet, bütün mü’minlere şâmil bir vazîfedir Zîrâ mü’min, kendi çocukları gibi başkalarının çocuklarını da düşünen, diğergâm bir gönül ufkuna sâhip insandır Rûhânî bir âile iklîminde yetiştirilen sâlih evlâdların, annebaba için sadakayı câriye olacağı mutlaktır Yetimleri himâye edenlerin de Allâh Rasûlü’nün teveccühünü kazanacağı muhakkaktır
Nitekim Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, ashâbına sık sık; “Bugün bir yetim başı okşadınız mı? diye sorarlardı
***
Son günlerde, ayakkabı boyacısı küçük çocuklarla yapılmış olan bir ankette, 9 yaşındaki üçüncü sınıf öğrencisi A G’nin lisânı hâl ile haykırdığı; “acıyın bize feryâdı, her duygulu mü’mini, böyle ictimâî mes’ûliyetler husûsunda bir vicdan muhâsebesine sevk edecek türdendir
Her kelimesi çocukluğun sâfiyetini ve mâsumluğunu sergileyen sözlerinde diyor ki boyacı çocuk:
“Ben cennete gitmek istiyorum Orada kuşlar, kelebekler, mis gibi kokan güzel renkli çiçekler var Orada elma, portakal, muz, kivi, her türlü meyveden yemek istiyorum
Benim bisikletimin olmasını istiyorum, güzel masallar okumak istiyorum ve boyacılık işini artık hiç yapmak istemiyorum Oturup dinlenmek, orada güzelce yatıp uyumak istiyorum
Kitaplar okumak istiyorum Okulumu bitirirsem doktor olmak istiyorum Hastaları iyi yapmak istiyorum
Dışarda kar yağıyor, üşüyorum!
Toplumdaki bu sessiz feryatlar, merhametsizliğin ve sefâletin anaforunda hayat mücâdelesiyle karşı karşıya bırakılıp yalnızlığa terk edilen mâsum yavruların ıztırâbını ve bizim onlara karşı mes’ûliyetimizi ne kadar acı bir sûrette ifâde etmektedir!
Bizler, onların maddî ihtiyaçlarını karşılama mecbûriyetiyle berâber, onların dînî ve ahlâkî terbiyelerinden de Hak katında mes’ûl durumdayız Toplumumuz, böyle garip ve mahrumların rûhî açlığını da giderip onların gönül ıztıraplarını tesellî edecek, onlara cennetin yolunu gösterecek gönül insanlarına ne kadar muhtaç!
Unutmayalım ki, cemiyetten yükselen “acıyın bize feryatlarını duymayanlar, hayatın şaşkın yolcularıdır Merhamet ve hizmet aşkını bütün fânî sevdâların üzerine yükseltemez isek, kendimize yazık etmiş oluruz
İnsanların nefsânî arzularını putlaştırdığı, cemiyet yaralarının vurdumduymazlıkla geçiştirildiği bir zamanda, şahsî menfaat ve endişelerini aşarak, kendisini toplumun ıztırâbından mes’ûl hisseden, yetimleri, mazlumları ve kimsesiz mâsumları kendi yavrusu gibi bağrına basabilen mü’minlere ne mutlu!
Rabbimiz bizlere takvâ üzere bir âile hayatı, çevremize merhamet ve şefkat dolu bir gönül nasîb eylesin!