Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Neslin Korunması -2

Neslin Korunması -2

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
Allâh’ın bir ibâdethâne olarak yarattığı bu cihanda, mânevî husûsiyetlerini, kulluk tezâhürlerini, insanlık şeref ve kıymetlerini kaybeden ülkelerin, cihan haritasından nasıl silindiklerini âleme ibret olmak üzere beyân eden Kur’ânı Kerîm, insanlara irşâd ışıkları tutarak ebedî saâdet yollarını aydınlatmaktadır

İnsanın eşrefi mahlûkat olmasından dolayı, onun hakkında diğer varlıklardan farklı olarak, izzet, şeref, haysiyet, hayâ ve vakârını koruyup takviye edecek ilâhî emirler vârid olmuştur Bunlardan biri de “tesettürdür Tesettür, mahlûkat arasında yalnız insana mahsus bir keyfiyettir

Âyeti kerîmede buyrulur:

“Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise bahşettik Takvâ elbisesi ise daha hayırlıdır(elA’râf, 26)

İnsanoğlu, Allâh Teâlâ’nın lutfettiği insanlık vakar, hayâ ve ciddiyetini koruyabilmek için örtünmeye mecburdur Aksi hâlde bu insânî vasıflar zâyî edilmiş olur İnsan, kendisinin dûnundaki mahlûkların seviyesine düşer

Toplumda hayânın kaybolması, fuhuş ve ahlâksızlığın yayılıp alenen işlenir hâle gelmesi de kıyâmet alâmetlerinin belli başlılarındandır Hadîsi şerîfte:

“Hayâ îmandandır!(Buhârî, Îmân, 3) buyrulur Hazreti Âdem ile

Hazreti Havvâ, cennette başka insanlar olmadığı hâlde birbirlerinden ve diğer mahlûkattan hayâ ettiler Telâş içinde orada bulunan yapraklarla örtünmeye çalıştılar Bu da gösteriyor ki, maddî olan örtünme ve onun mânevî bağlantısı olan edeb ve hayâ, insanoğlunun fıtratında bulunan en mümtaz vasıflarındandır ve takvâ alâmetidir

Mevlânâ Hazretleri der ki:

“«–Îmân nedir?» diye aklıma sordum Akıl, kalbimin kulağına eğilip şöyle fısıldadı: «–Îmân, edepten ibârettir»

İslâm, insanlık haysiyetine uygun giyinmeye dâir bâzı kâideler getirmiştir Bunlardan biri, kıyâfetin vücud hatlarını ortaya çıkaracak derecede dar veya şeffaf olmamasıdır Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem, Hazreti Âişe’nin kardeşi Esmâ’nın ince bir elbise giydiğini görünce, başını çevirmiş ve şöyle buyurmuştur:

“–Ey Esmâ! Bülûğa erdikten sonra kadınların, yüzüne ve eline işâret ederek şu ve şundan başka bir yerinin görülmesi doğru olmaz (Ebû Dâvûd, Libâs, 31)

Diğer taraftan, kadının kadınlık, erkeğin erkeklik haysiyetini koruması da zarûrîdir Bu hususta da Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Kadın gibi giyinen erkekler, erkek gibi giyinen kadınlar, Allâh’ın rahmetinden uzak kalacaklardır (Ebû Dâvud, Libâs, 28)

İslâm, kadına çok kıymetli bir mevkî bahşetmiştir Kadınlar da gerçek saâdeti Kur’ân ve Sünnet’in huzurlu iklîminde aramalıdırlar Maalesef günümüzde kadınlar çeşitli vaatler ve yaldızlı sözlerle, mutluluğu sokaklarda aramaya itilmektedir Hâlbuki Cenâbı Hak, kadını duygu bakımından erkeğe göre daha zengin yaratmıştır Bu duygu ve his zenginliği, âile içinde kadının temel ve fıtrî vazîfesi olan neslin muhâfazası ve terbiyesinde büyük bir fayda ve avantaj sağlarken, cemiyet ve iş hayatının kadın fıtratına uymayan zor şartlarında bir dezavantaja dönüşüp onu yıpratan bir tesir icrâ edebilmektedir Bu yüzden kadın, kendisi hakkındaki ilâhî tanzimin dışına itilirse, onun fıtratına ihânet edilmiş olur

Akıllı ve dirâyetli bir erkek, evine adım atarken aklını, bir ticârethâneye girerken de hissiyâtını kapı eşiğinde bırakmasını bilir Kadın ise fıtratına gâlip olan hissîliği gerektiğinde terk edebilme dirâyetini kolay kolay gösteremez Bu hakîkat, cemiyette kadının istismârına yol açan başlıca sebeplerden biridir

Cenâbı Hak, kadın ve erkek arasında birbirlerini tamamlayan çok güzel bir vazife taksimi yapmış, her ikisine de ayrı istîdatlar vermiştir Kadın ve erkek, ancak, mânen ve maddeten birbirini tamamladığı zaman yaratılış gâyesine uygun bir olgunluk meydana gelir; âile ve buna bağlı olarak da toplum huzurlu olur

Ne yazık ki çağımızda kadın ve erkek arasında başlatılan sun’î eşitlik yarışı, kadınların hanımlık ve annelik vazifelerini zedelemiş, âilenin huzuru kaybolmuş, toplum hayatı sarsılmış ve cemiyet, âile fâcialarına sahne olmuştur Hâlbuki kadın ve erkeğin fizikî ve rûhî yaratılışları eşit değildir ki, fiilî veya hukûkî eşitlik îcâb etsin Mühim olan, her alanda bir eşitlik değil, haklar ve mükellefiyetler arasındaki adâlet ve dengedir

Allâh’ın erkek ve kadına verdiği fıtrî husûsiyetlere zıt bir şekilde denge bozulduğunda âile içi çatışmalar ve huzursuzluklar, tatmin olmayan insanları, huzur ve saâdeti başka yerlerde aramaya sevk etmekte, sonunda arşı âlâyı titreten boşanmalarla toplumun en mukaddes yapı taşı olan âileler yıkılmaktadır Böylece, ev içinde âile sıcaklığı bulamayan, örnek alacağı anababasından kötü muâmeleye mâruz kalan çocuklar da, sokakların insafına terk edilmiş olmaktadır Evden kaçarak sokak çocukları arasına katılan çocuklar, kısa zamanda sigara, alkol, tiner, narkotik, fuhuş ve çeşitli suç örgütlerinin ağına düşerek ictimâî bir fâciâya zemin hazırlamaktadırlar Şüphesiz ki bu hâl, toplum hayatını çoraklaştıran korkunç bir ahlâkî erozyonu da berâberinde getirmektedir

Asrımızın en korkunç ve iğrenç cinâyetlerinden biri de, zarûret olmadan sırf nefsânî rahatlık için çocuk aldırmaktır Kız çocuklarını diri diri toprağa gömen yarı vahşî câhiliye insanlarıyla vahşet yarışına girmişçesine, daha anne karnındaki mâsum bebekler parçalanarak modern bir cinâyete kurban edilmektedir Bu, en başta ilâhî lutfa nankörlüktür Ayrıca böyle yapanların, hayatın hangi sürprizlerine dûçâr olacakları da meçhuldür Bu cinâyeti irtikâb edenler, belki yarın hayatta yapayalnız kaldıklarında elinden tutacak olanın, o çocuk olacağını iyi düşünmelidirler Veya vaktiyle kendi annebabaları da onları istemeyip aynı âkıbeti onlar için revâ görselerdi, bugün hayatta olamayacaklarını hesâb etmelidirler

Dîn ve îmandan mahrûmiyet sebebiyle, hayatı sırf ten planında yaşayan, egosunu ve nefsânî arzularını tatmin etmekten başka bir düşüncesi olmayan, insanlık şeref ve haysiyetine vedâ etmiş hodgâm bir neslin, nasıl felâket manzaraları oluşturduğuna dünyâ târihi sayısız defa şâhid olmuştur

Nesillerini muhâfaza duyguları içinde çırpınan bitki ve hayvanlar karşısında, mahlûkatın en şereflisi olan insanların bu hislerden mahrûmiyeti ne acı ve iğrençtir Yine onların insanlık rütbesine vedâ edip:

“…Onlar hayvanlar gibidir; hattâ daha da şaşkındırlar… (elA‘râf, 179) âyeti kerîmesinin şümûlüne girmeleri ne hazindir

Kadının fıtratı istikâmetinde yaşaması, toplumu cennete çevirir Huzurlu âileler, toplumun saâdet kaynağıdır Târih sayfalarına baktığımız zaman görürüz ki, toplumlar hanımlarla âbâd olmuş, yine onların elleriyle berbâd olmuştur Eğer kadınlara mutluluk için sokaklar gösterilirse, hayat yolları cam kırıkları ile dolar

Fısk u fucûrun yayılması, fitnefesâdın tasallutu veya maddîmânevî imkânsızlıkların icbâr etmesi gibi sebeplerle iffet ve nâmusunu koruma husûsunda zor duruma düşenlere yardım elini uzatmak da, hem İslâmî bir mecbûriyet hem de bir insanlık borcudur Hadîsi şerîfte buyrulur:

“Bir kimse, nâmusu çiğnendiği, ırzına sataşıldığı bir yerde müslümanın yardımına koşmazsa, muhtaç olduğu bir anda Allâh da ona yardım etmez

Irzına sataşıldığı, nâmusu çiğnendiği bir yerde müslümanın yardımına koşan kimseye de, muhtaç olduğu bir anda Allâh yardım eder (Ebû Dâvud, Edeb, 364884)

Kadının saâdeti, haysiyetini koruyarak yaşamasında ve âilesini muhâfaza etmesindedir “Cennet annelerin ayağı altındadır (Suyûtî, elCâmiu’sSagîr, I, 125) hadîsi şerîfi, sâliha bir anne için ne büyük bir şehâdeti Muhammediyye’dir

Diğer bir hadîsi şerifte de:

“Dünya geçici bir faydadan ibârettir Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı, sâliha kadındır (Müslim, Radâ‘, 64) buyrulmuştur

Fazîletli bir anne, ilâhî kudretten tecellî eden bir rahmet kucağı, âilede saâdet kaynağı, zevk ve safâ ışığı, âile fertlerinin şefkat odağıdır Rabbimizin, Rahmân ve Rahîm esmâsının dünyadaki müstesnâ ve mûtenâ bir tecellîgâhıdır Hayırlı nesillerin yetiştirilmesinde annelerin çok mühim bir yeri vardır Bütün evliyâullâh ve Fâtihler, ilk feyizlerini sâliha bir anneden emmişlerdir Peygamber Efendimiz bir hadîsi şerîflerinde:

“Evinde (yetim) çocuklarının terbiyesiyle meşgul olan Müslüman kadın, cennette benimle beraberdir (Suyûtî, elCâmiu’sSağîr, I, 104) buyurmuşlardır

Güçlü toplumlar, güçlü âilelerden meydana gelir Güçlü âileler de daha ziyâde mânevî eğitim görmüş; yâni nefs engelini aşmış, fazîletli hanımların eseridir Bunun en güzel numûneleri, hanım sahâbîlerdir Onlar çocuklarına canlarıyla, mallarıyla fedâkârlık yapmayı öğretmişlerdir Yavrularının gönüllerini, Rasûlullâh Efendimiz’in muhabbetiyle yoğurmuşlardır

Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’in mânevî terbiyesi ile ümmete numûne anneler hâline gelen sahâbî hanımlar, Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’i görmekte geciken veya O’nunla uzun zaman görüşmeyen evlâdlarını îkâz ederlerdi Nitekim Huzeyfe radıyallâhu anh, bir hâtırasını şöyle anlatmıştır:

Annem bana sordu:

“–Peygamber Efendimiz’le en son ne zaman görüştün?

Ben de:

“–Birkaç günden beri O’nunla görüşemedim dedim

Bana çok kızdı ve fenâ bir şekilde azarladı Ben de:

“–Dur, kızma anneciğim! Hemen Rasûlullâh

sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in yanına gideyim, O’nunla beraber akşam namazını kılayım, sonra da hem benim hem de senin için istiğfâr etmesini O’ndan taleb edeyim dedim (Tirmizî, Menâkıb, 30; Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 3912)
İşte evlâdlarını böyle terbiye eden o anneler; hakkı, hayrı ve hidâyeti bütün cihâna yayan örnek bir nesli îmâr etmenin gönül rahatlığıyla Rablerine kavuştular Bugün de sahâbî aşk ve heyecânıyla evlâdına Allâh ve Rasûlü’nü tanıtıp sevdirerek o mübârek neslin izinden yürümek, her mü’min anababanın vazîfesidir

Bir milletin istikbâlini görmek kerâmet değildir Bunun için onların gençlerine bakmak kâfîdir Her devrin gençliği kendi karakterine uygun, enerjisini harcayabileceği ayrı bir heyecan iklîminde yaşar Her millet, gençliğinin his ve fikir dünyasına göre şekil alır Eğer bir millette gençler güçlerini mâneviyât ve fazîlet yolunda sarf ediyorlarsa, o millette istikbâl vardır Bunun en bâriz misâli, Çanakkale ve İstiklâl Harbleri’dir Buna bütün dünyâ şâhittir ki, sîneleri îmân dolu o şanlı neslin sâhip olduğu metafizik güç, düşmanın maddî gücünü bertaraf etmiştir Fakat bunların aksine, gençlik, bütün enerjisini nefsâniyete, yani kaba kuvvete esir ve râm ediyorsa, tarihî misâllerle sâbit olduğu gibi, âkıbet hezîmettir

Günümüzde fazîletli bir nesil yetiştirmek için, mânevî eğitim veren müesseselere ve bilhassa Kur’ân Kurslarına büyük vazîfeler düşmektedir Zîrâ Allâh’ın kelâmına karşı gösterilen ihmâlden daha ziyâde insanın mânevî hayatını karartan başka bir hata yoktur Bu yüzden insanların çoğunlukla maddeye râm oldukları zamanımızda Kur’ânı Kerîm eğitimine daha çok ihtimam göstermek zarûrîdir

Şunu unutmamak gerekir ki, Kur’ânı Kerîm, bir fânînin eseri değil, Kâinâtın Hâlıkı’nın kullarını dünyâ ve âhiret saâdetine erdirmek için lutfettiği en mühim hidâyet rehberidir Bu bakımdan mânevî eğitim veren müesseselerde bilhassa şu hususlara ehemmiyet verilmelidir:

1 Talebeler her şeyden önce Allâh’ın emâneti olarak telâkkî edilmeli, onların düşüncelerinin merkezine Allâh’ın azameti ilâhiyesi ve kâinattaki kudret akışlarının tefekkürü telkin edilip Peygamber Efendimiz’in hayranlık verici ahlâkı yerleştirilmelidir Mânevî eğitim ve öğretim, bilginin yanında muhabbetle takviye edilerek, zevk ve lezzet hâline getirilmelidir Zîrâ îmânın lezzetini duyabilmek, hizmet için en büyük enerji kaynağıdır

2 Bu müesseseler birer şefkat, fedâkârlık ve hizmet yuvası olmalıdır O duvarların içinde kuru bilgiler yığınından ziyâde, aşk ve heyecan dolu bir Kur’ân hizmeti verilmelidir Kur’ân’ın tatbikâtı ise Sünneti Seniyye’nin yaşanmasıdır

3 Talebeye, nezâket, edeb ve güleryüzle yaklaşılmalı, varsa hataları şefkat ve merhametle tashih edilmelidir Unutmamak gerekir ki bir tâmircinin sanat ve hüneri, tâmir ettiği eserinde ortaya çıkar

4 İnsan, şahsiyet ve yüksek karaktere hayranlık ve muhabbet duyar Hayranlık duyduğu kimseyi taklîde çalışır Kişi, sevdiklerinin câzibesi altında kalır Zîrâ muhabbet, iki kalb arasında bir cereyan hattı gibidir Bu bakımdan Kur’ân hizmetinde bulunanların, örnek davranışlarla olgun bir karakter sergileyip kendilerini sevdirmeleri zarûrîdir Bunun için de “yâr olup bâr olmamayı, yâni dost olup dostlarının yükünü hafifletmeyi, buna mukâbil kimseye de yük olmamayı düstûr edinmelidirler

5 Kalb temizliğiyle birlikte zâhirî temizlik ve zarâfete de dikkat etmeli, kılıkkıyâfet ve dış görünüşleriyle de örnek olmalıdırlar Zîrâ elbiselerin temizlenmesini emreden ve giyimkuşamda pejmürdeliği hoş görmeyen Peygamber Efendimiz, saç ve sakalların dağınıklığını da tasvîb etmezlerdi Nitekim bir seferinde Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem mesciddeyken, saçı sakalı karışmış bir adam çıkagelmişti Rasûlullâh Efendimiz, eliyle ona saç ve sakalını düzeltmesini işâret etti Adam, bu emri yerine getirdiğinde Rasûli Ekrem Efendimiz:

“Bu hâl, herhangi birinizin şeytan gibi saçıbaşı dağınık dolaşmasından daha güzel değil mi? (Aliyyü’lKarî, Mirkât, VIII, 261) buyurmuştur

Bir seferinde de, yine üstü başı dağınık olarak huzûruna gelen bir adama:

“Malın var mı? Hâlin vaktin nasıl? diye sormuş, adamın maddî durumunun iyi olduğunu bildirmesi üzerine:

“O hâlde, Allâh sana mal verince, eseri üzerinde görünsün! (Nesâî, Zînet, 54; Ahmed bin Hanbel, IV, 137) diyerek onu îkâz etmiştir

6 Kur’ân ile duygu derinliğine nâil olabilmek ve Kur’ân’ın ulvî mânâlarını ameli sâlihler hâlinde davranışlara aksettirebilmek için, kalblerin pozitif enerji ile, yâni muhabbet ve rûhâniyetle dolması zarûrîdir Kur’ân’dan lâyıkıyla feyizyâb olabilmek için, onun kapağı, hürmet, tâzim ve edeb ile açılmalı, onu insanlara Rahmân’ın öğrettiği şuuruyla okunmalıdır Zîrâ âyeti kerîmelerde buyrulur:

“Rahmân, Kur’ân’ı öğretti İnsanı yarattı Ona beyânı öğretti (erRahmân, 14)

7 Kur’ân Kursları, öğretimden ziyâde, Kur’ânı Kerîm’in azameti karşısında tefekkür, tahassüs ve tecessüs duygularını derinleştiren bir eğitimi hedeflemelidir Bilhassa peygamber kıssalarındaki ibret dolu mesajlar, kıyâmete yakın zuhûr edecek fitneler, kıyâmet alâmetleri ile ilgili haberler, îmanküfür, tâatisyân, haramhelâl ve hak ile bâtılı birbirinden ayıran hükümler işlenerek hayat ve kâinâtı âyetler ışığında mîzân edebilme hâleti rûhiyesi kazandırılmalıdır

8 Mânevî eğitim müesseselerinde vazîfeli olanlar, olgun bir hizmet insanı olmalıdırlar Bunun için de, sâlih amel sâhibi, merhamet, şefkat, diğergâmlık gibi ahlâkî meziyetlerle donanmış kimseler olmalıdırlar Ayrıca, hangi zümrenin içinde yaşarlarsa yaşasınlar, kendi varlıklarını ve îmanlarını korumayı bilmelidirler Onlar, fitne ortamında bile etrâfına müsbet tesir eden, fakat menfî tesir almayan, sağlam bir hâleti rûhiyeye sâhip olmalıdırlar Her hâlükârda kalblerini mal, mülk, mevkî gibi dünyevî menfaat endişelerinden uzak tutmalıdırlar

9 Talebeyi soğutacak davranışlar olan kaba hitap, adâletsiz muâmele, adam kayırma ve şiddetten sakınılmalıdır Kur’ân hizmetinde bulunanlar, kendilerinin de “lâyüs’el yâni sorumsuz olmadıklarını, birgün ilâhî mîzanda hesap vereceklerini hatırlarından çıkarmamalıdırlar Bu yüzden de kendilerine emânet edilen talebelerine karşı emirkomuta münâsebetiyle, mecbûriyet kabîlinden, heyecansız, samîmiyetsiz ve kuru bilgilerle ders takrir etmekten kaçınmalıdırlar Ayrıca, kazanılan her insanın ecri, kaybedilen her insanın da ağır bir âhiret vebâlini mûcib olduğunu unutmamalıdırlar

10 Îtidâle riâyet edilmelidir Her şey bir anda verilmeye çalışılmamalı, hazmettirerek, alıştırarak ve tedricî bir sûrette tâlim ve terbiyede bulunulmalıdır Talebenin anlayış seviyesi ve kâbiliyetleri dikkate alınmalı, ileriki merhalelerde öğrenmesi gereken hususlar başlangıçta ve gerekli altyapı kültürü verilmeden öğretilmeye kalkışılmamalıdır

11 Mevzûlar bol teşbihlerle, fıkralarla, sualcevaplarla ve kıssalarla desteklenerek daha kalıcı ve tesirli bir şekilde anlatılmalıdır Bir eğitimcinin en büyük mârifet ve sanatı, talebenin rûhundan bir damar bulup kalbine nüfûz edebilmesidir Zîrâ en büyük fetih, gönüllerin fethidir Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi: “Gönül, Celîl ve Ekber olan Allâh’ın nazargâhıdır

12 Eğitimciler, talebenin hâlini sîmâsından anlayacak kâbiliyette olmalıdırlar Onlara kıymet vermeli, dertleriyle birebir ve özel olarak ilgilenip problemlerini çözmelidirler Zîrâ problemini çözdükleri insanın gönlünü kazanabileceklerini bilmelidirler Bu yüzden özel alâkaya bilhassa ehemmiyet vermelidirler

13 Allâh’ın kullarına teşekkürle hizmet, şiâr edinilmelidir Zîrâ onlar vesîlesiyle kendilerine bu hizmet nasîb olmaktadır Bu yüzden mânevî eğitim hizmetinde muhâtaplara karşı tebessüm ve teşekkür, bir tabiati asliye hâline gelmelidir

14 Kalblere îman muhabbetini aşılayacak olanların önce kendi kalb âlemlerini ıslâh etmeleri zarûrîdir En zor iş, insan terbiyesidir Kendisini terbiye edemeyen, iç âleminden habersiz bir kişi başkasını nasıl terbiye edebilir? Hazreti Mevlânâ kuddise sirruh, kalbî kıvamdan mahrum bir nâdânın hâlini ne güzel hikâye eder:

“Birgün Hazreti Îsâ aleyhisselâm’a yol arkadaşı olan gâfil biri:

“–Ne olur yâ Îsâ! Bildiğin ismi âzam’ı bana da öğret de şu çürümüş kemikleri diriltip kaldırayım dedi

Îsâ aleyhisselâm ise cevâben:

“–O iş senin kârın değildir İsmi âzam’ı okuyup ölüyü diriltmek için yağmurlardan daha temiz bir nefes sâhibi, kullukta meleklerden daha anlayışlı bir kişi olmak gerek İsmi âzam, pâk bir lisân ve temiz bir kalb ister Nefsi pâk olan kimsenin duâsı makbûl olur… Sende Îsâ’nın temiz nefesi yokken ismi a’zamı okumanın sana ne faydası olur ki?! dedi

Fakat gâfil adam ısrâr edince Hazreti Îsâ, bu ahmağın sözlerine ziyâdesiyle taaccüb etti ve:

“Yâ Rabbî! Bu esrârın hikmeti nedir? Bu ahmağın bu derece cidâle meyli nedendir? Kendisinin kalbi ölü, başkasının cesedini diriltmeye çalışıyor Hâlbuki ona düşen, asıl ölü olan kendi kalbini ihyâ etmek Kendi kalbini diriltmek için duâ edeceğine, başkalarını ihyâya çalışıyor Bu ne gaflettir! diye hayret etti

Bu misâlde olduğu gibi, kendi yüreğinde hissetmediği için îmânın aşk ve vecdini minik ve mâsum yüreklere hissettiremeyen bir eğitimci ve Kur’ân’ın engin mânâ kevserinden kendisi tatmadığı için tattıramayan bir hoca, büyük bir vebâl altındadır Çünkü bulunduğu müessese ve tâlimterbiyesini üstlendiği talebeler, kendisine Allâh’ın birer emânetidir Talebelere, istenilen rûhânî eğitimi veremez ise, kul hakkı terettüb edeceği muhakkaktır

İşte istikbâlin şeref sayfalarını dolduracak örnek nesiller, bütün bu vasıflarla donanmış keyfiyetli bir mânevî eğitimin mahsûlü olacaktır Buna muvaffak olan nesiller, Allâh’ın lutfu ile yücelmiş ve âbâd olmuşlardır Nitekim dünyâ târihinin en uzun ömürlü devleti olan Osmanlı’nın temelinde Kur’ânı Kerîm’e karşı gösterilen hürmet, tâzim ve muhabbetin bulunduğu, mâlum ve meşhurdur

Çocuklar, annebabaya ikrâm edilen ilâhî emânetlerdir İslâm fıtratı ile annebabaya teslîm edilen çocukların saf ve berrak kalbleri, temiz bir toprak misâli işlenmeye hazır ham bir cevherdir Onun diken veya gül, acı veya tatlı meyve vermesi, üzerine atılan tohumların keyfiyetine bağlıdır

Annebabanın evlâdlarını cehennem ateşinden koruması, dünyânın iptilâ ve musîbetlerinden korumasından daha önemlidir Cehennem ateşinden korumak da kalblerin Allâh ve Rasûlullâh muhabbetiyle feyizlenmesine bağlıdır Yavrularına Allâh Teâlâ’yı, Peygamber Efendimiz’i sevdiremeyen annebabalar, onların hem dünyâ hem de âhiret felâketini hazırlamış olurlar

Diğer taraftan, çocuğun terbiyesine üç yaşında iken başlanmalı, “daha ufaktır, anlamaz gibi düşünceler bir kenara bırakılmalıdır Annebabalar, evlâdlarının yanında her fırsatta Allâh Teâlâ’nın büyüklüğünden, her şeyin yaratıcısı olduğundan, bütün nîmetleri O’nun bahşettiğinden, O’na şükretmek gerektiğinden, her an ilâhî bir kameranın altında olduklarından bahsetmeli, kabirde sorulacak suâlleri ve onlara verilecek cevapları, yâni kabir dilini öğretmeli, yavrularının rûhî gelişme çağlarında bu telkinlerin kalıcı izler bırakacağını iyi düşünmelidirler Bu yaşlarda İslâmî telkinden gerekli nasîbini alamayan çocukların ileride terbiye edilmesinin daha da zorlaşacağını hesâba katmalıdırlar

Çocuk üşümesin, uykusuz kalmasın diye onu namaza kaldırmamak da, büyük bir vebâldir Bu tip davranışlar, çocuğa iyilik değil, bilakis kötülüktür Anababalar, çocuklarını güzel bir şekilde terbiye etmek için onları daha küçük yaşta, ibâdete, infâka alıştırmalı, onları çevrenin menfî tesirlerinden korumalıdırlar

Hayırlı bir evlâd, dünyâda en kıymetli varlıklarımızdan biri olduğu gibi âhiret hayâtımız için de devâm eden kıymetlerimiz ve kesilmeyen akarlarımızdır Bu yüzden, ilâhî bir lutuf olan evlâd nîmetini yanlış yerlerde ve dünyevî menfaatler uğruna hebâ etmek, büyük bir âhiret vebâlidir

Evlâdların sırf dünyevî seviyelerine ehemmiyet verip mânevî yönlerini ihmâl etmek, sokakların, kötü arkadaşların ve şer odakların sermâyeleri olmalarına göz yummak ve gayri ahlâkî yayın ve reklamların heveskârları durumuna düşmelerini müsâmaha ile karşılamak, bu ilâhî lutfa karşı en büyük nankörlüktür

Velhâsıl, ebedî bir âhiret saâdeti için dünyâ imkânlarından bilhassa mal ve evlâd nîmetlerini, Rabbin rızâsını tahsîle birer vâsıta hâline getirmek zarûrîdir Bu dünyâdaki son konağımız olan kabrimizin ıssız, tenha ve karanlık kalmaması için bugünlerimizi iyi değerlendirip arkamızda hayırlı bir nesil bırakabilmeye gayret göstermeliyiz Evlâdlarımızı, kalblerimizin ulvî bir sermâyesi yapalım ki, uzun ve zor seyahatimizde bizler için birer sadakayı câriye olsunlar…

Rabbimiz, ihsân ettiği nikâh, âile ve evlâd nîmetlerinin dünyâ ve âhiret saâdetine vesîle olmasını nasîb eylesin!
 
858,477Konular
981,293Mesajlar
29,561Kullanıcılar
cekim04Son üye
Üst Alt