Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi; öncelikle kişilik konusu ile ilgili bilmemiz gereken; her insanın belirli kişilik özelliklerinden oluşan bir örüntüsünün olduğu, kişilik özelliklerinin sağlıklı/normal düzeyden patolojik düzeye doğru geniş bir yelpazede sıralandığıdır. Bu yazıda belirtilen kişilik türü, obsesif kompulsif kişilik sıklıkla obsesif kompulsif bozukluk (OKB) ile karıştırılabilmektedir. Tabii ki OKB olan kişilerde obsesif kompulsif kişilik özellikleri olabilir. Ancak obsesif kompulsif kişilik veya obsesif kompulsif kişilik bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk(OKB) tan farklıdır. Obsesif kompulsif bozukluk obsesyonlar ve kompulsiyonlardan oluşan bir bozukluk türü (kirli olduğu obsesyonu ile sürekli el yıkama kompulsiyonu gibi) olup, bu yazının konusu değildir. Bu yazıda ‘obsesif kompulsif kişilik’ açıklanacaktır.
Obsesif kompulsif kişilik özetle, kurallara, ayrıntılara, ahlaka ve düzene aşırı odaklı, mükemmeliyetçi, özeleştirisi yüksek ve esnekliği olmayan bir kişilik türüdür. Obsesif kompulsif yapılanmaya örnek olarak ‘İşkolik’ ve ‘A Tipi Kişilik’ türlerinden ve ayrıca yeme bozukluklarından da söz edilmektedir (McWilliams, 2013, s.340 – 350). Bilindiği gibi, DSM-5’teki (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014, s. 336) kriterlere uygun olan kişilik obsesif kompulsif kişilik bozukluğu olarak tanılanmaktadır. Diğer tüm kişiliklerdeki gibi obsesif kompulsif kişilik, kişilik özelliğinden bozukluğa doğru yol alan geniş bir yelpazededir.
Obsesif kompulsif kişilikteki savunma mekanizmalarına (savunma mekanizmaları hakkındaki yazıyı okuyunuz) bakıldığında; yalıtma, yapıp bozma, düşünselleştirme, karşıt tepki oluşturma, yer değiştirme gibi savunma mekanizmalarından sıklıkla söz edilir. Bazı insanlar yalıtma savunma mekanizmasını öyle yoğun kullanırlar ki sanki içinde bulundukları durum onlara ait değilmiş gibi bir izlenim verir. Örnek olarak danışan çocuklukta yaşadığı ve yoğun suçluluk hissettiği karşı cins ile cinsel yakınlaşma anısına duyguları sorgulandığında sıklıkla bilişsel cevaplarla ilerleyebilir. Obsesif kompulsif kişilikteki danışan yalıtma mekanizmasını kullanarak (sanki ona ait olmayan bir durum gibi davranarak), suçluluk hissettiğini “böyle bir durumda suçluluk hissedilir” cümlesiyle ifade edebilir. Danışan duygusunu kendi benliğinden öyle uzağa koymuştu ki, bunu hisseden kendisi olmasına rağmen kendi duygusu olduğunu kabul etmekte zorlandığı oldukça belirgindi. Bu danışanlarla EMDR seanslarıyla ilerlediğimizde benzer şekilde, sıklıkla bilişsel kanaldan gidebildiği, duygu kanalına girmek istemediğini gözlemleyebiliyoruz. Özellikle kompulsif kişilerde görülen bir diğer savunma mekanizması ise yapıp bozmadır. Kompulsif davranışların aslında bilinçdışında bir suçun yapıp bozulmasını ifade ettiği düşünülmektedir (McWilliams, 2013 s. 346). Bu gruptaki danışanlarla yaptığımız terapi sürecinde altta yatan bir suçluluk duygusu ve bununla ilişkili bir travması olduğu ortaya çıkmaktadır. Anlaşıldığı gibi kompulsiyonlarıyla aslında danışanlar bilinçdışındaki suçluluğu rahatlatıyordu.
Genelde obsesif kompulsif kişiler, kendini eleştiren, ahlaklı, çalışkan, endişeli ve kararsız kişilerdir. Sürekli konuşan iç sesleriyle kendilerini eleştirebilirler. Aslında bu bahsettiğimiz iç sesleri çocukluk yaşantısındaki eleştirel ebeveynin sesidir. Kararsız kalmaları ve karar vermeleri gereken durumlarda fazlasıyla endişelenmeleri çok sık rastlanan bir durumdur (McWilliams, 2013, s. 352). Obsesif kompulsif özellikleri olan hem süreçteki danışanlarımda hem de yeni başvuru yapan danışanlarda günlük yaşamsal konularda bile karar almada zorluklar yaşandığını sıklıkla deneyimledim. “Yanlış yaptım, yanlış yaparsam felaket olur, hata yapmamalıyım” gibi iç sesler sonucunda kişi, kendini aşırı kontrol eden, aşırı mükemmeliyetçi, karar alamayan ve aslında kendine zarar veren bir kişiliğe bürünür.
Obsesif ve kompulsif kişilik arasında da belirgin farklar vardır. Obsesif kişinin karar vermede yoğun endişeler yaşaması ve karar vermede gecikmesi söz konusuyken diğer yandan kompulsif kişi davranış odaklıdır, bu nedenle karar verme aşaması oluşmadan eyleme geçebilirler. Özsaygılarını güncel tutma açısından bakıldığında farklılık ortaya çıkar. Obsesif yapılanmada düşünme ile, kompulsif yapılanmada ise eylem ile özsaygının desteklendiği görülmektedir.
Daha öncede belirttiğim gibi obsesif kişilerde suçluluk ve utanç çok temel duygulardır. Obsesif kompulsif kişilerde suçluluk bazen öyle yoğundur ki eyleme koyma veya düşünmek suçlu hissettirirken ek olarak duyguları hissetmeleri bile suçluluk yaşatır. Çoğu zaman birçok insanın hissettiği doğal duygular obsesif kişilerde çok yoğun suçluluk yaratabilmektedir. Hem obsesif hem de kompulsif kişilerdeki en yoğun duygu suçluluktur. Altta yatan bu duygunun her zaman farkında olmasalar da bilinçdışındaki suçluluk zaman zaman farkındalık düzeyinde utanç duygusu olarak çıkabilmektedir. Ancak utanç duygusunu hissetmekte bile zorlanan, bunun için dahi suçluluk hisseden obsesif kompulsif kişilikte danışanlar olabilmektedir. Düşünmek, yapmak zaten suçluluk vericiyken, ek olarak bir şeyleri hissetmek yani duygular da suçluluk hissi uyandırmaktadır. Obsesif kompulsif kişi duygularını ve tabi ki “bunları nasıl yaşarım” şeklinde eleştirir. Bu nedenle, obsesif kişiye göre, kişi kendini denetleyebilmelidir, kendine hakim olmalıdır. Obsesif kompulsif yapılanma gösteren kişilere göre özdenetim aslında özsaygının oluşması için şarttır. Özdenetim ile ilişkili olarak güvenilir, dürüst, kurallara uyan, disiplinli ve bağlı olma gibi özellikler bu kişiler için çok önemlidir (McWilliams, 2013 s. 353, 354).
Diğer bir özellik, obsesif kişiler bütünü görmekte çok zorlanırlar. Obsesif kompulsif kişilerin bütünü görmekte zorlandığını Rorschach gibi ilgili kişilik testlerinde de görmek mümkündür. Ayrıntılara o kadar çok odaklanırlar ki bütünde herkesin gördüğü apaçık olan nesneyi görmeyebilirler. Belki de bütünde görmesi beklenen bu temel nesne, obsesif kişide yine suçluluk gibi bir duyguyu uyandıracaktır. Bu nedenle bütünden kaçarak, detaylara odaklanarak suçlulukla baş etmeye çalıştığı düşünülebilir (McWilliams, 2013, s. 355).
Obsesif kompulsif kişiliğin oluşum nedenlerine bakıldığında tabi ki aile dinamiklerinden söz etmek kaçınılmazdır. Kişilik oluşumunda aile tutumlarının etkisini çok iyi biliyoruz. Hem klinik gözlemlerimiz hem de kaynaklarımızdaki teorik bilgiler de bunu destekler niteliktedir.
Ebeveynlerin aşırı müdahaleci, talepkar, titiz, aşırı ahlaksallaştırma, suçlu hissettirmeye yönelik tutumlarının obsesif kompulsif kişiliğin oluşumunda etkili olduğu biliniyor. Buna ek olarak diğer yandan, bu aile örüntüsünden bambaşka bir aileden de bahsedilmektedir. Temel aile standartları olmayan, yetersiz ebeveynliğin olduğu, çocuğu ihmal veya istismar edildiği aile modelleri de obsesif kompulsif kişilik oluşumunda etken olabilmektedir (McWilliams, 2013, s.348-351).
Görüldüğü gibi, süperegonun çok katı olması için çok katı süperegoya sahip bir ailede yetişmiş olma zorunluluğu yoktur. İşte bu durum aslında bireyin kendi aile modelini aşırı telafi etmesiyle açıklanabilir. Genelde aşırı telafi davranışı memnun olmadığımız geçmiş yaşantılarımızın onarılması amacıyla yapılır. Yetersiz ve ilgisiz ebeveyn ile büyümüş bir çocuk, yetişkin olduğunda obsesif bir ebeveyn olabilir. Çünkü kendi çocukluk yaşantısını ve travmalarını, kendi ebeveynliğinde değiştirerek telafi etmiştir. Buradan anlaşılacağı gibi, obsesif kompulsif kişilik oluşumu için her zaman bir rol modele ihtiyaç yoktur. Bütün bu bilgilere ek olarak, obsesif kompulsif kişiliğin oluşumunda aile tutumlarına ve geçmiş yaşantılara fazla odaklandığımızı düşünerek patolojinin oluşumunda biyo-psiko-sosyal nedenler olduğunu tekrar hatırlatmak yararlı olacaktır.
Obsesif ve kompulsif kişilerin diğer birçok tanı grubuna göre uyumlu danışanlar olduklarını biliyoruz. Ancak bir yandan da tahmin edilebileceği gibi obsesif kişinin terapistle aktarımı, geçmiş yaşantılarındaki yargılayıcı, katı ebeveyni olacaktır. Bu açıdan obsesif kompulsif kişilik ile çalışarak terapistin dikkatli olması gerekmektedir. Terapist açısından bakıldığında ise karşı aktarım, terapistin kişiliğine göre ve kendi geçmiş yaşam deneyimlerine göre şekillenecektir. Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, obsesif kompulsif kişiliğe sahip danışan genelde terapistte sabırsızlık, sıkılma, uzaklaşma ve bazen kızgınlık hissettirebileceği görülmüştür (McWilliams, 2013 s. 357).
Terapist için terapi sürecinde dikkat edilmesi gereken ön önemli konu, aktarımın tamamen kontrol edilemeyebilir olduğudur. Ancak terapistin, danışanın aktarım kurduğu kişi gibi davranmaması etkili olacaktır. Bu aktarım konusunu kısmen kontrol altına almamızı sağlayabilir. Diğer yandan, karşı aktarım meselesi bütün kişiliklerle çalışırken çok önemlidir. Bunun için terapist olarak kendi arka bahçemize bakmamız ve gerekirse terapi almamız hem terapi süreci hem de kendi güvenliğimiz için önemlidir.
Terapistin aktarım meselesine dikkat edebilmek için, danışanın geçmişindeki katı ebeveyn profiline benzememesi önemli bilgisini paylaşmıştım. Sessiz kalmak birçok terapi sürecinde iyi olabilirken obsesif kişilerle çalışırken sessiz kalma kararımız danışana göre şekillenmelidir. Çünkü bazı obsesif danışanlar terapideki bu sessizlikten ciddi endişe duyabilirler. Aktarım ile bu sessizliği yargılayıcı ebeveyn olarak yorumlayabilirler. Genel olarak terapistin aktarım mevzusuna istinaden kontrol edici katı davranmaması önemli bir yaklaşımdır. Diğer bir ifadeyle, obsesif kompulsif danışan terapide yargılanmayacağını deneyimlemelidir. Ancak diğer yandan, bazı istisnai durumlar; örneğin yoğun madde bağımlılığı olan kompulsif kişilerle çalışırken bazı ödevler ve şartlar koymak da önemli olmaktadır.
Terapi sürecinde obsesif danışanların sık kullandığı savunma mekanizmalarından olan yalıtma ve düşüncelleştirme savunmaları ile çalışılması gerekecektir. Obsesif kompulsif kişilikle çalışırken terapide asıl amaç, suçluluk ve utanç duyguları ile çalışmak ve ayrıca duygulardan kaçınan, utanç duyan obsesif danışanın aslında duygulanımdan keyif alabileceğini göstermek olacaktır. Buna ek olarak, terapide suçluluk duygusunun yoğunluğunu alabilmek için uygun zamanlarda mizah kullanımı da etkili olabilecektir (McWilliams, 2013 s. 378, 361).
Klinikte obsesif kompulsif kişilik ile obsesif kompulsif savunmaları olan narsisistik kişilik, obsesyonları varmış gibi görünen organik beyin hasaları ile ve ayrıca şizoid hasta gruplarıyla karışabildiği belirtilmiştir (McWilliams, 2013, s. 362,363). Buna göre, ayırıcı tanı yapılabilmesi için obsesif kompulsif kişiliğin belirgin savunma mekanizmaları klinik gözlem ile detaylı bir şekilde değerlendirilmelidir.
Sonuç olarak, obsesif kompulsif kişiliğin belirgin özellikleri hakkında bilgiler verilmiştir. Her bireyde belirli oranlarda kişilik özellikleri vardır. Ayrıca her bireyde belirli oranlarda savunma mekanizmaları kullanılır ve işlevselliği de vardır. Ancak savunma mekanizmaları patolojik düzeyde kullanılırsa bu durumda kişinin sosyal işlevsel bozulmaları oluşacaktır. Obsesif ve kompulsif kişilik bozukluğu tanısı için de işte böyle bir bozulma söz konusu olmalıdır.