Falaka Kitabının Ozeti Omer Seyfettin
Her sabah Carşı Camii`nin arkasındaki harap zaptiye ahırlarının onunden, bir serce surusu gibi, cıvıl cıvıl neşeli gecerdik Okul biraz daha ileride,alcak duvarlı,oldukca geniş bir avlunun ortasında idi Bir kattı, etrafında yukselen buyuk kestane ağaclarının birbirine karışmış koyu golgeleri butun catısını kaplardı Biz daha avlunun kapısından Hoca girmeden Efendinin olup olmadığını, şoyle bir bakar, anlardık:
Abdurrahman Celebi gelmiş mi be?
Gelmiş, gelmiş…
Abdurrahman Celebi, Hoca Efendinin eşeğiydi Siyah, huysuz,inatcı bir hayvan… Her sabah bizler gibi erkenden okula gelir, akşama kadar kalır Evlerimizden, sırasıyla getirdiğimiz kucak kucak otları, yazsa ağacların, kışsa sol taraftaki abdestlik sundurmasının altında yavaş yavaş yerdi Ona su vermek, onu tımar etmek okulda bir ayrıcalıktı Hoca Efendiye kim yaranırsa bunu mukafat olarak kazanırdı Okulun kapısına dar, taş bir merenle cıkılırdı İceri girilince ta karşı tarafta Hoca Efendinin rahlesi vardı
Rahlenin onunde top yavrusu, muthiş tuhaf bir kurek gibi siyah kayışlı, ağır falaka asılı dururdu Hepimiz kırk cocuktuk Kızları birkac ay evvel bizden ayırarak başka yere almışlardı Sınıf taksimi filan yoktuElifbeyi ,amme`yi her şeyi bir ağızdan okuyor,rakamları bir ağızdan sayıyor,bir ağızdan ilahi soyluyorduk Butun dersimiz sıkıcı genellikle bir bestenin asla manalarını anlamadığımız gufteleriydi Hoca Efendi,ak sakallı,uzun boylu,bağırtkan bir ihtiyardı Yaz kış, her zaman cuppesiz abdest almaya hazırlanmış gibi kolları, pacaları cıplak, sıvalı,yerinde otururdu Oğleden sonra Carşı Camii ’ni supurmeye gidip sonra hic gelmeyen kalfa daha gencti Muezzinlik de yapıyordu Bize şeker, leblebi, keciboynuzu, ciğdem gibi şeyler satardı
Gonen ’den geldiğimiz gunden beri her gun okula devam ediyordum En başta gelen zevkim falaka tutmak!…Fakat bir gun Hakim Efendi ile setre pantolonlu,asık suratlı biri geldi
Her sabah Carşı Camii`nin arkasındaki harap zaptiye ahırlarının onunden, bir serce surusu gibi, cıvıl cıvıl neşeli gecerdik Okul biraz daha ileride,alcak duvarlı,oldukca geniş bir avlunun ortasında idi Bir kattı, etrafında yukselen buyuk kestane ağaclarının birbirine karışmış koyu golgeleri butun catısını kaplardı Biz daha avlunun kapısından Hoca girmeden Efendinin olup olmadığını, şoyle bir bakar, anlardık:
Abdurrahman Celebi gelmiş mi be?
Gelmiş, gelmiş…
Abdurrahman Celebi, Hoca Efendinin eşeğiydi Siyah, huysuz,inatcı bir hayvan… Her sabah bizler gibi erkenden okula gelir, akşama kadar kalır Evlerimizden, sırasıyla getirdiğimiz kucak kucak otları, yazsa ağacların, kışsa sol taraftaki abdestlik sundurmasının altında yavaş yavaş yerdi Ona su vermek, onu tımar etmek okulda bir ayrıcalıktı Hoca Efendiye kim yaranırsa bunu mukafat olarak kazanırdı Okulun kapısına dar, taş bir merenle cıkılırdı İceri girilince ta karşı tarafta Hoca Efendinin rahlesi vardı
Rahlenin onunde top yavrusu, muthiş tuhaf bir kurek gibi siyah kayışlı, ağır falaka asılı dururdu Hepimiz kırk cocuktuk Kızları birkac ay evvel bizden ayırarak başka yere almışlardı Sınıf taksimi filan yoktuElifbeyi ,amme`yi her şeyi bir ağızdan okuyor,rakamları bir ağızdan sayıyor,bir ağızdan ilahi soyluyorduk Butun dersimiz sıkıcı genellikle bir bestenin asla manalarını anlamadığımız gufteleriydi Hoca Efendi,ak sakallı,uzun boylu,bağırtkan bir ihtiyardı Yaz kış, her zaman cuppesiz abdest almaya hazırlanmış gibi kolları, pacaları cıplak, sıvalı,yerinde otururdu Oğleden sonra Carşı Camii ’ni supurmeye gidip sonra hic gelmeyen kalfa daha gencti Muezzinlik de yapıyordu Bize şeker, leblebi, keciboynuzu, ciğdem gibi şeyler satardı
Gonen ’den geldiğimiz gunden beri her gun okula devam ediyordum En başta gelen zevkim falaka tutmak!…Fakat bir gun Hakim Efendi ile setre pantolonlu,asık suratlı biri geldi