iltasyazilim
FD Üye
Dar Mekke sokaklarında iki kişi Ebu Talib, bir çocuğun elinden tutmuş olarak evinin yolunda
Bu çocuk, önce babası, sonra annesi, sonra dedesi ölen; ve şimdi, amcası Ebu Talib'e kalan kainatın varlık sebebi
Amca, bir fakir adam
Bütün serveti, üç beş deve olmasına mukabil, kalabalık sayıda çoluk çocuğu var Dürüst bir insan Geçim sıkıntısında ama cömert Cahiliyet zamanın çirkin adeklerine bulaşmamış güzel huylu biri O da babası gibi ağzına içki koymamış
Yoksulluğuna rağmen de kavminin reisi Böyle bir şeye o güne kadar tesadüf edilmiş değil Bir insanın milletinin başına geçebilmesi zengin olma şartına bağlı
Ebu Talib, babasının vasiyetine tam tabi Sözünün eri, Yeğenin gözü gibi koruyor O'nu öz çocuklarından dahi çok seviyor Öyle bir sevgi ki, gıpta etmemek mümkün değil
O, elini uzatmadan yemeğe başlamıyor
O, Gelmeden sofra kurulsa:
Durun, iyor; oğlum gelsin! Sofraya uzanan eller, geri çekiliyor ve herkese beklemeye başlıyor
Onu yanına almadan uyumuyor:
Sevgili Peygamberimiz:
Sen hayırlı ve mübareksin, diyerek iltifat ediyor
Ne doğru Hem hayırlı, hem mübarek Eğer sofraya ilk el uzatan bu mübarek çocuk olmamışsa, yemek kifayet etmiyor ve hane halkı aç kalkıyor Ama ilk başlayan o ise; yemek artıyor bile Bir kase sütten mbiraz içse, kase, herkese yetene kadar tükenmiyor
Efendimiz, her yaşta edeb timsali; sofra kurulduğunda Ebu Talib'in çocukları, hemen yemeğe başladıkları halde; O, vaktini bekleyerek sofra adabına dikket ediyor Bu sebeple Ebu Talib, yeğenine bazen de ayrı sofra kurduruyor
İşte bu fakir evde O, sallallahü aleyhi ve sellem, geldikten sonra mala mülke bereket düştü Her şey artıyor, her şey çoğalıyor
Ebu Talib'in evinde yokluk, yerini bolluğa terkederken; Mekke başka mbir hali yaşıyor Kuraklık ve kıtlık, bir salgın hastalık gibi hurmaları solduruyor, derelerin suyunu çekiyor, yeşil tarlaları sarartıyor ve nihayet kilerleri, mutffakları tamtakır ediyor Dağlar ve ovalar, sudiye inliyor gibi
Bu arada her kafadan mbir ses geliyor Her Mekkeli, aklının erdiği kadar bir şeyler söylüyor:
Hayır, Lat olur mu? Ancak Uzza, bu kuraklığa çare bulur
Hayır hayır! En iyisi Menat'ın önünde diz çökelim
Konuşmaları dinleyen bir ihtiyar, kalabalığı titreten gür sesle:
Yazıklar olsun! Aranızda İbrahim Peygamber evladları varken; siz hala nelerden medet umuyorsunuz?
İhtiyarın hakim sesi ahaliyi toparladıNe demek istediği belliydiDoğru Ebu Talib'in kapısına geliyorlar:
Ey Ebu Talip!Kıtlığı görüyorsunÇöl bile yağmura hasretBir damla su yokÇocuklarımız ölmeye,hayvanlarımız kırılmaya yüz tuttuGel,yağmur duasına gidelimNeslinin bereketine belki yağmur yağar,
Ebu Talip,evden çıkıyorYanında güneş yüzlü yeğeniÖnde Ebu Talip ve Sevgili Peygamberimiz,arkada kalabalık,Beytullah yolundalarHava müthiş sıcakGök cilalanmış gibi dupduruBulut namına birşey yok
Ebu Talib,sırtını Kabe duvarına dayadıMübarek çocuk da bir eliyle Kabe'nin örtüsünü tutarken,öbür elinin şahadet parmağını cilalı mavi göğe doğru uzatıyorHayret,hayret,hayret
O süpürülmüş gibi bulutsuz olan göğü,bulutlar,yeme koşan kocaman kuşlar gibi bir anda dolduruyorVe şimşekler,yıldırımlarPeşinden de şakır,şakır,şakır yağan yağmurÖldüren hasret bitip,dağtaş suya kavuşuyorHer taraftan derecikler koşturuyor
Ebu Talib'in çocukları,sabahları kalktığında,saçları dağınık,gözleri çapaklı olduğu halde,Sevgili Peygamberimizin cennet kokan saçları taranmış,mübarek gözleri sürmelenmiş olarak pırıl pırıl bir yüzle uyanıyor
Ebu Talib'le aziz yeğeni bir sahradalarAmca,bir ara susuzluktan mecalsiz kalıyor ve dudaklarından gayri ihtiyari:
Su,susadım diye kelimeler dökülüyor
Bunu işiten merhamet sultanına bir mucize
Ebu Talib,anlatıyor:
Susadım,deyince yeğenim,hemen dizleri üstüne yere oturduOturur oturmaz,topuklarının,kumlara değdiği noktadan bir pınar kaynamaya başladıCenabı kibriya kenara çekiliyor,Ebu Talib,kana kana içerek susuzluğunu dindiriyor
Devrin adetine göre,zaman zaman Mekke'ye kaifdenen kimseler geliyorBu kaifler,ensanların görünüşlerinden manalar çıkarıp istikballerine dair tahminlerde bulunuyorlarHer gelişlerinde fakirzengin,bütün tabakalardan halk,çocuklarını getirerek onların önündeki uzun zamanı bilmek,meçhul istikamet perdesini aralamak istiyorlar
Bakın yine şehrin meydanlık yerinde bir kalabalık varBir adamın başına toplanmış olanlar,ondan çocuklarına dair sırları soruyorlar:
Bu adam,Ezdi Şenue kabilesinden bir kaiftirOraya gelmiş bütün herkese cevaplar veriyor
Fakat kaif,birden değişiyorÖnündekilerin üstünden aşağı bakışları,dinleyenlerin en dışında kendisini seyreden bir çocuğa takılıyor
Kaifhaberini duyan Ebu Talib de sair Mekke seçkinleri gibi,yeğenini alarak adama gidiyor Vardıklarında etrafı çevrilmiş; adam haratle anlatıyor Amcayeğen kalabalığın dışından manzarayı seyrediyorlar İşte tam bu sırada, Sevgili Peygamberimizi görüyor
Kaif, bir an baktığı noktayı dikkat ve nüfuzla süzdükten sonra hareketlerinde değişikilik başladı Telaşla başındakileri savıyor Belliki bir heyecana yapılmış Durum, Ebu Talib'in nazarından kaçmıyor Ve sebebi de anlıyor Amca, bir tedbirli adam; ne olur ne olmaz? Hiç kimseye belli etmeden yeğeni ile usulcacık oradan ayrılıyorlar
Biraz sonra önündekilerden başını kaldıran yabancı şaşırdı; Efendimizi soruyor Cevap menfidir Sorduğu çocuk biraz önce gitmiştir
Bunun üzerine kaif, konuşuyor; hazır olanlar şahid
Vallahi O çocuğun şanı yüce olacaktır
Sevgili Peygamberimizin on yaşında iken, diğer baba bir amcaları Zübeyr ile seferdelerKervan bir dere kıyısına geldiğinde azgın bir deve ile karşılaşırlar: Hayvan, mümkün değil, dereden kimseyi geçirmiyor Her teşebbüs neticesiz kalınca, bazıları geri dönme fikrini ortaya attılar Karşı kıyıya geçme ümidlerinin yavaş yavaş kırılmaya başladığı bu anda efendimiz imdada yetişiyorlar Develerinden inerek yol kesici hırçın deveye biniyorlar
Devecik, yumuşak, uysal, itaatli
Peygamberimiz, deminki huysuz devenin üstünde oldukları halde önde, kervan arkada suyu geçiyorlar Çümle yaratılmışların Peygamberi, burada o deveden inerek hayvanı serbest bırakıyor ve tekrar kendi devesine binip hep beraber yola devam ediyorlar
Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, ononbir yaşlarında iken şakkı sadrgöğüs yarılması olayını bir kere daha yaşadılar
İki melek, Peygamberimize gelerek, O'nu incitmeden yere uzatıp mübarek göğüzlerrini yardılar Efendimiz, hiç bir ağrı ve sızı duymuyorlar
, en makbul bedenden kin ve hasedi temizleyerek yerini rahmet ve rahmetle doldurdular
Kin ve hasetten sonra bir de siyah bir kan parçasını çıkaran melekller, bunun yerini nurla doldurup, mübarek çocuğu ayağa kaldırdılar
O anı şöyle tasvir buyuruyorlar:
Baktım, kendimde küçükbüyük bütün mahlukata karşı şefkat ve rahmet buldum
Şakkı sadrın üçüncüsü ise vahiy ineceği zaman Hira dağındaki mağarada vuku bulacaktır
O'nun seçilmişlern seçilmişi, üstünlerin en üstünü olduğunu haber veren vak'alardan birine yine Ümmü Eymen delalet ediyor
Mekke'de bir koca put var İsmi Bevane Müşkirler, senede bir gün, bu putun karşısında sabahtan akşama kadar saygı ile dururlardı
Ebu Talib, Peygamberimizi de bu ayine getirmek istiyor Ama, daha küçük yaşlarında böyle bir batıl ibadeti reddediyorlar Amca va akraba ları, inciniyor Israrlılar Israr ve ricalar yüzünden şöyle bir görünüp, kaybolmak üzere Bevane'nin yanına kadar geliyorlar Gelmeleri ile ortadan kaybolmaları bir oluyor Bir zaman sonra göründüğünde şaşkın halde soruyorlar:
Ne oldun, nereye gittin?
Bütün putları yerle bir edecek dinin Peygamberi her zor ve tehlikeli anda olduğu gibi yine korunmaktadır Kendileri buyuruyorlar:
Ben puta yaklaşınca uzun boylu biri geldi Ya Muhammed, sakın bu puta elini bile sürme ve bunların merasiminde bulunma
Sevgili Peygamberimize o yetimlik günlerinde hizmetle şereflenenlerden biri de Ebu Talib'in zevcesi Fatıma Hatun
Yengesi, yetim ve öksüz inciye evlerine geldiği ilk andan itibaren, bir anne şefkati iele sahip çıkmış ve onu o kırık kalbli günlerinde yalnız ve sahnipsiz bırakmamıştır
Yüce Peygamber, sonraki yıllarda bu asil ve müşfik kadını hiç unutmamış ve yengesini ihtiyar yaşında daima arayıp sorarak gönlünü hoş tutmuştur
Efendimiz bir gün yengesinin vefat haberini alınca üzüntülerini şu kısa fakat derin muhabbet dolu kelimelerle dile getirdiler
Bugün annem öldü
bu sözler sana ne devlet ey Fatıma anne! Kainatın seyyidinin seni annelik tahtına oturmalarından büyük şans ne olabilir ki
Peygamberimiz, daha sonra gömleklerini çıkartarak yengelerine kefen olarak sardılar
Aziz kadın, kabristana getirildiğinde Peygamber efendimiz de orada hazırlar Ölü, kabre konmadan önce Resulullah mezara inerek yan tarafları üzerine biraz uzandıktan sonrra dışarı çıktılar ve n'aş defnedildi
Eshab, hayrette Her hal ve davranışlarına dikkat ettikleri Peygamberimizde o ana kadar böyle bir hareket görülmemiştir
Ey Allah'ın Resulü! Şimdi gördüklerimizi bir başkası için yaptığına rastlamadık, diye meraklarını arz ediyorlar
O, benim annemdi Çocukları açken önce beni doyurur, saçlarımı tarardı O, benim annemdi
ve devam buyuruyorlar:
Ebu Talib'den sonra bu kadıncağız kadar bana iyilik eden olmamıştır Ahirette cennet elbiselerinden elbise giymesi için gömleğime sardırdım Kabre ısınması, kendini yalnız zannetmemesi maksadıyla oraya uzandı, mahşer gününe kadar beni hep yanında yatıyor görecek
Bu çocuk, önce babası, sonra annesi, sonra dedesi ölen; ve şimdi, amcası Ebu Talib'e kalan kainatın varlık sebebi
Amca, bir fakir adam
Bütün serveti, üç beş deve olmasına mukabil, kalabalık sayıda çoluk çocuğu var Dürüst bir insan Geçim sıkıntısında ama cömert Cahiliyet zamanın çirkin adeklerine bulaşmamış güzel huylu biri O da babası gibi ağzına içki koymamış
Yoksulluğuna rağmen de kavminin reisi Böyle bir şeye o güne kadar tesadüf edilmiş değil Bir insanın milletinin başına geçebilmesi zengin olma şartına bağlı
Ebu Talib, babasının vasiyetine tam tabi Sözünün eri, Yeğenin gözü gibi koruyor O'nu öz çocuklarından dahi çok seviyor Öyle bir sevgi ki, gıpta etmemek mümkün değil
O, elini uzatmadan yemeğe başlamıyor
O, Gelmeden sofra kurulsa:
Durun, iyor; oğlum gelsin! Sofraya uzanan eller, geri çekiliyor ve herkese beklemeye başlıyor
Onu yanına almadan uyumuyor:
Sevgili Peygamberimiz:
Sen hayırlı ve mübareksin, diyerek iltifat ediyor
Ne doğru Hem hayırlı, hem mübarek Eğer sofraya ilk el uzatan bu mübarek çocuk olmamışsa, yemek kifayet etmiyor ve hane halkı aç kalkıyor Ama ilk başlayan o ise; yemek artıyor bile Bir kase sütten mbiraz içse, kase, herkese yetene kadar tükenmiyor
Efendimiz, her yaşta edeb timsali; sofra kurulduğunda Ebu Talib'in çocukları, hemen yemeğe başladıkları halde; O, vaktini bekleyerek sofra adabına dikket ediyor Bu sebeple Ebu Talib, yeğenine bazen de ayrı sofra kurduruyor
İşte bu fakir evde O, sallallahü aleyhi ve sellem, geldikten sonra mala mülke bereket düştü Her şey artıyor, her şey çoğalıyor
Ebu Talib'in evinde yokluk, yerini bolluğa terkederken; Mekke başka mbir hali yaşıyor Kuraklık ve kıtlık, bir salgın hastalık gibi hurmaları solduruyor, derelerin suyunu çekiyor, yeşil tarlaları sarartıyor ve nihayet kilerleri, mutffakları tamtakır ediyor Dağlar ve ovalar, sudiye inliyor gibi
Bu arada her kafadan mbir ses geliyor Her Mekkeli, aklının erdiği kadar bir şeyler söylüyor:
Hayır, Lat olur mu? Ancak Uzza, bu kuraklığa çare bulur
Hayır hayır! En iyisi Menat'ın önünde diz çökelim
Konuşmaları dinleyen bir ihtiyar, kalabalığı titreten gür sesle:
Yazıklar olsun! Aranızda İbrahim Peygamber evladları varken; siz hala nelerden medet umuyorsunuz?
İhtiyarın hakim sesi ahaliyi toparladıNe demek istediği belliydiDoğru Ebu Talib'in kapısına geliyorlar:
Ey Ebu Talip!Kıtlığı görüyorsunÇöl bile yağmura hasretBir damla su yokÇocuklarımız ölmeye,hayvanlarımız kırılmaya yüz tuttuGel,yağmur duasına gidelimNeslinin bereketine belki yağmur yağar,
Ebu Talip,evden çıkıyorYanında güneş yüzlü yeğeniÖnde Ebu Talip ve Sevgili Peygamberimiz,arkada kalabalık,Beytullah yolundalarHava müthiş sıcakGök cilalanmış gibi dupduruBulut namına birşey yok
Ebu Talib,sırtını Kabe duvarına dayadıMübarek çocuk da bir eliyle Kabe'nin örtüsünü tutarken,öbür elinin şahadet parmağını cilalı mavi göğe doğru uzatıyorHayret,hayret,hayret
O süpürülmüş gibi bulutsuz olan göğü,bulutlar,yeme koşan kocaman kuşlar gibi bir anda dolduruyorVe şimşekler,yıldırımlarPeşinden de şakır,şakır,şakır yağan yağmurÖldüren hasret bitip,dağtaş suya kavuşuyorHer taraftan derecikler koşturuyor
Ebu Talib'in çocukları,sabahları kalktığında,saçları dağınık,gözleri çapaklı olduğu halde,Sevgili Peygamberimizin cennet kokan saçları taranmış,mübarek gözleri sürmelenmiş olarak pırıl pırıl bir yüzle uyanıyor
Ebu Talib'le aziz yeğeni bir sahradalarAmca,bir ara susuzluktan mecalsiz kalıyor ve dudaklarından gayri ihtiyari:
Su,susadım diye kelimeler dökülüyor
Bunu işiten merhamet sultanına bir mucize
Ebu Talib,anlatıyor:
Susadım,deyince yeğenim,hemen dizleri üstüne yere oturduOturur oturmaz,topuklarının,kumlara değdiği noktadan bir pınar kaynamaya başladıCenabı kibriya kenara çekiliyor,Ebu Talib,kana kana içerek susuzluğunu dindiriyor
Devrin adetine göre,zaman zaman Mekke'ye kaifdenen kimseler geliyorBu kaifler,ensanların görünüşlerinden manalar çıkarıp istikballerine dair tahminlerde bulunuyorlarHer gelişlerinde fakirzengin,bütün tabakalardan halk,çocuklarını getirerek onların önündeki uzun zamanı bilmek,meçhul istikamet perdesini aralamak istiyorlar
Bakın yine şehrin meydanlık yerinde bir kalabalık varBir adamın başına toplanmış olanlar,ondan çocuklarına dair sırları soruyorlar:
Bu adam,Ezdi Şenue kabilesinden bir kaiftirOraya gelmiş bütün herkese cevaplar veriyor
Fakat kaif,birden değişiyorÖnündekilerin üstünden aşağı bakışları,dinleyenlerin en dışında kendisini seyreden bir çocuğa takılıyor
Kaifhaberini duyan Ebu Talib de sair Mekke seçkinleri gibi,yeğenini alarak adama gidiyor Vardıklarında etrafı çevrilmiş; adam haratle anlatıyor Amcayeğen kalabalığın dışından manzarayı seyrediyorlar İşte tam bu sırada, Sevgili Peygamberimizi görüyor
Kaif, bir an baktığı noktayı dikkat ve nüfuzla süzdükten sonra hareketlerinde değişikilik başladı Telaşla başındakileri savıyor Belliki bir heyecana yapılmış Durum, Ebu Talib'in nazarından kaçmıyor Ve sebebi de anlıyor Amca, bir tedbirli adam; ne olur ne olmaz? Hiç kimseye belli etmeden yeğeni ile usulcacık oradan ayrılıyorlar
Biraz sonra önündekilerden başını kaldıran yabancı şaşırdı; Efendimizi soruyor Cevap menfidir Sorduğu çocuk biraz önce gitmiştir
Bunun üzerine kaif, konuşuyor; hazır olanlar şahid
Vallahi O çocuğun şanı yüce olacaktır
Sevgili Peygamberimizin on yaşında iken, diğer baba bir amcaları Zübeyr ile seferdelerKervan bir dere kıyısına geldiğinde azgın bir deve ile karşılaşırlar: Hayvan, mümkün değil, dereden kimseyi geçirmiyor Her teşebbüs neticesiz kalınca, bazıları geri dönme fikrini ortaya attılar Karşı kıyıya geçme ümidlerinin yavaş yavaş kırılmaya başladığı bu anda efendimiz imdada yetişiyorlar Develerinden inerek yol kesici hırçın deveye biniyorlar
Devecik, yumuşak, uysal, itaatli
Peygamberimiz, deminki huysuz devenin üstünde oldukları halde önde, kervan arkada suyu geçiyorlar Çümle yaratılmışların Peygamberi, burada o deveden inerek hayvanı serbest bırakıyor ve tekrar kendi devesine binip hep beraber yola devam ediyorlar
Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, ononbir yaşlarında iken şakkı sadrgöğüs yarılması olayını bir kere daha yaşadılar
İki melek, Peygamberimize gelerek, O'nu incitmeden yere uzatıp mübarek göğüzlerrini yardılar Efendimiz, hiç bir ağrı ve sızı duymuyorlar
, en makbul bedenden kin ve hasedi temizleyerek yerini rahmet ve rahmetle doldurdular
Kin ve hasetten sonra bir de siyah bir kan parçasını çıkaran melekller, bunun yerini nurla doldurup, mübarek çocuğu ayağa kaldırdılar
O anı şöyle tasvir buyuruyorlar:
Baktım, kendimde küçükbüyük bütün mahlukata karşı şefkat ve rahmet buldum
Şakkı sadrın üçüncüsü ise vahiy ineceği zaman Hira dağındaki mağarada vuku bulacaktır
O'nun seçilmişlern seçilmişi, üstünlerin en üstünü olduğunu haber veren vak'alardan birine yine Ümmü Eymen delalet ediyor
Mekke'de bir koca put var İsmi Bevane Müşkirler, senede bir gün, bu putun karşısında sabahtan akşama kadar saygı ile dururlardı
Ebu Talib, Peygamberimizi de bu ayine getirmek istiyor Ama, daha küçük yaşlarında böyle bir batıl ibadeti reddediyorlar Amca va akraba ları, inciniyor Israrlılar Israr ve ricalar yüzünden şöyle bir görünüp, kaybolmak üzere Bevane'nin yanına kadar geliyorlar Gelmeleri ile ortadan kaybolmaları bir oluyor Bir zaman sonra göründüğünde şaşkın halde soruyorlar:
Ne oldun, nereye gittin?
Bütün putları yerle bir edecek dinin Peygamberi her zor ve tehlikeli anda olduğu gibi yine korunmaktadır Kendileri buyuruyorlar:
Ben puta yaklaşınca uzun boylu biri geldi Ya Muhammed, sakın bu puta elini bile sürme ve bunların merasiminde bulunma
Sevgili Peygamberimize o yetimlik günlerinde hizmetle şereflenenlerden biri de Ebu Talib'in zevcesi Fatıma Hatun
Yengesi, yetim ve öksüz inciye evlerine geldiği ilk andan itibaren, bir anne şefkati iele sahip çıkmış ve onu o kırık kalbli günlerinde yalnız ve sahnipsiz bırakmamıştır
Yüce Peygamber, sonraki yıllarda bu asil ve müşfik kadını hiç unutmamış ve yengesini ihtiyar yaşında daima arayıp sorarak gönlünü hoş tutmuştur
Efendimiz bir gün yengesinin vefat haberini alınca üzüntülerini şu kısa fakat derin muhabbet dolu kelimelerle dile getirdiler
Bugün annem öldü
bu sözler sana ne devlet ey Fatıma anne! Kainatın seyyidinin seni annelik tahtına oturmalarından büyük şans ne olabilir ki
Peygamberimiz, daha sonra gömleklerini çıkartarak yengelerine kefen olarak sardılar
Aziz kadın, kabristana getirildiğinde Peygamber efendimiz de orada hazırlar Ölü, kabre konmadan önce Resulullah mezara inerek yan tarafları üzerine biraz uzandıktan sonrra dışarı çıktılar ve n'aş defnedildi
Eshab, hayrette Her hal ve davranışlarına dikkat ettikleri Peygamberimizde o ana kadar böyle bir hareket görülmemiştir
Ey Allah'ın Resulü! Şimdi gördüklerimizi bir başkası için yaptığına rastlamadık, diye meraklarını arz ediyorlar
O, benim annemdi Çocukları açken önce beni doyurur, saçlarımı tarardı O, benim annemdi
ve devam buyuruyorlar:
Ebu Talib'den sonra bu kadıncağız kadar bana iyilik eden olmamıştır Ahirette cennet elbiselerinden elbise giymesi için gömleğime sardırdım Kabre ısınması, kendini yalnız zannetmemesi maksadıyla oraya uzandı, mahşer gününe kadar beni hep yanında yatıyor görecek