Orta Nereye Duşer Doğu Nereye?
Vaz'ı yed konum olunca
Farklı millet, kultur, din ve medeniyetleri
Farklı millet, kultur, din ve medeniyetlerin yaşadığı geniş bir coğrafyayı boyle katedilecek bir arazi gibi gorup isimlendirmek, hem mustemlekeci bir zihniyeti hem de bir tekebburu yansıtır Aslında Hıristiyan Avrupa'nın gozunde doğu, cok eski zamanlardan beri bir istikameti değil, tenkil edilmesi gereken bir kafirler ve barbarlar surusunu ifade eder
Bilen bilir, Nasreddin Hoca'nın hikayeleri gulup gecilecek fıkralar değildir Bugunumuze de ışık tutan hikmetler barındırır bu kıssalar Şair Mehmet Aycı, hisselerini de cıkararak Hoca'nın kıssalarını değişik okumaları ornekleyecek tarzda kitaplaştırmış ( Nasreddin Hoca Mehmet Aycı, Semerkand Yayınları, İstanbul2004 ) Aycı, Nasreddin Hoca'nın Dunyanın merkezi neresidir? suali uzerine, eşeğinin ayaklarının bastığı yeri gosterip Tam burasıdır! cevabını yorumlarken, kure şeklindeki bir dunyada her insan icin dunyanın merkezi kendisi, dolayısıyla bulunduğu, yaşadığı yer değil midir? diyor Oyledir Bazı tesbitler ındidir , subjektiftir ; doğrulanamaz ama yanlışlanamaz da Mesela yonler ancak bir noktayı esas almakla tayin edilebilir Esas ittihaz ettiğiniz merkez sizin durduğunuz yahut bulunduğunuz yerdir; tartışılmaz
İmdi, vaktiyle devleti idare etmiş bir zat, kalkıp Nevruz, Yakın Doğu ve Orta Doğu'nun en eski bayramıdır; bu sebepledir ki ulkemizde de asırlardır kutlanıyor derse, yahut Turkiye'de yaşayan bir gazeteci, sınır komşularımız Irak, Suriye ve İran'ı kastederek yazısına Orta Doğu Kaynıyor başlığını atarsa la havle cekmez misiniz?
Vaz'ı yed konum olunca
Batı Avrupalılar, hususen İngilizler ile Fransızlar, bulundukları coğrafyayı merkez kabUl etmek suretiyle dunyanın doğusunu, mesafe bakımından kendilerine nisbetle Yakın Doğu, Orta Doğu ve Uzak Doğu diye isimlendirmişlerdir Farklı millet, kultur, din ve medeniyetlerin yaşadığı geniş bir coğrafyayı boyle katedilecek bir arazi gibi gorup isimlendirmek, hem mustemlekeci bir zihniyeti hem de bir tekebburu yansıtır Aslında Hıristiyan Avrupa'nın gozunde doğu, cok eski zamanlardan beri bir istikameti değil, tenkil edilmesi gereken bir kafirler ve barbarlar surusunu ifade eder Medeni terakkileri bu anlayışı değiştirmemiş olmalı ki, daha yakın zamanlara ait bu tabirler de coğrafyayı kaale almıyor Nitekim İsvec ve Norvec ile aynı meridyen uzerindeki Libya hala Orta Doğuda, Batı Avrupa'nın da batısındaki Fas hala Doğudadır Orta Doğu'nun şu aralar Turkiye'yi de icine alacak şekilde buyutulmesi projesinde de muşahade edildiği gibi bu tabirler her zaman sınırları sabit bir bolgeyi adlandırmamaktadır
Biz şimdilik işin bu tarafıyla alakadar değiliz (Yakın Doğu, Orta Doğu, Uzak Doğu tabirlerinin Batılı zihniyetle alakası sadedinde meraklısına salık verebileceğimiz iki yazı var: Birisi merhum Cemil Meric'in Mağaradakiler kitabında yer alan Kaypak Bir Mefhum: Orta Doğu başlıklı yazı Diğeri, Mustafa Armağan'ın Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yuzler kitabındaki Orta Doğu Nasıl İcat ve İmal Edildi? yazısı)
Kendi cenahımıza donelim; bakalım biz bu meselede Hoca'nın eşeği kadar olsun vaz'ı yed edebiliyor muyuz? Yaşadığımız memleketi Yakın Doğu yahut Orta Doğu diye isimlendiriyorsak, vaziyetimiz Batı Avrupalıların ikamesi esas alınarak tayin ediliyor, Avrupalılar tarafından belirleniyor demektir Bu, kendimizi yok saydığımızın resmidir Vaziyet eski imlada vaz 'ı yed şeklinde yazılan bir birleşik kelimedir ve aslında el koyma, duruma hakim olma, hali tayin etme manasına gelir Mantık ilminde bir şeyi isimlendirmeye, isim verme salahiyetine de eskiden vaz 'ı yed etme denirdi Yonumuzu tayin edemediğimiz cok acık Bulunduğumuz yeri bile kendimizin adlandıramadığı ortada Boyle başkaları tarafından belirlenmek, nesne derekesinde bir edilgenliğe dUcar olmaktan başka gayrı sahih bir bilgiyle kendimizi yanlış tanımaya da sebebiyet verir Hele de bu başkaları ağyar Avrupalı ise, belirleyenler olarak kendi zaviyelerini, peşin hukumlerini ve niyetlerini belirlenene ait hakikatlermiş gibi gostererek, aşılmaz bir mugalata cukuruna mahkUm eeririler sizi Vaz 'ı yed edemediğimiz o kadar ortada ki, el'an Buyuk Orta Doğu Projesi'nin tam ortasında dolar mukabili ne iş olsa yaparım abi teşneliğinde aylak aylak dolaşıyoruz Demek ki son bir asır icinde vaz 'ı yed boşuna vaziyet olmamış Artık yeni sozluklerin hepsinde vaziyet sadece konum veya durum demek ve durum bundan ibaret
Musluman kıbleye teveccuh eder
Şu itiraz makUldur: Yonler sadece bulunduğumuz yere gore tayin edilmez Uzerinde yaşanmasa bile baktığınız, yoneldiğiniz, teveccuh ettiğiniz bir merkeze nisbetle de yonunuzu belirleyebilirsiniz Doğru ama teveccuh ettiğiniz merkez ki dini ıstılahta bu kıbledir Avrupa ise, bu doğru bizim icin bir mazeret değil mazarrat olabilir ancak Zira teveccuh; yakınlık, muhabbet ve hurmet duyduğu, hoşlandığı icin bir şeye yonelme demektir Bir merkezi kıble ittihaz etmek, hatt u hareketimizde o merkezin temsil ettiği değerleri esas almak manasına gelir Bu sebeple muslumanın kıblesi yani yonu ve istkameti Ka'be'dir Zira Hadis i Şerif'te de buyurulduğu gibi Sizden biri Ka'be'ye yoneldiği zaman Allah'a yonelmiş olur
Vaz 'ı yed eylediğimiz devirlerde Ka'be hem maddi hem manevi bakımdan muslumanların merkez kabUl ettiği mukaddes bir mekandır İslam tarihinde mevzi' tesbitler haricinde umumi olarak mağrib ve meşrık ayırımı Hicaz merkezli yapılmış, musluman toplulukların coğrafyasını belirtmek icin kullanılmıştır Osmanlılarda Kuzey Afrika'ya Mağrib ; Tunus, Cezayir ve Trablusgarb'a , ki Osmanlı'ya bağlı muhtar eyaletlerdi, Garb Ocakları denirdi Şark yani doğu ise Irak'la başlardı
Ka'be , muslumanların teveccuh ettiği mukaddes bir merkez mevkii ile belirleyici olduğu gibi, nerede yaşarsa yaşasın butun muslumanların haremi, yani evi olmakla, aynı zamanda bulunulan yer hukmundedir; cihetimizi bu vasfıyla da tayin eder Nitekim Ka'be'nin dort koşesi dort ana yonu gosterir
Bakara sUresinde kıble ayetlerinin bulunduğu kısımda Cenab ı Hak muslumanlara hitaben, Sizi insanlar uzerine şahitler kıldık buyurur Mufessirler buradaki şahitlikin numUne i imtisal olmak manasına geldiği hususunda muttefiktirler ve bu mesUliyetin kıble ile munasebeti vardır Zira şuurlu bir hal ile kıbleye yonelmek, sırat ı mustakim uzere olmaktır Muslumanlar ancak boyle bir yoneliş halinde istikametini ve hedefini şaşırmış insanlara ornek olabilirler Dolayısıyla Yakın Doğu, Orta Doğu, Uzak Doğu gibi tabirler nasıl ve neye gore tayin edilmiş olursa olsun, artık yaygınlaşmış, birer ozel isim haline gelmiştir yahut Batı alemi, duşuncesi, tekniği, ekonomisi, siyaseti ile butun dunyanın merkezidir; ekseriyet gibi biz de buraya teveccuh etsek ne cıkar? deme hakkına sahip değiliz
Batılı olculerle hareket etmenin dunyevi faydasına dair bir yığın mucip sebep saymak elbette mumkun Kelimei Tevhid'in başındaki la makası işte bunun icin var Kesip atmak lazım
Ali YURTGEZEN
semerkand dergisi
Ağustos 2005
Vaz'ı yed konum olunca
Farklı millet, kultur, din ve medeniyetleri
Farklı millet, kultur, din ve medeniyetlerin yaşadığı geniş bir coğrafyayı boyle katedilecek bir arazi gibi gorup isimlendirmek, hem mustemlekeci bir zihniyeti hem de bir tekebburu yansıtır Aslında Hıristiyan Avrupa'nın gozunde doğu, cok eski zamanlardan beri bir istikameti değil, tenkil edilmesi gereken bir kafirler ve barbarlar surusunu ifade eder
Bilen bilir, Nasreddin Hoca'nın hikayeleri gulup gecilecek fıkralar değildir Bugunumuze de ışık tutan hikmetler barındırır bu kıssalar Şair Mehmet Aycı, hisselerini de cıkararak Hoca'nın kıssalarını değişik okumaları ornekleyecek tarzda kitaplaştırmış ( Nasreddin Hoca Mehmet Aycı, Semerkand Yayınları, İstanbul2004 ) Aycı, Nasreddin Hoca'nın Dunyanın merkezi neresidir? suali uzerine, eşeğinin ayaklarının bastığı yeri gosterip Tam burasıdır! cevabını yorumlarken, kure şeklindeki bir dunyada her insan icin dunyanın merkezi kendisi, dolayısıyla bulunduğu, yaşadığı yer değil midir? diyor Oyledir Bazı tesbitler ındidir , subjektiftir ; doğrulanamaz ama yanlışlanamaz da Mesela yonler ancak bir noktayı esas almakla tayin edilebilir Esas ittihaz ettiğiniz merkez sizin durduğunuz yahut bulunduğunuz yerdir; tartışılmaz
İmdi, vaktiyle devleti idare etmiş bir zat, kalkıp Nevruz, Yakın Doğu ve Orta Doğu'nun en eski bayramıdır; bu sebepledir ki ulkemizde de asırlardır kutlanıyor derse, yahut Turkiye'de yaşayan bir gazeteci, sınır komşularımız Irak, Suriye ve İran'ı kastederek yazısına Orta Doğu Kaynıyor başlığını atarsa la havle cekmez misiniz?
Vaz'ı yed konum olunca
Batı Avrupalılar, hususen İngilizler ile Fransızlar, bulundukları coğrafyayı merkez kabUl etmek suretiyle dunyanın doğusunu, mesafe bakımından kendilerine nisbetle Yakın Doğu, Orta Doğu ve Uzak Doğu diye isimlendirmişlerdir Farklı millet, kultur, din ve medeniyetlerin yaşadığı geniş bir coğrafyayı boyle katedilecek bir arazi gibi gorup isimlendirmek, hem mustemlekeci bir zihniyeti hem de bir tekebburu yansıtır Aslında Hıristiyan Avrupa'nın gozunde doğu, cok eski zamanlardan beri bir istikameti değil, tenkil edilmesi gereken bir kafirler ve barbarlar surusunu ifade eder Medeni terakkileri bu anlayışı değiştirmemiş olmalı ki, daha yakın zamanlara ait bu tabirler de coğrafyayı kaale almıyor Nitekim İsvec ve Norvec ile aynı meridyen uzerindeki Libya hala Orta Doğuda, Batı Avrupa'nın da batısındaki Fas hala Doğudadır Orta Doğu'nun şu aralar Turkiye'yi de icine alacak şekilde buyutulmesi projesinde de muşahade edildiği gibi bu tabirler her zaman sınırları sabit bir bolgeyi adlandırmamaktadır
Biz şimdilik işin bu tarafıyla alakadar değiliz (Yakın Doğu, Orta Doğu, Uzak Doğu tabirlerinin Batılı zihniyetle alakası sadedinde meraklısına salık verebileceğimiz iki yazı var: Birisi merhum Cemil Meric'in Mağaradakiler kitabında yer alan Kaypak Bir Mefhum: Orta Doğu başlıklı yazı Diğeri, Mustafa Armağan'ın Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yuzler kitabındaki Orta Doğu Nasıl İcat ve İmal Edildi? yazısı)
Kendi cenahımıza donelim; bakalım biz bu meselede Hoca'nın eşeği kadar olsun vaz'ı yed edebiliyor muyuz? Yaşadığımız memleketi Yakın Doğu yahut Orta Doğu diye isimlendiriyorsak, vaziyetimiz Batı Avrupalıların ikamesi esas alınarak tayin ediliyor, Avrupalılar tarafından belirleniyor demektir Bu, kendimizi yok saydığımızın resmidir Vaziyet eski imlada vaz 'ı yed şeklinde yazılan bir birleşik kelimedir ve aslında el koyma, duruma hakim olma, hali tayin etme manasına gelir Mantık ilminde bir şeyi isimlendirmeye, isim verme salahiyetine de eskiden vaz 'ı yed etme denirdi Yonumuzu tayin edemediğimiz cok acık Bulunduğumuz yeri bile kendimizin adlandıramadığı ortada Boyle başkaları tarafından belirlenmek, nesne derekesinde bir edilgenliğe dUcar olmaktan başka gayrı sahih bir bilgiyle kendimizi yanlış tanımaya da sebebiyet verir Hele de bu başkaları ağyar Avrupalı ise, belirleyenler olarak kendi zaviyelerini, peşin hukumlerini ve niyetlerini belirlenene ait hakikatlermiş gibi gostererek, aşılmaz bir mugalata cukuruna mahkUm eeririler sizi Vaz 'ı yed edemediğimiz o kadar ortada ki, el'an Buyuk Orta Doğu Projesi'nin tam ortasında dolar mukabili ne iş olsa yaparım abi teşneliğinde aylak aylak dolaşıyoruz Demek ki son bir asır icinde vaz 'ı yed boşuna vaziyet olmamış Artık yeni sozluklerin hepsinde vaziyet sadece konum veya durum demek ve durum bundan ibaret
Musluman kıbleye teveccuh eder
Şu itiraz makUldur: Yonler sadece bulunduğumuz yere gore tayin edilmez Uzerinde yaşanmasa bile baktığınız, yoneldiğiniz, teveccuh ettiğiniz bir merkeze nisbetle de yonunuzu belirleyebilirsiniz Doğru ama teveccuh ettiğiniz merkez ki dini ıstılahta bu kıbledir Avrupa ise, bu doğru bizim icin bir mazeret değil mazarrat olabilir ancak Zira teveccuh; yakınlık, muhabbet ve hurmet duyduğu, hoşlandığı icin bir şeye yonelme demektir Bir merkezi kıble ittihaz etmek, hatt u hareketimizde o merkezin temsil ettiği değerleri esas almak manasına gelir Bu sebeple muslumanın kıblesi yani yonu ve istkameti Ka'be'dir Zira Hadis i Şerif'te de buyurulduğu gibi Sizden biri Ka'be'ye yoneldiği zaman Allah'a yonelmiş olur
Vaz 'ı yed eylediğimiz devirlerde Ka'be hem maddi hem manevi bakımdan muslumanların merkez kabUl ettiği mukaddes bir mekandır İslam tarihinde mevzi' tesbitler haricinde umumi olarak mağrib ve meşrık ayırımı Hicaz merkezli yapılmış, musluman toplulukların coğrafyasını belirtmek icin kullanılmıştır Osmanlılarda Kuzey Afrika'ya Mağrib ; Tunus, Cezayir ve Trablusgarb'a , ki Osmanlı'ya bağlı muhtar eyaletlerdi, Garb Ocakları denirdi Şark yani doğu ise Irak'la başlardı
Ka'be , muslumanların teveccuh ettiği mukaddes bir merkez mevkii ile belirleyici olduğu gibi, nerede yaşarsa yaşasın butun muslumanların haremi, yani evi olmakla, aynı zamanda bulunulan yer hukmundedir; cihetimizi bu vasfıyla da tayin eder Nitekim Ka'be'nin dort koşesi dort ana yonu gosterir
Bakara sUresinde kıble ayetlerinin bulunduğu kısımda Cenab ı Hak muslumanlara hitaben, Sizi insanlar uzerine şahitler kıldık buyurur Mufessirler buradaki şahitlikin numUne i imtisal olmak manasına geldiği hususunda muttefiktirler ve bu mesUliyetin kıble ile munasebeti vardır Zira şuurlu bir hal ile kıbleye yonelmek, sırat ı mustakim uzere olmaktır Muslumanlar ancak boyle bir yoneliş halinde istikametini ve hedefini şaşırmış insanlara ornek olabilirler Dolayısıyla Yakın Doğu, Orta Doğu, Uzak Doğu gibi tabirler nasıl ve neye gore tayin edilmiş olursa olsun, artık yaygınlaşmış, birer ozel isim haline gelmiştir yahut Batı alemi, duşuncesi, tekniği, ekonomisi, siyaseti ile butun dunyanın merkezidir; ekseriyet gibi biz de buraya teveccuh etsek ne cıkar? deme hakkına sahip değiliz
Batılı olculerle hareket etmenin dunyevi faydasına dair bir yığın mucip sebep saymak elbette mumkun Kelimei Tevhid'in başındaki la makası işte bunun icin var Kesip atmak lazım
Ali YURTGEZEN
semerkand dergisi
Ağustos 2005