iltasyazilim
FD Üye
Osmanlı Devletinde Alınan Şer'i Vergiler Hakkında Bilgi
Şer'i vergiler
Osmanlı Devleti'nde Tekâlifi Şer'iyyenin temelini teşkil eden vergilerin tarh, cibâyet vs gibi hükümleri, fıkıh kitaplarında tafsilâtlı bir şekilde anlatıldıkları gibiydi bununla beraber farklı din, dil ve milliyetlere mensup kimseleri sınırları içinde barındırdığı için, tekâlifi ser'iyye bölümüne dahil vergilerin ad ve çeşitleri de öbür olagelmişlerdir Bu bakımdan Zekât, Öşür, Cizye ve Haraç gibi temel vergilerden diğer bunların kısımları olarak seksen dek ücret kalemi bulunmaktaydı
Zekat
Zekât, İslâm'ın beş başlıca şartından birini teşkil etmektedir İslâm hukukuna kadar zekât, bir ihsan veya kolay bir sadaka değildir O, devlet ve toplumun fert üzerindeki hakkıdır
Devlet, zekât verip vermeme hususunda mükellefi hür bırakmaz Onu, âmilleri vâsıtasıyla biriktirmek ve yerine sarf etmek zorundadır Belirlenmiş şartları içeren her Müslümanın vermekle mükellef olduğu zekât, Osmanlı Devleti'nde öteki Müslüman devletlerde olduğu gibi uygulanıyordu
Haraç
Haraç, Osmanlılarda daha ziyade gayri Müslim tebeayi ilgilendiren vergilerden biridir İslâm vergi hukukunda olduğu gibi Osmanlılarda da Haraç iki kısma ayrılmaktadır Bunlar Haraçi Muvazzaf ve Haraçi Mukasem adını taşımaktadırlar Haraç'ın bu iki kısmı da ser'î vergilerden olduğu için lüzum ilk tarhı, gerekse birincil tahsili ile ilgili bir açılış tesbit etmek muhtemel değildir aynı zamanda 17 Mayıs 1456 tarihli bir fermanda belirtildiğine göre Fatih Sultan Mehmet, babası II Murat'ın Kostandin'de derbent bekleyen yirmi kadar kefereyi haraçtan muaf saydığı, kendisinin de buna tıpkı uyduğu görülmektedir Bu evrak, haraç uygulamasının kuruluş döneminde mevcut olduğunu göstermektedir
Haraçi Muvazzaf, arazi üstüne maktu bir şekilde konmuş bulunan akça olup vakit ve mıntıkalara tarafından ayrı isimler alıyordu Bunların bir kısmı adeta toprağın ücreti olarak alınmaktaydı Bu gruba girenlerden bir kısmım söyle isimlendirmek muhtemel olacaktır: Resmi Çift, Resmi Zemin, Resmi Asiyâb, Resmi Tapu, Bir kismi da bir çesit sahsî vergilere girmekteydi fakat bunlar da: Resmi Arûs, Resmi Mücerred, Ispenç ve Dühan gibi isimler aliyordu Birazcık asagida görülecegi gibi Haraci Mukasem, Osmanlılar döneminde öşürkelimesi ile açıklama ediliyordu
Öşür
Öşür, İslâm ücret hukukuna tarafından, ziraî mahsullerden belirlenmiş koşullar zarfında Müslüman halktan alınan vergiye denir
Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında öteki Müslüman devletlerde olduğu gibi, mal olan arazii öşriyyeden yalnızca öşür alınmaktaydı Bu dönemde Osmanlılarda arazi biri Öşriyyediğeri de Haraciyyeedinmek üzere ikiye ayrılıyordu Fakat XIV asrin son çeyreğinden itibaren bazı sebeplerden nedeniyle birtakım değişiklikler yapılarak, arazinin bir kısmı Emiriyyeolarak kabul edildi Bu koşul, daha sonraları Hicaz mıntıkası hariç kalmak üzere Osmanlılarda arazi sultaniyyedirseklinde ifadesini bulacak olan bir vaziyete getirilmiş oldu Binaenaleyh, Osmanlı Devleti'nde öşür denince biri kuruluş dönemindeki mülk arazi mahsulatından alınan vergi ve sonraları yalnızca Hicaz bölgesinde alınan öşür ile, diğeri de arazii emiriyyeye kasten almak üzere alınan ve ammei nâs kadar galati fâhisolarak kendisine öşür denen haraçi mukasemanlaşılmaktadır Zira Osmanlılarda haracın mukasem kısmına öşür alışılagelmiş verilmekteydi
Osmanlı Devleti'nde, öşür kelimesi yerine diğer tabirler de kullanılıyordu ama bunlar, son dönemlerde ortaya çıkmıştı Dimus, Ikta ve Sâlariye bu neviden kelimelerdi Dimus, Suriye'ye ait defterlerde, Ikta, Irak mıntıkasına ait defterlerde Sâlariye ise Anadolu ve Rumeli defterlerinde zikr edilmekteydi Osmanlı Devleti'nde öşür, su aşağıdaki maddalerden de alınmaktaydı: Bağ, sıra, bahçe, sebze bahçesi, fevakih, kovan, harir, pamuk, giyah, odun ve ag (balık)
Cizye
İslâm hukukuna tarafından cizye, devletin, Müslüman olmayan vatandaşını (tebeasini) yakından ilgilendiren, devletin Müslüman tebeadan aldığı zekât karşılığıdır denebilir Zira Müslüman olmayan tebeayi cizyeye bağlamakla, devlette bir denge sağlanmış bulunuyordu İslâm nazarında Müslümanlarla zimmîler (devletin Müslüman olmayan tebeasi ehli zimmet) devletin vatandaşlarıdır Ayni haklardan faydalanmakta ve ayni ölçülerde devletin imkânlarından yararlanmaktadırlar Bu sebeple, Müslümanların ödediği zekâta karşılık, ehli zimmette cizye vermekteydi
Osmanlı aidat hukukunun Tekâlifi Ser'iyye bölümüne dahil olan cizye, maliyenin en önemli gelir kaynaklarından birini teşkil ediyordu Müslüman bir devlet olması hasebiyle bu devlete, cizye uygulamasının ilk kuruluş yıllarından itibaren başladığı söylenebilir
Devletin, idaresinde bulunan gayri Müslimlerin haklarım gözetmek, onlara gelebilecek zararları ortadan uyandırmak ve askerlik hizmeti karşılığında aldığı bu vergi, önemsiz denebilecek dek az bir şeydir öyle fakat bunu, Müslüman yurttaş ile Müslüman olmayan vatandaş arasında önemli ve bambaşka bir muamele olarak görmek mümkün değildir Gerçekten devlet, tebeasi olan zimmîlerin bütün haklarını koruduğu gibi onlara gelebilecek zararları da ortadan kaldırmaya çalışıyordu Hatta, onlara yapılan bir haksizlik veya onlara karsı islenen bir suç, hemencecik en ağır bir şekilde cezalandırılırdı Nitekim 26 Kasım 1567 tarihli ve Alacahisar Beyi'ne gönderilen bir hükümde, dağda üç nefer zimmîyi katleden dört sipahinin suçlarının sabit görülmesi üzerine idam edilmeleri gerektiği bildirilmektedir Bu belge, kabahat isleyenlerin din, irk ve milliyetlerine bakılmaksızın, suçlarının gerektirdiği cezaların verildiğini göstermektedir Günümüzde fazla adi görünen bu durum, o asırların dünyasında bu dek rahatlıkla uygulanamazdı
Osmanlılarda, padişahların cizye ile ilgili tüm resmî tahrirleri şeriatın cizyeye ait kararlarına dayanıyordu Nitekim daha Sultan I Murat Han zamanında bu verginin İslâm hukukuna uygun bir şekilde iki şekilde toplandığı görülmektedir Bu şekillerden biri, Köstendil Tekfuru Konstantin ile anlaşılarak alınan Maktu Cizey, diğeri de Bosna ve Hersek ile sair tebeadan alınan Ale'rRuûs Cizyedir
Osmanlı Devleti'nde bu vergiyi vermekle mesul tutulan kimseler, sadece erginlik (bulûğ) çağına gelmiş akil ve vücutça sağlam olan erkeklerdir Keza sadaka ile geçinen rahipler, çalışamayacak derecede bir rahatsızlığı olup fakir düsenler, 1475 yaslarından minik veya büyük olanlar ile kadınlar cizyeden muaf idiler Bundan da anlaşılacağı üzere Osmanlılarda cizye, ayrıntılarıyla İslâm hukukunun esaslarına kadar uygulanıyordu
Başlangıçta, devletin bütün bölgelerinde ayni miktarda cizye alınmıyordu Zira bu dönemde, tedavülde yer alan paranın kıymet ve değeri de ayni değildi Bu sebeple cizye miktarı, bahşedilen fetvalara ve bölgelere tarafından azalıp çoğalabiliyordu Bu konuda dikkatimizi çeken en manâlı fetva Seyhülislâm Ebû Suûd Efendi (15451574)'nin fetvasıdır Bu fetvaya tarafından biz, o dönemin yoksulluk ve zenginlik ölçüleri gibi toplumun sosyal yapısı hakkında da veri sahibi oluyoruz Nitekim o, amele kadir olan kâfir ki, ikiyüz dirhemi ser'iyeye kadir olmaya, ol makule ednâdir, on iki dirhemi ser'î alınır İkiyüz dirhemi ser'iyyeye kadir olup amele kadir olan evsat makulesidir, yirmi dirhemi ser'î alınır On bin dirhemi ser'iyyeye malik olan 'a'la makulesidir, onlarin cizyei ser'iyeleri kırk dirhemi ser'idirdemektedir
Kısmen toplumun sosyoekonomik durumundan kaynaklansa bile büyük ölçüde devlet müsamahasının bir neticesi olarak cizye mükellefinin ast bulunduğu sınıflamada asgari cizye verenler (ednâ sınıfı), defalarca değişik sınıflardan daha artı olmuşlardır Örnek olması bakımından 1103 (1691) senesinin Brud (Brod) kazası ve tevabiinde cizye verenlerin sınıflarına kadar sayısına baktığımız vakit karsımıza aşağıdaki tablo çıkmaktadır:
A'la: 27 Evsat: 147 Ednâ: 166
Müslüman devletlerde cizye mükellefi, bütün insanî adalet ve vecibelerden rahatlıkla istifade edebilmekteydi CH Becker'in İslâm Ansiklopedisi'ndeki Cizyemaddesinde belirttiği gibi cizye ödeyen mükellefler, İslâm devleti ile yalnız iman ve âyinlerine tutku değil, hatta himaye isteme hakkini da kendilerine bahseden bir mukavele akd etmiş olurlar ancak, benzer örnekleri Osmanlı Devleti'nde bol miktarda görmek mümkündür Nitekim Edirne'de meydana gelen bir yangında, dükkânları yanan Yahudilere, devlet kadar verilen atiyye ile yardımın taksim seklini bildiren bir belgeye sahip bulunuyoruz
Osmanlı Devleti'nde hazine için tahsil edilen cizye, her senenin Muharrem ayında değişik müesseselerce toplanıyordu Birliği ortadan kaldıran bu başvuru formu, bazen devlet hazinesini büyük sıkıntılara sokuyordu Bu durumu düzeltmek için 1101 (1689) senesinde Sadrazam Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa, devrin ilgilileri ile yaptığı istisareden daha sonra, cizyenin toplanmasını emin kaide ve sistemlere bağlayarak toplama isinin tek elden yapılmasını sağladı Bundan sonra her üç derslik zimmî için bambaşka birer mühür kazdırdı Bunlara a'la, evsatve edna yoksulgibi evraklar koydurttu Her yıl için tarihleri değişen bu mühürlerin ve dolayısıyla cizye mükelleflerinin, birbirinden açık ve belirli çizgilerle ayrılabilmesi için bunların gerek şekillerinde ve gerekse yazı karakterlerinde öbür uygulamalara gidildi Bu tatbik o kadar yaygınlaştı oysa, altında fotokopilerini göreceğiniz mühürler 1852 senesine aittir Demek oluyor ancak cizyenin kaldırılışına kadar bu dilekçe devam etmiştir
Bu gerçekte cizye mühürleri ile birlikte cizye kâğıtlarının renkleri de değişiyordu Kağıtların üstünde de cizyenin hangi seneye ait olduğu, sınıfı, cizye muhasebesi, bas hazinedar ve cizye umum mülteziminin isimleri vardı
Osmanlılarda cizye uygulaması, 1855 senesinde cizyenin, Değeri askeriyeye tebdili zamanına kadar devam etti *
Şer'i vergiler
Osmanlı Devleti'nde Tekâlifi Şer'iyyenin temelini teşkil eden vergilerin tarh, cibâyet vs gibi hükümleri, fıkıh kitaplarında tafsilâtlı bir şekilde anlatıldıkları gibiydi bununla beraber farklı din, dil ve milliyetlere mensup kimseleri sınırları içinde barındırdığı için, tekâlifi ser'iyye bölümüne dahil vergilerin ad ve çeşitleri de öbür olagelmişlerdir Bu bakımdan Zekât, Öşür, Cizye ve Haraç gibi temel vergilerden diğer bunların kısımları olarak seksen dek ücret kalemi bulunmaktaydı
Zekat
Zekât, İslâm'ın beş başlıca şartından birini teşkil etmektedir İslâm hukukuna kadar zekât, bir ihsan veya kolay bir sadaka değildir O, devlet ve toplumun fert üzerindeki hakkıdır
Devlet, zekât verip vermeme hususunda mükellefi hür bırakmaz Onu, âmilleri vâsıtasıyla biriktirmek ve yerine sarf etmek zorundadır Belirlenmiş şartları içeren her Müslümanın vermekle mükellef olduğu zekât, Osmanlı Devleti'nde öteki Müslüman devletlerde olduğu gibi uygulanıyordu
Haraç
Haraç, Osmanlılarda daha ziyade gayri Müslim tebeayi ilgilendiren vergilerden biridir İslâm vergi hukukunda olduğu gibi Osmanlılarda da Haraç iki kısma ayrılmaktadır Bunlar Haraçi Muvazzaf ve Haraçi Mukasem adını taşımaktadırlar Haraç'ın bu iki kısmı da ser'î vergilerden olduğu için lüzum ilk tarhı, gerekse birincil tahsili ile ilgili bir açılış tesbit etmek muhtemel değildir aynı zamanda 17 Mayıs 1456 tarihli bir fermanda belirtildiğine göre Fatih Sultan Mehmet, babası II Murat'ın Kostandin'de derbent bekleyen yirmi kadar kefereyi haraçtan muaf saydığı, kendisinin de buna tıpkı uyduğu görülmektedir Bu evrak, haraç uygulamasının kuruluş döneminde mevcut olduğunu göstermektedir
Haraçi Muvazzaf, arazi üstüne maktu bir şekilde konmuş bulunan akça olup vakit ve mıntıkalara tarafından ayrı isimler alıyordu Bunların bir kısmı adeta toprağın ücreti olarak alınmaktaydı Bu gruba girenlerden bir kısmım söyle isimlendirmek muhtemel olacaktır: Resmi Çift, Resmi Zemin, Resmi Asiyâb, Resmi Tapu, Bir kismi da bir çesit sahsî vergilere girmekteydi fakat bunlar da: Resmi Arûs, Resmi Mücerred, Ispenç ve Dühan gibi isimler aliyordu Birazcık asagida görülecegi gibi Haraci Mukasem, Osmanlılar döneminde öşürkelimesi ile açıklama ediliyordu
Öşür
Öşür, İslâm ücret hukukuna tarafından, ziraî mahsullerden belirlenmiş koşullar zarfında Müslüman halktan alınan vergiye denir
Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında öteki Müslüman devletlerde olduğu gibi, mal olan arazii öşriyyeden yalnızca öşür alınmaktaydı Bu dönemde Osmanlılarda arazi biri Öşriyyediğeri de Haraciyyeedinmek üzere ikiye ayrılıyordu Fakat XIV asrin son çeyreğinden itibaren bazı sebeplerden nedeniyle birtakım değişiklikler yapılarak, arazinin bir kısmı Emiriyyeolarak kabul edildi Bu koşul, daha sonraları Hicaz mıntıkası hariç kalmak üzere Osmanlılarda arazi sultaniyyedirseklinde ifadesini bulacak olan bir vaziyete getirilmiş oldu Binaenaleyh, Osmanlı Devleti'nde öşür denince biri kuruluş dönemindeki mülk arazi mahsulatından alınan vergi ve sonraları yalnızca Hicaz bölgesinde alınan öşür ile, diğeri de arazii emiriyyeye kasten almak üzere alınan ve ammei nâs kadar galati fâhisolarak kendisine öşür denen haraçi mukasemanlaşılmaktadır Zira Osmanlılarda haracın mukasem kısmına öşür alışılagelmiş verilmekteydi
Osmanlı Devleti'nde, öşür kelimesi yerine diğer tabirler de kullanılıyordu ama bunlar, son dönemlerde ortaya çıkmıştı Dimus, Ikta ve Sâlariye bu neviden kelimelerdi Dimus, Suriye'ye ait defterlerde, Ikta, Irak mıntıkasına ait defterlerde Sâlariye ise Anadolu ve Rumeli defterlerinde zikr edilmekteydi Osmanlı Devleti'nde öşür, su aşağıdaki maddalerden de alınmaktaydı: Bağ, sıra, bahçe, sebze bahçesi, fevakih, kovan, harir, pamuk, giyah, odun ve ag (balık)
Cizye
İslâm hukukuna tarafından cizye, devletin, Müslüman olmayan vatandaşını (tebeasini) yakından ilgilendiren, devletin Müslüman tebeadan aldığı zekât karşılığıdır denebilir Zira Müslüman olmayan tebeayi cizyeye bağlamakla, devlette bir denge sağlanmış bulunuyordu İslâm nazarında Müslümanlarla zimmîler (devletin Müslüman olmayan tebeasi ehli zimmet) devletin vatandaşlarıdır Ayni haklardan faydalanmakta ve ayni ölçülerde devletin imkânlarından yararlanmaktadırlar Bu sebeple, Müslümanların ödediği zekâta karşılık, ehli zimmette cizye vermekteydi
Osmanlı aidat hukukunun Tekâlifi Ser'iyye bölümüne dahil olan cizye, maliyenin en önemli gelir kaynaklarından birini teşkil ediyordu Müslüman bir devlet olması hasebiyle bu devlete, cizye uygulamasının ilk kuruluş yıllarından itibaren başladığı söylenebilir
Devletin, idaresinde bulunan gayri Müslimlerin haklarım gözetmek, onlara gelebilecek zararları ortadan uyandırmak ve askerlik hizmeti karşılığında aldığı bu vergi, önemsiz denebilecek dek az bir şeydir öyle fakat bunu, Müslüman yurttaş ile Müslüman olmayan vatandaş arasında önemli ve bambaşka bir muamele olarak görmek mümkün değildir Gerçekten devlet, tebeasi olan zimmîlerin bütün haklarını koruduğu gibi onlara gelebilecek zararları da ortadan kaldırmaya çalışıyordu Hatta, onlara yapılan bir haksizlik veya onlara karsı islenen bir suç, hemencecik en ağır bir şekilde cezalandırılırdı Nitekim 26 Kasım 1567 tarihli ve Alacahisar Beyi'ne gönderilen bir hükümde, dağda üç nefer zimmîyi katleden dört sipahinin suçlarının sabit görülmesi üzerine idam edilmeleri gerektiği bildirilmektedir Bu belge, kabahat isleyenlerin din, irk ve milliyetlerine bakılmaksızın, suçlarının gerektirdiği cezaların verildiğini göstermektedir Günümüzde fazla adi görünen bu durum, o asırların dünyasında bu dek rahatlıkla uygulanamazdı
Osmanlılarda, padişahların cizye ile ilgili tüm resmî tahrirleri şeriatın cizyeye ait kararlarına dayanıyordu Nitekim daha Sultan I Murat Han zamanında bu verginin İslâm hukukuna uygun bir şekilde iki şekilde toplandığı görülmektedir Bu şekillerden biri, Köstendil Tekfuru Konstantin ile anlaşılarak alınan Maktu Cizey, diğeri de Bosna ve Hersek ile sair tebeadan alınan Ale'rRuûs Cizyedir
Osmanlı Devleti'nde bu vergiyi vermekle mesul tutulan kimseler, sadece erginlik (bulûğ) çağına gelmiş akil ve vücutça sağlam olan erkeklerdir Keza sadaka ile geçinen rahipler, çalışamayacak derecede bir rahatsızlığı olup fakir düsenler, 1475 yaslarından minik veya büyük olanlar ile kadınlar cizyeden muaf idiler Bundan da anlaşılacağı üzere Osmanlılarda cizye, ayrıntılarıyla İslâm hukukunun esaslarına kadar uygulanıyordu
Başlangıçta, devletin bütün bölgelerinde ayni miktarda cizye alınmıyordu Zira bu dönemde, tedavülde yer alan paranın kıymet ve değeri de ayni değildi Bu sebeple cizye miktarı, bahşedilen fetvalara ve bölgelere tarafından azalıp çoğalabiliyordu Bu konuda dikkatimizi çeken en manâlı fetva Seyhülislâm Ebû Suûd Efendi (15451574)'nin fetvasıdır Bu fetvaya tarafından biz, o dönemin yoksulluk ve zenginlik ölçüleri gibi toplumun sosyal yapısı hakkında da veri sahibi oluyoruz Nitekim o, amele kadir olan kâfir ki, ikiyüz dirhemi ser'iyeye kadir olmaya, ol makule ednâdir, on iki dirhemi ser'î alınır İkiyüz dirhemi ser'iyyeye kadir olup amele kadir olan evsat makulesidir, yirmi dirhemi ser'î alınır On bin dirhemi ser'iyyeye malik olan 'a'la makulesidir, onlarin cizyei ser'iyeleri kırk dirhemi ser'idirdemektedir
Kısmen toplumun sosyoekonomik durumundan kaynaklansa bile büyük ölçüde devlet müsamahasının bir neticesi olarak cizye mükellefinin ast bulunduğu sınıflamada asgari cizye verenler (ednâ sınıfı), defalarca değişik sınıflardan daha artı olmuşlardır Örnek olması bakımından 1103 (1691) senesinin Brud (Brod) kazası ve tevabiinde cizye verenlerin sınıflarına kadar sayısına baktığımız vakit karsımıza aşağıdaki tablo çıkmaktadır:
A'la: 27 Evsat: 147 Ednâ: 166
Müslüman devletlerde cizye mükellefi, bütün insanî adalet ve vecibelerden rahatlıkla istifade edebilmekteydi CH Becker'in İslâm Ansiklopedisi'ndeki Cizyemaddesinde belirttiği gibi cizye ödeyen mükellefler, İslâm devleti ile yalnız iman ve âyinlerine tutku değil, hatta himaye isteme hakkini da kendilerine bahseden bir mukavele akd etmiş olurlar ancak, benzer örnekleri Osmanlı Devleti'nde bol miktarda görmek mümkündür Nitekim Edirne'de meydana gelen bir yangında, dükkânları yanan Yahudilere, devlet kadar verilen atiyye ile yardımın taksim seklini bildiren bir belgeye sahip bulunuyoruz
Osmanlı Devleti'nde hazine için tahsil edilen cizye, her senenin Muharrem ayında değişik müesseselerce toplanıyordu Birliği ortadan kaldıran bu başvuru formu, bazen devlet hazinesini büyük sıkıntılara sokuyordu Bu durumu düzeltmek için 1101 (1689) senesinde Sadrazam Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa, devrin ilgilileri ile yaptığı istisareden daha sonra, cizyenin toplanmasını emin kaide ve sistemlere bağlayarak toplama isinin tek elden yapılmasını sağladı Bundan sonra her üç derslik zimmî için bambaşka birer mühür kazdırdı Bunlara a'la, evsatve edna yoksulgibi evraklar koydurttu Her yıl için tarihleri değişen bu mühürlerin ve dolayısıyla cizye mükelleflerinin, birbirinden açık ve belirli çizgilerle ayrılabilmesi için bunların gerek şekillerinde ve gerekse yazı karakterlerinde öbür uygulamalara gidildi Bu tatbik o kadar yaygınlaştı oysa, altında fotokopilerini göreceğiniz mühürler 1852 senesine aittir Demek oluyor ancak cizyenin kaldırılışına kadar bu dilekçe devam etmiştir
Bu gerçekte cizye mühürleri ile birlikte cizye kâğıtlarının renkleri de değişiyordu Kağıtların üstünde de cizyenin hangi seneye ait olduğu, sınıfı, cizye muhasebesi, bas hazinedar ve cizye umum mülteziminin isimleri vardı
Osmanlılarda cizye uygulaması, 1855 senesinde cizyenin, Değeri askeriyeye tebdili zamanına kadar devam etti *