Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Osmanlı Hoşgörüsü

Osmanlı Hoşgörüsü
0
41

ahmet0135

FD Üye
Katılım
Nis 13, 2018
Mesajlar
3,764
Etkileşim
87
Puan
48
F-D Coin
0
Osmanlı Hoşgörüsü Modern dünyamızda en ideal bir yönetim biçimi telakki edilen demokrasi, ayrı anlama, kültür ve yapılara haz ve tahammül gösteren, örgütlenme hakkı veren bir sistem olarak görülmektedir Hoşgörü demokrasinin esas bir esasıdır Zira müsamahanın olmadığı yerde demokrasilerden bahsetmek mümkün değildir Osmanlı yönetim anlayışı çağdaş demokrasilerin esas bir olarak belirlediği müsamahanın tüm sınırlarını zorlayacak bir idare anlayışını tesis etmişlerdir Bu anlayış salt Osmanlı yönetim geleneğinin bir ürünü olmaktan fazla İslâm’ın belirlediği ilkelerden kaynaklanmakta ve hicri birinci asırdaki uygulamalara dayanmaktadır Zira Osmanlı hoşgörüsünün temelinde gönülden yan oldukları dinin böyle bir tavır biçimini emretmesi geliyordu Kur’anın bu konuda getirdiği ilkeler din ve vicdan hürriyetini tutmakta ve zor kullanarak insanları kendi şemsiyesi altında toplamayı kabul etmemektedir; “Dinde zorlama yoktur, Bakara suresi 256 “Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi O halde inanmaları için insanları zorlayacak mısın ??Yunus Suresi 99 Hz Peygamber’in uygulamaları da tüm insanların Allah’a iman etmelerini arzu ettiği halde zevk esası üstüne kurulmuştur; Medine sözleşmesinin 25 Maddesinde “Yahudilerin dinleri kendilerine, Müminlerin dinleri kendilerinedir Necran Hıristiyanları ile yapılan sözleşmede de; Onların mallarına, canlarına, dini hayat ve tatbikatlarına, hazır bulunanlarına bulunmayanlarına, ailelerine, mabetlerine, az olsun fazla olsun onların mülkiyetinde bulunan her şeye şamil olmak üzere, Allah'ın himayesi ve Resûlüllah Muhammed'in zimmet'i Necranlı'lar ve onlara tabi etraftakiler üstüne bir haktır Hiç bir piskopos kendi dini vazife mahalli dışına, hiç bir papaz kendi papazlık vazifesini gördüğü kilisenin dışına, hiç bir rahip içinde yaşadığı manastırın açık havada diğer bir yere alınıp gönderilmeyecektir Hz Peygamber'in Necranlı'lara gönderdiği bir öteki mektub söyledi; Ne olursa olsun, eksik olsun çok olsun, ellerinde ne bulunduruyorlarsa kiliseleri ve manastırları kendilerine aittir Allah'ın ve Resulünün zimmeti onlar üzerinedir Hiç bir piskopos, piskoposluk vazifesini gördüğü yerden, hiç bir rahip kendi manastırından ve hiç bir papaz kendi kilisesinden alınıp bir diğer yere gönderilmeyecektir Onların ne adalet ve hukuku ve ne de onların alışageldikleri hiç bir şey bir değişikliğe bağlı tutulacaktır Onlar içtenlikle hareket edip, üzerlerine düşen vazifeleri hakkıyla ifa ettikleri müddetçe, Allah'ın ve Resulünün zimmeti bunlar üstüne olacaktır Onlar ne bir zulme uğrayacaklar ve ne de kendileri başkalarına zulmedeceklerdir Hz Peygamber’den sonraki uygulamalar da istisnaların dıştan bu temel kavrayış üzerine yapı edilmiştir Hz Ömer’in Medain Hristiyanlar’ına verdiği taahhüde “Hristiyan dini üzere olanlardan hiç bir kimse istemeyerek müslüman yapılmaya zorlanmaz ilkesi yer alıyordu Huzeyfe b ElYeman’ın Mah Dinar ahalisine verdiği emanda “bu emanı onların canları, malları, toprakları için vermiştir Onların dinleri zorla değiştirilmez, kendileriyle şeriatları arasına girilmez Bu başvuru tarzı tüm İslâm tarihi boyunca yönetimlerin azami uyarı ettikleri bir husus olmuştur Osmanlı yöneticileri de bu anlayışı devam ettirmekte tereddüt etmemişler, kuruluşundan yıkılışına değin bu ilkelere vefalı kalmışlardır Zira Osmanlı bambaşka uygulamalara yönelmiş olsaydı bu gün var olan kültürel ve etnik yapıların öyle birçok Osmanlı kimliğinin geniş potası içinde erimesi kaçınılmazdı Osmanlılar fethettikleri topraklarda yaşayan öbür dinlere mensup insanların İslâm dinine girmeleri yönünde zorlama uygulama bir tarafa bu insanların inanç ve vicdan hürriyetlerini koruma altına almışlardır Bir De birinin diğerine baskısına da zevk etmemiştir Bu konuda Kudüs’de dini konular yüzünden çıkan gayrı Müslimler arasındaki anlaşmazlıkta devletin hakem rolünü üstlendiğini bir misal olarak zikredebiliriz Osmanlı Devleti’nde uygulamaya konulan halk müziği sistemi gereği olarak Gayrı Müslim Osmanlı vatandaşlarının dini işlerine hiç bir süre müdahale edilmemiş ve bu sebeple din ve milliyetlerini korumaları mümkün olmuştur Daha Osman Bey zamanında bile gayrı Müslimlerin adalet ve hukukları koruma altında idi Bir Cuma günü Germi bağlı Türk Beyi Alişir’in tebasından bir Müslüman ile Bilecik Rum liderine alt bir Hristiyan arasında vuku bulan anlaşmazlıkta Osman Bey Hristiyan lehine hüküm vermiş idi Daha sonraki tarihler için de buna benzer yüzlerce örnek bulmak mümkündür Günümüze kadar intikal eden Şer’iye Sicilleri ve diğer arşiv kaynakları buna şahadet etmektedir Hiç bir gayrı Müslim dini yüzünden haksızlığa uğramamış, kanun önünde eşit statüsü korunmuştur İdarecilerin de gayrı Müslim tebaya karşın haksızlıkları ilgili merciler tarafından derhal ber taraf edilmiştir Bosna ruhbanlarına ve Galata Cenevizlilerine bahşedilen emannameler de Osmanlı Devleti’nde din ve millet farklılığından dolayı temel adalet ve hürriyetlerin kısıtlanmaya gidilmediğinin en bariz örnekleridir Semt pazarlarının günü bile bu kesimin dini günlerine gelmemesine çalışılarak mağdur olmaları önleniyordu Bilecik’te semt pazarının günü mahalli idare göre Pazartesi’nden Pazar gününe alındığında dini günlerine rast geldiğinden gayri Müslimlerin vaki şikâyeti üzerine baştan merkezi idare tarafından Pazar gününe alınmıştır Aynı bir hadise 1817’de Adapazarı’nda vuku bulmuştur Kurulan semt pazarı reayanın tatil ve dini günü Pazar gününe geldiğinden bunun Cumartesi gününe alınması için merkezi hükümet mahalli idarecilere direktifler gönderiyordu Osmanlı lüzum din, lüzum etnik açıdan mozaik bir yapıya sahiptir Ülkenin bağımsızlık sahası içerisinde müslümanların dışarıya katoliklerden; Latinler, Katolik Ermeniler, Katolik Gürcüler, Katolik Süryaniler, Kildanılar, Maruniler, Kıptiler, Katolik Rumlar, Katolik olmayanlardan Ortodokslar, Gregoryenler, Nasturiler, Yakubiler, Mel kitler, Mandeiler, Musevilerden ; Rabbaniler, Karailer, Samiriler ve keza Sabiiler bulunuyordu Gayrı Müslimlerin etnik olarak dağılımı ise şöyledir; Rumlar, Yunanlılar, Bulgarlar, Pomaklar, Sırplar, Hırvatlar, Karadağlılar, Bosnalılar, Arnavutlar, Macarlar, Polonyalılar, Çingeneler, Ermeniler, Gürcüler, Süryaniler, Kildanılar, Araplar (Marunî, Melkit vs), Yahudiler, Romenler, Türkler (Gagavuzlar), Kıptiler, Habeşler Ulaşım ve iletişim teknolojisinin günümüzün sınırlarına bile ulaşmadığı çağlarda bu kadar etnik ve dini farklılıklara sahip gayrı Müslim toplulukların idaresi Osmanlı yönetiminin hoşgörüsü ve müsamahası ile mümkün olmuştur Osmanlı hoşgörüsü konusuna değinen Gibbons; “Yahudilerin toptan öldürüldüğü ve Engizisyon mahkemelerinin vefat saçtığı bir devirde Osmanlılar, idareleri aşağı bulunan çeşitli dinlere alt kimseleri uzlaşma ve uyum içerisinde yaşatıyorlardı Onların müsamahakârlığı, ister siyaset, ister halis insaniyet duygusu isterse lakaydi neticesi meydana gelmiş olsun, şu vakaya itiraz edilemezki, Osmanlılar, yeni süre tarihinde milliyetlerini tesis ederken dini özgürlük umdesini temel taşı almak üzere vaz etmiş birincil millettir Ardı arkası kesilmeyen Yahudi ta’zibatı ve Engizisyona resmen resmen destek mesuliyeti lekesini taşıyan asırlar esnasında Hristiyan ve Müslümanlar, Osmanlıların idaresi aşağıda düzen ve uzlaşma içinde yaşıyorlardı der Batılı öyle çok seyyah ve tarihçinin kaleminden Osmanlı hoşgörüsüne dair yazılan daha öyle fazla örnek bulmak mümkündür saygın bir ilim adamı olan Brockelman Osmanlı hoşgörüsüne dair şöyle diyor; Müslüman Türkler, fetihler esnasında isteselerdi Hıristiyanları en ince ayrıntısına kadar yok edebilirlerdi Ama mensubu bulundukları din, buna müsaade etmez Bu yüzden Fatih Sultan Mehmet, nasıl fakat daha önceleri dedeleri kendi kilise teşkilatında serbest bırakmak suretiyle, Bulgarları rahatsız etmedilerse o da dini eski gelenekle meşhur İslâmi devlet görüşüne de tamamıyla uygun olarak Ortokos Rum ruhani sınıfının silsilei meratibini bütün salahiyetleriyle tanıdı Hatta o, Hristiyanlar üzerindeki medeni hukuk alanında kaza hakkını tanımak suretiyle kilisenin nüfuzunu artırdı bile Kemahlı Rahip Grigor 1595–1640 yıllarını kapsayan kronolojisinde Sultan I Ahmed'den şöyle bahsetmektedir; Sultan Ahmed sulhsever, şefkatli, dindar ve Hristiyanlar’a karşı muhabbetli bir padişah idi Vezirlerden biri, Ermenileri kürek akçesi vergisine emrindeki kıldığı zaman, cami inşaatında çalışmakta olan Ermeniler, padişaha şikayet ettiler Alınan para padişah iradesiyle geri verildikten maada sözü geçen vezirin kellesinin uçurulmasına ramak kaldı Padişah papazları çağırarak ne dek para alındığına dair makbuzları sordu ve vergilerin geri verilmesini irade etti Padişah emri ifa edilerek bahşedilen para son puluna kadar geri alındı II Mahmut’un 1837 yılında Şumnu’da yaptığı bir konuşma Osmanlı sultanlarının gayrı Müslim topluluklara bakışlarını ve takındıkları hoşgörülü tavrı yansıtan iyi bir örnektir; “Siz Rumlar, siz Ermeniler ve siz Yahudiler hepiniz Müslümanlar gibi Allah’ın kulu ve benim tebaamsınız Dinleriniz başka başkadır Lakin hepiniz devlet kanunlarının ve iradei şahanemin himayesindesiniz Size tarh edilen vergileri ödeyin Bunların kullanılacakları maksatlar sizin emniyetiniz ve refahınızdır Bu hitabe metninden de anlaşıldığı üzere Osmanlı’nın siyasi hâkimiyet sahası içerisinde yer alan tebanın güvenliği ve hukukunun korunması esastır Her iki ilkenin gerçekleşmesi bir tarafta barışı muhtemel kılıyor, diğer tarafta davranmayı sağlıyordu  
 
858,497Konular
982,082Mesajlar
30,057Kullanıcılar
BulentuludagSon üye
Üst Alt