Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Osmanlı'da Mimari Hakkında Bilgiler

Osmanlı'da Mimari Hakkında Bilgiler

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
Osmanlı'da Mimari Hakkında Bilgiler
Osmanlı'da Mimari Hakkında Data
Osmanlı'da Mimari
Osmanlı Devleti



Mimar Sinanın ölümü ile Osmanlı mimarisinde Alışılmış Dönem diye adlandırılan çağ kapanmış, ama bu büyük ustanın etkileri uzun süre devam etmiştir Bu tesir, özellikle cami planlarında çok zinde ve daimi olmuştur Mimar Sinanın şehzade Camiinde geliştirdiği dört yarım kubbeli sistem, çoğu yapıda yinelenmiştir Bunlar aralarında en manâlı olanı Sultan Ahmet Camiidir I Sultan Ahmedin mimar Sedefkar Mehmed Ağaya yaptırdığı bu külliye, Sinanı izleyen, onun ekolünü sürdüren yapılar aralarında en ünlü örnektir denilebilir Külliyenin merkezini yaratıcı cami, dört yarım kubbeli plan şemasının başarılı uygulamalarından biridir Yapının öbür camilerden ayrılan yönü ise avlunun dört köşesinde ve caminin iki yanında birer almak üzere altı minareye sahip oluşudur Caminin avlusu da ortasındaki şadırvanı ve çepeçevre revaklarıyla klasik dönemdekilere benzer Ancak ayrıntılarda bir takım farklar vardır 17 yüzyılın ilk yıllarına ait olan bu yapıda düşey hatların ön plana geçmeye başladıkları görülür Süslemede olağan motifler ele gücenmiş, ancak kompozisyon anlayışında bazı küçük farklar belirmiştir Caminin iç mekanı aydınlık ve ferahtır Kubbenin çok kocaman payelere oturtulmuş olması mekan bütünlüğünü eksik da olsa zedelemektedir Ama bu durum, aynı tipteki yapıların ortak bir özelliğidir



Image

Sultan Ahmed Camii çinileri açısından da oldukça zengindir Çinilerin tümü galeri biçimindeki üst mahfilin duvarlarını kaplamaktadır 16 yüzyıldaki örneklere tarafından daha öbür renkler görülür Kırmızılar kiremit rengine dönüşmüş, sırlar maviye çalmaya başlamıştır Kompozisyonlarda ise servi, bahar açmış ağaç motifleri büyük panolar halindedir Ayrıca, sonsuz düzende tekrarlanan motiflerin yer aldığı nebati süsleme görülür Natüralist üslupta çiçekler aralarında lale, karanfil, sümbül ve gül ön plandadır Kapı ve pencerelerde ise yüksek kaliteli ağaç işçiliği karışmıza çıkar Bunlarda bilhassa sedef ve fildişi kakmalara yer verilmiştir



Yapının hemen yandaki hünkar mahfili bugün Halı Müzesi olarak kullanılmaktadır Caminin yakınında bulunan Sultan I Ahmedin Türbesi ise kare planlı oldukça büyük bir yapıdır Çinileri ve alçı üzerine yapılan Malakâri denilen süslemelerinin yanına sedefli kapısı da dikkati çeker



Yapımına 1603 yılında başlanıp 1663te bitirilen Eminönündeki Yeni Cami, Osmanlı mimarisinin en uzun sürede tamamlanan camisidir Bu cami de dört yarım kubbeli tipin bir örneğidir Bugün Darı Çarışsı adıyla belli arasta sahiden Yeni Valide Camii Külliyesinin bir parçasıdır Bir yolla bölünmüş olduğu için ilgi ayarlamak birazcık güçtür ama Turhan Valide Sultan Türbesi de külliyeye aittir Caminin yanına ise olur ya de Osmanlı hünkar mahfillerinin en görkemlisi yer alır Başlıbaşına bir mimari yapıt olan bu mahfil, çini ve sedef süslemeleri bakımından da manâlı örneklere sahiptir Yeni Camiinin içi Sultan Ahmet Camii ile aynı planda olmasına karşın oldukça loıtur Herzamanki döneme oranla düşey hatlar bundan böyle gelişmeye başlamıştır Yapının, özellikle de hünkar mahfilinin çinileri, 17 yüzyılın ilk yarısına ait en zengin koleksiyonlardan biridir Bu çinilerde mavi renkler egemendir Kompozisyon bakımından fazla zengin örnekler olmakla birlikte teknik açıdan bir gerileme söz konusudur

Olağan dönemde, Külliye olarak adlandırılan yapılar topluluğunun merkezini cami oluşturmaktaydı 17 yüzyılda ise merkezde cami yerine medresenin yer aldığı bir dizi külliye karışmıza çıkar Bunlar, sultanların yok de devlet ileri gelenleri ve vezirlerin yaptırmış olduğu örneklerdir Bu tipteki külliyelerden biri de 16831690 yılları aralarında yapılmış olan Divanyolundaki Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Külliyesidir

18 yüzyıl, Osmanlı sanatına Batı etkilerinin girdiği, başka bir deyişle Batılılaşmanın başladığı dönemdir Bu dönemde bilhassa süslemede Barok, Rokoko gibi Batı kaynaklı üsluplar görülür Ama bu üslupların Osmanlı sanatındaki uygulamasında geleneksel Türk motifleri ve inşa tiplerinden vazgeçilmemiştir

Bu dönemde çeşme ve sebiller ansızın siklet kazanmıştır Topkapı Sarayı yakınındaki III Ahmet Çeşmesi, bu yüzyılın başına ait tipik bir örnektir Çeşme ve sebil işlevlerini birlikte görebilen bu yapıda, Barok üslupta taş süslemelerin yanı sıra 18 asır çinilerinden örnekler de vardır Bu çiniler, Tekfur Sarayı atölyelerinde Türk çiniciliğini animasyon denemeleri olarak yapılmıştır Taş süslemede ise akantus kıvrımları ve çiçekli panolar, Barok üslubun kıvrık hatlarını ve güçlü gölgeışık etkisini zengin bir biçimde yansıtırlar

18 yüzyılın ilk yarısında Sultan I Mahmud tarafından yaptırılan Tophane Çeşmesinde de plastik görüntü veren varlıklı taş süsleme vardır Mimari az daha ikinci plana itilmiştir Taş süslemede saksı içinde meyva ağaçları, vazoda çiçekler zengin bir görüş sunarlar Bunların yanı sıra palmet ve rumi yarı motiflere de rastlanır Oysa, artık klasik dönemin çizgiciliğinden eser kalmamıştır

Olağan Osmanlı mimarisindeki plan tiplerinin uygulanmasına 18 yüzyılda da devam edilmiştir 1734te tamamlanan İstanbuldaki Hekimoğlu Ali Paşa Camii, böyle bir örnektir Bu yapıda da altı dayanaklı plan şeması ele alınmıştır Planın alışılmış döneme dayanmasına karışlık, üst yapıda ve süslemede farklı bir dönemin özellikleri görülür Yapının yüksekliği artmış, mimariye değişik oranlar girmiştir giderken alışılmış motifler de yeni bir hoşgörüyle ele alınmıştır Mekan içeriden de hayli yükselmiş, böylece parlak bir ortam yaratılmıştır ıç süslemede Tekfur Sarayı atölyelerinde yapılan çiniler karışmıza çıkar Sırların mavimtırak bir renk alması, sarının fazlaca kullanılışı bu çinilerin kayda değer özelliklerindendir

Nuru Osmaniye Camii ise mimaride Batılı üslupların belirginleştiği bir yapıdır Bu şart, daha planında dikkati çeker Barok üslubun en belirgin özelliklerinden biri olan oval formlar Türk mimarisinde öyle kullanılmamıştır Oysa bu yapıda avlunun oval oluşu ile plana Barok bir nitelik kazandırılmıştır Barok özellikler yapının dışarıya da kendini gösterir Kıvrık dairesel kemerler, oval pencereler, S biçimindeki payandalar bu türden ayrıntılardır Zaten bu üslup, Türk sanatında kendini daha çok ayrıntılarda hissettirmiştir Oval plan, yapının iç avlusunda da garip bir biçimde uygulanmıştır Üslup değişimlerinden en kolay etkilenen elemanlar olan sütun başlıkları ve kemerler, doğal olarak bu yeni üslubun özelliklerini taşımaktadırlar Bu üslup değişiminden yapının portali de etkilenmiştir Başlıca hatlarıyla olağan portalleri andırmakla birlikte mukarnasın yerini almış olan Barok kıvrımlı kavsara dolgusu, adeta Türk Baroğunun simgesidir Caminin yanına hünkar mahfili, kitaplık gibi ilave yapılar da vardır Yapı, çevresindeki dış avlu ile de Kapalıçarışnın hareketli görünümünden yalıtılmaya çalışılmıştır

Üsküdardaki 1760 tarihli Ayazma Camiinde de Barok özellikleri mimariden fazla ayrıntılarda karışmıza çıkar Yüksekçe bir yerdeki camiye daire planlı merenlerle çıkılır Bu, plana yansıyan tek Barok özelliktir denilebilir Yapının yalın dış süslemesinde en fazla dikkati çeken teferruat, cephelerdeki kabartmalardır Bu kabartmalarda aleme aynı biçimler bulunmaktadır Caminin içinde ise minber ve vaaz kürsüsü hemencecik dikkati çeker Biçim bakımından alışılmış dönemdeki örneklere benzeyen minberin süslemesi ise fazla öbür bir üsluptadır Eski örneklerde görülen geometrik süslemelerin yerini, burada Barok kıvrımlar almıştır Yeni üslubun bir minber kompozisyonunda bile belli başlı formda değil de ayrıntıda yer aldığı görülür

1763 gibi hayli ilerlemiş bir tarihte üretilmiş olmasına karşın Laleli Camiindeki Barok üslubun çok çarpıcı olmadığı söylenebilir Bu yapıda da kubbenin sekiz dayanağa oturduğu olağan şema yinelenmiştir Barok özellikler kıvrık hatlar, dalgalı dairesel kemerler, pencereler gibi ayrıntılarda karışmıza çıkar Barok üslubun bu yapıdaki etkileri, özellikle kubbeyi destekleyen S biçimindeki payandalarda görülür Yoldan oldukça yüksek konumdaki Laleli Camiinin aşağıda büyük bir arasta yer alır Burası günümüzde de çarış olarak kullanılmaktadır Bu özelliğiyle inşa, Fevkani olarak adlandırılan yükseltilmiş camilerin bir örneği durumundadır

1778 tarihli Beylerbeyi Camii ise ahşap kubbelidir Inşa 1983 yılında bir yangın geçirmiş lakin sonradan onarılmıştır Bu yapıda da bilhassa ayrıntılarda Batılı üslupların etkileri görülür Yangından zarar görmüş olmasına rağmen, caminin fildişi ve sedef kakmalı ahşap minberi dikkate değerinde bir yapıttır Çünkü erken Osmanlı döneminden sonradan minber yapımında ahşaptan vazgeçilmiş ve bilye seçim edilmiştir Beylerbeyi Camiinin minberi, geç dönemdeki nadir ahşap örneklerden biridir

Barok üslubun başat olduğu dönemde yeni bir külliye biçimi de ortaya çıkmıştır Bir türbe sebilden oluşan bu külliyelere tipik bir misal, Fatihdeki Nakışdil Sultan Türbesi ve Sebilidir 1818 tarihli bu yapıtta Barok ve Rokoko üsluplar bir arada görülür Duvarlar düzlemsi niteliklerini yitirerek, içbükey ve konveks yüzeyler halini almışlardır

19 asır başlarında ise bir üslup karmaşası karışmıza çıkar Bu dönemde Ampir, Barok, Rokoko ve klasik Osmanlı üsluplarının hepsinin bir arada kullanıldığı yapılar bile vardır

Tophanedeki Nusretiye Camiinde ise Ampir üslup ağır basmaktadır Ampir, kelime olarak İmparatorluk Üslubu anlamına kazanç Esinini Yunan ve Roma gibi klasik üsluplardan alan bu kavrama, eski Mısır biçimlerinden de etkilenmiştir Napoleone Bonaparte vaktinde ortaya çıkan bu üslubu sonradan Osmanlılar da benimsemiştir Nusretiye Camiinde Ampir üslubun yanı sıra Barok üslup da görülmektedir Perde motifleriyle süslü korkuluk levhaları ve soğan şeklinde kaideye sahip minarede Barok üslup egemendir Nusretiye Camiinde oranlar da değişmiştir Ana kitle ve kubbenin fazla yüksek olmasından nedeniyle minareler ince ve uzundur Yapıda bu dönem camilerinin iki taraflı özelliği olan ferah ve fazla aydınlık bir mekan yaratılmıştır ıç süslemesinde ise mihrap ve minberin yanı sıra kubbe eteğini çevreleyen yazı kuşağı da dikkati çeker

Sultan MESLEK Mahmudun bulunduğu semte de adını veren türbesi, Ampir üslubun İstanbuldaki en tipik örneğidir 1840 tarihli türbe, bu özelliğinin yanı sıra sekizgen planı ve kubbe ile örtülü olmasıyla klasik Osmanlı türbe şemasına da bağlıdır Bu yapıda ayrıntılarda karışmıza meydana çıkan ve bir çeşitlilik Batı NeoKlasiği olarak da adlandırılan Ampir üslup, ülkemize Batıdaki biçimiyle yansımıştır Türbenin cephesindeki palmet dizisi ise YunanRoma sanatını yeniden canlandırmak isteği ile kullanılmış motifler olarak sanatımıza girmiştir

19 asır ortalarındaki Osmanlı cami mimarisinin durumunu açık açık bildiren Ortaköy Camii ise garip bir örnektir Tek kubbeli yapı, aşırı ölçüde şeffaf bir özellik kazanmıştır Duvar yüzeyleri parçalanmış, az kalsın yok olmuştur Yapının haricen da düzlem olarak nitelenebilecek bir bölüm kalmamıştır bu nedenle de caminin içi fazla aydınlıktır Inşa adeta deniz manzaralı bir saray pavyonu gibidir Renkli taş minber dönemin karakteristik formunu taşımaktadır Kubbe içinde ise, havali bir mimari görünüm veren renkli nakışlarla güçlü bir derinlik izlenimi yaratılmıştır

Ortaköy Camii ile aynı yıllara ait olan 1853 tarihli Dolmabahçe Camii ise daha ağırbaşlı bir görünüştedir Batı sanatının olağan motifleri, bu yapıda da karışmıza çıkar Ampir üslubun hakim olduğu bu camide çok aydınlık ve dışarıya açık bir mekan yaratılmıştır ıç mekanın insana ferahlık veren bir görüntüsü vardır Caminin minberinde kakma tekniğinde renkli mermer süsleme bu dönem için karakteristik bir durumdur Yapının minaresi de antik sanattan gücenmiş bir eleman gibidir Bu minare neredeyse başlığıyla birlikte kullanılmış bir korint sütununu andırmaktadır

Bu tarihlerden sonradan Osmanlı sanatında bir kendine dönüş denemeleri dizisi izlenebilir Batı NeoKlasiği yerine Türk NeoKlasiği uygulanmaya çalışılmıştır Lakin bunun ne dereceye kadar başarılı olduğu tartışılabilir İstanbul Aksaraydaki 1871 tarihli Valde Camii bu akımın öncülerinden biridir Bu yapıda çoğu üslup bir aradadır Özellikle dış süslemede Batı sanatının Gotik üslubundan, Kuzey Afrikanın Mağrip üslubuna kadar akla gelebilecek derhal her türden detaylar göze çarpmaktadır Fakat buradaki sivri veya atnalı kemerler, uzak ülkelerin sanatının bir kopyası olarak yok de, olasılıkla iyi anlaşılamamış bir İslam sanatı NeoAlışılmış denemesi biçiminde ortaya çıkmıştır Yapıda böylece iyi araştırılmadan denenmiş rumili süslemelerin varlığı, bunu düşündürmektedir

Bu birincil denemelerden daha sonra Türk NeoOlağan üslubu daha bilinçli bir biçimde yaratılmaya çalışılmıştır Ancak oranların farklılığı, kemer ve yarı yapı elemanlarıyla dekor motiflerinin tam anlaşılamaması, ortaya hatalı uygulamaların çıkmasına neden olmuştur Mesela sivri kemerler, Gotik veya atnalı biçimindeki Mağrip kemerlerini andırmaktadır Bu dönemin başarılı yapıları aralarında, 20 yüzyılın başlarında mimar Kemalettin kadar yapılan Bebek Camii sayılabilir

Milli eğilim, yine benzer mimarın eseri olan Eyüpteki Sultan V Mehmed Reşad Türbesinde de Osmanlı klasik döneminden alınma motiflerle sürdürülmeye çalışılmıştır Bu dönemin birçok yapısında olduğu gibi burada da çini süslemeye siklet verilmiştir Türbenin içini süsleyen Kütahya yapımı çini panolar, eski örneklerdeki desenlerin kopyalarıdır Bu kopya etme o boyuttadır ama, insan dikkatli bir egzersiz ile ele aldığı panonun hangi eski yapıdaki, hangi çiniden küskün olduğunu kolayca anlayabilir Bu tavır Cumhuriyet döneminde de sürmüştür, fakat öyle başarılı olunamamıştır Çünkü laf konusu olan yaratma değil, eskinin bazen de böylece iyi anlaşılmadan üretilmiş kopyasıdır

Milli mimari akımı, Cumhuriyet döneminde de bir süre devam etmiş ve yerini uluslararası betonarme mimariye bırakmıştır Son yıllardaki klasik Türk mimarisi tarzındaki incelemeler ise daha fazla sit ve çevre koruması nedeniyle yapılmaktadır






*
 
858,444Konular
980,894Mesajlar
29,490Kullanıcılar
TulparSon üye
Üst Alt