Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

osmanlinin batiyi ornek almasinin olumlu sonuclari nelerdir?

osmanlinin batiyi ornek almasinin olumlu sonuclari nelerdir?

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
osmanlinin batiyi ornek almasinin olumlu sonuclari nelerdir?

Osmanlıda Batılılaşma ve Laikleşme Süreci

1880'lerden itibaren, bir Osmanlı toplumu yaratmak ideali ile her vilayette pozitif ilimleri öğreten idadi liselerinin açılması, aydınlatılmış batıcı bir kuşak yetişmesini sağladı Atatürk nesli, bu temelde kurulan yeni askeri mekteplerde yetişti Batılılaşma, 1908 Jön Türk Devrimi ile Kurtuluş Savaşı sırasında, elit zümre aralarında kökleşmiş bir gelenek, vazgeçilmez bir ideâl, bir kurtuluş simgesi halini aldı
Eğer Türkiye, kendi kimliğini ve millî kültürünü geliştirerek modern dünyada egemen bir millî devlet olarak ortaya çıktıysa, bu başlıca eğitim, gazete ve bu bürokratik kuşak içinde sivrilen aydın liderlerin çabaları doğru olmuştur Diğer bir deyişle, Türkiye egemen ulus devleti varlık ve gelişimini, devlet ve toplumu iyice batılılaştırma idealini benimseyen elit bir zümrenin liderliğine borçludur

Osmanlı devletinin batılılaşma süreci, her defasında öbür amaçları olan çeşitli aşamalardan geçti Osmanlı devletinin ilk zamanlarında bürokratlar, Hıristiyan Avrupa'nın silâh ve aletlerini almaya yöneldiler Bu alıntılar, Osmanlının askeri gücünü batılılarla aynı seviyeye getirmekte ve doğulu rakiplerine karşısında onları üstün kılmakta idi Gemi mühendisliği, yeni istihkâm yöntemleri, denizcilik, topçuluk ve askeri taktikler buna dahildir Dinî görüş açısından, bürokrat ulema, bu nesil teknik alıntıları yasaklayan dinî bir kural olmadığını düşünmekte ve Hz Muhammed'in savaşta düşmanın hilelerine başvurmanın câiz olduğu hakkındaki hadisine dayanarak bunlara müsade vermekteydi
Bu nesil teknolojik becerilerin Osmanlı ülkesinde eli bol bir biçimde ödüllendirilmesi, Rönesans İtalya'sında bilinmekteydi; bu nedenle Türkiye çoğu ünlü batılı ustanın ilgisini çekiyordu Meselâ, Leonardo da Vinci'nin Haliç'e bir köprü inşa etme projesi saray arşivinde bulunmuş ve yakın zamanlarda Franz Babinger tarafından yayınlanmıştır Kesin bir şekilde söyleyebiliriz ancak, Osmanlı Türkiye'si, Batılı olmayan ülkeler arasında, Batı medeniyeti ile yakın ilişkiye girmiş olan ilk ülkedir
Fakat, Osmanlı batılılaşması bu aşamada, bir bir kültür ögelerinin alınması ile sınırlıydı İkinci faz, 18 yüzyılda, askerlikle ilgili alanlarda batılı ilimleri okutmak üzere Avrupalı uzmanlılar çağrıldığı, askeri okulların açıldığı ve matbaanın getirildiği dönemdir Böylece, Osmanlı kafası, birincil kez Batı ilmi ile sistematik biçimde temasa geçiyordu Daha 17 yüzyılda, Osmanlı kültürlü bürokratlarının, İtalya'da eğitim görmüş Rumlarla, yalı ve konaklarda en liberal biçimde tarih, felsefe, siyaset ve ahlâk konularını tartıştıkları bir çeşit kulüpler meydana çıkmıştı
Bu dönemde yazarlar arasında, OsmanlıTürk düşüncesinde lâiklik akımının başlangıcı sayılabilecek lâik bir hayat felsefesi yaygınlaştı En kayda değer değişim, Türklerin Batı medeniyetine karşısında yeni bakışlarıydı; böyle bir girişim, her çeşitlilik kültür özdeşleşmesinin ön şartını oluşturan hayranlık ve kavrayış arzusu idi Bu ilk Osmanlı aydınlanma çağı, Osmanlı İmparatorluğunun Batı ile gitgide artarak büyüyen siyasî ve ekonomik bağımlılığı ile ilgili idi ve taraftarları reformcu bürokratlar arasından çıkmakta idi
Osmanlı Batılılaşmasının üçüncü aşaması, Tanzimat (18391877) döneminde Batılı yönetimle ilgili ve siyasî kurumları aktaran uygulamalar ve Osmanlı devletinin bu temele dayanarak baştan yapılandırılması ile başladı
Tanzimat döneminin liberal reformları, 1876'da duyuru edilen birincil Osmanlı Anayasası ile zirveye ulaştı 18761877'de Osmanlı'nın bu kısa ömürlü parlamentolu hükumet deneyimi, konuyla ilgili bir monografi yayınlayan Devereux'e göre fiilen oldukça başarılı olmuştu Fakat, hükumetin seçimlerde fazla ilkel bir oylama sistemine başvurduğunu da bildirmek gerekir Her halükârda, Avrupa dışındaki birincil anayasalardan biri olan Osmanlı Anayasası, 1923 Türkiye Cumhuriyeti'ne doğru atılmış önemli bir adımdır
Ilk kez, sistematik, kodifiye tek bir İslami kanun mecmuası, Mecelle, ayrıca Şer'î ayrıca de lâik nizami mahkemelerde kullanılmak üzere resmî bir metin olarak açıklanmıştır Bundan sonradan mahkemelerde verilen kararlar, Şeyhülislama gönderilecekti; ancak Mecelle ne Osmanlı toplumunun giderek gelişen karışık ticari ilişkilerini karşılamada, ne de Şer'î mahkemelerin durumunu kurtarmada başarılı oldu

Fakat, daha sonraları, 1876 Anayasası'nın yinelediği gibi, Osmanlı devleti İslami bir devlet olarak Şeriat'ın, diğer bütün yasama yetkileri üstünde olduğu ilkesini onayladı
Tanzimat döneminin iki vatansever aydını, Namık Kemal ve Ziya Paşa, dıştan esinlenen ya da zorla kabul ettirilen ve ayrıca geleneksel sosyoekonomik sistem, ayrıca de geleneksel bedel sistemi üzerinde yok edici etkileri yer alan Batılılaşmayı kuvvetle eleştiriyorlardı Bu yazarlar, Batılılaşmayı bürokratik zorbalık ile özdeşleştiriyorlar, bu nedenle hükümete karşısında ırk tepkisini dile getiriyorlardı Halk, batılılaşmayı, geleneksel esnaf düzeninin bozulmasını, Avrupa makine mamullerinin (mâli fatura'nın) pazarı istilası sonucu gelen işsizlik ve İslami gelenekler ve değerler sisteminin yozlaştırılması olarak değerlendiriyordu
Namık Kemal ve Ziya Paşa, Türk halkının sorun ve görüşlerini çoğunlukla dobra dobra şöyle dile getirmekte idiler:
1Batılılaşma reformları, Batı Avrupa ile işbirliği yapan bir bürokrasi kadar zorla kabul ettirilmiştir
2Bürokratlar, batılılaşmayı kendi istibdatlarını takviye etmek için kullandılar
3Ziya ve Kemal, belli başlı sorunun hesaplı özellik taşıdığını görüyorlardı Kapitülasyon rejimi aşağıda ithal edilmiş Avrupa makine dokumalarının, memleketteki lokal sanayiyi öldürdüğünü ve geleneksel sanatların yerini alabilecek hiçbir lokal sınai işletme olmadığından işsizliğin yaygınlaştığını acı acı gözlemlemekte idiler
4Batı'ya olan bağımlılık ile zor kullanarak kabul ettirilen reformları eleştiren Yeni Osmanlılar, bununla beraber Batı'nın kültür, ahlâk ve adapta taklit edilmesini şiddetle eleştirmekteydiler Avrupa kanunlarının ithaline karşıydılar
Özetle, 1'ların Yeni Osmanlılar hareketi, denetimsiz Batı kapitalizminin sömürüsü ve batılıların memleketteki bürokratik işbirlikçilerine aleyhinde bir protesto olarak tanımlanabilir Hareket, batılılaşma ile bürokratik istibdat idaresine aleyhinde yönetilmiştir

Devleti Yeniden Yapılandırma, Tüzük, Başkanlık Sistemi

Osmanlı devletini 600 yıl ayakta tutan gerçek dayanak, onun kanun rejimi ve hak sistemidir Hukuk sistemi, devlet idaresinde her türlü keyfiliği ortadan uyandırmak için örgütlenmiştir Bu kaide dışında kalan yegâne makam, padişahın kendisi idi Onun mutlakiyetini kısıtlayan tek otorite, Allah'ın emirleri, Şeriat idi İmam sıfatıyla Şeriat'ın uygulanmasında da son merci sultandır Pâdişah, otoritesini Tanrı'dan alan, bu nedenle başka hiçbir organ karşı sorumlu olmayan mutlak hakim kişidir Öyle ise, padişahın kendisinin adalete ve Şeriat'a tutarsız hareketini önleyecek şey nedir? Kendi vicdanı, yâni bireysel ahlâk kuralları ve dindarlığıdır Osmanlı tarihinde haklı veya haksız padişahların bu gerekçe ile tahttan indirildiğini, hâttâ katl edildiğini biliyoruz
Osmanlı hükümet sisteminde padişahın atadığı görevlilerin bu otoriteyi kötüye kullanılmasını önlemek, adaleti teminat altında bulundurmak için idarede bir iki taraflı teftiş sistemi uygulanmakta idi Kadı, doğrudan doğruya pâdişah kadar atanırdı, validen ve lokal otoritelerden bağımsız hareket ederdi Hükümlerine padişah deha karışamazdı Kadı otoritesini kötüye kullanırsa, vali bunu padişaha talep eder, ama kişisel olarak müdahalede bulunamazdı
Evvelce padişahı, hukuka aykırı hareket etmesi halinde böyle bir yetkiden mahrum edebilmenin tek yolu isyandı; cumhuriyet rejiminde ise seçimdir Ama seçimler, dört beş yılda gelen bir mekanizmadır ve bu vakit içinde iktidarı elinde tutanlar kanunlara tutarsız hareket edebilirler Bunu önleyecek yasal mekanizma, Tüzük Mahkemesi ve son kertede milletvekillerinin oy çoğunluğudur Bu ekseriyet, anayasaya aykırı yollara başvurabilen bir hükümetin kontrolü aşağıda ise, hukuk ve kanun rejimi önemli bir tehlike altında demektir böylece, demokrasilerde bir çoğunluk istibdadından laf edilir Son analizde, sistemin doğru işlemesi, partizanlığı önleyen bir partiler kanununa yan görünmektedir Yahut, saltanat dönemindeki keyfi istibdat, parti liderinin istibdadına dönüşebilmektedir Türk siyasî tarihinde fazla partili dönemde böyle bir durum, Demokrat Parti döneminde, 1960'ta askeri darbenin esas yasal kanıtı olarak ileri sürülmüştür
Türkiye'nin 76 yıllık deneyiminden sonra bugün vardığı rejim demokrat, lâik, sosyal bir rejimdir 1982 Anayasası'nda bu ilkeler son ifâdesini bulmuştur

Askeri darbeler peş peşe yeni anayasalar getirmişse de, Cumhuriyet siyasî buhran ve kilitlenmelerden kurtulamamıştır kabul etmek gerekir ancak, Türk demokrasisi hastadır
Menderes hükümetini düşüren 1960 darbesinden sonradan yapılan anayasa, başbakanın aşırı yetkilerini kısıtlamayı hedef edinmiştir 1982 anayasası, tutucu bâzı grupların etkisi altında birey haklarını ve üniversite gibi egemen kurumları sıkı yoklama altına sokan bir özellik kazanmıştır Anayasaya yansıyan eğilimlerin diğer bir nedeni, Türk toplumunda görülen seri gelişme sonucu yeni yeni ortaya çıkan toplumsalsiyasal akımlardır Batı demokrasilerinde istikrarın bu nedenle Türkiye gibi çabuk değişengelişen milletlerde görülmemesi doğaldır

Küreselleşme

II Dünya Savaşı'nın arkasından gelişmiş Batı şunu ahladı fakat, satın alma gücü kısıtlı yoksul bir dünya, iyi bir pazar değildir; küresel gelişme fakir bölgelerin yaşam düzeyini yükseltmekle mümkündür Fakiri fakir bırakan bir dünya, kendi gelişmişliğine hudut kor Komşular, ne değin zengin olursa o kadar iyi herif olur O süre geri kalmışların fiilen geliştirilmesi için destek paketi hazırlanır, işçiye memura azıcık daha dayan öğüdü verilir 2000 sonlarında çevrecilerin ekolojik denge teorisi, nasıl insanlığa küremizi korumanın cümbür cemaat için hayati önemini göstermişse, gelişme teorisi de insanlığa dünya ekonomisinde gelişmenin küresel tamlık içinde algılanması gerektiğini öğretti
Hayvanlar birbirinden postu ile ayrılır, bir hayvan için farklı postu olan düşmanıdır Gariptir, millet da birbirinden başına koyduğu başlıkla, kılık kıyafetiyle ayrılıyor Osmanlılarda hoşgörünün sınırları vardı Din ayrılığı, insanları birbirinden ayıran en temel farklılıktı Yahudi, Ermeni ve Rum ayrı kıyafetleri, başlıkları ve çizmelerinde kullandıkları renkle birbirinden ayrılırdı Müslüman toplumunda da, derslik ve statü, giyilen serpuş ile kesin olurdu; mezarda bile o serpuş mezar taşına yontulurdu “Ben ve öteki başa konan serpuş ile belirlenmiş olurdu Bunu protesto eden derviş, modern bohemiyen delikanlı gibi, bütün toplum “conventionlarını bir tarafa atar, başı kabak gezer, “çardarp yapar, yüzünde ve tepesindeki tüm kılları kazırdı Bugün lüks bir otele Osmanlı cübbesi ve kavuğu ile girseniz, herkesin protesto nazarları üstünüzde toplanır Sosyolog der ancak, sosyal normlar, insanları ayıran, birbirine düşman eden simgelerdir Milliyetçi, “ben ve öbür zıtlaşmasının en tipik örneğidir Toplumda insan, herkes benim dilimle konuşsun, benim kutsal gördüğüm şeyleri, isimleri o da tanrısal bilsin, saygı duysun ister; simgeleri ve duygularıyla benim toplumumun bir parçası olsun, der Sosyoloğa kadar bu imkânsız bir şeydir
Millî sosyoloğumuz Ziya Gökalp bunu en iyi anlayanlardandı O simgelerin, örfüâdâtın toplumları yapan en güçlü toplum çimentosu olduğunu belirtiyordu Gökalp, Türk toplumunun değil edilme anında geldi ve her okumuş Türk gibi “ulusal simgelere yaşamölüm ögeleri gibi baktı Geleneksel simgeler, başlık, giysi, dil, hitabe üslubu, selamlaşma, Tanrı fikrî, ibadet bakımlarından halk iki kampa ayrılmıştır “Ben ve öteki ayrılığı, en belirgin biçimde ortaya çıkmış, bir düşmanlık haline dönüşmüş, sivil ve askeri bürokratlar dâhil tüm toplum kesitleri bu simgeler etrafında cepheleşmiştir İyimsere kadar, bu görüntü aleyhinde acaba Yûnûs Emre yâhut Abdal Musa gelip de ne derdi? Nasıl Olursa Olsun “sen seni bil sen seni diyecektir “Ben ve öteki ayrılığı bir vehimden ibarettir; insanlık birdir, gerçek birliktedir, diyecektir Fakat insanı hayvandan ayıran bu bilince, dervişten diğer kaç kişi erebilir *
 
858,496Konular
982,163Mesajlar
30,105Kullanıcılar
jactellerSon üye
Üst Alt