Otizm günümüz dünyasında en çok görülen gelişimsel bozukluklardan biridir.
Otizmin nedeni tam kanıtlanamamış olsa bile psikolojik nedenlerden ziyade fizyolojik
nedenli olduğu düşünülmektedir. Bu bozukluk toplum tarafından sanılanın aksine IQ
sorunundan bağımsız olarak sosyal çevreyi anlama ve sosyal çevreye uyum gösterememe
sorunudur.Otizmli bireyler sosyal iletişim geliştirmeden yoksundur. Otistik çocukların sosyal
çevreden soyutlanmış ve sosyal çevreden kopuk davranışları onların bir zeka teorileri olup
olamayacağını sorgulama ihtiyacı doğurmuştur.
Zeka teorisi; Diğer insanlarında bir şeylerin farkında olduğunu, bildiğini, istediğini,
inandığını bilme yetisidir. Bu teorinin otistik çocuklar üzerindeki geçerliliği makalede geçen
Sally and Anne deneyi ile test edilmiştir. Bu deneye normal ve otistik bireylerin dışında zeka
düzeyinin etkisini de değerlendirebilmek üzere Down sendromlu çocuklar da dahil edilmiştir.
Çünkü otistik çocukların bir çoğunda zeka geriliği olsa da ve ya bazı otistik belirtiler bu zeka
geriliği ile ilişkilendirilse de bu zeka gerilik tek başına sosyal bozukluğu açıklamak için yeterli
bulunmaz. Deney sonucunda ortaya çarpıcı sonuçlar çıkmıştır; zeka geriligi olan çocuklar
cevap veremeyecekleri düşünülen soruya normal çocuklarla beraber dogru cevabı
vermişler,(inanç sorusu) otizimli çocuklar ise bu soruya yanlış cevap vererek deneyi dogru
tamamlama haklarını baştan kaybetmişlerdir. Öte yandan, otizm ve zeka teorisine tek bir
deney ile bağdaştırmak ve açıklamaya çalışmak yeterli değildir. Üstelik bu deneyde deneyin
arka planı da atlanmıştır. Örneğin, Sally ve Anne’in daha önce misketin olası yerleri hakkında
konuşup konuşmadıkları söylenmemektedir.Yinede bu deney otistik çocukların deneydeki
olay hakkında akıl yürütememelerine bağlı olarak zeka teorisinden mahrum olduklarını
yetersizde olsa göstermiştir.
3-) Öte yandan bu teori bağlamında otistik çocuklarla ilgili yapılan başka çalışmalarda
mevcuttur. Zihin kuramının incelendiği birçok araştırmada, otistik çocukların zeka teorisinde
yanlış inanç işlemlerindeki performansları dilin formal değerlendirmeleriyle ilişkili çıkmıştır.
Her ne kadar genel dilin (alıcı sözcük dağarcığı ve tümce yapısı) zeka teorisi işlemlerindeki
performansla ilişkili olduğu bulunmuş olsa da regresyon analizi sonuçları karmaşık tümce
yapısı ile ilgili performansın zeka teorisi işlemlerinde gözlenen performansı yordayan tek
değişken olduğu bulunmuştur. Dahası, yapılan araştırmalarda zeka teorisi ile sözcük dagarcıgı
arasında bir ilişki bulunmuştur.Happe’nin 1995 yılında yaptıgı çalışmada diger gruplardan
farklı olarak otizimde dil ile zihin kuramı arasında güçlü bir ilişki oldugu, otizmde zeka
teorisinin bir başarısı varsa bunun sadece dile dayandırılabilecegini savunmuştur. Yani diğer
çocuklar dilbilimsel olmayan bilişsel mekanizmalarını kullanırken otizmi olan çocuklar yanlış
inanç işlemlerine çözüm üretmede sözel becerilerini kullanıyor olabilirler. Tager-Flusberg ve
Sullivan’ın 1994 yılında yaptıkları bir deneyde otizmi olan çocuklarda alıcı sözcük
dağarcığının yanlış inanç performansı ile ilişkili olduğunu bulmakla
beraber sözdiziminin de yanlış inanç performansı ile güçlü ilişkisi olduğunu belirtmişlerdir. İki
çalışma gerçekleştiren araştırmacılar, birinci çalışmalarında 3-4 yaşlarında normal gelişimli,
ikinci çalışmalarında da 6-22 yaşlarında otizmi olan, 7-20 yaşlarında zihinsel yetersizliği olan
ve 7-20 yaşlarında normal gelişimli bireyin, yanlış inanç ve karakterin eylemlerini açıklama
performanslarını incelemişlerdir. Araştırma sonuçları otizmi olan çocukların yanlış inanç ve
karakterin eylemlerini açıklama performanslarının, sözcük dağarcığı puanlarıyla ve dil testinin
sözdizimi alt testi puanlarıyla ilişkili olduğunu göstermektedir. Tager-Flusberg ve Anderson
(1991), yaş ve dile göre eşleştirilen otistik bozukluğu olan ve down sendromuna sahip
çocukların sohbet becerilerini karşılaştırmışlardır. Her bir çocuktan bir yıl içinde dört kez dil
örneği alınmıştır.Otistik bozukluğu olan çocuklar, ilk değerlendirmede down sendromu olan
çocuklara göre sohbet becerilerinde gelişimsel olarak farklılık göstermezken dil geliştikçe
otistik bozukluk gösteren çocuklar, içerik ve iletişim stilleri açısından down sendromlu
çocuklardan daha fazla farklılık göstermişlerdir.
Sonuç olarak, yapılan araştırmalar ve elde edilen bulgular ışığında otistik çocukların
zeka teorilerinin belli bir eğitimden sonra fark edilecek seviyeye getirilebileceğini
göstermektedir. Bu kazanım ise dil becerilerinin yeniden yapılandırılmasıyla ya da
geliştirilmesiyle elde edilebilir. Buna baglı olarak dilin gelişim üzerindeki etkisi yadsınamaz.
Otizmin doğum itibariyle ilk iki sene içinde gözlemlenildiği bilindiğine göre, bu bireylerin
normal gelişimli çocuklara göre iki yaşına kadar herhangi bir zihin teorisine sahip oldukları
düşünülemez. Fakat zaman içerisinde onlara dil gelişimi alanında yapılacak olan yardımlar ve
verilecek eğitimler ışığında onlarında zaman içerisinde zihin teorisi sahibi olabilecekleri
düşünülebilir.